Kadın, Hakkını Değil, Aklını Kullanmalı

Kadın, Hakkını Değil, Aklını Kullanmalı


“Yoksa her umduğu şey insanın kendisinin mi olacaktır" (Necm / 24)

Umduğumuz her şeye sahip olmak istiyoruz, elde edemeyince de sevdiklerimize ve hayata karşı kırgın oluyoruz.

Haklı olmak mı, mutlu olmak mı? İkisi arasında tercih yapmak zorunda kalsanız hangisini seçerdiniz?

İkisi bir arada olursa pek güzel olur; ama bu pek mümkün olmaz. İmtihan dünyası olması sebebiyle...

İnsan kendine iki dünya kurmalı;

1. Sevdiklerimizle kurduğumuz dünya
2. Sevdiklerimiz haricinde kurduğumuz dünya

Dış dünyada hak aramak lazım. Mü’min ne hak yer, ne de hakkını yedirir.

Alkol, uyuşturucu, ruh hastalığı gibi sebeplerle eşlerinden zulüm gören kadınlar bu yazının mevzusu değil.

Uğradıkları haksızlığa karşı onlara yardım etmek gerek. Onların da haklarını aramaları gerekir.

Ancak sevgi bağı olan yerde hak davası güdülmemeli. Yoksa sevgiyi kaybederiz. Evliler bilirler, haklı olmalarına rağmen mutsuz biten ne çok hâllere düştüklerini. Mühim olan, haklı olduğu hâlde sevgiyi ön plana almak, sevdiğini üzmemek için onu düşünerek hatayı görmemek.

İnsan kendini bütün iyi şeylere layık görür ve hepsini yaşamak ister.Umduğumuz şeylere kavuşmak istiyoruz. Hayal ettiğimiz evliliği yaşamak istiyoruz. Neyin hak, neyin hak olmadığı, kime göre hak, kime göre haksızlık olduğu, evlilik sahnesinde keskin çizgilerle belli olmaz. Bu, kişilere göre değişir.
Kendi hatalarımızı görmediğimiz için de haksızlığa uğradığımızı düşünüyor olabiliriz. Olanlara hep kendi penceremizden bakarız; görmek istediğimiz kadarını görürüz ve başkalarına da öyle anlatırız. Bir de karşıdakinin penceresinden bakmak lazım.

Kime göre haklısın? Kendine göre...

Bazen iki taraf da haklı olabilir.

Erkek “Karım çok çabuk yüzünü asıyor. Çok şey beklemiyorum, sadece bir güler yüz istiyorum, buna da hakkım vardır herhâlde.” diyor.

Kadın da buna benzer şeyler söylüyor: “Akşam eve iş sıkıntılarını getirmesin. Asık yüzle gelmesin, bir güler yüz de beklemeye hakkım yok mu?” diyor.

Kadın “Her gün evde kahvaltı yapıyorum, pazar günleri ol­sun dışarıda kahvaltı yapmaya hakkım var.” diye düşünüyor.

Erkek “Her gün dışarıdayım haftanın bir günü şöyle evimde ayaklarımı uzatayım, rahat rahat kahvaltımı yapayım, gazete­lere bakayım; her gün çalışıyorum, bir gün dinlenmek benim de hakkım.” diye düşünüyor.O zaman ne olacak? Gezmek için bile olsa erkek dışarı çıkmayı bir yorgunluk olarak görebilir.

Kocanız işten yorgun geldi ve bir sebeple kızdı bağırdı. Hiçbir suçunuz yok, siz haklısınız, şimdi ne yapmalısınız? Karşısında siz de mi bağırmaksınız?

Farz edelim ki karınıza “Şu saatte seni alacağım...” dediniz.

-O da Tamam... dedi. Siz o saatte oradasınız, ama karınız yok,sizi bekletti; ne yapmaksınız? Bağırıp kalbini mi kırmalısınız,yoksa sabırla beklemeli misiniz?

Bu anlarda haklılığı değil mutluluğu ön plana almak gerekir Yaptığımız iyiliklerin karşılığını hemen görmek istiyoruz.

Oğluna çok düşkün bir anneye “Bu kadar üstüne düşmeyin artık evlenme yaşına gelmiş. Evlenince de böyle yaparsanız gelininiz kıskanır.” dedim. Kendinden çok emin bir şekilde “Be­nim gelinim iyi olacak; çünkü ben kayın-validemle çok güzel anlaştım, çok hizmet ettim.” dedi.

“Yaptıysan bir iyilik, karşılığım mutlaka dünyada alacak­sın; yaptıysan bir kötülük onun cezasını da mutlaka dünyada çekeceksin...” diye bir kaide yok. Neticede biz bu dünya için yaratılmadık. Gerçek bayat ölüm sonrası olduğu için de yaptık­larımızın karşılığım esas orada bulacağız.

Velev ki gerçekten haksızlığa uğradık; Allah’ın (cc) bir ismi de “ÂdiTdir. Allah adalet sahibidir, haksızlık ve zulüm yapmaz. Haksızlık ve zulme maruz kalan kişi bağışlamadıkça da haksızlık edenleri bağışlamaz. Allah’ın (cc) “Adil” olması bütün suçların cezasını veya iyiliklerin mükâfatını dünyada vereceği manasına gelmez. Bazılarını hem dünyada hem ahirette, bazıla­rını ise sadece âhirette verebilir.

Nisa 40. Âyet-i Kerîme’de: “Şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık etmez.” buyruluyor. Dışarıdan bakıldığı zaman haksız­lık gibi görünen davaların altında kim bilir ne hikmetler vardır, bilmiyoruz.
Yaptıklarımızın karşılığını dünyada beklemek bizi depres­yona sokuyor, kırgın ve kızgın yapıyor. Psikologlara giden ka­dınların çoğu maddi imkânı iyi hanımlar ve çoğu eşlerinden şikâyetçi. Ortada dayak şiddet falan yok fakat çoğu, kocaları tarafından haksızlığa uğradığım düşünüyor. “Ben ne hata yap­tım?” diye kendini hesaba çeken pek olmuyor.

Aslında bu kadar hak davasına düşmemiz, bir noktada da iman zayıflığımızı gösteriyor. Bir sonraki hayata olan inancımız yakîn» sağlam bir iman olsa haksızlık karşısında bu kadar öfkelenmeyiz.Demek ki âhiretimiz hakkında ciddi endişelerimiz var; Âdil olan Rabb’imize tam güvenemiyoruz ki adaleti kendi elimizle sağlamaya çalışıyoruz.

Kaderle sürekli kavga hâlindeyiz. Yaşadıklarımızı bir türlü kabullenemiyoruz. “Ben bunu hak etmedim. Ben daha iyi bir kocayı hak ediyorum. Ben daha güzel bir kadım hak ediyorum. Ben bu davranışları hak etmiyorum. Bunları yaşamamam la­zımdı.” Al eline bir kalem, yaz kaderini o zaman!
Hakkımızın yendiğini düşündüğümüz zaman açık veya gizli cezalandırmalara başlıyoruz. Eşimizi cezalandıralım derken as­lında en çok kendimizi cezalandırmış oluyoruz.

Kocasıyla olan problemlerini anlatan bir hanıma “Eşinizle çok inatlaşmışsınız, biraz alttan alsaydınız, tamam deyiverseydiniz...” demiştim; o da “Aaa, biz Cumhuriyetken beri bu ka­dar kadın hakkını erkeklerin karşısında susalım diye almadık!” diye karşılık vermişti. Şimdi boşandı, tek yaşıyor, kedi sesinden bile korkuyor. Pek esip gürleyen kadın hakları şampiyonları onu korumuyor!

Sahi, Cumhuriyetten beri bu kadar “kadın haklarının bize niye verdiler ki? Erkeklerle mücadele edelim diye mi? Ortalık, haklarını bilen yalnız ve mutsuz kadınlarla dolu. Tabii bir de eşiyle hak mücadelesi yapmaktan yorulmuş bezgin kadınlarla...

Haklar meselesi konuşuldukça kışkırtıcı oluyor: “Hakkım var, o hâlde almalıyım...” Kimden ne alıyoruz? Sevgi bağı olan yerde hak çetelesi tutulur mu? Hak davası ya mezarda biter veya mahkemede.

Kadınlar “Aman kocamız bizi ezmesin!” diye korkularından eşleriyle sürekli mücadele ediyorlar: Bunun sonunda da kadınların, kocalarının ezmesine gerek kalmıyor, kadınlar kendi kendilerini gayet güzel eziyorlar.

Haklar değil vazifeler konuşulmalı. Kadın ve erkeğin sevgilerini yaşatmak için, mutlu bir evlilik hayatı yaşamaları için tvler yapmaları gerekir, bunlar konuşulsun ki insanlar yapmadıkları, unuttukları varsa hatırlasınlar, eksiklerini tamamlasınlar Hakları konuşmanın kime ne faydası oldu bu güne kadar?

Allah kadına iletişimle donanımlı müthiş bir zekâ vermiş. Kadın, hakkını değil, aklını kullanarak gayet güzel mutlu olabilir.

Kadın haklarını değil, kadın olmayı konuşmalıyız. Kadınlar olarak birbirimize destek olmalı ve kurulan tuzaklara düşmemek için çalışmalıyız. Bize öğretilen bütün yanlışları unu­tup, fıtratımızda var olan fakat üzerine toprak atılan orijinal kadını ayağa kaldırmalıyız. Modernlik çukurunda boğulma­yalım diye...

Hak ettiklerimizi değil, yaşamamız gerekenleri yaşıyoruz. Bizi olgunlaştıracak, çiğlikten kurtaracak hayatı yaşıyoruz. 0 hâlde, söylenmeden, şikâyet etmeden yaşamalı değil miyiz? Şikâyet ederek yaşamayı seçersek yaşadıklarımızın içindeki almamız gereken dersleri, incelikleri kaçırırız.

“Hamdım, piştim, yandım...” demiş Mevlâna. Eğer pişerken sızlanıp dırlanırsak, feryad-u figan edersek, tadımızı bulmadan, çabuk yanarız, öyle değil mi?

Sema Maraşlı - Sevmek Bu Kadar Güzelken

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder