Çağımızın Istırabı ve Yaradıcıyı Araması

İnsanın tarih boyunca yaradıcısını araması,yaratmaya özenmesi boş bir vehim değil,korkunç bir ihtiyacın ifadesidir.İnsan,her türlü köleliği reddederek,yalnız ve ancak yaradana tapınmak istemektedir.İnsan idraki,yalnız ve ancak yaradıcı hamlede dinlenebilceğini ummaktadır.İnsanların,peygamberleri diğer insanlara niçin daha fazla tercih ettiklerini artık anlamalıyız.Kadiri Mutlak olan Allah’ı bize ‘şahdamarımızdan daha yakın’ olarak hissettirenler sadece ve ancak peygamberlerdir.Bize,sınırlıdan sonsuza,esaretten hürriyete,çoktan bir’e,ölümden ebediyete giden yolu,apaçık ve pırıl pırıl olarak yalnız onlar gösterebildiler.Onlar olmasa idi,kendimizi sınırlı,esir,parçacık ve ölümlü zannedecektik; ancak onlarladır ki sonsuzluğun, hürriyetin birliğin ve ebedîliğin tadına varabiliyoruz. Sınırlı ve esir parçacık olmaya isyan ediyoruz.

Yüzyılımız, ilim adanılan ile, sanatkârları ile, her türlü inanan ve inanmayan yığınları ile bütün insanlık artık Allah'a olan susuzluğunu bütün çıplaklığı ile hissetmeye başlamıştır; bu ihtiyaç hergün biraz daha şiddetlenecektir. Büyük ve gerçek dinî hayat Auguste Comte'un vehmettiği gibi geride kalmadı; bilâkis, insanlık onu ileride bütün haşmeti ile yaşayacaktır. Çağımızın ıstırabı bu hayata gebedir. Geride kalan gerçek dinî hayat değil katıya ve somuta tapınan insanların hayatıdır.

S.Ahmed Arvasi,İnsan ve İnsan Ötesi
Devamını Oku »

Zekanın Görevi:Kendini Bilmek

Bizce zekânın görevi varı, hiç şüphesiz bu arada kendini de bilmektir. Bilmek ise varı veyahut varlığı mânâlandırmaktır. Bizim idrâkimiz varlığın dışında değil, içindedir. Bizim idrâk edici varlığımızda varlık kendi üzerine iki defa katlanmaktadır. Önce varlığı idrâk ediyoruz, sonra da bu idrâkimizi idrâk ediyoruz. Yunus Emre'nin "bir ben vardır bende, benden içeri" dediği gibi Varlık bende kabuk-öz-cevher gibi içiçe gizlenmektedir.

Seyyid Ahmed Arvasi


Devamını Oku »

Varlıklarda Tekamül(Olgunlaşma,Gelişme) Mahiyeti

varlik

Gerçekten de tarihler birbirlerini hatırlatır,fakat asla tekerrür etmezler. Halbuki biz tarihçileri de teselli ederek iddia edelim ki,artık yalnız tarih değil,fizik,kimya,biyoloji,psikoloji,sosyoloji olayları da tekerrür etmezler. İnsan müdrikesi, ayniyet prensibi içinde hareket ederek,benzerlikleri birbirine irca ile tekerrürleri elde ettiğini sanmaktadır. Tekerrür dış realite ile değil,realite atı bir prensiple izah olunacak bir zihni olaydır. Duyuların realitesi,tekerrürleri değil,değişikleri,ancak bir diğerini hatırlatacak tarzda ifade etmektedir.

İçinde var olduğumuz ve içimizde taşıdığımız realitenin duyularımıza ve müdrikemize göre daima bir değişiklik içinde olduğunu görüyoruz.İçinde bulunduğumuz şu zaman ve mekanda gördüğümüz varlıklar ve olaylar yüzlerce,binlerce ve milyonlarca yıl önce aynen bu yapı ve fonksiyonları içinde değillerdi.Bunu, jeolojik, antropolojik, biyolojik, sosyolojik ve tarihi araştırmalar kesinlikle ortaya koyuyor.

Bu değişikliklerin yönü üzerinde bazı münferit tereddütlere rastlanmakla beraber, bu değişiklikleri "tekâmül" olarak isimlendirenler pek çoktur. Cansız sanılan varlıklardan, ilkel ve bitkisel canlılara, ilkel ve tek hücreli hayvansal hayata, derece derece karmaşık organizmalara ve nihayet insana kadar gelindiği sanılmaktadır.

Gerçi bu konuda, yani tekâmülün mahiyeti etrafında derin çatışmalar ve ihtilâflar olmasına rağmen "tekâmülü" prensip olarak kabul edenler ağır basmışlardır. Yüzyıllardan beri ve çağlardan beri süregelen, ister bir çizgi halinde, ister küresel bir infilâk halinde olsun, anorganik, organik, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik değişmeleri "tereddiden" çok "tekâmül" olarak kabul etmişiz.

Varlık ve oluş mükemmele doğru değişim geçirmektedir sanıyoruz. Oluşun gerisinde ilkellik, ilerisinde ise mükemmellik var sanıyoruz. Sanki sadece müdrikemiz değil, bizzat dışımızdaki Varlıklar bile kendilerini kovalayan bir tehlikeden kaçmaktadırlar.

Her varlık kaostan kurtulmak, sağlam bir organizasyona kavuşmak için çırpınmaktadır. Elektronlar belirli bir çekirdek etrafında, belirli sayılarda kümelenirken, atomlar kendi aralarında molekülleri ve daha bü-yük kitleleri meydana getirirken, anorganik yapılardan asitlere, bazlara geçilirken aminoasitlerden koaservatlara, proteinlere, ilk canlılara ve nihayet kompleks organizasyonlara geçilirken sanki hedef kaos tehlikesini tamamen bertaraf etmektir. Tekâmül, bu değişmelerin ve gelişmelerin tam bir organizasyon halinde belirmesi demektir.



S.Ahmed Arvasi-İnsan ve İnsan Ötesi
Devamını Oku »

İlkel İnsan Kavramı Üzerine

Asla unutulmamalıdır ki, "İlkel insan" terimi ile kastedi­len ne ilk insandır, ne de ilk insanlardır. İlk insan ve O’na ina­nanlar "Cennet"te İlâhi terbiyeden geçen Hz. Adem, Hz. Hav­va ve çocukları "medenî" idiler. İnsanlık, onların tebliğlerin­den uzaklaştıkça, "somut"a tapınan bir idrâke mahkûm ol­dukça ilkelleşti. "İlkel" kafaya, idrâke sahip insanlar, her de­virde mevcuttur.

20. yüzyılda, ilk feza uçuşunu yapan Rus uzay adamı Ga- garin: "Fezada Tanrı'yı bulamadım" demekle "ilkel" bir dü­şüncenin içinde bulunduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Tanrı'yı obje'de aramak "putperestin" özelliğidir. Duyular, Yaradanı değil, yaratıkları idrâk edebilecek güçtedir.

İlkel insanın İdrakinde,tanımak,sevmek ve tapınmak kavramları bitişik durur ve aynı mana içinde görünürler.İlkel gelişmeleri sezemezler. O, bir kaya parçasını kaos olmaktan çıkarır,  kısmen düzene sokar, ona kendinden birşeyler katar, ona aynı anda büyük bir sevgi duyar ve tapınır. Ona, güneşin oğlu, bulutların kızı olduğunu söyleyiniz, yanında oturan annesi ile  beraber buna inanırlar, duygulanırlar ve pek az hayret ederler. Ancak ilkel, kaosu sevmez, ama ondan da bir türlü kurtulamaz. İlkel insan, hürriyetten ziyade düzenin peşindedir. Mağara  duvarlarına çizdiği resimler, meydana getirdiği meskenler, yaptığı âletler kurduğu pazarlar, düğünleri, törenleri, savaşları düzen özlemine rağmen, kaosa yakın durur. İlk medeniyet kaosun yenilmesi ile kurulacaktır.

S.Ahmed Arvasi,İnsan ve İnsan Ötesi
Devamını Oku »

Tekamul ve Tekerrür

Kaostan korkuyoruz ve fakat tekerrür de midemizi bulandırıyor.

Müsbet ilimler,akıl,mantık,artık bu noktada insana yetmiyor,bize yetmiyor.

Kanunların,kaidelerin,prensiplerin kuruluğu,katılığı,mekanikliği,monotonluğu boğuyor bizi.

Çünkü; müdrikemizde bu çileyi çeken bir kaabıliyet var.Müdrikemiz,kaostan tekerrüre sığınıyor, lâkin tekerrürlerden bunalıyor, hayatın eğilimine uyarak , değişme, yenilenme ve ilerleme demek olan tekamülün hızını yavaş ve onun getirdiği yenileşmeyi az buluyor. Müthiş bir hız ve müthiş bir yenilik önlemi duyuyor varlığında. Çevresinde gördüğü katılaşmaların takozlaşmaların kendi varlığına, duygu. fikir ve davranışlarınâ sirayet edip köleleştiğini gördükçe huzursuzluğu artmaktadır. İnsan idrâki, kalıpların, kaidelerin, kanunların, prensiplerin kendini sıkboğaz ettiğini gördükçe bunalıyor. Sert bir isyan çığlığı basarak yerinden sıçrayıp derin bir nefes almak, esaret getirici kayıtlardan kurtulmak istiyor Bu ihtiyacını resim, şiir, müzik, ritim ve figürlere aksettiriyor; hayatına ve davranışlarına katıyor, tabiat ve sosyeteye yeni biçimler verme çabasına ve eserleri ile, yahut aksiyonu ile katılıyor. Böylece dev zekâlar büyük eser ve aksiyonlara vesile olurken, daha zayıf ve cılız olanları acaiplıklere ve saçmalıklara doğru anarşist ve olumsuz davranışlar ve aksiyonlar geliştirmektedirler.

Her ne ise, bu durum, insanın, tekerrürün boğucu sıkıntısını tekamulün ağır aksak yürüyüşü ile tatmin edemiyeceğini ortaya koyuyor.İnsan, kendini oluşma hamlesini kucağında görmek istiyor.



 S.Ahmed Arvasi
Devamını Oku »

Kendini Allaha Teslim Etmeyen Zeka Korkunçtur

Kendini Allah'a teslim etmeyen zekâ gerçekten korkunçtur. Kendini ebedî, hür, bir, sonsuz ve mutlak olan Allah'a adamayan zekânın açlığı korkunç bir ihtiras halindedir. İnsan zekâsını, fânî, esir parçacıkları kemmiyeti ile doyurmak mümkün değildir.

Bizce bütün mesele, insan zekâsını Allah'a teslim etmenin çaresini bulmaktır, istismarın en korkunç vasıtası Allah'a teslim olmayan yüksek zekâdır. Bu zekâ, insanlığı da, cemiyetleri de, fertleri de kendine köle edinmekten gurur ve zevk duyar.

İnsanı istismar eden, ister fert, ister toplum olsun, insanın şeref ve haysiyetini alçaltmaktadır. İnsanın maddeyi, bitkiyi, hayvanları istismar etmesine ses çıkarmıyoruz. Fakat insanı, ister fert, ister toplum olsun, bunların seviyesine indirmek demek olan istismarı haklı olarak ıstırapla karşılıyoruz. İnsan, başka bir insanın, insan grubunun ve toplumun kendine bir mal ve mülk gibi bakmasını istememektedir. Yani insan, Allah'tan gayrısına kul olmaya yanaşma maktadır.
İnsan, kendi dışında bulunan varlıklara mal ve mülk gözü ite bakar.

Onlara fert ve toplum olarak sahip çıkmak ister. Mal ve mülk ferde mi, topluma mı aittir? Biz, bu kavgayı saçma buluyoruz. Onun için biz, kendimizi ne kapitalist, ne de sosyalist hissediyoruz. Biz, varlığa, ferdin veya toplumun malı ve mülkü gözü ile bakamıyoruz. Varlığa ait bir İzafî parçanın, bütüne sahip çıkması garibimize gidiyor. Mal ve mülk, üzerinde yaşayan insanlarla beraber, ancak "Yaradana" aittir "O, sizin Rab- binızdir, mülk O'nundur."

S.Ahmed Arvasi
Devamını Oku »

İnsan'ın Kendi Nizamını Bulması

Her "nizamın" insan anlayışı başkadır. Yahut, her "nizam" insanı başka türlü tanımlamaya çalışır. İnsan, kendini bulamadıkça, "nizamını" da bulamayacaktır. İşte, bunun için, problemlerin problemi "kendini bilmektir". İnsan, kendinin ve kendi iradesi ile ilgili çilesinin etrafında dolaşan bin bir düğümlü soru yumağını tek tek çözümlemek durumundadır.

İnsan neyin ıstırabını çekmekte ve nelerden şikâyet etmektedir? İnsan, insanca yaşamak istemekte; hiçbir suretle kendine eşya, bitki ve hayvan muamelesi yapılmasını istememektedir. Hiçbir suretle köleleşmek ve başka yaratıkların karşısında boyun bükmek istememekte, kendisinin istismar edilmesini istememektedir. Adalet eşitlik, hürriyet, güvenlik... hep bu demektir

İnsan, kendisini insan bilen ve insanca idare edecek dan ""nizamın" peşindedir. Maalesef o, bu ihtiyacının da istismar edildiğini görmektedir. Tarih boyunca, insanlık, en yüce idealler ve insanca vaadlerin ardından çok acı tecrübeler geçirmiş; insanlar, bir zulüm idaresini yıkmanın sevinç çığlıkları ile sarhoşken, başlarına yeni bir zulüm idaresini geçirmiş ve pek ender olarak kısa mutluluk dönemleri yaşamışlardır.

Onun için, insanlık tarihi, "kurtarıcıların zulmü" ile doludur. Onun için, idare edilenlerle idare edenler arasında devamlı bir çatışma vardır.

 S.Ahmed Arvasi
Devamını Oku »

Sanat,Maneviyat İle Sanattır

Sanatkar, kendi dramında yaşarken daima ebediyete, sonsuzluğa, yaratıcıya, bire ve mutlak'a doğru hamle yaptığını hissederse ve bunda başarı bulursa,büyük bir saadete doğru yürüdüğünü adeta görür. Aksi halde, bunalır ve elem meyveleri verir, eserleri acı ve buruk bir tad verir. Sanat Allah'ı özletirse ve ona dogru götürürse insanı mutlu kılar. Ondan uzaklaştırırsa ıstırap verir, mutsuz eder. Onun içindir ki, insanlık en büyük eserlerini dinden çıkarmıştır. Sanat tarihini inceleyenler dinin bu yakıcı etkisini daima duyacaklardır

S.Ahmed Arvasi,İnsan ve İnsan Ötesi
Devamını Oku »

Mükemmelleşmek İhtiyacı

Etrafımızdaki varlıkları idrak etmekle kalmayıp onların da en az bizim kadar âciz ve zavallı durumda olduklarını görürüz. Güneşler ve yıldızlar bile sınırlı ve esir birer parçacık durumundadırlar, işin garibi,imandan başkası da bu sınırlılığın, esirliliğin, fâniliğin, eksikliğin farkında da değil. Pırıl pırıl yanan güneş bile, insan şuurundaki bu aydınlıktan mahrumdur. Ancak, insandır ki, sonsuzluğun,hürriyetin,ebediyetin, mükemmelliğin özlemini en kavurucu bir susuzluk halinde yaşamaktadır. Bütün bu susuzluğun sebebi şuurumuzdur; bunları bize o, telkin ediyor. Sonsuzluğu, hürriyeti, ebediliği, mükemmelliği arıyoruz. Kendi aczimizden, esaretimizden, sınırlılığımızdan, eksikliğimizden adeta utanıyoruz. Bunlardan kurtulmak zorunluluğunu duyuyoruz, işte sorumluluk. Aciz olduğumuz halde güçlü, esir olduğumuz halde hür, sınırlı olduğumuz halde sonsuz, eksik olduğumuz halde mükemmel olmak ihtiyacını duyuyoruz. Bunları duyup da, bunlara sırt çevirmemiz bize azap veriyor, bunları duyupda inkâr etmek bizi karamsar yapıyor, insan olmak ümidini kaybediyoruz, kendimizi suçlamaktan kurtulamıyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, şuurumuzdan kurtulamadıkça, sorumluluktan da kurtulamayacağız. İnsan, insan olmakla sorumluluğu yüklenmiş bulunuyor. O, mükemmelleşmek mecburiyetindedir. Mükemmelleşmek ihtiyacı, insanın iradesi haline gelmıştir. Şuur sahibi bir insan mükemmelleşmek iradesini de beraber getirir.  



S.Ahmed Arvasi
Devamını Oku »

İnsan Sadece Maddiyatı ile Değil Maneviyatıyla da İnsandır

İnsandaki açlığı içgüdüsel bir anlam içinde ele almak, onu, o suretle doyurmaya ve tatmine çalışmak hem beyhûdedir,hem de insanı anlamamaktır.İnsan, karnı doymakla doyduğunu kabul etmeyeceğine göre onun ebediyetlere acıkan şuurunu tanımak lâzımdır. Biz, çağımızın insanının ıstırabını sadece içgüdüsel ve fizyolojik açlıklardan doğmuş zannetmekle gerçekten çok yanılıyoruz.

S.Ahmed Arvasi
Devamını Oku »

İnsanın Sonsuzluğu Arayışı

İnsan sonsuzluğa, ebediyete, hürriyete ve mutlaklığa has­rettir. Bu konuda tatmin aramaktadır. Aksi halde fânilik, esa­ret, manasızlık ve izafilik bizi bunaltır. Duyular dünyası bir ıs­tırap dünyası haline gelir. Birçok canlılar varlığın duyumuna varıyor, ancak onu kaostan düzene, düzenden hürriyete doğ­ru idraklerinde yüceltemiyorlar. Ancak insan idrâkidir ki bu merhaleleri aşabilmektedir. Dr. S.Freud, insanın bu realitesini marazîlikle damgalamaya çalışırken, hayvan idrâkini ölçü ola­rak almışa benziyor. Bizim şuurumuz gerçekte Varın Şu uru'dur. İnsan şuuru çoktan bir'e, sınırlıdan sonsuza, esaretten hürriyete, ölümlüden ebediyete, izafiden nuıtlak'a yaklaştıkça Gerçek Var'ın Şuuruna yaklaşır. Zaman zaman peygamber idrâki bu şuuru temsilde insan idrâkinin zirvesini ifade eder. Bu muhteşem idrâkin Mutlak Var ile en yakın olduğu ân Va­hiy ânıdır.

İlim adamı, kaosu düzene doğru zorlarken, sanatkâr bu düzeni insanileştirmek ister. Peygamberler de, zahirî olan ka­osu ve düzeni mutlak ve hür bir yaratma iradesinde eritmek çabasını getirirler.

Peygamberler öte dünyayı mutlak olarak ve duyular dünya­sını zahirî olarak gösterirlerken insan idrâkinin ulaşabileceği ni­haî gerçeği işaret etmektedirler. Dâvaların dâvası, duyular dün­yasında bulunurken öte dünyayı anlayabilmekte ve vaşayabii- mektedir. Büyük peygamber Hazreti Muhammed, bir hadisinde şimdi uykudasınız, öldüğünüzde uyanacaksınız" diye  bildiriyor. Bu idrâke ulaşan iman ölümsüzlüğü, Kadır-i Mutlaka teslimiyeti en yakıcı bir gerçek olarak bilir. Kuran-ı Ke- rim'de bu hususu açıklayan âyetlerden ikisini okuyalım:

"Onlar (bu) dünya hayatından (yalnız) bir dış (tarafı) bilirler. Âhiretten ise onlar gafillerin tâ kendileridir."

"Bu dünya hayatı bir eğlenceden, bir oyundan başka bi şey değildir. Âhiret yurdu(na gelince) şüphe yok ki o, (asıl) hayatın tâ kendisidir; (bunu) bilmiş olsalardı.



S.Ahmed Arvasi,İnsan ve İnsan Ötesi
Devamını Oku »

İnsan İdraki

İnsan duyularına göre, insan yüksek bir idrâk seviyesi ile doğar.Bu idrak doğduğumuzda henüz Var’ın içinde uyumaktadır, içine dolduğu âleme duyu organları ile açılan idrâkimiz ilk duyumlarla irkilmeye ve yavaş yavaş uyanmaya başlar. Vücudumuz büyüyüp geliştikçe, duyu organlarımız güçlendikçe bu uyanış hızlanır. İdrâkimiz uykudan kaosa, kaostan düzenli objeler dünyasına geçerek uyanır. Hareketi, sesi, rengi, şekli, sayıyı, mekânı, zamanı... idrâk ederiz. Sebep-sonuç, canlı-cansız ayırımı yapmaya başlarız, zihnimiz aydınlanır, düzene kavuşur. Zihnimizi bütün varlığın merkezinde hissederiz, idrâkimizde ben ve Ötesi doğar Merkez, güya "ben"dir. Öte, sanki ben'in etrafıında döner; herşey ben içindir sanki. Hayat ve tabiatı sever, yaşamak için derin bir istek duyarız. Zamanla, etrafımızda dolaşan varlıkların bize yararlı oldukları kadar zararlı da olduklarını görürüz.

Yararlı olanları dost, zararlı olanlan düşman ilan eder; kanlı ve kansız bir mücadelenin içinde buluruz kendimizi. Ölümle pençeleşmeye ve onu hep dışımızdakilere tattırmaya çalışırız. Dışımızdaki her varlığı da bizim gibi görürüz. İnsanların yaşama savaşı gibi, hayvanların, bitkilerin ve hattâ cansızların bile varlığını sürdürmek için, savaştıklarını görürüz. Her şey bir diğerini yemek için ağzını açmış fırsat kollar durumdadır sanki. Yalnızlığımızı hisseder ve ürpeririz.

Duyularımızıın dünyası bize dehşet ve korku vermeye başlar. Objeler dünyası bizi dışımızdan saran bir tehlikeler dünyası haline gelir. Ondan korunmak için, ona hükmetmek çabasına gireriz. Fırtınaları, denizleri, deli deli akan nehirleri, vahşî hayvanları, ateşi, dağları ve bitkiler âlemini bize yararlı kılmak için çalışırız. Mutluluğu ve ölümsüzlüğü ararız. Fakat zamanla yenilgimizi dehşetle görürüz, güçsüzlüğümüzü anlarız. Bizden sonra gelenler bıraktığımız yerden devam ederler. Fakat, biz yenik düşeriz, yahut yenik düşeceğimizi bilir ve ıstırap duyarız. Sınırlılık, fânilik, esaret, izafilik ve âcızlik varlığımızı istilâ eder; yeis bizi kuşatmaya ve teslim almaya başlar. Buhar ve ateş kumkuması bir cehennem gibi, bizi hazmetmeye başlar. Kendimizi bir böcek, solucan gibi hissederiz, başımız döner, midemiz bulanır. Kendi gözümüzde alçalırız.

Kendimizi ‘hayvan insan" durumunda hissederiz Hayvan insan içgüdüleri ile, egoizması ile, fizyolojik hayatı ile bize vahşi ve fakat zeki bir vahşi hayvan durumunda gözükür. Yaşamak, fizyolojik ve içgüdüsel gerginliklerden kurtulma şeklinde belirir. Hedonizmin (zevkçi felsefesinin) içinde buluruz kendimizi Dünya, iştahımız için hazırlanmış bir sofradır, Yemek, içmek, lezzet ve haz ararız. Çılgınca bir müziğin gürültüleri içinde, Histeri nöbetleri geçirircesine dans ederek, organizmamızı kan ter içinde bırakarak yorgunluğun, bitkinliğin verdiği uyuşukluk içinde bir ân olsun kendimizi unuturuz. Kahkahalar ve renkler cümbüşü içinde, fâni hayattan ne koparırsak kârdır. Ama, bütün bu çırpmışlar hep hayal kırıklığı ile, ümitsizlikle sonuçlanır. İnsan kendini dinlemek ve iç dünyasındaki kıpırdamaları da mânâlandırmak ihtiyacındadır. Böylece, duyular dünyasında özlediğini bulamayan insan, onu iç dünyasında arar.

Birçok psikanalistler, özellikle Freud, bu yönelişi yüceltme (sublimation) adını verdiği marazı bir mekanizmaya bağlamak ister Bir nevi gerçeklerden kaçtığımızı ifade etmeye çalışır. Halbuki, hedonizmin (zevkçliğin) bir marazi telâfi mekanizması olması ihtimali üzerinde durmak, kişinin şuurundaki ebedilik ihtiyacını fanilikte, sonsuzluk ihtiyacını sınırlıda, hürriyet ihtiyacını kendini unutmakta, bir'lik ihtiyacını sürüye katılmakta, mutlak'a olan ihtiyacını izafîde tatmin etmeye çalışmasını geriye kaçma (regression) mekanizması ile açıklamak mümkündür. İnsanın hayvanî hayata hasret duyması, yüksek idrâkini uyuşturmaya çalışması, düşünme ve şuur hayatından içgüdüsel ve fizyolojik hayata sığın-ması marazi bir anlam taşımıyor mu? İnsanın, insanca yaşamaktan kaçması nasıl normal olabilir?



 S.Ahmed Arvasi

Devamını Oku »

Bunalım ve İnsan

insan-ve-bunalim

Kitabımızın başından beri savunageldiğimiz üzere, tekrar edelim ki, organizmamız ve duyularımız sınırlılığı, esirliği, fâniliği, izafiliği telkin ettiği halde; iç idrâkimizi teşkil eden şuurumuzda, bunların zıddı özlemler buluyoruz. Şuurumuz sınırlı,fani,esir ve izafi bir organizmanın içine hapsedilmiş ebedîlik, sonsuzluk, hürriyet ve mutlaklık gibi durmaktadır. Bizim organizmamızda sanki sonsuzluk sınırlılığa,hürriyet esarete, ebediyet fâniliğe, mutlaklık izafîliğe teslim edilmiş gibidir. Bizi bunaltan, bu durumu idrâk etmekdir. İdrakimiz bu çelişik durumdan kurtulamamanın çırpmışları içindedir.Daracık bir kazan gibi duran organizmamın bu duyularımın sınırlarını zorlayan, onu yetersiz bulan ve onu aşmaya çalışan, şuurumuzu istilâ eden bir iç haykırışı inkar etmek kaabıl değildir. Sanki, sonsuzluk, ebediyet ve mutlaklık bizim gönlümüze oturmuş, organizmamızın ve duyularımızın sınırlılığını, güçsüzlüğünü ve yetersizliğini işaret edip durmaktadır.

Bir Hadis-i kudsîde "yeryüzüne ve göğe sığmam; fakat inanan kulumun gönlüne sığarım' diye buyurulur.

Sonsuz olan, sınırlı olanın "kalbinde" taht kurarsa ne olur? Sınırlı olan aczinden çırpınır durur. Böylece idrâkimiz duyuların sınırlarını zorlayıp ebediyete, hürriyete, sonsuzluğa ve Allah'a doğru bir çıkış ve yükseliş yolu aramaktadır.

Görülüyor ki, bunalım, şuurun duyuları aşma cehdini, ruhun organizmanın güçsüzlüğünü görmesini ifade eder. Bunalım bizi ebediyetlere doğru Allah'a doğru fırlatan bir iç iticidir, insan yüksek idrâk seviyesini iptal etmedikçe bundan kurtulamaz. Bunalım içinde boğulduklarını söyleyen nesillerin uyuşturucu maddelere düşkünlüğü ne kadar mânidârdır. Kendi gerçeğini görmemek için gözlerini yummak gibi, içindeki çığ'lığı duymamak için şuurunu uyuşturmak veya içgözunü kapamak insana gerçekten hüzün veriyor .

S.Ahmed Arvasi
Devamını Oku »