İslamoğlu: Şafii'ye göre Kur'an sünneti neshedemez , sünnet Kur'an'ınesh eder

İslamoğlu: Şafii'ye göre Kur'an sünneti neshedemez , sünnet Kur'an'ı nesh eder


Allah Allah...Allah Allah!

İslamoğlu: Şafii'ye göre Kur'an sünneti neshedemez , sünnet Kur'an'ı nesh eder..Allah Allah..Allah Allah.."(1)

Hakikaten Allah Allah..Bu kadar basit bir fıkhi meseleyi hem bilmemeye Allah Allah, hem bilmeyip te konuşmaya Allah Allah..

İslamoğlu, bu uydurma bilgiyle İmam Şafii'ye söylemediği şeyi izafe ediyor.. Doğrusu şudur:

Şafiî ispat ediyor ki, nesih Kitapta da olur. Sünnette de olur. Ki­tabın neshi Kitapla olur, Sünnetin neshi de Sünnetle olur. Yani Kitabı Kitap, Sünneti de Sünnet nesheder. Kitapla Sünnet, Sünnetle Kitap ara­sında nesih cereyan etmez.

Şafii Kitabın neshini beyana başlayarak diyor ki: "Allâhu Teâlâ onlara bildirdi ki, Kitaptan neşrettiklerini ancak Kitapla neshetmiştir. Sünnet Kitabı neshedemez. Sünnet Kitaba tabi'dir, Allâhu Teâlâ'nın mücmelen inzal ettiklerinin manasını açıklar."

Bu sözleriyle Şafii, Sünnetin Kitabı neshetmesinin mümkün olmadı­ğını ispat ediyor. Sünnet haber-i hassa değil, haber-i amme de olsa, hat­tâ haber-i vâhid değil de mütevâtir dahi olsa Kitabı neshedemez. (2) [Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.] (2)

*
(1) http://www.youtube.com/watch?v=qh9p3OC0u4M
(videonun 6.30. dakikası)
(2) http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=2014&BID=34
Devamını Oku »

Mustafa İslamoğlu'nun İmam Evzai'ye iftirası

Mustafa İslamoğlu'nun İmam Evzai'ye iftirası

İmam Azam'a Hücumlar Neden İleri Geliyordu?

Onun hakkında ihtilaflar acaba neden ileri geliyordu. Bu­nun sebepleri ne idi? İleride yeri gelince bu bahse temas edeceğiz. Ancak bur da o sebeplerden birini, diğerlerinin esası sayılabilecek olanını hemen açıklayalım ki, o da şudur: Ebu Hanife haiz ol­duğu şahsi nüfuz ve ilmî kudreti ile fıkha öyle bir istikamet verdi ki, bu ders halkasının hudutlarını aştı, hatta kendi muhitini geçe­rek diğer islâm ülkelerine yayıldı, islâm devletinin birçok yerlerinde onun görüşünden ve düşüncelerinden bahsedilir oldu. Bun­lar muvafık, muhalif herkesçe duyuldu. Muhalif olan beğenmiyor­du, muvafık olan ona taraftar çıkıyordu. Yalnız naslara bağlanıp başka şeye bakmayan birinci grubu muhalifler, dinde re'y ve kıya­sı mutlak olarak bid'at sayıyorlar, bunları şiddetle inkâr ediyor­lardı.

Çok defalar vera' ve takva sahibi olan o büyük imamın kail olmadığı şeyleri onun görüşü hilafına dahi olsa, öyle imiş gibi he­sap edip ona ezbere hücum ediyorlar, delilini ve söyleyenini bil­meden, bidat görüşü diye dil uzatıyorlardı. Belki de İmam-ı Azam'ı görseler, onun delilini ne veçhile olduğunu bilseler, hücum eden bu keskin diller biraz hafiflerdi. Hatta belki onu takdir edip ona muvafakat ederlerdi. Bu hususta şunu rivayet ederler: Ebu Hanife ile çağdaş olan Suriye'li fakih Evzâî bir defa Abdullah b. Mübârek'e sordu:

— Kûfe'de çıkan ve Ebu Hanife denen bu bidatçi kimdir?

İbni Mübarek buna cevap vermedi. Yalnız gayet ince ve müşkil bazı meseleleri ortaya atıp onların anlaşılış tarzını, fetvalarını arz etti. Evzâî'nin bunlar hoşuna gitti ve:

— Bu fetvaları veren kim? diye sordu. O da :
— Irak'ta gördüğüm bir üstat, dedi. Evzâî:
— Bu, üstatların en şereflisi; git, onunla çokça görüş, dedi. O zaman îbn-i Mübarek:
— İşte Ebu Hanife budur, cevabını verdi.

Sonraları Ebu Hanife ile Evzâî Mekke'de buluştular, görüştü­ler. İbni Mübârek'in zikrettiği bazı meseleleri müzakere, mübahase ettiler. Ebu Hanife onlar hakkındaki görüşünü açıkladı. Ay­rıldıktan sonra Evzâî, Abdullah b . Mübârek'e : «Doğrusu ben, bu zatın ilminin çokluğuna, aklının üstünlüğüne hayran kaldım. Ona gıpta ettim. Allah'tan af dilerim, ben onun hakkında gayet yanılı­yormuşum. Sen ondan ayrılma, o bana eriştirdiklerinden çok bambaşka imiş» [İbn-i Hacer Heysemi, Hayrâtu'l-Hisan, s. 33.] dedi. Ebu Hanife Hazretleri, kuvvetli şahsiyeti, derin tesiri, geniş nüfuzu ile beraber aynı zamanda fetva verme ve hüküm çıkarmada, Hadisleri anlama ve onlardan ahkâm alma hususunda yeni bir tarz ve buluş sahibiydi. Bu usulünü talebeleri arasında olduğu gibi onlarla görüşenler içinde de otuz seneden fazla bir müddet yaymağa gayret etti. Böyle bir durumda olan kimse elbette ki, acı tenkitlere hedef olacaktır, hatta şahsına hücumlar yöneltilecek, görüşleri tez­yif olunacak aleyhinde bulunanlar çıkacaktır. (1)
***

Evzâî (Ö. 157)

Ebu Hanife'nin muasırlarından olan İmam Evzâî de, onu hadise muha­lefetle suçlamıştır. O şöyle der:

"Biz Ebu Hanife'yi rey ile hüküm verdiğin­den dolayı ayıplamayız. Nitekim hepimiz rey ile hüküm veririz. Fakat biz onu, kendisine bir hadis ulaştığı halde başka bir görüşle hadise muhalefet ettiğinden dolayı kınıyoruz". [1] Ahmet b. Hanbel de, Evzâi’nin Ebu Hanife'den hiç rivayet almadığını, çünkü bu konuda onu ayıpladığını söyler.[2] Evzâî ile Ebu Hanife ve talebeleri arasındaki ilmî çekişme maruftur. İmam Muhammed'in, Ebu Hanife'den rivayet ettiği, "es-Siyerü's-Sağîr" isim­li kitabı Evzâî'ye ulaşınca, kitabın kime ait olduğunu sormuş, İmam Muhammed'in olduğunu öğrenince de:
"Iraklılar nerede, bu konuda bir kitap tas­nif etmek nerde" diyerek onları küçük görmüştür.[3] Çünkü ona göre Hicaz ve Şam dururken daha sonra fetholunmuş olan Irak ehlinin, Hz. Pey­gamber ve ashabının siyer ve meğâzisi konusunda kitap yazacak bir bilgiye sahip olmaları beklenemezdi. Evzâî'nin bu sözü kendisine ulaşan İmam Muhammed, buna kızarak, "es-Siyerü'l-Kebîr'i" tasnif etmiştir.[4] Ayrıca Ebu Yusuf un, Evzâi'nin Siyer'ine yazdığı reddiye de meşhurdur.[5]

[1] İbn Kuteybe, Tevil, (Türkçesi), 71-72.
[2] Ahmed b. Hanbel, Kitabu'l-İlel, II, 202.
[3] Ebu Yusuf, er-Redd (Afgani'nin girişi) 2.
[4] Age.,2-3.
[5] Bkz. Ebu Yusuf, er-Redd Alâ Siyeril-Evzâî, Beyrut, t.y. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 232



Evzai'nin İmam Azam'ı tadili:

Evzaî, "meselelerin zor­luklarını insanlar içinde en iyi bilen o idi" [Tehânevî. Kavaid,199.] demektedir. Ebu Hanife ile Evzâî arasında geçtiği bildirilen meşhur münazara da bu hususu teyit etmektedir: "Süfyan b. Uyeyne rivayet ediyor: Ebu Hanife ve Evzâî, Mekke'de Dârü'l-Hannatîn (buğdaycılar çarşısı)'de buluştular. Evzâî, Ebu Hanife'ye hitaben:

Siz rükûya varırken ve rükûdan kalkarken niçin ellerinizi kaldırmıyor­sunuz? Diye sordu. Ebu Hanife şöyle cevap verdi:

Çünkü bu konuda Resulullah (s.a.v.)'dan gelen sahih bir şey yok. Evzâî:

Nasıl sahih bir şey olmaz. Zührî, Sâlim'den, o babasından, o da Resu­lullah (s.a.v.)'dan rivayet etti ki, "Hz. Peygamber, namaza başlarken, rükûya varırken ve rükûdan kalkarken ellerini kaldırırdı" deyince, Ebu Hanife şöyle karşılık verdi:

Hammad, İbrahim'den, o Alkame ve Esved'den, onlar da İbn Mes'ud'dan rivayet ettiler ki, "Hz. Peygamber sadece namaza başlarken elle­rini kaldırırdı ve bundan fazla bir şey yapmazdı". Evzâî dedi ki:

Sana, Zühri’den Salim ve babası yoluyla gelen bir hadis rivayet ediyo­rum, sen, "bize Hammad, İbrahim'den rivayet etti" diyorsun. Ebu Hanife şöyle cevap verdi:

"Hammad, Zührî'den, İbrahim'de Salim'den daha fakih idiler. Alkame fıkıhta İbn Ömer'den geri kalmazdı. İbn Ömer'in sahabilik fazileti varsa, Esved'in de birçok faziletleri var. Abdullah b. Mes'ud'a gelince, o, Abdullah'dır" dedi ve bunun üzerine Evzâî sustu.[Mekkî, Menâkib, 113-114; Zebîdî, Ukudü’l-Cevâhir, I. 43.]



İmam Ezvai(r.a.) İmam Azam'ın (r.a.) Vefat Haberine Sevindi mi..!?

Bu başlık altında tabiinin büyük âlimlerinden Evzaî’ye, Ebu Hanîfe’nin ölüm haberi geldiğinde ne söylediği ile ilgili rivayeti ele alacağız.

İbn Rızk> İbn Selâm> Hasan b. Ali>Ebu Tevbe > Seleme İbn Külsüm. “Ebû Hanîfe’nin ölüm haberi Evzaî’ye geldiğinde, ‘elhamdülillah, o, İslamı adım adım tahrip ediyordu’, dedi.”(Hatîb, Tarih Bağdat, cilt 13, sayfa 398.)



Senedin İncelenmesi

Senetteki İbn Rızk, hicri 412 yılında vefat etmiştir. İbn Selâm’ın ismi Ahmed b. Cafer’dir. Hicri 278 ile 365 yılları arasında yaşamıştır. Hatîb el-Bağdâdî, kendisinden kitabında hadis uyduran bir yalancı olarak bahsetmektedir.(Hatip,Tarihi Bağdat,cilt 4,sayfa 59) Ebbâr’ın ismi, Ahmed b. Ali’dir. İbn Hazm, Ebbâr hakkında meçhuldür ifadesini kullanmıştır.(İbn Hacer, Lisânü’l-Mizân , cilt 1, sayfa 231.) Seleme b. Külsüm ile ilgili olarak Darekutnî, “yanılması çok” demiştir.(Darekutnî, el-Ilel,sayfa 23; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, cilt 4,sayfa 136.)

Rivayetimiz senet açısından kabul edilebilecek durumda değildir. Çünkü senet içerisinde hadis uyduran, çok yanılan ve meçhul olan raviler bulunmaktadır. Buradan hareketle, Ebu Hanîfe’nin vefatı üzerine Evzai’nin söylediği iddia edilen ifadelerin sahih bir dayanağının olmadığını söyleyebiliriz. Evzai, Şam’ın fakihidir. Ebu Hanife ile aynı yıllarda biri Şam’da, diğeri Kufe’de yaşamışlardır. Birbirleriyle karşılaşılıncaya kadar Evzaî, Ebu Hanife hakkında menfi düşüncelere sahiptir. İki büyük âlim, Mekke’de karşılaşmışlardır.

İbnü’l-Mübârek’in söylediği bazı meseleleri müzakere ettiler. Ebu Hanife, bu meseleler hakkındaki görüşlerini açıklamıştır. Ayrıldıktan sonra Evzaî, Abdullah b. Mübârek’e (181/803), “doğrusu ben bu zatın ilminin çokluğuna, aklının üstünlüğüne hayran kaldım. Ona gıpta ettim. Allah’tan af dilerim, ben onun hakkında yanılıyormuşum. Sen ondan ayrılma. O, benim duyduklarımdan çok farklı demiştir.(el-Heytemi, İbn Hacer, Hayrâtü’l-Hısân, s.33)

Buradan, Evzaî’nin görüşme öncesi hayatında imam hakkında farklı düşündüğü ortaya çıkmaktadır. Daha önceki düşünceleri ve söyledikleri hakkında Allah’tan af diliyor. Bu kişinin, Ebu Hanîfe’nin vefat haberini duyduğunda rivayetimizde geçen ifadelerini kullanması mümkün değildir. Aktarmış olduğumuz rivayetin hem senet, hem de metin açısından kabul edilemeyeceğini göstermektedir. (2)

Zâhid Kevserî: 'Ebû Hanîfe’yi cerh edici rivayetler ehl-i bidat mensuplarının gayretiyle uydurulmuştur.'

Mevcut kaynaklara göre Ebu Hanîfe’yi tenkit edenlerin başında Buhârî gelmektedir. Buhârî el-Câmiu’s-sahîh’inin bab başlıklarında isim zikretmeden, “Kale ba‘zu’n-nâs” (insanlardan biri şöyle dedi) ifadesini kullanarak Ebu Hanîfe’yi tenkit etmiş (Buhârî, “Îmân”, 36; Vehbi Süleyman Gavecî, s. 203-265), diğer eserlerinde de onun İslâm dinine zarar veren Mürcie’ye mensup olduğuna ilişkin rivayetleri zikretmiştir (et-Târîhu’l-kebir, VIII, 81; M. Rıza el-Hakîmî, s. 343). Hadisçilerden İbn Hibbân, Ebu Hanîfe’nin aleyhindeki zayıf rivayetleri naklettikten sonra hakkında görülen rüyalara dayanıp onu akidesi bozuk bir kişi olarak göstermeye çalışmıştır (Kitâbü’l-Mecrûhîn, III, 63-72). Muhaddislerin Ebu Hanîfe’yi eleştirmesinde, nakil yanında akla da başvurmasının etkili olduğu kabul edilmektedir. Esasen bunların, yalancılıkla itham edilen râvilerin nakillerine dayanarak Ebu Hanîfe’yi kötülemeleri kendi metotlarına aykırıdır, rüyalara başvurmalarının ise hiçbir ilmî değeri yoktur. Zâhid Kevserî, bu rivayetlerin Ebu Hanîfe’ye muhalif olan ehl-i bid‘at mensuplarının gayretiyle uydurulup yayıldığını kabul eder (et-Terhîb, s. 299-307). (3)
***

Mustafa İslamoğlu'nun İmam Evzai Antipatisi

M. İslamoğlu: İmam Azam'ın ölüm fermanını imzalıyor bunlar..İdeolojik hadisçiler. Kim imzalıyor? İdeolojik hadisçi Evzai..Ölüm fetvası veriyor İmam Azam'a....Bunu söyleyenleri size hazreti falan diye okutuyorlar farkında mısınız? (4)

Cevap:

1. a-Kaynaklarda İmam Evza'inin İmam Azam'ı hem cerh ettiği hem de tadili geçmektedir..İmam Azam'ın biyografisinde cerh ve tadil olarak nakledilenlerin birçoğunun şüpheli olduğunu yukarıdaki örnekte görmüş olduk..Mustafa İslamoğlu'nun olayları tek taraflı nakletmesi ve tadilden bahsetmemesi ilme ihanettir..Biz ilme ihanet etmeme adına Evza'iye nispet edilen cerhi bütünüyle alıntıladık..Alıntılanan kısımda da görebileceği gibi İmam Evzai'nin İmam Azam'ı tekfir ettiği ve ölüm fermanını imzaladığı iddiası Mustafa İslamoğlu'nun zihnindeki bir kurgudan ibarettir..İslamoğlu'nun zikrettiği isimlerden sadece Süfyan es-Sevri'den böyle bir rivayet gelmiştir (5)..Ve bu rivayetlerin de güvenilmez olduğunu Kevseri'den naklen yukarıda ifade ettik..Öyle ki Sevri'den
meşhur olan rivayet İmam Azam'ı tadil etmesidir:

Yahya b. Main (ö.233) zamanına kadar Ebu Hanife'nin cerhe uğramadığı [ki Süfyan-ı Sevri bu tarihten çok önce (ö. 161 ) vefat etmiş bulunuyordu] , ancak Ahmed b. Hanbel mihnesi, yani halk-ı Kur'an meselesinden sonra muhaddislerin gruplara ayrılmasıyla, bu konuda herkesin önüne geleni söylediği belirtilmektedir.[Keşmîrî, Feyzul-Bârî, I, 169.]

Kendi döneminde veya ondan kısa bir süre sonra, Ebu Hanife aleyhin­de konuştuğu bildirilen birçok kimsenin, aynı zamanda onun için övücü sözler sarf ettikleri nakledilir. [Maalesef Mustafa İslamoğlu gibiler bu rivayetleri tek taraflı ve genelde cerh merkezli olarak vermektedir..Oysa Süfyan'dan tadil de mervidir.] Mesela İmam Malik, Sufyân-ı Sevrî, Süfyan b.Uyeyne, Şu'be, Yahya b. Main ve daha birçok kimsenin her iki türden ifadeleri nakledilmiştir. Bunun gibi, Hatib Bağdâdi'nin, "Tarih"inde, Ebu Hani­fe aleyhine konuşanlar listesine aldığı bazı kimseler [Bu çalışması nedeniyle Hatib Bağdâdi çok büyük bir takdiri (?) hak ediyor..Ne de olsa dedikodu nakli bu. Her alim yapamaz!], onun şeyhinin şeyhle­rinden olan İbnu'd-Dahîl'in listesinde methedenler safındadır.[Krş. Bağdadi, Tarih, XIV, 369-370 ve Te'nîb, 33.]

Ebu Hanife'yi, muasırlarından ve kendi dönemine yakın yaşamış kim­selerden ta'dil edenleri ihtiva eden bu geniş listeyi burada zikretmek yerin­de olacaktır:

1- Ebu Ca'fer Muhammed el-Bakır
2- Hammad b. Ebî Süleyman
3- Mis'ar b. Kidam
4- Eyyüb es-Sahtiyânî
5- A'meş
6- Şu'be,
7- Süfyan es-Sevrî
8- Süfyan b. Uyeyne
...
67- Yahya b. Nasr. [Te'nîb, 33; el-İntika 122-137. İbn Abdilberr bu listede yer alan isimlerden 26 sının Ebu Hanife hakkındaki övgülerini kendisine ulaşan senedleriyle birlikle zikretmiştir. Ayrıca bu listeyi ona şeyhi Hakem b. Münzir'in, Ebu Yakub Yusuf b. Ahmed b. Yusuf el-Mekkî (İbnu'd-Dahil) den naklettiği, adı geçen şahsın bu isimleri kendisine ait "Fedâilu Ebi Hanife ve Ahbârihi" isimli kitabından derle­diğini belirtmiştir. (Bkz. el-İntika, I37)Ebu Hanife'yi övenlerin bir listesi için ayrıca bkz. Târihu Bağdad, XIII, 336-348; et-Tabakatu's-Seniyye, I, 95-105.]

Bu listeye kitabında yer veren Kevserî, ne İbnu'd-Dahîl'in, ne de İbn Abdilberr'in Hanefi mezhebinden olmadıklarını belirtir.[Te’nîb, 34.] Ebu Hanife'yi ta'dil edenler arasında, Şu'be, Süfyân-ı Sevrî, Yahya b Main, Yahya b. Saîd el-Kattan gibi, ravileri cerhde sertlikleriyle tanınan [Bkz. Laknevî, er-Refu ve’t-Tekmil 275, 306] kimselerin yer alması dikkat çekicidir. Üstelik Şu'be, Irak'ta hadis ricali üze­rinde ilk konuşan ve daha sonra cerh ve ta'dil konusunda alem kabul edilen bir kimsedir.[Tehânevî, Kavâid, 195 (2 nolu dipnot).]... İmam Buhari'nin:

"Ondan başka kimsenin yanında kendimi küçük gör­medim" [Tehânevî, Kavaid, 197.] dediği şeyhi Ali İbnü'l-Medînî de Ebu Hanife'yi ta'dil edenler­dendir. O şöyle der:

"Ebu Hanife sikadır ve raviliğinde bir beis yoktur. On­dan Sevrî ve İbn Mübarek rivayet etmişlerdir".[Tehânevî, Kavaid. 191.]..

İbn Hacer'in naklettiğine göre, Süfyân-ı Sevrî şöyle demiştir:

"Ebu Hanife'nin önünde, şahin önündeki serçeler gibiyiz. O gerçekten alimlerin efendisidir." [Tehânevî, Kavaid. 199]..Nitekim Ebu Yusuf, "Sevri’nin Ebu Hanife'ye bağlılıkta ken­disinden ileride olduğunu" belirtmiştir. (6)[Tehânevî, Ebu Hanife, 34.] (7)

b-İslamoğlu'nun iki Süfyan dediği alimlerden diğeri Süfyan bin Uyeyne'dir..
Ondan İmam Azam hakkında yukarıda zikredilene ilave olarak şu övgü mervidir:

Süfyan b. Uyeyne'nin meclisinde bulunan Ebu Hanife ashabından Bişr b. Velid el-Kâdî, zor bir mesele ile karşılaşıldığı zaman, Süfyan'ın;

"Burada Ebu Hanife ashabından kimse var mı?" diye sorduğunu, kendisine işaret edilince de, "haydi cevap ver" dediği­ni ve kendisinin de cevap verdiğini belirtir. Bunun üzerine Süfyan:

"Dinde kurtuluş, fukahaya teslim olmaktır" demiştir.[Tehanevî, Kavâid, 201]

c- Hammad b. Seleme, İslamoğlu'nun dediği gibi Buhari'nin hocası değildir..
Ayrıca diyelim ki iki Süfyan'dan İmam Azam'ın küfre düştüğüne dair rivayet herhangi bir kitapta; örneğin Ahmed bin Hanbel'in el-İlel'inde geçmiş olsun..İslamoğlu, bu rivayeti iki açıdan kullanamaz..İlk olarak bu kişilere nispet edilen meşhur rivayet cerh değil tadildir..İslamoğlu, rivayetler içinden neye göre tercih yapmış ve tadile ilişkin olanları görmemiştir? İkinci olarak, bu gibi hem metin hem de sened itibariyle zayıf olan rivayetleri Buhari ve Müslim sahihlerini kabul etmeyen kişiler delil mahiyetinde kullanamaz..
Kullandıkları an kendileriyle çelişkiye düşmüş olurlar..



2. İslamoğlu'nun İmam Evzai hakkındaki antipatisi aşikar..Peki, neden? Bu antipatinin sebebi olarak İmam Azam'ın cerh edildiği -çoğu uydurma olan- rivayetler sanılmasın..Bence mesele başka:

İslamoğlu: Evzai alim olmasına alimdi. Ama devlet kapısının alimi olunca Gaylan ed-Dımaşki'nin ölüm fetvasını Evzai verdi. (8) Evet ızdırabın nedeni, İmam Azam'dan ziyade, sapıkların önde gidenlerinden biri olan Gaylan ed-Dımaşki'dir.



3. Mustafa İslamoğlu'nun ateş püskürdüğü, ideolojik hadisçi, saray uleması dediği, onun bunun hakkında idam fermanını imzalayan biri olarak takdim ettiği İmam Evzai ehl-i sünnetin büyük alimlerinden biridir:

Zehebî, Ebu Hanife, Malik, Evzâî ve Sufyan'ı zikrettiği beşinci ta­bakanın sonunda da şöyle der: “Bu tabakadaki insanların zamanında İslam ve müslümanlar tam bir izzet içinde ve yoğun bir ilim atmosfe­rinde idiler... Bu dönemde Ebu Hanife, Malik ve Evzâî gibi fakihler ge­lip geçmiştir.” [Tezkiretu'l-Huffâz, 1/244]...Zehebî, İmam Mâlik'in terceme-i halinde İmam Şafiî’nin 'ilim üç kişinin etrafında dönmektedir: Malik, Leys ve İbn Uyeyne' dediğini naklettikten sonra şöyle söyler:

“Ben de derim ki: Bilakis ilim, onlarla beraber yedi kişinin etrafın­da döner: Evzâî, Sevrî, Ma’mer, Ebu Hanife, Şube ve iki Hammad (Hammâd b. Seleme ve Hammad b. Zeyd) [Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/94.]...İbn Teymiyye Minhâcu's-Sunne adlı eserinin başka bir yerinde şöyle söyler:

“...Malik, Sevrî, Evzâî, Leys b. Sa'd, Şafiî, Ahmed, İshak, Ebu Hanife, Ebu Yusuf gibi dinde imamlıkla tanınan İslam alimleri...” [Minhâcu's-Sunne, 1/215-6]...Yine bir yerde de şöyle söyler:

“...İşte bu, Malik b. Enes, Sevrî, Leys b. Sa'd, Evzâî, Ebu Hanife, Şafii, Ahmed b. Hanbel, İshak, Davud, Muhammed b. Huzeyme, Mu­hammed b. Nasr el-Mervezî, Ebu Bekr b. Munzir, Muhammed b. Cerîr et-Taberî gibi kendilerine tabi olunan imamların ve öğrencilerinin görüşüdür.” [Minhâcu's-Sunne, 1/173]

İmam Evzai, çağdaşı âlimler arasında saygın bir yere sahip olmuş, Şam (Suriye) bölgesinin fıkıh otoritesi sayılmıştır. Evzâî döneminin ve sonraki nesillerin fıkıh âlimleri ve imamları tarafından bağımsız fıkıh ekolü, ictihad usulü, re’y ve fetvaları bulunan bir müctehid ve imam olarak benimsenmiş, görüşleriyle amel edilmiş ve fıkıh tarihi içinde Süfyân b. Uyeyne, Hasan-ı Basrî, Süfyân es-Sevrî, Leys b. Sa‘d, İshak b. Râhûye, İbn Cerîr et-Taberî, Dâvûd ez-Zâhirî ve Ebu Sevr gibi mutlak müctehidler arasında yerini almıştır. (9)
***
(1) http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=1907&BID=32
(2) https://islamkalesi.wordpress.com/category/mezhep-imamimiz-ebu-hanifera/
(3) http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c10/c100126.pdf
http://yusufsevkiyavuz.com/?p=57
(4) https://www.youtube.com/watch?v=w7IKc4Rw_eE
(Videonun 3. ve 4. dakikası)
(5) http://www.davetulhaq.com/tr/forum/index.php?topic=13207.0
(6) Ahmednazif'ten İslamoğlu'na, sevgilerimle...
(7) Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 222-230
ayrıca bkz: https://kafdergisi.wordpress.com/ebu-hanife-aleyhtarligi-ve-hadis-ilmindeki-yeri/
(8) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/07/sapk-mutezile-imamlarndan-gaylan-ed.html
ayrıca bkz: http://neyaziyoruzbiz.blogspot.com.tr/2014/10/mustafa-islamoglu-ebu-hanife-anlaysna.html
(9) http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php?idno=110546
Devamını Oku »

İslamoğlu ve bilerek terkedilen namazın kazası hususundaki çelişkileri

İslamoğlu ve bilerek terkedilen namazın kazası hususundaki çelişkileri
Soru: Hocam araya kendi küçük anlamı büyük bir sorum var. Bile bile ve şartları müsaitken bırakılan "namazın" kazası olur mu? İnsanlar sonra kılarım diye namazı terk ediyor (rahmetli babam gibi). Kılınması için sunulan kolaylıklar ve hassasiyetler bana "bile bile bırakıldığı zaman kazası olamaz" izlenimi uyandırıyor. Sizin görüşünüz bizim için çok önemli.Sonsuz hürmetlerimi sunarım.

Cevap: Evet, İmam İbn Teymiyye, hocası İbnu'l-Cevzi, büyük talebesi ibn Kayyım el-Cevziyye "Bile bile terk edilen namazın kazası olmaz" demişler. Buna da Peygamberimizin hayatında böyle bir örnek yok. Onun yaptığı kazalar ya Hendek gününde olduğu gibi cihadın namazın önüne geçip efraz olduğu için kılamadı namazların kazası; ya da iki kez gerçekleştiği gibi uyuya kalındığı için geçirilen sabah namazının kazası...

İmdi:

1. Efendimiz el-İslam yecibbu ma kableha (İslam kendisinden öncesini siler, süpürür, temizler) buyurur. Eğer bir insan kendini namaz kılmadığı yıllarında mümin ve müslüman olarak görmüyorsa, ona kaza gerekmez. Bu hadis gereği.
2. Ama müslüman olarak görüyor ve namaz kılmamışsa gerekir. Günümüzde sokaktaki müslümanın namazı "kasten" değil "ihmallikten" terk ettiği kanaatindeyim. Bu "bile bile"nin ölçüleri nedir, ihmallikle kastı ayıran sınır nedir, ihmallikle kasıt bir tutulur mu? bu soruların cevapları yok. Benim görüşüm ihmallikle terk edilen namaz kaza edilmelidir. Kesinlikle.

 Tenkit:

1. a-Öncelikle islamoğlu'nun kullandığı "Benim görüşüm ihmallikle terk edilen namaz kaza edilmelidir. Kesinlikle." cümlesinden başlayayım..İbadetlerle ilgili konularda pek çok yerde Sünneti "Yahudileşme temayülü" etiketiyle by-pass edip Kuran'a atıf yapmasıyla tanıdığımız İslamoğlu ne hikmetse burada Kuran'ı referans gösterememiş..Ama durun!.Konu Kuran'da geçmiyor mu yoksa? Kuran'da olmayan ve hadisin zahirinde bulunmayan bir husus için görüşünü hangi Şeri kaynak veya delile dayandırmış? Acaba Peygamberin Sünnetine bile Şeri delil kıymetiyle bakamayan İslamoğlu kendi ilhamlarını, -pardon görüşünü- Kuran'ın yanında Şeri delil mi ilan ediyor?..İslamoğlu'na göre şeri deliller iki midir yoksa?:

1. Kuran
2. "Benim Görüşüm"

b-Sistem şöyle işliyor: Yenilikçilik adına sahih hadisleri inkar eden İslamoğlu burada dengeleme yapıyor olmalı..Her bir şeyde muhalif görüş beyan etse "kendini ehl-i sünnet zanneden" avam tabaka içinde tutunacak bir mecra bulmaz..

c-İbadetin alanına giren ve aklın-kıyasın işlemediği, taabbudiliğin hükmettiği bir sahada içtihat yapıyorsan bunun bencesini-sencesini, aklıma-karnıma sordumcasını değil Şeri delilini getirmek zorundasın..Hangi Şeri kaynaktan konuşuyorsun? Kitap, Sünnet, İcma mı veya Kıyas mı? (Son 3 ünü İslamoğlu -mutlak manada- kabul etmese de) ? ..İslamoğlu'nun şeri emirlerde ve yasaklarda tek kaynağı Kuran olarak gördüğünü biliyoruz..Bu konuda Kurandan ne bulabilmişse onu aktarması gerekirdi..Bundan ötesi kendisiyle çelişmesi demektir.

d- 'Tek kaynağımız Kuran' görüşünü savunduğunuza göre 'fetvanızın' yerini Kuran'dan göstermek zorundasınız..İşimize gelmediği zaman hadisleri Kuran'a arz metoduyla inkar edip keyfimiz istediğinde Kuran'da olmayan bir şey için kendi görüşümüze "kesinlik" atfetmek çelişkinin babasıdır..Namaz gibi bir konuda Kuran ve Sünnete dayanmıyorsa senin görüşünü kim ne etsin? Ne bağlayıcılığı var?..Eğer Kuran ve Sünnetten istidlal ediyorsa nassı söyleyip fetvayı öyle vermesi gerekirdi..



2. İslamoğlu : "Hz. Peygamber şari değil müteşerridir. Haram koymaz" (2)Yani Sünnet vahiy değildir..Tek vahiy varsa o da Kuran'dır(?)..Kuran'ın haricinde sünnetin otoritesinden ve bağlayıcılığından bahsetmek mümkün değildir.(?)

a- Hz. Peygamberin bile Şari olamadığı yerde -kusura bakma ama- senin görüşünün sinek vızıltısı kadar bir ehemmiyeti olmamalı..

b- Meseleye Mustafa İslamoğlu'nun mukallitleri açısından bakarsak; İslamoğlu güya mukallitlerini tek ve asıl kaynak Kuran'a yönlendiriyor ve 'Kuran İslamı'nı tervic ediyor..Bunu yaparken de hadisleri ve Sünnet-i Seniyyeyi Fazlurrahman'dan kotardığı yaklaşımla ekarte ediyor (3)..Çok güzel!..Çok güzel de şimdi nereden çıktı bu "senin görüşün"..Hem de namaz konusunda senin görüşün!..Şari misiniz? Gerçi Fazlurrahman'ın sünnet görüşü "benim görüşüm"lere açık bir anlayış..İslamoğlu mukallitleri, neyi taklit/takip ettiklerini bilseydi bari..


3. İslamoğlu :"Eğer sünnete müracaat edecekse orada da şu sözü karşısına çıkar: İçtihadın usul açısından değerlendirilmesi: Bu ictihad bizzat Hanefi ve maliki usullerine göre problemlidir. Zira bu mezheplerde kefaret ve hudud alanlarında kıyasla hükmü genişletmek caiz değildir. Ama burada hüküm kıyasla genişletilmiş, cinsel münasebetle ilgili bir yasağa kasten yeme içme de dahil edilmiştir."(4)

Namaz gibi çok önemli bir ibadet konusunda Kur'an'da "Hayızlı iken namaza yaklaşmayın" diye bir ayet ve sünnette merfu olarak "Hayızlı kadın namaz kılmasın, namaza yaklaşmasın" gibi bir hadisin bulunmuyor oluşu çok çok manidardır. (5) cümlelerini hatırlatarak Bayındır Hoca'nın İslamoğlu'na çelişki izafe etme hakkı doğar.

Aynı şekilde Edip Yüksel veya başka bir mealci İslamoğlu'na yine İslamoğlu'nun "Nebi vahiyden bağımsız bir tavır geliştiremez: Son Saat, Zulkarneyn gibi sadece uhrevi soruları değil, hayız, ganimet, ayın evreleri ve dağlar gibi dünyevi soruları da vahiy cevaplamaktadır. Adeta vahiy Nebi’nin önüne geçmekte, Nebi’nin vahyin önüne geçmesi engellenmektedir. Hz. Peygamber’in vahiy inmeden hattuhareket tayin ettiği için kınanmıştır. Bunun örnekleri arasında; Abese 2-3, Âl-i İmran 128, Bakara 272, Tevbe 43, En’âm 65, Enfal 67, Nisa 105, Ahzab 1, En’âm 116, İsra 73-75, Nahl 126, Tevbe 80, 84, 113 gibi birçok ayet yer alır." veya "Hz. Peygamber kendisi hüküm vermez, hükmü vahye bırakır: Nisa 7, Nisa 95, Nisa 176, Bakara 218, Bakara 223, Bakara 229, Bakara 256, Hûd 114 ve daha birçok ayetin nüzul sebebi bu hakikati ortaya koyar."(6) cümleleriyle itiraz etse İslamoğlu'nun verecek cevabı yoktur..İslamoğlu'nun yolu yüksek dozda çelişki/tenakuz ve had safhada duruma göre yön değiştirme içeriyor..

***
(1) http://www.mustafaislamoglu.com/HD193_bilerek-terkedilen-namazin-kazasi.html
(2) http://www.mustafaislamoglu.com/yazar_2129_24_sunnet-tasavvurumuz.html
(3) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2015/03/fazlurrahmann-yasayan-sunnet-kuram-2-en.html
(4) http://www.mustafaislamoglu.com/HD308_oruc-keffareti.html
(5) http://www.mustafaislamoglu.com/HD472_adetlinin-orucu.html
(6) http://www.mustafaislamoglu.com/yazar_2129_24_sunnet-tasavvurumuz.html



http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2015/04/islamoglu-ve-bilerek-terkedilen-namazn.html
Devamını Oku »

İslamoğlu'nun Mütevatir Hadisleri İnkar Etmesi ve Bir SamimiyetsizlikÖrneği: Cessase Rivayeti



İslamoğlu'nun Mütevatir Hadisleri İnkar Etmesi ve Bir Samimiyetsizlik Örneği: Cessase Rivayeti



İslamoğlu'nun çelişkileri:

1-İslamoğlu:(Cessase Rivayeti) Deccal rivayetlerinin en güçlülerindendir.(1)

Cevap: Hadisin senedine bir kulp bulunamıyor ama metin tenkiti yapılıyor..Güya metinde bazı müşkil veya kabul edilemez noktalar varmış..Buhari-Müslim'in ortaklaşa rivayet ettiği bir hadis nakledelim:

İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem herkesin yanında deccâlden söz ederek şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ tek gözlü değildir. Şunu unutmayın ki, deccâlin sağ gözü kördür. Onun bu gözü üzüm salkımından dışarı fırlamış üzüm tanesi gibidir.”
Buhârî, Fiten 26, Tevhîd 17; Müslim, Îmân 274. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 60

Şimdi İslamoğlu'na soralım: Sened sağlam mı ? Sağlam..Metinde kapalı gelen, akla münafi, tenkit edilecek bir husus var mı? Yok..Bu duruma göre hadisi ne ile inkar edeceksin?

Efendim "Kıyamet alametlerinin topu İsrailiyattır (2) , tamamı uydurmadır" derseniz biz de deriz ki ;

Madem kıyamet alametleri meselesi bu dine ait bir mesele değil neden tek bir rivayet üzerinde 20 dk durup lafı uzatıyorsunuz? Madem ki "bu dine ait değil", madem ki "uydurma veya sokuşturma"..Fazla uzatmadan bütününü inkar etmeniz ve dahası asıl meseleye gelip sonrasında bu malzemeyi dine sokuşturana açıktan savaş açmanız gerek..Bu dine ait olmayan bir meseleye taalluk eden bir hadisi metin tenkiti yoluyla uzun uzadıya çürütmeye kalkarsanız aynı yöntemi uygulayamayacağınız, -örneğini verdiğim hadis gibiler- karşınıza çıktığında başa sarıp :"Bu Kıyamet alametleri meselesi bu dine ait değil" diye sözü kestirip atmak zorunda kalırsınız..Biz de diyoruz ki madem ki geri planda bu itikada sahipsiniz ve madem ki Kıyamet alametleri tamamıyla güvenilmez boş yere detaya girmeye çalışmayın..Bu hadisleri kitaplarına alan Buhari, Müslim başta tüm hadisçilere daha etkin bir mücadele başlatın.. Eğer samimi iseniz..Ve eğer dediklerinizin arkasında iseniz. Öyle "imam" demekle olmuyor bu işler.



2-İslamoğlu :"Buhari ve Müslim 2 hadis imamımız.."

Cevap: Sırf Kıyamet alametleri ve Allah Resulünün (s.a.v.) gelecekten haber vermesi açısından bile baksak (toplamda) yüzlerce uydurmayı, başka dinin meselelerini bu dine aktarıp dinin temiz pınarını bulandıran kişilere hangi sebeple "İmam" diyorsunuz ? Aynı fikirde ben olsam demezdim..İmam, ilimde peşinden gidilen kişidir..İlimde eleştirinin baş hedefi yapılan kişiye imam demek çelişkidir..



3-İslamoğlu:Hızırla ilgili bir tek sahih rivayet yok. (3)

Çelişki: Nüzul-ü İsa, Kıyamet Alametleri, Mehdinin ve Deccalin Çıkışı.... ile ilgili yüzlerce sahih rivayet var da ne oldu? Hepsini aynı inkar parantezine almadınız mı? Hakkında hadis ilminin verilerine göre sahih hadis olmayan konuları hadis tenkit metoduna göre çürütürken aynı metoda göre sahih hatta mütevatir olan hadisleri inkar etmek çelişkinin babası değil mi? Çelişkiden kurtulmak için yapmanız gereken hadisleri toptan reddetmektir. Yoldaş Edip Yüksel'e kulak verin .(4)



4-İslamoğlu :(Efendimizin) Özel halinde abdestsiz Kuran'a dokunmasını yasaklayan bir delil bilmiyorum. Tabi ki Sahih delil(i kastediyorum). (5)

Cevap: Bilsen ne fark ederdi ? Kuran'a, akla, hevaya, arz edip hadisi veya hadisleri inkar etmenin önünde ne engel var ? Eğer Kuran tek bağlayıcı delil ise boş yere hadislerin bağlayıcılığından veya şeri delil olmasına inanırmış gibi yapmaktan vazgeçelim..



5-İslamoğlu:(Şu şu şu sebeplerden dolayı) Buhari Cessase hadisini almamıştır..(1)

Eleştiri: Sanki Buhari herhangi bir hadisi Sahihine alsa bir şey fark edermiş gibi yapmaktan vazgeçmeniz gerekiyor..Yüzlerce Sahih Buhari hadisini reddeden ve yüzlercesi üzerinde de şüphe uyandırmaya çalışan bir geçmişiniz varken burada Buhari almış veya almamış üzerinden yorum yapmanız samimi gelmiyor.



6-İslamoğlu:Resulullah ashabı camiye toplamış..Bu hadisin (ashabın) bir çoklarından aktarılması gerekirdi..Buna rağmen ahad kaldı .(1)

Eleştiri: Bu da yine samimi olmayan tenkitlerden biridir..Sanki hadisi nakleden 4 sahabi değilde 40 sahabi olsa bir şey fark edermiş gibi yapılmaktadır. İşte Mehdi hadisi tam 20 sahabi nakletmiş..Deccal hadisini aynı şekilde..Hem bu hadisler hem Müslim'de hem Buhari'de nakledilmiş (6) ..Cessase hadisi gibi sadece Müslim'de değil..Ayrıca bunlar tek değil belki 50 tane hadisle nakledilmiş itikadi konular..İşte Mucizeler (Bütün Mucizeleri ve bunlarla ilgili hadisleri aldığımızda bunların sayısı binlere yaklaşır ve yüzlerce sahabi tarafından nakledilmiş olduğu görülür), Kabir Azabı (Kabir azabını ashabtan 26 kişi nakletmiş olup mütevatir meselelerdendir), Nüzul-i İsa (7) konuları hepsi mütevatir ve onlarca (toplamda yüzlerce) sahih hadis onlarca Sahabi tarafından nakledilmiş konular..Bunları kim inkar ediyor: İslamoğlu. (8) Madem ki böyle inkar etme konusunda oldukça sağlam bir duruşunuz ve istikrarlı çizginiz var.. Öyle Buhari'de geçmiyormuş, 4 tane sahabe nakletmiş, Metninde müşkil varmış gibi meseleleri açıp sanki bunların aksi olsaydı inkardan imana dönecekmiş gibi bir görüntü vermeyiniz..Rica ederim biraz daha samimi olunuz.

devamı: http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2015/05/tevaturle-sabit-hukumleri-inkar-etmek.html

***

(1) https://www.youtube.com/watch?v=wPBFjPtc3vg
(2) https://www.youtube.com/watch?v=0rS5RvWd7vA&index=6&list=PLt6VPVrC50mDlSFcSr7kjX1UkvSodwNdV
(3) https://www.youtube.com/watch?v=8L0AUsShbjE&list=PLt6VPVrC50mDlSFcSr7kjX1UkvSodwNdV&index=8
(4) https://www.youtube.com/watch?v=RxZBkqdqths

(5) https://www.youtube.com/watch?v=bZvuXQxbUz8&index=10&list=PLt6VPVrC50mDlSFcSr7kjX1UkvSodwNdV
(6) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2015/05/mehdi-ve-deccalle-ilgili-hadisler.html

(7) http://www.sapitanlar.com/delilleriyle-nuzul-u-isa-aleyhisselam-meselesi/

(8) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2013/08/uc-mustafa-bir-tasavvur-iki-gercek_6.html

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2013/05/imam-i-azam-ebu-hanifeye-gore-mustafa.html





Devamını Oku »

İslamoğlu, Sahabi Neslinin Efdaliyetini Kabul Etmiyor

İslamoğlu, Sahabi Neslinin Efdaliyetini Kabul Etmiyor


İslamoğlu: Efdaliyyet "kabile" sınırında da kalmadı. Bu kez "nesil" kutsallaştırıldı 292
292 Ahmed b. Hanbel, 5/357. Efendimiz buna karşı da tedbir almış ve ashabını "efdaliyyet" tuzağına düşmemelerini temin için bazı haberler vermişti: "Benden sonra ümmetim içinden beni pek çok seven toplumlar çıkacak." Ahmed b. Hanbel, 5/156.(1)

Tenkit: İslamoğlu'nun verdiği hadis Sahabi neslinin ve ondan sonraki iki neslin genel efdaliyetine engel değildir..İslamoğlu külli fazilet ile cüzi fazileti karıştırmıştır..[Bazı rivayetlerde vardır ki, “Bid’aların revacı hengâmında ehl-i iman ve takvadan bir kısım suleha, Sahabe derecesinde veya daha ziyade efdal olabilir” diye rivayetler vardır. Bu rivayetler sahih midir? Sahih ise hakikatleri nedir? Elcevap: Enbiyadan sonra nev-i beşerin en efdali Sahabe olduğu, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin icmâı bir hüccet-i katıadır ki, o rivayetlerin sahih kısmı fazilet-i cüz’iye hakkındadır. Çünkü cüz’î fazilette ve hususi bir kemalde, mercuh, râcihe tereccuh edebilir. (2)] Hadisi ilgisiz yerde kullanması hatasından daha fecisi türedi kriterlerine göre aşağıdaki hadisleri onaylayan kişinin Yahudileşme Temayülü gösterdiği sonucu çıktığıdır.:

*
Buhari, Şehadet-9:

16-.......İmrân ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
"Sizin hayırlı asrınız, benim içinde yaşadığım zamandır. Sonra be­nimle yaşayanlara yakın olanlardır. Daha sonra onlara yakın olanlardır" buyurdu. İmrân: Peygamber kendi asrından sonra ha­yırlı asır olarak iki asır mı, yoksa üç asır mı zikretti; bilmiyorum, de­miştir.

Peygamber (S) devamla şöyle buyurdu: "Sizden sonra bir ka­vim gelecektir ki onlar hıyanet edecekler, kimse bunlara i'timâd et­meyecek, bunlar şehadet etmeleri istenmeden şahitlik edecekler; yine bunlar adak adayacaklar, fakat adaklarını yerine getirmeyecekler. Ar­tık bunlar arasında (tıka basa yemek içmek) semizlenmek meydana çıkar (yani onlara göre hayatın gayesi bu işlerden ibaret olur)"

17-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R)'dan (şöyle demiştir): Peygam­ber (S) şöyle buyurdu: "İnsanların hayırlısı benim asrım(daki sahabilerim)rdir. Sonra onlara yakın olan(tabii)lardır. Sonra onlara yakın olanlardır (yani tabiilerin tabileridir). Sonra bir takım kavimler ge­lir ki, onlardan herhangi birinin şehadeti yemininin önüne, yemini de şehadetinin önüne geçer".
İbrahim en-Nahaî: Biz çocuk iken velilerimiz bizi: "Eşhedu billahi" ve "Allah-ile ahdim olsun" sözlerini söylediğimizden dolayı döverlerdi, demiştir

*
Buhari, Fezailu'l-Ashab -1

1-....... Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Cabir ibn Abdillah(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Bize Ebu Saîd el-Hudrî (R) tahdîs edip şöyle dedi: Resulullah (S) şöyle buyurdu:
"İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, o zamanda insanlardan bir cemaat gaza eder. Onlara:
— İçinizde Peygamber'le sohbet eden kimse var mıdır? diye sorarlar.
Onlar da:
— Evet vardır! diye cevap verirler.
Nihayet (ordu içindeki sahabeye hürmeten zafer kapısı) onlara açılır.
Sonra insanlar üzerine bir zaman daha gelir. İnsanlardan bir gu­rup daha gaza eder. Onlara da:
— İçinizde Peygamber'in sahabeleriyle görüşen kimse var mıdır?
diye sorulur. Onlar da:
— Evet var! diye cevâb verirler; onlara da fetih müyesser olur. Sonra insanlar üzerine bir zaman daha gelir, yine bir topluluk harb ederler. Onlara da:
— İçinizde Peygamber'in sahabilerini gören ile görüşen tabii kim­se var mıdır? diye sorulur.
Bu defa onlar da:
— Evet vardır! derler; onlara da fetih müyesser olur"
*
2-.......Ebu Cemre şöyle demiştir: Ben Zehdem ibn Mudarrib'den işittim, şöyle dedi: Ben İmrân ibn Husayn(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Resulullah (S): "Ümmetimin hayırlısı, benim asrımdır. Sonra onlara yakın olan(tab'ii)lardır. Sonra onlara yakın olanlardır" bu­yurdu.
İmrân: Resulullah, kendi asrından sonra (hayırlı olarak) iki asır mı, yoksa üç asır mi zikretti bilmiyorum, demiştir.

Resulullah devamla: "Sizden sonra bir kavim gelecektir ki, bunlar şehadet etmeleri istenmeden şehadet edecekler, bunlar hıyanet ede­cekler, kendilerine i'timâd edilmeyecek, yine bunlar adak adayacak­lar, fakat adaklarını yerine getirmeyecekler. Artık bunlarda (aşırı yemek içmek hayatın gayesi olduğundan) semizlenme meydana gelecektir" buyurmuştur.

3-.......Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan: Peygamber (S) şöyle bu­yurmuştur: "İnsanların hayırlısı benim asrımdır. Sonra onlara ya­kın olanlardır (yani tabiîler'dir). Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra bir kavim gelir ki, onlardan birinin şehadeti (ihtiras ile) yeminine; yemini de şehadetinin önüne geçer".
Hadisin ravîlerinden İbrahim en-Nahaî: Bizler çocuk iken velî­lerimiz bizi "Eşhedü billahi..." gibi şehadet sözlerimizden ve "Al­lah ile ahdim olsun" şeklindeki ahd sözlerimizden dolayı döverlerdi, demişti..

*
Buhari, Rikak-7
16-.......Zehdem ibnu Mudarrib şöyle demiştir: Ben İmrân ibnu Husayn(R)'dan işittim ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
— "Sizin hayırlı olanlarınız, benim asrımda yaşayanlarınızda. Sonra onların ardından gelenlerdir. Sonra onların ardından gelenler­dir".
İmrân: Ben Peygamber'in, kendi asrından sonra hayırlı nesiller olarak iki nesil mi, yâhut üç nesil mi zikrettiğini bilmiyorum, demiş­tir. Peygamber devamla şöyle buyurdu:
— "Onlardan sonra öyle bir kavim olur ki, onlar kendilerinden şahitlik yapmaları islenilmeden şâhidlik yaparlar, hıyanet ederler, bun­lara güvenilmez. Bunlar nezr ederler, fakat nezirlerini ifa etmezler. Bun­lar arasında (çok yemek yemek) semizlik, şişmanlık meydana çıkar (hayatın gayesi bu olur)..

17- Bize Abdan, .... Abîde'den; o da Abdullah ibnu Mes'ûd(R)'dan tahdis etti. Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "İnsanla­rın hayırlısı benim asrımdır. Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra onların ardından bir kavim gelir ki, onlardan her birinin şehadetleri yeminlerinin, yeminleri de şehadetlerinin önüne geçer!"
*
Buhari, Eyman-27

70-.......Zehdem ibnu Mudarrib tahdîs edip şöyle dedi: Ben İmrân ibn Husayn(R)'dan işittim; o, Peygamber(S)'in şöyle buyurdu­ğunu tahdîs ediyordu:
— "Sizin en hayırlılarınız, benim içinde bulunduğum nesildir. Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra, onlara yakın olanlardır".
İmrân: Peygamber (S) kendi asrından sonra hayırlı kam olarak iki karn mı, yoksa üç karn mı zikretti, bilmiyorum, demiştir. Peygamber devamla:
— "Sonra bir kavim gelir ki, onlar nezrederler ve nezirlerini ye­rine getirmezler; hıyanet ederler ve kendilerine i'timâd edilmez; bun­lar şâhidlik yapmaları istenmediği hâlde şâhidlik ederler. Bunlar arasında (bol bol yemek içmek hayatın gayesi olduğundan) şişman­lık ve semizlik meydana çıkacaktır"

*
Müslim, Fezailu's-Sahabe-214

214- (2535) Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr hep birden Gunder'den rivayet ettiler. İbni Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Ebu Cemre'den dinledim. (Dedi ki) : Bana Zehdem b. Mudarrib rivayet etti. (Dedi ki) : İmran b. Husayn'i rivayet ederken dinledim. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Sizin en hayırlılarınız benim asrımdır. Sonra onların peşinden gelen­ler. Daha sonra onların peşinden gelenler, daha sonra onların peşinden gelenlerdir.» buyurmuşlar. İmran : Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi asrından sonra iki defa mı dedi, üç mü bilemiyorum demiş :
«Onlardan sonra bir kavm gelecek ki, şâhid çağrılmadıkları halde şehadet edecekler. Hıyanet edecekler. Emniyet olunmayacaklar. Nezredecekcek, yerine getirmeyecekler. Aralarında şişmanlık zuhur edecektir.» buyur­muşlar.

*
Hadisin Diğer Kaynakları:

4332 - İmran İbnu Huseyn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir. İmran radıyallahu anh der ki: "Kendi asrını zikrettikten sonra iki asır mı, üç asır mı zikretti bilemiyorum." bu sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki kendilerinden şahitlik istenmediği halde şahitlikte bulunurlar, onlar ihanet içindedirler, itimat olunmazlar. Nezirlerde (adak) bulunurlar, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık zuhur eder." Bir rivayette şu ziyade var: "Yemin talep edilmeden yemin ederler."
Buhari, Şehadat 9, Fezailu'l-Ashab 1, Rikak 7, Eyman 27; Müslim, Fezailu's-Sahabe, 214, (2535); Tirmizi, Fiten 45, (2222), Şehadat 4, (2303); Ebu Davud, Sünnet 10, (4657); Nesai, Eyman 29, (7, 17, 18).
*
Son sözü büyük İmam Ahmed bin Hanbel Söylesin, İslamoğlu dinlesin:

“Allah Teâlâ; kulların kalplerine baktı, Muhammed'in kalbini kulların kalplerinin en hayırlısı buldu; onu Kendine ayırdı ve peygamber olarak gönderdi. Muhammed'in kalbinden sonra kullarının kalplerine bir daha baktı, onun ashabının kalplerini kulların kalplerinin en hayırlısı buldu, bunun üzerine onları Peygamber'inin vezirleri yaptı.” [ Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 379]
*
(1) Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü , 197.
(2) http://www.erisale.com/?locale=tr&bookId=1&pageNo=657#content.tr.1.657

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/07/islamoglu-sahabi-neslinin-efdaliyetini.html
Devamını Oku »

İslamoğlu'nun garip çıkarımlarına bir örnek -İlmin Yok Olup Gitmesi veUlema-i Su

İslamoğlu'nun garip çıkarımlarına bir örnek -İlmin Yok Olup Gitmesi ve Ulema-i Su


İslamoğlu: Ebu'd-Derda (r), Hz. Nebi'nin bir keresinde bu ümmeti bekleyen ehl-i kitaplaşma tehlikesini düşünerek hüzünlendiği sırada şahit olduklarını şöyle nakleder: "Nebi ile birlikteydik. Bir ara gözlerini göğe dikti ve dedi ki: "Gün gelir, ilim insanları terk eder. İnsanların onda hiç nasibi kalmaz." Ziyad b. Lebid el-Ensari sordu: İlim bizi nasıl terk edebilir ki? Biz Kur'an'ı okuyoruz ve bundan böyle de vallahi okuyacağız, hanımlarımıza, oğullarımıza okutacağız." Resul cevap verdi: Anan seni kaybetsin ey Ziyad! Ben de seni Medinelilerin en akıllılarından zannederdim. Yahudilerin ve Hristiyanların elinde de Tevrat ve İncil yok muydu?" Tirmizi,İlim, 5: ibn Mace, Fiten, 26; Ahmed b. Hanbel, 4/160; Darimi, Mukaddime, 26/246. Bu haberde de görüldüğü gibi Allah Resulü, Kur'an'ın elde bulunuyor olmasını ümmetin ehl-i kitaplaşmayacağının garantisi olarak görmemiştir.(1)

İslamoğlu'nun verdiği dipnottaki hadisler:

a-Hadisin Sünen-i Tirmizi'deki lafızları şöyledir:

2653- Ebû’d Derdâ (r.a.)’den rivayete göre, şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte bulunuyorduk gözleri semaya dikti ve şöyle buyurdu: “İlim insanlardan aşırılıp kaybolacağı zaman ilim adına hiçbir şeye güçleri yetmeyecektir.” Bunun üzerine Ziyâd b. Lebîd el Ensari dedi ki: Kur’ân-ı devamlı okuduğumuz halde ilim bizden nasıl aşırılıp yok edilecektir? “Allah’a yemin ederim ki Kur’ân-ı mutlaka okuyacağız, kadınlarımıza ve çocuklarımıza da okutacağız.” Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ey Ziyâd annen senin hasretinle yansın. Ben de seni Medine halkının hukukçularından saymakta idim. İşte Tevrat ve İncil Yahudi ve Hristiyanların elindedir. Onlara ne faydası oluyor ? Cübeyr diyor ki: Sonra Ubâde b. Sâmit’le karşılaştım ve kardeşin Ebû’d Derdâ nelerden bahsediyor işitmedin mi? Ebû’d Derdâ’nın söylediklerini kendisine haber verdim. Ubâde b. Sâmit şu cevabı verdi: Ebû’d Derdâ doğru söylemiştir. İstersen insanlardan kaldırılacak ilk ilmi sana haber vereyim mi? “Huşu” dur. Belki de büyük bir mescide gireceksin ve orada huşu içerisinde bir adam bulup göremeyeceksin.” (Müslim, İlim: 5; İbn Mâce, Mukaddime: 1)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Muaviye b. Salih hadisçiler yanında güvenilen biridir. Yahya b. Saîd el Kattan’dan başka onun hakkında söz edeni bilmiyoruz. Muaviye b. Salih’den de bu hadisin bir benzerini rivayet edilmiştir. Bazıları da bu hadisi Abdurrahman b. Cübeyr b. Nüfeyr’den babasından, Avf b. Mâlik’den rivayet etmişlerdir.

***
Tirmizi'nin aynı konu başlığı altında bu hadisten bir önce sunduğu hadis ise şudur:

2652- Abdullah b. Amr b. As (r.a.)’den rivayete göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah ilmi insanların kafalarından söküp çıkaracak kaldıracak değildir. Fakat ilmi, ilim adamlarını ortadan kaldırmak suretiyle kaldıracaktır. Sonunda hiç âlim kalmayacak ve insanlar cahil bilgisiz kimseleri kendilerine önder lider ve kurtarıcı seçecekler ve onlara dini ve ilmi meseleler soracaklar onlar da cahilce fetva vererek hem kendileri sapıtmış hem de başkalarını saptırmış olacaklardır.” (Müslim, İlim: 5; İbn Mâce, Mukaddime: 1)

Bu konuda Aişe ve Ziyâd b. Lebid’den de hadis rivayet edilmiştir.
*
b-Hadis Sünen-i İbni Mace'de şu lafızlarla geçer:

26- Kur'an Ve (Dini) İlmin Gidip Yok Olması Babi 4048)

"... Ziyad bin Lebid (Radıyallahu anh)'den; şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir şey anlatarak: Bu, ilmin gitmesi (yok olması) zamanında olur, buyurdu. Ben: Ya Resulullah! Kur'an'ı okuduğumuz, evladımıza onu okuttuğumuz ve evladımız da kıyamete kadar kendi evladına onu okutacağı halde ilim nasıl gider (yok olur)? dedim. Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :
Anan seni kaybedesiye (yani Hayret sana) Ziyad! Ben muhakkak seni Medine'de fıkhı en iyi bilen adamlardan görürdüm. Şu yahudiler ve hristiyanlar Tevrat ve incil'i okuyup da bu iki kitapta bulunan hukumlerden hiç bir şeyle amel etmez değiller mi? buyurdu.

Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup ravileri güvenilir Kişilerdir. Fakat sened munkatıdır (yani raviler zinciri kopuktur).

İzahı

Zevaid nevinden olan bu hadisi Ahmed de rivayet etmistir. Hadisteki ilimden maksad dini ilimdir.
Yani Kur'an-i Kerim ve Hadis ilmi ile, bunlarla ilgili ilimlerdir. Tuhfe yazarının beyanına gore el-Kari bu hadisin izahi bölümünde şöyle demistir: Yani yahudiler ve hristiyanlar Tevrat ve İncil'i okudukları halde bu kutsal kitablarla amel etmedikleri için hiç bir yarar elde edemedikleri gibi müslümanlar da Kur'an-ı Kerim ile amel etmedikten sonra bunu okumaları ve okutmaları bir yarar sağlamayacaktır. Önemli olan, Kur'an'ın hükümlerini uygulamaktır, onunla amel etmektir.
[Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/282.]

***
c-Hadis Darimi'de şu lafızlarla geçer:

246. “Bize Musa b. Hâlid haber verip (dedi ki) bize Mu'temir b. Süleyman, el-Haccâc'dan, (o) Avf b. Mâlik'den, (o) Abdurrahman b. Yezîd'in âzâdlısı el-Kasım Ebû Abdirrahman'dan, (o) Ebu Ümâme'den, (o da) Resûlullah'dan -sallalla­hu aleyhi ve sellem- (naklen) haber verdi ki o (yani Resûlullah) şöyle buyurdu:
"İlmi, yok olup gitmesinden önce alı­nız!". (Orada bulunan bazı sahâbiler);
"Ey Allah'ın Peygamberi, biz­de Allah'ın Kitabı olduğu halde ilim nasıl yok olup gider?" dediler. (Ebu Umâme) dedi ki; bu söz üzerine, -Allah kızdırmasın!- o, kızdı ve şöyle buyurdu:
"Analarınız sizi kaybedesiceler! Tevrat ve İncil, İsrailoğullarının elinde ve, onlara (buna rağmen) hiçbir fayda vermemiş değil miydi? Şüphe yok ki ilmin yok olup gitmesi, onun (hükümlerini uygulayan) taşıyıcılarının yok olup gitmesidir. Şüphesiz ilmin yok olup gitmesi, onun (hükümlerini uygulayan) taşıyıcıların yok olup gitmesidir.”
[Ahmed b.Hanbel 5/266; Mecmeu'z-Zevâ'id, 1/199-200; İbn Mâce, Mukaddime, 17 (1/83). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/313-314]
*
Darimi'nin Sünen'inde aynı bölümde bir önceki hadis şudur:
245. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki) bize Hişâm, ba­basından, (o da) Abdullah b. Amr'dan (naklen) haber verdi (ki Abdullah) şöyle dedi:” Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-şöyle buyurdu:

"Allah ilmi, onu insanların (kafa ve göğüslerinden) çekip sökmek (silmek) suretiyle alıp yok etmez. Fakat ilmin yok edil­mesi alimlerin yok edilmesi, (ölmesi ile olacaktır). Neticede (Allah) hiçbir alim bırakmayınca halk cahil başkanlar edinir ve (meseleler) onlara sorulur. Onlar da ilimsiz fetva verirler. Böylece hem kendileri sapıtır, hem de (halkı) saptırırlar." [Kitâbu'z-Zühd, İbnü'l-Mübarek, 281; Buhâri, İlm, 34 (1/33-34); İ'tisâm, 7 (8/148) Müs­lim, İlm, 13, 14 (4/2058- 2059); Tirmizi, İlm, 5 (5/31); İbn Mâce, Mukaddime, 8 (1/20); Ahmed b. Hanbel, 2/162, 190, 203. Bkz. 97. ve 145. hadislerin "Açıklamaları. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/313]

***
Temayül İthamcısının Hataları:

1."Hz. Nebi'nin bir keresinde bu ümmeti bekleyen ehl-i kitaplaşma tehlikesini düşünerek hüzünlendiği sırada" kısmı tamamen müellifin hayalinden çıkmıştır..Hz. Resulullah'ı (s.a.v.) kendi keyfine "düşündürmek" kimin haddine?

2-Verilen hadis metinlerinde yazarın dayattığı şekliyle ne Yahudileşme ne de Hristiyanlaşmayı destekleyecek bir veri yoktur..

İslamoğlu, kitabın ismini ve içindeki itham dozu yüksek fikirleri alakasız hadislere onaylatmaya çalışmıştır..Bu amaçla içinde Yahudiler ve Hristiyanlar geçen hadisleri yerli yersiz kullanmıştır..Hadisin içeriğinde Yahudileşmeden değil ilmin kalkmasından bahsetmektedir..Bunun nasıllığına en canlı örnek te yine ehl-i Kitaptan verilmesi çok yerindedir..Burada kitabın içeriğini ve farz edilen Yahudileşme temayüllerini örnekleyecek bir yön yoktur.

3-Kitapta tespit edilmiş sapmaların bir kısmı doğrudur..Ancak bu sapmaların "Yahudileşme Temayülü" altında gruplandırılması yersizdir..Şu hadislerdeki ana fikir; kitabın olmasının yetmeyeceği kitapla amelin gerekliliği iken, İslamoğlu bu hadisten çıkacak fikirlerin yönünü faraziyatlarına döndürmüştür. Kitabındaki sapmalara yine kendi örnek olmuştur..

4-Kaynak olarak verilen hadis kitaplarında aynı bab başlığı altında verilen ve "Fakat ilmin yok edil­mesi alimlerin yok edilmesi, (ölmesi ile olacaktır). Neticede (Allah) hiçbir alim bırakmayınca halk cahil başkanlar edinir ve (meseleler) onlara sorulur. Onlar da ilimsiz fetva verirler" uyarısı ne kadar da manidardır..

5-İslamoğlu: Bu haberde de görüldüğü gibi Allah Resulü, Kur'an'ın elde bulunuyor olmasını ümmetin ehl-i kitaplaşmayacağının garantisi olarak görmemiştir..

Tenkit: Hadisten "amel edilmeyen kitabın kişiye faydası yoktur" sonucu çıkmaktadır..Sırf içinde ehl-i kitap geçiyor diye bunu da ehl-i kitaplaşma diye bir varsayıma bağlamak vehmdir..Hadislerin bu kadar ucuz bir şekilde tevehhümlere alet edilmesi 4. maddemizin şerhi niteliğindedir.

6- Tirmizi'de hadisin devamı şöyledir: İşte Tevrat ve İncil Yahudi ve Hristiyanların elindedir. Onlara ne faydası oluyor ? Cübeyr diyor ki: Sonra Ubâde b. Sâmit’le karşılaştım ve kardeşin Ebû’d Derdâ nelerden bahsediyor işitmedin mi? Ebû’d Derdâ’nın söylediklerini kendisine haber verdim. Ubâde b. Sâmit şu cevabı verdi: Ebû’d Derdâ doğru söylemiştir. İstersen insanlardan kaldırılacak ilk ilmi sana haber vereyim mi? “Huşu” dur. Belki de büyük bir mescide gireceksin ve orada huşu içerisinde bir adam bulup göremeyeceksin..

Bu devamdan da anlaşılacağı gibi İslamoğlu paragrafın ana fikrini saptırmıştır..Bu anlatımdan "Yahudileşme" çıkarmak taşı sıkıp suyunu çıkarmaktan daha zordur..

Alim, yazar okuyucularının güvenini emanet almış kişidir..Emanete sahip çıkan alimlere hürmetlerimle!
*
(1) Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü, Düşün Yayıncılık , 214-5.

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/07/ilmin-yok-olup-gitmesi-ve-ulema-i-su.html
Devamını Oku »

Mustafa İslamoğlu'nun Hadisçiliği

Mustafa İslamoğlu'nun Hadisçiliği

İslamoğlu, Üç Muhammed: "Ebu Bekir, Rasulullah'la birlikte mağaradayken susadı. Rasulûllah sallalahu aleyhi vesellem ona dedi ki: 'Mağaranın girişine doğru yürü ve oradan iç.' Ebu Bekir mağaranın girişine kadar gitti, orada baldan daha tatlı, sütten daha beyaz, miskten daha güzel kokan bir sudan içti ve döndü. Rasulûllah dedi ki: 'Allah, Firdevs Cenneti'nin ırmaklarıyla görevli meleğe senin içmen için bir nehir kazmasını emretti."(1)

Bu rivayeti nakleden Süyuti'nin, kitabındaki "Onda muteber olmayan rivayetlere hiç yer vermedim" iddiasını hatırlamanın tam sırası. Ve tabiki, Rasulûllah'ın Hicret yolculuğuna çıkmadan, azığı kimin getireceğinden izleri kimin kapatacağına varana dek en ince ayrıntısına kadar bir göç planı yaptığını hatırlamanın da... Problem, yukarıda naklettiğimiz Allah'ın eşya için koyduğu değişmez yasalar yerine, eşyanın yasasının ve tabiatının olmadığı sonucuna götüren "imkân" ve "cevher-i ferd" kuramına dayalı anlayış.
Hasais,1/187 (1)

Tenkit:

1..Suyuti, kitabında 'tam olarak' muteber olmayan rivayetlere yer vermediğini iddia etmez. Aksine, kitabında zayıf rivayetlerin olduğuna kendisi de dikkat çeker: "Bu kitapta, bahislerle ilgili gelen bütün haberleri toplamaya çalıştım. Uydurma ve merdûd rivayetlerden nezih kalmasına da büyük bir dikkat gösterdim. Sened itibariyle zayıf olan rivayetleri destekleyen çeşitli rivayet yollarını da esaslı bir şekilde araştırıp tespit ettim... Bütün bu bilgi ve rivayetleri, birbirini takip eden bölümler hâlinde düzene koyup yazdım. Ve neticede kitabımız, Allah'a hamdolsun, saha­sında olgun bir eser hâline geldi.."

2..a-Diyelim ki İmam Suyuti kitabına muteber rivayet almayacağını söylediği halde bu rivayeti gözünden kaçırmış..Bu hata Suyuti'ye ait küçük bir hata sayılsın..Burada esas anlaşılmaz olan tavır İslamoğlu'na aittir..O bazen rivayetlerin sıhhat derecesini hadis usulünün belirlediği kaideleri ve hadis imamlarının değerlendirmelerini önemser edayla yazmakta; buna rağmen çoğu zaman da geleneğin diline; hadise, hadis imamlarının cerh ve tadiline, tashih ve tazifine yani sıhhat durumuna tamamen kayıtsız kalarak bir çırpıda en sahih hadislerden onlarcasını ve hatta yüzlercesini tek kalemde çizebilmektedir..Bunun bir örneği Mucizeler konusuna giren Sahiheyn hadisleridir. Bu konuya ilişkin Buhari-Müslim Sahihlerinde farklı varyantlarla beraber belki yüz tane sahih hadis bulunabilir..Buna rağmen İslamoğlu " Bizim bu kitabı ona indirmiş olmamız size mucize olarak yetmedi mi? ayet mealini esas alıp sahih olsun, zayıf olsun tüm rivayetlere karşı kayıtsız kalmaktadır..(2) Bu hadisleri Kur'an'a arz etmek te gerekmez çünkü Kur'an, hem Mucizeleri hem de Allah Resulünün gaybtan haber verebilmesini destekler..

b-Bana göre; Bu seçicilik açıkça bir çelişki oluşturmakta, hadis malzemesinden keyfi-gelişigüzel bir faydalanma görüntüsü uyandırmakta ve Sünnetin Hücciyetini kabul etmeyen Mealciler veya Kuraniyyun akımları yanında daha tutarsız görünmektedir..

3..Yine aynı sorunlu/ikircikli/gayr-ı samimi yaklaşım Üç Muhammed kitabının 139. sayfasında şöyle tezahür ediyor: "Rasulûllah'ın yüceliğini, Kur'an dururken kimisi zayıf, kimisi mesnetsiz birtakım şaibeli haberlerle ispata kalkışmak, aslında Kur'ân'ın eleştirdiği kadim Arap aklının geleneğine eklemlenmek anlamına geliyordu. Kaldı ki, bir kişiyle çıktığı yolda, 23 yılda Batı Avrupa büyüklüğünde bir coğrafyanın insanını vahye boyun eğdirmek, yukarıda aktarılan şaibeli rivayetlerin hepsinden daha büyük bir mucize değil midir?"

Değerlendirme: Hemen aklıma gelen soru; 'kimisi zayıf, kimisi mesnetsiz' değil de hepsi sahih, hepsi müttefekun aleyh, istidlale elverişli hadisler olsa İslamoğlu için ne fark ederdi? Sırf bu cümleye baktığımızda İslamoğlu rivayetlerin sahihine ve zayıfına aynı konumu vermediğini sanabiliriz..Oysa aynı kitapta pek çok sahih hadisi, zayıfından ve sakiminden ayırmadan aynı torbaya koyduğu bir çok alt başlık bulunmakta..(3) Madem öyle, İmam Suyuti'ye veya başka bir hadisçiye zayıf hadis üzerinden eleştiri yöneltmenin ne anlamı var? Okuyucu bu eleştirileri hangi mantık örüntüsünde birleştirecektir? Eleştirinin dışı 'Kur'an dururken zayıf rivayete ne gerek vardı ?' diyor..Halbuki kitabın geneli sahih olsun veya olmasın bu rivayetlere ne gerek vardı der gibi..

4..Mucize ile ilgili hadisler, kabir azabı, Hz. İsa'nın (a.s.) Nüzulü, Efendimizin (s.a.v.) gelecekten haber vermesi gibi pek çok kapsamlı konuda tevatür niteliği kazanmış yüzlerce hadisi görmezden gelebilen İslamoğlu kendi görüşüne uygun bulduğu ahad-tekil hadisler mevzu bahis olunca birden; sıhhat değerlendirmesini ve sünnetin hücciyetini, rivayetin otoritesini, hadis imamlarının ilmini hatırlayabilmekte ve hiç bir şey yokmuş ve pek çok konuda yüzlerce Buhari-Müslim hadisine muhalefet koyan; onlarca icma konusunu ve yine onlarca mütevatir hadisleri reddeden kendisi değilmiş gibi standart-geleneksel bir alim kisvesiyle sanki bir İbni Hibban veya İbni Ebi Şeybe veya Evzai (rh.a) gibi alimlerin diliyle konuşan biri görünümüne bürünebilmektedir..
İşte çok çarpıcı bir örnek..Bu örnekte İslamoğlu hasen-garip bir hadisi sahihlemeye çalışmaktadır:

Hadisin kritiği: Tirmizi bu hadise "hasen-garibtir der. Garip olmasına gösterdiği gerekçe ise hadisin ravileri arasında bulunan Semmak b. Harb'tir. Ravilerin hayatını anlatan kitaplar bu zatın ömrünün sonunda bunadığını kaydeder. Bu hadise gelen eleştirilerin dayandığı tek nokta budur. Fakat aynı hadisin başka bir silsileyle gelmesi hadise getirilen tüm eleştirileri boşa çıkarmıştır. Bu silsileyi delil gösteren ibn Hibban hadise "sahih hadistir." hükmünü koymuştur. (4)

*
(1) Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, s.141.
(2) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/08/islamoglu-bizim-bu-kitab-ona-indirmis.html
verilen başlıkta 20 ye yakın Buhari Müslim hadisi reddedilmektedir..
(3) Bir örnek olarak: http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/07/hz-peygamberin-sav-gelecekten-haber.html
(4) Yahudileşme Temayülü, 64.

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/08/islamoglunun-hadisciligi.html
Devamını Oku »

M.İslamoğlu'nun Neshi Kabul Eden Alimleri Tahrifçi Olarak Göstermesi

M.İslamoğlu'nun Neshi Kabul Eden Alimleri Tahrifçi Olarak Göstermesi


(Yahudileşme Temayülü Adlı Kitaptaki Saçmalama Temayülleri-8)



İslamoğlu'nun Mezhep imamları hakkındaki Çelişkisi



İslamoğlu, “b) Nesh” ve “tahsis” adı altında yapılan tahrifat” başlığı altında Bakara suresinin 85. ayetini veriyor ve şöyle diyor: “Bu ayetin içerisinde bulunduğu ayetler gurubu İsrailoğulları’nın Yahudileşme sürecinden söz etmektedir. Bu ayetin tamamını göz önüne aldığımızda, Allah’ın hükümlerinin bazısını tutmamanın ya da geçersiz saymanın adı “Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar etmek” olarak konulmaktadır”… “Ümmeti Muhammed de “nesh” meselesinde İsrailoğulları’nın düştüğü yanlışa düştü.”[1] diyen sayın İslamoğlu, sonrasında da: “İslam şeriatında nesh vaki olmuştur. Ancak bu yukarıda verdiğimiz sahih rivayette görüldüğü gibi tamamen kaldırılma ya da unutturulma şeklinde gerçekleşmiştir. Sahabe ve tabiinden bir çokları da bu görüştedir Onların nesh ayetinde ki “ev nünsiha” ibaresini nasıl tefsir ettiklerini yukarıda dipnotta verdik. Kur´an´ın iki kapağı arasında yazılı olup da hükmü geçersiz olan hiçbir ayet yoktur. Şeriatların maksatlarından biri olan “tedricilik” sünnetini göz önüne almayan bir kısım ulema, bazı ayetler arasında çelişki olduğunu zannedip bir kısmını bir kısmıyla mensuh addetmişlerdir.”[2] demektedir.

[1] Yahudileşme Temayülü,164-195.

[2] Yahudileşme Temayülü, 164, 166 - 196, 198 .(1)


Tenkit:


1...İslamoğlu’nun ifrat görüş olarak nitelediği neshi, ümmetin büyük çoğunluğunu oluşturan Ehli Sünnet ittifakla kabul etmiştir. Kendisinin benimsediği görüşü ise Mutezile’den Ebu Müslim el-İsfahanî, (ö.322h.) kendisinden nakledilen bir görüşe göre, benimsemiştir.[1] İslamoğlu burada da meseleyi enine boyuna araştırmadan neshi kabul eden herkesetahrifçi yaftasını yapıştırmıştır. Şayet neshin ne manada kullanıldığına bakmaksızın neshi kabul etmek, İsrailoğulları’nın düştüğü tahrif yanlışına düşmekse, yazarımızın kendisi de aynı tahrif yanlışlığına düşmüştür. Çünkü şartlı da olsa kendisi de neshi kabul etmektedir. Şimdi İslamoğlu’nun, esasta “nesy” denen unutturmaya nesh adı vererek benimsediği neshe dönelim. O şöyle diyordu: “İslam şeriatında nesh vaki olmuştur. Ancak bu yukarıda verdiğimiz sahih rivayette görüldüğü gibi tamamen kaldırılma ya da unutturulma şeklinde gerçekleşmiştir. Sahabe ve tabiinden bir çokları da bu görüştedir. Onların nesh ayetinde ki “ev nünsiha” ibaresini nasıl tefsir ettiklerini yukarıda dipnotta verdik.”[2]

Oysa Taberi’den verdiği bu dipnotta (Bk: Taberî Camiu’l-Beyan, c.1, s. 475- 477) isimleri zikredilenlerin -sahabe ve tabiin de dahil olmak üzere- hepsi de neshi kabul etmektedirler. Ne ki sayın İslamoğlu kaynak verdiği kitaba ve ele aldığı ayete de yanlı baktığı için ne ayetin dediğini ne de kaynağın dediğini objektif olarak görebilmektedir. Çünkü Bakara 85’nci ayette iki ifade yer almaktadır; birisi unutma anlamına gelen “nesy” diğeri ise ortadan kaldırma anlamına gelen “nesh”. Haliyle büyük müfessir Taberî’de tefsirinde önce neshi sonrasında da nesy’i vermek suretiyle her ikisi hakkında sahabe ve tabinin görüşlerini açıklamıştır. İslamoğlu ise sadece -hadislere yaklaşımındaki gibi- benimsediği konuya uyan noktayı öne çıkararak diğerini görmezden gelmiştir. Burada yazarın objektif olmadığını göstermekle yetiniyorum. İtirazlarına cevap ise daha geniş bir çalışma konusudur. Ayrıca yazarın kadı Ebu Bekir İbn Arabi’yi de yanlış anladığını belirtelim. Çünkü nesh konusunda İbn Arabi’nin İslamoğlu’nun bahsettiği gibi abartılı görüşleri yoktur. Yazar kitapta çeşitli görüşleri serd eden İbn Arabi’nin ifadelerini anlamadığından olsa gerek bu görüşlerin ona ait olduğunu sanmıştır.[3]

--

[1] Vehbe Zuhaylî, “Usulü’l-Fıkh”, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1406, c.2, s. 947; Gazalî, “el-Mustasfa” Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1403, c. 1, s. 111.

[2] Gazetenin dağıttığı nüshada “ev nünsiha” diye geçer. Son baskı bu olduğundan bunu esas aldık. Benim elimdeki Ocak 1995 yılına ait olan nüshada burası “ما ننسخ” diye geçmektedir.

[3] Geniş bilgi için İslamoğlu'nun “Ahkamul Kur’an”dan kaynak gösterdiği yerlere ve yine İbn Arabi’nin “en-Nasih ve’l-Mensuh” Kahire: Mektebetü´s-Sekafeti´d-Diniyye, 1992, c. 2, s. 206’ ya bakılabilir. (1)



2...Hanefi fıkhında nesh:

Nesh, Hanefi mezhebinde geniş ve önemli bir yer tutar. Nitekim Ebu Hanife'nin Kitab ve Sünnette neshin mevcudiyetini kabul ettği ve bilhassa nasih ve mensuhu ayırmada çok titiz davrandığı belirtilir.[1] Ebu Hanife, Kur'an’daki neshle ilgili olarak şöyle der: "Biz biliyoruz ki, Hz. Peygamber iki çeşit tefsir etmezdi. Onun nasih olanını bütün insanlara na­sih olarak açıkladı, mensuh olanını da insanlara mensuh olarak açıkladı".[2]

Hadislerdeki neshle ilgili olarak da o, şunları söylemektedir: "Bu riva­yetler böylece ihtilaflı olarak geldi. Çünkü bunların içinde nâsih de var, mensuh da. "Biz nasıl duymuşsak öyle rivayet ederiz diyorlar". Yazık onla­ra, akıbetlerinin ne olacağına ne kadar az önem veriyorlar. Oturup, insanlara bazılarının mensuh olduğunu bildikleri hadisleri rivayet ediyorlar. Halbuki bugün, mensuhla amel etmek dalalettir, insanlar da onların rivayet ettiği ha­disi alıp sapıtacaklar".[3] Hanefilere göre neshin geçerli olup olmadığı yerler şunlardır:

1- Allah'ın isim ve sıfatlarında nesh olmaz.[4]

2- Kendisinde, "hâlidîne fîhâ ebedâ" gibi ebedîlik bildiren ve "ilâ yev-mi'l-Kıyâme" gibi hükmün kıyamete kadar yürürlükte olduğunu ifade eden lafızların bulunduğu meselelerde nesh cari olmaz.[5]

3- Hz. Peygamber'in koyduğu ve hayatında neshetmediği hükümler on­dan sonra nesh olunamaz. [6]

4- Nesh emir ve nehiylerde olur [7] ve bu da ancak Kitab ve Sünnete münhasırdır. [8]

Nesh dört şekilde vaki olur:

  1. Kitabın Kitapla neshi

  2. Sünnetin Sünnetle neshi

  3. Kitabın Sünnetle neshi

  4. Sünnetin Kitapla neshi.[9]

Serahsi’nin belirttiğine göre, ilk iki kısımdaki neshin cevazı konusunda ulema arasında ihtilaf yoktur. İmam Şafii son iki kısmı kabul etmez. [10]

----

[1] Saymerî, Ahbâr, 25.

[2] Ebu Hanife, el-Alim ve'1-Müteallim, 13.

[3] Age.. 13.

[4] Age., 13;Pezdevî,Usul, III, 163.

[5] Serahsî, Usul, II, 60; Pezdevî, Usul, III, 164.

[6] Aynı yerler.

[7] Ebu Hanife, el-Alim vel-Mûteallim, 13.

[8] Molla Hüsrev, Mir'at, 201.

[9] Serahsî, Usul, II, 67.

[10] Serahsî, Usul, II, 67.

(Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları)



Eleştiri:

Bu yaklaşıma göre İslamoğlu nazarında dört mezhep imamı dahil ehl-i sünnet islam alimleri tahrifçidir..Garip olanı ise İslamoğlu'nun kendisinin de bu tahrifçi dediği alimlerden biri olan İmam-ı Azam'ı takliden namaz kıldığını beyan etmesidir..Eğer bu alimler tahrifçiyse ve taklit İslamoğlu'na göre yerilmiş bir husus ise iki kat çirkinliğin birbirine eklendiği bu hususta İslamoğlu neden tahrifçi bir fakihi taklit etmekte; bunun yerine kendi fıkhını üretip, kendi namaz anlayışının içtihatlarını ortaya koymamaktadır? Veya, yazıdan bu sonuçların çıkmasına rızası yoksa, İslamoğlu bu gibi genelleyici cümlelerinin hedefinin nereye vardığını bilmiyor mu? Eğer biliyorsa bir yerde tahrifçi dediği bu alimleri başka yerde neden temize çıkarıyor?

İslamoğlu'nun şu sözleriyle neshçi-tahrifçi ulemaya savurduğu eleştiriler çelişmektedir: Mezhepleri tahfif, tahkir ve tezyif etmem. Etmeyi de uygun bulmam. Çünkü mezhepler ve onların imamları bu ümmetin yıldızlarıdır. O mezhepler o mektepler olmasaydı milyonlarca Mü’min nasıl ibadet edeceğini bilmez nasıl davranacağını bilmezdi. Fıkıh hukuktur. Fıkıhsızlık hukuksuzluktur. İmam Şafi’ye, İmam Ahmet Bin Hambel’e, İmam-ı Azam Ebu Hanefi’ye, İmam Malik’e, İmam Cafer’e, İmam Zeyd’e, İmam İbni Hazm’a ve daha burada isimlerini sayamadığım imamlar haklarını helal etsinler. Diğer imamlara nasıl küçümseyici bakarım? Ben bu kadar edepsiz miyim? Hiç benim ağzımdan bunlar için tahkir cümlesi duyduğunuz oldu mu? Aranızda 10 senedir 15 senedir derslerimi devam eden onlarca kardeşimi görüyorum. Bir tek kelime sarf ettim mi? Böyle bir edepsizlikcaiz midir? Doğru olur mu? Biz kıymet bilmezsek bizimde kıymetimizi bilmezler. Kaldı ki bu imamlar bizim semasızın yıldızlarıdır ve bu imamların mektepleri yani mezhepler bu ümmetin gerçekten yollarıdır. (2)

İslamoğlu, büyük fakihlere doğrudan isim vermek suretiyle eleştirip -kendi ifadesiyle- edepsizlik etmiş değildir..Ancak Yahudileşme Temayülü adlı kitabında nesh konusunda ve neshçi ulema dediği ehl-i sünnet alimleri hakkında söylediği genelleyici sözlerin en baş muhatapları bu ümmetin önderleri olan ve ümmetin her konuda fikir danıştığı ve çizgilerini izlediği ulema da yine bunlardır..Eğer İslamoğlu dolaylı olarak yapılan tüm eleştiri ve çirkin sözlerin adresi de bu alimler olduğunun farkında değilse burada daha büyük bir sorunla karşı karşıyayız demektir..Çünkü bu durumda yazar övdüğü şahsiyetlerin fikirlerinden bihaber veya bildiği halde bilmemezliğe veriyor ve asıl niyetini gizliyor veya nabza göre şerbet veriyor demektir..Bu sayılanlardan başka ihtimal varsa onu da kendisi söylesin..

*

(1) http://www.haznevi.net/

(2) http://www.umutfmforum.com/

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/03/islamoglunun-neshi-kabul-eden-alimleri.html
Devamını Oku »

M.İslamoğlu ve Mehdinin Zuhuru

M.İslamoğlu ve Mehdinin Zuhuru
Mehdinin Zuhuru
İslamoğlu , Mehdi ile ilgili hadisleri İsrailiyat kabul eder...Mehdi inancını reddederken şunları söyler: "Hiç tereddüdüm yok, bunun bizimle alakası yok; Efendimizle alakası yok.."(1)

İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü;

..Ancak şu bir gerçektir ki, israiliyyatın ister kadim ister çağdaş olsun tüm çeşitlerinde Yahudilerin parmağı hep olagelmiştir. İslami kaynaklara girmiş kadim israilî rivayetlerin başında deccal ve mehdi haberleri gelirdi. Çağımız Yahudileri, tekellerinde tuttukları basın-yayın ve iletişim araçlan vasıtasıyla süper güç adı altında insanların zihninde "heyula" haline getirilen yeni "deccal" ve "mehdi"ler imal etmektedir. İnsanlığın bilinçaltına yerleştirilen bu güçler kimi için "korku", kimi için "umut" haline getirilmektedir.(2)


Mehdinin zuhuru/ Prof.Yavuz Köktaş

...Burada kanaatimizi özetlemek istiyoruz.

1. Mehdi hadisleri otuza yakın sahabiden nakledilmiştir. İçlerinde hasen- sahih, zayıf ve mevzu hadis vardır. Hadislerin çoğu tenkide uğramıştır. Ama tenkitten salim hadisler de bulunmaktadır.

2. Mehdi hadisleri klasik tabirle manevi mütevatir derecesine ulaşmıştır. Ama dikkat edilecek husus manevi tevatüre ulaşan bölümün mehdinin zuhuru ve adaleti tesis edecek olmasıdır. Soyu, ismi, kimler içinden çıkacağı, nereden bıkacağı, kaç yıl kalacağı gibi vasıflara ve zikredilen olağanüstü özelliklere dair hadisler hem zafiyet açısından hem de haber-i vahid olmaları cihetiyle ihticaca uygun değildir.

3. Mehdi hadislerinin klasik anlamıyla manevi mütevatir olması, inkar edeni küfre sokmaz. Zira mehdi hadisleri tartışmalı olup kişi bunu bir gerekçeyle reddet­mektedir. Ayrıca mütevatir haberi reddetmek küfrü gerektirse bile hadisler söz konusu olduğunda hangi haberin mütevatir olduğunu belirlemek o kadar da kolay değildir.

4. Mehdi hadislerini olağanüstü kişi değil de zamanının doğal lideri; hayrın ve adaletin sembolü; bir kişi değil belki bir cemaat olarak yorumlayan görüşler bulunmaktadır. Bu yorumlar ilkesel olarak doğrudur. Zira biz de mehdinin "olağanüstü özellikleri olan bir kişi” olduğunu kabul etmiyoruz. Bununla birlikte Mehdi lider de, kişi de, cemaat de olabilir. Çünkü Allah Resulu bu hadislerde Mehdi beklemeye değil, mehdi olmaya teşvik etmiştir. Bu mehdi de bir kişi de­nil kişiler veya topluluklar olabilmektedir. Ancak böyle bir mehdi hareketinin ayırıcı vasfı bir iman ve hidayet hareketi olmakla birlikte esasen onu da içine alan siyasetle ilgili olmasıdır. Bunu da hadislerde geçen “adaleti tesis” vasfından çıkarmaktayız. Bu siyaset aktif ve günübirlik bir siyaset değil, belki onu da ihtiva eden İslam’ın küresel siyasetidir.

5. Bizi mehdi kelimesini böyle düşünmeye sevk eden şey mehdinin olağanüstü vasıflarıyla ilgili hususların akılla bağdaşmaz olmasının yanı sıra başka halislerde mehdi kelimesinin bu çerçevede kullanılmasıdır. Mesela hadislerde Raşid halifeler, Hz. İsa mehdi olarak vasıflanmaktadır. Yine Hz. Peygamber iki Sahabiye “Allahım, onları hudaten mehdiyyen kıl!” şeklinde dua buyurmuştur. Bunlar mehdinin hadislerde geçtiği şekliyle anlaşılmasını zorunlu kılmaktadır.

6. Böyle bir yorumun istismara kapı aralayabileceğinin farkındayım. Zira herkes ben mehdiyim demeye başlar belki. Oysa yaptığımız yoruma göre kişilerin ben mehdiyim demesinin bir anlamı kalmamaktadır. Zira mehdi tek bir kişi olmayıp kişileri arkasından sürükleyecek sihirli bir varlık değildir. Ayrıca insanları hidayet ve adalete davet edenlerin ben mehdiyim demesi en hafif tabirle kibirdir. Veli olanın ben veliyim, muttaki olanın ben muttakiyim vs. demesi mümkün mü? Son olarak mehdi özelliğinde insanları hidayet ve adalete davet edenlerin kıl kadar İslam’dan ayrılmaması gerekir. Milletin gözü önünde gayr-i meşru işler yapanların ben mehdiyim demesi düşünülebilir mi? Ya da neye yarar ki?

7. Mehdiyi tamamen inkar edenlerin iki gerekçesine de burada değinmek gerekir. Birincisi mehdi anlayışı şiadan sünni düşünceye geçmiştir. Buna şu şekilde cevap verilebilir:

a. Şianın mehdisi 12 imamın sonuncusudur. Ehl-i sünnette böyle bir anlayış yoktur.

b. Şianın mehdisi Muhammed b. Hasan el-Askerî’dir. Hadislerde geçtin şekliyle kabul edersek ehl-i sünnetinki Muhammed b. Abdullah’tır.

c. Şianın mehdisi gaybettedir. Kıyamete yakın ortaya çıkacaktır.

d. Hasan el-Askerî (ö. 260) daha doğmadan önce kaleme alınmış, Abdürrezzak ve İbn Hanbel’in Müsned’inde konuyla ilgili rivayetler yer almıştır.

e. Raviler içinde Şiiler vardır. Doğrudur, ancak şii olmayan ravileri de vardır.

İkincisi İslam düşüncesinde “kurtarıcı” anlayışının olmamasıdır. Burada “kurtarıcı” kelimesine yüklediğimiz anlam önem arz etmektedir. Olağanüstü özellikleri olan bir kişi anlamında kurtarıcı anlayışı yoktur..Ama unutulmamalıdır ki, Peygamber kurtarıcıdır. İnsanları küfürden hidayete, karanlıklardan aydınlığa çıkarır..Adaleti tesis eder. Peygamberden sonra onun bu görevini ümmeti üstlenir..Bu açıdan ümmet içinde kurtarıcıların olması yadırganacak bir şey değildir..(3)

Taftazani: Büyük Alim Taftazani’nin (Mesud b. Ömer) Şehru’l- Makasıd adlı meşhur eserinde; Mehdi ile ilgili konunun başında şöyle der: “Dünyayı adalet ve iyilikle dolduracak bir imamın (liderin, büyüğün, mehdinin) çıkması konusunda ahadis-i sahiha (sahih Hadisler) varid olmuşlar.” (4)

Mehdi ile ilgili Hadisler Manevi Mütevatirdir :

Şevkâni diyor ki: “Mehdî’nin gelmesinin mütevâtir olduğunu elli tane hadisle açıklamak yeterlidir. Bunlar sahih, hasen ve zayıf hadistir. Şüphesiz bunlar mütevâtir olmuştur. Bu hadislerin mütevâtir olduğunu bütün usul kaideleri kabul etmektedir. Mehdî’nin gelmesiyle ilgili sahabeden gelen sözler ile bu konuda ictihad etmeye imkan yoksa da onlar en azından merfu hükmündedir.”[“et-Tevzîh”, “el-İzâa”(s:113,114)]

Kettânî diyor ki: “Sonuç olarak, beklenen Mehdi hakkındaki hadisler mütevâtir olmuştur. Yine Deccal ve İsa(as)’ın inmesiyle ilgili hadislerde mütevâtir olmuştur.”[ “Nizamu’l-Mütenasir mine’l-Hadisi’l-Mütevâtir.”(s:147)] (5)

Reşid Rıza ve İsrailiyat İddiası : Reşid Rıza bir çok israiliyatın hadis kitaplarına girdiğini söylüyor: “Alevi, Abbasi ve İran taraftarlarının Mehdi hakkında bir çok hadis uydurmada önemli rolleri olmuştur. Her grup Mehdî’nin kendilerinden olduğunu iddia ederler. Zaten Yahudi ve Mecusiler Müslümanları etkisiz hale getirmek için bu hadisleri ortada dolaştırıyorlar ki, Allah’ın O’nunla bu dini destekleyecek ve her tarafta adaleti yayılacak olan Mehdî’nin çıkması oyalamasıyla bayram ediyorlar.”[42]

Reşid Rıza’ya şöyle cevap verilir: Bir kere Mehdî’nin gelmesiyle ilgili rivayetler daha önce de geçtiği gibi sahihtir ve manevi mütevâtir olmuştur. Alimlerden bir grup bunu belirtmiştir.
Buharî ve Müslim’in Mehdi hadislerini rivayet etmemelerine gelince, bütün sahih hadisler bu iki kitapta toplanmamıştır. Bilakis sünen, müsned ve mu’cemlerde ve diğer hadis kitaplarında da bir çok sahih hadis vardır.

İbn Kesir şöyle diyor: “Buharî ve Müslim kitaplarında sahih olarak verilen bütün hadisleri toplamamışlardır. Bununla birlikte onların sahih deyip de bu kitaplarına almadıkları hadisler vardır. Nitekim Tirmizi ve diğerleri, Buhari’nin sahih deyip de kitabına almadığı ama diğer sünenlerde bulunan hadisler olduğunu söylemişlerdir.”[“el-Baisu’l-Hasis Şerhu İhtisari Ulumi’l-Hadis”(s:25)]
Hadiste israiliyat meselesine gelince, doğru bunların bir kısmı Şia’dan bir kısmı da taassupçulardan gelmiştir. Fakat hadis alimleri bunları belirtmiş ve bunlarla ilgili özel olarak uydurma ve zayıf hadisleri içeren kitapları yazmışlardır. Ayrıca hadis ravileri için özel ince kaideler koymuşlardır. Öyle ki hadis uydurucusu bidat sahipleri ortaya çıkmıştır. Böylelikle Allah u Teala, Resulullah(sav)’ın temiz sünnetini kirli ellerden ve hain kişilerden korumuş ve dini muhafaza buyurmuştur.

Eğer taassuptan dolayı bir takım rivayetler varsa bunlar, diğer sahih olan rivayetleri terk etmemizi gerektirmez. Sahih olan rivayetlerde Mehdî’nin ismi ve sıfatı geçmektedir. Eğer insan, sahih hadislerde özellikleri kayıtlı olan bir şahsı Mehdi olarak belirler ve onun Mehdi olduğuna inanırsa artık onun Mehdi olduğunu inkar edemez.

Sonra gerçek Mehdi kimseyi kendisine uyması için davet etmez. Allah istediği zaman onu insanlara gösterir ve insanlar onu kendine has özelliklerinden tanırlar. Ama hadislerde çelişkiler olduğu görüşü sahih olmayan rivayetlerden çıkmaktadır. Sahih hadislerde böyle bir şey yoktur.

(1) http://www.youtube.com/watch?v=zU5H_uiUohU
(videonun 1.20. dakikası)
(2) İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü; s.158
(3) Prof. Yavuz Köktaş, Tüm Yönleriyle Akaid Hadisleri, s.419-420.
(4) http://www.sorularlaislamiyet.com/article/166/mehdi-kimdir-kavram-olarak-mehdi-ne-demektir.html
ayrıca bkz: http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/13193/hz-mehdi-ile-ilgili-hadisler.html
(5) http://www.islam-tr.com/forum/konu/mehd%C3%AE-hakkinda.3958/



http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/08/mehdinin-zuhuru.html
Devamını Oku »

Belam'ın kimliği ve kelin ilacı

Belam'ın kimliği ve kelin ilacı


Bu yazıda kendini çok titiz bir yazar olarak göstermeye çalışan (1) İslamoğlu'nun 3 satırlık alıntısında 6 tane hata yaptığını göreceğiz.. Alıntı yaptığımız kitap (Yahudileşme Temayülü) 1995 yılında yazılmış ve defalarca baskısı yapılmış olduğunu hatırda tutarsak bu hataların halen böyle iddialı bir kitapta düzeltilmemiş olmasının mazur görülecek tarafı olmadığı hükmünü verebiliriz..Kitapta Ehl-i sünnet de dahil ümmet-i Muhammedi Yahudileşme Temayüllü gösteren ve 4 mezhep imamımız başta Selef alimlerine zımni/dolaylı olarak aynı kulpu takmış olan bir kişinin önce kendi hata yapma temayüllerine çare üretmesi gerekirdi..Malum, kelin ilacı meselesi..
*
İslamoğlu: ...Ayette geçen şahsın gerçek kimliği hakkında farklı rivayetler var. Belam b. Baura (Eber), Ümeyyeb. Eb's-Salt es-Sekafi, Ebu Amir b. Sayfi bu isimlerin başında geliyor. Bizce, Bel'am, ayette anlatılan kıssanın gerçek sahibi ve "mâzi"deki sebeb-i nüzulü, Ümeyye b. Ebi's-Salt, "hâl"deki sebeb-i nüzulü, Ebu Amir ise "istikbal"deki sebeb-i nüzulüdür. Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel'am olduğunda müttefiktirler.(1) Mücahid, Abdullah b. Amr, Kelbi, Ümeyye b. Ebi's-Salt'tır diyorlar.(2) Said b. Müseyyeb ise Ebu Amir'de karar kılıyor.(3)

(1). Taberi, Camiu'l-Beyan, 6/118-119. Kurtubi, 7/319-320.
(2). Taberi, 6/119-121.
(3). Kurtubi, Camiu'l-Ahkam, 7/320. (2)


*****
Taberi'nin tefsirinden (Camiu'l-Beyan) alıntı yapılan yapılan kısmın tamamı:

Araf 175-176: Ey Muhammed, onlara şu adamın halini anlat: "Biz ona ayetlerimizi vermiştik. O, onlardan sıyrılıp çıktı. Şeytan onu peşine taktı. Nihayet azgınlardan oldu.

"Eğer dileseydik onu ayetlerimizle yüceltirdik. Fakat o, ebedî kala­cakmış gibi dünyaya sarıldı. Ve arzularına uydu. Onun hali şu köpeğin du­rumuna benzer ki, üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. Ayetlerimizi yalanlayan kavmin sıfatı işte budur. Ey Muhammed, bu kıssayı anlat. Gerekir ki düşünürler.

Ey Muhammed, sen, ümmetine, kendisine deliller verdiğimiz o kişinin hikâyesini anlat. O kişi, kendisine verdiğimiz ayetlerden uzaklaştı. Şeytan onu aldattı. Allah'ın emrine karşı geldiği için helak oldu. Eğer biz dileseydik, ona verdiğimiz alâmetler vasıtasıyla onun şanını yüceltirdik. Fakat o, dünyanın lez­zetlerini ve şehvani arzularını ahirete tercih etti. Kendi nefsine uydu. Ve rabbine itaati terk etti. Bu gibi insanlar âdeta köpeğe benzerler. Onu kovsan da dilini sar­kıtıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. Çünkü onun huyu böyledir.

Aslında sık, sık, soluma, bir gayretli çalışmanın veya bir sıkıntının so­nucudur. Fakat köpekte durum böyle değildir. Sıkıntı sebebiyle de böyle solur.

Normal zamanlarda da böyle solur. Yani bu tür insanlar, yöneticilere yaranmaya çalışırken, bunu bir ihtiyaç sebebiyle değil huyları böyle olduğu için yaparlar. Şüphesiz ki ilim sahibi bir kişinin, ilmini kullanarak dünya malını veya mevkii­ni elde etmeye çalışması, aynen dilini sarkıtarak soluyan köpeğe benzer. Müfessirler, bu ayette, Resulullah'a kıssası anlatılan kişinin kim olduğu hususunda çe­şitli görüşler zikredilmiştir.

a- Abdullah b. Mes'ud'a göre bu kişi, İsrailoğullarından Bel'am b. Ebur isimli bir kimsedir.

b- Abdullah b. Abbas, Mücahid ve İkrime'ye göre bu kişi, İsrailoğulların­dan, Bel'am b. Bâûra isimli bir kişidir.

c- Ali b. Ebi Talha'nın Abdullah b. Abbas'tan rivayetine göre bu kişi, "Zorbalar" diye vasıflandırılan Ken'anîler'den Bel'am isimli biridir.

d- Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre bu kişi Yemen halkından, Bel'am isimli biridir.

e- Abdullah b. Amr ve Kelbi'ye göre ise bu kişi Ümeyye b. Ebi es-Salt isimli kişidir.

Bel'am'ın kıssası, Seyyar tarafından şöyle anlatılmıştır: Bel'am, kendisine peygamberlik verilmiş olan ve duası kabul edilen bir kişiydi. Hz. Musa İsrailoğullarıyla birlikte Belam'ın yaşadığı topraklara veya Şam'a gitmek isteyince in­sanlar, Hz. Musa'nın gelmesinden dolayı büyük bir korkuya kapılmışlar ve Bel'ama giderek: "Sen bu kişinin ve ordusunun aleyhinde Allah'a dua et." de­mişler Bel'am da: "Ben, rabbimle istişare edeyim ondan sonra." demiştir. Bel'am İsrailoğulları aleyhine dua etmesi hususunda istişare edince ona "Onla­rın aleyhine dua etme. Onlar benim kullarımdır. İçlerinde de kendilerinden pey­gamberleri bulunmaktadır." denilmiştir. Bel'am da kavmine İsrailoğullarına beddua etmesinin kendisine yasaklandığını bildirmiştir. Bel'amın adamları Bel'ama bir hediye vermişler o da kabul etmiştir. Sonra tekrar Bel'ama gelip İsrailoğulları aleyhine dua etmesini istemişler yine Bel'am: "Ben, rabbimle istişa­re edeyim ve ona göre davranayım." demiştir.

Tekrar istişare etmiş bu defa ken­disine herhangi bir şey emredilmemiştir. Bunun üzerine Bel'am: "Ben istişare ettim ama bana bir şey emredilmedi." demiştir. Bu defa kavmi: "Şayet rabbin, onların aleyhine dua etmeni istememiş olsaydı ilk istişarende yasakladığı gibi bu istişarende de yasaklardı." demişlerdir. Bunun üzerine Bel'am İsrailoğullarının aleyhine dua etmeye başlamış fakat onların aleyhine her dua ettikçe dili ter­sini söyleyerek kendi kavmi aleyhine dua etmiş, kavminin muzaffer olması için dua ettiğinde de, Musa (a.s.) ve ordusunun galip gelmesi için dua etmiştir. Bu­nun üzerine Belam'ın adamları: "Görüyoruz ki sen bizim aleyhimize dua ediyor­sun" demişler. Bel'am da: "Dilim buna dönüyor. Musa'nın aleyhine dua etsem de duam kabul edilmiyor. Fakat ben size, onların helak olacakları ümidini veren bir hususu öğreteyim. O da şudur, Allah, zinaya buğuz eder. Eğer onlar zinaya düşecek olurlarsa umarım ki Allah onları helak eder. Kadınlarınızı gönderin on­ları karşılasınlar. Onlar, sefer halindeki insanlardır.

Umulur ki zinaya düşer he­lak olurlar." dedi. Bel'am'ın adamları, onun söylediklerini yaptılar. Kadınları gönderip onlan karşıladılar. İsrailoğulları zinaya düştüler. Bunun üzerine Allah onlara taun hastalığını musallat etti. Onlardan yetmiş bin kişi öldü. Bel'am, eşe­ğine binerek onlara doğru gitmek istedi. Eşek gitmiyordu. Bel'am onu ağır şe­kilde dövünce eşek: "Önümde olanı görmüyor musun? Niçin beni dövüyorsun?" dedi. Eşeğin önünde şeytan bulunuyordu. Bel'am eşeğinden inip ona sec­de etti. Bu sebeple Allah Teâlâ onun hakkında "Şeytan onu peşine taktı." bu­yurdu.
Salim b. Ebinnadr ise, Bel'amın kıssası hakkında şunları anlatmıştır. "Musa, Şam'mdaki Ken'an oğulları topraklarına ulaşınca Belam'ın kavmi ona gitmiş demişlerdir ki: "Ey Bel'am, İmran oğlu Musa, İsrailoğullarıyla birlikte buraya geldi. Bizi, memleketimizden çıkarıp öldürecek, buraya İsrailoğullarını yerleştirecek. Biz senin kavminiz. Bizim gideceğimiz başka yerimiz yok. Sen, duası makbul bir zatsın. Git de onların aleyhine dua et." Bel'am da dedi ki: "Vay halinize o, Allah'ın peygamberidir. Onunla birlikte melekler ve müminler bu­lunmaktadır. Ben onlara nasıl beddua edebilirim. Ben Allah'ın ne yapacağını bi­liyorum." Bel'amın kavmi: "Bizim gideceğimiz hiçbir yerimiz yok" dediler. Bel'am'ı övmeye ve ona yalvarmaya devam ettiler.

Nihayet onu baştan çıkardı­lar. Bel'am İsrailoğullarının ordusunu takip etmek üzere eşeğine binip Cebel-i Hassan'a doğru gitti fazla ilerlemeden eşeği çöktü. Bel'am inip onu dövdü. Eşek kalkıp yürüdü. Sonra yine çöktü. Bel'am onu yine dövdü. Eşek tekrar kalkıp yü­rüdü. Bel'am onu yine dövünce eşek konuştu ve "Vay haline Bel'am nereye gi­diyorsun, meleklerin beni geri çevirdiklerini görmüyor musun? Sen, Allah'ın peygamberinin ve müminlerin aleyhine dua etmeye mi gidiyorsun?" dedi. Bel'am yolundan dönmedi ve eşeği yine dövdü. Bunun üzerine Allah onun yolu­nu serbest bıraktı. Bel'am yürüyüp Cebel-i Hassan'ın üzerine çıktı. Orada Musa ve İsrailoğullarının askerleri aleyhine dua etmeye başladı. Fakat yaptığı her dua­da dili tersine dönüyor, İsrailoğulları aleyhine dua edecekken kendi kavminin aleyhine dua ediyor, kendi kavminin lehine dua etmek isterken de İsrailoğulları­nın lehine dua ediyordu. Kavmi ona: "Ey Bel'am ne yaptığının farkında mısın? Onların lehine, bizim aleyhimize dua ediyorsun." dediler. Bel'am "Bu, benim elimde olmayan ve gücümün yetmediği bir şeydir..." dedi.

Dili uzayıp göğsünün üzerine kadar sarktı. Bel'am dedi ki: "Şu anda ben dünyamı da kaybettim, ahiretimi de. Benim aldatmada bulunmak ve tuzak kurmaktan başa çarem kalmadı. Size şu hileyi öğreteceğim. Kadınları süsleyin. Onlara bir kısım eşyaları verip, satmaları için İsrailoğullarının askerleri içine gönderin. Herhangi bir askerin onlardan biriyle zina etmek istemesi halinde karşı koymamalarını tembih edin. O askerlerden bir tanesinin bile bu kadınlardan birisiyle zina etmesi sizin yeterli­dir. Onlardan kurtulmuş olursunuz."

Belam'in kavmi bu tavsiyeyi tuttu. Kadınlar ordunun içine içine girince, torunlardan (on iki fırkadan) birinin lideri, Hz. Musa'nın karşı çakmasına rağmen, kadınlardan biriyle zina etti. Bunun üzerine Allah, İsrailoğullarına taun hastalığını musallat etti. Hz. Harun'un torunu Fenhas b. İzar ise Hz. Musa'nın komutanı idi. Zina eden erkekle kadının çadırına girdi. Onların ikisini de mızra­ğına geçirerek yukarı doğru kaldırdı ve "Ey Allah'ım, sana isyan edenleri böyle yaparız." dedi. Bunun üzerine Allah, İsrailoğullarından taun hastalığını kaldırdı. Fakat taun hastalığından bir gün içinde onlardan yetmiş bin kişi ölmüştü. İşte bu Bel'am b. Bâûra hakkında, Allah Teâlâ, Muhammed (s.a.v.)'e buyurdu ki: "Ey Muhammed, onlara şu adamın halini anlat. Biz ona, ayetlerimizi vermiştik. O, onlardan sıyrılıp çıktı. Şeytan onu peşine taktı. Nihayet azgınlardan oldu.

Ayet-i Kerimede, kıssası zikredilen kişiye ayetlerin verildiği zikredilmek­tedir. Bu ayetlerden neyin kastedildiği hususunda müfessirler farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Süddi ve Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüş göre bu ayetlerden maksat, Allah'ın ism-i A'zamıdır. Süddi diyor ki: "İsrailoğulları kırk yıl TİH çölünde ölünüp dolaştıktan sonra Allah onlara Peygamber olarak Yûşâ b. Nun'u gönderdi. O, İsrailoğullarına, kendilerine peygamber gönderildiğini bildirdi. Al­lah'ın, kendisine zorbalara karşı savaşmasını emrettiğini haber verdi. İsrailoğul­lan onu tasdik ettiler ve ona biat ettiler. Ancak, içlerinden, Allah'ın gizli tuttuğu ism-i Âzam'ını bilen "Bel'am" isimli biri inkâra düştü. İsrail oğullarından ayrılıp zorbaların tarafına geçti ve onlara "Siz, İsrailoğullarından korkmayın. Zira siz onlara karşı savaşmaya çıktığınızda ben onların aleyhine dua ederim, onlar size bir şey yapamazlar" dedi. İşte Allah Teâlâ, ayette buna işaret etmiştir.

b- İkrime'nin Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre, kıs­sası anlatılan bu kişi Bel'am b: Bâûra, kendisine verilen ayetler ise Semavi kitaplarından bir kitaptı.

c- Mücahid ve Seyyar'a göre ise bu kişi İsrailoğullarından "Bel'am" isimli biriydi. Ona verilen âyetler'den maksat ise Peygamberlikti.

Taberi diyor ki: "Burada zikredilen ayetlerin neler oldukları beyan edil­memiştir. Bunların, "Deliller" şeklinde izah edilmeleri isabetlidir."

Ayet-i kerime'de, kıssası anlatılan kişi, devamlı olarak dilini sarkıtıp so­luyan köpeğe benzetilmiştir. Mücahid, İbn-i Cüreyc, Abdullah b. Abbas, Katade ve Hasan-ı Basri'ye göre Allah Teâlâ bu ayet-i kerime'de, kendisine Allah'ın ayetleri verildiği halde onlarla amel etmeyen ve onlardan öğüt ve ibret almayan-kimse, dilini dışarı çıkararak, her durumda soluyan köpeğe benzetilmiştir. Solu­makta olan bir köpek nasıl ki üzerine gidilse de serbest bırakılsa da solur. Kıssa­sı zikredilen bu kimse de Allah'ın ayetleriyle uyarılsa da uyarılmasa da heva ve hevesine uymaya devam eder ve hiçbir zaman ondan vaz geçmez. Bu itibarla her durumda soluyan bir köpeğe benzetilmiştir.

Süddi'ye göre ise ayette işaret edilen Bel'am isimli kişi, fiilen köpek gibi dilini sarkıtıp solurmuş. Ayet-i kerime'de Bel'am'ın köpeğe benzetilmesi söz ko­nusu değildir. Buradaki ifade o kişinin gerçek durumunu beyan etmektedir.

Taberi, birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, Bel'am'ın uyarılıp uyarılmaması kendisini etkilemediğinden, dilini sarkıtıp devamlı olarak soluyan üze­rine gidilip gidilmemesiyle etkilenmeyen köpeğe benzetildiğini söylemenin da­ha isabetli olacağım bildirmiştir.

Ayet-i kerime'de "Ayetlerimizi yalanlayan kavmin misali işte budur. Ey Muhammed, bu kıssayı anlat. Gerekir ki düşünürler." buyrulmaktadır. Bu ifa­deden maksat şudur: "Ey Muhammed, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde onlardan sıyrılıp çıkan kimse için zikrettiğimiz bu örnek delillerimizi ve alamet­lerimizi yalanlayan kavimlerin örneğidir. Ey Muhammed, kendisine ayet verdiğimiz bu kişinin kıssasını ve bu surede geçen diğer ümmetlerin kıssalarını, neticede ne şekilde cezalandırıldıklarını insanlara anlat ki onların bu kıssalarını düşünsünler öğüt alsınlar, bana itaate yönelsinler ve onların uğradıkları akıbete düşmesinler. Etrafında bulunan Yahudiler de senin gerçek Peygamber olduğunu anlasınlar. Çünkü sen, okur yazarlığı olmayan bir kişi olduğun halde Yahudile­rin, ancak Hahamlarının bildikleri bilgileri onlara aktarıyorsun. Bu da senin an­cak gökten gelen bir vahiyle konuştuğunu gösterir. [Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/149-153]

***
Kurtubi, Camiu'l-Ahkam

Araf 175 : Sen onlara ayetlerimizi verdiğimiz halde, onlardan sıyrılıp çık­mış, derken şeytanın kendisine uydurduğu ve sonunda az­gınlardan olmuş kimsenin haberini oku!

Kitap ehli Tevrat'tan öğrendikleri bir kıssayı zikretmektedir. Burada ken­disine "ayetlerin verildiği" kişinin tayini hususunda farklı görüşler vardır.

İbn Mes'ud ile İbn Abbas, bu kişinin Musa (a.s) döneminde yaşamış ve İs­rail oğullarından Bel'âm -Naim de denilmektedir- b. Bâurâ olduğunu söyle­mişlerdir. Bu kişi baktığı vakit arşı görebilecek durumdaydı. İşte yüce Allah'ın: "Sen onlara ayetlerimizi verdiğimiz halde... kimsenin haberini oku" buy­ruğunda kastedilen odur.

Dikkat edilecek olursa "ayetimiz" denilmemiştir. Onun meclisinde söyle­diklerini yazan öğrencilere ait on iki bin mürekkep hokkası bulunurdu. Da­ha sonra bu kâinatın bir yaratıcısı olmadığına dair ilk kitap yazan kişi nok­tasına kadar geldi. Malik b. Dinar der ki: Bel'âm b. Bâurâ, imana davet et­mek üzere Medyen kralına gönderildi. Medyen kiralı da ona birçok bağış­larda bulundu, iktalar verdi, onun dinine tabi olup, Hz. Musa'nın dinini de terk etti. işte bu ayet-i kerimeler onun hakkında nazil olmuştu.

el-Mu'temir b. Süleyman ise babasından şöyle dediğini nakletmektedir: Bel'âm'a peygamberlik verilmişti. Bel'âm duası kabul edilir bir kimse idi.[1] Musa, zorbalarla dövüşmek üzere İsrailoğulları ile birlikte gelince, bu zor­balar Bel'âm b. Baura'dan Hz. Musa'ya beddua etmesini istediler. O da Hz. Musa'ya beddua etmek isteyince, dili kendi adamlarına bedduaya döner ol­du. Bu husus kendisine söylenince, bu sefer: Duyduğunuz sözlerden başka­sını söylemeye gücüm yetmiyor dedi ve dili göğsüne kadar sarktı. Bunun üze­rine: Artık dünya da ahiret de elimden gitti.

Geriye hile, aldatma ve tuzak­lardan başka elimde bir şey kalmadı. Sizin için bazı hilekârlıklar yapacağım. Benim görüşüm odur ki, kızlarınızı onlara karşı çıkartınız. Şüphesiz Allah zi­naya buğuz eder. Eğer bu işi yapacak olurlarsa onlar da helak olup giderler. Bel'âm'ın dediklerini yaptılar. İsrailoğulları zinaya başladı. Yüce Allah da üzer­lerine taunu gönderdi. Onlardan yetmiş bin kişi öldü. Bu rivayeti tamamıyla es-Sa'lebî ve başkaları zikretmiş bulunmaktadır.

Yine rivayet edildiğine göre Bel'âm b. Bâurâ Hz. Musa'nın zorbaların şeh­rine girmemesi için dua etti. Onun duası kabul olundu ve Hz. Musa Tih'de kaldı. Bunun üzerine Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, biz hangi günah sebe­biyle Tih'de kaldık? Yüce Allah, Bel'âm'ın bedduası sebebiyle deyince, Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, onun bana bedduasını kabul buyurduğun gibi be­nim de ona bedduamı kabul buyur. Sonra da Hz. Musa yüce Allah'ın ismi azam bilgisini ondan alması için dua etti. Yüce Allah da Belâm'ı içinde bu­lunduğu halden sıyırıp aldı.

Ebu Hamid el-Ğazzâlî de "Minhâcü'l-Arifin" adlı eserinin son bölümle­rinde şöyle demektedir: Ariflerden kimisini şöyle derken dinledim: Pey­gamberlerden birisi, yüce Allah'a Bel'âm'ın durumu ve kendisine verilen bun­ca ayet ve kerametten sonra neden kovulduğunu sordu. Yüce Allah şöyle bu­yurdu: Bir gün dahi bana verdiklerime karşılık şükretmedi. Eğer bütün bun­lardan sonra bir defa olsun şükretmiş olsaydı ona verdiklerimi almazdım.

İkrime de şöyle demektedir: Bel'am peygamber idi ve ona kitap verilmiş­ti. Mücahid de şöyle demiştir: Bel'am'a peygamberlik verilmişti. Kavmi ona susması mukabilinde rüşvet vermişti. O da bu dediklerini yapmış ve bulun­dukları halde onları bırakmıştı.

el-Maverdî ise şöyle demektedir: Ancak, bu doğru olamaz. Çünkü yüce Al­lah, taatini terk edip masiyetine yönelmeyeceğini bildiği kimselerden başka­sını peygamber olarak seçmez.

Abdullah b. Amr b. el-As ile Zeyd b. Eslem ise şöyle derler: Bu ayet-i ke­rime Sakifli Umeyye b. Ebi's-Salt hakkında inmiştir. O, daha önce indirilmiş kitapları okumuş, yüce Allah'ın da o dönemlerde bir peygamber gönderece­ğini öğrenmiş, gönderilecek bu peygamberin kendisi olmasını temenni etmiş­ti. Fakat yüce Allah Muhammed (sav)'ı peygamber olarak gönderince onu kıs­kanmış ve onu inkâr etmişti. İşte Resulullah (sav)'ın kendisi hakkında: "Şi­iri ile iman etmiş, fakat kalbiyle kâfir olmuştur"[2] dediği kişi odur.

Said b. el-Müseyyeb de der ki: Bu ayet-i kerime Ebu Amir b. Sayfî hak­kında nazil olmuştur. Bu kişi cahiliye döneminde rahiplerin giyindikleri kıl­dan elbiseler giyerdi. Ancak, Peygamber (sav)'in peygamberliğini inkâr etti. Şöyle ki; Medine'de Peygamber (sav)'ın huzuruna girip şöyle dedi; Ey Mu­hammed, senin bu getirdiğin şey nedir? Hz. Peygamber: "Ben, İbrahim'in di­nini, hanif dinini getirdim." O; ben de o din üzereyim deyince, Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Hayır, sen hanif dini üzere değilsin. Çünkü sen, ona o dinde olmayan şeyleri sokmuş bulunuyorsun."

Bunun üzerine Ebu Amir şöyle dedi: Bizden kim yalan söylüyorsa Allah onu kovalanmış, kovulmuş kılsın ve tek başına canını alsın. Bunun üzerine Peygamber (sav) da: "Öyle olsun. Al­lah, bizden kim yalan söylüyorsa dediğin şekilde onun canını alsın." O, bu sözleri söylerken Resulullah (sav)'ın Mekke'den çıkışına işaret etmek istiyor­du. Ebu Amir de Şam'a çıkıp gitti, Kayser'e uğrayıp, münafıklara da şunu yaz­dı: Haydi hazırlıklarınızı yapınız. Ben, Kayser'in yanından size Muhammed'i Medine'den çıkartmak üzere bir ordu ile geleceğim. Ancak, Şam'da tek başına öldü. İşte "Zarar vermek için... ve Allah'a ve Rasulüne harp açan kimseye de bekleyip gözetlemek için bir mescid edinenler..." (et-Tevbe, 9/107) âyeti onun hakkında nazil olmuştur ki, ileride et-Tevbe Sûresi'nde (be­lirtilen âyetin tefsiri 1. başlıkta) gelecektir.

İbn Abbas da bir rivayette şöyle demektedir: Bu ayet-i kerime yaptığı tak­dirde kabul olunan, üç tane duası olan bir kimse hakkında nazil olmuştur. Bu kişinin "el-Besus" adında bir hanımı vardı, bundan da bir oğlu olmuştu. Hanımı, senin kabul olunan üç duandan birisini bana ayır deyince, adam bi­risi senin için olsun, ne emredersin diye sorunca, hanımı şöyle demiş: Allah'a, beni, İsrailoğulları arasında en güzel kadın haline getirmesi için dua et, de­di. İsrailoğulları arasında kendisi kadar güzel bir kadın olmadığını anlayın­ca kocasından yüz çevirdi. O da bu sefer yüce Allah'a onu havlayan bir kö­pek haline dönüştürmesi için dua etti. Böylelikle o kadın hakkında iki du­ası gitti. Bunun üzerine kadının çocukları gelip şöyle dediler:

Bizim bu işe tahammülümüz yok. Annemiz bir köpek oldu. Herkes ondan dolayı bizi ayıp­lamaktadır. Haydi, Allah'a önceki haline onu döndürmesi için dua et, dedi­ler. O da dua etti, yine eski haline döndü. Böylelikle üç duası da o kadın hak­kında gitmiş oldu. Ancak bilinci görüş daha meşhur ve çoğunluğun kabul et­tiği görüştür. Ubade b. es-Samit der ki: Bu ayet-i kerime Kureyş hakkında inmiştir. Al­lah, kendilerine Muhammed (sav)'a indirmiş olduğu âyetlerini verdiği halde, onlar o ayetlerden sıyrılıp çıktılar ve onları kabul etmediler. îbn Abbas der ki: Belam, zorbaların şehrinden idi. Yemenli olduğu da söylenmiştir.

"Onlardan sıyrılıp çıkmış" yanî, yüce Allah'ı bilmekten uzaklaşmıştı. Ya­ni, Allah ondan bilmiş olduğu ilimleri çekip almıştı. Hadis-i şerifte Peygam­ber (say)'ın söyle buyurduğu nakledilmektedir: "İlim iki türlüdür. Kimi ilim kalptedir. İşte fayda veren ilim odur. Kimi ilim de dil üzerindedir. İşte yüce Allah'ın Adem oğluna karşı delili de budur."[3] İşte, Bel'am ve benzerlerinin ilmi de bu kabildendir. Böyle bir ilimden Al­lah'a sığınır ve bize hakka ulaşma muvaffakiyetini ve tahkik üzere ölmeyi lüt­fetmesini dileriz. Sıyrılıp çıkmak (el-İnsilâlı); çıkmak anlamındadır. Yılan gömlek (deri) de­ğiştirdiği vakit bu kökten gelen fiil kullanılır. Bunun, kalbedilmiş ifadelerden olduğu da söylenmiştir. Yani, ayetler ondan sıyrılıp çıkmıştır.

"Şeytanın kendisine uydurduğu" yani, şeytanın kendisine eriştiği kim­se demektir. Mesela; "Kavme yetiştim" anlamındadır.

Bu âyetin yahudiler ve hristiyanlar hakkında indiği de söylenmiştir. On­lar Muhammed (sav)'in peygamber olarak gelmesini bekleyip durdular, ama sonra onu inkâr ederek kâfir oldular. [4]

[1] Bu görüşün tutarsızlığı açıktır. Çünkü Peygamber olan bir kimsenin, daha sonra bu ha­le düşmesi, peygamberlikle bağdaşmaz.
[2] Peygamber (sav), kendisine Ümeyye'nin şiirlerinden bazı bölümler okunduktan son­ra: "Neredeyse müslüman olacakmış" diye buyurmuştur. (Müslim, İbn Mâce. Edeb 41; Müsned, IV, 388, 389)
[3] el-Azîzî, es-Sirâcu'l-Munîr Şerhu'l-Câmi'i's-Sağir, II, 439, mürsel olduğu kaydıyla.
[4] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 7/510-514.

***

İslamoğlu'nun hataları

1. Hata: "Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel'am olduğunda müttefiktirler. Mücahid, Abdullah b. Amr, Kelbi, Ümeyye b. Ebi's-Salt'tır diyorlar."

Hata: Mücahid'i her iki görüş için zikretmesi..Oysa Mücahid'in görüşü ayetin gizli öznesinin isminin Belam olduğu'dur..Taberi bunu kimin hangi görüşte olduğunu sıraladığı listede b maddesinde vermiştir..

2. Hata: İslamoğlu: "Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel'am olduğunda müttefiktirler."
İslamoğlu'nun burada ismini verdiği İbni Ömer dipnottaki kaynakların hiçbirinde geçmiyor..Her iki tefsirde de ismi geçen; İbni Mes'ud olması gerekirken ismi -nasıl bir el kaymasıysa artık- ibni Ömer olarak veriyor..

3. Hata: İslamoğlu: "Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel'am olduğunda müttefiktirler."

İslamoğlu, fahiş bir hata yaparak Taberi'nin c maddesinde ismini verdiği Tabiin'den Ali bin Ebi Talha'yı muhtemelen Ali bin Ebu Talib olarak okuduğu için Hz. Ali olarak yazmıştır..İbni Sad'ın Tabiin arasında zikrettiği (3) ve "İbni Abbas'tan tefsir naklederdi" bilgisini verdiği Ali bin Ebi Talha'yı Ali bin Ebu Talib ile karıştırma başarısını göstermesi 1. dipnotta gösterdiğimiz İslamoğlu'nun titizliğiyle ilgili yazıyı bir daha okuma ve üzerinde ibretle düşünme ihtiyacını hasıl ediyor..

4. Hata : İslamoğlu: Mücahid, Abdullah b. Amr, Kelbi, Ümeyye b. Ebi's-Salt'tır diyorlar.
Taberi'nin ilgili cümlesi: e- Abdullah b. Amr ve Kelbi'ye göre ise bu kişi Ümeyye b. Ebi es-Salt isimli kişidir...Mücahid bu kişiler arasına hatalı bir şekilde eklenmiştir..

5. Hata: İslamoğlu: Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel'am olduğunda müttefiktirler.

Belam'ın kimliğine dair Kurtubi'yi de bu alıntıya ortak edebilmek için sayılan kişilerin Camiu'l-Ahkam tefsirinde de olması gerekirdi..Oysa tefsirde şu isimler geçer: Abdullah b. Amr b. el-As ile Zeyd b. Eslem ise şöyle derler: Bu ayet-i ke­rime Sakifli Umeyye b. Ebi's-Salt hakkında inmiştir.

6. Hata: islamoğlu: Ayette geçen şahsın gerçek kimliği hakkında farklı rivayetler var. Belam b. Baura (Eber)...Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas,Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel'am olduğunda müttefiktirler.

Görüldüğü gibi İslamoğlu'nun Belam ile kastı Belam bin Baura'dır..Oysa dipnotta gösterdiği kaynaklar'dan Taberi, tek bir Belam'dan değil 3 farklı Belam'dan bahsetmektedirler: Belam bin Baura , Kenani'lerden Belam, Yemen halkından Belam...Bu ayrım önemli olduğu için Taberi bunları ayrı ayrı maddelemiştir...Taberi'de İbni Abbas'ın her üçü hakkında reyi nakledilmiştir..İbni Ümmü Mektum'un nispetinin büyük annesine mi, annesine mi meselesini ince şekilde araştıracak kadar titiz olduğunu ifade eden İslamoğlu aynı titizliği burada da sergileyip alıntıyı yaptığı yerdeki asla sadık kalması gerekirdi..Bu durumda Tıbi gibi deriz:"innehu vehem"

***
İslamoğlu: "hatalı bilgiyi kullandığımı hatırlasaydım derste kendimi eleştirip düzeltmekten zerrece imtina etmezdim"
E buyrun o zaman..Kele ilaç bulmaktan daha kolay bir iş..Söylenilenleri okuyup hataları tashih edin.. Konuşmak kolay.. İcraat görelim..
*
(1) http://www.mustafaislamoglu.com/HD242_kur-an.html
(2) Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü , Düşün Yayıncılık, s.177.
(3) http://tr.wikipedia.org/wiki/Ali_bin_Ebu_Talha
http://en.wikipedia.org/wiki/Ali_ibn_Abi_Talha



http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/07/belamn-kimligi-ve-kelin-ilac.html
Devamını Oku »