Sünnet'i İnkarın Delilleri


Sünnet'i İnkarın Delilleri


SORU 34: Sünneti inkâr için hangi deliller ileri sürülmektedir? Bunlar isabetli midir?

Sünneti inkâr edenlerin ileri sürdükleri deliller esasen dörttür.! Bunları şu şekilde belirlemek ve cevaplamak mümkündür.

1-“Din kat’î olmalıdır. Sünnet ise zannîdir. Kur’ân’da ise zan ve şüphe yoktur. Allah ‘Bu kitapta asla şüphe yoktur.' buyurmaktadır. Ayrıca Kur’ân zanna uymayı da yasaklamıştır.”

Burada epey bir mesele iç içe sokulmuştur. Belli ki kat’îlikten te-vâtür kastedilmektedir. Buna göre Kur’ân mütevatirdir ve sübûtul katîdir. Sünnet ise âhâd haberdir ve sübûtu zannîdir. Buraya kadar doğrudur. Bundan sonra gelen hüküm cümleleri ise oldukça problemlidir. Sünnet zannî olduğu için Kur’ân ona uymayı aslında yasaklar. İşte bu noktada her zan (kastettiğimiz galib zandır) ifade edenin uyulmaması gereken şey olduğu tesbiti sorgulanmalıdır. Bir kere Kur’ân’nın yasakladığı zan hakikat karşısında, kesin bilgi, vahiy karşısındaki zandır. Bu zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez. Dolayısıyla imana ve tevhîd konularında zannın yeri yoktur.

Diğer taraftan Kur’ân’ın sübût yönünden kat’î olduğu söylenebilirse de delâlet bakımından heri zaman kat’î değildir. Bazı ayetlerin delâleti zannî olabilir. Ayetin zannî olması muhtemel birkaç anlamının bulunduğu manasına gelir. Bu! itibarla onun muhtemel manalarından birisi tercih edilip uygulanırsa! bu uygulamanın zannî olduğu, dolayısıyla bâtıl olduğuna hemen kararj verilemez. O halde delâleti zannî de olsa biz naslara uymakla mükel­lefiz. Bir şekilde nasları anlamada gayret sarfetmeli, yani ictihâd etme­li, ardından oluşan galip zanna göre amel etmeliyiz.

İmam Şâfiinin bu meselede ortaya koyduğu bir akıl yürütme vardır ki oldukça aydınlatıcıdır. Ona göre kat’î bir delille haram olan şey zannî bir delille mübah olabilir mi? Olabilir. Eğer mahkemede iki şahit birinin bir adam öldürdüğünü söylerse o kişiye kısas uygulanır.

Adam öldürmek kat’î delillerle haramdır. İki şâhidin şahitliği ise zan­nî bir durumu ifade eder. Zira bunların yalan veya yanlış şahitlik et­meleri muhtemeldir. O halde niçin bu şahitliği kabul edip haram olan bir şeyi mübaha çeviriyoruz? Çünkü iki kişinin şahtitliğini kabul et­meyi Allah emretmektedir. Bunun gibi haber-i vâhid de olsa, bunları nakleden râvîlerin yalan veya yanlışlık yapma ihtimali de olsa, Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarına uymakla mükellefiz. Çünkü ona uymayı bize Allah emretmektedir.

2-“En‘am Sûresi 38. ayetinde Allah, “Biz Kitab’da hiçbir şeyi ek­sik bırakmadık.” buyurmaktadır. Dolayısıyla sünnete ihtiyaç yoktur. 

Bu ayeti okuyanlar Hz. Peygamber’e itaatle ve ona beyan yetki­sinin verilmesiyle ilgili ayetleri de okumalıdır. Bu ayetleri okuyan sahâbe şeksiz Hz. Peygamber’e uymuş, ilk ayete dayanarak Hz. Pey­gamber’e uymayı reddetmemiştir. O halde En‘am Sûresi’nin ayeti doğru anlaşılmalıdır. Bir kere ayet sünnete uymamakla ilgili olarak inmemiştir. Ayrıca bu ayeti mutlak olarak alırsak iki şeyle çelişir. Bi­ri akılla. Akıl her şeyin Kur’ân’da olmadığına hükmeder. İkincisi Kur’ân’la. Kur’ân’da “Bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” ayeti geç­mektedir.

Demek ki, her şey Kur’ân’da yoktur. O halde burada mak­sat -bazı cüz’î meseleler olsa da- Kur’ân’da her şeyin değil, esasen ge­nel ilkelerin ve temel prensiplerin bulunduğudur. Diğer taraftan hiç­bir şeyi eksik bırakmadık derken kastedilen; iman, tevhîd ve nübüv­vet konularıdır. Son olarak kitapta hiçbir şey eksik değilse, kitaptan Levh-i Mahfûz’u anlamak da mümkündür. Orada gerçekten her şey kayıtlıdır. Hangi ihtimal olursa olsun ayet kesinlikle sünnete uyma­makla ilgi değildir.

3-“Tek bir vahiy vardır. O da Kur’ân vahyidir.Allah vahyedecekse onu Kur ân’ına alır. Başka türlü neden vahyetsin?!”

Bu anlayış Allah’ın elçileriyle tek bir şekilde konuşması gerekti­ğinden yola çıkıyor. Bir anlamda Allah’, tek bir şekilde konuşmaya,iletişim kurmaya icbar ediyor. Allah’ın nasıl konuşacağına biz nasıl karar verebiliriz? Onu nasıl icbar edebiliriz?! Şûrâ Sûresi’nin 51. ayetinde Allah insanlarla üç türlü konuşabileceğini buyurmuyor mu? Sünnet-vahiy ilişkisinin sorulduğu bölümde detaylı bilgiler verdik.Oraya bakılmalıdır. Ancak burada Allah’ın elçisiyle Kur’ân dışında iletişim kurabileceğine Kur’ân’dan bir örnek vermek istiyorum.

Meşhur kıble meselesinde Allah şöyle buyurur: “Biz, senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip- durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette senin hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 144)

Hz. Peygamber önceleri Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılıyordu. Peki Mescid-i Aksa’ya dönmekle ilgili bir emir Kur’ân’da var mıdır? Yoktur. O halde Hz. Peygamber bu emri nereden almıştır? Burada akla “İctihadla oraya dönmüş olabilir.” şeklinde bir düşünce gelebilir. Bu, ihtimal dışıdır. Şayet ictihadla oraya dönmüşse, ictihâdla Mescid-i Haram’a da dönebilirdi. Oysa “Yüzünü göğe doğru çevirip durmaktadır.” Yani Mescid-i Haram’a dönmeyi istemekte, ama dönememektedir. O halde Mescid-i Aksa’ya dönüşü de kendiliğinden olmamıştır. Sadece bu örnek bile Allah’ın Kur’ân dışında kalbe ilkâ etmek süreriyle Hz. Peygamber’e ileti gönderdiğini ortaya koymaktadır

4-“Hadîsler de Kur’ân gibi uyulması gereken şeyler olsaydı,onlar da Kur’ân gibi yazılırdı. Hz. Peygamber Kur’ân’dan başka şeylerin yazılmasını yasaklamıştır. Bu da uyulması gerekenin Kur’ân olduğunu gösterir.”

İlginçtir! Bu örnekte sünnete uymayı reddetmek için hadîslerden delil getirilmiştir. Bu çifte standartlık bir yana Hz. Peygamber’in kendisinden Kur’ân dışında bir şey yazılmasını yasakladığına dair ifadeler doğrudur. Ancak bunun yanında Hz. Peygamber döne­minde hadîslerin yazıldığı, Allah Resûlü’nün buna izin verdiği vakı­ası da dikkate alınmalıdır. Bir delili alıp diğerlerini görmezlikten gelmek ilmî bir tutum olamaz. Mesele bu iki grup delilden birinin tercih etmek olursa kesinlikle hadîslerin yazıldığına dair hadîsleri tercih etmek gerekecektir. Çünkü bu hadîsler oldukça fazla ve çeşitlidir. Oysa yasak hadîsi bir sahâbîden nakledilmiştir.

Hal böyle olsa da İlmî olan tavır her iki grup hadîsi anlamaya çalışmaktır. Aca­ba yasak hadîsindeki yasaklık mutlak mıdır? İzin verildiğine göre mutlak değildir. O halde yasaktan ne kastedilmiştir? Bu konuda çe­şitli te’viller ileri sürülmüştür. İzin hadîsleri yasak hadîsini neshetmiştir. Bu durumda Allah Resûlü’nün bir dönem de olsa sözlerini yasakladığı anlamı çıkar ki isabetli değildir. Abdullah b. Amr gibi yazı bilenlere yazma izni vermiştir. Abdullah’ın dışında da yazı ya­zanlar olmuştur. İzin neden bir kişiye has olsun ki! Aynı anda hem yasağın hem de iznin bir gerekçesi olmalıdır.

Büyük ihtimalle Hz. Peygamber, Kur’ân sahifeleriyle karışmasın diye sözlerinin Kur’ân sahifelerinin kenarına yazılmasını yasaklamıştır. O dönem Kur’ân’ın muhafazasına büyük ihtimam gösteriliyor, her türlü ted­bir almıyordu. Belli ki, vahiy kâtibleri veya özel mushafı olanlar yazdıkları Kur’ân sahifelerinin kenarına Hz. Peygamber’den duy­dukları bazı şeyleri hemen not ediyorlardı. Bunun ileride sıkıntıla­ra yol açabileceğini düşünen Allah Resûlü buna mani olmak istemiş­tir. Bunun dışında dileyen, yazabilen onun sözlerini istediği yere kaydedebilecektir

Son olarak şunu sormak gerekir: Bir şeyin delil olması yazılı ol­masına mı bağlıdır? Yazılı olmayan şeyler delil olmaz mı? Bir şeyin delil olma şartı yazı olamaz. Zira sözü yazan adil biri değilse o sözün yazılması bir mana ifade etmez. Diğer taraftan mesela namazı ele ala­lım. Bütün şartlarıyla birlikte Resûlullah’ın bunu yazdırdığına dair bir bilgiye sahip değiliz. Şimdi namaz kılmayacak mıyız? Allah Resû­lü “Beni nasıl görüyorsanız öylece kılınız.''demiştir. Namaz nesilden nesile böyle aktarılmıştır. Ne olacak şimdi?!

Yine Kur’ân naklinde de birinci derecede ezberde olana itibar edilmiştir. Acaba Kur’ân sırf ya­zıldığı için mi bizler için delil oluyor, yoksa yüz binler nesilden nesi­le onu ezberden naklettiği için mi? O dönemin yazı çeşidini düşün­düğümüzde gerçekten zorlukları var, onun için gelişmiş ve (nokta ve hareke açısından) nisbeten değişmiştir. Elbette yazı çok önemli bir takviye unsurudur; ancak birinci derecede Kur’ân’ı muhafaza eden ezberdir.


100 Soruda Hadis Meseleleri - Yavuz Köktaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder