Selçuklular sanatta nasıl bu kadar yükseldi?







Anadolu Medeniyetini hem de Haçlı Seferleri ve Moğol istilası sırasında nasıl özgün bir şekilde ortaya çıkardılar?

SELÇUKLU SANATI VE KOZMOLOJİSİ

Sanat kavramının kökeni, Kur’an-ı Kerim’deki ‘sun’ kelimesidir. Ragıp İsfehani’nin Müfredat’taki izahatına göre sun, bir fiili icat etmektir. Ancak her fiil sun değildir. Sun, ancak Allah-u Teala’dan ve onun lütfu ile insanlardan sadır olabilen güzel işlerdir. “Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır” (Neml Suresi 27/88) ayet-i kerimesi, asıl ve hakiki sanatkarın kim olduğuna işaret eder.

Cemil Meriç, bir medeniyetin varlığının ve derinliğinin üç sanat dalı ile ölçülebileceğini savunur. Bu üç kriter mimari, edebiyat ve musikidir. Cemil Meriç’e göre medeniyet sıfatını kazanmak, bu üç kriterde özgün üsluplar oluşturmakla mümkündür. Bizim medeniyetimiz, her alanda olduğu gibi, sanatın bu üç temel alanında da, çağları aşan dirilikte bir anlayış geliştirmiştir.  Bu anlayışın her devirde kendine has bir yansıması vardır. Bu haberde, kendi sanatımızın en güzel yansımalarından biri olan Selçuklu Sanatı’nı, bir nebze de olsa anlatmaya çalışacağız.

Dört yüzyıla hakim Selçuklu sanatı

Selçuklu Sanatı, XI. yüzyılda Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşuyla başlayıp, Anadolu’daki 1. Beylikler Dönemi, Anadolu Selçukluları Dönemi, 2. Beylikler Dönemi ve Devlet-i Âliye’nin ilk devri boyunca etkisini sürdüren bir ekoldür. Ayrıca birçok açıdan Selçuklu üslubuna benzerlikleri olan Memluk Sanatı, Mısır ve Suriye’de varlığını XVI. yüzyıla kadar sürdürmüştür. XI. yüzyıldan, XV. yüzyılın ilk yarısına kadar, İran, Anadolu, Kafkasya, Suriye ve Irak’ta Selçuklu Sanatı’nın hakimiyetinden bahsedebiliriz. Ancak Selçuklu Sanatı’nın karakteristik özelliklerinin tamamen oluştuğu ve kendi zirvesine ulaştığı dönem, Anadolu Selçukluları’nın,  Anadolu’yu bir baştan bir başa imar ettikleri 1150 – 1277 yılları arasındaki dönemdir.

İznik, Konya, Amasya, Tokat, Sivas, Kayseri, Malatya, Hasankeyf, Mardin, Diyarbakır, Erzurum, Erzincan, Kemah, Şebinkarahisar, Divriği, Antalya, Alanya, Ankara, Manisa, Tire, Birgi başta olmak üzere bütün Anadolu, Selçuklu Sanatı’nın en güzel örnekleriyle bezenmiştir. Anadolu Selçuklu Sanatı, medeniyet tarihimizin de önemli bir merhalesini teşkil etmektedir. Selçuklu dönemi sanatının bütününe bakıldığında, en önemli özelliği, kendinden önceki dönemlerin kazanımlarını temel alarak ve devam ettirerek, geleneğin devamı olan yeni bir üslubu oluşturabilmesidir. Bu üslubun oluşumunda tasavvufi düşüncenin büyük etkisi vardır.

Her şeyin toplandığı vahdet

Tasavvufi düşünce, Allah ile insan, Allah ile âlem ve insan ile âlem arasındaki ilişkiyi tevhid yani birlik temelinde izah eder. Allah birdir ve Allah’ın birliği, Allah’ın isim ve sıfatlarının sonsuz tecellilerinin aynası olan insanın ve âlemin hakikatidir. İnsan ile âlem arasında da birlik ilişkisi vardır. Denilebilir ki insan yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak, Allah’ın isim ve sıfatlarının sonsuz tecellilerinin aynası olduğu gibi, âlem dediğimiz kainat da, insanda tecelli eden İlahi hakikatin yansımasıdır. Bu yüzden insana âlemin özü veya küçük âlem, kainata da büyük âlem denilerek insan ile kainatın birliğine işaret edilir. Böylece kesret denilen çokluk,  kainatı ifade eder ve insan aynasında görülen birliğin yansıması olarak kurgulanır. Bir Selçuklu devri mutasavvıfı olan Mevlana, bu hakikati “Güzellik tektir, aynaları çoğaltırsan o da çoğalır” diyerek anlatır.

Öte yandan insanın ve kainattaki varlıkların bu âlemdeki görünümlerinin ölümlü ve sonlu olması, Allah’ın ebedi ve baki oluşuyla bir tezat teşkil eder. Bu tezat İslam inancında Allah’ın sayısız isim ve sıfatlarının hep zıtlarıyla kaim olmasının da bir neticesidir. Çünkü Allah’ın isimleri Hadi –Mudil, Cemal – Celal, Afuvv - Muntakim, Evvel - Ahir gibi hep zıtlarıyla birlikte izah edilir. İnsan ise Allah’ın yeryüzündeki halifesi sıfatını, bütün bu zıtlıkların tecellilerini kendinde birleştirmesi ve bütün zıtlıkların hakikatindeki birliği görebilmesi sebebiyle kazanmıştır. İslam inancındaki kesret - vahdet yani birlik – çokluk ilişkisi, çokluğun birlikten çıkması ve birliğe dönmesi, fena ve bekanın yani sonlunun ve sonsuzun insandaki birlikteliği,  insanın bütün zıtlıkları kendinde birleştirmesi gibi ilkeler İslam Sanatı’nın da temelini teşkil etmiştir.

Kainatın ve insanın sanata yansıması

İslam inancında varlığın ortaya çıkışı Allah’ın kün yani ol emriyle bir anda gerçekleşmiştir. Bu bir anda ortaya çıkan varlık bir nokta ile yani Arap alfabesindeki B harfinin noktasıyla temsil edilir. Bu bir ve tek an içinde zaman ve mekan tek bir noktadan ibarettir. Bu tek noktanın dairesel hareketi zamanın oluşumunu ve kainatın helezonik genişleyişini sağlar. Kainatın helezonik ve dairesel yapısı, astronomi ilminde temel kaide olan feleklerin devir hareketiyle izah edilir. Bu sebeple İslam kozmolojisi, kainatın ana unsurları olan mekanın ve zamanın helezonik şekilde tasvirine ve bu helezonun dairesel tablolarla ifadesine dayanır. Bütün bu anlayışın neticesinde Selçuklu Sanatı’nda nokta motifi doku ve ritim değişikliği oluşturmakta ve aynı zamanda birliği sağlamakta etkili bir unsur olarak kullanılmıştır. Motif gruplarındaki ilüzyonik yapı ise sürekli bir devinim ve hareket hissi uyandırarak zaman ve mekanın dairesel hareketini canlandırır.

Kainatı tasvir eden dairesel kozmolojik tablolar Selçuklu Sanatı’nda önemli bir yer tutar. Abbasiler döneminde girişilen tercüme faaliyetleri ile Eski Yunan Felsefesi’ne Eski Mısır, Hint ve Çin Medeniyetleri’ne ait metinler İslam düşüncesine büyük katkı sağlamıştır. Felsefe, Tasavvuf ve Kelam ilimlerinde altın çağın yaşandığı bu dönemin etkisi edebiyat, mimari ve diğer sanat dallarında bariz şekilde görülmektedir. Selçuklu Sanatı, felsefe tasavvuf ve ilimdeki bu altın çağın sanattaki yansımasıdır diyebiliriz. Gazali, Ömer Hayyam, Mevlana, Yunus Emre gibi büyük mutasavvıf ve düşünürlerin eserleri Selçuklu Sanatı’nın oluşumuna büyük katkıda bulunmuştur.

Karatay Medresesi Kubbesi

Sırlarla dolu ayrıntılar

İbn Sina ile zirvesine ulaşan felsefe ve astronomi çalışmaları, İhvan-ı Safa adlı felsefi ekolün Pisagor’un öğretilerini temel alan ve kainatı mistik rakamsal tablolarla ifade eden âlem tasvirleri, Endülüs’lü İbn Arabi’nin Fütuhat adlı eserinde bulunan ve Karatay Medresesi’nin duvarlarında görülen kainatın dairesel tabloları, Selçuklu Sanatı Kozmoloji’sinin temelini oluşturur. İbn Sina’nın,  İhvan-ı Safa ve İbn Arabi’nin bu dairesel kainat tablolarının tesiri, hem motif yapılarında hem de mimari yapıların planlarında ve kubbelerinde kolayca müşahede edilebilir. Öte yandan İbn Sina’nın Kitab’üş Şifa’sının bölümleri olan “Semâ ve Âlem” ile “Kevn ve Fesad” gibi metinleri başta olmak üzere, İslam Kozmolojisi ve astronomisine ait metinlerin mimaride ve tasvir sanatlarındaki yansımaları üzerine çok az çalışma yapılmıştır. Harran harabelerinin kuş bakışı planının Samanyolu yıldız takımının bir tasviri olduğunun, çok yakın bir zamana kadar sadece süsleme zannedilen Endülüs’teki Elhamra Sarayı duvarlarındaki tasvirlerin içinde gizlenmiş yazılı metinler bulunduğunun anlaşıldığı bir dönemde, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki sanat ve kozmoloji ilişkisinin daha ciddi incelenmesi gerekmektedir.

Selçuklu Sanatı’ndaki motif ve tasvirlerin kökenlerinin Kur’an ve hadisler ile irtibatı görmezden gelinmemelidir. Kur’an’da zengin cennet tasvirleri olduğu gibi, ağaç ve bitkilerin, çeşitli hayvan ve kuşların isimleri de sıklıkla geçer. Kur’an’da güneş, ay ve yıldızlar başta olmak üzere semanın,  dağlar, denizler ve ağaçlar başta olmak üzere yeryüzünün Allah’ın ayetleri olarak tanımlanması, bu motiflerin süsleme sanatlarında kullanımına etki etmiştir. Kur’an’da, kainatın en uç noktasında olduğu bildirilen Sidret’ül Münteha adlı ağaç, tasavvufta Şeceret’ül Kevn (Varlık Ağacı) adıyla isimlendirilmiştir. Ağaç tasvirlerinin gelişiminde bu etki gözden kaçırılmamalıdır.

Kitaplarda yer alan semboller

Abbasiler döneminde tercüme edilen bir Hint klasiği olan Kelile ve Dimne adlı eser, tüm kahramanlarının hayvanlardan oluştuğu bir ahlak kitabıdır ve bu kitabın yazma nüshalarındaki minyatürler ile birlikte hayvan motiflerinin kullanımının yeniden canlandığı söylenebilir. Yine mutasavvıf İran şairi Feridüddin Attar’ın Mantık’ut Tayr adlı eseri, değişik türden kuşların Anka Kuşu’nu aramak için çıktıkları yolculuğu anlatır. Bu eser, zengin kuş tasvirleri ile kuş motiflerinin  kullanımında etkili olmuştur. İbn Arabi’nin kainatı, insanlık ağacı ve dört kuş ile (Anka, Kartal, Güvercin, Karga) temsil ederek anlattığı İttihad-ı Kevni risalesini de zikretmek gerekir. Savaş ve av sahnelerinin tasvirleri, Gazneliler dönemi sanatçısı olan Firdevsi’nin meşhur Şehnamesi’nin minyatürlü nüshalarıyla birlikte yaygınlaşmıştır. Edebiyatımızda bu dönem ortaya çıkan zengin tasvir geleneği, Selçuklu Sanatı’nın temellerinden biri, belki de birincisidir.Konya İnce Minareli Medrese

Selçuklularda yıldız motifinin kullanımı çok yaygındır. Hz. Süleyman’ın mührü olarak kabul edilen altı köşeli Davut yıldızı esas motiftir. Selçuklu tasavvuf düşüncesinde, Davut yıldızı İslam’a ait bir semboldür. Hz. Süleyman (AS)’a, ettiği dua üzerine, Hatem’ül Enbiya Hz. Resulullah (SAV)’a ait hazinelerden biri olan Besmele-i Şerif’in sırrının öğretildiği, bu sır sayesinde cinlere, hayvanlara ve tabii kuvvetlere hükmedebildiği kabul olunur. Bunun delili, Kur’an-ı Kerim’in “O mektup Süleyman tarafındandır, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlamaktadır” (Neml Suresi 27/30) ayetidir. Davut yıldızı, besmele-i şerife dayanan hakimiyetin sembolüdür. Bu yüzden İslam ordularının sancaklarında da kullanılmıştır.

Dairenin bölünmesi ile elde edilen 6 ve 12 sayıları, güneşin çizdiği çemberle ilişkili kozmik sayılardır. Güneşin bir yılda geçtiği on iki gezegen, kainatın altı günde yaratılması önemlidir. Güneş, ay ve dünyanın hareket ritimleri kozmik sayıların anahtarıdır. Bu üçlü ilişki üç sayısına ağırlık verir. Dört rakamı, Kabe’nin yapısına, dört halifeye ve anasır-ı erbaa denilen kaninatın dört unsuruna (su, hava, toprak, ateş) işaret eder. Beş, İslam’ın şartlarının sayısıdır. Altı, kainatın yaratıldığı gün sayısıdır. Merkez nokta ile birlikte yediyi bulur. Dünya yedi iklimden müteşekkildir. Altı on ikiye götürür ki on iki; üç ve dört sayılarını birleştirir. On iki imam ve on iki havari, İsrail oğullarının on iki kabile olması, on iki burç, bir yılda on iki ay olması önemlidir. Ayın ritim sayısı yedidir, semanın yedi, feleklerin ise dokuz kat olduğuna inanılır.

Efendimizin sembolü:Ay

Ay, Resulullah’ın (SAV) sembolüdür. Kamer Suresi bunun delilidir. Müslümanların kullandığı takvim de ay yılına dayanır. Dolunaydan hilale kadar ayın değişken hali, sanatta zengin çağrışımların da önünü açmıştır.

Selçuklu Sanatı,  mimari,  taş oymacılığı,  ahşap oyma sanatı,           hat sanatı, çinicilik,  halıcılık gibi dallarda özgün bir tarz oluşturabilmiştir. Üstelik bunu çok zor bir dönemde, Haçlı seferleri ve Moğol istilası gibi faciaların ortasında başarabilmiştir. Günümüzde mimari, edebiyat ve musiki başta olmak üzere, hiçbir sanat dalında özgün bir üslup oluşturamadığımız açıktır. Bunun temel sebebi, sanat anlayışımızın, medeniyetimizin ruhu ile bağlarının kopmuş olmasıdır. Medeniyetimizin ruhu, din, ilim ve sanatın bütünlüğü temeline dayanır. Halbuki günümüzde, din, ilim ve sanat arasındaki bağlar koparılmış olduğu gibi, üstelik her biri kendi içinde Batılı değer yargılarının istila ve işgali altındadır. Selçuklu örneğinde gördüğümüz üzere, sanatta üslup mutlak surette bir dünya görüşüne ve kainat anlayışına dayanır. Bugün, çok değerli mimarlarımız, taş ve ahşap oyma ustalarımız, hattatlarımız, tezhip ve kalem işine vakıf nakkaşlarımız var. Belki sayıları da Selçuklu hatta Âl-i Osman dönemine göre daha fazladır. Ama yine de bir Karatay Medresesi, bir Rüstem Paşa Camii gibi zaman ve mekanı aşan özgünlükte eserler yapılamıyor. Çünkü eksik olan medeniyetimizin ruhudur, eksik olan dünya görüşüdür ve eksik olan varlık anlayışımızdır. Bu eksikliğin sebebi ise sanatkarlarımız değil devlettir, devletin ve toplumun hareket istikametidir.

Abdülhamid Ahdar yazdı

Manşet foto: Konya İnce Minareli Medrese

http://www.dunyabizim.com/hikmet/8065/selcuklular-sanatta-nasil-bu-kadar-yukseldi

Devamını Oku »

Sosyal Medya Bağımlılığı



Internet teknolojisi her türlü bilginin, verinin, sayısal içeriğin paylaşılmasına imkân veren kapsamlı bir iletişim ortamdır. Bireyler internet üzerinden haberleşebildikleri gibi sosyal pay­laşım ağları aracılığıyla taleplerini, duygu ve düşüncelerini akta­rabilmekte; çeşitli gruplara üye olarak karşılıklı bir şekilde oyun oynayabilmektedirler. Ancak sürekli olarak sosyal ağlarda yer almak isteyen ve zamanının çoğunu sanal ortamda geçiren bireyleri bekleyen en büyük tehlike ise sosyal medya bağımlılı­ğıdır. Sosyal medya bağımlılığına değinmeden önce "bağımlılık" konusuna açıklık getirmek gerekmektedir.

5.1. Bağımlılık Nedir?

Bağımlılık üzerine farklı tanımlamalar yapabilmek mümkün­dür. Türk Dil Kurumu'na göre "bağımlı"; "başka bir şeyin iste­mine, gücüne veya yardımına bağlı olan, özgürlüğü, özerkliği olmayan, tabi" ve "bir kimseye veya şeye maddi veya manevi yönden aşırı bağlı olan" gibi anlamlara gelmektedir. Bağımlılık ise; "bağımlı olma durumu, tabiiyet" durumunu ifade etmek­tedir. (http://www.tdk.gov.tr, 2013) "Bir madde ya da davranı­şı kullanmayı bırakamama veya kontrol edememe" şeklinde de tanımlanan bağımlılık kavramı uluslararası literatürde "depen­dence" ve "addiction" kelimelerine karşılık gelmektedir. (Günüç, Kayri, 2010: 220) Bağımlılık kavramı genellikle alkol, uyuş­turucu, sigara gibi maddelere yönelik aşırı istek olarak düşü­nülmektedir. Fakat bu kavram aşırı bir biçimde sergilenen dav­ranışlar için de kullanılmaktadır.

Bağımlılığın temel olarak iki kolu bulunmaktadır. Bu kollar­dan ilki madde bağımlılığı, diğeri ise davranışsal bağımlılıktır. Kullanıldığında bireylerin fiziksel, zihinsel, biyolojik yapısına zarar veren, değişik yollarla alınan ve beyinsel işlevlerde deği­şim yaratan alkol, esrar, eroin, kokain gibi reçete ile verilmeyen maddeleri sürekli olarak alma arzusu madde bağımlılığı olarak ifade edilmektedir. (Ceyhun v.d., 2001:87) Davranışsal bağımlı­lık ise belirli bir davranışın düzenli bir şekilde sürekli sergilen­mesi neticesinde bireyin psikolojik, bedensel ve toplumsal yapı dahilinde dengesini kaybetmesi, düzeninin bozulması ve çev­reden giderek kopmasına neden olan durumdur. Davranışsal bağımlılık sonucunda birey çevresi ve toplumla düzenli bir şe­kilde iletişim kuramamaktadır. (Karaman, Kurtoğlu, 2009: 641) Davranışsal bağımlılıklar kesinlikle kimyasal bir özelliğe sahip değildir. Olumsuz sonuçlarına rağmen birey kendisini çoğu zaman kontrol edememekte ve sürekli olarak yoğun bir şekilde arzuladığı eylemi gerçekleştirmek istemektedir. Bağımlılıklar bireyin hayatına müdahale edebilmektedir.

5.2. Sanal Dünyaya Karşı Oluşan Yoğun İlginin Nedenleri ve İnternet Bağımlılığı

Sanal ortam, her türlü bilgiye kısa sürede ulaşmayı sağlayan yepyeni bir dünya oluşturmuştur. İletişim çağının olmazsa ol­mazı durumuna gelen internet, kitle iletişim araçlarının çehre­sini hızlı bir şekilde değiştirmiştir. Bugün internet, her türlü iletişim teknolojisinin temelinde yer almaktadır. Sanal dünya çeşitli faydalar sağladığı gibi birçok olumsuzluğu da beraberin­de getirmektedir. Bireyler sağlıksız ve kontrolsüz bir şekilde sanal ortamda vakit geçirdiklerinden dolayı sosyal ve psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalabilmektedirler. (Ceyhan, 2008:109) Bu sorunlara zamanında müdahale edilmediği takdirde önüne geçilmeyecek durumlar meydana gelebilmektedir.

Özellikle gençler sanal dünyaya yoğun ilgi göstermektedir. İnternetin yeni bir teknoloji olması ve gençlerin bilgisayarlarla sürekli etkileşim içerisinde bulunması bu ilginin en temel se­bepleri arasında yer almaktadır. Dursun'un (2004: 5) üniversite gençliğinin internet kullanımına yönelik yaptığı araştırma bu ilginin nedenini açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Yapı­lan bu araştırma neticesinde elde edilen bulgular Tablo 4'te görülmektedir.



Çalışma neticesinde katılımcıların daha çok elektronik posta atmak, haber okumak- medyayı izlemek, eğlenmek, müzik dinlemek-resim yapmak ve oyun oynamak gibi nedenlerle in­terneti kullandığı ortaya çıkmıştır. Yine Okay tarafından benzer bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma neticesinde elde edilen bulgular Dursun'un yapmış olduğu araştırmayla benzer­lik göstermektedir. Okay'ın yaptığı araştırmada genel bilgi arama, oyun oynama, sohbet etme, yazılım (program) indirme, gazete / dergi okuma, televizyon, video izleme, müzik dinleme, yarışmalara katılma, bahis oyunlarına iştirak... v.b. gibi neden­lerle bireylerin interneti kullandığı görülmektedir. Çalışmada internet üzerinden kurs alma, e-posta gruplarına ve forumları­na katılma oranlarının düşük olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. (Okay, 2010: 102) Bu noktadan hareketle internetin genel ola­rak iletişim amaçlı kullanıldığını söylemek doğru olacaktır.

İnternetin gelişi güzel bir şekilde kullanılması ve internet karşısında kontrolsüz bir şekilde vakit geçirilmesi internet ba­ğımlılığına neden olmaktadır. İlk kez 1996 yılında Dr. Ivan Goldberg tarafından kullanılan bu kavram 2000Tı yıllara gelin­diğinde patolojik incelemeler neticesinde ruhsal bir sorun ola­rak nitelendirilmiştir. Uluslararası literatürde "internet addic­tion" şeklinde yer alan internet bağımlılığı; aşırı ve problemli internet kullanımını ifade eden bir kavramdır. Sanal dünya üzerine incelemeler yapan araştırmacılar internet bağımlılığını tanımlamak için Amerikan Psikiyatri Birliğinin sınıflandırma sistemi olan DSM (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) kriterlerini kullanmışlardır, internet bağımlı­lığını tanımlamaya çalışan araştırmacılar seks, kumar, alkol bağımlılıklarını da inceleyerek çalışma sahalarını genişletmiş­lerdir. (Günüç, Kayri, 2010: 221) İnternet bağımlılığı; genel olarak internet ortamında sürekli var olmak isteme arzusu ve interneti karşısında kontrolsüz bir şekilde vakit geçirme şeklin­de ifade edilebilmektedir. Kısacası zamanın büyük çoğunluğu­nun internet başında geçirilmesi internet bağımlılığının hem belirtisi hem de nedenidir.

Araştırmacıların bir kısmı internet bağımlılığı kavramını ter­cih etmemekte, bunun yerine problemli internet kullanımı ifadesini kullanmaktadırlar. Dolayısıyla bilimsel çalışmaların bir kısmında internet bağımlılığı; problemli internet kullanımı ola­rak nitelendirilebilmektedir. Davis'e göre internet bağımlılığı (problemli internet kullanımı); uyumsuz düşünce ve patolojik davranışları içeren psikolojik bir durumdur. Kandell da internet bağımlılığına psikolojik bir bakış açısıyla yaklaşarak gençlerin en riskli grupta yer aldığını belirtmiştir. Beard ve Wolf internet bağımlılığını sosyolojik bir olgu olarak nitelendirmiştir. Onlara göre internet bağımlılığı bireyleri gündelik hayattan koparmak­ta ve yaşamayı zorlaştırmaktadır. (Özcan, Buzlu, 2005: 20) Gö­rüldüğü gibi internet bağımlılığı bireyin gerek iç, gerekse de dış dünyasını derinden etkilemekte ve tedavi edilmediği takdirde psikolojik açıdan çeşitli sorunlar yaşanmasına neden olabilmek­tedir.

5.3. Sosyal Medya Bağımlılığına Genel Bakış

Sayısal çağa geçişle birlikte teknolojik olarak çok önemli ge­lişmeler yaşanmaya başlamıştır. Global ağ adı verilen internet insanların birbirleriyle iletişim kurmasını kolaylaştırmış ve sos­yal paylaşım ağlarının oluşmasını sağlamıştır. Teknolojinin bu denli ön planda yer aldığı günümüzde internetin psikolojik etki­leri bireylerin tutum ve davranışlarını değişikliğe uğratmıştır. İnternet bağımlılığı olarak bilinen problemli internet kullanımı sosyal paylaşım ağlarının popüler bir hal almasıyla birlikte sos­yal medya bağımlılığına dönmeye başlamıştır. Bireylerin sosyal paylaşım ağlarında yer alma ve sürekli çevrimiçi olma arzuları­nın altında yatan temel nedenler arasında gündelik hayattan kaçma, arkadaş edinme, sohbet, kimlik gizleme ve oyun- eğlence... v.s. yer almaktadır. (Cabral, 2011: 6)

Sosyal medya insani ilişkilerin değişmesine neden olmuştur. Sanal hediyeler, mesajlar ve oyunlar yüz yüze (sıcak) iletişimin tabiri caizse sonunu getirmiştir. Bulunulan noktadan herhangi bir engelle karşılaşmadan iletişim kurmak bireyleri sosyal med­yaya yöneltmeye başlamıştır. Sosyal paylaşım ağlarına yönelik ilginin üst düzeye ulaşması ise sosyal medya bağımlılığına ne­den olmaktadır. Sosyal medya bağımlılığı; Facebook, Twitter, MySpace...v.b. ağlarda sıkça vakit geçirme ve sürekli çevrimiçi kalarak dünyada olan bitenden haberdar olma durumunu ifa­de eden bir kavramdır. Bir hastalık ya da psikolojik bir sorun olarak da nitelendirilen sosyal medya bağımlılığı, sosyal ağların aşırı derecede kullanımı şeklinde de tanımlanabilmektedir. Sosyal medya bağımlılığı bireyleri giderek hayattan soğutmakla birlikte özgüven kaybına neden olmaktadır. (Walker, 2013)

Günümüzde internet kullanıcıları Facebook, Twitter, MyS- pace, Google+...v.b. gibi sosyal paylaşım ağlarına yoğun ilgi göstermekte ve bu ağlar aracılığıyla kendilerine özgü profiller oluşturmaktadır. Böylelikle internet ortamından uzaklaşmak daha da zorlaşmaktadır. Mobil araçların internet ve sosyal pay­laşım ağlarına yönelik uygulamaları desteklemesi sosyal medya bağımlılığını tetiklemektedir. Teknoloji üzerine çalışmalarını yürüten Kimberly S. Young bireylerin internete yönelik bağımlı­lıklarını uzun yıllar araştırmış ve bu incelemeler neticesinde çeşitli tanı ölçütleri ortaya koymuştur. Young'un internet ba­ğımlılığı için önerdiği tanı ölçütlerini sosyal medya bağımlılığı için de kullanabilmek mümkündür. Bu ölçütler 8 maddeyle aşağıdaki gibi sıralanmıştır: (Şenormancı v.d., 2010: 261)

  • Sosyal medyada yapılacak olan aktivitelerin planlanması, tasarlanması ve sürekli olarak çevrimiçi olma arzusu,

  • Keyif almak, eğlenmek ve sıkıntıları gidermek için sosyal paylaşım ağlarında bulunma isteği,

  • Sosyal paylaşım ağlarında vakit geçirme ve bulunma süre­lerini istem dışı bir şekilde kontrol edememe,

  • Sosyal paylaşım ağlarında bulunmama, uzak kalma duru­munda bireyin huzursuzluk ve mutsuzluk hissetmesi,

  • Başlangıçta planlanandan daha uzun süre sosyal paylaşım ağlarında vakit geçirme,

  • Gereğinden fazla sosyal paylaşım ağlarında zaman geçirme nedeniyle ailesel, çevresel sorunların yaşanması ve kariyer-eğitim fırsatlarının kaybedilmesi,

  • Sosyal ağlarda bulunabilme adına başkalarına (aile, arka­daş, psikolog...vb.) yalan söylenmesi,

  • Sosyal medyayı huzursuzluklardan kaçma ve olumsuz duygulardan kurtulma amacıyla kullanma.


Sosyal medya bağımlılığının temelinde yalnızlık olgusu yat­maktadır. Peplau ve Perlman; yalnızlığın tek başına olmak an­lamına gelmediğini ifade etmektedir. Onların deyişiyle yalnız­lık; bireyin sahip olduğu sosyal ilişkiler ve ile olmasını arzuladığı sosyal ilişkiler arasındaki farkı algılaması sonucu meydana ge­len ruhsal bir durumdur. Birey bu durumdan hoşnutsuzluk duymaktadır. Aynı zamanda sosyal ilişkiler açısından eksiklik duyan bireylerin en büyük problemi yalnızlıktır. Yalnız olan birey iletişime ihtiyaç duymakta ve sosyal dünyayla iç içe olmak istemektedir. (Batıgün, Hasta, 2010: 214) Yüz yüze ilişkilerde başarılı olamayan, doyumsuzluk, huzursuzluk, stres gibi birçok yaşamsal duyguyu bünyesinde barındıran bireyler için sosyal medya bir kaçış noktasıdır. Yapılan çalışmaların bir kısmında internet ve sosyal medya bağımlısı olan bireylerin aile, arkadaş ve yakın çevreleriyle daha az zaman geçirdikleri ve onlarla kimi zaman önemli iletişim sorunları yaşadıkları görülmektedir.

Toplumsal hayattan sıkılma ve kaçış sosyal medya bağımlılı­ğının bir diğer nedeni olarak görülmektedir. Nitekim bireyler reel hayatlarında tanımadıkları insanlarla iletişim kurabilmekte ve kendilerini farklı kimliklerle ön plana çıkarabilmektedirler. Farklı kimliklere bürünme sosyal medyada görülen en büyük problemler arasında yer almaktadır. İnsanlarla yüz yüze ilişki kuramayan, başkaları tarafından beğenilmeyeceğini düşünen bireyler sosyal medyanın gizleyici dünyasında kendilerini mutlu ve huzurlu hissetmektedirler. Bununla birlikte sosyal medyanın rahat ve özensiz ortamı gösterilen yoğun ilginin bir diğer nede­nidir. (Hazar, 2011: 162) Sosyal medyanın sağlamış olduğu bu rahat ortam bağımlılığı pekiştirmekte ve reel hayatın gidişatına etki etmektedir.

Sosyal medya bağımlılığı bireylerin yaşamış olduğu psikolo­jik sorunları derinleştirebilmektedir. Whang ve arkadaşları yalnızlık ve depresyon gibi bireylerin psikolojisine etki edecek sorunların internet kullanıcılarını sanal dünyaya bağımlı bir hale getirdiğine vurgu yapmaktadır. Yapılan araştırmaların birçoğunda ergenlik çağında olan bireylerin sanal dünyaya da­ha bağımlı olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Eğlence ve iletişim amaçlı internet kullanımı sosyal medya aracılığıyla yaygınlaş­maktadır. (Ceyhan, 2008: 112-113) Facebook çeşitli oyunları bünyesinde barındıran kapsamlı bir sosyal paylaşım ağıdır. Kullanıcıların sosyal paylaşım ağlarında bağımlı olmalarının bir diğer nedeni de çevrimiçi oynanan oyunlardır. Facebook üze­rinden oynanan popüler oyunlar arasında Candy Crush Saga, Farm Ville 2, Texas HoldEm Poker, Diamond Dash ve Coaster- Ville gibi oyunlar yer almaktadır. Bu oyunların varlığı kullanıcı­ları sosyal paylaşım ağlarına bağımlı bir hale getirebilmektedir. Hayattan uzaklaşma, eğlenme ve kafa dinleme gerekçesiyle oynanan bu oyunlarda aynı zamanda rekabet duygusu aşılan­maktadır. Bireylerde aşama kaydederek arkadaşlarını geçme hırsı oluşabilmektedir.

Sosyal paylaşım ağları kullanıcıları uzun süre çevrimiçi tuta­bilmek için farklı hizmet ve uygulamaları kullanıma sunmakta­dır. Böylelikle herhangi bir nedenle sosyal paylaşım ağlarına giriş yapan kişi uygulamaların etkisinde kalarak gereğinden fazla zaman geçirebilmektedir. Sosyal medyanın sunmuş olduğu oyunlar ticari bir meta haline gelmeye başlamıştır. Bu oyun­larda öne geçmek isteyen kullanıcılar kredi kartlarını kullanarak malzeme ya kredi alabilmektedirler. Böylelikle modern birey sanal dünyanın bir parçası haline gelmekte ve bu dünyadan kopamamaktadır. Sosyal medya aynı zamanda tüketim toplumuna da hizmet etmektedir. Tüketimin gösteri amaçlı bir şekil­de gerçekleştirilmesi ise sosyal medya bağımlılığını arttırmak­tadır.


İnternet kullanımı üzerine yapılan araştırmaların büyük ço­ğunluğunda sosyal medyanın popülaritesi ön plana çıkmakta­dır. 2013 yılında Ingiltere'de yapılan bir araştırma neticesinde kullanıcıların %21'i interneti doğrudan sosyal medyaya erişim amaçlı kullandığını ifade etmiştir. İnterneti gezini amaçlı kul­landığını belirten katılımcıların oranı ise %18'dir. Kullanıcıların %14'ü ise interneti temel olarak mesajlaşma, okuma-yazma amaçlı kullandığını beyan etmiştir. (Sakki, 2013) Araştırma sos­yal medyanın günümüzdeki etkisini açık bir şekilde gözler önü­ne sermektedir. Sosyal medya, internetin diğer kullanım amaç­larını bünyesinde barındırmaktadır. Çünkü sosyal medya üze­rinden oyun oynamak, video izlemek, müzik dinlemek ve mesajlaşmak mümkündür. Bu ve buna benzer aktiviteler sosyal medyaya bağımlılığı tetikleyen temel etmenler arasında yer almaktadır.

5.4. Sosyal Medya Bağımlılığının Tedavisine Yönelik Tek­nikler

Sorunlu internet kullanımının bir uzantısı olarak meydana gelen sosyal medya bağımlılığının tedavi edilmesi şarttır. Kaygı bozuklukları, depresyon ve psikolojik sorunları beraberinde getiren sosyal medya bağımlılığının tedavisi esnasında farklı yöntemler kullanılabilmektedir. Bu yöntemler aracılığıyla ba­ğımlılık düzeyini alt seviyelere çekebilmek mümkündür: (Arı- soy, 2009: 61)

  • İnternet kullanımını ters saatlere kaydırmak: Sosyal medya bağımlısı düzenli bir şekilde erişim sağladığı za­man dilimleri dışında sosyal ağlarda vakit geçirirse inter­netin etki düzeyi minimum düzeye indirgenebilmektedir.

  • Sosyal paylaşım ağlarına erişimle ilgili hedefler belirle­mek: Bağımlıların bir anda sosyal paylaşım ağlarından uzak kalması mümkün değildir. Bu nedenle zaman dilim­lerinin planlı bir şekilde azaltılması sosyal medya bağımlısının tedavisinde kullanılacak bir başka önemli yöntem­dir.

  • Dış durdurucular kullanmak: Birey saat ya da herhangi bir alarm kullanarak internette geçirdiği zaman dilimini kontrol altına alabilmektedir. Alarm erişim süresinin dol­duğunu bireye hatırlatacaktır.

  • Hatırlatıcı kartlar kullanmak: Bağımlı internette geçirdiği uzun zaman diliminin doğurabileceği zararlı sonuçları sü­rekli yanında taşıyabileceği küçük kartlara yazdığı takdir­de sosyal ağlara erişim süresi kontrol altında tutulabil­mektedir.

  • İnternet kullanım amaçlarını sınırlandırmak: Bağımlı hemen hemen her işini (fatura ödeme, mal-hizmet satın alma, film izleme, müzik dinleme) internet üzerinden gerçekleştirmek istiyorsa bu durumun mutlaka sınırlandı­rılması gerekmektedir.

  • Kişisel ajanda ya da not defteri sahibi olmak: İnternette işi olan bağımlı işi bittikten sonra doğrudan sosyal payla­şım ağlarına erişim sağlayabilmektedir. Bu durumun ol­maması adına kişisel ajanda ya da not defterine yapılacak işlemler eklenerek planlanan zaman diliminde bu işlem­ler sırasıyla gerçekleştirilebilmektedir.

  • Destek / terapi gruplarına katılmak: İleri düzeyde sosyal medya bağımlısı olan ve kendini yalnız hisseden bireyler destek / terapi gruplarına katılarak hem yalnızlıktan hem de bağımlılık sorunlarından kurtulabilmektedir.

  • Aile desteği: Sosyal medya bağımlısı bireyin ailesi bu ko­nu hakkında bilgi sahibi olmalı ve bireyi internet orta­mından uzak tutabilmek adına çaba sarf etmelidir.


Türkiye'de de sorunlu internet kullanımının önlenebilmesi adına önemli adımlar atılmaktadır. Bu adımlardan en önemlisi Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalık­ları E.A. Hastanesi (BRSHH) bünyesinde faaliyet gösteren İnternet Bağımlığı Polikliniğindir. Bağımlılığın üst düzeylere ulaştığı durumlarda başvurulan sosyal medya ve çevrimiçi sohbet ba­ğımlılarından, internet üzerinden alışveriş meraklılarına, cinsel içerikli site tutkunlarından, saatlerce bilgisayar oyunu oynayan­lara, kadar yetişkin, kadın / erkek, ergen, çocuk birçok kişiye uzmanlar tarafından farklı tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.

Bu sayede bağımlıların sosyal medyadan uzak kalması ve psiko­lojik açıdan rahatlatılması hedeflenmektedir. (http://www. ntvmsnbc.com /id/25301927/, 04.09.2013)

SONUÇ

Yeni medya çağına girişle birlikte etkileşimli web teknoloji­leri önem kazanmaya başlamış ve global ağ olarak bilinen in­ternet hayatın her alanına girmiştir. Birçok çevrimiçi işlemin yapılmasına imkân veren internet sosyal paylaşım ağlarının gelişim göstermesiyle birlikte daha popüler bir hale gelmiştir. İletişim, veri ve bilgi paylaşımına imkân veren sosyal paylaşım ağları sunduğu cazip imkânlar nedeniyle her yaştan her kesimi etkilemekte; bireyleri sanal dünyaya bağımlı bir hale getirmek­tedir. Bireylerin sürekli Facebook, Twitter, MySpace, Google+, Pinterest... v.b. gibi sosyal paylaşım ağlarında bulunmak iste­meleri ve bu ağlara yoğun ilgi göstermeleri sosyal medya ba­ğımlılığı olarak ifade edilmektedir.

Sosyal medya bağımlılığı daha çok gençleri etkisi altına al­maktadır. Ekonomik problemler, psikolojik sorunlar ve fiziksel eksiklikler bireylerin reel dünyadan kaçarak sanal dünyaya sığınmalarına neden olmaktadır. Ancak bu durum sosyal ilişki­lerin bozulmasına neden olmakta ve bireyleri pasifize etmek­tedir. Ailelerin sosyal medya konusunda bilgi sahibi olmaması ve çocuklarını bilinçli bir şekilde yönlendirememesi sosyal medya bağımlılığını tetlkleyen başlıca nedenler arasında yer almaktadır. Sosyal medya bağımlılığı, sosyal paylaşım ağlarında kontrolsüz bir şekilde vakit geçirme ve erişimi önleyememe olarak ifade edilse de bu soruna yönelik kesin bir tanı konul­mamıştır. Dolayısıyla bir kişiyi sosyal medya bağımlısı olarak nitelendirmek oldukça güçtür. Sosyal medya bağımlısı olan birey gerçek ve sanal ayrımını kaybederek toplumsal hayattan kopuş noktasına gelmektedir.

Görüldüğü gibi keskin hatlarla sınırları çizilmeyen sosyal medya bağımlılığı günümüzde sıkça karşılaşılan psikolojik bir sorun olarak nitelendirilmektedir. Dünya genelinde yapılan çalışmalar bu tezi destekler niteliktedir. Sosyal medya bağımlı­lığının önüne geçilmesine yönelik farklı tedavi yöntemleri geliş­tirilmiştir. Ancak sosyal medyaya yönelik bilincin baştan kazan­dırılması şarttır. Bu noktada medya, eğitim ve sağlık kurumlan bir arada hareket etmeli ve halk bilinçlendirilmelidir. Yerel yö­netimler tarafından düzenlenecek eğitici seminer ve program­ların da sosyal medya bağımlığının önlemesine yönelik önemli katkı sağlayacağını söylemek mümkündür.

Yazan:Yrd.Doç.Dr.Ali Murat Kınık

Kaynak:Sosyal Medya Araştırmaları 1,Çizgi Yayınları(2013),syf:86-98

Editörler:Doç.Dr.Ali Büyükaslan - Yrd.Doç.Dr.Ali Murat Kınık
Devamını Oku »

Mehmed Feyzi Efendi'nin İlimler ve Ulema Hakkındaki Sözleri



İlim Dallarıyla ve Âlimlerle İlgili Sözleri

Kendi bildiğimize Kur’an’dan ve Hadis’ten mânâ çıkaramayız; onunla amel edemeyiz. Ancak ulemânın (müçtehit âlimlerin) kâide-i mukarreresi (yerleşik kuralları) altında mânâ istihrâc edip, ona göre amel etmeliyiz.”

İlim insanı bütün kötü şeylerden korur.Allah’ı bilen, O’ndan en çok korkandır. Allah’ı bilmeyen ise, O’ndan ne korkacak?!..”

İlmin de kendine mahsus bir zevki vardır.İmâm-ı A’zâm Efendimiz: “Eğer sultanlar, bizim içinde bulunduğumuz, ilimden aldığımız zevki bir bilseler; üzerimize ordular gönderirler de elimizden alırlardı” diyor. Ama ne çâre!.. Anlayamadıkları için zevki başka yollarda arıyorlar!”

(9)- Dünya’nın Yuvarlaklığı:

Namaz içinde kıbleye teveccühün şart-ı dâim oluşu, arzın kürevî oluşuna delâlet eder.

(19)- Mesâil-i Dîniyye:

Mesâil-i dîniyyenin usûlen olsun, furûan olsun hepsinin derin hüccetleri, bürhânları ve parlak felsefeleri vardır; basit gösterenler yanılıyorlar.

(23)- Kulaktan Âlim Olmak:

Sohbet-i Nebeviyye berekâtıyla o ümmî kavim kulaktan âlim oldular; Nûr-u Nübüvvet’le sıvarıldılar.

(30)- İrşâd:

Kur’an’ın irşâdından, Ehâdîs-i Nebeviyye’nin irşâdından, ulemânın irşâdından başka çâre yoktur.

(639)- Fetret Devri ve Çoban Hikâyesi:

Çoban hikâyesi fetret devrine aittir. Fetret devri olmayınca, cehil özür olmaz; öğrenmek lâzımdır. Fetret devrinde dahi, dünya ricâlullahtan boş değildir.

(31)-Kur’an’ı Anlamak:

Kendi bildiğimize Kur’an’dan ve Hadis’ten mânâ çıkaramayız; onunla amel edemeyiz. Ancak ulemânın kâide-i mukarreresi altında mânâ istihrâc edip, ona göre amel etmeliyiz.

(41)-Tekrarın Güzelliği:

Aynı mevzuları tekrar tekrar söylüyorum ama tekrara da ihtiyaç var.

(49)- Âlemler:

Cisim âlemi Arş’da tamam olur. Arş’a felek-i atlas diyorlar. Arş’ın fevki âlem-i emirdir. Orada icat, maddeden müddet zarfında değildir. Arş’ın altı cisim âlemidir. Arş, bütün avâlimi ihâta etmiştir.

(57)- Hareket:

Güneşin hareketinden harâret; harâretinden de câzibe hâsıl oluyor. Güneş, câzibesi ile yıldızları tutuyor. Kamer, Cenâb-ı Hakk’ın“Mübîn” isminin mazharıdır. 28 menzili bir ayda dolaşıyor.

(61)- Seyr-i İlim:

Seyr-i ilim Kur’an’la başlar; yine Kur’an’la nihayet bulur. Kur’an’ın meânî-i adîdesi vardır. Hakâikı, bitmeyen, tükenmeyen deniz dalgaları gibidir.

(818)- Efdaliyyet Dereceleri?

Sohbetin bereketi çok fazladır. Bu sohbet bereketiyle ashâb-ı kirâm, ümmetin en fazîletlisi oldular. Enbiyâdan sonra nâsın efdali, başta Ebû Bekir (r.a.) Efendimiz olmak üzere, hulefâ-i râşidînve alâ merâtibihim diğer ashâb-ı kirâmdır. Ondan sonra, kibâr-ı tâbiîn ve müçtehitlerdir. Daha sonra, evliyây-ı izâm hazerâtı gelir.

(844)- İlim Korur:

İlim insanı bütün kötü şeylerden korur. Allah’ı bilen, O’ndan en çok korkandır. Allah’ı bilmeyen ise, O’ndan ne korkacak?!..

(845)- Talebe Olarak Ölmek:

İnsan, talebe olarak hayatını devam ettirir ve öyle kabre girerse, Allah kıyâmete kadar onun ilmini tamamlar.

(846)- İlmin Kendine Has Zevki:

İlmin de kendine mahsus bir zevki vardır.İmâm-ı A’zâm Efendimiz: “Eğer sultanlar, bizim içinde bulunduğumuz, ilimden aldığımız zevki bir bilseler; üzerimize ordular gönderirler de elimizden alırlardı”diyor. Ama ne çâre!.. Anlayamadıkları için zevki başka yollarda arıyorlar!

(847)- İlmin İzzetini Muhâfaza:

İlmin izzetini muhâfaza için vakar; neşr-i ilim için hilim ve sabır lâzımdır. Aynı zamanda, sözünün tutulması için de ilmi ile âmilolmalıdır.

(848)- Talebenin Fâsık Olması:

Talebeliğinde fıska meyyâl olan kimse, ya genç yaşta ölür veya kıyıda-köşede kalır; hiçbir sözü îtibâra alınmaz!

(859)- Eski Felsefeciler:

Eskiden felsefeciler semânın hark ve iltiyâmını kabul etmezlerdi; semâvâtın kıdemine kâildiler. Bunun için Mi’râcmeselesinde inkâra gitmişlerdir. Şimdi mâdem atom keşfolundu, bizim âkîdemizi bi’l-mecbûriye kabûl etmeleri, tasdîk etmeleri lâzımdır. Kabul etmiyorlar, yine diretiyorlar! Sonra da kaba-saba yoğun adamlar, tonlarca yüklerle küre-i kamere gittiklerini iddia ediyorlar! Rasûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin ruhunun çıktığı makama engel olmayacak derecede letâfet ve nûrâniyet kesbetmiş vücûd-i şerîflerinin Mi’râcını niye inkâr ediyorlar?!..

(860)- Uzaya Gidenlere Tavsiye:

Onlar çalışsınlar da, melekûtu görecek bir gözle çıksınlar! O zaman, Beytü’l-İzzet’deki kütüphaneyi ziyaret etsinler! Oradaki Kur’ân’ın bir sahîfesinin fotoğrafını alsınlar! İşte o vakit müslümanlar onları nasıl alkışlayacaklar bakalım!..

(867)- Sadece Bilgiye Güvenmemek:

İbn Sinâ felç oldu; ilmine güvenerek kendini tedâviye ne kadar uğraştı ise muvaffak olamadı, ilmi fayda vermedi. Kasîde-i Bürdesahibi İmam-ı Bûsirî Hazretleri de felç oldu. Fakat o Peygamberimizden şefaat istedi. Rüyasında Peygamberimiz onu meshetti; bir anda felç illetinden kurtuldu, eskisinden daha sağlam oldu!

(870)- Bazı Din Adamları:

Bazı din adamları bid’atlarla uğraşıyorum diye, dinin furûâtının incelikleriyle o kadar meşgul oluyor ki, beri tarafta adam namaz kılmıyor,  içki içiyor, kumar oynuyor!.. Hâsılı en kuvvetli farzları terkedip, en şiddetli haramları işliyor da görülmüyor! Nerde dal-budak mesâbesinde meseleler varsa onlarla uğraşılıyor!

(886)- En Güzel Meslek?

En güzel meslek talebeliktir. Talebelik, ölünceye kadar devam etmelidir.

(887)- Günâhlar İlmin Feyzine Engel Olur:

Sefehât ve günâhlardan son derece kaçınmalıdır ki feyiz gelsin. Feyiz olmayınca ilminin başkalarına tesiri olmaz.

(888)- Kabirde Talebeliği Devam Eder!

Tâlib-i ilim olarak ölen kimsenin talebeliği, aynen kabirde de devam eder. Derslerinden geri kalan, tekmil olunmayan kısımlarımuallim melekler vâsıtasıyla tamamlar. İlim tâlibinin, berzah hayatında da tekâmülü devam eder.

(68)- Müezzinler ve Âlimler:

Müezzinler ümenây-ı ümmettirler. Âlimler ise ümenây-ı rusüldürler.

(69)- Esrâr-ı Şerîat:

Esrâr-ı Şerîat inkişaf etmedikçe vâris-i Nebî olunmaz. Esrâr-ı Şerîat’a, müctehitler alâ tarîk’il- istinbat; evliyâ da alâ tarîk’il-keşf ulaşırlar.

(70)- Müfessirlerden Beyzâvî’ye Ta’rîz:

“Ehl-i Sünnet’im” dediği halde mühim bir müfessir, lillezîne ahsenû’l-husnâ ve ziyâdeâyetindeki[1] “ziyâde” kelimesini ilk tevcih olarak: vemâ yezîdühüm ale’l-mesûbeti tefaddulen diye tefsir ediyor!…[2]

(72)- Günü Gelince Hakikatların Zuhûru:

Hakikatler mahcûb değil, muhtecibtir. Zamanı gelince o hakikat, üzerindeki peçeyi atıverir.

(83)- Ulemâya Hürmetsizliğin Cezası:

İlme, ulemâya hürmet edilmeye edilmeye bu hale geldik. İlimden, ulemâdan uzak kalanlara Allah Teâlâ şu belaları musallat eder: a)- Başlarına bir zâlimi musallat ederb)- Adı bilinmedik hastalıklar verir c)-İşlerinde kesat ( bereketsizlik ) olur d)- En kötüsü ve en dehşetlisi de, şek üzere ölürler.

(95)- Ehl-i İlim ve İrşâdı Birbirinden Sormamak:

Bütün ehl-i ilme ve ehl-i irşâda ihtiram ediniz,sevgi gösteriniz. Fakat, birini diğerinden sormayınız. Çünkü, umduğunuz cevabı alamazsınız.

(97)- Zamanımızda:

Zamanımızda, “câze-yecûzü”’yü bilen, allâmeliğe; azıcık kalbi harekete gelen de irşâda kalkıyor!

(98)- Farzdan Evvelki Farz:

Farzdan evvel farz: İlim; farz içinde farz: İhlastır.

(102)- Hidâyet Lambaları:

Ulemâ hidâyet misbahlarıdır.

(103)- Âlimleri Gıybet:

Ulemâyı zem ve gıybet edip de felâh bulan yoktur.

(104)- Selefin Âdeti:

Selef-i sâlihîn, çocuklarını ilme-ulemâya teslim etmezden evvel, geçimini temin edecek terzilik, saatçılık ve hattatlık gibi bir sanat öğretirlermiş. Tâ ki, ilmi dünyaya âlet etmesinler.

(106)- Osmanlı Türklerinin İlme ve Ulemâya Hürmeti:

Âl-i Osman, değil ilme-ulemâya, kisve-i ilmiyyeye dahi ta’zîm etmiştir. Bu hürmet ve ta’zîm, ne Abbâsîler’de ne de Emevîler’de vardır.

(107)- Lüzûm ve İltizâm:

Lüzûm başka, iltizâm başka… Ulemâmız: “Lâzımı mezheb, mezheb değildir” demişlerdir.

(108)- Ulemâmızda İnsan Sevgisi:

Esas insan sevgisi ulemâmızdadır. Onlar daima, ümmeti kurtarıcı tarafı iltizâm etmişlerdir.

(121)- Cumhûra Muhâlefet:

Cumhûra muhâlefet kuvve-i hatadan ileri gelir.

(143)- İlme Nazar:

İlme nazar, nâfile ibâdetten efdaldir. Çünkü, ilmin menâfii teaddî eder. İbâdetin menâfii ise kendine râcîdir.

(144)- Bu Yara ve Belâların Sebebi:

Bu yaralar hep ilmi ve ulemâyı terzîlden kaynaklandı.

(146)- İlm-i Nâfi’:

Herhangi bir ilim, takvâya mukârin ise ilm-i nâfîdir. Yoksa, ilm-i gayri nâfîdir.

(147)- Mikroplar:

Mikroplar umûmî yerlerde kümelenir. Câmilere mikrop girse de, zikrullah nûru ile istihâle olur.

(171)- Bu Din:

Bu dîn-i mübîn-i İslâm, sağlam ve temiz ellerden gelmiştir bizlere. Alâ merâtibihim hepsine ihtirâm etmeli.

(181)- Sofiyyenin İlmi:

Sofiyyenin ilmi, hâldir; kâl’den ibâret değildir.

(182)- İlmin Evveli Ve Sonu:

İlmin evveli acıdır; sonu ise çok tatlıdır.

(191)- İbn Sînâ:

İbn Sînâ, çok mâlûmât sahibiydi; ayaklı kütüphane gibiydi. Fakat mârifetullâhta Yûnûs Emre’ye yetişemedi.

(192)- Kastamonu’da 1943 Zelzelesi:

1943’deki zelzelede bu hapishânede idim.[3]O zamanlar hapishânede gece saat 12’den sonra ışıklar sönüyordu. Zelzele sırasında koğuşta yeşil bir nûr zuhûr etti. O karanlıkta birbirimizi gördük. Zelzelenin sebebini sonradan öğrendim: 580 cilt kitabımı[4]evden kum arabalarıyla karakola almışlar. Karakolda da rasgele yığmışlar. Paspas yaparlarken kitaplara kirli ve paslı suları sıçratarak hürmetsizlik yaptılar. Onları bu halde görünce yüreğim parçalandı. Anladım ki, gazab-ı İlâhî ve anâsır hiddete gelmiş.

Allah Teâlâ bu milleti gazabıyla helâk etmesin. Âmin…

(193)- Âdem (a.s.)’a Bildirilen İlimler:

Bütün lisanlar, fenler ve ilimler Âdem (a.s.)’a bildirildi. Âdem (a.s.)’ın terakkîsi ilimle, ta’lîm-i esmâ ile oldu. Enbiyânın mizâc-ı şerîfleri üstün olduğu için, terakkîleri de def’aten olurdu.

(196)- İlim Gıdadır:

Aklın, kalbin, rûhun, sırrın hafînin, ahfânın gıdası ilimdir.

(301)- Faydasız İlim:

İlim haşyet ister. Haşyete mukârin olmayan bir ilim, ilm-i gayri nâfidir. Faydasız ilimden Rasûlullah (s.a.) Efendimiz Allah’a (c.c.) sığınmıştır.

(316)- Kanâatın Güzel Olmadığı Yer:

Rızk-ı sûrîde iktisad, kanâat güzeldir. Rızk-ı mânevîde ise güzel değildir.

(302)- İlmin Taalluku:

İlim sıfata taalluk eder; zâta değil.

(322)- Usûlü’d-Dîn Âlimlerinin Tefriki:

Ulemâ-i usûli’d-dîn, lüzumla-iltizâmı; mezheble-lâzım-ı mezhebi tefrik ettiler.

(327)- Ekâbirin Eserleri:

Ekâbir, eserlerini Fahr-i Âlem’e tasdik ettirir.

(331)- Müsellemât ve Fer’iyyât:

Dinin yüzde doksanı müsellemâttır. Yüzde on mesele fer’iyyâtır. İctihâdât-ı ulemâ bu yüzde on meselede cârîdir.

(332)- Âlimlere Karşı Edeb:

Ulemâyı rencide etmek, terzil etmek câiz olmaz. Bazı hataları varsa, munsıf hareket etmek lâzım. Tamamıyla tahtıe etmek[5] câiz değildir.

(351)- Merak:

Merak, ilmin hâcesidir.[6]

(365)- Tufeylî Bilgilerin Anlatılması:

Ulemânın, halka tufeylî mâlûmât sunmaları, anlatmaları, alâmet-i âhir zamandandır.

(344)- Mâneviyâta Hürmetsizlik Olur!

Maddiyatta şiddet peydâ etmiş, gabî ve kaba kimselere, mâneviyyâtın inceliklerinden bahsetmek, mâneviyyâta hürmetsizlik olur.

(524)- Devlet Hazinesinde Âlimlerin Hakları Vardır:

Ulemânın, ganâimden, beytü’l-malden hisseleri vardır. Burada verilmez ise âhirette alacaklar.

(527)- Âlimlerin Türleri:

Ulemâ-i makbûlîn üç nevîdir:

a)- Âlim-i billah b)- Âlim-i bi-emrillah c)-Hem âlim-i billah, hem âlim-i bi-emrillah. Hepsi de verese-i enbiyâdır.

(560)- Kur’ân’ın Her Harfi:

Her harf-i Kur’ân’da, Kur’ân yazılıdır. Her harf-i Kur’ân’ı hayattar bilmeyen, âlim değildir. Müçtehitlere bu sır zâhir oldu. Onun için müçtehitlik en büyük makamdır.

(561)- Fütühât’ın Hatmi:

İmâm-ı Şa’rânî: “Fütühât-ı Mekkiyye’yi günde iki buçuk defa hatmederdim” diyor.

(554)- İlâhî Tâlim:

İlâhî tâlimin dâru’l-fünûnu  takvâdır.

(555)- Faydasız İlim:

Takvâya mukârin olmayan ilim, ilm-i gayr-i nâfidir.

(571)- Râsih Âlimlerin Duâsı:

Ulemâ-i râsihûnun duâsı: Rabbenâ lâ tuziğ gulûbenâ ba’de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh inneke ente’l-Vehhâb.[7]

(586)- Ulemâya Kıymet Vermek:

Biz ulemâmıza, ilminden-fazlından dolayı kıymet veririz, ihtirâm ederiz.

(549)- İrşâd Nasıl Olmalıdır?

İrşâd, insan hilkatine, fıtratına uygun ve tedrîcî olmalıdır.

(595)- Şer’î Istılahların Farklı Oluşlarındaki Hikmet:

Farz, vâcip, sünnet, haram, mekrûh gibi şer’î ıstılahlar, Cibrîl (a.s.)’ın vahyi aldığı makamlardan dolayı değişiyor.

(605)- Ruh Hakkında Bilgi:

Rasûlullah Efendimize ruhun mâhiyeti bildirildi. Bunun için kendisi ruhu bilirdi. Ama ifşâ etmediler. Bilmek, hemen ifşâyı gerektirmez.

(610)- Tesâdüf Yoktur:

Rast geldi, tesâdüf etti denmez; tevâfuk etti denir. Tesâdüf diye bir şey yoktur. Her şey Allah Teâlâ’nın ilm-i irâdesiyledir.

(618)-Derviş Olsaydım:

Eğer derviş olsaydım, dîvâneliği kabul edecektim. Ama talebe olduğumdan ve izzet-i ilmiyyeye zarar vereceğinden, kabul etmedim.

(616)- Tokat Yemek:

Tokat yemeden terbiye görülmez.

(621)- Şahsıma Yapılan Haksızlıkları Helâl Ettim:

Benim yüzümden ne dünyada, ne de âhirette kimseye zarar gelmesini istemem. Şahsım nâmına neler yaptılarsa hepsini helâl ettim. Ama ilme ve ulemâya ait haklara karışamam.

(661)- Geri Kalmışlığımızın Nedeni:

Maddî sahada geri kalmışlığımız, âyât-ı tekvîniyyeyi ihtiva eden kitâb-ı kebîr-i kâinâtı iyi okuyamadığımız; îcâd kanunlarına göre uygun şartlar altında çalışamadığımız içindir.

(657)- Mârifetin Ölçüsü:

Mârifet takvâ ölçüsündedir. Müminin dâru’l-fünûnu takvâdır.

(442)- Peygamberlerden Sonra Derece Kimindir?

Enbiyâdan sonra derece ulemânındır. Ulemâ için mahşerde minberler kurulacak; enbiyâdan sonra kendilerine şefâat hakkı verilecek.

(451)- Muhammed (s.a.) Ümmetinden Maksat:

Hiçbir ümmet, peygamberlerinin kelamlarını, ümmet-i Muhammediyye gibi senedâtıyla, an-aneleriyle muhâfaza edememiştir. Ümmetten murâd, ulemâdır; itibar bu kısmadır. Diğerleri tufeylîdir.

(452)- İhânet Eden Âlimler:

Ulemâ -dünyaya meyletmedikçe, mansıp-makam peşinde koşmadıkça, ümerâ kapılarına devam edip dalkavukluk yapmadıkça- ümenây-ı rusuldürler. Aksi takdirde, rusül hâinleri olurlar.

(453)- İttifâk-ı Ulemâ:

İttifâk-ı ulemâ, hüccet-i kâtıadır.

(466)- Din İlimlerinde İhtisas:

Her meslekte olduğu gibi, ulûm-ı dîniyyede de rusûh lâzım, ihtisas lâzım.

(480)- Câmilerin İmârı:

Câmilerin îmârı ibâdetle, zikirle, ilim taallüm etmekle olur.

(513)- Mâverâünnehr Ulemâsı:

Semerkant, Taşkent, Buhârâ… tâ Serhend’e kadar olan yerlerdeki ulemâya ulemâ-i Mâverâünnehr denir. Onlar i’tikatta Mâturîdî; amelde Hanefî mezhebindedirler ve çok mazbutturlar.

(672)- Yumuşaklıkla ve Isındıra Isındıra İrşâd Etmek:

Ben yapamam dedirtinceye kadar güçleştirmemek, zorlaştırmamak lâzım. Nasihati, irşâdı, ısındıra ısındıra, okşaya okşaya, ünsiyet ettire ettire, rıfk ile, tekâmül-i tedrîcî düsturuna riâyetle yapmalıdır.

(673)- Her Müminin Vazifesi:

İlmi, ulemâyı ve âsâr-ı ilmiyyeyi i’zâz, her müminin vazifesidir.

(674)- Kimlere Buğz Edilmez?

Mümine, âlime, ulemâya buğz câiz değildir.

(717)- Basîret Nûruna Erişme:

İnsan takvâ nisbetinde; kalbinde fehim, gözünde basîret nûruna erişir ve ilâhî tâlime mazhar olur. Müminin dâru’l-funûnu takvâdır.

(729)- Evvelâ İlim Lâzım!

Bilgisiz, ne dünya olur; ne âhiret! Evvelâ ilim lâzım. Farzdan evvel farz ilim; farz içinde farz, ihlâstır.

(737)- Nezâketle Uyarmak:

Emr-i bi’l-ma’rûfu nezâketle yapabilirse yapacak. Evvelâ kendinden, çoluk-çocuğundan, akrabasından başlayacak. Yapabildiğini yapacak; yapamadığını da Hak’dan niyâz edecek.

(220)- Sultan Fâtih:

Sultan Fâtih, Peygamber (a.s.)’ın meth-ü senâsına mazhar oldu. Altı lisan bilirdi. Çok büyük âlimdi, müfessirdi. İctihâd mertebesine çıkmıştı. Kâmûs-u Arabî’yi ezbere bilirdi; ezberinden ulemâya arz etti.

(222)- Risâle-i Nurları Nasıl Okumalı?

Risâle-i nûrları tekrar tekrar okumak lâzım; sathî değil. Bütün duygular ve latîfelerle teveccüh ederek okumalı ki, her duygu, her latîfe hissesini alsın.

(254)- Beden İlmi-Din İlmi:

İmâm Şâfiî, ilmi ikiye ayırmış: (el-ilmü ilmân): İlmü’l-ebdân ve ilmü’l-edyân. Önceliği beden ilmine vermiş. Çünkü sıhhat çok mühimdir. Mîzaç bozulursa, kafa da bozulur, akîde de bozulur.

(271)- Dört Türlü Sır:

Alâ merâtibin dört türlü sır vardır: Esrâr-ı kader, esrâr-ı risâlet, esrâr-ı ulemâ, esrâr-ı ümerâ.

Esrâr-ı kader inkişâf etse, enbiyânın risâletinin bir anlamı kalmaz.

Esrâr-ı risâlet inkişâf etse, ulemânın bir kıymeti kalmaz.

Esrâr-ı ulemâ inkişâf etse, ümerânın bir kıymeti kalmaz.

Ümerânın esrârı inkişâf etse, kanûn-nizâm kalmaz; nizâm-ı âlem bozulur.

Şimdi, ümerânın bileceğini, kahveci çırakları bile biliyor! Bunlar, kıyâmet alâmetlerindendir.

(370)- Bu Zamanda Fıkıh İlminin Luzûmu:

Bu zamanda hadîs ve tefsîrden ziyâde, Fıkıh ilmini[8] öğrenmek lâzımdır.

(372)- Zemzemin ve Kâbe Toprağının Yeryüzüne Dağılması:

Nûh tûfânında, Kâbe toprağı ve zemzem yeryüzünün değişik bölgelerine dağıldı.

(377)- Ahz-i Mîsak Anında İnsan Zerreleri:

Ahz-i mîsak anında Âdem (a.s.)’dan çıkan zerreler, küre-i arzı tamamen doldurmuştu. Birinci safta enbiyâ; ikinci safta evliyâ ve müminler; üçüncü safta ise münâfık ve kâfirlerin ruhları bulunuyordu. Cenâb-ı Hak; enbiyâya, evliyâya ve müminlere Cemâl tecellîsinde bulundu. Onun için elestü bi Rabbiküm hitâbına tav’an belâ dediler.[9]

(381)- İlmin Bereketi:

İlmin bereketi ve fâidesi, üstâda olan bağlılık, hürmet ve hizmet iledir.

(388)- Âhirette Şefaat Edenler ve Edilenler:

Hesaptan sonra Cenâb-ı Hak; enbiyâya, evliyâya, şühedâya ve âlimlere şefaat hakkı verir. Fâsık Müslümanlara, ameli kifâyet etmeyen müminlere şefaat ederler.

(400)- Hangi Kitaba ve Hangi Zâta Yapışalım?

Okunan kitaplar, kendisiyle sohbet edilen zâtlar, insana yakîn-i îmâniyye ve muhabbetullah veriyorsa, ne âlâ! Aksi takdirde, o kitapları kapatmak, o zâtlardan uzaklaşmak lâzımdır.

(423)- Müminlerin Sanatı Takvâdır:

Müminin dârü’l-fünûnu takvâdır. Takvâ, emirlere uymak; nehiylerden sakınmaktadır. Bunun erbâbına müttakî derler. Takvâ, müminlerin sanatıdır.

(424)- Hz. Âişe’nin İlmi:

Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemiz, hücresinden, Mescid-i Saâdet’e bir pencere açtırdı. Onun için hem sahâbeye söylenen hadîsleri, hem de kendisine söylenenleri zaptederdi. Hz. Âişe (r.anhâ), hem hâfıza, hem müçtehide, hem edîbe…her bakımdan mükemmeldi. Her sene hacceder; Arafat’da iken, çadırının etrafı kendisine soru soranlarla dolardı. O da onlara, çadırın içinden doğru cevaplar verirdi.

(432)- Âlimlerin Nurları:

Ulemâ, nurlarını mişkât-ı nübüvvetten alıyor. Bütün akıllar, onun aklından; bütün nurlar onun nurundan taksim olunmuştur.

(437)- Fetvâ Şartlara Göre Değişir:

Şartlar değişince, fetvâ da değişir. Doktor dindar olacak, mâhir olacak. Müftî de âlim olacak.

(750)- Kitaplar Eczâne Gibidir:

Her kitapta, her gördüğümüzü piyasaya çıkartmak olmaz. Kitaplar eczâne gibidir.Nasıl, ilaçlar derde devadır diye rasgele verilmez; doktor reçetesi ile veriliyorsa, kitaplardaki bilgiler de öyledir. Mîzânla verilmeli, ölçülü olmalıdır.

(758)- Ebû Tâlib-i Mekkî Hazretleri:

Ebû Tâlib-i Mekkî Hazretleri, helâlden ekletmek için, ot yiye yiye vücûdu yemyeşil çıktı! Kûtu’l-Kulûb adlı eserini bundan sonra kaleme aldı.[10]

(783)- Usûl ve Fıkıh İlmi:

Üstâd: “Fıkıhta Şâfiî fıkhı üstündür; usûlde ise Hanefî usûlü üstündür” derdi.

(784)- İlmin Ortadan Kalkması:

İlmin ref olması demek, ulemânın kalplerinden ilmin alınması demek değildir. Ulemânın inkırâzı ve terzîli sebebiyle ilim ortadan kalkacak. İlmin ref olması, cehlin zuhûru, kadınların çoğalması kıyâmet alâmetlerindendir.

(796)- İlmin Yeniden İnkişâfı İçin:

Çoktan beri ehl-i ilim tezlîl edilmiş, ilim ehline hürmetsizlik edilmiş. Şimdi bizim vazifemiz, ulemâyı ve talebe-i ulûmu i’zâz etmektir. Bu sayede ilim yeniden inkişâf eder.

(802)- Âlemin Kıdemine Kâil Olanlar:

Eski hukemâ, âlemin kıdemine kâil oldular.[11] Ulemâ-i İslâm ise, Cenâb-ı Hakk’ın âlemi,cüz-i lâ yetecezzâ[12] olan cevher-i ferdden halkettiğini ve hâdis olduğunu isbât ettiler. Hukemâ, semâvâtın hark ve iltiyâmını[13] da kabul etmezlerdi. Halbuki şimdi aya gittiler. Yoğun, kaba-saba adamların aya gittiğini kabul ediyorlar da; bütün vucûd-ı şerîfleri nûrâniyyet kesbetmiş olan Peygamberimiz’in Mirâcı’nı neden kabul etmiyorlar?!

(803)- Atom Parçalanmaz!

Cüz-i lâ yetecezzâ adı altında atomu ilk keşfeden, İslâm ulemâsıdır. Atomun parçalandığını söylüyorlar! Hayır! Yanılıyorlar; atom parçalanmaz. Tekessür[14]ve tevessü[15] ediyor.

(816)- Yazarak Öğrenmek En Sağlam Yoldur:

Yazarak öğrenmek en sağlam ve en iyi yoldur. Bu husus, İkra’ ve Rabbüke’l-Ekram ellezî alleme bi’l-kalem âyetiyle[16] tebeyyün etmiş oluyor.

[1] Yûnus, 10/26.

[2] bkz. Beyzâvî, III, 11.

[3] Şu durumda bu bina, vâlilik binasının yanında yer almakta ve Kültür Sarayı olarak tekmil ve ıslah edilmiş durumdadır.

[4] Bu sayı o zamana göredir. Şu halde bu sayı en az yüz cilt daha artmıştır.

[5] Hatalı görmek ve suçlandırmak.

[6] Hocasıdır. Yani, ilgilenme, bilgilenmeyi gerektirir.

[7] “Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme! Katından bize rahmet bağışla! Şüphesiz Sen, sonsuz bağışta bulunansın.” (Âl-i İmrân, 3/8).

[8] Özellikle ilmihal bilgisi. Zira bu ilim herkesin üzerine farz-ı ayndır. Tefsîr ve hadîs ilmi ise farz-ı kifâyedir.

[9] A’râf, 7/172.

[10] İhyâu Ulûmiddînin temelini oluşturan bu kitap, tasavvufta çok önemli bir kaynak eserdir. Efendi Hazretleri bu kitaba çok değer verirlerdi.

[11] Eski felsefeciler ve tabiatçılar, evrenin ebedîliğini ve sonsuzluğunu iddia etmişlerdir.

[12] Parçalanma ve taksimi kâbil olmayan, cisimlerin en küçük parçası atomlar.[13] Hark ve iltiyâm: Yırtılma ve kapanma.[14] Tekessür: Çoğalmak. Efendi Hazretleri, önceki beyânında atomun eneji neşrettiğini belirtmişti.[15] Tevessü: Genişlemek. feyizler.org

http://www.kastamonur.com/18004-2/
Devamını Oku »

Kıyamet Alametlerine Genel Bir Bakış


Kıyamet ve alametleri, ilk nesillerden itibaren Müslümanların önemle üzerinde durduğu konular arasında yer almıştır. Kur’ân-ı Kerim’de olabildiğince net biçimde tasvir edilen kıyamet sahnelerinin yanında Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in kıyamete hazır olmak babından zikrettiği kıyamet alametleri, kıyamet konusunun sürekli bir şekilde Müslümanların gündeminde kalmasını sağlamış; aynca kimi zaman bir metanet kaynağı kimi zaman da dünyevileşmeye karşı bir set olarak Müslümanların ahiret bilincini diri tutmuştur.

Şüphesiz ilgili rivayetlerin derlenme faaliyetinden tutun da, belli bir tasnif çerçevesinde kaynaklara geçirilmesi; sahihinin zayıfından ayrılması, ravi yanılgılarının tespit edilmesi, rivayetler arasındaki tearuzların mümkünse telifi, değilse tercihe edilmesi faaliyetine kadar rivayet birikimini işleyerek önümüze koyan mühaddislerin bu süreçte önemli bir yeri vardır.
Burada bizim yapacağımız, mühaddislerin çalışmalarının özetinin özeti olarak kıyamet alametlerinin kısa kısa izahlar eşliğinde bir listesini çıkarmak olacaktır. Ancak konuya girmeden önce meselenin kavramsal boyutu üzerinde biraz durmaya çalışacağız.

Kıyamet Nedir?

Lügatte 'ayağa kalkmak’, ‘doğrulmak’ anlamlarına gelen kıyamet, dinî bir terim olarak; Allah Teâlâ’nın kâinattaki her şeyi altüst edip tüm insanları yeniden dirilterek ayağa kaldırması anlamında kullanılır.(2)
Kaynakların bize ifade ettiğine göre kıyametin üç çeşidi vardır:

1. Küçük Kıyamet: İnsanın kendi ölümüdür. Kişi ölünce, ahiret hayatı başladığı için onun kıyameti kopmuş olur.

2. Orta Kıyamet: Aynı dönemde yaşayan insanların ölmesidir. Alimlerimiz, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den rivayet edilen şu hadis-i şerifin buna işaret ettiğini söylemişlerdir:


Peygamber Efendimize, ‘Kıyametin vakti ne zamandır?’ diye sordular. Hz. Peygamber, onların en genç olanına baktı ve, 
"Eğer şu yaşarsa, o yaşlanmadan sizin kıyametiniz kopar” buyurdu.(3)

3. Büyük Kıyamet: Âlemin, tümüyle yerle bir edilerek insanların yeniden diriltilmesidir. Kıyamet kelimesi, genel olarak bu anlamı karşılar.

Göğün yarılarak yıldızların döküleceği, kabirlerin altüst edileceği bu dehşet verici gün Kur’ân-ı Kerim’de birçok isimle ifade edilmiştir. Bu isimler içinde en sık rastlanan, kıyametin kopacağı vakit anlamına gelen Sâ’a kelimesidir. Yevmu’l-Kıyâme (Kalkış, Diriliş Günü), Yevmu’l-Ahir (Son Gün), el-Ahire (Gelecek Hayat), Yevmu’d-Dîn (Ceza Günü), Yevmu’l-Hisâb (Hesap Günü), Yevmu’l- Cem’ (Toplanma Günü), Yevmu’l-Hulûd (Sonsuzluk Günü), Yevmu’l-Ba’s (Diriliş Günü), Yevmu’l-Hasre (Pişmanlık Günü), Yevmu’t-Teğabun (Kâr ve Zarar Günü), el- Kâri’a (Çarpıcı Felâket), et-Tâmme (Herşeyi Bastıran Felâket), el-Hâkka (Büyük Hakikat) ve el-Vâkıa (Büyük Olay) kıyamet vakti için kullanılan isimler arasındadır.

Kıyamet Alametleri

Kıyameti ve onun nasıl kopacağım haber veren hadislerde, kıyametin alametleri/belirtileri olarak zikredilen hususlar "küçük” ve “büyük” olmak üzere iki kısımda mütalaa edilmektedir.

A. KIYAMETİN KÜÇÜK ALAMETLERİ

Birçok İslam âlimi tarafından bizlere nakledilen bu alametler oldukça fazladır. Burada, Peygamberimizden bizlere ulaştığı sabit olan alametleri inceleyeceğiz.

1. Hz. Peygamber (s.a.v)’in Bi’seti

Hz. Peygamber (s.a.v) işaret parmağıyla orta parmağım birleştirip: "Kıyamet, şu ikisi gibiyken ben gönderildim” buyurdu.(4)

Hz. Peygamber’in iki parmağım birleştirmesi, onun biseti/gönderilmesiyle kıyametin kopması arasında bu denli bir yakınlık bulunduğuna işaret ettiği gibi, başparmağa nispetle orta parmağın fazla kalan uç kısmım kastedip, bi’setle kıyametin kopması arasında bu oranda bir süre kaldığına da işaret olabilir.(5)

2. Hz. Peygamber’in Vefatı

Hadis kaynaklarında, Nübüvvet silsilesinin sonuncusu olan Hz. Peygamber (s.a.v)’in uhrevî hayata göç etmesinin kıyamet alametlerinden biri olduğu belirtilmiştir. Bu hususa, Avf b. Malik (r.a) tarafından nakledilen şu hadis delalet etmektedir.
"Kıyametten önce şu altı şeyi say: Benim ölümüm ...”(6)
Hz. Peygamber’in vefat etmesiyle vahiy kesilerek nübüvvet sona ermiş ve ilerleyen zaman içinde irtidad hadiseleri baş göstermiştir. Daha sonraki yıllarda ise İslam dünyasında fikrî açıdan sapmalar yaşanmış, birçok sapık fırka ortaya çıkmıştır.

3. Beyt-i Makdis’in Fethi

Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksâ’nın fethedilmesinin kıyamet işaretlerinden olduğu Avf b. Mâlik (r.a) tarafından rivayet edilen hadisin devamında şöyle ifade edilmiştir:

"Kıyametten önce şu altı şeyi say: ... Beyt-i Makdis’in fethi ...''

Tarihî kayıtların bildirdiğine göre Kudüs, Hz. Ömer (r.a)’in hilafeti zamanında, hicri 16. yılda fethedilmiştir. Hz. Ömer, şehrin anahtarlarını bizzat teslim almış, yapılan anlaşma sonucunda Yahudi ve Hıristiyanlar, şehri Müslümanlara terk etmişlerdir.

4. Tâûn (Veba) Hastalığı

“Kıyametten önce şu altı şeyi say:... Sonra koyun (davar) kıran hastalığı gibi çokça ölümler siziyakalayıverir. ...”(8)
Tarihçilere göre bu salgın hicretin 18. senesinde Filistin’in Amevâs kasabasında ortaya çıkmış, daha sonra Şam tarafına doğru yayılmıştır. Bu veba salgım sebebiyle, aralarında birçok sahabenin de bulunduğu 25.000’den fazla (9) insan şehit olmuştur. Cennetle müjdelenen sahabelerden Ebu Ubeyde b. Cerrâh (r.a) ile Allah Resûlu nün Yemen’e vali olarak gönderdiği âlimlerin öncüsü genç sahabî Muâz b. Cebel (r.a) bu salgın sebebiyle vefat eden meşhur sahabeler arasındadır.(10)

5. Malın Çoğalması ve Sadaka Verilecek Kişinin Bulunamaması

Konuyla ilgili bazı hadisler şöyledir: “Malınız çoğalıp taşmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki, mal sahibi sadaka verecek kimse bulamayacak. Bir kişiye zekât vermek istendiğinde o kişi: ‘Benim ihtiyacım yok’ diyecek.“(11)


“İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, kişi altınıyla zekât vermek için dolaşacak ama onu alacak kimse bulamayacak.“(12)


îbn-i Hacer, Fethul-Bârıde malın çoğalmasının kıyamet alametlerinden biri olduğuna dair rivayet edilen hadislerden birini incelerken, bu alametin hem Sahabe hem de Ömer b. Abdülaziz zamanında gerçekleştiğini, Hz. İsâ’nın kıyamete yakın yeryüzüne indirildiği zaman bir kez daha yaşanacağını söylemiştir.(13)

6. Fitnelerin Zuhuru

Ahir zaman Peygamberi Efendimiz (s.a.v)’in hadislerinde bildirdiği alametlerden biri de hak ile batılın karıştırıldığı; imanın zarar gördüğü büyük fitnelerin ortaya çıkmasıdır.

Bu fitnelerden bahseden birçok hadis-i şerifte, mümin olarak sabahlayan kişinin kâfir olarak akşamlayacağı, akşam mümin olan kişinin de kâfir olarak sabahlayacağı ifade edilmiştir. Fitneler, şer ve belalar kıyamet kopana kadar devam edecek ve bunlarla kar-şılaşan mümin her defasında, “Bu beni helak eder” diyerek ümitsizliğe düşecektir.

“Kıyamete yakın, (kap)karanlik gecenin kesitleri gibi fitneler ortaya çıkacak. [O fitneler sebebiyle] sabah mümin olan kimse kâfir olarak akşamlayacak; akşam mümin olan kimse ise kâfir olarak sabahlayacak, öğünde, oturan kimse ayakta olandan, ayakta olan kimse yürüyenden, yürüyen kimse de koşandan daya hayırlıdır. Yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçla-rınızı taşlara çalın. Eğer fitne sizden birinizin eşiğine varırsa Hz. Âdem’in iki oğlundan hayırlı olanı (Hâbil) gibi olsun.“(14)

7. Doğuda Fitnelerin Ortaya Çıkması

Kıyamet alametlerinden biri de doğuda fitnelerin ortaya çıkmasıdır. Müslümanlar arasında görülen fitnelerin birçoğu, Hz. Peygamber’in, ‘Şeytan’ın boynuzunun doğduğu yer’ diye tabir ettiği doğu taraflarında ortaya çıkmıştır, îbn-i Ömer (r.a)’dan rivayet edilen bir hadiste, Peygamberimiz (s.a.v) yüzünü doğuya doğru çevirerek, “Fitne işte şuradadır! Fitne işte şurada, Şeytan’ın boynuzunun doğduğu yerdedir“ buyurmuşlardır.(15) Müslim’deki bir rivayette ise, “Küfrün başı işte şu taraftan, Şeytanın boynuzunun doğduğu yerdendir” şeklinde geçmektedir.(16)

Nitekim ilk fitneler doğu tarafından çıkarak yayılmış, bu fitneler sebebiyle Müslümanlar arasında fikrî ve itikadî bölünmeler meydana gelmiştir. Haricilik, Rafızîlik ve Mutezile gibi saplan görüşlü fırkaların çoğu Irak tarafında türemiştir.
Mecusî olan İran’da Zerdüştlük, Maniheizm ve Bahâüik, Hint kıtasında ise Hinduizm, Budizm, en son olarak da Kâdiyânlik gibi saplan din ve mezhepler de doğuda ortaya çıkmıştır. Deccal, Ye’cûc ve Mecûc de doğudan çıkacaktır.(17)

8. Hz. Osman (r.a)’ın Şehit Edilmesi

İslam âlimlerine göre İslam âleminde zuhur eden fitnelerden biri de Hz. Osmanın şehit edilmesiyle ortaya çıkan siyasî bunalımdır. Hz. Osman (r.a) farklı İslâm şehirlerinde ortaya çıkan karışıklıklar sonucunda Medine’ye gelen isyancılar tarafından Hicri 35 yılında (Miladi 657) evinde şehit edilmiştir. Hilafet merkezi Medine’de is-yanlar çoğalıp Hz. Osman (ra) evinde muhasara altına alındığında Ebu Hureyre (r.a), Peygamberimiz (s.a.v)’den işittiği şu hadisi rivayet etmiştir: Allah Resûlü’nü, “Fitne ite anlaşmazlıklar baş gösterecek” derken duy-dum. ‘Peki, ne yapmamızı emredersin ya Resûlallah’ diye sorduk. “Emirül-müminin ve erkânını bırakmayın”buyurdu ve Hz. Osman’ı işaret etti.(18)
“Onu, (Hz.Osman’ı) başına gelecek bir musibetten dolayı cennetle müjdeleyiniz.”(19)

9. Yalana Peygamberlerin Ortaya Çıkması

“Otuza yakın şerli yalana (kezzâb) ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz; bunların hepsi kendisinin peygamber olduğunu iddia eder.“(20)

“...Ümmetimden, peygamber olduğunu iddia eden otuz yalana çıkacak. Oysaki ben peygamberlerin sonuncusuyum, benden sonra peygamber gelmeyecek...”(21)

Hadis kaynaklarında yalana peygamberlerin zuhuru hakkında rivayet edilen birçok hadis bulunmaktadır. Konuyla ilgili rivayet edilen hadislerin bir kısmında, Peygamberlik iddiasında bulunanlar için belli bir sayı belirtilirken, diğer bir kısmında belirtilmemiştir. Hadis âlimlerinin yorumlarına göre, bu kişilerin belli bir sayısı yoktur. Çünkü bunların sayısı' tespit edilemeyecek kadar fazladır. Hadislerde geçen rakamlarla anlatılmak istenilen ise bu iddiaya cesaret eden ve onlara uyan kimselerin çok olması, bu iddiada bulunan yalancıların insanlar arasında şöhret bulmasıdır.(22)
Yaşadığımız asırda da sahte peygamberler ortaya çıkmaya devam etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v), sahte peygamberlerin en sonuncusunun Deccal olduğunu bizlere bildirmektedir.

“Otuz yalana ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Onların sonuncusu tek gözlü Deccal’dır.”(23)

10. Emanetin Zayi Olması

“İş, ehli olmayana teslim edildiği zaman kıyameti bekle.”(24)

11. İlmin Yok Olmaya Yüz Tutması,Cehaletin Yaygınlaşması

“İlmin kaldırılması, cehaletin yayılması kıyamet alametlerindendir."(25)
"Kıyametten önce cehaletin yayılacağı, ilmin kaldırılacağı günler gelecek...”(26)

Hadislerde ifade edilen ilimden maksat Hz. Peygamberin ümmetine miras bıraktığı Kur’ân ve Sünnet bilgisidir. Âlimlerin azaldığı, dünyalık menfaatlere rağbetin çoğaldığı ahir zamanda ulûm-u şer’iyyenin terk edilmesi kâinatın sonunun yaklaştığım gösteren alametlerden birisidir.

Yaşadığımız çağda din eğitimine verilen öneme bakılacak olursa Peygamberimizin açıkça belirttiği bu alametin günümüzde tam olarak yaşandığı görülür. İslam kimliğine bürünmüş fakat müslümanca düşünme ve yaşama olgusundan uzak insanların, ait oldukları kimliğin yüklediği sorumlulukları yerine getirmedikleri gözler önünde bir gerçektir. Karşı karşıya olduğumuz bu vahim durum hadislerde anlatılanlarla uyum içerisindedir.

“Elbisenin işlemeleri eskiyip silindiği gibi İslam da silinecek. Nihayet oruç nedir, namaz nedir, hac nedir, zekât nedir bilinmeyecek.... İnsanlar,'Biz "Lâ ilâhe illallûh‘kelimesini babalarımızdan öğrendik, biz de söylüyoruz ’ diyecekler. “(27)

12. Zinanın Yaygınlaşması

Kıyamet alametlerinden biri de zinânın yaygınlaşmasıdır. Peygamber Efendimiz hadislerinde, ahir zamanda gayrimeşru ilişkilerin çoğalacağını bizlere haber vermiştir.

''Kıyamet alametlerinden biri de zinânın çoğalması/yaygınlaşmasıdır.“(28)

Hadislerde, kıyamet yaklaşınca zinâyı helal sayan insanların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir.

“Ümmetimin içinde zinâyı ve ipeği helal sayan kavimler ortaya çıkacak...”(29)

Ahir zamanda insanlar arasında fuhşun ulaşacağı başka bir boyut da şu hadiste ifade edilmiştir

"... (Kıyamet öncesinde yeryüzünde) insanların en şerlileri kalır. Eşekler gibi uluorta çiftleşirler. Kıyamet işte bu insanların üzerine kopacak."(30)

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, erkek sokak ortasında kadının üstüne çıkıp, onun-la ilişkiye girmedikçe bu ümmet helak olmaz. O gün onların en iyi niyetlisi 'O işi şu duvarın ar-kasında yapsaydın’ diyen kişidir."(31)

13. Faizin Yaygınlaşması

Hz. Peygamber (s.a.v)’in sözlerinden anlaşıldığına göre faizin, hayatın hemen her alanına sıçradığı, faize bulaşmadan yaşamın zor hale geleciği bir dönemde kıyamet kopacaktır.


"Kıyametten önce faiz yaygınlaşır..."(32)

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, faiz yiyecekler. Faiz yemeyen kişiye ise onun tozu bulaşacaktır"(33)
Bir başka hadiste ise, insanların helal ve haram konusuna dikkat etmeden rızıklarını temin edecekleri bir zamanın geleceği ifade edilmiştir. Tüketim çılgınlığının zirveye vardığı, faizli bankaların çoğaldığı, birçok insanın bu bankalardan faiz aldığı günümüzde, insanların, ihtiyaçlarını karşılarken dinin emir ve yasaklan konusundaki vurdumduymazlığı hadislerde ifade edilen zamanın günümüz olduğunu açıkça göstermektedir.


“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi kazandığı malın helal veya haram olmasını önemsemeyecek.''

14. Müzik ve Çalgının Yaygınlaşması

Sehl b. Sa’d (r.a)’dan nakledilen bir hadiste Peygamber Efendimiz, "Ahir zamanda yere batırılma, atılıp fırlatılma ve şekil bozukluğuna uğratılma (hadiseleri) yaşanacak” buyurdular. Ashab-ı kiramdan biri, *Bu olay ne zaman meydana gelecek ey 
Allah'ın Resûlü?’ diye sorunca, “Çalgı ve şarkıcı kadınlar çoğalınca..." buyurdular.(35)

“Ümmetimden öyle kimseler ortaya çıkacak ki, bu kimseler zinâyı, ipek giymeyi, içki içmeyi, çalgıyı helal görecekler..."(36)

15. İçki İçmenin Yaygınlaşması ve Helal Görülmesi

“İçkinin çokça içilmesi kıyamet alametlerindendir.''(37)

’Ümmetimden öyle kimseler ortaya çıkacak ki, bu kimseler içki içmeyi helal sayacaklar..."(38)

Kıyametin yaklaştığım haber veren olaylardan biri de, ahir zamanda insanların alkollü içeceklere değişik isimler takarak, bu isimler altında o içecekleri helal saymalarıdır.

“Ümmetimden bir grup içkiyi, ona taktıkları bir isimle helal sayacaklar... ”(39)

16. Mescitlerin Süslenmesi

Kıyametin kopacağını haber veren alametlerden biri de insanların mescitleri süslemelerle donatmaları ve bununla övünmeleridir. Kâinatın Efendisi (s.a.v) ahir zamanda bazı insanların geleceğini, bunların ibadet etmekle pek ilgisinin olmayacağını söyleyerek, o kimselerin işin gösteriş boyutunda kalacaklarını anlatmak istemiştir.

“İnsanlar mescitleri süsleyerek övünmedikçe kıyamet kopmaz.“(40)

“İnsanların mescitleri süsleyerek övünmeleri kıyamet alametlerindendir."(41)

Hz. Ömer (r.a), Mesdd-i Nebevinin yenilenmesini emrettiği zaman şöyle demiştir:

“İnsanları yağmurdan saklayıp koru. Sakın allı, sanlı süsler edinip de insanları fitneye uğratmayasın...“(42)

17. Yüksek Binaların Yapılması

“Çobanların bina dikme yarışına gir(iş)mesi kıyamet alametlerindendir."(43)

“Yalınayak, sırtı çıplak [fakir] davar çobanlarının bina dikme yanşına giriştiklerini görmen (kıyamet alametlerindendir.“(44)

Hadislerde geçen ‘bina dikmekte yarışmak' sözü düz manasıyla anlaşılabileceği gibi, daha geniş bir anlamla; evlerin süs ve güzelliği konusunda insanların birbiriyle yarış etmeleri manasına da gelebilir.(45) Günümüzde, hadislerde anlatılmak istenen her iki durum da yaşanmaktadır. İnsanlar bir yandan yüksek binalar, gökdelenler yapmakta ve onların yüksekliği ve ihtişamıyla övünmekte, diğer yandan da, evlerinde bulunan eşyaları modaya uydurmak için israf sayılacak düzeyde harcamalar yapmaktadırlar.

18. Adam öldürmenin Çoğalması

Hadislerde, kıyametten önce insanların cinayet işlemesinin çokça vuku bulacağı ve bunu yaparken de sebebini bilmeyecekleri dile getirilmiştir. Hatta bazı hadislerde kişinin akrabasıyla karşılaşacağı ve onu öldüreceği zikredilmiştir. Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayet edilen bir hadiste Allah Resûlü (s.a.v), “Here çoğalmadıkça kıyamet kopmaz" buyurmuş; Ashab, ‘Here nedir ey Allah’ın Resûlü?* diye sorduklarında, “Adam öldürmektir” demiş ve bu sözü iki defa tekrarlamıştır.(46)

"... Herc, ümmetin birbirini öldürmesidir. Öyle ki, kişi komşusuyla, amcaoğluyla veya akrabasıyla karşılaşırda onu öldürüverir..."(47)

Ebu Mûsâ el-Eş’arî (r.a)’dan rivayet edilen başka bir hadiste Allah Resûlü (s.a.v), “Kıyametten önce here çıkar" buyurdular. Ashab, ‘Here nedir ey Allah’ın Resûlü?* diye sorduğunda, “Adam öldürmektir" buyurdular. Ashab, ‘(Şu ana kadar) öldürdüklerimizden çok mu?' diye sorunca da Allah Resûlü, “Bu sizin müşrikleri öldürmeniz değildir, birbirinizi öldürmenizdir” dediler. Ashab, ‘O gün aklımız yerinde olacak mı?’ diye sorunca, Allah Resûlü, “O günün insanlarının akılları alınır" buyurdular.(48)

“Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, insanlar üzerine, öldüren niçin öldürdüğünü, ölen de niçin öldüğünü bilmediği bir zaman gelmedikçe dünya yok olmaz... ”(49)

19. Zamanın Kısalması

"Zaman kısalmadıkça kıyamet kopmaz; bir sene bir ay, bir ay bir hafta, bir hafta bir gün, bir gün bir saat, bir saat ise bir hurma yaprağının yanması kadar kısa olur.“(50)

Peygamber Efendimiz’in kıyamet alameti olarak işaret ettiği konulardan biri de zamanın kısalmasıdır. Hadislerde ifade edilen bu husus İslam âlimleri tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır.
Efendimizin sözlerinde geçen 'zaman kısalığı' tabirinin, zamanın bereketinin azalması anlamına gelmesi muhtemeldir. 

Ahir zamanda yaşayan insanlar zamanın nasıl geçtiğinin farkında olmazlar. Nitekim bu durumu günümüzde açıkça yaşıyoruz.

‘Zaman kısalığı' tabiriyle kastedilme ihtimali bulunan diğer bir husus ise, o dönemde yaşayan insanların hızlı ulaşım vasıtalarını kullanarak, eski devirlerde aylar süren yolculukları kısa sürede yapabilmeleridir. Nitekim günümüzde gelişmiş ulaşım vasıtalarıyla en uzak ülkelere bile az bir zamanda gidilebilmektedir. Internet, radyo, televizyon ve telefon gibi gelişmiş iletişim araçları sayesinde iletişim çok kolaylaşmıştır. Eski devirlerde insanları çok meşgul eden gündelik işlerde de birçok kolaylıklar bulunmuş, bu gibi işlerin yapılması eskiye nispetle vakit almaz hale gelmiştir.

20. Sıla-i Rahm’in Kesilmesi

“Akraba ziyareti kesilmedikçe kıyamet kopmaz.“(51)

Günümüzde birçok insan aynı şehirde yaşadığı akrabasını aylarca, yıllarca ziyaret etmemekte ve yakınlarına gerektiği gibi destek olmamaktadır. Teknoloji ile beraber gelişen iletişim araçları sıla-i rahm’in zayıflamasına etki ettiği gibi, hayat şartlarının zorluğu da akraba ziyaretlerinin azalmasına yol açmıştır.

21. Ahlakın Bozulması

“Ahlaksızlık (fuhşiyat) zuhur etmedikçe (aşırı bir şekilde yaygınlaşmadıkça) kıyamet kopmaz."(52)

22. Cimriliğin Yaygınlaşması

“(Ahir zamanda) amel(-i salih) azalır, cimrilik çoğalır..."(53)

"Kıyametten önce ticaret gelişir, öyle olur ki, ka­dın kocasına ticarette yardım eder...”(54)

“Malın çoğalması ve ticaretin büyümesi kıyamet alametlerindendir. ”(55)

Günümüzde teknolojiyle elde edilen imkânlar sayesinde ticaretin gelişerek büyüdüğünü görmekteyiz. Büyük şirketler ve zengin iş adamlarının sahip olduğu imkânlar, onları, dünyanın siyasî ve İktisadî gidişatına yön ve­recek yetkiye ulaştırmıştır.

23-Depremlerin Çoğalması

"Depremler artmadıkça kıyamet kopmaz...”(56)

“Kıyametten önce şiddetli salgınlar baş gösterir. Sonrasında ise depremlerin çok yaşanacağı se­neler gelir."(57)

24.Salih İnsanların Azalması

“Allah, hayır sahibi salih insanları yeryüzünden almadıkça kıyamet kopmaz, öyle ki, dünyada hayırsız insanlar kalır; ne (dinin) güzel (gördüğü şeyler)i güzel görürler, ne de kötü (gördüğü şeyler) i kötü görürler (aksine, tam tersini yaparlar)."(58)

25-Ehil Olmayan Kimselerin Yüksek Makamlara Gelmesi

Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayet edilen bir hadis­te Peygamberimiz, “İnsanlar üzerine aldatıcı günler gelir; yalana doğru sözlü, doğru sözlü de yalana sayılır. O zamanda Ruveybıdlar konuşur hale gelir" buyurdular. Ashab, 'Ruveybıdlar kim(dir) ey Allah’ın Resûlü?’ diye sorunca, Efendimiz, “Toplum işleri hakkında söz sahibi olan sefih insanlardır” buyurdular.(59)
“İş, ehil olmayana teslim edilirse kıyametin kop­masını bekle."(60)

26.Sadece Tanıdıklara Selam Verilmesi

Kıyamet alametlerinden biri de insanların birbiri­ne, sadece tanıdığı için selam vermesidir."61

“Kıyametten önce sadece tanıdığa selam verile­cek..."(62)

27.Tesettürün İçinin Boşaltılması

"Ahir zamanda ümmetimde, güzel bineklere binen insanlar olacak; mescitlerinin kapılarına gelecekler. Kadınları giyinik çıplaklardır, başları deve hörgücü gibi kabarıktır. Onlara lanet edin, çünkü onlar lanetlidir."(63)

"Cehenneme girecek iki sınıf vardır ki, ben on­ları görmedim: Biri, ellerinde öküz kuyruğu gibi kırbaçlarla insanlara vuran bir grup, diğeri de erkeklere meyleden, erkekleri de kendilerine meylettiren giyinik çıplak kadınlardır. Onların başları deve hörgücü gibi kabarıktır. Bu kadın­lar cennete giremezler, onun kokusunu bile ala­mazlar...”(64)

28.Bilgi Araçlarının Yaygınlaşması

“Kalemin çoğalması... kıyamet alametlerindendir.”(65)

15.yüzyılın ikinci yansında matbaanın ica­dıyla bilgi çağında çığır açan bir buluş gerçek­leşmiştir. önceki asırlarda uzun uğraşlar so­nucunda yazılan kitaplar, matbaanın icadıyla seri halinde basılmaya başlamış, bilginin hızlı bir şekilde hizmete sunulmasıyla ilmin gelişmesinde patlama yaşanmıştır. Bilgi nak­leden birer araç olarak kalem ve kitabın yay­gınlaşması enformatik cehaletin sınırlarını daraltırken, bilginin harcıalem hale gelmesi de irfan-hikmet fakirliğine yol açmıştır.

27-Yalana Şahitliğin Artması

"Kıyametten önce... yalana şahitlik artar ve doğru şahitlik gizlenir."(66)

28.Ani Ölümlerin Çoğalması

“Ani ölümlerin çoğalması... kıyametin yaklaştığı­na alamettir."(67)

29.İnsanların Birbirini Tanımaması

"Kıyametten önce... insanlar arasında soğukluk baş gösterir; nerdeyse birbirlerini tanımaz olurlar."(68)

30.Fırat Nehrinin ‘Altın Dağ’ Çıkarması

“Fırat nehri, altın bir dağ çıkarmadıkça kıyamet kopmaz. Bunun üzerine insanlar birbirleriyle sava­şır; her yüz kişiden doksan dokuzu ölür. Onlardan her biri Belki kurtulan ben olunan der.”(69)

Fırat nehrinden çıkacak olan bu hazine ve nasıl ortaya çıkacağı hakkında farklı yorum­lar yapılmıştır. Bu yorumlardan birine göre, altın dağın ortaya çıkması ‘nehir suyunun kesileceği ve o sudan bir takım faydalar elde edileceği’ anlamına gelmektedir. Bu yoruma göre bu alamet gerçekleşmiştir. Zira Fırat nehrinin suyu, nehir üzerine Keban barajı­nın inşasıyla durdurulup kesilmiştir.

Diğer bir yorum ise, Fırat nehrinden çıkacak olan altın dağın petrol olduğu yönündedir. Nitekim Fuat nehri petrol yataklarının bu­lunduğu bölgeler üzerinden geçmektedir. Bu yoruma göre, hadiste geçen ‘altın dağ’ ifadesi mecazî bir anlam taşımakta olup, bu ifadey­le bölgedeki petrol yataklarının keşfedilmesi anlatılmak istenmiştir.

Altın dağ hakkında ortaya atılan görüşlerin sağlamasını yapabilmek için hadisleri bir bütün olarak değerlendirerek, sıkı bir incele­meden geçirmek gerekmektedir. Bu münase­betle hadisler üzerine getirilen yorumlan şu şekilde inceleyebiliriz:

a. Hadiste geçen ‘Altın dağ’ sözünden anlaşı­lan ilk mana herkesin bildiği altın madenidir.
Kelimelerin gerçek manalarından çıkartılıp ikind/başka bir manada kullanılabilmesi için belli bir sebep gerekmektedir. Aksi halde ke­limeler ilk anlamlarıyla anlaşılmak zorunda­dırlar. 'Altın dağ* sözünün gerçek anlamında olmayıp, petrol manasına geldiğini söylemek içinse herhangi bir sebep bulunmamaktadır.

b-Allah Resûlü (s.a.v)’in başka nehir ve de­nizlerden bahsetmeyip, özellikle Fırat neh­rini konu etmesi, bu nehre ayrı bir anlam yüklemektedir. Bu da Fırat nehrinde, diğer­lerinde olmayan bir özelliğin bulunduğudur. Bu özelliğin petrol olamayacağı açıktır; çün­kü petrol, Fırat nehri bölgesindeki yataklar­dan çıkarıldığı gibi başka yerlerde de çıkarıl­maktadır.

c-Peygamber Efendimizin ifadelerinden, Fırat nehrinin kesilmesi veya suyunun azal­ması gibi bir durumun anlaşılması da söz konusu değildir. Zira Fırat nehrinin, yata­ğından altın dağ ‘çıkarması’ olayı, ‘çıkarmak, açmak’ anlamına gelen ‘H-s-r’ kelimesiyle ifade edilmiştir. Hadisin anlaşılmasında ki­lit noktayı oluşturan bu kelime, altın dağın ortaya çıkma anında ‘suyun açılarak altın madeninin görünmesi’ anlamına gelmekte olup, ‘suyun kesilerek azalması’ şeklinde bir anlam içermemektedir. Dolayısıyla suyun kesilerek Fırat nehrinin susuz kalması şek­linde bir mana çıkarmak etimolojik açıdan doğru değildir.

d. Peygamber Efendimiz konuyla ilgili başka bir hadisinde, “Fırat’ın altın bir dağ çıkarma zamanı yaklaşıyor. Kim orada bulunursa ondan bir şey almasın"70) buyurarak, o hâzineye ta­mah edip, el uzatmaktan menetmiştir. Allah Resûlü’nün bu ikazı, hâzinenin, Fırat nehri­nin kesilerek elde edilen faydalar veya petrol olabileceği yönünde yukarıda yapılan yorum­lan geçersiz kılmaktadır. Zira Efendimiz o madenden herhangi bir şekilde menfaat elde etmeyi yasaklamış bulunmaktadır. Fırat neh­rinin, üzerine kurulan barajlar sebebiyle su­yunun kesilerek hâzinenin ortaya çıkacağına ihtimal verilmesi durumunda bu barajlardan yararlanmanın yanlış olduğunu söylemek gereklidir. Aynı durum ‘altın dağ’ın petrol ol­duğuna ihtimal veren görüş için de geçerlidir. Aynı zamanda Peygamber Efendimiz, "Bunun üzerine insanlar birbirleriyle savaşır” buyurarak altın dağ’ın fitne ve kargaşa getireceğini ha­ber vermiştir.

Hadisler hakkında yapılan bu değerlendir­meler, Fırat nehrinin gerçek anlamda bir ‘altın dağ’ çıkaracağını, bu dağın, barajlardan elde edilen bir takım faydalardan veya bölgede bu­lunan petrol yataklarından ibaret olamaya­cağını ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, Peygamber Efendimiz’in hadislerinde, bu ala­metin ne zaman meydana geleceği konusuna dair herhangi bir işaret bulunmamaktadır.

31.Rumlarla Yapılcak Büyük Savaş

“Kıyametten önce şu altı şeyi say: ...Sizle Benî Esfer (Rumlar) arasında barış imzalanır; Rumlar anlaşmayı bozarlar ve her sancak altın­da on iki bin askerin bulunduğu seksen sancakla size saldırırlar.”(71)

"Sîzler Arap yarımadasını fethetmek için savaş yaparsınız, Allah orayı verir. Sonra İran’la savaş yaparsınız, Allah orayı da verir. Sonra Rumlarla savaş yaparsınız, Allah orayı da verir. Sonra Deccal ile savaşırsınız, Allah zafer ihsan eder.”(72)
“Beyt-i Makdis’in iman Medine’nin harabına, Medine’nin harabı (Rumlarla yapılacak) bü­yük savaşa, büyük savaş Konstantiniyye’nin (İstanbul) fethine, Konstantiniyye’nin fethi de Deccal’ın çıkışına alamettir.”(73)
Ahir zaman alametlerinden biri de Müslümanların Rumlarla savaş yapmasıdır. Peygamber Efendimiz hadislerinde, bu sava­şın çok çetin olacağım “...Bir babanın yüz çocu­ğu savaşa gider de geriye biri döner...” sözleriyle ifade etmiş ve o askerlerin yeryüzünün en hayırlı askerler olduğunu bildirmiştir. (74)

Ayrıca hadislerde, bu savaşın Deccal çık­madan önce Suriye taraflarında meyda­na geleceği, Müslümanların galip gelerek Konstantiniyye ’nin fethine hazırlanacakları şu şekilde tasvir edilmiştir:

*'Ramlar Amâk ya da Dâbik(75) bölgesine inin­ceye kadar kıyamet kopmaz. O gün Rumların karşısına Medine’den, yeryüzünün en hayırlı­larından bir ordu çıkar. Müslüman ordusu saf tuttuğunda Rumlar, ’Bizimle, bizden esir alı­nanların arasından çekilin, onlarla çarpışalım’ derler. Müslümanlar da, ’Hayır, vallahi sizinle
kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz’ derler ve Rumlarla savaşırlar. Savaşta Müslümanların üçte biri hezimete uğrayıp kaçar ki, Allah on­ların tövbelerini asla kabul etmez. Üçte biri de öldürülür. Onlar da Allah katında şehitlerin en üstünleridir. Diğer üçte biri de savaşı kazanır, asla ihtilafa düşmezler... ”(76)

32-Konstantiniyye’nin Fethi

Peygamber Efendimiz tarafından bizlere bildirdiğine göre kıyametin kopacağına işa­ret eden alametlerden biri de ahir zamanda Konstantiniyye/îstanbul’un fethedilmesidir. Bu fetih, Müslümanlarla Rumlar arasında ya­pılacak olan büyük savaşı Müslümanların ka­zanmasından sonra gerçekleşecektir. Kons­tantiniyye savaş yapılmadan fethedilecektir.
“Sîzler, bir yakası karada, bir yakası denizde olan bir şehir işittiniz mi? tshak oğullarından yetmiş bin kişi o şehirle savaşmadıkça kıya­met kopmaz. Bunlar o beldeye gelip konaklar, silah ve ok ile çarpışmazlar. ’Lâ ilahe illallâhü vallâhü ekber’ derler, bunun üzerine şehrin bir yakası düşer. Sonra ikinci defa ’Lâ ilûhe illallâhü vallâhü ekber’ derler, şehrin diğer yakası düşer. Sonra üçüncü defa ‘Lâ ilâhe İllallâhü vallâhü ekber’ derler, şehir fethedilir ve oraya girerler. Ganimetleri taksim etmekte oldukları sırada bir kişi, ‘Deccal çıktı’ diye bağırır ve her şeyi terk ederek geri dönerler."(77)

Bir başka hadiste Müslümanların, Rumlarla yapacağı savaştan zaferle ayrılacakları anla­tıldıktan sonra Konstantiniyye’yi fethetme­leri şöyle tasvir edilmiştir:

“Bunlar (Rumlarla savaşıp, galip gelen Müslümanlar) Konstantiniyye’yi fethederler. Fetihten sonra, kılıçlarını zeytin ağaçlarına asmış, aralarında ganimetleri paylaşırlarken şeytan onlara, ’Deccal ailelerinizi ele geçirdi’ diye bağırır. Hâlbuki şeytanın bu sözü yalandır. Müslümanlar yola çıkarlar. Şam’a geldiklerin­de savaş için hazırlık yapıp saflarını ayarlarlar.
Namaza durulacağı esnada Meryem oğlu İsa (a.s) iner ve onlara imam olur.(78)
(Rumlarla Müslümanlar arasında yapı­lacak olan) büyük savaşın meydana gelmesi Konstantiniyye’nin fethine alamettir...”(79)

İstanbul, Sahabe zamanında fethedilmeye çalışılmış ancak fetih nasip olmamıştır. Hz. Muâviye (r.a), içlerinde Ebu Eyyûb el-Ensârî (r.a)’in de bulunduğu bir orduyu gönder­miş ancak sonuç alamamıştır. Daha sonra Mesleme b. Abdulmelik İstanbul’u kuşatmış, fakat fethedememiştir.(80)
1453 yılında İstanbul’u fethederek, Hz. Peygamber’in övgüsüne mazhar olan Fatih Sultan Mehmed ve ordusu, bu fetih esansında silah kul­lanmışlardır. Dolayısıyla hadislerde kıyamet ala­meti olarak ifade edilen fetih, bu fetih değildir.

33-Yahudilerle Savaş

"Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıya­met kopmaz; Müslümanlar Yahudileri öldürür. Öyle ki Yahudi, bir taş veya ağacın arkasına sak­lanır. O taş veya ağaç, Tüy Müslüman, ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki bir Yahudi’dir, gel, öldür onu’ der. Bu sözü sadece Ğarkad(81) ağacı söylemez. Çünkü o Yahudi ağacıdır."(82)
Hadislerden anlaşıldığına göre, bu savaş Deccal’ın ortaya çıkışından sonra vuku bula­cak, Yahudiler Deccal’in askerleri olacak, bu savaşta Hz. İsa, Deccal’ı öldürecektir.(83)

Deccal, Konstantiniyye’nin fethinden sonra ortaya çıkacağı için olaylar; Müslümanların Rumlarla savaş yapması ve onları yenmesi, Konstantiniyye’nin fethi, Deccal’ın zuhuru, Yahudilerle savaş yapılması ve İsa (a.s)’ın Deccal’ı öldürmesi... sırasıyla gerçekleşecek­tir. En doğrusunu Allah bilir.

1.KIYAMETİN BÜYÜK ALAMETLERİ

Kıyametin büyük alametleri, kıyametin vuku­una az bir zaman kala ortaya çıkacak olan bir kısım olağanüstü ve büyük çaplı olaylardır. Büyük alametlerin sıralamasında Sahabeden bu yana ihtilaf bulunmaktadır. Biz bu sırala­mada, Ibn-i Hacer’in değerlendirmesini esas alarak büyük alametleri onun tercih ettiği sı­raya göre inceleyeceğiz.

1.        Mehdi (a.s)’ın Çıkışı

Peygamberimizin bildirdiği kıyamet ala­metlerinden biri de Mehdi (a.ş)’ın çıkışıdır. Mehdi (a.s)’ın geleceğini bildiren birçok ri­vayet vardır. Bazı âlimler bu rivayetlerin te­vatür derecesinde olduğunu söylemişlerdir. Hadis âlimleri ve imamların birçoğu bu hu­susu önemle ifade etmişlerdir. Mehdi (a.s) hakkında varid olan bu rivayetlerde, onun Ehl-i Beyt’ten olması, açık alınlı olması, burnunun kemerli olması, Isa (a.s.)’ın onun arkasında namaz kılması gibi diğer bazı vasıf­ları da zikredilmiştir.(84)

"Size Mehdiyi müjdeliyorum! İnsanların kar­gaşa içinde olduğu, depremlerin yaşandığı bir zamanda gönderilir; yeryüzü zulüm ve ada­letsizlikle dolduğu gibi orayı hak ve adaletle doldurur. Yer ve gök ehli ondan razı olur. Malı doğru şekilde dağıtır." Bu esnada bir adam: "Malın doğru dağıtılması ne demek ey Allahın Resülü?" diye sordu. Efendimiz: “İnsanlar ara­sında eşit olarak dağıtılmasıdır. Allah, Ûmmet-i Mühammed’in kalplerini zenginlik ile doldurur. Adaleti onları kuşatır..."buyurdu.(85)

2.       Deccal’in Çıkışı

Deccal; bozguncu, hileci, yalana demektir. Peygamberimizin bildirdiğine göre Deccal, kı­zıl renkli, kısa boylu, cüsseli, kıvırcık saçlı, ay­rık bacaklı, kısır, genç bir adamdır. Sağ gözü siliktir, içi boşalmış üzüm tanesi gibidir. İki gözü arasında “kâfir” yazılıdır. Bir rivayette ise,Peygamberimiz heceleyerek “kir" harflerinin yazılı olduğunu söylemiştir. Bu yazıyı okuma- yazma bilen-bilmeyen her mümin okuyacaktır.
İslam âlimleri, Efendimizin bu sözlerinin mecaz olmadığını, ahundaki yazının ger­çekten görüleceğini belirtmişlerdir. Aynı za­manda onu ümmî olanlar da okuyacaktır. Bu hususu Muhaddisler şöyle açıklamışlardır: “Göz’ün idrak etme yeteneğini yaratan Allahu Teâlâ’dır. Bu yeteneği istediği zaman, istedi­ği kulda yaratır. Bu durumda o kul okuma- yazma bilmese bile o yazıyı okur. Allah’ın bu isteğini hiçbir şey engelleyemez.”(86)
Deccal, doğu tarafından, Horasan’dan çıka­caktır. Sonra yeryüzünü dolaşıp tüm şehir­lere uğrayacaktır. Fakat Mekke ve Medine’ye giremeyecektir.(87) İsa (a.s), nüzul ettikten sonra Deccal’ı öldürecektir.(88)

3.       Isa (a.s)’ın Nüzulü
Kıyametin yaklaştığım gösteren büyük ala­metlerden biri de İsa (a.s)’ın yeryüzüne in­mesidir. Kur’ân-ı Kerimde, Hz. İsa’nın ahir za­manda yeryüzüne ineceğine delalet eden ayetler bulunmaktadır.(89) Ayrıca bu olay mütevatir dere­cesine varan birçok hadis ile sabittir.

“Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki Meryem'in oğlunun aranıza adil bir hakem ola­rak inmesi çok yakındır. Haç'ı kırar, Hınzır'ı öl­dürür. Cizyeyi kaldırır. Mal o kadar fazlalaşır ki artık kimse onu almaz."(90)

4.       Ye’cûc ve Me cûc

Kıyametin yaklaştığım gösteren büyük ala­metlerden biri de Ye’cûc ve Me’cûc’ün zuhuru­dur. Bu alamet Kur’ân-ı Kerimde açık bir şe­kilde ifade edilmiştir.(91) Efendimiz (s.a.v)’den gelen farklı rivayetlerde de Ye’cûc ve Me’cûc’e dair bazı bilgiler verilmiştir.
Resûlullah (s.a.v) bir gün korku ile Hz. Zeyneb’in yanma girerek: “Lâ ilahe illallâh! Vukûu yaklaşan bir şerden, büyük bir fitne­den dolayı vay Arab’ın hâline! Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’ün şeddinde şunun gibi bir delik açıldı” buyurdu ve başparmağı ile ona yakın olan şehâdet parmağım halkaladı. Zeyneb bint-i Cahş: “Ya Resûlallah! İçimizde bu kadar iyi kimseler varken biz helak olur muyuz?” diye sorunca Resûlullah: “Evet, fısk ve fucûr çoğaldığı zaman (helak olursunuz)“ diye cevap verdi.(92)

5.        Üç Yere Batma Hadisesi

Huzeyfe bin Esîd (r.a) şöyle nakletmiştir: “Bir gün kıyamet hakkında konuşuyorduk.
O sırada Peygamberimiz yanımıza geldi. “Ne konuşuyorsunuz?” diye sordu. Kıyamet hakkında konuştuğumuzu söyledik. Bunun üzerine, “Öncesinde şu on alameti görmedikçe kıyamet asla kopmaz: ...Üç yere batma olayı; biri doğuda, biri batıda, diğeri de Arap yarıma­dasında...”(93) buyurdu.

Bu üç olay, diğer büyük alametler gibi henüz gerçekleşmemiştir. Şimdiye kadar meydana gelen ufak çaptaki benzer hadiselerden hare­ketle bazı âlimler bu alametin vaki olduğunu söylemişlerdir. Fakat hadislerden, büyük ala­metlerden sayılan bu üç hadisenin daha bü­yük çapta vaki olması gerektiği anlaşılmakta­dır. Nitekim hadislerde, yere batma olayları­nın, fuhşiyatm çoğalıp her tarafı saracağı bir zamanda yaşanacağının ifade edilmesi de bu anlamı gücendirmektedir.

6.       Duman

Ahir zamanda, semada, insanları kuşatacak bir duman görülmesi de kıyametin büyük ala- metlerindendir. Bu alamet hem Kur’ân-ı Kerim’de(94) hem de hadislerde açıkça belirtilmiştir.

“Şu altı şey gelmeden amellere sarılın: Deccal, Duman...”(95)

7.        Güneşin Batıdan Doğması

Güneşin batıdan doğması da kıyametin bü­yük alametlerindendir. Müfessirlerin çoğun­luğuna göre, “Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz” ayetinde anlatılmak istenen alamet bu alamettir. Bu olay hadislerde şöyle tasvir edilmiştir:
“Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş doğduğunda ve insanlar onu gördüğünde hepsi birden iman ederler. İşte bu, önceden inan­mamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanının bir fayda sağlama­yacağı zamandır.”(96)

8.       Dâbbetu l-Arz

“O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) za­man, onlara yerden birdâbbe (mahlûk) çıkarırız
da, bu onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.”(97)

Üç şey vardır ki bunlar zuhur ettiğinde önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanma­mış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz: Güneşin batıdan doğuşu, Deccal, Dâbhetü’l-Arz.”(98)

1.        İnsanları Süren Ateş
İnsanları doğudan batıya süren büyük bir ateşin çıkması da kıyametin büyük alamet- lerindendir. Bu ateşin Yemenden, başka bir rivayette ise Hadramevt’ten çıkacağı bilin­mektedir:(99)

“Kıyamet alametlerinin ilki insanları doğudan batıya sevk eden bir ateştir.”(100)

Sonuç

Mümin bir kimsenin koruması gereken en önemli değeri hiç şüphesiz ki onun imam ve imanının semeresi niteliğindeki amel-i sali- hidir. Bu dünya hayatında mümin kimsenin karşı karşıya kalabileceği her türlü bela, fitne ve musibet, onun imam için birer imtihan niteliği taşımaktadır. Cenab-ı Hakk’ın huzu­runda kıyama duracağı o zor günde O’nun rı­zasını kazanma gayretine matuf her türlü ça­bası müminin, ahiret hayatından önce dünya hayatında bir kurtuluşa ermesini getirecek­tir. Yukarıda kıyamet alameti olarak zikredi­len bütün o hususlar karşısında müminden istenen de imanına ve o imanın taalluk ettiği şeylere sahip çıkmasıdır. Meseleye böyle bak­tığımız zaman ilk dönemlerden günümüze kadar canlı bir şekilde taşına gelen kıyamet ve alametleri karşısındaki bilincin künhüne vakıf olabilir; bizden öncekilerin sahip oldu­ğu o bilinci daha bir diri tutmaya çalışarak karşı karşıya kalabileceğimiz büyük fitneler­den -Allah’ın izniyle- kurtulabiliriz.

RİHLE DERGİSİ-AHİRZAMAN SAYISI
MAHMUD YURDAKUL


Dipnotlar:
1.        Muhammed, 18.
2.       el-Müfredat, 417.
3.       Buhârî, Rikâk, 42; Müslim, Fiten, 136.
4.       Buhârî, Rikâk, 39; Müslim, Fiten, 135.
5.        İbn-i Receb el-Hanbelî, Fethul-BArî, 4/335, (Mektebetüt Gurabâ el-Eseriyye, Medine, 1417/1996).
6.       Buhârî, Cizye, 15.
7.        Buhârî, Cizye, 15.
8.       0 Buhârî, Cizye, 15.
9.       Bkz: İbn-i Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 7/93, DaruTMe’ârif, Beyrut.
10.     “ Yusuf b. Abdullah b. Yusuf el-Vâbil, Eşrdtu's-Sdb, 86, (Dâru İbni’l-Cevzî, Cidde-Riyad, 1420/2000).
11.      Buhârî, Zekât,9.
12.     Müslim, Zekât, 59.
13.     İbn-i Hacer el-Askalânl, Fethu'l-Bârt, 13/110 (Dâru’s- Selâm-Dâru’l-Feyhâ, Dımeşk, 1418/1997).
14.     Ahmed b. Hanbel, 32/504; Ebu Dâvftd, Fiten, 2.
15.     Buhârî, Bed’u'l-Halk, 11; Müslim, Fiten, 45.
16.     Müslim, Fiten, 48.
17.     el-Ayni, Umdetü’l-Kârî, 24/297.
18.     “ el-Müstedrek, İÜ, 106.
19.     Buhârî, Fiten, 17.
20.    Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Fiten, 84.
21.     Ebu Dâvûd, Fiten, 1; Tirmizî, Fiten, 41.
22.    İbn-i Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârl, 6/754.
23.    Ahmed b. Hanbel, 33/348-349.
24.    Buhârî, Rikâk, 35.
25.    Buhârî, İlim, 21; Müslim, İlim, 8.
26.    Buhârî, Fiten, 5.
27.    ibn-i Mâce, Fiten, 66; el-Müstedrek, IV, 588.
28.    Buhârî, İlim, 21; Müslim, İlim, 5.
29.    Buhârî, Eşribe, 6.
30.    Müslim, Fiten, 110.
31.     21 Müsnedü Ebu Ya’lâ, 5/375.
32.    Taberânl, el-Mu'cemu'l-Evsat, 7/349.
33.    el-Müstedrek, 2/13.
34.    Buhârî, Büyü', 22.
35.    Tirmizî, Fiten, 38.
36.    Buhârî, Eşribe, 6.
37.    Buhârî, Nikâh, 111.
38.    Buhârî, Eşribe, 6.
39.    Ahmed b. Hanbel, 37/382-383.
40.    Ahmed b. Hanbel, 19/372.
41.     Nesâî, Mesâcid, 2.
42.    Buhârî, Salât, 62.
43.    Buhârî, imân, 37; Müslim, imân, 5.
44.    Müslim, imân, 1.
45.    İbn-i Hacer el-Askalânî, Fethu’l-BArî, 13/110.
46.    Müslim, Fiten, 18.
47.    İbn-i Mâce, Fiten, 10.
48.    İbn-i Hibbân, Târih, 9/72.
49.    Müslim, Fiten, 56.
50.    Ahmed b. Hanbel, 16/550.
51.     el-Müstedrek, 1/147.
52.    “ Ahmed b. Hanbel, 11/64; İbn-i Hibbân, Târih, 9/205.
53.    Buhârî. edeb,39.
54.    Ahmed b. Hanbel, 6/416.
55.     Nesâî, Büyü*, 3.
56.    Buhârî, İstiskâ, 27.
57.     Ahmed b. Hanbel, 28/163.
58.    Ahmed b. Hanbel, 11/551.
59.    Ahmed b. Hanbel, 13/291.
60.    Buhârî, Rikâk, 35.
61.     Ahmed b. Hanbel, 6/398.
62.    Ahmed b. Hanbel, 6/416.
63.    el-Müstedrek, 4/483.
64.    Müslim, Libâs, 125.
65.    Ahmed b. Hanbel, 6/416.
66.    Ahmed b. Hanbel, 6/416.
67.    Taberânl, el-Mu’cermil-Evtat, 9/147.
68.    Ahmed b. Hanbel, 38/335.
69.    Müslim, Fiten, 29.
70.    Buhârî, Fiten, 24; Müslim, Fiten, 30; 31.
71.     Buhârî, Cizye,15.
72.    Müslim, Fiten, 38.
73.    Ebu Dâvûd, Melâhim, 3; el-Müstedrek, 4/467.
74.    Müslim, Fiten, 37.
75.     Halep ile Hatay arasında bulunan, birbirine yalan flâ kasaba ismidir.
76.    Müslim, Fiten, 34.
77.     Müslim, Fiten, 78.
78.    Müslim, Fiten, 34.
79.    Ebu Dâvûd, Melâhim, 3; Müstedrek, 4/467.
80.    Nihûyetül-Bidiye ve'n-NVtâye fıl-Ptten vel-Meiâhim, II, 82,
81.     Ğarkad, Araplarda, yalnızca Avsej (Tekedikeni veya Şeytan İpliği) ağacının büyüğü için kullanılır Küçük Avsej ağaçlan için Ğarkad adı kullanılamaz. Avsej (Ğarkad) ağsa, Patlıcangiller familyasına mensup dikerdi bir ağaçtır. (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi)
82.    Buhârî, Cihâd, 94; Müslim, Fiten, 82.
83.    el-Müstedrek, 4/575.
84.    İbn-i Receb d-Hanbeli, Fethu'l-Bârl, 6/493; es-Suyûti, d-Hâvi li'l-Fetâvâ, 2/85; el-Mizzî, Tehzibul-Kemâl fi Esmir-BicM, 3/1194; el-Berzend, el-tşâ'a U Bşrâti's-Sâ'a, 87,112; etKınnevd, el-izâ'a Limâ Kine vemâ Yekûnu Beyne Yedayis-Sâa, 112.
85.    Ahmed b. Hanbel, 12/62.
86.    İbn-i Receb el-Hanbeli, FethulBâri, 13/100; İmam Nevevî, Şerhu'n-Nevevi Sahih i Müslim, 17/60.
87.    Tirmizî, Kitâbul-fiten, 4/509.
88.    Müslim, 4/2940.
89.    Zuhruf, 57-61; Nisâ, 157-159.
90.    Buhârî, Kitâbul-Mezâlim, 37; Müslim, Kitâbul-lmân, 244.
91.     Enbiyâ, 96,97; Kehf, 92-99.
92.    Buhâri, Kitâbu’l-Enbiyâ, 21.
93.    Müslim, Kitâbul-Fiten, 39.
94.    Duhân sûresi, 10,11.
95.    Müslim, Kitâbul-Fiten, 128.
96.    Buhâri, Kitâbu’t-Tefsîr, Bab-u Tefsir-i Sûretil-Enâm, 10; Müslim, Kitâbul-îmân, 248.
97.    Nemi sûresi, 82.
98.    Müslim, Kitâbul-îmân, 249.
99.    Müslim, Kitâbul-Fiten, 39; Ahmed b. Hanbel, 8/135.
100. Buhâri, Kitâbu’l-Enbiyâ, 4.
Devamını Oku »