Ebu Yusuf'un Harun Reşid'e Tavsiyeleri



(Ebu Yusuf (113- 182/731-799)’un, Harun Reşid (148-193/765-809)’e takdim ettiği Kitâbü’l-Harâc adlı eseridir. Kitabü’l-Harâc’ın, konusu, devletin malî kaynakları, bunların nasıl toplanacağı ve nerelere harcanabileceği ile ilgilidir. Halkın refah ve emniyetle yönetilebilmeleri için haraç, öşür vb. vergilerin nasıl alınması gerektiği üzerinde durmaktadır. Bu eserde dikkat çeken bölüm; Harun Reşid’e yönetim konusunda öğütlerin yer aldığı mukaddime kısmıdır.

Harun Reşid, devrinin en güçlü hükümdarıdır. Onun bu gücünü ortaya koyan; “ey sema, yağmurunu nereye yağdırırsan yağdır, o yağmurlarla büyüyecek mahsulâtın haracı yine bana gelecektir.” sözü ünlüdür. Böyle bir güce sahip olan halife, halktan bu vergilerin adaletli bir şekilde alınabilmesi için bu kitabın yazılmasını kendisi istemektedir. Bu yönüyle eser, Harun Reşid’in yönetimdeki hassaslığını ve dinî kişiliğinin ortaya konulabilmesi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Ayrıca İmam Ebu Yusuf’un Harun Reşid’e gerçekleri nasıl açıkça ifade ettiğini, kendisine nasıl nasihat ettiğini de gösterir. Ebu Yusuf’a laf söyleyenlerin, Ona saray uleması diyenlerin bu tavsiyelere dikkat etmesi gerekir.

Ebu Yusuf’un Harun Reşid’e Tavsiyeleri için kaynak metin: İmam Ebu Yusuf, Kitabü’l-Haraç, ter. Ali Özek, İst. Ün. Yayınları İstanbul, 1973 , 27-47)

Bismillâhirrahmânirrahim,

Allah, Emirü’l-mü’minine uzun ömürler versin! Tam bir nimet ve zenginlikle devamlı bir haysiyet içinde şeref ve izzetini yüceltsin! Kendisine verdiği dünya nimetlerini, bitmek ve tükenmek bilmeyen âhiret nimetlerini kazanmaya ve orada Rasulullah’a vuslata bir vesile kılsın.

Emirü’l-mü’minin Allah muini olsun! Benden haraç, öşür, sadaka (zekât) ve cizyelerin toplanması gibi meselelerle birlikte bu konuda daima müracaata esas ve tatbik edilmesi gerekli olan diğer hususları bir araya getiren bir kitap telif etmemi istedi.

O, bununla şüphesiz hâkimiyeti altında bulunan reâyâdan zulmü kaldırmayı, halkın işlerini düzeltmeyi irade etmiştir. Allah Emirü’l-mü’minin işlerinde muvaffak kılsın. İsabetli görüş ve düşünceyi kendisine refik etsin. Oldukça mesuliyetli olan şu halifelik makamında yardımcısı olsun. Kendisini korktuklarından ve çekindiklerinden selâmete erdirsin.

Tatbik etmek arzusuyla bana sorduğu hususları izah, şerh ve tefsir etmemi istedi. Ben de onları izah, şerh ve tefsir ettim.

Ey Mü’minlerin Emiri! Şükürler olsun Allah’a ki, sana büyük bir vazife verdi. O öyle bir vazife ki sevabı sevabların en büyüğü, cezası da cezaların en büyüğüdür. Allah seni, bu ümmetin işlerine memur etti. Bu vazifenin başına geçtikten sonra artık sen, Allah’ın kendilerine çoban tayin edip idarelerini sana emanet ettiği ve o güdülenler sebebiyle imtihana çektiği ve seni kendilerine hâkim tayin ettiği pekçok insanlar için binalar yaparak, tesisler kurarak, adaleti icra ederek gece ve gündüzlerini tüketmeye başladın. Bina; adalet ve doğruluk harcından mahrum temeller üzerine kurulduğu vakit, Allah o binanın temellerini bozar, yapanların ve yapılmasına yardım edenlerin üzerine yıkar. Bu sebeple bu ümmetin ve reayanın işlerinden Allah’ın sana tevdi ettiği vazifeleri ihmal edip hakların zayi olmasına sebep olma! Çünkü Allah’ın izniyle kuvvet, faaliyet göstermekte (yani doğru ve âdil iş yapmakta) dır.

Bugünün işini yarına bırakma, aksi halde işleri ve hakları zayi etmiş olursun. Ecel emelin önündedir. Ecele, iş ve amel ile koş. Çünkü ecel geldikten sonra artık iş ve amel yoktur. Şüphesiz, çobanların efendilerine hesap verdikleri gibi insan yöneticileri de Rablarına hesap verirler. O halde günün bir saatinde de olsa Allah’ın sana yüklediği vazifelerde hakkı sahibine ver, adaleti icra et. Zira kıyamet günü Allah katında en mes’ud çoban (idareci), idare ettiklerini en fazla mes’ud eden çobandır. Binaenaleyh sen kendin hak yolundan ayrılma, aksi halde güttüğün (yönettiğin) kimseler doğruluktan ayrılırlar. Hevâ ile (nefse tabi olarak) emir vermek ve öfke ile iş yapmaktan sakın. Biri âhireti, diğeri dünyayı ilgilendiren iki işle meşgul olduğun vakit, âhiret işini dünya işine tercih et. Çünkü âhiret baki, dünya ise fânidir. Allah korkusuyla daima tetikte ol. Yakın veya uzak insanlara Allah’ın emirlerinde eşit muamele et. Allah yolunda ve adaleti tatbikte hiçbir kötüleyicinin kötülemesinden asla korkma.

Daima temkinli ve korkulu ol; zira temkinli olmak dil ile değil kalb iledir. Azabından korkarak ve rahmetinden ümitvar olarak Allah’a sığın, çünkü sığınmak ve korunmak korku ve ümid iledir. Kim Allah’a sığınırsa Allah onu korur. Daima iyi bir âkibet, gidilen doğru bir yol, hakka ulaştıracak sağlam bir gidiş zayi olmayacak bir iş, herkesin vardığı bir kaynak ve menba için çalış. Zira eninde ve sonunda varılacak yer öylesine hak bir varış yeri, o kadar korkunç bir duraktır, ki orada yürekler hoplar, bütün hüccetler, ceberutu ile insanları idaresinde tutan sultanın izzet ve celâli önünde değerini kaybeder. O günde bütün mahlûkat Allah’ın huzurunda zillet ve meskenet içinde dururlar, onun hükmünü beklerler ve azabından korkarlar. Sanki herşey olmuş bitmiştir.

Kıyamet gününü; o korkunç durak yerini bilip de amel etmeyen, yararlı iş yapmayan kimsenin duyacağı hasret ve nedamet sonsuzdur. Biraz düşünene şunlar kafidir:

O, öyle bir gün ki o günde ayaklar kayar, renkler değişir, kıyam üzre durmak uzar, O günün hesabını vermek son derece çetindir.

Allah Teâlâ Kur’an’ında şöyle buyurur:

“Şüphesiz Allah’ın katında bir gün, sizin sayınızla bin sene gibidir”1

“Bu gün hak ile bâtılın, iyi ile kötünün, haklı ile haksızın ayrıldığı bir gündür. Sizi de, sizden öncekileri de burada topladık”2

“Şüphesiz, o herşeyin hesabının sorulacağı gün, onların hepsinin buluşacağı bir miattır, (bekleme yeri buluşma zamanıdır)”3

“Sanki onlar kendilerine vaad olunanları gördükleri zaman, sevinçlerinden, orada birkaç saat kaldıklarını zannederler”4

Ne müthiş bir ayak kayması ki telâfisi imkânsız. Ne acı bir nedamet ki hiç faydası yok. Bu hayat sadece gece ve gündüzün nöbet değiştirmesinden ibarettir. Durmadan biri diğerinin peşini takip ediyor, gece ile gündüz her yeniyi eskitiyor. Her uzağı yakınlaştırıyor, vaad edilmiş olan her şeyi getiriyor. Allah her nefsi kazandıkları sebebiyle cezalandıracaktır. Şüphesiz Allah’ın hesabı çabuktur.

Allah’a yapış Ey Halife, Allah’a! Çünkü dünyada kalış çok azdır, halbuki hesap vermek çetindir. Dünya yok olacak ve içindekiler de tükenecektir. Âhiret ise devamlı kalma yeridir. Yarın Allah’a, mütecavizler ve sapıklar yoluna sülük etmiş olarak mülâki olma! Şunu iyi bil ki kıyamet gününün hâkimi, kullarını evlerine, yerlerine ve mevkilerine göre değil ancak amellerine göre muhakeme edecektir. Allah seni ikaz etti, o halde dikkatli ol. Zira sen; abes olarak yaratılmadın, bu sebeple de başıboş bırakılmayacaksın. Şüphesiz Allah seni yaptıklarından ve içinde bulunduğun durumdan hesaba çekecektir. Bak, düşün, nasıl cevap vereceksin? Bil ki yarın, yevm-i kıyamette insanoğlunun, Allah huzurunda ayakları ancak hesaba çekildikten sonra kayacaktır.

Rasulullah (S.A.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Kıyamet gününde dört şeyden sual edilinceye kadar kulun ayakları kaymaz

-İlmiyle ne gibi ameller yaptığından, ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden, malını nereden kazanıp nereye sarfettiğinden, vücudunu ve sıhhatini nasıl değerlendirdiğinden”.

Ey Mü’minlerin Emiri! Soruların cevabını hazırla! Zira bugün dünyada yapıp bıraktıkların yarın sana birer birer okunur. Hal böyle olunca, şahidlerin huzurunda Allah’la senin aranda geçmiş olan işlerin maskesinin düşeceğini hatırla!

Ey Mü’minlerin Emiri! Sana, Allah’ın korumanı istediği şeyleri korumanı, bakıp gözet-lemeni istediklerini gözetlemeni ve bu vazifeleri Allah rızası için yapmanı tavsiye ederim.

Çünkü sen eğer onları yapmazsan; aslında yürünmesi kolay olan yol sana zorlaşır; gözlerin etrafı görmez olur, alâmetler, işaretler ortadan kalkar; gerçekler kaybolur. O geniş yol, sana daralır, orada bildiklerini tanımazsın fakat tanımadıklarını bilirsin. Bu sebeple nefsine karşı mağlûb olmasını değil, muzaffer olmasını isteyen kimsenin husumeti ile nefsine karşı koy. Zira güttüklerini yitiren çoban, eğer dilemiş olsaydı, Allah’ın izniyle onları zayi olmaktan kurtarırdı. Böyle yapmadığı takdirde hayatlarını korumak ve kurtuluşa ermelerini sağlamakla mükellef bulunduğu şeylerden, helâkına sebep olduklarını tazmin eder.

Bu sebeple kurtarması mümkün olanları kendi hallerine terkettiği vakit, onları bile bile zayi etmiş olur. Eğer çoban, üzerine vazife olmayan başka şeylerle meşgul olur da, zorluk ve tehlike içinde olanları görmezlikten gelirse felâket kendisine daha çabuk gelir ve kendisine daha çok zarar verir. Üzerine aldığı işleri hakkı ile yaptığı vakit çoban, orada bulunanların en mes’udu olur. Allah o kimsenin yaptıklarına kat kat karşılık verir.

Ey Mü’minlerin Emiri! Güttüklerinin zarar ve telefine sebep olma! Aksi halde Allah on-ların haklarını senden alır da, neticede, sen de kendi hak ve sevabını kaybedersin. Bina, ancak yıkılmadan önce tahkim edilir. Şüphesiz Allah’ın, idaresini sana verdiği kimseler hakkında yaptıkların senin lehine, telefine sebep oldukların da senin aleyhine olarak tesbit edilir. Allah’ın, idaresini sana emânet ettiği kimselerin işlerini unutmazsan, sen de unutulmazsın. Onlardan ve onlara faydalı şeylerden gafil olmazsan, sen de aldatılmazsın.

Şu dünyanın bu gün-lerinde, gönül dilin olan kalbin teşbih, tehlil ve tahmid etmekten; ağzındaki dilin Allah’ı zikir ile hareket etmekten, rahmet peygamberi ve hidayet önderi Allah Rasulüne salât ve selâm getirmekten nasibini alsın. Allah Teâlâ, rahmet ve ihsanı ile millet idaresini ellerine alan kim-seleri yeryüzünün halifeleri kıldı. Onlara idare ettikleri kimseleri aydınlatacak, aralarında vuku bulacak hâdisatı adaletle karara bağlayacak, hak ve hukuktan şüpheye düşülen hususları beyan edecek bir nur vermiştir.

İdarecilerin yolunu aydınlatacak nur; ancak hadleri -yani cezaları- tatbik etmek, araştırmaya ve açık delillere dayanmak suretiyle hakkı sahibine vermektir. İyi kişilerin yolunu takip etmek, onların iyi hareket ve prensiplerini devam ettirmek daha tesirlidir. Çünkü iyi âdet ve prensipleri ihya etmek, yaşayan ve aslâ ölmeyen hayırlardandır. İdarecinin zulmetmesi; idare edilenler için bir felâket, itimat ve güvenden yoksun kimselerle yardımlaşıp millet idaresinde onlara dayanması ise bütün halk için bir helâktır.

Ey Mü’minlerin Emiri! Güzel komşuluk etmek ve iyi muamele yapmak suretiyle Allah’ın sana verdiği nimetleri tamamla ve iyilik talebinde bulun. Şükrünü edâ etmek şartıyla nimetlerin çoğalmasını iste. Çünkü Allah Teâlâ Aziz Kur’an’ın’da şöyle buyurur:

-“Eğer şükrederseniz mutlaka, size, nimetlerimi çoğaltırım. Eğer nankörlük ederse-niz, şüphesiz, azabım çok şiddetlidir”5

Allah katında ıslahtan daha sevgili bir şey olmadığı gibi, fesattan daha kötü ve sevimsiz bir şey de yoktur. Masiyetleriirtikab etmek ve kötülük işlemek nimetlere karşı nankörlüktür. Milletler arasında nimete nankörlük edip de buna tövbe de etmeyenlerin çoğu, izzet ve şeref-lerinden mahrum olmuşlar ve Allah, onlara düşmanlarını musallat etmiştir.

Ey Mü’minlerin Emîri! Sana verdiği halifelik sebebiyle ihsan ettiği şeylerde seni kendi nefsine yöneltecek işlere dûçar etmemesini, velilerine ve sevgili kullarına gösterdiği inayeti sana da göstermesini Allah’tan niyaz ederim. Zira O, bunların hepsinin sahibi ve bu hususta kendisine rağbet edilen yegâne zattır.

Benim yazmamı emrettiklerini sana yazdım, onları şerh ve izah ettim. Onları iyice anla, mahiyetini idrâk et, ezberleyinceye kadar tekrar tekrar oku. Çünkü ben, bu hususta senin için bütün gayretimi sarfederek çalıştım. Allah’ın rızasını gözeterek, sevabını umarak ve azabından korkarak senin ve Müslümanların hakkında söylenmesi gereken söz ve nasihatlardan hiçbir şeyi söylemekten geri durmadım. Ben ümidederim ki, -eğer izah ettiklerimle amel edersen- bir Müslümana veya zımmîye zulmetmekten uzak olarak vergilerini toplamak hususunda Allah seni muvaffak kılar ve reâyân sana lâyık olacak şekilde hareket edip salâha kavuşur. Çünkü reâyânın salâhı; onlar hakkında hadleri tatbik etmek, zulmü kaldırmak, şüpheli kalan ve tatmin olunmayan hususlarda onlara müracaat, şikâyet ve itiraz hakkı tanıyıp haklarını bizzat kendilerinin müdafaa etmeleri için imkân vermekle olur.

Ben, senin için, bazı güzel ve faydalı hadisler yazdım. O hadislerde, Allah’ın izin ve inâyetiyle amel etmeyi arzuladığın şeylere teşvik ve istediklerin hakkında özel izahlar vardır. Allah, -zat-ı âlinizi- kendisini razı edeceğiniz işlerde muvaffak kılsın, seninle ve senin elinde ümmeti ıslah etsin.

1. – Ebu Yusuf rahimehüllah dedi: Ebu’z-Zübeyr, Tâvus ve Muâz b. Cebel’den naklen gelen bir hadîste Rasulullah (S.A.) şöyle buyurdular:

“İnsanoğlu, Allah’ı hatırlamaktan gayrı, kendisini ateşten daha fazla kurtarıcı bir iş yapmadı. Ashab, Allah yolunda cihad da mı, yâ Rasûlallah? dediler. Allah yolunda cihad da Allah’ı hatırlamak kadar üstün değildir, velev ki parçalanıncaya kadar kılıç sallasın, buyurdular ve üç defa tekrar etti”;

“Ey Mü’minlerin Emiri! Şüphesiz cihadın fazileti çok büyük, sevabı da hesapsızdır. Ancak her şeyin başı tevhid inancıdır.”

2. – Ebu Yusuf dedi: Nâfi ve İbni Ömer’den naklen üstadlarımdan bazısı bana dedi ki; Hz. Ebu Bekir (R.A.) Yezîd b. Süfyan’ı Şam’a gönderdi. Onunla beraber iki mil kadar yürüdü. Kendisine, ey mü’minlerin halifesi artık dönseniz iyi olur, denilince şöyle cevap verdi: Hayır! Ben Rasulullah’ın “Allah, kendi yolunda ayakları tozlanan kimseye ateşi haram eder”, buyurduğunu işittim, dedi.

3. – Ebu Yusuf dedi: Muhammed b. Aclân, Ebu Hâzim ve Ebu Hüreyre’den rivayetle bana dedi ki Rasulullah (S.A.) şöyle buyurdular:

“Allah yolunda bir sabah ve akşam yürüyüşü, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır”.

4. – Ebu Yusuf dedi: Ebân b. Ebîİyâş, Enes’ten naklen bana dedi ki, Rasulullah şöyle buyurdular:

“Herkim bana bir defa salat u selâm getirirse, Allah ona on salat u selâm sevabı verir ve on tane günahını affeder”.

5. – Ebu Yusuf dedi: Hocalarımdan bazısı, Abdullah b, es-Sâib ve İbniMes’uddan naklen bana dedi ki Rasulullah şöyle buyurdu:

“Allah’ın yeryüzünde dolaşan bir takım melekleri vardır. Onlar ümmetimin salat u selamlarını bana tebliğ ederler”.

6. – Ebu Yusuf dedi ki: A’meş, Ebu Salih ve Ebu Sâîd yoluyla Rasulullah’tan rivayet etti. Rasulullah (S.A.) buyurdu: “Sâhibu’l-karn (İsrâfîl) boynuzunu saklamış, yüzünü kapamış, kulaklarını dikmiş ve sûru üfürmekle ne zaman emrolunacağını bekler olduğu halde ben nasıl rahat ederim? Biz, “O zaman ne deriz yâ Resûlallah” dedik. “Hasbûnâllah ve ni’melvekil. Aleyhi tevekkelnâ” deyiniz,buyurdu.

7. – Ebu Yusuf dedi: Yezîd b. Sinan, Âizullah b. İdris’ten naklen şöyle dedi:

Şeddâd b. Evs insanlara bir hutbe iradetti. Allah’a hamd ve sena ettikten sonra dedi ki: Dikkatle beni dinleyiniz. Ben Rasulullah (S.A.) i şöyle derken işittim:

“Şüphesiz hayır, bütün kısımları ve taraflarıyla cennettedir. Şüphesiz şer de bütün kısımları ve taraflarıyla cehennemdedir. Biliniz ki cennet sevilmeyen şeylerle çevrelenmiş, cehennem de şehvetlerle çevrelenmiştir. Bir kimseye nefisçe sevilen kötülük perdelerinden birisi açılır da ona sabrederse cennete yaklaşır ve cennet ehlinden olur. Yine bir adama şehvet ve hevâ perdelerinden biri açılır da ona yaklaşırsa ateşe yaklaşır ve cehennem ehlinden olur. Haydi, ancak hak ile hükmedilecek bir gün için hak ile amel ediniz. Böyle yaparsanız hak menzillerine koşmuş ve konmuş olursunuz.”

8. – Ebu Yusuf dedi: el-A’meş, Yezîd er-Rakkâşî ve Enes’ten naklen bize dedi, ki Enes şöyle anlattı:

Rasûlullah (S.A.) miraç için yürütüldüğü ve göğe yaklaştığı vakit bir uğultu işitti. Ey Cebrail bu nedir? dedi. Cebrail, cehennemin kenarından atılmış bir taştır. O taş yetmiş seneden beri düşüyor, şimdi dibine ulaştığı andır, dedi.

9. – Ebu Yusuf dedi: el-A’meş, Yezîd er-Rakkâşî ve Enes’ten naklen dedi ki Rasulullah (S.A.) şöyle buyurdular:

“Cehennem ehline ağlamak imkânı verilir, gözyaşları kesilinceye kadar ağlarlar. Sonra tekrar, gözyaşları yüzlerinde bir yarık meydana getirinceye kadar ağlarlar.”

10. – Ebu Yusuf dedi: Muhammed b. İshak, Abdullah b. Muğîre’den, o da Süleyman b.Amr’den, o da Ebu Saîd el-Hudrî’den rivayetle el-Hudrî dedi ki:

Ben Rasulullahı şöyle derken işittim:

“Cehennemin üstüne sırat köprüsü kurulur. Üzerinde çakır dikene benzeyen dikenler vardır. Sonra insanlar geçmek isterler. Geçenler arasında kurtulup selâmete erenler, yaralananlar, sonra sadece kurtulanlar, habsolunup kalanlar ve içine düşenler vardır”.

11. – Ebu Yusuf dedi: Saîd b. Müslim, Âmir, Abdullah b. Zübeyr, Avf b. Haris ve Hz. Âişe yoluyla gelen bir hadiste Hz. Âişe şöyle nakleder: Rasulullah (S.A.), “Ey Âişe! Değersiz sayılan amellerden sakın, zira bunların da Allah yanında bir talibi vardır” buyurdu.

12. – Ebu Yusuf dedi: Abdullah b. Vâkıd, Muhammed b. Mâlik’ten o da Berâ b. Âzib’den nakletti. Berâ dedi ki: Bir cenazede Rasulullah ile beraberdik. Kabre vardığımız vakit, Rasulullah dizleri üzerine çöktü. Ben etrafını dolaştım ve önünde durdum. Toprağı ıslatıncaya kadar ağladı. Sonra şöyle dedi:

-“Ey kardeşlerim böyle birgün için hazırlıklarınızı yapınız.”

13. – Ebu Yusuf dedi: Mâlik b. Miğvel, el-Fadl, Ubeyd ve Umayr’den naklen dedi ki: Kabir der ki, ey âdemoğlu benim için ne gibi hazırlıklar yaptın? Sen bilmiyor muydun ki ben gurbet, kurt ve yalnızlık eviyim.

14. – Ebu Yusuf dedi ki: Muhammed b. Amr, Ebu Seleme’den o da Ebu Hüreyre’den rivayetle Rasulullah (S.A.) Kudsî hadisinde şöyle buyurdular: “Allah buyurdu ki sâlih kullarıma hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin kalbinden dahi geçmeyen nimetler hazırladım. Dilerseniz,“Hiçbir nefis, yaptıklarının karşılığı olarak göz aydınlatıcı nimetlerden kendilerine neler saklandığını bilemez…”6 âyetini okuyunuz. Cennette bir ağaç vardır, ki binekli kişi gölgesinde yüz sene yürür ve onu katedemez. Dilerseniz “…uzun bir gölge…”7 ,âyetini okuyunuz. Şüphesiz cennette bir kırbaç boyu yere sahip olmak dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Dilerseniz “Herkim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı ancak gurur metaıdir” 8, âyetini okuyunuz.”

15. – Ebu Yusuf dedi ki, Fadl b. Merzuk, Atiyye b. Saîd ve Ebu Saîd yoluyla Peygamber-den şöyle rivayet etti. Rasulullah (S.A.) buyurdular:

“Bana, insanların en sevgilisi ve kıyamet gününde mekân bakımından en yakın olanı, adaletle hükmeden bir reistir. Kıyamet gününde bana insanların en sevimsizi ve en fazla azap görecek olanı ise zalim idarecilerdir”.

16. – Ebu Yusuf dedi ki, Hişâm b. Sa’d, Dahhak b. Muzâhim ve Abdullah b. Abbas yoluyla Peygamberden şöyle rivayet etmiştir. Rasulullah (S.A.) buyurdular:

“Allah bir millete hayır murad ettiği vakit, onların idaresini yumuşak kimselere tevdi eder ve mallarını da cömert kimselerin eline verir. Yine Allah bir millete kötülük murad ettiği vakit, onların idaresini, sefih kimselere tevdi eder ve mallarını da cimri kimselerin eline verir. Ey insanlar! Her kim ümmetimin idaresini eline alır da ihtiyaçlarında onlara rıfk ile muamele ederse Allah onun ihtiyaçlarını rıfk ile giderir. Herkim onların ihtiyaçlarına sed çekerse Allah da onun ihtiyaçlarına sed çeker”.

17. – Ebu Yusuf dedi ki, Abdullah b. Ali’nin, Ebu Zinâd, A’raç ve Ebu Hüreyre yoluyla rivayet ettiği hadîste Rasulullah (S.A.) şöyle buyurdular:

“Şüphesiz imâm (devlet reisi, idareci) peşinde harp edilen ve kendisiyle korunulan bir kalkandır. Eğer Allah korkusuyla emredip adaletle hükmederse bu hareketleri sebebiyle onun için pek büyük ecirler vardır. Adalet ve Allah korkusundan gayrı işlerle meşgul olursa kötü hareketlerinin günahı kendisine yüklenir”

18. – Ebu Yusuf dedi, ki Yahya b. Saîd, el-Hâris b. Ziyâd el-Hımyerî’den şöyle rivayet eder:

Ebu Zerr, emirlik ve kumandanlık hakkında Rasulullaha sordu. O da şöyle cevap verdi: “Sen zayıf bir kimsesin, o bir emânettir. Emirlik ve reislik; -üzerine aldığı vazifeleri hakkıyla edâ edenler hariç-, kıyamet gününde bir rüsvaylık ve nedâmettir.”

19. – Ebu Yusuf dedi ki: İsrail, Ebu İshak, Yahya b. Hüseyin ve ninesinden rivayetle Ümmü Hüsayn şöyle nakleder: Rasulullah’ı elbisesini toplamış ve koltuğunun altına almış olarak gördüm. O vaziyette şöyle diyordu:

“Ey insanlar Allah’tan korkunuz, emirlerini dinleyip itaat ediniz, sizin üzerinize simsiyah Habeşli bir köle tayin edilmiş olsa bile onu dinleyiniz ve ona itaat ediniz”.

20. – Ebu Yusuf dedi ki: A’meş, Ebu Salih ve Ebu Hüreyre yoluyla Peygamberden şöyle rivayet etti. Rasulullah buyurdu:

“Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiştir. Kim imama (Reise) itaat ederse bana itaat etmiştir. Bana isyan eden Allah’a isyan etmiş, imama (Reise) isyan eden de bana isyan etmiştir.”

21. – Ebu Yusuf dedi ki: Hocalarımdan bazıları, Habib, Ebu’l-Bahterî ve Huzeyfe’ye atfen şöyle dediler:

“İmamına karşı silâha sarılıp isyan etmen sünnet değildir”.

22. – Ebu Yusuf dedi ki: Mutarrifb. Tarif, Ebu’l-Cehm, Hâlid b. Vehbân ve Ebu Zerr’den naklen şöyle rivayet etti: Rasulullah (S.A.) buyurdular: “Herkim cemaatten ve İslâmdan bir karış uzaklaşırsa boynundaki İslâm bağını koparmıştır”

23. – Ebu Yusuf dedi ki: Muhammed b. İshak, Abdüsselam, Zührî, Muhammed b. Cübeyr ve babasından şöyle rivayet etmiştir:

Rasulullah (S.A.) Mine’nin Hayf semtinde olduğu bir sırada ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: “Benim sözümü işitip de duyduğu gibi nakleden kimsenin Allah yüzünü ak etsin. İlim yüklenip nakleden nice kimseler vardır ki, âlim değildir. Nice âlim kimseler de vardır ki duyduklarını kendilerinden daha âlim olanlara naklederler. Üç haslet vardır ki mü’min kişinin kalbi onlarda aldanmaz, yani kötülüğe sapmaz: Yaptıklarını Allah için yapmak, Müslümanların âmirlerine doğruca nasihat etmek, cemaate devam etmek. Zira cemaatın duası, ferdi kötülüklerden korur”.

24. – Ebu Yusuf dedi ki: Gaylan b. Kays el-Hamdânî, Enes b. Mâlik’ten naklen şöyle demiştir: “Rasulullah’ın ashabından olan büyüklerimiz bize emirlerimize sövmememizi, onlara karşı hilekârlık etmememizi, âsî olmamamızı, Allah’tan korkup sabretmemizi emrederlerdi”.

25. – Ebu Yusuf dedi ki: İsmail b. İbrahim b. Muhacir, Vâil b. Ebi Bekr’den naklen der ki, Hasan-ı Basrî’nin şöyle dediğini duydum: Rasulullah (S.A.) buyurdular:

“Valilere, yani sizi idare eden büyüklerinize, sövmeyiniz. Çünkü onlar eğer iyi muamele ederlerse onlara sevab, size teşekkür gerekir. Eğer kötülük ederlerse onlara vebal, size sabır gerekir. Zira idarecilik bir nikmet (cezalandırmak suretiyle mükâfat vermek) tir ki, Allah dilediği kullarını o yoldan imtihan eder. Allah’ın nikmetini öfke ve isyan ile karşılamayınız. Onu sabır ve tahammül ile karşılayınız.”

26. – Ebu Yusuf dedi ki: A’meş, Zeyd b. Vehb ve Abdurrahman b. Abdi Rabbil Ka’be’den rivâyet etti. Abdurrahman şöyle dedi: Kâbenin gölgesinde oturmuş ve başına insanlar toplanmış olan Abdullah b. Ömer’in yanına vardım ve onun şöyle dediğini duydum : Rasulullah (S.A.) şöyle buyurdular: “Bir imama biat edip de elinin kuvvetini, kalbinin semeresini veren kimse gücü yettiği nisbette ona itaat etsin. Eğer bir başkası gelir de ona karşı muârazada bulunursa o kimsenin boynunu vurunuz”.

27. – Ebu Yusuf dedi ki: Hocalarımdan bazısı, Mekhul ve Muâz b. Cebel’den rivayetle Rasulullah’m şöyle buyurduğunu naklettiler:

— “Ey Muâz! Her emîre itaat et. Her imamın arkasında namaz kıl. Ashabımdan hiç kimseye sövme”.

28. – Ebu Yusuf dedi ki: İsmail b. EbiHâlid, Kays’tan naklen şöyle dedi: Hz. Ebu Bekir ayağa kalktı, Allah’a hamd u sena ettikten sonra şöyle dedi: “Ey insanlar siz Allah’ın, “Ey iman edenler! Kendi nefislerinize bakınız. Siz doğru yolda olduğunuz takdirde sapıtanlar size zarar veremez»9 ,âyetini okuyunuz. Biz Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu işittik:

 «İnsanlar kötülüğü görürler de ona mâni olmazlarsa, Allah’ın onlara umumi bir azab göndermesi pek yakındır”.

29. – Ebu Yusuf dedi ki: Yahya b. Saîd, İsmail b. EbiHakim ve Ömer b. Abdülaziz’den şöyle nakletti -. Ömer b. Abdülaziz dedi ki:

Şüphesiz Allah, seçkin zümrenin yaptıklarından dolayı, umumi halkı sığaya çekmez. Fakat kötülükler alenî olarak işlendiği vakit mâni olmazlarsa hep birden azaba müstahak olurlar.

30. – Ebu Yusuf dedi ki: İsmail b. Ebi Hâlid, Zebid b. Hâris’ten şöyle nakleder:

Hz. Ebu Bekr ölüm hastalığına yakalanınca, yerine geçmesi için Hz. Ömer’e haber gönderdi. Buna karşılık insanlar şöyle dediler: Bizi idare etmek üzere yerine sert ve kaba birisini mi geçiriyorsun? Eğer o bizim idaremizi eline geçirirse daha katı ve daha sert davranır. Ömer’i bize halife yapmış olarak Allah’ın huzuruna varınca O’na ne cevap vereceksin?

Hz. Ebu Bekr şöyle mukabele etti:

Beni Rabbımla korkutuyor musunuz? “Ey Allahım! Sana inananların en hayırlısını onlara Halife bıraktım” derim.

Sonra Hz. Ömer’i çağırttı, ona şöyle vasiyet etti:

Ben sana öyle bir vasiyet edeceğim, ki eğer onu tutarsan, sana mutlaka gelecek olan ölüm gelince, senin için ondan daha sevimli bir şey olmayacaktır. Eğer onu tutmaz, zâyi edersen, elbette mâni olamayacağın ölüm gelince senin nazarında ondan daha çirkin bir şey olmayacaktır:

Allah’ın senin üzerinde geceleyin bir hakkı vardır ki onu gündüz kabul etmez. Gündüzün bir hakkı vardır ki onu da gece kabul etmez. Üzerine farz olan vazifeleri edâ etmediğin müddetçe yapacağın hiçbir nâfile ibadet kabul olunmaz.

Kıyamet gününde terazilerinin sevab kefesi hafif gelenlerin hüsranı, ancak dünyada kendilerine asla ağır gelmeyen bâtıla tâbi olmaları sebebiyle hafif gelmiştir. Tabiatiyle ancak bâtılı tartan terazide hayır kefesinin hafif gelmesi yerinde bir olaydır. Terazileri ağır tartanların terazisi de ancak dünyada hakka tâbi olmaları sebebiyledir. Böyle terazinin de ağır gelmesi yerindedir. Eğer sen benim bu vasiyetimi tutarsan senin nazarında ölümden daha sevgili bir gâib olamaz. Zira ölüm her ne kadar gâib ise de mutlaka gelecektir. Eğer sen benim bu vasiyetimi tutmazsan gelmesine mâni olamayacağın ölüm senin için en çirkin şey olur.

Musâ b. Ukba, Esmâ binti Umeyr yoluyla şöyle nakleder:

Hz. Ebu Bekr, Hazreti Ömer’e dedi ki; Ey hattab oğlu! Ben seni, geride bıraktıklarıma bakarak yerime geçirdim. Rasûlullah’a çokça arkadaşlık ettim. Gördüm ki O bizi daima kendisine, ehlimizi de ehline tercih ederdi. O derece ki onun bize verdiklerinden artanları biz tekrar onun ehline hediye ederdik. Sen de bana arkadaşlık ettin. Benim daima benden öncekilerin izini (Rasulullah’ın yolunu) takip ettiğimi gördün. Vallahi uyumadım ki rüya göreyim. Vehme kapılmadım ki hataya düşeyim. Ben aslâ hak yoldan sapmadım.

Ey Ömer senin kaçınmanı istediğim şeylerin ilki, nefsinin arzularına uymamandır. Çünkü her nefsin bir şehevî arzusu vardır. Onu yerine getirdiğin vakit daha başkalarını istemekte ısrar ve inad eder. Rasulullah’ın ashabından şu karınları şişmiş, gözleri dünyaya tamah etmiş, her birinin sevdiklerini kendisi için sevmiş olan kimselere karşı dikkatli olmanı, onları korkutmanı, kendinin de korkmanı istiyorum. Şüphesiz, onlardan birisinin bir hataya düşmesi hayreti mücibtir. Sakın hayret edenlerden olma. Bil ki sen Allah’tan korktuğun müddetçe onlar da senden korkacaklardır. Sen doğru olduğun müddetçe onlar da senin yolunda doğruluğa devam edeceklerdir. Vasiyetim budur. Selâmlarımı sunarım.

31. – Ebu Yusuf dedi ki: Abdurrahman b. İshak, Abdullah el-Kureşî ve Abdullah b. Hakim yoluyla gelen rivayette şöyle anlatır: Hz. Ebu Bekr bize bir hutbe irâd ederek şöyle buyurdular :

Hamd u senâdan sonra sözüm şudur: Allah’tan korkmanızı, lâyık olduğu şekilde Allah’a hamd u senâ etmenizi, korku ile ümidi birleştirmenizi, Allah’tan istediklerinizde ısrar etmenizi tavsiye ederim. Zira Allah Teâlâ Zekerriyayı ve ehl-ibeytini överek Kur’an’anda şöyle buyurmuştur: “Onlar, hayırlara koşarlar, korku ile ümid arasında bize dua ederlerdi. Ve onlar ancak bize boyun eğerlerdi”10 . Sonra ey Allah’ın kulları biliniz ki Allah kendi hakkı ile sizin nefislerinizi rehin etmiş, sizden birtakım ahitler almış, çok ve ebedî olanı vererek sizden az ve fâni olanı satın almıştır. İşte şu Allah’ın kitabı Kur’an sizin elinizdedir. Onun acâib ve garaibi tükenmez. Nuru asla sönmez. Onun söylediklerini tasdik ediniz. Onun kitabına sımsıkı sanlınız. Zulmet günü için ondan istifade ediniz. Siz, ancak ibadet için yaratıldınız. Size, yaptıklarınızı gören kirâmen katibin melekleri tevkil edilmiştir.

Sonra malûmunuzdur ki siz, ne zaman geleceği sizden gizlenmiş bulunan bir ecele doğru sabahlayıp akşamlıyorsunuz. Eğer siz, Allah yolunda işler yaparak ömürlerin tüketilmesine kâdir olursanız bunu yapınız. Buna ancak Allah’ın yardımıyla ulaşabilirsiniz. İyi işler yapmakta – ömrünüz kifayet ettiği müddetçe – müsabaka (yarış) ediniz. Eğer öyle yapmazsanız en kötü amelleriniz sonra size iade edilir. Çünkü birtakım insanlar ömürlerini başkaları uğrunda harcarlar ve kendilerini unuturlar. Onlar gibi olmaktan sizi menederim. Acele ediniz, acele! Kurtuluşa koşunuz, kurtuluşa! Zira sizin peşinizde öyle hasis bir takipçi var ki defterinizi pek çabuk dürer. O da ölümdür.

32. – Ebu Yusuf dedi ki: Ebu Bekr b. Abdullah el-Hüzelî, Hasan-ı Basrî’den naklen şöyle anlattı: Bir adam geldi, Hz. Ömer’e “Allah’tan kork ey Ömer”, dedi ve sözünü uzattı. Bunun üzerine orada bulunan birisi adama, “Sus! Emîrü’l -mü’minin’e karşı fazla konuştun” dedi. Ömer şöyle dedi: Bırak onu konuşsun. Eğer onlar bize öyle söylemezlerse onlarda hayır yoktur. Eğer biz onların doğru sözlerini kabul etmezsek bizde hayır yoktur. Nerede ise konuşana cevap verecekti.

33. – Ebu Yusuf dedi ki: Ubeydullah b. EbiHumeyd, Ebu’l-Müleyh b. EbiÜsâme el-Huzeli’den şöyle nakleder: Hz. Ömer irad ettiği bir hutbesinde şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Bizim sizin üzerinizde gayb, yani iman, esaslarıyla nasihat etmek, hayra yardımcı olmak hakkımız vardır. Ey çobanlar! Biliniz ki Allah katında imamın, yani idarecinin, yumuşaklık ve şefkatinden daha sevgili ve faydası daha umumî bir vasıf yoktur. Yine Allah katında imamın cehalet ve bunaklığından daha sevimsiz ve daha zararlı bir vasıf yoktur. Biliniz ki her kim emri ve idaresi altında bulunanları iyilik ve afiyet ile tutarsa ondan daha fazlası kendine verilir.

34. – Ebu Yusuf dedi ki: Davud b. Ebi Hind, Âmir’den şöyle nakletti: İbni Abbas dedi, ki sûikast yapıldığı sırada Hz. Ömer’in yanına girdim, kendisine şöyle dedim:

Ey Mü’minlerin Emiri! Cenneti müjdelerim. Çünkü sen insanların küfrettikleri anda Müslüman oldun. İnsanların kötü muamelelerine rağmen Rasulullahla cihad ettin. Rasulullah senden razı olarak hayata gözlerini yumdu. Halifeliğin esnasında hiçkimse ihtilafa düşmedi. Nihayet şehit olarak can veriyorsun. Bana “sözlerini tekrarla” dedi. Ben de tekrarladım. O zaman şöyle buyurdu: Kendinden başka ilah bulunmayan Allah’a yemin ederim ki, eğer yeryüzünde, beyaz, siyah ne varsa hepsi bana verilmiş olsaydı arz gününün korkusundan dolayı onların hepsini feda ederdim.

35. – Ebu Yusuf dedi ki: Hocalarımdan bazısı, Abdulmelik b. Müslim, Osman b. Atâ el-Külâî ve babası tarîkiyle şöyle dediler: Hz. Ömer bir hutbesinde Allah’a hamd u sena ettikten sonra şöyle dedi:

Amma ba’dü. Kendisi bâki, gayrisi fâni olan Allah’ın azabından korkup rahmetinden ümidvar olmanızı tavsiye ederim. Öyle Allah ki, O’na itaatle sevgili kulları faydalanır, isyan etmekle de düşmanları zarar görür. Mâlûmola, ki helak olmuş bir kimse için hidayet zannıyla bilerek yaptığı bir dalalette mazeret yoktur. Keza dalalet sanıp terkettiği bir hakta da mazeret yoktur. Şüphesiz rainin(idarecinin) raiyyesinden(idaresi altında bulunandan) taahhüd ettiği şeylerin en fazla hak olanı, Allah’ın onları hidayet ettiği dinî vazifelerinde Allah hakkı olarak üzerlerine terettüb eden şeyleri onlara karşı ifa etmesidir. Bizim üzerimize düşen vazife; Allah’ın yapılmasını emrettiği taatlarıyla size emretmemiz ve vasiyet olarak size yasakladıklarını yasaklamamız, yakın – uzak herkes hakkında Allah’ın emirlerini tatbik etmemiz, haktan gayrıya değer vermememizdir.

Biliniz ki; Allah namazı farz kılmış ve ona bir takım şartlar koymuştur. Meselâ abdest, huşu, rükû ve sücûd namazın şartlarındandır. Ey insanlar biliniz ki; tamah fakirlik, kanaat zenginliktir. Kötü kimselere karışmaktansa uzlete çekilmekte rahat vardır.

Biliniz ki; hoşuna gitmeyen hususlarda Allah’ın kaza ve kaderine rıza göstermeyen kimse, sevdiği hususlarda da tam mânasıyla Allah’a şükrünü eda etmiş sayılmaz. Biliniz ki; Allah’ın birtakım kulları vardır. Onlar bâtılı, terketmek suretiyle öldürürler, zikretmek ve yapmak suretiyle de hakkı ihya ederler. Onlar rağbet ettirildiler de rağbet ettiler. Korkutuldular da korktular. Eğer onlar korkarlarsa emin olmazlar, imana taalluk ettiği için göremediklerini görürler, ayrılamadıkları şeylere ihlâsla bağlanırlar. Korku onları ihlâslı kişiler kılmıştır. Bu sebeple, kendilerinden ayrılacak olan fâniyi bırakıp, devamlı olan bakiye sarıldılar. Hayat onlar hakkında bir nimet, ölüm de bir ikramdır.

36. – Ebu Yusuf dedi ki: İsmail b. Ebi Hâlid, Zebid el-Eyyâmî’den şöyle nakletti: Hz. Ömer vasiyetinde şöyle buyurdu:

Benden sonra gelecek halifeye, Allah’tan korkmasını tavsiye ederim. Ona ilk muhacirleri, kendilerine ait olan haklarını, izzet, şeref ve değerlerini tanımasını da tavsiye ederim. Önceden evi ve imanı hazırlamış olan Ensar’ı da tavsiye ederim ki, onların güzel iş yapanlarından işini kabul etmesini, kötü iş yapanlarını da affetmesini vasiyet ediyorum. Şehirlerde yaşayan halkı da tavsiye ederim. Çünkü onlar, İslâm’ın yardımcıları, düşmanın hedefi ve devlet için mal toplayıcılardır. Onlardan, ancak gönül rızalarıyla mallarının fazlasını alsın.11 A’râbileri (yani taşra halkını) da tavsiye ederim. Çünkü onlar Arabın aslı ve İslam’ın maddesidirler. Onların fazla mallarını alsın fakirlerine versin. Allah ve Rasulü’nün ahdini de tavsiye ederim. Allah ve Rasulü’nün ahidlerini insanlara tam olarak tatbik etsin. Onların peşinde savaşsın. Halka, takatlarının dışında yükler yüklemesin.

37. – Ebu Yusuf dedi ki: Said b. Ebi Arûbe, Katâde, Sâlim b. Ebi’l-Ca’d ve Mi’dan b. Ebi Talha el-Ya’murî’den naklen şöyle der: Hz. Ömer bir cuma günü bir hutbe irad ederek Allah’a hamd u senâ edip Allah Rasulünü ve Hz. Ebu Bekr’i andıktan sonra şöyle buyurdu:

Ey Allah’ım! Şehirleri idare eden valilere seni şahit kılıyorum. Çünkü ben onları ancak insanlara dinlerinden ve peygamberin sünnetlerinden bilmediklerini öğretmeleri, toplanan vergileri onlar arasında taksim etmeleri, insanlar arasında adaletle hükmetmeleri için gönderdim. Bir müşkil ile karşılaşan olursa müşkülünü bana ulaştırmasını emrettim.

38. – Ebu Yusuf dedi ki: Abdullah b. Ali, ez – Zûhri’den şöyle nakleder: Hz. Ömer’e bir adam geldi ve şöyle dedi: Ey müminlerin emiri! Benim için, Allah hakkında hiç bir kötüleyicinin kötülemesine aldırmadan vazife yapmak mı daha hayırlıdır, yoksa kendi işime bakmak mı? Hz. Ömer şöyle cevap verdi: Halife tarafından verilmiş bir vazifesi olana gelince, o kimse Allah hakkında hiç bir kötüleyicinin kötülemesine aldırmasın. Böyle bir vazifesi olmayan ise kendi işine baksın ve idareciye nasihat etsin.

39. – Ebu Yusuf dedi ki: Abdullah b. Ali, ez-Zühri’den naklen şöyle der: Hz. Ömer şöyle dedi:

Seni ilgilendirmeyen işlere karışma. Düşmanından uzak ol. Emin olanı hariç, dostundan kendini koru yani sırlarını açma. Çünkü emin bir insana hiç bir şey denk olamaz. Kötü ahlâklı kimse ile arkadaşlık etme, aksi halde kötülüklerinden pek çoğunu sana telkin eder. Böylesine sırlarını da ifşa etme. İşlerinde Allah’tan korkanlarla istişare et.

40. – Ebu Yusuf dedi ki: İsmail b. Hâlid, Said b. Ebi Bürde’den şöyle nakleder: Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eş’ari’ye şöyle yazdı:

Amma ba’dü, Allah katında çobanların (idarecilerin) en mesudu, vücudu ile güttükleri saadete eren kimsedir. Çobanların en kötüsü ise, güttüklerinin şekavetine sebep olandır. Kötülük etmekten ve dalalete düşmekten son derece sakın. Aksi halde emrinde çalıştırdıkların da kötülüğe dalarlar. O zaman senin Allah yanındaki durumun, tıpkı yerin yeşil kısımlarına bakıp, beslenmeyi ve yağlanmayı isteyen ve oradan otlayan hayvanın durumu gibi olur. Halbuki onun ölümü semizliğine bağlıdır. Selâmlar.

41. – Ebu Yusuf dedi ki: Mis’ar, Hz. Ömer’den naklen şöyle anlattı: Hz. Ömer buyurdu: Allah’ın emrini ancak başkasına boyun eğmeyen, yumuşaklık göstermeyen, tamahkâr olmayan kimse ikame eder. Yine Allah’ın emrini ancak, hiddeti eksilmeyen, hak uğrunda kendi partisine mensup (taraftarı) olanlara karşı öfkesini yutmayan, doğru söyleyen kimse tatbik eder.

42. – Ebu Yusuf dedi ki: Bazı üstadlarımız. Osman b. Affan’ın mevlâsı Hâni’den şöyle naklettiler: Hz. Osman (R.A.) bir kabrin yanında durunca sakalını ıslatıncaya kadarağlardı. Ona denildi ki cennet ve cehennemi anar, bu kadar ağlamazsın da burada neden ağlarsın? Cevaben dedi ki Rasulullah (S.A.) şöyle buyurdular:

“Kabir, âhiret menzillerinin ilkidir. Kişi buradan kurtulursa, ondan sonrakiler daha kolaydır. Burada kurtuluşa ermezse, ilerdekiler daha zordur”.

Rasulullah diğer hadîslerinde de şöyle buyurdular:

“Kabirdeki manzaradan daha korkunç bir manzara görmedim”.

43. – Ebu Yusuf dedi ki: Ebu Hanife’den şöyle dinledim: Hz. Ali, halife seçilen Ömer’e şöyle hitap etti: Eğer arkadaşına katılmak, ona yetişmek istersen, gömleği yama, elbiseyi çevir, ayakkabıyı ve mestini tamir et, tûl-u emelden vazgeç, doyuncaya kadar yeme.

44. – Ebu Yusuf dedi ki: Üstadlarımızdan bazısı, Atâ b. Ebî Rebâh’tan şöyle naklettiler: Hz. Ali bir müfreze gönderdiği vakit başına bir adam tayin eder, sonra ona şöyle derdi:

Sonunda mutlaka karşılaşacak olduğun Allah’tan korkmanı tavsiye ederim. Senin için Allah’tan gayrı son durak yoktur. O, hem dünyaya, hem de ahirete maliktir. Edası için gönderildiğin vazifeye sarıl. Seni Allah’a yaklaştıracak olana yapış. Çünkü dünyada yapıp da bıraktıklarımı, Allah’ın yanına vardığında hazır bulacaksın.

45- Ebu Yusuf dedi ki: İsmail b. İbrahim el-Bicelî, Abdülmelik b. Umeyr’den nakletti: Sakif’ten biri bana anlattı ve dedi ki: Hz. Ali, beni Abkarâ’ya vali tayin etti ve Abkarâ halkı da yanımda iken bana şöyle dedi: Onların mükellef bulundukları vergiyi tam olarak almağa bak. Herhangi bir hususta onlara ruhsat vermekten şiddetle kaçın. Sakın sen de bir zaafiyet görmesinler. Sonra “öğle vaktinde bana gel” dedi. Öğle vaktinde yanına vardım. O zaman da şöyle dedi: Valisi bulunduğun halkın önünde sana söylediklerimi söyledim, çünkü onlar hilekâr bir kavimdir. Onların başına geçtiğin zaman vaziyete bak. Kış veya yaz, onlara ait bir elbiseyi, yemekte oldukları bir nzkı, taşıt olarak kullandıkları bir hayvanı alıp satma. Bir para yüzünden onların hiçbirini kırbaçlama.

Yine bir para sebebiyle ayakta da bekletme. Vergi olarak aldıklarından, onlara bir mal satma, Biz ancak onlardan affı kabul etmekle emrolunduk. Eğer sen, emirlerime muhalefet edersen Allah benim yerime seni yakalar. Eğer emrettiklerime muhalif bir hareketin bana ulaşırsa seni azlederim. Ben de dedim ki; o halde senin yanından çıktığım gibi sana dönerim. O da, benim yanımdan çıktığın gibi dönsen dahi öyle yap, dedi. Oradan ayrılıp gittim. Bana emrettiklerini aynen yaptım. Vergilerden hiçbir şey noksanlaştırmadan geri döndüm.

46. - Ebu Yusuf dedi ki: Hocalarımdan bazısı Muhammed b. Ka’b el-Kurazî’den naklen bana şöyle anlattılar: el-Kurazî dedi ki: Ömer b. Abdülaziz Halife olunca, Medine’de bulunduğum sırada bana haber gönderdi. Huzuruna vardım. Yanına girince, hayret içinde kalarak gözümü ayırmadan bakmaya başladım. Bunun üzerine bana dedi ki; Ey İbni Ka’b! Sen bana, daha önce bakmadığın bir bakışla bakıyorsun. Ben de «Hayretimden dolayı» dedim. Nedir hayretin? dedi. Dedim ki; değişmiş olan rengine, incelmiş, zayıflamış olan cismine, dökülmüş olan saçma hayret ettim. Dedi ki, Öyle mi! Eğer sen üç zaman sonra, çukuruma atılmış, gözlerim yanaklarım üzerine sarkmış, burnumdan kan ve irin akmış olduğu halde beni görmüş olsaydın benden daha çok ürkecektin.

47. – Ebu Yusuf dedi ki: Şeyhlerimden bazısı Ömer b Zerr yoluyla şöyle dediler:

Ömer b. Abdülaziz’in bütün gayreti, haksızlıkları gidermek ve insanlara mal taksim etmekten ibaret idi.

48. – Ebu Yusuf dedi ki: Şam ehlinden bir üstadbana şöyle dedi:

Ömer b. Abdülaziz Halife tayin edilince, halkın işlerinden yüklendiği mesuliyet sebebiyle iki ay üzüntü ve keder içinde kaldı. Sonra millet ve memleket işlerine nazar etti. Hakları sahiplerine iade etti. O derece ki, kendini ihmal ediyordu. Ölünceye kadar bu minval üzerine devam etti. Vefat edince devrin âlimleri taziye etmek üzere hanımına geldiler, ölümüyle Müslümanların ne kadar büyük bir kayba uğradıklarını, kederlerinin sonsuz olduğunu belirttiler. Sonra hanımına “Bize onun hakkında bilgi ver, zira erkeği en fazla tanıyan zevcesidir” dediler. Hanımı şöyle anlattı: Vallahi o, sizden daha fazla namaz kılan, oruç tutan bir kimse değildi. Lâkin ben onun kadar Allah’tan korkan, Allah korkusuyla titreyen birisini görmedim. Merhum, cismini ve ruhunu insanlar uğrunda tüketti. Halkın ihtiyaçlarını gidermek için bütün gün vazifesi başında kalırdı. Akşam olur da bazı kimselerin işi bitmezse gece de devam ederdi.

Bir gece halkın ihtiyaçlarını bitirmiş olduğu halde geceledi. Kendi şahsî malından olan kandili istedi. Sonra iki rekât namaz kıldı. Sonra elini çenesine dayayarak oturdu. Gözyaşları yanaklarından akıyordu. Sabaha kadar bu şekilde ağladı. Şafak sökünce oruca niyet etti. Ona dedim ki, Ey Müminlerin Emiri! Sende bir şey var, ben seni bu geceki gibi hiç görmedim. Bana cevab verdi: Evet düşündüm ki, ben bu milletin siyahına beyazına Halife oldum. Garib, kanaatkâr, kendi haline terkedilmiş biçareleri, fakirleri, muhtaçları, zorla tutulan esirleri, memleketin dört bucağındaki nice kederlileri hatırladım. Anladım ki, Allah onların hepsinin hesabını benden soracak. Muhammed Mustafa da onların lehine, benim aleyhime şahadet edecek. Bu sebeple Allah yanında mazur görülmemekliğimden, Peygamberin aleyhimde şehadet etmesinden korktum. Böylece kendimin no’lacağını düşündüm.

Vallahi Ömer öyle bir insandı ki, ehliyle eğlendiği bir sırada Allah’ın emrini hatırlasa, suya düşen serçe gibi çırpınır, ıztırap çekerdi. Sonra ağlaması artar, ahu enini yükselirdi. Ona acıyarak üzerimizden yorganı atardım. Sonra hanımı ilâve etti: Bizimle Halifelik arasında doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olmasını ne kadar arzulardım.

49. – Ebu Yusuf dedi ki: Küfeli hocalarımdan bazısı bana şöyle anlattılar: Ömer b. Abdülaziz’i Medine’de gördük. O, insanların en güzel giyineni, en güzel kokular sürüneni, gururla yürüyeni idi. Sonra onu Halife olunca da gördük. Ruhbanlar gibi yürüyordu. Herkim sana, yürüyüş bir seciyyedir, derse Ömer b. Abdulaziz’den sonra, artık sen onu tasdik etme.

50. – Ebu Yusuf dedi ki: Bazı hocalarım, İsmail b. Ebî Hakîm’den şöyle naklettiler: Bir gün Ömer b. Abdülaziz öfkelendi. Kendisi öfkeli bir kimse idi. Oğlu Abdülmelik de orada idi. Öfkesi zail olunca, oğlu şöyle dedi:

Ey mü’minlerin emiri! Senin gibi Allah’ın nimetine nail kıldığı, kadrini ve mevkisini yücelttiği, kulların işine emir tayin ettiği bir kimseden bu gördüğümüz öfkenin suduruna şaştım. Ömer b. Abdülaziz, ne söyledin, dedi. Oğlu, sözlerini tekrarladı. Ona dedi ki, Ey Abdülmelik sen öfkelenmez misin? Oğlu şöyle cevap verdi: Eğer ben öfkemi içimde tutmazsam, o zaman benim içimin bana faydası nedir? Bir alâmeti dahi görünmeyecek şekilde öfkemi içimde saklarım.

---------------------------

1. Hac 22/47.

2. Mürselât 77/38.

3. Duhan 44/40.

4. Naziât 79/46; Ahkâf 46/35.

5. İbrahim 14/7.

6. Secde

7. Vakıa

8. Âl-i İmrân

9.Mâide 5/105.

10. Enbiyâ 21/90.

11. Karşılaştırınız, Bakara 2/219, A’raf 7/199.

medeniyetvakfı.org



Kastamonur.com
Devamını Oku »

Şeyh Ebu Said El Hayr’den Hikmetli Sözler

Şeyh Ebu Said El Hayr’den Hikmetli Sözler


Şeyh diyor ki: Ahmağa edep öğretmek Ebucehil karpuzunu sulamak gibi­dir. Ne kadar çok su verirsen o kadar acı ürün verir.

-----------------

Şeyh diyor ki: Akıllı adam ona derler ki, müşkül bir işle karşılaşsa, onun­la ilgili bütün görüşleri toplar, bilinçli bir şekilde bunları inceler ve içinden doğru olanı çıkarıp alır, öbürlerini bırakır. Tıpkı altınını toprakta yitiren kişi gibi. Eğer bu kişi zeki ise o havalideki toprağı toplar, kalburda eler ve altınını bulur.

------------------

Şeyh diyor ki: Hakimlerden biri demiş ki; Doğduğunda sen ağlıyor, çev-rendekiler ise gülüyordu, ölürken, senin gülmen, çevrendekilerin ağlamaları için çabala!

Sözün edildi mi

Neşeli neşeli can veririm.

-------------------

Şeyhimiz anlatıyor: Şeyh’in şöyle dediğini işitmiştim: Bir fakire sadaka ve­ren kimse, fakirin bu sadakaya muhtaç olduğundan daha çok, kendisinin bu sadakanın esvabına muhtaç olduğunu bilmezse sadakası boşa gider.

Fakih Ebu Ali, Abdullah b. Ömer senediyle Allah Resulünden (s.a.v.) şu hadisi rivayet etmiştir: Üstteki el alttaki elden, yani sadaka isteyenin elinden hayırlıdır. Abdullah b. Ömer demiş ki: Burada üç el bahis konusudur: Üste­ki el ki, Allah’ın elidir, orta (vasıta olan) el ki, sadaka verenin elidir. Alttaki el ki, sadakayı alanın elidir. (Hadiste sadakayı verenin eli hiç anılmamış, muka­yese Allah’ın eliyle sadakayı alanın arasında yapılmıştır.)

------------------

Şeyhimiz bir kere söz arasında şöyle demişti: Resulullah (s.a.v.) buyurdu: Kıyamet Günü ihlas ve şirk getirilir. Âlemlerin Rabbinin huzuruna çıkarılır. Aziz ve celil Allah ihlasa: Sen ve ihlas ehli cennete; şirke de: Sen ve şirk ehli cehenneme gitsin! buyurur. Allah Resulü (s.a.v.) sonra şu ayeti okudu: “Kim bir sevapla gelirse ona ondan daha hayırlısı var, o gündeki dehşetli korkudan da emin olur” (Nemi, 27:89).

------------------

Rivayet ederler ki, adamın biri Bağdat’tan kalkıp Mihene’ye, Şeyh’in yanına geldi ve sordu: Ey Şeyh! Hak Tealâ ve Subhanehu şu halkı niçin ya­rattı? Onlara ihtiyacı mı vardı? Şeyh, hayır, dedi. Şu üç şey sebebiyle onları yaratmıştır: ı) Çok muazzam bir kudreti var, bunu temaşa edecek kimseler lazımdı. 2) Hadsiz hesapsız nimetleri var, bunları yiyecek kimseler lazımdı. 3) Pek çok rahmeti var, bundan yararlanacak günahkârlar lazımdı.

------------------

Şeyh’e sordular: Gece hırsızlık yapan, gündüz namaz kılan bir adam hakkında ne dersin? Cevap: Bunda şaşılacak bir şey yok, göreceksiniz, gündüz kıldığı namazın bereketi gece hırsızlık yapmasına engel olacak!

------------------

Meşayihten biri, Ey Şeyh! Seni rüyada gördüm ve sordum: Şu nefsin elin­den kurtulmamız için ne yapmamız lazım! (Şimdi yine bunu soruyorum.) Şeyh’in cevabı: Hiçbir şey yapman gerekmez, şundan dolayı: Takdir edilen her şey gerçekleşir, bunu önlemek mümkün değildir. Eğer Hak takdir etmiş ise onu gerçekleşmesi için başarı imkânı (tevfık) verir, takdir etmemiş ise tak­dir edilen şeyden ne az ne çok, ne sonra ne önce zerre kadar bir şey olmaz. Eğer Allah bir şeyi irade ederse o şeyi talep etmeni sağlar.Hakikat de o seni talep edince seni talepkâr kılar.

------------------

Rivayet ederler ki, Hoca Ali Habbaz Ebiverd’e gitmek üzere Merv’den Mihene’ye gelmişti. Şeyh mecliste oturmuş, yanında da Hoca Ahmed b. Nasr ve daha birçok şeyhler vardı. Sohbet ediyorlardı. Söz arasında dünya ehli bir zenginden bahsedildi. Hoca Ali Habbaz: Evet, dedi; o himmet sahibi bir er­dir. Şeyh: Ama dedi, mürüvvet sahibi olması lazım. Onunkine himmet de­mezler, emel derler. Mal harcayan kimseye himmet sahibi değil, emel sahibi derler. Himmet sahibinin aklından Hak’tan başka hiçbir şey geçmez.

------------------

Rivayet ederler ki, Şeyh (k.r.a.) bir gün mescitte otururken sakalına bir sa­man çöpü düştü. Dervişin biri elini uzatıp bu çöpü aldı ve mescide attı. Şeyh ona dönüp: Yâ ahi (birader) şu yaptığın iş sebebiyle ulu ve yüce Allah’ın, ye­di kat göğü yeryüzünün üzerine yıkarak onu yok etmesinden korkmuyor mu­sun? Allah Tealâ yüzü, bu kadar şerefli olduğu halde mescidin toprağına ko­yup secde etmeni emretmiş ve: “Secde et ki, bana yaklaşasın” (Alak, 96:19) buyurmuştur. Bu saman çöpünün sakalımızda kalmasını doğru bulmadın, ama onu kaldırıp Allah’ın evine atmayı nasıl doğru bulabildin?

------------------

Şeyhimize sordular: Halktan Hakk’a giden yolların sayısı ne kadardır? Şeyh’in cevabı: Bir rivayete göre binden fazla, diğer bir rivayete göre varlık­ların zerreleri kadar Hakk’a yol gider. Ama bir insan rahatı için çalışmaktan daha kısa, daha iyi ve daha kolay bir yol yoktur. Biz bu yolu tuttuk ve herke­se de bunu tavsiye ediyoruz.

------------------

Dervişin biri Şeyh’e sordu: O’nu nerede arayayım? Şeyh’in cevabı: Nerede aradın da bulamadın? Eğer samimi olarak O’nu aramak için bir adım atsan, baktığın her yerde onu görürsün.

-------------------

Söylenmesi gereken her şeyi söyle ki,söylenmedik bir şey kalmasın,yapılması gereken her şeyi yap ki,yapılmadık bir şey kalmasın.

-------------------

Zenginlik sevimli bir yorgunluk,fakirlik sevimsiz bir rahatlıktır.Bütün fazilet ehli ve meşayih ittifak etmişlerdir ki,bu konuda hiçbir kimse bundan daha özlü ve daha iyi bir şey söylememiştir.

-------------------



Rivayet ederler ki,oğlu veya torunu dünyaya gelen herkes kulağına ezan okunsun diye çocuklarını hemen Şeyh’e getirirlerdi.Şeyh ağzını çocuğun kulağına koyar,ezan yerine kulağına şunu fısıldar:Bu yol (fıtrat) üzre olman gerek !

------------------

Şeyh diyor ki: Kulluğun hakikati şu iki şeydir: Güzel bir şekilde Allah’a ih­tiyaç hali içinde olma. Bu, hallerin iç yüzüdür. Allah Resulü’nü (a.s.) güzel bir tarzda örnek alma. Burada nefsin ne nasibi ne de rahatı bahis konusudur.

------------------

Şeyh’in sözü: Ne mutlu o kişi ki, tüm ömründe bir tek nefesi vardır. Yani bahtiyardır o insan; ömür boyu bir tek saf nefes alır ve bu da nefse zıt olur. Nefs galipken çıkan nefes, nefes değildir. Belki bacadan çıkan dumandır; çün­kü bu, onun tabiatından çıkmaktadır. Nefs ezilir ve yenilgiye ugratılırsa o za­man Islanan nuru galip olur, işte o vakit bedenden saf ve iyi nefesler çıkar. Tıpkı gülistandan geçen sabah rüzgârı gibi. Bu rüzgâr hangi hastanın üzerine esse, o hasta derhal bir ferahlık hisseder ve şifa sebebi olur.

------------------

Şeyh anlatıyor: Sohbetin şartları vardır: Temiz elbise ve kulun giyinmiş ol­duğu elbiselerin en güzeli tevazu elbisesidir. Kulun, tevazu kıyafetinden daha güzel bir kıyafeti yoktur. Tevazudan başka hiçbir şey kulu izzetli ve itibarlı kılmaz. “Alçak gönüllü olanı Allah yüceltir.” Tevazu, boyun eğmek ve bu yo­la baş koymak, (şahsi) amelleri görmemektir. Bu yolda hiçbir afet kibirlen­mekten daha beter değildir. Kibirlenmek dik başlılıktır. Burnu havada ol­maktır. Benlik taslamaktır. Iblis’in: Ben ondan daha üstünüm, demesi gibi onun benliği binlerce senelik ibadetini heba etmiştir.

------------------

Derler ki: İblis çarşıda pazarda dolaşır ve halka: Dikkatli olun, aldanmayın ve ben” demeyin. Benlik tasladığım için başıma gelene bakın! Ululuk ve bü­yüklük O’nun sıfatıdır. Bir kimse bu konuda O’nunla çekişir ve kendini 0’ nunla bir görürse Allah onu kahreder.

------------------

Şeyh anlatıyor: Süleyman’dan daha aziz kimse gelmez, onun mülkünden daha muazzam mülk de olmaz. Bununla beraber elinde rüzgârdan başka bir şey yoktu. “Rüzgârı Süleyman’ın emrine verdik” (Enbiya, 21:81). Mülkün mik­tarı gösterilmek istendiğinde onu tahtından indirdiler ve yerine “sahr” deni­len bir cinnîyi oturttular. Onun yönettiği mülkü bu yönetmeye başladı. Bu durumdaki mülkü Süleyman’a gösterip bu mülk göz dikmeye değmez; “Bana öyle bir mülk ver ki, benden sonra kimsenin öyle mülkü olmasın” (Sad, 39:35) demeyi haklı kılacak bir şey de değildir, dediler.

------------------

“Rabbin dilediğini yaratır ve tercih eder” (Kasas, 28:68) mealindeki ayet sorulduğunda Şeyh dedi ki: Hakk’ın tercih ettiği kişiler olmak lazım. Hakk’a layık ve onun (güzel amellerle) süslediği kul olmak gerek. Kulun tercihi işe yaramaz. Biz onsuz bir nefes bile alamayız. O’nun dilemediği bir şey asla ol­maz. Bizim “hiç” olmamız daha iyidir. Eğer bir cezbe zâhir olursa ku1 bu cez­beyle süslenmiş, harcadığı çabayla bezenmiş olur. Böylece görmeye elhil hale gelir. Görmeye ehil olunca işitme ehliyetine de sahip olur. İşte o zaman ona:

“De ki, Allah’ın lütfü ve rahmetiyle. Bununla ferahlasınlar, yığdıklarından bu daha hayırlıdır” (Yunus, 10:58). Şad ol, bununla ögünmeniz servetten daha iyidir. Bize: Ey Ebu’l-Hayr’ın oğlu o daha hayırlıdır, buyurdu, ben de size di­yorum ki: Ey Ebu’l-Hayr taraftarları, o daha hayırlıdır!” Herkes bir şeyle övü­nür. Kimi dünya, kimi ukba, kimi yüksek derece, kimi sevap işlerle iftihar eder. Biz size diyoruz ki: Bunların hiçbiri yokken o vardı, vardır, var olacak.

Ebu’l-Kâsım Bişr-i Yâsin Mihene’de yaşlı hanımlara şu zikri öğretirdi: Ey sen! Ey her şey sen! Ey her şey senin için olan! Sen teksin, şerikin yoktur. Bunların hepsi Hak Tealâ’nın şu sözünde vardır: “O, yığdıklarından daha hayırlıdır” (Yunus, 10:58). Ey Müslümanlar! Bundan (servetten) bir koku alan ve benliğine doymuş olan kişi bu yola yabancıdır. İhtiyaç halinde bulunan ve bu derdin kokusunu alan kişiye feyz gelir, dili açılır. İhtiyaç halinde olmak gerek, ihtiyaç halini istemek gerek, sadece istemek işe yaramaz, ihtiyaç ise, hakikatin esrarını sana çeken bir mıknatıstır.

------------------

Şeyh’in hitabı: Ey Müslümanları Daha ne zamana kadar ben diyecek ve ben dediğiniz için mahcup olacaksınız? Kıyamet Günü “Evet, yaptım” diyemiyeceginiz bir şeyi bu dünyada yapmayınız. Size vebal getiren bir şey söylemeyiniz. Şu benlik insanları perişan ediyor. Bu benlik lanet ağacıdır, tik defa “Ben” diyen İblis oldu. Onun dayandığı lanet ağacı Bendi. Ben diyen herkes bu ağacın (acı) meyvelerini toplamak zorundadır ve her geçen gün Hak’tan biraz daha uzaklaşır.

