Fatiha Sûresinin İslâm Dinindeki Yeri

Fatiha Sûresinin İslâm Dinindeki Yeri




Bizim kanaatimize göre Kur’an’ın anahtarını teşkil eden Fatiha sûresinin içerdiği muhteva bütün insanlar için vazgeçilmez bir konuma sahiptir. Çünkü bu muhtevada Allah’a yönelik övgü, şan ve şerefle nitelemenin yanında O’nun birliğinin dile getirilmesi, kendisinden yardım ve hidayet talep edilmesi vardır.

Bunların hepsi aklı yerinde olan insanlarının tamamı için gerekli şeylerdir. Şöyle  ki bu anlatılanların temel muhtevasında yaratıcının gerektiği şekilde tanınması ve lâyık olduğu biçimde övülmesi ilkeleri mevcuttur. Zira bütün mahlukata nimetlerini iptidaen veren O’dur, her kulun ihtiyacı ve her talep sahibinin arzı O’nun katına yöneliktir. İşte anlattığımız bu özellikleri bünye­sinde toplamış olması sebebiyledir ki Fatiha suresi Allah’ın kulları için vaz­geçilmez bir mertebeye sahip olmuştur.

Fatiha’nın namazda okunmasının konumu farz derecesinde değildir. Aslında Fatiha, zât-ı ilâhiyyeyi yaratılmışlık sıfatlarından tenzih etmeyi amaçlayan teşbihler ve O’nu yüceltmeyi hedefleyen tekbirler gibidir. Bunun yanında Fâtiha namaz ibadetine bağlı olmayarak herkese farzdır, çünkü hiçbir insan için rabbini yakışmayan sıfatlardan tenzih etmemesi ve O’nu yüceltmemesi mümkün değildir. Ne var ki bu husus Fâtiha’yı namazda oku­manın farziyetini gerektirmediği gibi mutlak farziyeti vurgulama konumunda bulunmamak şartıyla Fâtiha’nın içinde yer aldığı başka herhangi bir amelde de farz oluşunu gerektirmez. Ancak bütün bunlar sözü edilen sûrenin muhteva­sının bütün insanlar için gerekli olduğu yolunda bahis konusu ettiğim hususun dışında kalır.

Fâtiha’nın namazda okunmasının farz olmadığı konusuna gelince, bu hususu birkaç yolla ispat etmek mümkündür. Birincisi namazda kıraatin farziyetine “Kur’an’ın kolayınıza gelen bir kısmını okuyunuz” meâlindeki âyet-i kerîme ile vâkıf olmuş bulunmaktayız. Bu İlâhî beyanın konumuza delil teşkil etmesi de iki açıdandır.

Birincisi, Fâtiha’nın dışındaki sûre veya âyetlerin daha kolay olmasının imkân dahilinde bulunmasıdır. İkincisi sözü edilen âyet çerçevesinde kıraatin farziyeti bu görevin hafifletilip kolaylaştırıl­ması suretiyle bizlere yönelik bir lutf-ı İlâhî biçiminde olmasıdır. Namazda mutlak mânada Kur’an okumak farz olmasaydı, okumamamız da mümkün olacağından kıraatin bizim için kolaylaştırılmasıyla Allah’a yönelik şükür borcumuz gerçekleşmezdi. Şunun da belirtilmesi gerekir ki Fâtiha’nın zaruri olarak okunması halinde bizim için seçim hakkından söz edilemez, oysa ki sayesinde kıraatin farziyetini öğrendiğimiz âyet kolay olanın tercih edilmesi konusunda seçim imkânı getirmektedir. Sonuç olarak bahis mevzuu kıraat âyetinin Fâtiha’dan başkasına da şâmil olduğu sübut bulmuştur. Başarıya ulaşmak ancak Allah’ın yardımıyla mümkündür.

İkincisi, Resûlullah kutsî hadisinde, Cenâb-ı Hakk’ın Fâtiha’yı hamd ve senâ statüsünde kıldığını haber vermiştir ki bu, namazın ikiye taksim ediliş hadisinde yer almıştı,böylelikle Fâtiha bu makamda kıraat edilir olmuştur,gerçekte sözü edilen sureye ille de namazda okunması konumu biçilmemiş, bunun yerine dua ve sena statüsü verilmiştir Dua ve senâ ise namazın farz­larından değildir. Başarıya ulaşmak ancak Allah’ın yardımıyla mümkündür.

Üçüncüsü, Abdullah b. Mes'ud'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Hazreti Peygamber bir geceyi Maide sûresinde “in tüezzibhüın” diye başlayan âyetle  ihya etmiştir; Resul-i Ekrem kıyamda iken sözü edilen âyeti okuyor, rükûda, secdede ve ka'dede de aynı âyeti tekrar ediyordu.

Şu halde namazda başka değil mutlaka Fâtiha'nın okunmasının belirginlik kazanmadığı ortaya çık­maktadır. Bir diğer husus da Resûlullah'tan nakledilen ve içinde “Geri dön ve yeniden namaz kıl. zira sen namaz kılmış sayılmazsın!” ifadesi geçen hadisin de bizim kanaatimizi desteklemesidir. Çünkü Hz. Peygamber namazın nasıl kılınacağını öğrettiği o kişiye “Kur’an'ın sana kolay gelen bir kısmını namazında oku!” demiştir. Demek ki farz olan bundan ibarettir.

Bir de Resûlullah sallâlahü aleyhi ve sellem “Fâtiha’sız namaz kılına­maz” buyurmuştur. Hz. Peygamber'den Fâtiha’nın namazdaki konumunun açıklanması da şu şekilde nakledilmeştir: İçinde Fâtiha’nın okunmadığı bir namaz eksik olup kemaline ermemiştir.” Fâsit olan bir ibadet eksik olmakla vasıflandırılamaz, hadiste zikredildiği şekilde nitelenen bir ibadet eksik olmakla beraber caiz olan ibadettir. Başarıya ulaşmak ancak Allah’ın yardımıyla mümkündür.

Fatiha, sonunda “âmin!” denilmesiyle özellik kazanmış bir sûredir, zira Fâtiha (namazın) “Allah ile kul arasında ikiye taksim edildiğini beyan eden hadisin zikrettiğine göre dua sûresi diye isimlendirilmiştir. Diğer bazı sûre­lerde de dua cümleleri bulunmakla birlikte onlar bu özelliğe sahip kılınma­mıştır. Bu sebeple de Fâtiha’nın sonundaki âmin âşikâre söylenmemiştir.

Burada takip edilecek yol / besmelede zikrettiğimiz gibidir. Şu da var ki besmele dua konumuna Fâtiha’dan daha elverişlidir.

Aslında bütün dualarda sünnete uygun düşen onların gizli olmasıdır. Bu konu­daki kaide şundan ibarettir: İmamın ve cemaatin iştirak ettiği her türlü zikir ve duanın sünnete- uygun şekli gizli olmasıdır, bundan sadece ihtiyaç hissedil­diğinde duyurmaya vesile olanlar istisna edilir. Bu kural Fatiha'nın sonundaki “veleddâllîn’in ardından söylenecek âmin duasını da kapsar, çünkü burada duyurma ihtiyacı yoktur, böyle yerlerde izlenecek yol gizliliktir. Mamafih âminin gizli olduğu hakkında tevâtüre varan hadisler de mevcuttur. Aşikâre söylendiğine dair haberler ise Asr-ı saâdet’te cemaatle namaz kılınmaya başlandığının ilk dönemlerine ait olmalıdır.Nitekim Resûlullah hazan kıraati­ni gündüz namazında da cemaate duyuruyordu. Hz. Peygamber’in âmin dediğine dair haber onun -gizli âşikâr yönü kastedilmeksizin- bu kelimeyi okuduğunun haber verilmesinden ibaret de olabilir. Başarıya ulaşmak ancak Allah’ın yardımıyla mümkündür.

* * *

Fâtiha birçok iyilik özelliğini bünyesinde toplamış bir sûredir. Onun içerdiği her bir özellik de kendi türündeki bütün hayırları ihtiva etmektedir.

Sözü edilen özelliklerden biri şudur ki Fâtiha’nın “Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur” mânasına gelen “el-Hamdü lillâhi rabbilâlemîn” şek­lindeki ilk cümlesinde bütün nimetlere mukabil şükrün tevcihi ve bunların ortağı bulunmayan Allah’a nisbet edilişi vardır; ayrıca bu cümlede Cenâb-ı Hakk’a imkân dahiline giren en üst derecede övgü mevcuttur, bu da sözünü ettiğimiz gibi İlâhî nimet ve lütfün bütün yaratıklarına şâmil olmasıdır. Bundan başka Fâtiha sûresinde Allah Teâlâ’nın, mahlûkatın tamamını iptidaen yarat­ması ve onları yaşatıp geliştirmesine yönelik rübûbiyyetinde tek ve bir oluşu­nun ifadesi vardır, bu da “rabbilâlemîn” nazm-ı celîli ile sabittir. Aslında bu anlatılanların her biri dünya ve âhirete ait iyiliğin özelliklerini kendisinde barındırmakta ve içten gelen bir samimiyetle bu âyeti okuyan kimseye dünya ve âhiret selâmetini temin etmektedir.

Fâtiha’da azîz ve celîl olan Allah’ı öyle iki isimle niteleme özelliği var­dır ki, Cenâb-ı Hak, kendisinden başka herhangi birinin o isimlerin içerdiği mânalardan birine sahip bulunması veya buna kendi kendine hak kazanabil­miş olmasından münezzeh ve beridir. Bunlar da Allah ve rahman isimleri­dir. Bir de sözü edilen sûrede Allah Teâlâ’yı öyle bir rahmetle vasıflandırma mevcuttur ki kurtuluşa eren herkesin necatı ve mutluluğa kavuşanların saadeti bu rahmet sayesinde mümkün olmakta, ayrıca bütün tehlikelerden aynı rahmetin yetişmesiyle sakınılabilmektedir. Şunu da eklemek gerekir ki,Cenâb-ı Hakk’ın engin rahmetinin bir tecellisi de yaratıkların birbirlerine gösterdikleri şefkat ve merhameti yaratmış olması şeklindedir.

Fâtiha sûresinde ayrıca Allah’ı şan şeref ve güzel övgü ile niteleme çerçevesinde kıyamet gününe iman etme esası vardır, bu da “mâliki yevmiddin” âyetiyle sabittir.

Fâtiha’da bütün bunlardan başka, tevhid ilkesi, ibadeti O’na özgü kılmak ve bunda samimi davranmak türünden olmak üzere kullar için gerekli olan hususlar da mevcuttur. Bunun yanında her türlü yücelik ve şerefin ancak azız ve celîl olan O varlık sayesinde elde edilebileceği gerçeği, bütün ihtiyaçların O’na arzedilmesi, bunların yerine getirilmesi ve taleplerin elde edilebilmesi için O’ndan yardım istenmesinin ilkeleri vardır; hem de bütün bu dileklerin kalp huzuru ve gönül ferahlığıyla olması konumunda; çünkü İlâhî yardımın gerçekleşmesi halinde başarısızlık bahis konusu değildir, O’nun koruması durumunda haktan sapma ihtimali yoktur.

Sözü edilen sûrede bir de Allah’ın rızâsını sağlayacak yolun talep edilmesi ve tekrarlanan her zaman dilimi içinde azgınlık ve sapıklığa sebep olacak şeylerden korunmasının istenmesi vardır. Bu talep ve istekte bulunurken Allah’ın hidayet vermesi halinde kim senin yoldan sapmayacağı, ümit ve korkunun başkasından değil sadece O’ndan olacağı bilincinin de taşınması gerekmektedir. Zaten kullara ait bütün işler ve uğraşlar bu çizgi üzerinde seyreder: Tuttuğu yolu amacına ulaşması ve arzusunu gerçekleştirmesi için bir vasıta kılmasını Cenâb-ı Hak’tan ümit edip beklemek. Bütün güç ve kudret Allah’a aittir.

İmam Maturidi,Tevilatu-l Kur'an (ensar yay.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder