6-İlme Hizmet Yolunda İffetli Olmaları,Evlenmemeleri
-BAZI ALİMLER NİÇİN
BEKARLIĞI TERCİH ETMİŞTİR?
Bu örneklere geçmeden önce âlimlerin, evlenmenin hükmünü ve faziletini, bekârlığın tehlike ve zorluklarını, özellikle bekârlığı özendirecek sahih bir nassın bulunmadığını bilmelerine rağmen, ilmi evliliğe tercih etmelerinin sebebi nedir acaba? Alimlerin, bekârlığı tercih etmelerine ruhsat veren ince bir nükteyi buraya serdetmeyi pek uygun buluyorum.
Sorunun cevabı (en doğrusunu Allah bilir) şöyledir diyebiliriz:
Kendileri için tercih ettikleri bu yol şahsi ve ferdi seçimleridir. İlim ve evlilik arasındaki seçimde, kendi tercih haklarını kullanıp ilmi seçmişlerdir. Bir istek, diğer isteğin önüne geçmiştir. Hiç kimseyi bu yolda kendilerine uymaya çağırmamışlardır. Hiç kimseye, böyle bekâr kalmakla biz sizden daha üstünüz dememişlerdir.
Bekârlık konusunda, “çocuk edinmek cinayettir" diyen bazı filozofların yoluna gitmemişlerdir. (69)
İbn-i Hallikan, şair, lugatçı ve filozof olan Ebul Ala el Maari’nin, mezar taşına şöyle yazılmasını vasiyet ettiğini söylemektedir: (70)
“Bu babamın bana karşı işlediği bir suçtur (doğumunu kastediyor) ben kimseye karşı bir suç işlemedim."
Bu filozofların görüşüne bağlı bir sözdür. Onlar şöyle demektedirler:
''Çocuk yapıp dünyaya getirmek ona karşı bir suçtur.Çünkü dünyaya geldiklerinde türlü hadise ve felaketlerle karşılaşmaktadırlar.’’
Âlimlerin bu düşünceyle hiçbir alakaları yoktur. Onlar bekarlığı kendi istekleriyle tercih etmişlerdir. Allah’ın, onları, takva ve imanla koruması sayesinde bekârlığın şer ve kötülüklerinden selamete çıkmışlardır.
Onları bu fitri duygudan alıkoyan, sadece ilimde ziyadeleşme, kitap yazıp neşretme arzusu ve şevkidir. Onlar için ilim, cesette ruh, yeşil dalda su ve insanın hayatındaki oksijen kadar vazgeçilmezdir. Onların gönlü, ilimden azıcık bir bölümü bile atlamaya razı olmaz. İlim, onlar için yemek, içmek ve ilaç mesabesindedir.
İlim ehli, bütün hayır ve faziletine rağmen, evliliği ilim tahsiline engel olan en büyük meşkale olarak görmüşlerdir. Evlilik, ilim aşkını ve hırsını kayıt altına alır. Âlimler de ümmetin hayrını kendi hazlarına tercih etmişlerdir. Kazanılması gereken en önemli nimet olarak ilmi görmüşler ve ilim tahsilini Allah Teala’nın rızasını kazanma konusunda en önemli yol olarak seçmişlerdir.
Şunu hiç kimse inkâr edemez ki meşguliyetin çokluğu ilim tahsiline bir engeldir. Çoğu insanda böyle olmasa da âlimler yanında eş ve çoluk çocukla alakalı meseleler en zor meşguliyetlerdir. Bişr-i Hafi de bu konuda şöyle der:
“İlim kadınların kucağında yok olur” Bu söz “İlim kadınların koynunda kurban edilir.” Şeklinde de bilinmektedir. Bu sözden maksat şudur:
Çoğu âlim evliliğin getirdiği sorumluluklar ve meşguliyetlerin büyüklüğü nedeniyle ilim öğreniminden geri kalır. Böylece ilim zayıflar ve zayi olur.
Şüphe yok ki evlilik, maddi ve manevi ağır sorumluluklar getirir. Evlilikteki sevgi bağı, çoğu vakit kişiyi ilimden alıkoyar.
Hatta bu hayatının sonuna kadar bile sürebilir. İlim sahibi, ilimle uğraşan herkesin malumudur ki evlilik, insanı ilimden alıkoyar ve ilimden mahrum eder.
Muhaddislerin büyüklerinden olan Ma’mer b. Raşit el Basri’nin hayatı anlatılırken, bu konuyla ilgili ilgi çekici bir olay anlatılır: (71)
“Kendisinde bulunmayan hadisleri elde etmek için diyar diyar gezmekteydi. Yemen’e vardığında Yemen halkı, ilminden faydalanmak için Mamer b. Raşidin Yemen’de kalmasını istediler. Oradan ayrılmasına engel olacak bir sebep bulmaya çalıştılar ve bulular da. Evet, onu, Yemen’li bir kızla evlendirdiler. Bundan sonra Mamer b. Raşit, ilim gezilerinden mahrum kaldı.
Hatta hayatının sonuna kadar kendi memleketine bile dönemedi.
Icli de Mamer b. Raşit’in hayatım anlatırken şöyle demektedir;
“Künyesi Ebû Urve’dir. Basralıdır. Yemen’in San’a kentinde evlenmiş ve orada ikamet etmiştir. Sika ve Salih bir adamdır.
Zekâsının üstünlüğü ile diğer insanlardan ayrılırdı. İbnül Mübarek, ondan rivayet etmiş, Süfyan es-Sevri de kendisinden hadis alabilmek için San’a'ya gelmiştir.
Mamer b. Raşit San’aya geldiğinde San’alılar onu ellerinden kaçırmak istemediler. İçlerinden birisi:
Onu evlendirerek buraya bağlayalım teklifinde bulunca 153 senesinde vefat edinceye kadar San’ada kaldı."
***********
Şu ince nükte de evliliğin, ağır bir mesuliyet ve ilme mani oluşuna işaret etmektedir:
Bir grup insan bir kurdu yakalar. Sonra bu kurda ne ceza pirelim diye düşünürler taşınırlar bir çâre bulamazlar. Yaşlı, güngörmüş bir adam onlara der ki:
“-Bu kurdu evlendirin; ceza olarak bu ona yeter.
Evlilik ve beraberinde getirdiği mesuliyetler şüphe yok ki birer ilim engelidir. Maddi, manevi erkeğin hayatının büyük bir bölümünü baskı altına almaktadır. Evliliğin getirdiği mesuliyetler, ilim öğrenimi için ayrılmış vakti de sınırlandırmakta hatta tamamen yok etmektedir. Bu, çoğu âlimin hayatında da bizzat görülmüştür. Bunun için âlimlerin bazısı, bekârlığı tercih etmişlerdir.
Şimdi sözü, diğerlerine de örneklik teşkil etsin diye değişik asırlardan, değişik mezheplerden, değişik ilim dallarından, bekârlığı tercih etmiş, ilim yolunda bekârlığın zorluklarına sabretmiş âlimlerin hayat hikâyelerine getiriyoruz. Allah kendilerinden razı olsun ve bu yoldaki sa’ylerini meşkûr etsin.
Aynı şekilde bu günün ilim taliplileri, bu imamların hayat hikâyelerinden, ilmin öyle hiç de ucuz olmadığını, bu âlimlere göre ilmin ne kadar aziz olduğunu göreceklerdir. O kadar aziz ki bu yüzden ilim tahsilini, kendinden sonrakilere bunu aktarabilmeyi, evliliğin hayat boyu güzelliğine, zürriyetlerini devam ettirmeye tercih etmişlerdir. Rabbim onları bu isarlarından dolayı en güzel bir şekilde mükâfatlandırsın. Katından onlara hur-i inler nasip etsin. Nebiler, sıddikler, şehitler ve salihlerle birlikte haşretsin. Âmin.
İLMİ EVLİLİĞE TERCİH EDEN
ALİMLERDEN KESİTLER
Rical kitaplarında bekâr âlimlerden Ebû Abdurrahmân Yunus b. Habib el Basri’ nin hayatı şöyle anlatılmaktadır: (72)
“90 senesinde dünyaya gelmiş, 182 senesinde vefat etmişti! Edebiyatı Amr b. Ala ve Hammad b. Seleme’den öğrendi. Nahiv bilgisi daha galipti. Bu bilgisini Araplardan almıştı.
Sibeveyh kendisinden çokça rivayette bulunmuştur. Kesai ve Ferra, ondan ilim öğrenmişlerdir. Nahivde ayrı bir ekoldür. Beşinci tabakadandır. Onun Basra'daki ilim meclisine Araplardan ve bedevilerden fasih ve edip kişiler katılırdı.
Mamer b. Müsenna şöyle der:
“Kırk sene Yunus’un arkasında gezdim. Her gün elimdeki tabakalarım onun ezberiyle dolardı."
Ebû Zeyd el Ensari de:
“Yunus’un meclisinde on sene oturdum. Benden önce Ahmet de yirmi sene oturmuş"demiştir.
İshak b. İbrahim el Mevsıli şöyle den
“Yunus b. Habib, seksen sekiz sene yaşadı. Evlenip de murad alamadı. Onun gayreti sırf ilim talebi ve ilmi müzakerelerdi."
Onun kitaplarından bazıları şunlardır:
Meani el Kur'an-ı Kerim, Kitabü’l Lügat, Kitabü’l Emsal, Kitabü Nevadiri’s Sağir, Kitabü Nevadiri’l Kebir ve Meani’ş Şiir. Allah rahmet eylesin.
*******
Bekâr âlimlerden birisi de zahit, abid, muhaddis, fakih, güvenilirlikte zirve ve devrinde emsalsiz Bişr el Hafi diye bilinen Ebû Nasr Bişr b. El Haris b. Abdurrahman el Mervezi’dir.
50 senesinde Merv’de doğdu. Oradan Bağdat’a gidip Bağdat’ı vatan edindi. Orada hadis dinledi. Bağdat ve diğer beldelerdeki şeyhlerin çoğundan ilim öğrendi. Bunlardan bazıları şunlardır:
Hammad b. Zeyd, Abdullah b. El Mübarek, Abdurahman b. Mehdi, Malik b. Enes, Ebubekir b. Ayyaş ve Fudayl b. Iyaz.
Büyük imamlar da kendisinden rivayette bulunmuştur:
Ahmet b. Hanbel, İbrahim el Harbi, Züheyr b. Harp, Seriyi Beka ti, Abbas b. Abdülazim ve Muhammet b. Hatim bunlardan bazılarıdır.
Hadis dinledi ve kendisinden de dinlendi. Kendisi, cerh ve tadil ilminde de geniş bilgi sahibi idi. Sonra uzlete çekildi. İbadet ve taatla meşgul oldu. Verada, takvada, züht ve ibadette bir darbı mesel haline geldi.
İmamların hepsi de onun züht ve takvasını takdir etmişlerdir. Kendisine, ekmekle neyi katık yaptığı sorulunca:
“Afiyeti. Böylece afiyetim devamlı oluyor, "demiştir.
227 yılında 77 yaşındayken vefat etmiştir.
Ahmet b. Mahan demiştir ki:
“Ahmet b. Hanbel’e vera hakkında soru soruldu. O da:
«-Allah’a sığınırım. Bu konuda konuşmak benim harcım değil. Ben Bağdat tahılı yiyorum. Şayet Bişr hayatta olsaydı bu soruya cevap verebilirdi. Çünkü o Bağdat ve civarının mahsulünden yemezdi.» dedi."
Yine Ahmet b. Hanbel onun hakkında şöyle demiştir:
“Şayet Bişr ve bizim ondan istediğimiz dualar olmasa işsiz, güçsüz haylaz kişiler olurduk.”
Haşan b. Leys er Razi şöyle anlatır:
“Ahmet b. Hanbel’e:
«-Bişr b. El Haris sizi ziyarete geliyor.» denildiğinde:
«-Şeyhi yormayın. Bizim onun ayağına gitmemiz icap eder,»demişti.
Ebû Bekir Merruzi Ebû Abdullah’tan rivayetle şöyle demiştir;
“Kendisinde bir ünsiyet ve bir cana yakınlık vardı. Ama kendisiyle hiç konuşmadım."
“İmam Ahmet'e, onun meclisinde bulunmak ve onu görmek bile şeref bakımından yeterlidir.'*
Ahmet b. Hanbel, onun hakkında şöyle demiştir:
“Bışr,züht ve takva konusunda çok kuvvetli idi. Çünkü tek başınaydı, çoluk çocuğu yoktu. Çoluk çocuğu olan tek başına olana benzemez."
Tabi buradan bekârlığa teşvik edildiği sonucu çıkartılmamalıdır. Eğer evlilik olmazsa düşmanlara karşı nasıl asker yetiştiririz. Bir çocuğun, babasının kucağında, sinir bozucu bile olsa, ekmek isteyerek ağlaması nice şeyden efdaldir. Bekâr abit bu dereceye nasıl ulaşır?
İmam Ahmet'e Bişr’in vefat haberi geldiğinde:
"Bu ümmetin içinde Amir b. Abd-i Kays haricinde onun emsali kalmadı. Şayet evlenip de arkasında, yerini tutacak bir evlat bıraksaydı çok iyi edecekti." demiştir.
Muhammet b. Müsenna demiştir ki:
“Ahmet b. Hanbel’e:
«-Şu adam hakkında ne düşünüyorsun?» dedim.
«-Hangi adam?» diye sordu.
«-Bişr hakkında.» dedim.
«-Onun benim yanımdaki kıymetini sana şu misalle anlatayım.» dedi ve ekledi:
«-Bir adam, yere bir mızrak dikse ve ucuna otursa orada ondan başkasına yer kalır mı?»
Yani Bişr, ilmin en zirve noktasındaydı. Bu yüzden o hayattayken, başkasının, onun mertebesine ulaşması mümkün değildi.
******
Ebû Cafer Muhammet b. Cerir et Taberi de bekâr âlimler arasındadır. Kendisi, müfessir, muhaddis, fakih, usul âlimi, ileri görüşlü, çok okuyan, tarihçi, dil bilimcisi, edip, ravi, şair, müdakkik, muhakkik velhasıl bütün ilimleri bünyesinde cem etmiş bir insandır. Hakiki bir müctehittir ve çok eser meydana getirmiştir. Hafizası en kuvvetli âlimlerden birisidir. Şöhreti afaki tutmuştur. Çoğu kişiye göre ismi, bir etiket olmuştur.
Hatip el Bağdadi(73) ve Yakut Hamevi,(74) onun uzunca bir hayat hikâyesini vermiştir. Biz buraya bu iki güzide tarihçinin yazdıklarının bir bölümünü alıyoruz:
“Taberista’nın beldelerinden birinde 224 yılında doğdu. Yedi yaşındayken Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Dokuz yaşındayken hadis yazmaya başladı. 236 senesinde, babası ona, ilim yolculuğu için izin verdi ve on iki yaşındayken ilim tahsili için yolculuğa çıktı. 241 Senesinde Ahmet b. Hanbel’in vefatından sonra Bağdat’a geldi. Onunla görüşmek nasip olmadı. İslam ulemasıyla görüşüp ilim tahsil edebilmek için İslam diyarlarını dolaştı. Horasan, Şam, Irak ve Mısır’ı dolaştıktan sonra Bağdat’a yerleşti. Vefatına kadar orada kaldı. Gençliğinin ilk yıllarında ilimde imamlık mertebesine ulaştı. Zaman ilerledikçe, kendisine başvurulan, kaynak olarak görülen tek imam haline geldi.”
Ebubekir El Hatip demiştir ki:
Ulemanın imamlarındandır. Bilgisi ve faziletinden dolayı, görüşüne başvurulur ve sözüyle hüküm verilirdi. O dönemde hiç kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceği kadar ilim öğrenmiştir. Kendisi Kuran hafızı idi. Kıraat çeşitlerini iyi bilirdi, manasına hâkim idi. Kur’an hükümleri konusunda anlayışı vardı. Sünneti ve geliş yollarını bilirdi. Sahihinin illetlisini ayırt ederdi. Nasihini, mensuhunu bilirdi. Sahâbenin,tabiinin-ve ondan sonra gelenlerin, helal ve harama dair hükümlerine muttali idi. Rical bilgisi genişti.
Kendisinin kimseye nasip olmaycak güzellikte bir tefsiri vardır ki adı Camiul Beyan an Vucuhi Te'uil-i Ayil Kuran'dır. “ Tarih’ir er Resuli Enbiya-i Ve’l Mülükü’l Ümem” ve “Tehzibü’l Asar ve Tafsilu's Sabit an Rasülillah (s.a.v.) minel Ahbar” diye iki tarih kitabı vardır ki eşini benzerini görmedim. Fakat tamamlamak nasip olmamıştır. Fıkhın usulü ve furuu hakkında da birçok eser vermiştir. Fakihlerin seçkin sözleri hakkında da kitabı vardır, gidisinden konu ezberlenmesi bakımından da tektir.
Fakih imam Ebû Hamit Ahmet b. Muhammet el İsferayini şöyle demiştir:
“Bir kimse İbn-i Cerir’in tefsirini öğrenmek için Çin’e gitse bunu çok saymamak gerekir.”
Ebû Bekir b. Huzeyme onun hayatını araştırdıktan sonra:
"Evvelinden ahirine hayatını inceledim. Şu yeryüzünde ibn-i Cerir’den daha âlim birisinin olmadığına kanaat getirdim."demekten kendisini alamamıştır.
Hatip el Bağdadi de şöyle demiştir:
"İbn-i Cerir, kırk yıl ilimle uğraşmış ve bu kırk yılın her günü kırk sayfa yazmıştır.”
Öğrencilerinden ebû Muhammet Abdullah el Fergani Sıla“ adlı kitabında (ibn-i Cerir’in tarihine bir ektir) şöyle demektedir:
İbn-i Cerir’in öğrencilerinden bir grup, akıl baliğ olmasından itibaren vefatına kadar olan günleri ve telif ettiği eserleri hesap etmişler, her güne on dört sayfa düşüyormuş.” Bu ancak Allah’ın lutfuyla başarılabilecek bir şeydir."
Öğrencilerinden Ebû Bekir b. Kamil şöyle anlatmıştır:
Ebû Cafer bana şöyle demişti:
“Yedi yaşımdayken Kur’an’ı ezberledim. Sekiz yaşındayken cemaatle namaza başladım. Dokuz yaşımdayken hadis yazmaya başladım. Babam, rüyasında beni, Resulullah Efendimiz’in önünde, taşla dolu bir torbayla görmüş. Ben, O’nun (s.a.v.) huzurunda, o torbadan taş atıyormuşum. Rüyayı şöyle tabir etmişler:
«O’nun (s.a.v.) dinini anlatacak ve şeriatını bidatlardan temizleyecek.»
Ben daha küçücükken babam Ebû Ali, ilim tahsilim konusunda aşın gayret gösterdi.
Muhammet b. Humeyd er Razinin yanında ilim yazıyorduk. Geceleri defalarca bizim yanımıza gelir, yazdıklarımızı sorar ve onları okurdu. Ahmet b. Hammad ed Dolabi’ye gidiyorduk. Kendisi, Rey’in bir köyünde oturuyordu. Bizim bulunduğumuz yerle arası bayağı uzaktı. Sonra ibn-i Humeyd’in meclisine katılmak için deliler gibi geri dönüyorduk.”
İbn-i Cerir’in, ibn-i Humeyd’den yüz binin üzerinde hadis yazdığı söylenir.
Yolculuklarından birisi de Küfe’ye oldu. Birçok muhaddis- ten hadis yazdı. Ebû Küreyb Muhammet b. El Ala el Hemdani bunlardan birisidir. O, hadis ulemasının büyüklerinden ve güzel ahlak sahibi bir insandı.
Ebû Cafer der ki:
“Onun evinin kapısına bir grup muhaddisle vardık. Gürül-
tüyle eve girerken küçük kapıdan bizim geldiğimizi fark etti. Bize şöyle seslendi:
«-Aranızdan kim benden yazdıklarını ezberliyor?» Herkes birbirine bakıştı. Sonra bana dönüp:
«-Sen ezberliyor musun?» Dediler.
«-Evet.» diye cevap verince, onlar da:
«-İşte bu ezberliyormuş, ona sor.» dediler. Ben de:
«-Şu ve falan günde, bize şunları rivayet ettin.» dedim.
Ebû Kureyb gücü yettiği kadar konusunu işledi. Sonra ebû Cafer’e içeri gelmesini söyleyip evine girdi. Evde görüştüklerin- I de, genç olmasına rağmen Ebû Cafer’in ne kadar kıymetli ve hadise ne kadar vukufiyeti olduğunun farkına vardı. Ebû Cafer,ebû Kureyb’den yüz binin üzerinde hadis dinlemiştir. Bu yüzden insanlar, Ebû Cafer’den de hadis dinlemeye gelirlerdi. Sonra
Bağdat’a döndü. Orada fikıh ve Kuran ilimleri öğrendi. Saleb’den şiirler alıp rivayet etti. Ebû Ömer Muhammet b. Abdülvahit ez Zahit, Saleb’i şöyle derken işittim demiştir:
“Benim etrafımdaki insanlar çoğalmadan önce Ebû Cafer bana şiir okudu.”
Sonra Mısır’a gitti. Yolda da boş durmayıp rastladığı âlimlerden ilim aldı. 253 senesinde Fustat’a geçti. Fustat’ta ehli ilim ve ilme rağbet oldukça fazla idi. İmam Malik, Şafii ve ibn-i Vehb‘ten bilgiler aldı. Oradan Şam’a döndü. 256 senesinde Şam’dan ayrılıp Mısır’a gitti.
Dünyaya meyletmeyen, dünyalığı ve dünya ehlini terk etmiş bir âlimdi. Sanki Kur’an’dan başka bir şey bilmiyen kari,hadisten başka bir şey bilmeyen muhaddis, hesaptan başka bilmeyen matematikçi gibiydi. İbadete düşkün bir insandı.Birçok ilmi bünyesinde toplamıştı. Onun kitaplan ile! Başkalarının kitaplarını karşılaştırdığımızda, onun kitaplarının diğerlerinden üstün olduğunu görürüz.
Ebû Cafer, sureten ve sireten zarif bir insan idi. Meclislerdeki sohbeti güzel olurdu. Arkadaşlarının hallerinden, durumlarından haberdar olurdu. Yemesiyle, içmesiyle, giyinişiyle yani bütün hatt-u hareketlerinde edepli bir insandı. Bu güzel hasletlerini sadece kendisi yaşamakla yetinmez, çevresindeki talebelerine de yaymaya çalışırdı. Hatta onlarla hoş bir şekilde latifeleşir, meclise meyve gibi yiyecekler getirilirdi. Bu manada sadece hadisle ve fikıhla öğrenilmeyecek şeyleri de öğretirdi. Böylece ilmin ve ciddiyetin en güzeli hâsıl oluyordu.
Şayet bir düğün yemeğine veya bir davete çağırılırsa oraya giderdi. O geldiği için bu meclislere çok gelen olur ve onun gelişiyle bu meclisler şereflenirdi. Talebeleriyle birlikte şehir dışına çıkar ve birlikte yemek yerlerdi. Toplantılarından sonra, mühim işleri hariç, tasnif işleri ile ilgilenmek için evine girerken yalnız girmez, yanında birkaç talebesiyle birlikte girerdi.
Ebû Bekir Kamil şöyle demiştir:
“Ebû Cafer ilimle dolu bir insandı. İlim ehline yakışmayacak davranışlardan ölünceye kadar uzak durmuştur. Her tavrında ciddiyeti severdi. Bize şöyle derdi:
"Harama da helale de asla uçkur çözmedim."
Üstat Kürt Ali şöyle der: (75)
“Hayatında bir dakikayı bile boş ve manasız geçirdiği vaki değildir.”
Ebû Cafer et Taberi, ölüm döşeğinde, ölümüne bir saat veya daha az kalmışken kendisine Cafer b Muhammed’in bir duası hatırlatıldı. Hemen bir divit ve kâğıt getirtti ve bunu yazdı.
“-Üstadım bu haldeyken de mi?” denilince:
“-İnsana gereken ölüm döşeğinde bile olsa ilim almayı terk etmemesidir." dedi.
310 senesinde 86 yaşında iken bekâr ve arkasında evlat bırakmadan vefat etti. Fakat hiçbir zaman unutulmayacak ilim ve birçok eser bıraktı. Birçok nadir ve eşsiz eser telif etti. Onun geride bıraktığı zürriyeti, ondan kalan temiz hatıralardır. Bunlar,çoluk çocuktan daha devamlı bir eserdir.
İbn-i Cerir et Taberi’nin hayatını öğrendikten sonra, onu ne kadar övsek az geleceğini takdir edersiniz. Bu yüzden de ona ayırdığımız bölümü uzun tuttuk. Ebû’t Tayyib der ki:
‘’Dostluğunun uzunluğu uzattı övgüsünü de
Tembelin, tembel olur övülmesi de.’’
*****
İmam Ebû Bekir el Enbari de bekâr âlimlerdendir Dil bilimcisi, müfessir, edip ve ravidir. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. I Bağdatlıdır, (d. 271-v. 328)
İmam Ebû Bekir hayatı boyunca, sultanların sofrasına konuk olmasına rağmen, güzel yemekler yemekten geri durmuştur. Bunu yapmasının sebebi, hafızasını kuvvetli tutmak içindi. Sadece ilimle meşgul olmak için, evinde helali olan, güzel bir kadın bulunmasına rağmen, kadınlara yaklaşmaktan imtina etti. Zühdü, ilmi ve hafızası şaşılacak boyuttaydı. Otuzu aşkın eserin den başka geriye bir nesil ve zürriyet bırakmamıştır. Bu eserlerin sayfa sayısı elli bini geçkindir. Muvaffakiyet Allah’tandır. İlim sevgisi ile dolu olan hayatından bir bölümü, buraya aktarıyoruz. (76)
Edebiyat ve nahvi en iyi ve en çok ezbere bilenlerdendi, Zamanının birçok âliminden ders okudu ve bunları başkalarına da aktardı. Kendisi dürüst, faziletli, mütedeyyin, hayırsever ve de sünnete bağlı birisiydi. Kur’an ilimlerinde, garibül hadis, vukuf ve ibtida gibi kıraat ilimlerinde birçok eser tasnif etmiştir.
Kur’an kelimelerine delil olan üç yüz bin beyit şiir ezberlemiştir. İlim yazdırırken, herhangi bir kitaptan değil, hafızasından dikte ettirirdi. Kendisinden yazılan bütün her şey bu şekilde ezberinden yazılmıştır. Şiirleri, tefsirleri, nahvi, lügatin faydalarını içeren bütün tasnifleri ve dikteleri de aynı şekilde ezberindendir. Bir gün hastalandı ve arkadaşları onu ziyarete geldiler. Babasının, onun üstüne titreyip onun için çok endişelendiğini görünce babasını teselli etmeye çalıştılar. Babası:
“Şu gördüğünüz büyük küpün içindeki bütün kitaplan ezberlemiş olan birisinin hastalanmasına, nasıl üzülmeyeyim?" diye karşılık verdi.
Lügat, nahiv, şiir ve Kur’an tefsirinden en çok ezbere sahip olan insan oydu. Senetleriyle birlikte yüz yirmi beş Kur’an tefsiri ezberlediğini söylemektedir. Öğrencisi Ebul Abbas b. Yunus şöyle der:
“Ebû Bekir el Enbari ezber konusunda, Allah'ın, ender yaratıklarındandır."
Yine öğrencilerinden olan Ebû Ali el Kali, şöyle demektedir;
“Ebû Bekir el Enbari, Kur’an ilimlerine delil olan üç yüz bin beyit şiir ezberlemiştir. Kendisi mütedeyyin, dürüst ve sika bir âlimdir."
Muhammet b. İshak en Nedim şöyle demektedir:
“Kendisi babasından daha âlim ve daha faziletli idi. Zekâ ve kavrayışın zirvesinde, tertemiz, iyiliksever ve çok çabuk ezber yapabilen biriydi. Bununla birlikte salih ve vera sahibi bir insandı. Yanlış bir hareketi vaki değildi. Hazır cevaplık konusunda üstüne yoktu."
Ebul Hasen el Aruzi şöyle anlatmıştır:
“İbnül Enbari, Abbasi Halifelerinden Razi Billah’ın oğluna sık, sık gelip giderdi. Bir gün oradaki cariyelerden birisi ona rüya tabiri hakkında bir şey sordu. O da:
«Benim şimdi acele helâya gitmem lazım» diyerek çıktı. Ertesi günü gelip rüyayı tabir etti. Cariyenin sorduğu gün evine gidip, Kirmani’nin rüya tabirleri kitabını inceleyip gelmişti."
Hamza b. Muhammet ed Dekkak şöyle demiştir:
“Ezberi kuvvetli olmakla birlikte zahit ve mütevazı bir insandı."
Ebul Hasen Darakutni bir Cuma günü onun imla meclisine katıldığını ve bir hadis senedinde geçen bir ismin, Hayyan diye okunması gerekirken Habban diye okunduğunu, Hayyan diye düzelttiğini fakat Habban da ısrar edildiğini anlatır ve şöyle devam eder:
İbnül Enbari gibi kıymetli birisinin vehme düşmesi, çok garibime gitti. Bu konuda onunla konuşmaya ve onu uyarmaya karar verdim. Yazdırma işi bitince dikte ettirene yaklaşıp hatasını ona hatırlattım ve doğrusunu söyleyip oradan ayrıldım. Ertesi Cuma meclisine vardığımda, Ebû Bekir, dikte ettirene:
«-Geçen hafta şu hadisteki falanın ismini yanlış yazdırdığımızı ve bir gencin bizi uyardığını, gelenlere haber ver. O gence de söyle, doğrusunu araştırdık onun dediği gibi bulduk.» dedi."
Ebul Hasen el Aruzi şöyle anlatır:
“Ebû Bekir ve ben, Kadı Billah’ın yarımda yemek yemek için buluştuk. Ebû Bekir aşçıya ne yemek istediğini bildirdi. Ona, kuru bir et kızartması getirmişlerdi. Biz, çeşit çeşit en güzel yemeklerden yiyorduk. O, bu kızartma ile iktifa ediyordu. Yemekler yendikten sonra tatlılar geldi. O, tatlılara el sürmedi, O kalktı, biz de kalktık. Biz, sedirlerin üzerinde uyuduk, O, sedirlere çıkmayıp onların önünde, yerde uyudu. İkindiye kadar su içmedi. İkindi olunca bir gençten su istedi. Kendisine su getirildi. Oradaki buzla soğutulmuş sudan içmedi. Bu hali beni sinirlendirdi.
«-Ey Mü’minlerin emiri!» diye bağırdım. Beni yanına çağırdı ve:
«-Ne var söyle?» dedi. Ona dedim ki:
«-Bu adamı, nefsine karşı olan tedbirinden alıkoymak lazım. Nefsini öldürecek. Kendisine hiç iyi davranmıyor.» Cevap olarak bana güldü ve:
«-Hep böyle yaparak artık buna alışmış. Bu durum ona zarar vermiyor hatta bundan haz duyuyor.» dedi.
Sonra dedim ki:
«-Ebû Bekir kendine böyle zulüm etme.» O da:
«-Ezber yapabilmek için böyle yapıyorum.» dedi. Dedim
«-İnsanlar artık bu ezberinden bıktı. Daha ne kadar ezberleyeceksin?» Cevaben dedi ki:
«-On üç sandık kitap daha ezberleyeceğim.»”
Muhammet b. Cafer et Temimi şöyle der:
“Ne kendinden öncekiler ne de kendisinden sonrakiler bu kadarını ezberleyemediler.”
Bir defasında, eline taze hurma almış kokluyor ve şöyle diyordu:
“Sen güzel kokuyorsun amma Allah’ın bana vermiş olduğu ilimleri ezberlemenin kokusu senin kokundan daha hoş.”
Vefatı yaklaştığında, canı çeken her şeyi yemeye başlamıştı. “Bu, ölümümün yaklaşmasından” diyordu.
Bir gün köle pazarına gitti. Orada satılan çok güzel bir cariyeye gönlü takıldı. Devamını kendisi şöyle anlatıyor:
“Emirul Müminin Radi Billah’ın evine gittim. Radi Billâh:
Bu saate kadar neredeydin?» diye sorunca durumu arz Billâh, benden habersiz hizmetçilerine emir verip o cariyeyi aldırtmış ve evime göndermiş. Evime varıp da cariyeyi aldırtmış ve olanları anladım. Cariyeye:
«-Hamile olup olmadığın belli olana kadar yukarıda kal.»dedim. Halletmem gereken bir meseleyle uğraşıyordum. Zihnim hep ilimle meşguldü. Hizmetçime dedim ki:
«-Onu al ve tekrar köle pazarına götür. İlimden geri kalmama değmez.» Hizmetçim onu götürecekken cariye:
«-Bırak da ona iki çift laf söyleyeyim.» dedi. Bana dönüp:
«-Sen akıllı ve makam sahibi bir adamsın. Benim suçumun ne olduğunu söylemeden beni evinden atıyorsun. İnsanların benim çirkin olduğum zannına kapılacağını düşünmüyorum. Ama böyle yaparsan benim bir kusurum olduğunu düşünecekler. Bana kabahatimi bildir öyle gönder.» dedi. Dedim ki:
«-Bana göre bir kusurun yok fakat beni ilimden alıkoyuyorsun.» O da:
«-Bunu kabul edebilirim.» dedi.
Bu olay, Radı Billah’ın kulağına varınca:
«Hiç kimsenin gönlüne ilim, bu adama geldiği gibi tatlı gelmez.» dedi.”
*****
Bekâr âlimlerden birisi de asrının imamlarından olan Ebû Ali el Farisi’dir, (d. 288-v. 377) (77)
İran’ın Fasa şehrinde doğdu. Nisbesinde Farisi ve Fesevi denilmektedir. Memleketinde ilim tahsiline başladı sonra tahsiline devam etmek için Bağdat’a gitti. 307 senesinde Bağdat’a vardı. Bir müddet orada kaldıktan sonra Şam, Tarablusgarp ve Halep gibi şehirleri dolaştı. 341 senesinde Halep’e yerleşti.
Ve Emir Seyfü’d Devle b. Hamdan’ın yanında, yedi sene kadar kaldı. Kendisi ve şair Ebû’t Tayyib el Mütenebbi arasında ilim meclisleri düzenlendi. Halepteki nahivci İbnül Haleveyh’in husumeti yüzünden, imtihana tabi tutuldu. Bu âlimin, Seyfu’d Devle yanında özel bir yeri vardı. Bu sebeple Ebû Ali, burada ikamet etmeyi uygun bulmadı. Halep şehrini terk etti ve İran’a geri döndü. 347 Senesinde Şiraz’a geldi. Burada yirmi ay kadar Melik Abdüddevle b. Büveyh’in yanında kaldı. Melik'e nahiv öğretti. Hatta Melik:
“Ben nahivde Ebû Ali’nin çocuğuyum." derdi. Ebû Ali Melik için “El İzah” ve “Et Tekmile” adlı kitaplan tasnif etti. Abdüddevle, Bağdat'ı ele geçirince Ebû Ali tekrar oraya döndü ve vefatına kadar orada yaşadı.
Ebû Ali, yolculukları esnasında uğradığı memleketlerin ulemasıyla oturur, talebeleriyle görüşürdü. Kendisine yöneltilen zor sorulara cevap verirdi. Halep’te, Şiraz’da, Bağdat’ta, Basra’da diğer yerlerde kendisine ulemanın ekâbirinden yöneltilen so- rulara verdiği cevaplardan, kitaplar telif etti. Her şehirde, böyle bir kitap yazıp o şehre nispet ederek adlandırdı. El Bağdadiyyat, El Basriyyat vs. gibi.
Allah, Ebû Ali’nin ömrüne bereket verdi ve ilme hizmet ederek doksan sene ömür yaşadı. Kur’an ilimleri ve Arapça hakkında eşsiz eserler telif etti. Evlenmedi ve arkasında çoluk çocuk bırakmadı. Onun zürriyeti günümüze kadar gelen, sayılan yirmi beşe ulaşan telifat ve tasnifatlarıdır.
İmam ibni Cinni, Ebû Ali’nin has talebelerindendi ve kendisini çok severdi. Eserlerinde çoğu kez hocasından övgü ve muhabbetle bahsetmiştir. Ondan öğrendiklerini, ondan iktibas ettiklerini anlatmış, neredeyse bütün bildiklerini hocasına nispet etmiştir. Hocasının, kitap yazmak için ve kitaplarını oluşturacağı esasların ve kaidelerin yerine oturması için bekâr kalışından bahsetmektedir.
El Hasais adlı kitabında, Ebû Ali’nin dil mukayesesi ilmine olan vukufiyetini ve bu konuda oluşturduğu kaide ve kuralları şöyle anlatır:
“Bu uğurda engelleri ve külfetleri ortadan kaldırarak yetmiş senesini harcadı. Bütün tasası ve kaygısı ilim idi. Bu yüzden çocuk yüzü bile göremedi."
Ibn-i Cinni, hocasının bekârlığına, uel Müktesep” adlı kitabının mukaddimesinde de değinmiş ve şöyle diyerek, ilminin bolluğunun ve yüceliğinin sebebini açıklamıştır:
“...Gönlünün boş, fikrinin duru ve tek başına yaşamasından...”
Burada, diğerlerine de örneklik teşkil eden beş tane bekâr âlirnden bahsetmekle kifayet ettik. “El Ulemaül Uzzab” adlı eserimizde bunlardan otuz beş tanesini zikrettik. Bu konuda daha ziyade mütalaada bulunmak isteyen okurların bu kitaba müracaat etmelerini uygun görüyoruz.
Bu kitapta, İmamların büyüklerinden, muhaddis, müfessir Ebû Yaşar Abdullah b. Ebû Necih el Mekki, Şeyhul İslam Ali Hüseyin b. Ali el Cufi, Muhaddis hafiz ebus Seriy Hennati el Kufi,... ve diğerlerinin hayatları anlatılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder