5-Kitaplarını Kaybetmeleri veya Çeşitli İhtiyaçlarından KitaplarınıSatmaları

Kitaplarını Kaybetmeleri veya Çeşitli İhtiyaçlarından Kitaplarını Satmaları


Lügat âlimi, edip, şair, fakih Ahmet b. Faris b. Zekeriya er Razi, hayatın çeşitli zorluklarından şikâyet ediyor, gam ve ke­derlerinin tesellisi, enis-i ruhu ve beraber yaşayıp, kendilerine sığındığı kitaplarından şöyle bahsediyor:



‘’Sorduklarında bir gün halim

Derim ki iyiyim yok bir ihtiyacım

Elbet bir gün feraha çıkarım

Sarsa da gönlümü ğumum (gamlar, kederler)

Arkadaşım kedim ve şu mum

Kitaplarım ise enis-i ruhum’’



Bu ifadeler, ilme âşık bir âlimin, kitaba ne kadar değer ver­diğinin bir göstergesidir. Böyle olunca kitaplarını kaybetmenin, bir âlim için ne büyük bir felaket olduğunu, sîzler takdir edersi­niz. Birçok âlimin zihni, kitaplarının başına bir felaket geldiğinde ciddi şekilde karışmıştır.

******

Şüca b. Elsem, Sened b. Ali’ye şöyle sormuş: (63)

“-Senin Halife Me’mun’la aran çok iyiydi. Onun emrinde çalıştın. Onun ilim meclisinde idin. Onunla tanışmana kim se­bep olmuştu?” O da cevaben şöyle anlatmış:

“Babam yıldızlarla uğraşarak geçimini sağlardı. Sultanın adamları kendisini sever ve sayardı. Öklid’in kitabını okuduk­tan sonra gönlümde Mıcasti adlı kitabı okumak arzusu doğdu. Me’mun zamanında, varraklar çarşısında bu kitabı yazıp, hare­keleyip ciltledikten sonra yirmi dinara satan bîr sahaf vardı. Ba­bamdan, bana bu kitabı satın almasını istedim. Babam:

-Elim biraz bollaşınca alırım- diyerek beni başından savdı.

Benim,ilme merak duymayan, babama vardım edip onun işleriyle meşgul olan bir kardeşim vardı. Babamın sözü üzerinden hayli zaman geçmişti. Bir gün, babam çarşıdayken bir yere girdiğinde katırını dışarıda tutuvermek için ben de onunla çarşıya gittim. O sırada on yedi yaşındaydım. Babam bir yere girdi. Bir müddet sonra bir genç çıkıp:

«-Sen dön, baban ustamın yanında uzun bir müddet kala­cakmış.» dedi. Ben de an götürdüm, eğeriyle, yularıyla birlikte otuz dinardan daha aşağı bir fiyata sattım.

Oradan doğruca o kitabı yazan sahafa gidip yirmi dinara kitabı satın aldım. Benim, içi boş bir evim vardı. Anneme gittim ve:

«-Size karşı çok büyük bir suç işledim» deyip olanı biteni anlattım. Benim kitap okumamı engellemesin diye babamı oya-nası ve oradan uzaklaşmam için bana firsat vermesi için annemden söz aldım. Paranın üstünü ona verdim ve:

«-Ben kendimi evime kilitleyeceğim. Siz de kitabı okuyup bitirinceye kadar, hapistekilere atıldığı gibi bana ekmek atın» dedim. Annem de babamın öfkesini yatıştıracağım söyledi.

Eve gittim ve kapıyı kapattım. Kardeşim gidip olayı babama haber vermiş. Haberi duyunca babamın yüzü değişmiş, öfkesin- kekelemeye başlamış. Yanındaki adam babama:

«-Halin beni tedirgin etti. Ne oldu? Bir söylesene» demiş. Babam olayı anlatmış. Adam:

«-Vallahi bu çocuğun için sevinilecek bir durum. Ona güzel mumele et» demiş ve ahırından babamın katırından daha iyi, daha güzel semeri olan bir katır çıkarmış;

«-Al buna bin ve çocuğuna bir kelime bile etme » demiş.

Üç sene sanki bir gün gibi geçti. Babam bana yüzünü hiç göstermedi. Ben işi sıkı tutup Micasti adlı kitabı iyice okuyup

sindirdim. Sonra zor sayılacak geometrik şekiller yapıp evden çıktım. Bunları gömleğimin yenine sakladım. Burada, mühen­dislerin, matematikçilerin toplandığı bir meclis var mı? diye so­ruşturdum. Bana:

«-Me’mun’un akranı olan, Abbas b. Said el-Cevheri’nin evinde toplanıyorlar» dediler. Oraya gittim ve gelen bütün ho­caları gördüm. İçlerinde hiç genç yoktu. Bir tek ben vardım. 0 sıralar yirmi yaşlarındaydım.

Abbas’la aramızda şu konuşma geçti:

«-Kimsin sen ve burada ne arıyorsun?»

«-Astronomi ve matematiği seven bir gencim.»

Şimdiye kadar ne okudun?"

«-Öklidis ve Micasti.»

«-Ciddi bir şekilde mi?»

«-Evet.»

Ben böyle cevap verince bana bazı geometrik şekilleri sordu. Bunların cevabı yenimin içindeki evrakta yazılı idi, cevapladım. Şaşırdı ve:

«-Bunları sana kim öğretti?» diye sordu. Ben de:

«-Kimseden duymadım, kendim buldum. Bunlar ve diğerleri yanımdaki kağıtlarda yazılı» dedim.

«~Getir bakalım, o kâğıtları» dedi. Kâğıtları görünce yüzünün rengi değişti. Oradakilere:

«-Sefat’ı getirin!» dedi. Getirdikleri kitabın sonuna baktı, ay­nını orada buldu. Sonra oradan bir not defteri açtı yanımdaki kâğıtlarla karşılaştırmaya başladı. Bu defterdeki açıklamalar, ia­de bakımından benimkinden daha güzeldi ama mana aynıydı.

Ardından şöyle dedi:



«-Bu şeyler benim, Micasti kitabından çıkarttığım sonuçlara benziyordu. Bunları sende görünce çalındı zannettim. Fakat iki­si arasındaki lafiz farklılığı bu vehmimi ortadan kaldırdı.»

Benim için güzel bir elbise hazırlanmasını emretti. O akşam hemen hazırlandı. Beni Me’mun’un huzuruna çıkarttı. Me’mun, bu işle ilgilenmemi, emretti. Bana ihsanlarda bulundu.



**************



Şerif er Radı’nin (d. 359 - v. 406) hayatı anlatılırken şöyle de­nilir:

“Radı, fazilet, edep, ilim, zekâ ve küçüklüğünden itibaren kuvvetli bir hafizaya sahib bir insandı.”

Ebul Feth b. Cini, bir mecmuasında ondan bahsetmiştir. Bu mecmua İran’a giderken çalınmıştır. Bu mecmuanın arkasından çok figan etmiş fakat bu kitabına bir daha ulaşamadan ölüm onu yakalamıştır.

Sonra bu mecmua Isfahan şehrininin bazı vakıflarında or­taya çıkmış. Said b. Dehhan buraya gidince mezkûr mecmuayı bulmuş ve kaydetmiş. Said’in hattından başka, bu kitaba rastla­madım.

Kaynaklarda,'’' Ebul Hasen el Fali'nin başına galon dikkat çekici bir olaydan bahsedilir .Ebul Hasen el Fali  muhaddis,edip, şair bir adamdır.Bu olayı nakleden Hatip Ebû Zekeriya Yahya b. Ali et Tebrizi şöyle demiştir,

"Ebul Hasen b, Ali el Fali, İbni Dureyde ait olan el Cehera adlı kitabın bir nüshasına sahipti, İhtiyaçlar onu, bu kitabı satmaya şevketti, Şerif Murteza on dinar karşılığında bu kitabı satın aldı. Kitabı dürme koyarken, satan şahıs Ebul Hanen El Fali’ye ait şu beyitlere rastladı.

‘’Sattım yirmi yıldır dost olduğum kitabımı

Ona olan iştiyakım ve muhabbetim daha da arttı

Onu hiç satmam diyordum zannımca

Borçlarım götürse de beni zindana

Fakat fakirlik, zayıflığım ve küçüklüğümdendir gözyaşlarım

Fakat sahip olmadı gözyaşlarım geçmişte

Hüzünle dağlanmış bir kalbin sözlerine

Ey cömert ana bu ihtiyaçlar

Cimri zenginler yüzünden ortaya çıkar.’’

Satın alan şahıs bu şiiri okuyunca kitabı ona iade etti. Parayı da geri almadı.



Ebul Hasen el Fali'nin bu şiiri, ilme ve ulemaya olan bağlılı­ğından dolayı, İbnül Esir'in el Kamili'nde ve Yakutu'l Hamevi’nin Mucemul Udeba'sında geçen şu şiirini de zikretmek isterim:

‘’Meclislerdeki alıştığım alimlerin yüzleri değişince

Anladım ki değişmişti gönüldeki dostuklar, hatta avlular bile

Öncekinden farklı bir beyit inşad ettim.

Komşularım için akan gözyaşlarını;parladı gözümde

Çadırları onların çadırlarıydı amma Mahallenin kadınları başka kadınlardı.’’

Bir başka güzel şiiri de şöyledir:

‘’Zihni bulanık aptallar fakih ve müderris diye ilme gönderilir

İlim ehlinin her mecliste okunan şu eski beyte kulak vermesi gerekir

Öyle zayıfladı ki zayıflığından böbrekleri görünmeye başladı.

Fakirler o böbrekleri satılığa çıkarttı.’’



***

Hafız ve cevval ilim adamı, Ebû Zekeriya el Buhâri’nin hayatı kaynaklarda şöyle anlatılır: (64)

Ebû Zekeriya El Buhâri, (d. 382-v. 46i) ilim tahsiline ilk önce Buhara’da başlamıştır. Kendisi subut ehli hafızlardan biridir. Buhara’da, Horasanda, Irak’ta, Şamda, Yemen’de, Mısır’da ve Afrika’da hadis dinlemiştir. Endülüs’e ve batı memleketlerine gitmiş oranın üstadlarından ilim almıştır. Kendisinin dışındaki herkesden ilim yazmıştır diyebiliriz. Vefatına kadar hadis yaz- makla meşgul olmuştur.

Mısırda kaldı. Fakih, Ebul Feth Nasr b. İbrahim el-Makdisi, onun şöyle dediğini nakleder:

“Benim Buhara’da on dört bin cüzüm var. Gidip onları ge­tirmeyi murad ediyorum.”

Fakat bu muradına nail olamadan Mısır’ın Havra kasaba­sında vefat etti. Kabirlerin içinde böyle ne kadar çok hüzünler yatar.

*****************

Sırada Haddad el Mehdevi diye bilinen Şeyh ebul Hasen Ali b. Muhammet b. Sabit el Havlani var.

Fakirliğin getirmiş olduğu sıkıntılardan dolayı kitaplarını atmak mecburiyetinde kalmıştır. Bunun üzerine hanımı ken­disine:



-Her şeyden üstün tuttuğun kitaplarını nasıl satabildin?" sordu, O da hanımına Mu'cemül Buldan ve Mu’cemü’s Seferde geçen şu şiiriyle cevap verdi:

Kanaat örtüsü altından belirdi parçaymış gibi güneşten dedi Hanımım: Kitaplarını nasıl sattın En son çâre bile olsa satmayacaktın Dedim ki ona: Bu duruma neden şaştın Şu anda yokluğundayız zamanın ilim uğruna çok büyük zorluklarla karşılaşan Gazali şöyle demiştir.

Yollarımız eşkıyalar tarafından kesildi. Eşkiyalar neyim varsa hepsini alıp götürdü. Peşlerine takıldım. Reisleri beni görünce:

«-Geri dön şaşkın! Yoksa ölürsün» dedi.

«-Sadece size faydası olmayan şu heybemi, bana geri vermenizi istiyorum» dedim.

«-Ne varmış o heybede?» diye sordu.

«-Kitaplarım var. O kitapları dinleyip yazmak ve ilim öğrenebılmek için çok diyarlar dolaştım.» deyince güldü ve:

«-Nasıl ilim öğrendiğini iddia ediyorsun? Senden bunları  aldığımızda ilmin kalmadı.» dedi. Sonra birkaç adamına emretti bana heybemi geri verdiler.

Gazali bundan sonra şunları ekliyor:

Bu olay bende, Allah'ın şevkiyle derin bir düşünce oluş­turdu. Tus’ a geldiğimde üç sene uğraştım ve yazdığım kitaptan ezberledim. Şayet eşkıyalar yolumu kesip kitaplarımı alsa dahi bilgisiz kalmayacak bir vaziyete geldim.” (65)

Şimdiki anlatacağımız olay da, bir âlimin başına gelebilecek en büyük facialardan birisi. Olay, Şeyzar memleketinin ve kale­sinin kumandanı olan Üsame b. Müngizin başına gelmiştir. Ken­disi devrinin önde gelen kahramanlarından ve aynı zamanda âlim bir edebiyatçı idi. (d. 488- v. 584) Bu felaket onun başına 569 senesinden önce, adil hükümdar, Nureddin eş Şehid zamanın­da gelmiştir. Kendisi olaydan şöyle bahsetmektedir: (66)

“... Sonra adil hükümdar Nureddin’in hizmetinde bulun­dum. Kendisi Mısır melikine, Mısır’da kalan evladü iyalimin, benim yanıma getirilmesini isteyen bir mektup yazdı. Mısır Hükümdarı da aileme gayet iyi davranmaktaydı.

Mısır Hükümdarı, özür dileyerek ve aileme, Frenklerin kö­tülük yapmasından korktuğunu söyleyerek, elçiyi geri gönderdi. Bana da şöyle yazmıştı:

«Mısıra dön. Aramızdaki ilişkiyi biliyorsun. Şayet oradaki sa­rayda yalnızlık hissediyorsan Mekke’ye gidersin. Oradan Üsvan şehrine geçersin. Üsvan şehrinin senin hizmetine verilmesi için bir mektup yazarız ve seni Habeşistan’a karşı askeri kuvvetle destekleriz. Üsvan, Müslümanların elinde bir körfezdir. Orada sana çoluk çocuğunu gönderirim.»

Bunu adil sultan Nurettin’e ilettiğimde bana dedi ki:

-dönersen onların fitnelerinden kurtulabile- Buna ömrün yetmez. Ben Frenk hükümdarından ailen hakkında bir emanname alma yolunu bulurum ve onları getirerek binlerini gönderirim.»

Allah razı olsun, dediği gibi yaptı. Karada ve denizde geçerli olan emannameyi getirtti. Bu emannamenin yanında benim ve sultanın bir mektubunu, hizmetçimle Mısır melikine gönderdim. Ailemi on has adamıyla birlikte Dimyat’a göndermiş. Kendilerine lazım olacak yiyecek ve yol harçlığım da vermiş. Dimyat’tan bir Frenk gemisiyle denize açılmışlar. Akka’ya geldiklerinde, Akka hükümdarı, küçük bir sandalla birkaç adamı, bizimkilerin gemisine göndermiş. Bu adamlar gemiyi baltalarla parçalamışlar. Kayıkta ne var ne yok gasbetmişler. Hizmetçim yüzerek ona varmış. Emannameyi hükümdara göstererek:



«-Bu senin emannamen değil mi?» diye sormuş. Hükümdar:

«-Evet, ama bu, Müslümanlara karşı bir uygulamadır. Şayet gemileri bir yerde hasara uğrarsa o beldenin insanları bu gemiye el koyar» demiş. Hizmetçim:

«-Bizi esir mi alıyorsun?» deyince:

«-Hayır» diye cevap vermiş.

Lanet olasıca onları bir eve indirmiş. Kadınları teftiş etmiş, yanlarındaki her şeyi almış. Kayıkta, kadınların değerli eşyaları, elbiseler, mücevherat, silahlar, altın ve gümüş varmış. Hepsine koymuş. Kendilerine, beş yüz dinar verip:

«-Hadi memleketinize gidin» demiş. Onlar elli kadar erkek ve kadından oluşan bir grupmuş.

O sırada biz, Sultan ile Keysun Hükümdarı Melik Mesud’un memleketindeydik. Ailemin, yeğenlerimin kurtulduğu haberi geldi. Giden mallara üzülmedim ama kitaplarımın gidişi, beni derinden üzdü. Önemli dört bin cilt kitabım gitmişti. Ömrüm |

boyunca böyle bir hüzün (atmamıştım. Bu, dağlan bile sarsacak bir felaketti. Allah bize merhamet ve lutfu ile muamele etsin/'

******

İmam Hâfız Ömer b, Ali b. Ahmet el Vadiaşi (d. 723 –v. 8o4)’nin tercüme-i hali şöyle anlatılmaktadır: (67)

“Kendisinin üç yüz kadar tasnifi vardır. Sahavi, Hacer el As kalani’den naklen şöyle demiştir:

“Kendisinin, sayıya gelmeyecek kadar kitabı vardı. Hayatının son zamanlarında, çoğu karalamasıyla birlikte, bu kitapların çoğu yandı. Bundan sonra hali değişti. Oğlu, ölünceye kadar ona göz kulak oldu," Hâfiz ibn-i Hacer, yangından sonra hafıza sının karıştığını söyleyerek bir şiir inşad etmiştir:

‘’Kitaplarına üzülmeyesin Siraceddin

Dokundu onlara diye ateşten diller

Sen onları Allah 'a kurban ettin

Ateş kabul olunmuş kurbanı yer.’’

…..



Devrinde, Halep’in allâmesi olarak bilinen, Şeyh Ahmet el Haccar (d. 1190- v. 1278)’in hayatı şöyle anlatılmaktadır: (68)

"Şeyh Ahmet b. Kasım El Haccar, Tahir Alevi’nin soyundandır. Hanefi fakihi, nahivci ve ezberi çok kuvvetli olan bir âlimdir. Cemul Cevami' adlı kitabı, çok kısa bir müddette ezberlemiştir. Tıp, astronomi, matematik ve diğer ilimlerdeki problemleri ça­bucak halletmesiyle ünlüydü. Allah’ü Teala’nın, ilimde, amelde, zekâ ve hafizada numune olarak yarattığı ender şahsiyetlerden­di."

Kendisinde aşın derecede kitap toplama merakı vardı. Şeyh Bekri onun hayatını anlatırken şöyle der:

“Öldükten sonra kırk bini aşkın kitap bıraktı. Fakat bunlar değerinin altında bir fiyata satıldı. Rahmetli, kitap biriktirmeyi çok severdi. Duyduğuma göre, yanında para olmasa üzerindeki elbiselerin bir kısmını çıkarıp satar ve gördüğü kitabı her halü­karda satın alırmış."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder