4-Mallarını ve Geçim Kaynaklarını Kaybetmeleri



4-Mallarını ve Geçim Kaynaklarını Kaybetmeleri


İLMİN TADI, HER ZORLUĞU UNUTTURUR

Bu rivayetleri okuyanlar veya dinleyenler, bu değerli ilim adamlarının, bu sıkıntılara nasıl tahammül ettiklerine şaşırmak­tadırlar herhalde. Kalpleri, bu afet ve felaketlere nasıl dayanmış? İşittiğinde bile insanın huzuru kaçıyor. Fakat imanla çarpan, Allahın rızasını ve mükâfatını uman bir kalbe sahip olan kişiye, bütün zorluklar kolay gelir. Şair ne güzel söylemiş:

‘’Her şey kolaylaşır senin sevgin eksiksiz olduktan sonra

Yeryüzünde gezinen her şey elbet dönecektir toprağa.’’

Ahmet b. Hanbel, Ebû Bistam Şube bin el-Haccac hakkın­da şöyle der: (51)

“O, hadis ilminde başlı başma bir ekoldür.” İmam Şafii de:

“Şayet Şube olmasaydı Irak’ta hadis ilmi olmazdı” demiştir.

Esmaî:

“Şube’den daha iyi şiir bilen birini görmedim” demiş ve şunu nakletmiştir:

“Süfyan bin Uyeyne, Şube’nin şöyle dediğini işitmiş:

«Kim hadis ilmine gönül verirse iflas eder. Annemin tasını bile yedi dinara sattım.»"

Ahmed bin Hanbel, demiştir ki: (52)

“Şube, Hakem bin Uteybe’nin yanında ilim öğrenmek için on sekiz ay kaldı. Bu sırada evinin direklerini bile sattı."

Ebû Hatim er-Razi, babası Muhammed b. İdris er-Razi’nin [hayatını anlatırken (Babamın ilim tahsilinde karşılaştığı zorluklar babı) şunları söylemiştir: (53)



Babam bana şöyle anlattı:

“214 senesinde, 8 ay Basra’da kaldım. Gönlümden bir sene kalmak geçiyordu fakat harçlığım bitti. Parça parça elbiselerimi satmaya başladım. En sonunda hiçbir şeyim kalmadı. Bir arka­daşımla akşama kadar hocaları dolaşıp onlardan hadis dinle­dim. Akşam olunca arkadaşım döndü ben de evime döndüm. Açlığımı bastırsın diye su içiyordum.

Sabah olunca kalktım ve arkadaşım bana geldi. Çok aç ol­mama rağmen hadis dinlemek için hocalarımı dolaşmaya baş­ladım. Ders bitince, tekrar aç olarak eve döndüm. Ertesi günü sabahı, arkadaşım eve gelip:

«-Hadi derse gidelim» deyince:

«-Takatim kalmadı gelemem» dedim.

«-Neyin var?» diye sordu. Ben de:

«-Durumumu senden gizleyemem. İki gün geçti ve ben bir  lokma ekmek yemedim» dedim. Arkadaşım:

«-Bende bir dinar var. Yansını paylaşalım, yarısını da ev ki­rasına ayırayım» dedi ve ondan parayı aldım.”

Babamı yine şöyle derken işittim:

“Medine’deki, Dâvud el Caferi’nin yanından ayrıldıktan sonra Car kasabasına vardık. Gemiye bindik. Üç arkadaştık. Ebû Zübeyr el- Merveruzi diğeri de Neysaburi idi.

Gemideyken ihtilam oldum. Bunu arkadaşlarıma haber verdim. Bana:

«-Denize iniver» dediler.

«-Yüzmeyi iyi bilmiyorum» deyince:

«-Biz seni iple sarkıtırız» dediler. Belime bir ip bağlayıp sar­kıttılar. Abdest aldım. Şimdi biraz daha indirin dedim indirdiler.

Suya dalıp çıktım. Beni yukan çekin dedim ve çektiler.

Denizde giderken rüzgâr yüzümüze çarpıyordu. Bu halde, gemide üç ay kaldık. Gönlümüze darlık geldi. Yanımızda da çok az bir yiyecek kaldı. Karaya çıktık. Günlerce yürüdük. Bu arada, o kalanlarda bitti. Bir gece ve bir gündüz süreyle hiç birimiz, bir şey yemeeden ve içmeden yürüdük. İkinci gün aynı şekilde devam ettik. Üçüncü gün, gündüzleri yürüdük, gece olunca namaz kıldık ve olduğumuz yere uzandık kaldık. Açlıktan, susuz­luktan ve hastalıktan vücudumuz zayıf düşmüştü. Ertesi günü sabahı, gücümüz yettiği kadar yürüdük. Yaşlı Merveruzi, bitap düşüp bayıldı. Şöyle bir sarstık, fakat kendine gelmiyordu. Onu orada bırakmak zorunda kaldık.

Ben ve Neysaburi, yolumuza devam ettik. Bir veya iki fersah yürüdük. Ben de bayılıp düştüm. Arkadaşım beni bırakıp gitti. İleride, gemilerini karaya yanaştıran binlerini görmüş. Hz. Mûsa Kuyusu’na konaklıyorlarmış. Onlara, yerini, elbisesini sal­layarak belli etmiş. Su dolu bir kapla yanına gelmişler. Ona su vermişler ve elinden tutmuşlar.

-Arkada susuzluktan baygın düşmüş iki arkadaşım daha var onlara yetişin» demiş. O sırada yüzüme su serpen bir adam hissettim. Gözümü açtım;

-Suuu!» diye inledim. Az bir şey maşrapanın içine su koydu. İçtim ve biraz kendime geldim. Biraz daha su içtikten sonra Edam elimden tuttu.

«-Arkamda yaşlı bir arkadaşım daha var» dediğimde;

«-Merak etme ona da bilileri gitti» dedi. Bana destek oluyordu ve ben ayaklarımı sürüyerek yürüyordum. Gemiye vardığımda üçüncü arkadaşımı da getirdiler. Gemidekiler bize çok iyi davrandı. Kendimize gelinceye kadar orada kaldık.

Bize kek, sevik ve su vererek Raye denilen bir şehrin valisine bir mektup yazarak bizi, yolcu ettiler. Yanımızdaki yiyecek, içecekler bitinceye kadar yolumuza devam ettik. Denize kıyısında aç susuz yürüyorduk.

O sırada, karaya vurmuş bir deniz kaplumbağası bulduk. Bir taşla sırtına vurduk ve kabuğu parçalandı. İçinden, yumurta sarısı gibi bir şey çıktı. Kaşık olarak deniz kabuğu topladık. Bu yumurta sarısı gibi şeyi yudum, yudum içtik. Susuzluğumuz ve açlığımız geçti.

Sonra yola devam ettik. Raye şehrine vardık. Yöneticisine mektubu ulaştırdık. Bizi evinde konuk etti. Bize ikramlarda bu­lundu. Her gün bize kabak ikram ediyordu. Hizmetçisine:

«-Getir bakalım şu mübarek kabak yemeğini» diyor ve her gün bize kabak yemeği ve ekmek yediriyordu. Arkadaşlardan birisi:

«-Şu mendebur etten de ikram etmez mi bu ya hu»dedi. Meğer ev sahibinin ninesi, Heratlı imiş ve ev sahibi Farsça’yı an­larmış. Bundan böyle bize et getirdi. Oradan ayrıldık, bize, Mı­sır'a kadar yetecek yol azığı verdi."

…..



Zehebi, Zeyd bin Hubab (d. 13/ö.203) hakkında şöyle söyle- demektedir: (54)

“Hâfiz, sika, abid ve zahid bir zattır. İlim tahsili için Merv’iden (en doğuda) ta Mısıra gitmiş hatta Endülüs’e varmıştır.”

Ahmed b. Hanbel, ondan hadis rivayet etmiş ve şöyle de­miştir:

“Zeki bir hadis âlimidir. Hadis öğrenmek için Mısır ve Horasan’a gitmiştir. Fakirliğe, ne kadar da çok sabırlıydı. Küfe ve  Bağdat’ta ondan hadis yazdım.”

Ali b. Harb:

“Zeyd b. Hubaba geldik. Giyinip de bizim karşımıza çıkacak bir elbisesi bile yoktu. Kapıyı bizimle kendisi arasına perde yaptı  da bize arkasından hadis rivayet etti.” demiştir.

Ebû’l Atahiye (rahmetullahi aleyh) şöyle demiştir:

“Şayet dünya bir adama dini bırakırsa

O adam sayılmaz asla zararda, ziyanda”

********

Hâfiz ibn-i Kesir, İmam Ahmed’in Yemene yolculuğu sıra­sında ve ilim tahsili esnasında karşılaştığı zorlukları, şöyle anlatır;

“Yemen de iken elbisesi çalınmıştı. Evine kapanmış ve ka­pıyı da kapatmıştı. Arkadaşları, onu göremeyince kendisine geldiler ve durumunu sordular; o da durumu anlattı. Bir altın vermek istediler kabul etmedi. Onlardan sadece bir dinar kabul etti. Bunu da kitap yazma karşılığında ücret olarak aldı.” Rahmetullahi aleyh.

***********

Hatip el Bağdadi, Tarihi Bağdat adlı eserinde, Ömer b. Hafs el Aşkar’dan naklen İmam Buhâri hazretleri hakkında şöyle bir olay anlatmıştır:

“Bir gün Buhâri’yi, Basra’da, hadis dersinde göremedik. Aradık taradık evinde üryan bir vaziyette bulduk. Harçlığı bit­miş, hiçbir şeyi kalmamış. Onun için para topladık ve elbise satın alıp giydirdik. Sonra acele ile bizimle beraber hadis yazmaya koyuldu."

Muhammet b. Hatim, Buhâri’den şöyle işittiğini nakletmiştir: (55)

“Askalan’daki Âdem b. Ebi İyası ziyeret için evden çıktım. Yolculuk esnasında harçlığım kalmadı. Bu sebeple yerdeki otlan yemeye başladım. Bunu, kimseye belli etmedim. Üçüncü gün de bu haldeyken, hiç tanımadığım bir adam çıkageldi. Bana, içi dinar dolu bir kese verdi ve bunu kendin için harca dedi."

********

Şafii fukahasından Ebul Abbas61 Ahmet b. Muhammet’in (d. 357- ö. 425) hayatı kaynaklarda şöyle geçmektedir: (56)

“Bağdat’ta oturuyordu. Mansur şehrinin ve bütün Bağdat’­ın doğusunun kadılığını üstlendi.

Kendisinin, Mansur Külliyesi’nde bir fetva halkası vardı. Sağlam itikatlı, ilimde sabitkadem, lisanı fasih ve şiir söyleyebi­len biriydi."



Ubeydullah b. Sayrafi, ondan hadis aldığını söylemiş ve şunları eklemiştir:

“Ebul Abbas, her zaman oruç tutar, iftarını da genellikle ek­mek ve tuz ile yapardı. Fakir ama şerefli bir insan idi. Giyeceği bir paltosu olmaksızın kışı geçirirdi. Arkadaşlarına:

«-Benim palto giymeme mani olan bir problemim var» der­di. Onlar da, bir hastalığı var zannederlerdi. Hal bu ki fakirliği­ni kastederdi. Bunu, vakarından ve şerefinden açığa vurmaz­dı."

********************

Şafii fakihi, abid, zahid, muhaddis, Ebül Hasen Ali b. Ahmet I b. El Hüseyin b. Mahmuye el Yezdi’nin (d. 473- ö. 551) tercüme-i  hali kaynaklarda şöyle anlatılmaktadır: (57)

“Daima güler yüzlü idi. Cömert, kanaatkâr, mütevazı, ilmiy­le âmil, ezberi çok kuvvetli, abid ve çok eser vermiş bir âlimdi. Hadis, fikıh ve zühd konularında, ellinin üstünde eser yazmış-tır".

Semani, onun hakkında şöyle demiştir.

“Kendisinin ve kardeşinin, ortak bir gömleği ve fesi vardı. Biri dışarı çılanca öbürü evde oturmak zorundaydı. Bir gün, vaiz Ali b. Hüseyin ile birlikte selam vererek evine girdik. Onu, peş­tamala bürünmüş üryan bir vaziyette bulduk. Bu durumundan dolayı özür diledi ve:

«-Biz elbisemizi yıkadığımızda Ebû’t Tayyib Taberi’nin şu sözünde dediği gibi oluyoruz »dedi:

«Bazı insanlar vardır elbiseleri yıkandığında, yıkayanın işi bitene kadar evde mahsur kalırlar.»”

Ebül Abbas el Cürcani, Ebû İshak Eş-Şirazi (d. 393- v. 476) hak­kında şöyle demiştir: (58)

“Ebül İshak Şirazi'nin, dünyalıktan yana bir nasibi yoktu. Fakirliği had safhaya ulaştı. Hatta giyecek ve yiyecek bulamı­yordu."

"O, Bağdat'ın Katia Mahallesinde kalıyordu. Ziyaretine gitti­ğimizde bize şöyle hafifçe doğruldu. Tam doğrulmadı. Çünkü el­bisesinin kısalığından bir yerinin görünmesinden korkuyordu."

Denildi ki:

"Gurbette yine böyle aç kalmışken kendisine, fasülye, balda satan bir arkadaşı geldi. Ona, ekmek ufalayıp bakla suyu ile ısla­tıyordu. Belki de bu arkadaşı, uzun zamandır kendisinden bakla satın almadığından dolayı ona gelmişti. Ebû İshak şöyle dedi:

«öyleyse bu zararlı bir dönüş olur.» (en-Naziat, 12) ve memle­ketine döndü."

Ebû İshak şu şiiri de inşad etmiştir:

‘’Dedim ki bana vefalı bir dost gösterin yarenler

Bu öyle pek mümkün değil dediler

Eğer bulursan birini samimi cana yakın

Ne saadet bırakma peşini sakın ‘’

*******************

ALLAHTAN BAŞKASINA EL AÇMAYANLAR



Ebû’l Yümn el Uleymi el Hanbelî, Ahmed b. Hanbel hakkın­da şöyle demiştir: (59)

"Ahmed b. Hanbel, 197 senesinde Abdürrezzak ile görüş­mek için Yemen'in San’a şehrine gitti ve ona Yahya b. Main, bu yolculukta arkadaşlık etti.”

Yahya dedi ki:

“Yemen’e Abdürrezzak’ı ziyarete giderken hac da yaptık. Ben tavaf ederken bir de ne göreyim Abdürrezzak da tavaf edi­yor. Selam verdim ve ona dedim ki:

-Bak bu kardeşim Ahmed b. Hanbel-

Abdurrezzak-Allah ona ömür versin, onu sâbit kadem kılsın. Hep bana onun güzel haberleri geliyor» dedi. Ben de Ahmed'e:

-Allah adımlarımızı bereketlendirdi, nimetini bolca ihsan etti, bir aylık yolculuktan kurtardı» dedim. Ahmed b. Hanbel:

«-Ben, San'a'ya gidip Abdürrezzak’tan hadis dinlemeye ni­yet ettim. Vallahi bu niyetten dönmem» dedi.

Yahya devamla şöyle anlattı:

San’a’ya yola koyulduğumuzda Ahmed’in harçlığı bitti. Abdürrezzak, bize çok defa harçlık vermeyi teklif etti. Ahmet kabul etmedi. Borç olarak al diye israr ettiyse de yine kabul etmedi. Kendi azığımızdan ikram ettik onu da almadı. Sonradan farkına vardık ki elbise kuşağı yapıyor ve parası ile iftar ediyordu.”

Sonra Uleymi şöyle anlatmıştır:

“Ahmet b Hanbel, Yemen’de iken Süleyman b. Dâvud’un yakınındaki bir bakkala, kovasını rehin olarak bıraktı. Karşılık olarak biraz yiyecek almıştı. Bedelini getirdiğinde bakkal ona iki kova çıkarttı ve:

«-Hangisi senin?» dedi. Ahmet:

«-İkisi de benziyor ayıramadım. İster bedelini al istersen de kova sende kalsın» dedi. Süleyman bin Davut, bunun üzerine bakkala dedi ki :

«-Sen vera sahibi bir adama iki kova çıkarıyorsun ve kovalar birbirine benziyor.» Bakkal da:

«-İşte kovası bu, ben sadece onu imtihan etmek istedim- dedi."

Kadı İbn-i ebi Ya’la, Tabakatül Hanabile adlı eserinde ve İbnü’l Cevzi, Menakıbü'l İmam Ahmet, adlı eserinde İmam Ah­met’in hocası, Abdürrezzak b. Hemmam’dan bahsederken şöy­le anlatmaktadır:

Ahmet b. Hanbel’den bahsederken, Abdürrezzak’ın gözleri doldu ve şöyle dedi:

“Sadece ilim için bizim kapımıza geldi ve burada iki sene kaldı. Bana onun yiyeceğinin tükendiğini haber verdiler. Elin­den tutup kimsenin olmadığı bir yere götürdüm ve dedim ki:

«-Bizde para birikmez. Mahsulü sattığımda bir yerlere ver­dik. Kadınlardan on dinar bulabildim bunu al. Bir şeyler kazanıncaya kadar geri vermezsin.» Ahmet bana şöyle cevap verdi:

«-Şayet insanlardan bir şey kabul edecek olsaydım muhak­kak senden kabul ederdim.»"

Sonra ibnü’l Cevzi İshak b. Rahuye’den şöyle rivayet etmiş­tir:

“Ahmet, Abdürrezzak’ a gitmek için yola çıktığında yolda harçlığı bitmişti. Bu yüzden ücretli olarak, San’a’ya kadar deve­cilerin yanında hizmet etti. Arkadaşları kendisine ikramda buIunduklarında hiçbirini kabul etmiyordu.”

Ahmet b. Sinan el Vasıtî:

“Bana haber verilene göre, Ahmet, Yemen'den giderken ayakkabısını bir ekmekçiye, ekmek karşılığı rehin bıramıştı’’ de­miştir. Buna benzer bir haber, Ebû Naim’in, el-HıIye adlı ese­rinde de vardır.

İbnül Mübarek es-Sekati, Muhammet b. Ali ed-Deccad (v. 463) hakkında şöyle demiştir: (60)

“Kendisi itibar ve öncelik sahibi, hal ehli bir kimsedir. Za­man, akışıyla ona kötülük etmiştir. Zengin bir arkadaş grubuyla birlikte, kendisinden hadis dinlemek için, ed-Deccaci ye gittim. Kendisi hastaydı ve bir hasır üzerinde yatmaktaydı. Üzerinde, çoğu yeri ateşten yanmış bir palto vardı. Yanında bir dirhem değerinde bir şey bile yoktu.

Kendisine bir miktar okuduktan sonra kalktık. Bize ikram hususunda da sıkıntıya girmişti. Yanımdakilere:

«-Efendiler! Aramızda ona yardımda bulunabilecek biri var mı?» diye sordum. Beş miskal kadar altın toplandı. Kızımı çağır­dım ve altınları ona verdim. Kendisine teslim edildiğini görmek için bekledim. Kızı içeri girip ona bu altınları verince, Deccaci dövünmeğe başladı ve şöyle deyip feryat etti:

«-Şu düştüğüm hale bak. Rasulullah (s.a.v.)'in hadisini öğ­retmekten karşılık alacağım öyle mi?»

Yalınayak doğruldu ve:

«-Aramızdaki arkadaşlık yüzü suyu hürmetine geri dön» diye bana seslendi. Geri döndüm ve ağlayarak bana dedi ki;

«-Beni ashab-ı hadis arasında rezil mi edeceksin? Ölüm bana bundan daha hayırlıdır.» Ben de altınları arkadaşlara tekrar geri dağıttım. Onlar da bunu kabul etmeyip bunları tasadduk ettiler.

*****

Ebû Ali Haşan b. Ali el Belhi (v. 471) ilim öğrenmek için kat­landığı meşakkatlerden bahsederken şöyle der: (61)

"Nice meşakkat ve zilletle yolculuklar yaptım, hadisler din­ledim. Sonra Belh’teki köyüm Vahş’a döndüm. Hiç kimse kıy­metimi bilmedi. İlmimin kıymetini kimseler anlamadı. Öleyim de adım sanım unutulsun dedim. Kimse bana merhamet etme­di. Allah, Nizamül Mülk’ün işlerini rast getirsin. Vahş’a bu med­reseyi kurdu ve beni buraya hadis öğreteyim diye oturttu."

“Askalan’da, ibn-i Mûsahhıh ve diğerlerinden hadis dinli­yordum. Harçlığım tükenme raddesine vardı. Günlerce yemek yemedim. Hadis yazmak istiyordum fakat açlıktan güç yetiremiyordum. Sonra, bir fırına gittim ve kenarına oturdum. Biraz kuvvet bulmak için, ekmek kokusu kokluyordum. Sonraları, Rabbim genişlik ihsan etti ve zengin oldum.”

*****

Zehebi, İmam Zebidi El Yemeni hakkında şöyle demekte­dir: (62)

“Örnek, abid, vaiz, bir imamdır. Bağdat’ın misafiri, meşayih ravilerin önderidir. 460 senesinde doğdu. 500 senesinden sonra Şama geldi. Emr-i bil maruf yapmaya başladı. Sultan Tuğtekin, kendisine tahammül edemedi. Çünkü acı da olsa hakkı söylerdi. Allah yolunda, kınayanların kınamasına aldırmazdı. Kanaatkâr, fakir, mübarek, selefi ve Hanefi bir zat idi."

Vezir Yahya b. Hubeyre şöyle demiştir:

“Sabahtan öğleye kadar beraber oturduk. Bir şey çiğniyor­du.

«-Ne çiğniyorsun?» Diye sordum:

«-Çekirdek çiğniyorum. Yiyecek bir şey bulamadım da bu­nunla oyalanıyorum» dedi."

İbn-i Şafii de şöyle der:

“Kendisinin, Arapça ve usul bilgisi çok fazla idi. Yaklaşık  yüz eser vermiştir. Ömrünün hiçbir bölümünü zayi etmemiştir.

555’te vefat etti."/

…..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder