Allah Teala, Resûl-i Ekrem'ini şefâat ve Makâm-ı Mahmûd özellikleriyle diğer peygamberlere üstün tutması konusunda şöyle buyurmaktadır:
“Umulur ki böylece Rabbin seni Makâm-ı Mahmûd'a yükseltir.”
Şerh:Âyetin
tamamı şöyledir: “Gecenin bir bölümünde uyanıp kalk, sadece sana
mahsus olmak üzere teheccüd namazı kıl. Umulur ki böylece Rabbin seni Makâm-ı Mahmûda yükseltir.”
Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle demiştir:
“Kıyâmet gününde insanlar gruplar hâlinde toplanır. Her ümmet peygamberinin etrafında yer alır. Ve onlara adlarıyla hitap ederek: “Ey falan, bize şefaat et!Ey falan bize şefaat et!” derler. Peygamberler şefaate yetkili olmadıklarını söyleyince, sonunda, şefaat dileğiyle Nebiyy-i Ekrem sallallahualeyhi ve sellemin yanına gelirler. O gün, Allah Teâlâ run Resü-i Ekrem'e Makâm-ı Mahmûd’u verdiği gündür.”
(Buhari,Tefsir,11)
Makâm-ı Mahmûd Nedir?
Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre sahâbiler Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme: “Umulur ki böylece Rabbîn seni Makâm-ı Mahmûd’a yükseltir.”âyetinin anlamını sordular. O da “Makâm-ı Mahmûd şefaat makamıdır.” buyurdu.
(Tirmizi,Tefsir,7)
Ashâb-ı kirâmdam Ka’b ibni Mâlik radıyallahu anh (v. 54/674) Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
“Kıyâmet gününde insanlar Mahşer yerinde toplanacak. Ben ve ümmetim bir tepe üzerinde bulunacağız. Rabbim bana yeşil bir elbise giydirecek. Sonra konuşmama izin verilecek. Ben de Allah Teâlânın söylememi istediği şeyleri söyleyeceğim (Kendisini öveceğim; şefâat niyaz edeceğim).İşte Makâm-ı Mahmûd budur.”
(Hanbeli Müsned,3,456)
Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhümâ rivâyet ettiği bir hadiste şefâat hadisinden söz ederek şöyle buyurdu:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ilerler ve Cennet kapısının halkasını tutar. İşte o gün Allah Teâlâ onu, kendisine vaad ettiği Makâm-ı Mahmûd’a çıkaracaktır.”
Şerh:Hadisin tamamı şöyledir:“Kıyâmet gününde güneş insanların tepesine iyice yaklaşacak, ter kulaklarının yarışma kadar çıkacak. Onlar işte bu hâldeyken Hz. Âdem’in yanına varıp kendilerine şefâat etmesini isteyecekler. O ise: “Ben bu yetkiye sahip değilim.” diyecek. Sonra Mûsâ peygambere gidecekler o da aynı şeyi söyleyecek.
Daha sonra Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin yanına varacaklar. Peygamber aleyhisselâm insanlara şefaat edecek ve Cennete varıp kapısının halkasını tutacak; işte o gün Allah Teâlâ onu, kendisine vaad ettiği Makâm-ı
Mahmûd’a çıkaracak, ' bütün mahşer halkı onu övecektir.”
Abdullah ibni Mes’ûd radıyallahu anhın. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden rivayet ettiğine göre Makâm-ı Mahmûd, Allah’ın Elçisi nin Arşın sağ tarafında ayakta duracağı bir makam olup ondan başka hiç kimse orada durmayacaktır. Dünyaya önce gelen ve sonra gelecek olan bütün insanlar o makama imrenecektir.
(Hanbeli,Müsned,1,398-399)
Şerh:Yukarıda Ebû Hüreyre radıyallahu anhın rivâyet ettiğii benzeri bir hadiste de, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in şöyle buyurduğu geçmişti:
“Cennet elbiselerinden bir elbise giyeceğim. Sonra Arş-ı Alâ’nın sağ tarafında, ayakta duracağım. Benden başka, yaratılmışların hiçbiri o makamda durmayacaktır.”(Tirmizi,Menakıb,1)
Bu hadisin bir benzerini her ikisi de tabiîn âlimi olan Kâ’bu l-Ahbâr(v. 32/652) ve Hasan-ı Basrî de rivâyet etmiştir.
Bir başka rivâyete göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Makâm-ı Mahmûd, ümmetime şefaat edeceğim makamdır.”
Yine Abdullah ibni Mes’ûd radıyallahu anhın rivâyet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ben Makâm-ı Mahmûd’da duracağım.” buyurunca ashâb-ı kiram:
“Makâm-ı Mahmûd nedir?” diye sordular. O da şu cevabı verdi:
“O gün Allah Teâlâ’nın (kullarını hesaba çekmek için) Kürsî’si üzerinde tecelli edeceği gündür. ”.
(Hanbeli,Müsned,1,398-399)
Şerh:
Hadisin tamamı şöyledir:
“Cenâb-ı
Makk’ın yer ile gök arasını dolduracak kadar geniş olan Kürsî’si, o gün zorlandığı için yeni deve semeri gibi gıcırdayacaktır. O gün siz huzûra yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak getirileceksiniz. Kendisine ilk defa elbise giydirilecek kimse Hz. İbrâhim olacaktır.
Allah Teâlâ ‘Benim dostumu giydirin!” buyuracak, hemen Cennet elbiselerinden İki beyaz elbise getirilip Hz. İbrâhim giydirilecek. Ardından beni giydirecekler. Bun-dan sonra Allah Teâlâ’nın sağında, dünyaya önce gelen ve sonra gelen bütün insanların imreneceği bir makamda duracağım.”
Peygamber Efendimizin Şefâati
Ebû Mûsâ el-Eş’arî
1 radıyallahu anhın (v. 42/662) rivâyet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bana, ümmetinin yarısının Cennet’e girmesini mi, yoksa şefâati mi istersin diye soruldu; ben de şefâati tercih ettim; çünkü şefâat daha çok kimseyi kapsar. Siz bu şefaatin Müttakıler için olduğunu mu sanıyorsunuz? Hayır, şefâatim, çok hatâ eden günahkâr ümmetim içindir.”
Şerh:Ashâb-ı kirâmdan Avf ibni Mâlik el-Eşcaî radıyallahu anhın da rivâyet ettiği bu hadisin baş tarafında şöyle bir ilâve vardır:
“Resûl-i Ekrem: ‘Bu gece Rabbim beni hangi şeyi seçmek- İ te muhayyer bıraktı, biliyor musunuz?’ diye sordu. Biz de i
Allah ve Resûlü daha iyi bilir.’ dedik.” Hadisin sonunda da şöyle
bir ifâde vardır: “Biz, ‘Yâ Resûlallah! Bizi de o şefâat edilenlerden kılması için Allah’a duâ et!’ dediğimizde şöyle buyurdu: ‘O şefâat bütün ümmetim içindir.’(İbn Mace,Zühd,37;nr.4317)
“Şefâatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir”(Ebû Dâvûd, Sünnet 23, nr. 4739.)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh diyor ki:
“Yâ Resûlallah! Şefaat hakkında sana ne indirildi?” diye sordum.
Şöyle buyurdu:
“Şefâatim; kalbi, dilinin söylediğini tasdik ederek, bütün samimiyetiyle Kelime-i Tevhîd’i söyleyenler içindir.”
(Hanbeli,Müsned,2;307-518..)
Mü’minlerin annesi Ümmü Habîbe radıyallahu anhâ Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Benim vefatımdan sonra ümmetimin başına ne gibi felâketler geleceği, onların birbirinin kânını haksız yere nasıl dökeceği, daha önceki milletlerin uğradığı belâlara onların da uğrayacağı bana bildirildi. Ben de Cenâb-ı Hak’tan, kıyamet gününde onlara şefâat etmeyi bana nasip etmesini istedim; niyazımı kabul buyurdu.”
(Müsned,4;427-428)
Ashâb-ı kiramdan Huzeyfe ıbnü’l-Yemân radıyallahu anha. 36/66$ şöyle dedi:
“Kıyamet gününde Allah Teâlâ insanları dümdüz bir yerde toplayacak; onlara seslenen biri, hepsine sesini duyurabilecek, onlara bakan biri, hepsini görebilecek. İnsanlar, yaratıldıkları günkü gibi yedin ayak ve çırıl-çıplak olacak. Herkes derin bir sükût içinde olacak. Allah izin vermeden kimse konuşamayacak.
Şerh:Şu âyetler bu manzarayı tasvir etmektedir: “O gün, Ruh
ve melekler saf saf olurlar. Rahmânın izin verdiklerinden başkası konuşamaz; izin verilip konuşan da doğruyu söyler. İşte bu gerçek olan gündür”(Nebe,38-39)
Bugün dillerinin tutulduğu gündür, izin de verilmez ki özür dilesinler. Gerçeği yalanlayanların o gün vay hâline! Bugün hüküm günüdür. Sizi ve öncekileri toplamışızdir.”(Mürselat,35-38)
‘Muhammedi’ diye seslenilecek. Resûl-i Ekrem de şöyle diyecek:
‘Rabbim! Ben Senin emrindeyim! Her zaman hizmetindeyim. Bütün hayırlar Senin kudret elindedir. Şerri de Sen yaratırsın, ama onun yapılmasına razı olmazsın. Doğru yolu bulan, ancak Senin yardımınla bulur. İşte bu kulun Senin huzûrundadır. Onun hakkında hüküm vermek Sana âittir. Onun her işi Senin kudret elindedir. Senen kaçıp sığınacak ve Senin elinden kurtulacak bir yer varsa, o yine Sensin! Hayrın ve bereketin pek çoktur. Şânın pek yücedir. Seni her kusurdan tenzih ederim. Sen Beyt’in Rabbisin. ’
Huzeyfe Ibnü’l-Yemân sözünü şöyle tamamladı: İşte Allah Teâlâ’nın: “Umulur ki böylece Rabbin seni Makâm-ı Mahmûd’a (övgüye değer bir konuma) yükseltir. ” (isrâ 17/79) buyurduğu makam bu yerdir.(Hâkim, el-Müstedrek(Atâ), D, 395, nr. 3384; İbni Ebî Şeybe, el-Musannef (Hût), VI, 319.)
Günahkârlara Nasıl Şefâat Edecek?
Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle demiştir:
“Cehennemlikler Cehennem’e, Cennetlikler Cennet’e girince, geride Cennet ve Cehennem ehlinden birer grup kalır. Cehennemlikler, (günahları yüzünden geride kalan) Cennetliklere:
“Bakın, îmân etmiş olmanız bir fayda sağlayıp da sizi Cennet’e götürmedi. " derler.
Onlar da Cehennemliklerin kendilerini ayıplamasından dolayı Rablerine feryâd ederek yalvarırlar. Onların feryâdını duyan Cennet ehli, Hz. Âdem’e ve diğer büyük peygamberlere giderek onlara şefâat etmelerini isterler. Peygamberler de özür beyan ederek şefâat edemeyeceklerini söylerler. Bunun üzerine Cennetlikler Muhammed sallallahu aleyhi ve Selleme başvururlar.O da bu günahkar Müslümanlara şefaat eder.İşte Makam-ı Mahmud budur.
Şerh:Ibni Abbas'ın bu sözü yani bu mevkuf hadis, Peygamber Efendimiz'in sözü yani merfû hadis hükmündedir.
Çünkü İbn Abbasın bu bilgiyi kendiliğinden vermesi mümkün değildir.
Bu rivayetin bir benzeri sahabeden Abdullah ibni Mes’ûd ve tâbiîn âlimlerinden Mücâhid ibni Cebr den rivayet edilmiştir.(Taberânî, el'Mu'cemü’l-kebîr (Selefi), IX, 354-357, nr. 9760; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), İV, 541, nr. 8519)
Aynı hadisi Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynelâbidîn Ali de Peygamber Efendimiz'den rivâyet etmiştir.'
Ashâb-ı kiramdan Câbir ibni Abdillah radıyallahu anhumâ tâbiîn ravilerindenYezîdü l-fakîr’e;
“Allah Teâiâ nın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi çıkaracağı Makâm-ı Mahmûd hakkında bir hadis duydun mu?” diye sordu. O da:
“Evet, duydum. ” deyince:
“İşte o Makâm-ı Mahmûd, Cenâb-ı Hakk’ın Resûlullah Efendimize verdiği yüce bir makamdır ki, onun sayesinde günahkâr mü’minleri Cehennemden çıkarır. dedi, ardından da günahkâr mü’minlerin derecelerine göre Cehennemden çıkarılacağına dâir şefâat hadisini okudu.(Müslim, imân 316, nr. 191)
Bu hadisin bir benzerini Enes ibni Mâlik radıyaliahu anh rivâyet etmiş olup hadisin sonunda: “İşte bu ona vadedilen Makâm-ı Mahmûd’tur." demiştir.(Buhâri, Tevhîd 24. nr. 7440)
Şefâathadisini Selmân-i Fârisî
6 de rivâyet etmiş ve şöyle demiştir:
“Makâm-ı Mahmûd, Resûl-i Ekrem’in kıyamet gününde ümmetine şefâat etmesidir.”(İbn
Ebi Asın,Es-sünne(Elbani),1,369-370,nr.813)
Bu hadisin bir benzerini Ebu Hüreyre radıyallahu anh rivâyet etmiştir.
(Tirzimi,Tefsir,17/7,nr.3137)
Tâbiîn âlimlerinden Katâde bin Diâme es-Sedûsî (v 117/735) şöyle demiştir:
İlim adamlarına göre Makâm-ı Mahmûd; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin, kıyamet gününde bütün insanları mahşerdeki bekleme sıkıntısından kurtarmak için yapacağı şefaatidir. Makâm-ı Mahmûdun, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kıyamet günündeki büyük şefâati şefâat-i kübrâ) olduğu sahâbe ve tabiîn ile müctehidlerin, müfessirlerin ve muhaddislerin de görüşüdür.”
Resûl-i Ekrem Efendimiz’den gelen sahîh hadislerde de Makâm-ı Mahmûd’un şefaat makamı olduğu belirtilmiştir. Makâm-ı Mahmûd’un ne anlama geldiği konusunda, güvenilir âlimlerin rivâyetlerinin aksine selef âlimlerinden biri aykırı bir görüş ileri sürmüşse de, bunu destekleyen sahîh bir rivâyet ve sağlam bir görüş olmadığı için, bu görüşe güvenmemek gerekir. Bu tür rivâyetler sahîh olsa bile, onların anlaşılır bir açıklaması yapılmalıdır. Zâten Peygamber aleyhisselâmın Makâm-ı Mahmûd hakkındaki sahîh hadisleri bu tür rivâyetleri çürüttüğü için, bunlara değer vermemek gerekir. Kur’an’da ve Sünnet’te böyle bir delil bulunmadığı, Ummet-i Muhammed de böyle bir görüşü benimsemediği için onu yorumlamaya bile gerek yoktur. Böylesi görüşleri olduğu gibi alıp nakletmek bile son derece yanlıştır.
Şefaat-i Kübrâ Hadisi
Enes İbni Mâhk, Ebû Hureyre ve daha başka ravilerin Makâm-ı Mahmud baklandaki rivayetleri hem lafzen hem de mânen birbirine uygundur. Buna göre Resululah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ gelmiş, gelecek bütün İmadan bir araya toplayacak; insanlar kendi nefisleri için aşın derecede üzülüp hüzünlenecek veya Allah Teâlâ onlara ilham edecek de, “Allah katında şefkat ederek bizi bu hâlden kurtaracak birini bulsak..." diye konuşacaklar
Bir başka senedle Resulullah Efendırniz'in:
“İnsanlar deniz dalgalarıgibi birbirine girecektir.” buyurduğu rivâyet edilmiştir.
Şerh:
Peygamber Efendimiz bu ifâde ile: "O gün Biz insanları birbiri içerisinde dalgalanır hâlde bırakacağız. Sûra üfurülecek ve insanların hepsini bir araya getireceğiz.'' (Kehf/99) âyetine işaret etmiştir.
Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Güneş insanlara yaklaştırılacak, herkes sıkıntıdan ve kederden artık ,dayanamayacak hâle gelince birbirlerine:
“içinde bulunduğunuz sıkıntıyı, başınıza gelen hâli görmüyor musunuz? Hâlinizi Rabbinize arzederek size şefâat edecek birini bulmayı düşünmüyor musunuz? diye soracaklar.” Sonra Hz. Âdem’e gelip:
“Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Seni Allah kudret eliyle yarattı. Sana Kendi rûhundan üfledi. Seni Cennet’ine yerleştirdi. Meleklerim sana secde ettirdi. Sana her şeyin ismini öğretti. Rabbine varıp bizim için şefâat et de,bizi şu bulunduğumuz yerden kurtarsın. İçinde bulunduğumuz hâli görmüyor musun?” diyecekler. O da:
“Bugün Rabbim çok gazaplı. daha önce hiç böyle gazaplanmadı; bundan sonra da böyle gazaplanmaz. Rabbim, o ağaca yaklaşmamı yasakladı, ama ben O’nu dinlemedim. Asıl benim şefâate ihtiyâcım var; âh benim nefsim, âh benim nefsim! Siz başkasına gidin; Nûh’a gidin.” diyecek. Onlar da Nûh’a gidecek:
..Ey Nûh! Sen yeryüzü halkına gönderilen resûllerin ilkisin. Allah sana "çok şükreden kul” demişti. İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbinin huzûrunda bize şefâat etmeyecek misin?” diyecekler. O da:
"Bugün Rabbim çok gazaplı. Daha önce hiç böyle gazaplanmadı; bundan sonra da böyle gazaplanmaz. Asıl benim şefâate ihtiyâcım var; âh benim nefsim, âh benim nefsim”
Enes ibni Mâlik’in rivâyetine göre Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu: ‘‘Nûh, yaptığı hatâyı bilmeden Rabbinden oğlunun kurtarılmasını istediğini söyleyecek.”
(Buhari,Tevhid,24,nr.744)
Şerh:Kur’ân-ı Kerîm’de bu olay şöyle anlatılmaktadır: “Nûh Rabbine şöyle yalvardı: ‘Rabbim! Oğlum benim âilemdendir. Senin vaadin de elbette gerçektir. Ve Sen hüküm verenlerin en âdilisin.’ Allah şöyle buyurdu: ‘Ey Nûh! O asla senin âilenden değildir. Çünkü onun yaptığı çok kötü bir iştir. Ayrıca, hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi
sakın Benden isteme! Câhillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.’ Nûh da: ‘Rabbim! Aslını bilmediğim şeyi Senden istemekten yine Sana sığınırım. Eğer beni
bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen her şeyi kaybedenlerden olurum.’ dedi.”(Hud,45-47)
Anlaşılan Nûh Peygamber: “Aileni ve iman edenleri gemiye al!”(Hud,40) emrini alınca, bütün âilesinin kurtulacağını ümid etti ve bu sebeple Cenâb-ı Hakk’a: “Rabbim! Oğlum benim dilemdendir!.” diyerek O’na ailesini kurtaracağı yolundaki vadini hatırlatmak istedi. Hz. Nûh, tufandan sonra oğlunun âhiretteki durumunu düşünüp üzülmüş ve onun bağışlanması ümidiyle Cenâb-ı Hakk’a ; böyle yalvarmış da olabilir.
Ebû Hüreyre radıyaliahu anhın rivâyetine göre Hz. Nûh şöyle diyecek:
'‘Benim bir duam vardı: onu da kavmimin aleyhine kullandım. Siz başkasına gidin. İbrâhim'e gidin; çünkü o Halîlullah’tır. ”
Onlar da İbrâhim'e giderek: “Sen, Allahın peygamberisin, bunca insan içinde Allah'ın tek dostu sensin. Rabbinin huzurunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hâli görmüyor musun?” diyecekler. O da:
“Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır.” diyerek Hz. Adem ve Nûh gibi kendi hatâsını dile getirecek ve vaktiyle söylediği üç yalanı hatırlattıktan sonra ‘Asıl benim şefâate ihtiyâcım var; âh benim nefsim. Ben şefâat edecek durumda değilim; fakat siz Mûsâ’ya gidin. Çünkü o Cenâb-ı Hakk’ın kendisiyle konuştuğu kimsedir (Kelîmullah’tır)” diyecek.
Bir başka rivâyete göre Hz. İbrâhim sözünü şöyle tamamlayacak: “0, Allah Teâlâ’nın Tevrât’ı verdiği, kendisiyle konuştuğu, doğrudan konuşmak için huzûruna aldığı kimsedir"
(Buhari,Tevhid,24,nr.7440)
Peygamber aleyhisselâm sözüne şöyle devam etti:
Onlar da Mûsâ’ya gelecekler. Fakat Mûsâ:
“Ben şefâat edecek durumda değilim.” diyerek yaptığı hatâyı ve birisini öldürdüğünü söyleyerek Asıl benim şefaate ihtiyâcım var; âh benim nefsim; fakat siz İsa’ya gidin. Çünkü o, Allah'ın rûhu ve kelimesidir.” diyecek.
Onlar da İsa'ya gelecekler; fakat îsâ:
“Ben şefâat edecek durumda değilim. Siz Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gidin. O, gelmiş geçmiş bütün günahlarını Cenâb-ı Hakk'ın affettiği kimsedir. ” diyecek.
“Mahşer halkı bana gelecek; ben de: ‘Şefaat etmeye yetkili benim’ diyeceğim. Rabbimin huzûruna çıkıp şefâat için izin isteyeceğim; bana izin verilecek. Rabbimi görür görmez secdeye kapanacağım.”
(Buhari,Tevhid 36,nr.7510)
Başka bir rivayet ise şöyledir:
“Arş’ın altına geleceğim, Rabbime secdeye kapanacağım.”
(Buhari,Tefsir,17/1,nr.4712)
Diğer bir rivâyet şöyledir:
“Rabbimin huzûrunda duracağım. Nasıl olduğunu şimdi bilmemekle beraber, Rabbimin bana ilhâm edeceği övgülerle O’na hamdü sena edeceğim.”
(Buhari,Tevhid 36,nr.7510)
Başka bir rivayete göre Efendimiz şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ, daha önce hiçbir peygambere öğretmediği en güzel hamd-ü senayı bana ilhâm edecek.”
Ebû Hüreyre radıyallahu anhın rivayetine göre Resûl-i Ekrem sözüne şöyle devam etti:
“Sonra Allah Teâlâ bana hitâben:
‘’Ya Muhammed Secdeden başına kaldır ve iste ! İstediğin sana verilcek.Şefaat et, şefaatin kabul edilcek’’buyuracak.Bende başımı secdeden kaldıracağım ve"Yâ Rabbim,Ümmetimi bana bağışla
!YaRabbi! Ümmetimi kurtar!”diye yalvaracağım.O zaman Rabbim bana;
“Ya Muhammedi Ümmetinden hesaba çekilmeden Cennet’e girecek olanları. Cennet kapılarının en sağındaki Ba’bül Eymenden içeri al! Onlar, başkalarıyla beraber Cennet'in diğer kapılarından da gireceklerdir.” buyuracak.
1
Şerh:Kâdi lyaz’ın Saluh-i Müslim'e
yazdığı şerihte belirttiğine göre, Cennet’in sekiz kapısı olup adları şöyledir: Namaz kapısı, Sadaka kapısı. Oruç (Revyin) kapısı, Cihâd kapısı, Tövbe kapısı. Öfkesini yenip insanların kusurlarını bağışlayanlar kapısı, Râzı olanlar kapısı ve sorgusuz sualsiz Cennete girecek olan mütevekkilere ait Eymen kapısı.Bazı hadis şârihleri, Cennet’in sekiz kapısı arasında şunları da saymışlardır: Hac kapısı, Zikir kapısı,Umre kapısı, Duhâ kapısı, Ferah kapısı, Sabır kapısı.(İbn Hacer,Fethul Bari,,VII,28)
Enes ibni Mâlik in rivayet ettiği hadiste, Ebû Hûreyre tarafından riuâyet edilen bu ilâve yoktur. Bunun yerine. Peygamber aleyhisselâmin şöyle buyurduğu belirtilmiştir: “Sonra secdeye kapanacağım. Bana şöyle buyrulacak:
“Yâ Muhammed! Secdeden başını kaldır! Söyle, sözün dinlenecek. Şefaat et,şefaatin kabul edilecek. İstediğin sana verilecek." Ben de:
“Yâ Rabbî! Ümmetimi bana bağışla! Yâ Rabbi! Ümmetimi kurtar!" diye yalvaracağım. Bana şöyle buyurulacak:
“Haydi git, kalbinde buğday (veya arpa) tanesi kadar İmân eseri olanları Cehennem’den çıkar.” Ben de gidip emredileni yapacağım.
Şerh:Yani Fahr-i Âlem Efendimiz’in,
kalbinde, (kalp ile yapılan
amellerden) fakirlere şefkat, Allah korkusu, iyi bir şey
yapmaya niyet etmek gibi îmân
eseri olanları ;
Cehennemiden çıkarmasına izin verileceği ifâde
buyurulmaktadır.
Sonra tekrar Rabbimin huzûruna çıkacağım ve yine bana ilhâm edilen o hamdü senâlar ile Rabbimi öveceğim." Resûl-i Ekrem bundan önce söylediklerini aynen tekrarladıktan sonra sözüne şöyle devam etti: "Bana şöyle buyurulacak:
"Haydi git, kalbinde hardal tanesi kadar îmân eseri olanları Cehennem'den çıkar.” Ben de gidip emredileni yapacağım.
“Sonra tekrar Rabbimin huzûruna çıkacağım. Aynı şekilde yalvarıp geri kalan ümmetimin Cehennem’den çıkarılmasını isteyeceğim. Bana:
"Kalbinde hardal tanesinden daha az, çok daha az, azdan da az îmân eseri olanları Cehennem’den çıkar.” buyurulacak, ben de bana emredileni yapacağım.”
Resûlullah Efendimiz dördüncü defa Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna çıktığında kendisine:
“Secdeden başını kaldır! Söyle, sözün dinlenecek. Şefâat et, şefaatin kabul edilecek. İstediğin sana verilecek.” buyurulacağını söylemiştir. O zaman Allah’ın Elçisi şöyle diyecek:
“Yâ Rabbî! Lâilâhe illallah diyenleri Cehennem’den çıkarmama izin ver. Allah Teâlâ şöyle buyuracak:
“Lâilâhe İllallah diyenleri Cehennem’den çıkarmak üzere şefâat etme yetkisi sana verilmemiştir. Ancak Ben, kudretime, büyüklüğüme, azametime ve ululuğuma yemin ederim ki, lâilâhe illallah diyenleri Cehennem’den Ben çıkaracağım.”
(Buhari,Tevhid36,nr.7510)
Tâbiîn müfessirlerinden Katâde bin Diâme es-Sedûsî’nin (v. 117/735) Enes ibni Mâlik radıyallahu anhdan rivayetine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna üçüncü veya dördüncü çıkışımda, ki bunu tam bilemiyorum, şöyle diyeceğim: ‘Yâ Rabbî! Geride sadece Kur’ân-ı Kerîm'deki emrinle ebediyen Cehennem’de yanacak kimseler kaldı.”Buhâri, Tefsir 2/1, nr. 4476; Müslim, îmân 322, nr. 193.)
Kur an ı Kerîm’in ebediyen Cehennemde kalacaklarını söylediği kimseler kâfirler ve münafıklardır.
Bu hadîs-i şerifin bir benzeri, ashâb-ı kiramdan Hz. Ebû Bekir, Ukbe bin Âmir. Ebû Saîd el-Hudrî ve Huzeyfe İbnul-Yemân tarafından rivâyet edilmiş olup, onların herbiri şöyle demiştir:
“Mahşer halkı Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gelecek; Allah htâlâ ona şefaat izni verecek. Emânet ve sıla-i rahim Sırat’ın iki yanında ayakta duracak.
Şerh:
Emânet; emânete riayet edenlere şahitlik edecek, emânete hiyânet edenleri de Cenâb-ı Hakk’a şikâyet edecek.
Aynı şekilde sıla-i rahim de, akrabasını koruyup gözetenlere şâhitlik, akrabalık bağlarım koparanları da Allah Teâlâ’ya şikâyet edecektir.
Sırat Nasıl Geçilecek?
Ebû Mâlik’in Huzeyfe İbnul-Yemân’dan rivayetine göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
Muhammed’e gelirler; o da şefâat eder. Mahşerden sonra Sırat kurulur, insanlar onun üzerinden geçmeye başlar. İlk kafile şimşek gibi geçer, ondan sonra gelenler rüzgâr gibi, kuş gibi, koşucular gibi geçerler. Sizin peygamberiniz herkes geçene kadar Sırat’ın üzerinde durarak "Allahım! Selâmete çıkar, selâmete çıkar.” diye duâ eder.
(Müslm,İman,329,nr.195)
Şerh:Ashâb-ı kirâmdan Huzeyfe İbnü’l-Yemân diyor ki, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizin ilk kâfıleleriniz şimşek gibi geçer.” buyurunca, Ben: ‘Anam babam sana fedâ olsun, şimşek gibi geçmek nedir?’ diye sordum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de: “Şimşeği görmediniz mi? Göz açıp yumacak kadar bir zamanda geçip gidiverir!” buyurdu. Ve sözüne şöyle devam etti:
' Sonrakiler rüzgâr gibi, kuş gibi, koşucular gibi geçerler. Onların amelleri böyle süratli geçirir. Peygamberiniz Sırat üzerinde durup şöyle der: ‘Ey Rabbim! Selâmete çıkar,selamete çıkar.( Nesâi, Tatbik 81, nr. 1139; Ahmed İbni Hanbel, Mûsned,
11, 275, 533. Buhârî, Ezan 129. nr. 806)
Neticede,kulların amelleri kendilerini Sırat tan geçirmede aciz kalır.O kadar ki, yürümeye gücü yetmeyen bir adam kalçaları üzerinde sürünerek gelir, Sırat’ın iki tarafında asılmış çengeller
vardır. Bu çengellerin görevi, kendilerine emredilen kimseleri yakalamaktır. Bazıları yaralanmış vazıyette kurtulur, bazılarıda Cehenneme yuvarlanır..Ebu Hureyre(r.a) hadisi rivâyet ettikten sonra şöyle demiştir: “Ebû Hüreyre’nin canını elinde tutan Allaha yemin ederim,Cehennem o kadar derindir ki, dibine ancak yetmiş yıl da varılabilir”
Ebû Hüreyre radıyallahu ânhın rivayet ettiği hadise göre Peygamber Efendimiz “Sırat’tan ilk geçen ben olurum,” buyurmuştur.
Ümmetinin Hepsine Şefâat Edecek
Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümânın rivayetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur;
“Peygamberler, (Mahşer günü) kendileri İçin kurulacak kürsülere oturacaklar. Ben ise kürsüme oturmayıp, Rabbimin huzûrunda ayakta duracağım. Allah Teâlâ bana:
“Ümmetine ne yapmamı İstiyorsun?” diye soracak. Ben de:
“Yâ Rabbî! Onların hesabını bir an Önce gör!” diyeceğim.
“Bunun üzerine ümmetim çağırılıp hesaplan görülecek.
“Onlann bir kısmı, Cenâb-ı Hakk'ın lütfuyla iyi kulluk yaptıkları için, bir kısmı da benim şefâatim ile Cennet'e girecek,
“Ben günahkâr ümmetime şefaat etmeye devam edeceğim,nihayet bana Cehennem’e girmeleri emredilen bir grup Ümmetimin belgeleri verilecek, onlara da şefâat edeceğim. Bunu gören Cehennem’in bekçisi:
"Yâ Muhammedi Ümmetinden cezayı hak etmiş olan hiç kimseyi bırakmayıp hepsine şefâat ettin!” diyecek.
(Taberani,El-Mücemül Evsad,2,208,nr.2937)
Ben övünmüyorum
Tabiîn muhaddislerinden Ziyâd ibni Abdillah en-Nümeyrî’nin, Enes ibni Mâlik’ten rivâyet ettiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sel lem şöyle buyurmuştur:
“Âhirette yeniden diriltilmek üzere kabri ilk açılacak olan benim; bunu övünmek için söylemiyorum. Kıyamet günü insanların efendisi ben olacağım; bunu övünmek için söylemiyorum. Kıyâmet günü Livâülhamd benim elimde olacak. Cennet’in kapısı ilk defa benim için açılacak; bunu övünmek için söylemiyorum. O gün varıp Cennet kapısının halkasını tutacağım. “Kim o?” diye soracaklar; “Ben Muhammed’im.” diyeceğim. Hemen kapıyı açacaklar. Cebbar olan Cenâb-ı Hak orada tecelli buyuracak; ben de huzûrunda secdeye kapanacağım.” Daha sonra da yukarıda geçen şefâat hadisini zikretti.
Ashâb-ı kirâmdan Üneys el-Ensârî, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir:
“Kıyamet gününde yeryüzündeki taş ve ağaçlardan daha çok kimseye şefâat edeceğim. ”(Müttaki,Kenzul Ummal,XIV,399,nr.39062)
Kimlere Şefaat Edecek?
Şefaat konusundaki bunca rivayetten, Resûlullah a.s’ın şefaatinin ve Makâm-ı Mahmûd’unun kapsamının ne kadar geniş olduğu ve onun şefkatinin muhtelif aşamalarda olacağı anlaşılmaktadır.Şöyle ki;
İnsanlar mahşerde toplanacak; yürekler ağızlara gelecek; güneş tepeye dikildiği. beklemek büyük bir sıkıntı verdiği için kan ter içinde kalacaklar Bu, hesap başlamadan önceki durumdur. İşte o zaman Resulluah a.s;
‘mahşerdeki bütün insanların bu sıkıntılı durumlarını rahatlatmak için onlara şefaat edecektir. Bunun hemen ardından Sırat kurulacak ve insanlar hesaba çekilecektir; Ebû Hüreyre ve Huzeyfe lbnü‘l- Yemin’in rivayetleri böyledir ve bu konudaki en sağlam hadis de budur.
İnsanlar mahşerde beklerken, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetimden sorguya çekilmeyecek olanların bir an önce Cennet’e girmesi için şefaat edecektir, yukarıda geçen hadiste de bu durum belirtilmiştir.
Sonra, yine sahih hadislerde belirtildiği üzere, azabı hak edip Cehenneme girmiş olan ümmetine de şefâat edecektir.
Ardandan, kelime-i tevhidi söylemekten başka sevâpları olmayanlara şefaat edecektir. Bu şefâat, Resûlullah Efendimiz’den başkasına verilmeyecektir.
Efendimiz'in Makbul Duâsı
Çok meşhûr olan sahih bir hadise göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur;
“Her peygamberin bütünümmeti için yaptığı bir duası vardır.Ben de duâmı kısmet gününde ümmetime şefâat etmek için sakladım.”
(Müslim,iman,334-335,nr.198-199
Bazı âlimler bu hadisin mânasını şöyle açıklamışlardır; Sözü edilenpeygamberlere, mutlaka kabul edileceği ve arzularının gerçekleştirileceği Allah Teâlâ tarafından bildirilen bir duadır. Yoksa peygamberlerin pek çok duası kabul edilmiş; Peygamber Efendimiz’in de sayılamayacak kadar duası makbul olmuştur.Fakat peygamberler,mutlaka kabul edilceği bildirilmeyen dualarını yaparken,havf ile reca arasında bulunurlar.Bununla beraber peygamberlere diledikleri konuda yapacakları duanın kabul edilceği va’dedildiği için,onlar dualarının makbul olcağını bilerek dua ederler.
Her ikisi de tâbiun muhaddislerinden olan Muhammed ibni Ziyâd el- Cümah ve Ebû Salih es-Semmân’ın (v, 101/719), Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivayet ettiklerine göre Resûlulllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Her peygamberin ümmeti için yaptığı makbul bir duâsı vardır ve o duâ kabul edilmiştir. Ben de makbûl duamı kıyamet gününde ümmetime şefâat etmek için tehir etmek istiyorum.”
(Buhâri, Daavât 1, nr. 6304; Müslim, îmân 340, nr. 199.)
Ebû Salih es-Semmân ın Ebû Hüreyre’den olan rivayeti ise şöyledir:
“Her peygamberin makbûl bir duası vardır ve her peygamber bu duasını dünyada iken yapmıştır’’(Müslim,iman 338,nr.199)
Tâbiîn muhaddislerinden Ebû Zür’a el-Becelî’nin Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan olan rivayeti de böyledir. (Müslim,iman 339,nr.199)
Enes ibni Mâlik radıyallahu anhın rivâyeti de Muhammed ibni Ziyâd el-Cümahî’nin Ebû Hüreyre ra-dıyallahu anhdan olan rivâyeti gibidir.(Buhâri, Daavât 1. nr. 6305; Müslim, îmân 341, nr. 200.)
Sözü edilen bu duâ, Peygamber Efendimiz’in bütün Ümmet i Muhammedi şefaati hakkındaki makbûl duasıdır. Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz Cenâb-ı Hak’tan din ve dünya ile ilgili bazı dileklerde bulunduğunu, bunlardan bir kısmının kendisine verilip bir kısmının verilmediğini söylemiştir.O,bu makbul duasını insanların yardıma en fazla muhtaç olduğu belaların sonuncusunun başa geldiği ve en büyük istek ve taleplerin yapılacağı güne saklamıştır.
Allah Teâlâ. ümmetine olan daveti sebebiyle bir peygambere vereceği mükâfatın en mükemmelini ona ihsân buyursun ve Kâinatın Rabbi ona çok çok salâtü selâm eylesin.
Kadı İyaz-Şifa-i Şerif Şerhi,cild:1
Şerh:Prof.Dr.Yaşar Kandemir