Cabir b. Abdullah Resul’un (a.s.) hücresinin kapışım çaldı. Resul (a s ): Kim o, deyince Cabir: Ben, dedi. Resul (a.s.) kalktı, kapıya doğru yürürken. Ben, Ben! Oysa ben, Ben demem, diyordu. O, benliğinden el-aman dediği, bu hususta da ciddi ve samimi olduğu için hitap geldi: Şunu söylemen için biz­den sana destur: De ki: “işte yolum, basiret üzere Allah’a davet ediyorum Ben” (Yusuf, 12:18).

------------------

Şeyhimiz bir kere söz esnasında demişti ki: Çok namaz kılanlar ve çok zi­kir yapanlar Allah katında birikmiş olan sevaplarının hesabını yaparlar, bu­nun yerine Allah’ın onlara olan nimetlerinin hesabını yapsalardı huzura erer­lerdi. Şeyh sözüne devam etti: Allah Resulü (a.s.): Ölülerle oturmaktan sakının, buyurdu. Ölüler kimlerdir sorusuna da şu cevabı verdi: Nân u nimet içinde doğan ve yetişen dünyacılar Hz. Peygamber daha sonra dedi ki: Ey Muaz! Refah içinde yüzmekten sakın; çünkü Allah’ın özel kullan refah içinde yüzmezler.

------------------

Şeyh bir sohbet toplantısında demişti ki: Hayat bilgiyle hayattır, huzur marifette, zevk zikirdedir. Tevhidin ödülü cennette Yüce Allah’ı temaşa et­mek, emirlere uymanın ödülü cennet, günahlardan kaçınmanın ödülü cehen­nemden kurtulmaktır. Daha sonra Şeyh şu ayetleri okudu:

“Ey insanlar! Sizler Allah’a muhtaç yoksullarsınız. Allah ise kimseye muh­taç olmayan ve zenginliği dillere destan bir zengindir” (Fâtır, 35:15).

“Eğer Allah dilerse sizi yok eder, yerinize yeni bir halk getirir, bunu yap­mak ona zor da değildir” (İbrahim, 14:19).

------------------

Şeyh’e: “Yüce Allah ne şeklinize bakar, ne de mallarınıza. O, kalplerinize! ve işlerinize bakar” hadisinin anlamı sorulduğunda dedi ki: Her kişinin değeri kalbine göredir; çünkü şekil sedeftir, kalp ise onun içindeki incidir. Hûkümdarlar sedefe değil, içindeki inciye bakarlar ve cevherler de türlü türlü-1 dür. Her kişi değerini kalbinden alır, her kişinin işinin sonu kalbine varır. Hak kalbe lütuf ve rahmetle bakar. Nitekim Yüce Allah buyurur: “Bu, Allah’ın dilediğine bahşettiği bir lütuf olur, O, rahmetini dilediğine tahsis eder” (Hadid, 57:21, Cuma, 62:4, Maide, 5:45).

------------------

Yâ Şeyh fakirlik mi yoksa zenginlik mi daha mükemmel bir haldir, soru­suna Şeyh’in cevabı:

Ey Horasanlı sevgili iıe kadar acayipsin!

Horasanlı acayip sevgililerin kuluyum ben.

Şeyh sözüne devam etti: Daha mükemmel, daha kusursuz ve daha üstün şeriat düzeyinde söz konusu olur. Bir kimse ilahi nazara mahal ve mazhar olunca onun fakirliği zenginliğe, zenginliği fakirliğe dönüşür. Beşeriyet rübubiyetin aynasıdır. Âdemoğlu hariç, Allah yarattığı hiçbir şeye bakmamıştır. Al­lah, nefret ettiği için yaratmış olduğu dünyaya hiçbir zaman nazar etmemiştir. Âdemoğlu söz konusu olunca şöyle buyrulmuştur: Allah sizin ne suretlerini­ze bakar ne de mallarınıza (amellerinize?). Fakat sadece kalplerinize nazar eder. Allah’ın bütün âlemi yaratması için bir emri yeterli olmuş, ol deyince âlem olmuştu. Yaratma sırası âdemogluna gelince: “Onu elimle yarattım” (Sad, 38:75) buyrulmuş, bu ifade beden için kullanılmış, sıra ruhlara gelince: Ona ruhumdan üfledim, buyrulmuştur.

------------------


Şeyh anlatıyor Şöyle bir hadîs vardır: Bir topluluk Resule (a.s) gelmiş ve sormuşlar: Dervişlik (fakirlik) nedir? O da içlerinden birini çağırmış ve sormuş: Beş akçen var mı? Adam var, deyince öyleyse sen derviş değilsin, de­miş. Başka birini çağırıp sormuş: Beş akçen var mı? Adam, yok ekmiş, peki beş akçeye sahip olma imkânına sahip misin? Adam, evet demiş. Sen de derviş değilsin, demiş. Başka birini çağırıp sormuş: Beş akçen var mı? Adam, yok ekmiş. Beş akçe edecek bir şeyin var mı? Adam, yok demiş. Peki beş akçelik kredin var mı? Adam, yok demiş. O halde beş akçe kazanabilir misin? Adam, kazanabilirim, demiş. Hadi oradan, sen derviş değilsin, demiş. Başka birini çağırıp sormuş; Şu söylenenlerden herhangi bir şeyin var mı? Adam yok, de­miş, Peki bir yerden beş akçe gelse, bunda benim payıma bir şey düşer der misin? Adam, en azından bunu söylerim. Hadi oradan, sen de derviş değilsin, demiş. Başka birisini çağırıp, şu söylediklerimden herhangi birine sahip mi­sin? Adam, hayır, hiçbiri yok. Eğer beş akçe bir yerden eline geçse bunun üze­rinde tasarrufta bulunur musun? Adam, hayır, asla ey Allah Resulû, demiş. Peki bunu ne yaparsın, diye sorunca, cemaatin ihtiyaçları için harcarım, demişiz. Peygamber derviş sensin ve dervişliğin böyle olması lazımdır, de­miş. Resul bunu söyleyince hepsi ağlaşmış ve: Ey Allah Resulü bize herkes der­viş diyor. Dervişlik tarif ettiğin bu şey olduğuna göre, şimdi biz neyiz? Peygamberin cevabı: Derviş odur, siz ise onun tufeylilerisiniz (asalakları) !

------------------



Meşayihten biri, Ey Şeyh! Seni rüyada gördüm ve sordum: Şu nefsin elin­den kurtulmamız için ne yapmamız lazım! (Şimdi yine bunu soruyorum.) Şeyh’in cevabı: Hiçbir şey yapman gerekmez, şundan dolayı: Takdir edilen her şey gerçekleşir, bunu önlemek mümkün değildir. Eğer Hak takdir etmiş ise onu gerçekleşmesi için başarı imkânı (tevfik) verir, takdir etmemiş ise tak­dir edilen şeyden ne az ne çok, ne sonra ne önce zerre kadar bir şey olmaz. Eğer Allah bir şeyi irade ederse o şeyi talep etmeni sağlar. Hakikatte o seni ta­lep edince seni talepkâr kılar.

------------------

Şeyh’in sözü: Vaktin iki nefes arasındaki zamandır. Bunlardan biri geçmiştir, öbürü henüz gelmemiştir. Şeyh daha sonra: Dün gitti, yarın nerede? Henüz yok. Gün bugündür (Saat bu saat, dem bu dem). Vakit keskin bir kılıçtır.

------------------

Şeyh diyor ki: Maveraünnehir meşayihi demiştir ki: Şirkin mahalli şıma­rıklık, imanın mahalli hüzündür.

------------------

Şeyh’in sözü: Dert, Hakk’ın kulu belalardan koruduğu bir hisardır.

------------------

Şeyh diyor ki: Dünyacılar iblis’in (nefsânî) arzular ağıyla avladığı kimse­lerdir. Ahiret ehlini ise Hak dert ağıyla avlamıştır. Hak Tealâ buyurur: “Ferah olma, Allah ferah olanları sevmez” (Kasas, 28:76). Allah Resulü (s.a.v.) buyu­rur;. “Allah Tealâ hüzünlü her kalbi sever.”

-------------------

“Allah’ın zikri en büyüktür” (Ankebut, 29:45) mealinde ayetin anlamı so­rulunca Şeyh dedi ki: Anlamı şudur: Hakk’ın kulunu anması en büyüktür; çünkü önce Hakk kulunu anmadıkça kul onu anamaz. Şu halde Hakk’ın ku­lunu anması ve kuluna da kendisini anma başarısını vermesi en büyük şeydir. İyi bak, haddi zatında O kendini anıyor, kul ortada yoktur; çünkü O hiçtir. Kul durmadan koşuşturur, dünyayı dolaşır, rahatı buldum sanır ama bilmez ki, O’nun olmadığı bir yerde rahat olmaz. Nereye gidersen git, eğer o yoksa rahat da yoktur. Zaten o her yerde vardır. Ama sen O’nu burada görüyorsun.

Epey koşuşturdum ve taban eskittim.

------------------

Şeyh diyor ki: Bir kimse tedbir konusunda kabirdeki ölüler gibi olmadık­ça selamete eremez; çünkü Allah Tealâ halkı cebir altında yaratmıştır. Bunun dışına çıkmalarının yolu ve çaresi yoktur. İnsanların eh mutlu olanı Allah'ın kalbine çaresini gösterdiği kimsedir. Çareyi kendinizde değil, O’nda arayınız.

------------------

Anlatırlar ki, Şeyh (k.r.a.) Nişabur’dayken Üstat İmam Ebu’l-Kâsım Kuşeyriye: işitiyorum ki, vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunuyormuşsun, diye haber gönderdi. Cevap geldi: Vakıf malları bizim gönlümüzde değil, eli­mizdedir. Şeyh karşılık verdi: Bize göre elinizin de gönlünüz gibi olması lazım!

------------------

Hafız Üstat Abdurrahman anlatıyor: Şeyh (k.r.a.) Nişabur’da bulunduğu sırada birisi yanma gelip: Garip bir adamım, bu şehre geldim, ününüz şehri kaplamış, herkes sizi konuşuyor. Pek çok kerametlerinizin olduğunu söylüyorlar. Şimdi bunlardan birini gösterir miriniz? Şeyh anlattı: Birisi kasabın oğlu Ebul-Abbas'a: Amül’deydim birisi geldi ve bu soruyu sordu. Şeyh Ebu’l-Abbas ona dedi ki: Bunu görmüyor musun, şu gördüklerin keramet değil de nedir? Ka­sabın oğlu babasından mesleğini öğrendi. Sonra ona öyle bir şey (bir tecelli) gös­terdiler İd, aklı başından gitti. Bağdat’a attılar. Pir Şibli onu Mekke’ye gönderdi. Mekke’den de Medine’ye, oradan da Mescid-i Aksa’ya. Ona Hızır'ı gösterdiler. Hızır’a, onu kabul etme ve sohbetinde bulundurma arzusunu verdiler. Sonra onu buraya geri gönderdiler. Bütün âlem yüzünü ona çevirdi. Hatta harâbât eh­li (ayyaşlar) bile çıkıp geliyor, nefslerinin karanlıklarından kurtulmak istiyor, tevbe ediyor, âlemin dört bir yanından bağrı yanıklar sökün ediyor, bizde O’nu arıyorlar. Bundan büyük keramet mi olur?

Bu sözleri dinleyen adam: iyi ama yine de ben şimdi bir kerametini görmem lazım, deyince Şeyh: iyi bak ve gör, dedi. O’nun lütfü değil midir ki, mesleği ke­çi boğazlamak olanın oğlunu büyüklerin baş tarafına geçirip oturtmuşlar, yerin dibine batmıyor, çatı üstüne yıkılmıyor, kıyamet kopmuyor, mal ve mülkü ol­madığı halde vilayeti var, çalışmadan, kazanmadan rızkı ayağına geliyor, yiyor, yediriyor! Bütün bunlar keramet değil de nedir?

Şeyh Ebu Said daha sonra: Ey delikanlı! Aramızda geçen olay aynen Kasab’ın oğlu Ebu’l-Abbas’ın karşılaştığı olaydır, dedi. Ama adam: Ey Şeyh! Ben senden keramet istiyorum, sen ise bana Şeyh Ebu’l-Abbas’ı anlatıyorsun, diye tutturdu. Şeyh de: Kendini tümüyle Kerim’e verenin bütün davranışları keramet olur, de­di, tebessüm etti ve şu dizeleri söyledi:

Bir rüzgâr ki, Buhara’dan bana geliyor,

O gül, misk ve yasemin kokuyor.

Özerinde bu rüzgâr geçen her kadın ve erkek;

Der ki: Acaba bu rüzgâr Çin’den mi esiyor!

Hayır, hayır, böyle misk kokan rüzgâr Çin’den esemez,

Bu rüzgâr sevgilimin bağrından esip geliyor.

Her gece Yemen tarafına bakıyorum, gelirsin diye,

Zira sen cenup yıldızısın, cenup yıldızı Yemen’den geliyor.

İsmîni halktan gizlemek için didiniyorum ey sevgili!

Korkarım adın halkın diline düşüyor.

Lâkin ne zaman kime bir şey söylesem, istesem de istemesem de ilk sözüm adın oluyor.

Şeyh dedi ki: Eğer O, bir kulu arındırırsa onun bütün davranışları, tavırları, halleri ve sözleri keramet olur. Allah’ın selamı Muhammed’e ve tüm âline.

------------------

Şeyhimiz anlatıyor: Davud Tâî bir gece mezarlığa gittiğinde bir ses işitti: Ah, ah, acaba niçin namaz kılmaz, oruç tutmazdım! Biri cevap verdi: Doğru, ama Rabbinle baş başa kaldığında da onunla murakabe halinde değildin.

Şeyhimizin ilavesi: Kalbine gelen düşünceler konusunda Allah’la muraka­be halinde olan bir kimseyi, organları faaliyete geçtiği zaman Allah korur.

------------------

Şeyhimiz diyor ki: Emirü’l-Müminin Ali’ye (r.a.) rükûun anlamı soruldu. Dedi ki: Müslüman rükûa vardığında kalbiyle şöyle der: Boynum vurulsa ne dinimi terk ederim, ne de Rabbime olan ibadetimi! (Bu niyetle boyun eğer).

------------------

Şeyh anlatıyor: Ebu Bekir Vâsıti şöyle demiş: Güneş, pencereden odaya düşünce bazı zerreler gözükür, rüzgâr esince bu zerreler ışık ortamında ha­reket ederler. Bu zerrelerden hiç korkar mısınız? Kesinlikle hayır, dediler. Dedi ki: Tüm âlem de tevhit ehli bir kulun kalbinin önünde, rüzgârın önün­deki zerre gibidir!

------------------

Kaynak:
Muhammed Bin El Münevver- Tevhidin Sırları
Devamını Oku »

Hz.Ali'den Seçme Şiirler

Hz.Ali'den Seçme Şiirler

Eğer zaman seni ısırırsa, selâmeti bekle; zîrâ selâmet onu bekleyene elbette gelip konacaktır.

Eğer sana zarar dokunursa, ve ona dûçâr olursan, sabret, zîrâ ferahlık onun akîbindedir.

Hastalıktan kalkmış nice adamlar hastalıkların­dan inlediler, ve nice inletenler uykusuzluktan göz kapayamadılar.

Nice zahmet çekenler telaşlarındadır, ve nice belâ düşkünleri korkularından uyuyamaz.

Gecelerinin akşamında mesrûr olan nice adamla­rı sabahleyin musibet kaplar.

Zamana arkadaşlık eden adam onun arkadaşlığı­nı zemmeder, hâlbuki onun berrağına da bulanı­ğına da destres olur.
--------------------------------------------------

Dünyaya tama* etmeyi bırak, ve ma‘îşette tama‘kâr- lık etme.

Dahi maldan çok şey toplama, zîrâ kime bırakaca­ğını bilmezsin.

Hem bilmezsin ki kendi toprağına mı yoksa baş­kasına mı atılacaksın.

Zîrâ rızık taksim olunmuştur, ve insanın çabala­ması fâide vermez.

Her tamakârlık eden adam züğürt, ve her kanaat­kârlık eden zengindir.
--------------------------------------------------



Câhil ile görüşme, ve kendisinden sakın; zîrâ nice câhiller, bir hakime karındaşlık gösterdikleri sıra­da, kendisini helâk etmişlerdir.

İnsan yoldaşlık ettiği adama kıyâs olunur;zîrâ bir gönül diğer bir gönle ulaşınca ona numûne olur.
--------------------------------------------------

Ey cehâletten dolayı soyla tefâhür eden adam, bil ki bütün insanlar bir anadan ve bir babadandır.

Onların gümüşten ya demir ya bakırdan yâhûd altından yaratıldıklarını görüyor musun ?

Mallarından yaratıldıklarını görüyor musun? Et­ten ve kemikten ve sinirden başka bir şeyden mi­dirler ?

îftihâr ancak akl-ı metinle ve haya ve iffet ve terbiye ile olunur.
--------------------------------------------------



Hakîkaten dünya dâr ı fenâdır, dünyanın pâyidârlığı yoktur; dünya ancak örümceğin dokuduğu ağa (eve) müşâbihtir.

Ey dünya talebkârı, hakikatte sana ondan bir parça azık yetişir; zîrâ hayatım hakkı için, az vakit sonra dünya üzerindeki adamların cümlesi ölmüş olacaktır.
--------------------------------------------------

Ölü iken, diri oldun; çok geçmeden de ölü olacak­sın.

Fâni olan bu dâr-ı dünyada ev pahâlıdır; o hâlde bâki olan dâr-ı âhirette bir ev binâ et.
--------------------------------------------------

Kendilerine acıdığım adamlar gitti, ve onlardan ayrıldıktan sonra yalnız kaldım.

Toprağın içinde senin ile kendisi arasında iki karış mesafe bulunan zât senden nihâyet dere­cede uzaktır.

Halkın enzârı önünde toprağının tabakaları açılsa, efendi kölesinden fark olunmayacaktır.

Ayağını toprağa basmaya kıyamayan adam yumuşak yanağını toprağa sürüyor.
--------------------------------------------------

Birtakım adamlar geçen zamana kabahat bulur­lar; hâlbuki geçen zaman asla değişmez.

Geceyi görüyorum, ki bildiğim gibi geçiyor; gün­düz dahi bize dönüyor.

Gök dahi bizden yağmuru hapsetmedi; ne de gü­neşimiz ve ayımız tutuldu.

İmdi zamanın sûret-i murûruna kabâhat bulana söyle ki: Zamana haksızlık ediyorsun, insana kabahat bul.
--------------------------------------------------

İlim bir süstür, bunun için tahsîl-i ilim etmelisin; ve yaşadıkça, ilmi arayıp kazanmalısın.

Dahi ilim ile rahatlan, ve Hakk Teâlâya itimâd edip, mâsivâdan müstağni ol; ve yumuşak, aklı metin ve perhizkâr ol.

İlim ile doyma, zîrâ bir gün ya ilme hırsnâk ola­caksın ve yâhûd içine dalıp müstağrak olacaksın.

Dahi takvâ-yı mahzla ibâdet eder perhizkâr bir mert olup, dîni ganimet bil, ve ilmi kapmaya çalış.

Ve bil ki onunla doğru yolu bulursun, zîrâ ilim suyu berrak bir ırmaktır, ki hâheşkeri için iyiliğin­den revân olur.
--------------------------------------------------

 Vefâdârlık ve sadâkat öldü, bunun için insanlarda ne ihsan ne ümit vardır, ümitsizlik ve sabırsızlıkla kederden başka bir şey kalmadı.

İmdi Cenâb-ı Hakk’a i‘timâd ederek sabret, ve hoşnûd ol; zîrâ Hakk Teâlâ kendilerinden ümit olunanların ve kendilerine tebe‘iyyet edilenlerin en sehîsidir.
--------------------------------------------------

Zaman ve günler geçti, ve meydanda günahtan başka bir şey yoktur; sen ise hevâ ve hevesine tâbi‘ olarak, Hakktan gaflet üzeresin.

Dünyada sevincin aldanmaktan ve hasretten, ve dünyada yaşayışın mümkünsüz ve boş şeylerden ibârettir.

Dünyadan azığını hazırla, zîrâ elbette yolcusun; ve çabuk ol; zîrâ ölüm şüphesiz gelicidir.

İyi bak! Zîrâ dünya bir atlının indiği konak gibidir, ki o atlı akşam istirahat edip, sabahleyin yine yolcudur.
--------------------------------------------------

Nefs dünyaya ağlar, halbuki biliyor ki dünyadan selâmeti ondaki şeyleri bırakmasıdır.

İnsan için ölümden sonra ikâmet edecek ev yok­tur, ölümden evvel binâ ettiği evden başka.

İmdi onu iyilikle binâ etmiş ise, ikâmeti güzel olur; ve eğer kötülükle binâ etmiş ise, sakini mahrûm olur.
İmdi insan o ümitleri döşetir, zaman ise devşirir, kişi onları yayar, ölüm ise toplar.Ölüm korkusu altında bile olsa, herkesin kendisi­ne kuvvet verir birtakım ümitleri vardır.

Mallarımızı mirasçılar için topluyoruz, ve evleri­mizi, zaman vîrân etsin diye, binâ ediyoruz.

Dünyada nice şehirler binâ edilip de, vîrân oldu­lar, ve ahâlîsi ölüm mücâzâtına uğradılar.
--------------------------------------------------



Zaman ancak bir uyanıklık ile bir uykudan ve bunların arasında bir gece ile bir gündüzden baş­ka bir şey değildir.

Birtakım adamlar yaşıyorlar, ve birtakım adam­lar ölüyorlar; zaman ise melâmet kabul etmez bir hâkimdir
--------------------------------------------------



Sabır emel ve arzu olunan şeylerin anahtarıdır, ve her bir iyilik onunla olur.

Her ne kadar sabır geceleri uzun sürse dahi, sab­ret, zîrâ sabır ile çok defa harûn at muti* olur.

Ve çok defa sabır ile insan o şeye nail olur, ki hak­kında: “Nafile! Bu olmaz,” denilmişti.
--------------------------------------------------

Devamını Oku »

Muhyiddin İbn Arabi'den Hikmetli Sözler



Sınırlandırılamayanın sınırı hakkında soru soran biri cahildir.Sen O'nun neticeleriyle ve eserleriyle cevap ver,alim olursun.

-------

Perde açıldığı zaman her şey olduğu gibi açığa çıkar. Bunun neticesinde; bilen rahat eder, cahil ise büyük bir hüsrana uğrar. O halde ölümden önce ilim aracılığıyla kendi nefsini idrak et. Çünkü karanlık önündedir ve onda ilminden başka bir ışık yoktur. Amellerinin en şereflisi de ilimdir.

------

Kesin olarak ortaya çıkmıştır ki öğreten haktır, dolayısıyla kimseye minnet etmemek gerekir. Öyleyse öğrenmeye aracı olana, emir açısından değil fiil açısından teşekkür etmek gerekir. “En eşkur II veli valideyke ileyye’l masîr / Önce bana, sonra da ana babana şükret…dönüş ancak banadır.” (Lokman, 14)

------

Değnek ve dalları birer birer kırmak mümkündür; ama demet haline getirdikten sonra onları kırmaya güç yetiremezsin. O halde birleşin ve birbirinizden ayrılmayın. Bilgi topluluk ve varlık pınarından doğar.

-----

Seni senin için seven herkese güven. Çünkü bu, sahih bir sevgidir.Allah’ın kullarını sevmesi de bu kabildendir. Onları kendileri için seviyor, kendisi için değil.

------

Kainatta olan her şey insana boyun eğdi-rilimiştir, buna rağmen insan inkar eder: “Kutilel in-sanu ma ekfereh/ Kahrolası insan! Ne inkarcıdır!” (Abese, 17)

-------

Sütten saf tereyağından başka bir şey alınmaz. Sen de şeylerin ruhlarını kavramaya çalış. Bal olarak arının kendisi için biriktirdiğinden başkasını alma. İlim şarabından, ayakların çiğnemediği halis olanından başkasını içme. Sulardan sadece yağmur suyunu iç. Çünkü yağmur suyu damlayan bir sudur ve içinde fazladan ilim vardır.

------

İnsan feleğin kutbudur. Direktir insan. Bilmiyor musunuz; insan dünyadan ayrıldığında dünya harap olur,dağlar yerinden ayrılıp dağılır, gökler parçalanır ve yıldızlar sönüp gider.

-------

Bahtiyar o kimsedir ki, halkın içinde hakka bakar; hakkın halk içindeki hükümlerine değil. Eğer mutlu biri ise bundan ayrı bir konumdadır. İmamlarımızdan biri şöyle demiştir: Halka Hakkın gözüyle bakan onlara merhamet eder. ilim gözüyle bakansa onlara buğzeder.

-------

Hak teala mutlak cömerttir; kim O’na gelirse, onu seçer. Kim de O’ndan yüz çevirirse, onu terk eder. Eğer Hakka icabet ederse, Hakla buluşur. Ama yüz çevirmeye devam ederse ve bu durumunu O’na varıncaya, yani bütün varlıkların gittiği yere ulaşıncaya kadar sürdürürse Hakkın kendisinden yüz çevirdiğini görür. Hakkın kendisiyle buluşmasını ister. Ona denir ki:Bu, senin yüz çevirmendir. Bu, senin suretindir. Ama sen onu inkar ediyorsun.

--------

Kim Allah’tan başkasına bakarsa, bu bakışı onu Allah’tan uzaklaştırır. Artık, benim düşmanım başkasıdır,dememelidir. Aksine sen kendinin düşmanısın.

---------

Hakkı idrak etmeyi engelleyen perdeler büyüktürler. Bunların en büyüğü de ilimdir. Çünkü ilim sahibi olunca, O’nu elde ettim, dersin. Herakli-yus peygamberlik bilgisine sahipti, ancak imanı yoktu, bu bilgisi ona fayda sağlamadı. Yahudiler Hz. Muhammed’in (s.a.v.) gerçek Nebî olduğunu biliyorlardı. Ama bilmeleri onlara fayda vermedi. Nefisleri onun kesin Nebî olduğunu kabul ettiği halde onu inkar ettiler. İblis, Allah’ın emrine uymanın gerekli olduğunu biliyordu, ama emre uymadı ve muvaffakiyetten mahrum kaldı. İlme aldanma, ilimle gururlanma. İlim cehaleti ortadan kaldırır, ama mutluluğu, saadeti sağlamaz. İlme imanın eşlik etmesini sağla, o zaman nur üstüne nur olur. İlmin niçin en büyük perde olduğunu biliyor musun? Çünkü ilim sahibi kimse malumu ilmi oranında görmek ister. Oysa her malum için böyle bir istek tasavvur edilemez. Hakkı bildiğini iddia etmeyen, acizliğini ve muhtaçlığını kabul eden ve her makamda Hakka inanan kimse, O’nu görür. Bu hususta sahih bir hadis vardır. Bu ufukları aydınlatan kıvılcımın ışığında işaret ettiğimiz hakikate dikkat et.

------

Dünya var oldukça mutluluk da yorgunluk ve zahmet de var olacaktır. Burası erime ve ayrışıp arınma yurdudur.Sen, altı gün boyunca dolaşırsın, yedinci günde ebedilik yurduna girersin.

-------

Kendi adını söylemeden önce O’nun adını zikret; o zaman hakkı amaç edinen ve hakkın da kendileriyle ilgilendiği kimselerin divanına yazılırsın.

------

Allah’ın rahmeti, merhamet edenleri nerede olurlarsa olsunlar takip eder, yerin kat kat altında bile olsalar onların arasına sızar.

--------

Eğer Allah’ın kahredici isminden çok az bir şey halkın üzerine musallat olsa, onları tuz buz eder. Oysa Allah’ın muradı bekadır. Beka da rahmete aittir. Nitekim bazı insanlar azapta bile olsalar onları ebedi kılan rahmettir.

-----

O sana şah damarı kadar yakındır; O’ndan başkasına bakma. Eğer O’ndan başkasına bakarsan kendinden başka bir şey göremezsin. Nefsin de O’na karşı bir perdedir; asla O’nu göremezsin.

------

Bil ki, hiçbir göz ve hiçbir akıl yüce Allah’ı ihata edemez. Ancak zayıf vehim, O’nu somutlaştırır, tasavvur eder. Bu durum, bazı akıl erbabı için geçerlidir, ki Allah’ı hayal ettiklerinden ve vehmettiklerinden tenzih etmişlerdir. Sonra tenzihin ardından vehmin ve hayalin etkisi altına girerler ve O’nu orana vurmaya kalkarlar. Bir ayette yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İza messehum taifun mineşşeytani tezekkeru feiza hum mubsirun / Şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda hatırlayıp hemen gerçeği görürler.” (A’raf, 201)Gerçeği görmekten maksat, aklın
sahih bir delile dayalı olarak ortaya koyduğu tenzihe dönmelidir. Hamd Allah’a hastır.

Allah’ın seninle açtığı ilk kapının senin nefsinin kapısı olduğunu bilir misin? Varlık sahnesine zuhur ettiğin zaman büyüklendin; bunun üzerine seni aç bıraktı, muhtaç kıldı.

-----

Kibirlenen birini gördüğünde ona karşı tevazu göster. Çünkü onun hakikati kulluktur. Böyle yapmakla ona kulluğunu hatırlatırsın. Böylece nefis hesap etmediğin bir taraftan aslına döner ve seni sever. Seni sevdiğinde sana yakın olur. Sana yakın olduğunda sana hizmet etmek ister. Ona hakikati siyasetle dinlet; bir hikaye anlat, tartışma ve diyalog esnasında bir örnek ver. Nefsi mutlaka bundan etkilenir ve gerçeği kabul eder. Bu takdirde onun öğretmeni olursun, reislik ondan sana intikal eder. Sen Allah ile hakikate ermişsin, onu da Allah’a döndürmüş olursun. Allah ancak kendisini bilenlerden alır. Çünkü bilen vermenin adabıyla edeblenmiş olur.

------

Bir makam var; orada zatını cahilliğinle tanıtman gerekir. Tıpkı Efendimiz Aleyhisselâmın buyurduğu gibi:“Ben, Adem oğullarının efendisiyim; ama bunda övünecek bir şey yok.” Çünkü bu sözleriyle Efendimiz (s.a.v.) övünmeyi değil, kendini tanıtmayı kast etmiştir.

--------

Hakkın zikretmesi ve çağırması var, mah-lukatın zikretmesi ve duası var. Sen hakkı zikredersen, O da seni zikreder. Sen: Ya rabbi! dersen, O da: Ey kulum! der. Sen: Bana ver, dersen, O da sana: Bana ver, der. Buna göre ister zikri ister duayı seç. Duaya şu ayette işaret edilmiştir:“Ve evfu biahdî ufi biahdikum / Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vaat ettiklerimivereyim.” (Bakara,40) Zikre de şu ayette işaret edilmiştir: ” Fezkurunî ezkurkum/ Öyleyse siz beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 152)

---------

İsteme; çünkü istemek yazılanı değiştirmez. Ancak isteğin yazılanla ilgili olması başka. O halde kitapta yazılana vakıf ol. O takdirde bir bilgiye dayanarak istemiş olursun. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Edu. Ilallahi ala basiretin ena ve menit’tebeani / Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzere (bir bilgiye dayanarak) Allah’a çağırıyoruz.” (Yusuf, 108)

------

İnsan, alemin ruhu olmasına kanıp, ben ondan şerefliyim, dememelidir. Alem senin kardeşindir. Alem ve insan birbirini bütünler. Anneni ve babanı tanı.

------

Bilmeyen,şeriatın hakikatten farklı olduğunu düşünür. Heyhat! Düşündüğü ne kadar yanlıştır! Aksine hakikat şeriatın aynısıdır. Çünkü şeriat beden ve ruhtan ibarettir. Şeriatın bedeni ilim ve hükümler,ruhu ise hakikattir. Dolayısıyla ortada şeriattan başka bir şey yoktur.

------

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Yetbeullâhu alâ külli kalbin mutekebbirin cebbarin /Allah, büyüklük taslayan her zorbanın (cebbarın) kalbini mühürler.” (Mümin,35) Bunlar Allah’ın isimleri değil mi? Bu isimlerle sıfatlananlar ateşte değiller mi? Ateş perdelenme yeri değil midir?Perdelenme görmemek değil midir? Görmemek de apaçık ziyan değil midir? Öyleyse neden insan rabbine koşmaz, ki rabbi, onun zelil ve fakir nefsini müşahede edip ona cömertçe bağışta bulunsun. Doğru sözlü Resulullah (s.a.v.)in şu sözünü görmedin mi: “Senden sana sığınırım” Ebu Yezid de şöyle demiştir: Dedim ki: Ya Rab! Ne ile sana yaklaşayım? Dedi ki: Ben de olmayanla. Dedim ki: Sen de olmayan nedir? Dedi ki: Zillet ve muhtaçlık.

Ibn Arabi (k.s) - Risaleler 2

Kitsan Yayınları
Devamını Oku »

Hz. Ömer (r.a)’den öğütler

 Hz. Ömer (r.a)’den öğütler

Tabiun’dan Sald b. el-Müseyyeb, Hz. Ömer (r.a), dünyasını ve ahiretini ciddiye alanlar için aşağıdaki 18 maddeyi tavsiye ettiğini söylüyor:

1-Sana yaptığı hareketiyle Allah’a karşı gelen bir kimseyi, ona iyilik yaparak Allah’a saygı göstermenden daha büyük bir ceza ile cezalandıramazsın.

2-Gerçeği anlayana kadar din kardeşinin davranışını iyiye yor.

3-Müslüman kardeşinin ağzından çıkan bir lakırdıyı iyiye yorman mümkün oldukça kötüye yorma.

4-Kendisini töhmet altında bırakarak işlere girişen kimse, kendisi hakkında kötü düşünenleri kınamasın.

 5-Sırrını gizleyen muradına erer.

 6-Sadık arkadaşlar edin; gölgelerinde yaşarsın. Çünkü dik dostlar huzurlu anlarda süs, sıkıntılı demlerde silahtır.

 7-Seni ölüme de götürse doğruluktan ayrılma.

 8-Seni ilgilendirmeyen işe karışma.

 9-Henüz vuku bulmamış şeyler hakkında soru sorma.

 10-İhtiyacını, onu gidermeni arzu etmeyenlere iletme.

11-Yalan yere yemini hafife alma. Allah seni helak eder.

 12-Kötülüklerini öğrenmek düşüncesiyle de oysa facirlerle arkadaşlık etme.

 13-Düşmanlarından uzak dur.

 14-Tam anlamıyla güvenmediğin dostlarından sakın. Gü­venilir kimse, Allah’tan korkandır.

 15-Mezarlıklarda derin saygı içinde ol.

 16-Taat anında kendini zavallı gör.

 17-Günah işlemek istersen, sonunu düşün.

18-Herhangi bir işinde, Allah’tan korkanlarla istişare et. Zira Allah Teala, ''Kulları içinde Allah’tan yalnız âlimler hak­kıyla korkar ”(Fatır,26) buyurmuştur.

Îbnu’n-Neccâr, Zeyiu Târihi Bağdâd, 17/160-161.

Ebubekir Sifil-Hikemiyat

Devamını Oku »

Mehmed Feyzi Efendi'nin İlimler ve Ulema Hakkındaki Sözleri



İlim Dallarıyla ve Âlimlerle İlgili Sözleri

Kendi bildiğimize Kur’an’dan ve Hadis’ten mânâ çıkaramayız; onunla amel edemeyiz. Ancak ulemânın (müçtehit âlimlerin) kâide-i mukarreresi (yerleşik kuralları) altında mânâ istihrâc edip, ona göre amel etmeliyiz.”

İlim insanı bütün kötü şeylerden korur.Allah’ı bilen, O’ndan en çok korkandır. Allah’ı bilmeyen ise, O’ndan ne korkacak?!..”

İlmin de kendine mahsus bir zevki vardır.İmâm-ı A’zâm Efendimiz: “Eğer sultanlar, bizim içinde bulunduğumuz, ilimden aldığımız zevki bir bilseler; üzerimize ordular gönderirler de elimizden alırlardı” diyor. Ama ne çâre!.. Anlayamadıkları için zevki başka yollarda arıyorlar!”

(9)- Dünya’nın Yuvarlaklığı:

Namaz içinde kıbleye teveccühün şart-ı dâim oluşu, arzın kürevî oluşuna delâlet eder.

(19)- Mesâil-i Dîniyye:

Mesâil-i dîniyyenin usûlen olsun, furûan olsun hepsinin derin hüccetleri, bürhânları ve parlak felsefeleri vardır; basit gösterenler yanılıyorlar.

(23)- Kulaktan Âlim Olmak:

Sohbet-i Nebeviyye berekâtıyla o ümmî kavim kulaktan âlim oldular; Nûr-u Nübüvvet’le sıvarıldılar.

(30)- İrşâd:

Kur’an’ın irşâdından, Ehâdîs-i Nebeviyye’nin irşâdından, ulemânın irşâdından başka çâre yoktur.

(639)- Fetret Devri ve Çoban Hikâyesi:

Çoban hikâyesi fetret devrine aittir. Fetret devri olmayınca, cehil özür olmaz; öğrenmek lâzımdır. Fetret devrinde dahi, dünya ricâlullahtan boş değildir.

(31)-Kur’an’ı Anlamak:

Kendi bildiğimize Kur’an’dan ve Hadis’ten mânâ çıkaramayız; onunla amel edemeyiz. Ancak ulemânın kâide-i mukarreresi altında mânâ istihrâc edip, ona göre amel etmeliyiz.

(41)-Tekrarın Güzelliği:

Aynı mevzuları tekrar tekrar söylüyorum ama tekrara da ihtiyaç var.

(49)- Âlemler:

Cisim âlemi Arş’da tamam olur. Arş’a felek-i atlas diyorlar. Arş’ın fevki âlem-i emirdir. Orada icat, maddeden müddet zarfında değildir. Arş’ın altı cisim âlemidir. Arş, bütün avâlimi ihâta etmiştir.

(57)- Hareket:

Güneşin hareketinden harâret; harâretinden de câzibe hâsıl oluyor. Güneş, câzibesi ile yıldızları tutuyor. Kamer, Cenâb-ı Hakk’ın“Mübîn” isminin mazharıdır. 28 menzili bir ayda dolaşıyor.

(61)- Seyr-i İlim:

Seyr-i ilim Kur’an’la başlar; yine Kur’an’la nihayet bulur. Kur’an’ın meânî-i adîdesi vardır. Hakâikı, bitmeyen, tükenmeyen deniz dalgaları gibidir.

(818)- Efdaliyyet Dereceleri?

Sohbetin bereketi çok fazladır. Bu sohbet bereketiyle ashâb-ı kirâm, ümmetin en fazîletlisi oldular. Enbiyâdan sonra nâsın efdali, başta Ebû Bekir (r.a.) Efendimiz olmak üzere, hulefâ-i râşidînve alâ merâtibihim diğer ashâb-ı kirâmdır. Ondan sonra, kibâr-ı tâbiîn ve müçtehitlerdir. Daha sonra, evliyây-ı izâm hazerâtı gelir.

(844)- İlim Korur:

İlim insanı bütün kötü şeylerden korur. Allah’ı bilen, O’ndan en çok korkandır. Allah’ı bilmeyen ise, O’ndan ne korkacak?!..

(845)- Talebe Olarak Ölmek:

İnsan, talebe olarak hayatını devam ettirir ve öyle kabre girerse, Allah kıyâmete kadar onun ilmini tamamlar.

(846)- İlmin Kendine Has Zevki:

İlmin de kendine mahsus bir zevki vardır.İmâm-ı A’zâm Efendimiz: “Eğer sultanlar, bizim içinde bulunduğumuz, ilimden aldığımız zevki bir bilseler; üzerimize ordular gönderirler de elimizden alırlardı”diyor. Ama ne çâre!.. Anlayamadıkları için zevki başka yollarda arıyorlar!

(847)- İlmin İzzetini Muhâfaza:

İlmin izzetini muhâfaza için vakar; neşr-i ilim için hilim ve sabır lâzımdır. Aynı zamanda, sözünün tutulması için de ilmi ile âmilolmalıdır.

(848)- Talebenin Fâsık Olması:

Talebeliğinde fıska meyyâl olan kimse, ya genç yaşta ölür veya kıyıda-köşede kalır; hiçbir sözü îtibâra alınmaz!

(859)- Eski Felsefeciler:

Eskiden felsefeciler semânın hark ve iltiyâmını kabul etmezlerdi; semâvâtın kıdemine kâildiler. Bunun için Mi’râcmeselesinde inkâra gitmişlerdir. Şimdi mâdem atom keşfolundu, bizim âkîdemizi bi’l-mecbûriye kabûl etmeleri, tasdîk etmeleri lâzımdır. Kabul etmiyorlar, yine diretiyorlar! Sonra da kaba-saba yoğun adamlar, tonlarca yüklerle küre-i kamere gittiklerini iddia ediyorlar! Rasûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin ruhunun çıktığı makama engel olmayacak derecede letâfet ve nûrâniyet kesbetmiş vücûd-i şerîflerinin Mi’râcını niye inkâr ediyorlar?!..

(860)- Uzaya Gidenlere Tavsiye:

Onlar çalışsınlar da, melekûtu görecek bir gözle çıksınlar! O zaman, Beytü’l-İzzet’deki kütüphaneyi ziyaret etsinler! Oradaki Kur’ân’ın bir sahîfesinin fotoğrafını alsınlar! İşte o vakit müslümanlar onları nasıl alkışlayacaklar bakalım!..

(867)- Sadece Bilgiye Güvenmemek:

İbn Sinâ felç oldu; ilmine güvenerek kendini tedâviye ne kadar uğraştı ise muvaffak olamadı, ilmi fayda vermedi. Kasîde-i Bürdesahibi İmam-ı Bûsirî Hazretleri de felç oldu. Fakat o Peygamberimizden şefaat istedi. Rüyasında Peygamberimiz onu meshetti; bir anda felç illetinden kurtuldu, eskisinden daha sağlam oldu!

(870)- Bazı Din Adamları:

Bazı din adamları bid’atlarla uğraşıyorum diye, dinin furûâtının incelikleriyle o kadar meşgul oluyor ki, beri tarafta adam namaz kılmıyor,  içki içiyor, kumar oynuyor!.. Hâsılı en kuvvetli farzları terkedip, en şiddetli haramları işliyor da görülmüyor! Nerde dal-budak mesâbesinde meseleler varsa onlarla uğraşılıyor!

(886)- En Güzel Meslek?

En güzel meslek talebeliktir. Talebelik, ölünceye kadar devam etmelidir.

(887)- Günâhlar İlmin Feyzine Engel Olur:

Sefehât ve günâhlardan son derece kaçınmalıdır ki feyiz gelsin. Feyiz olmayınca ilminin başkalarına tesiri olmaz.

(888)- Kabirde Talebeliği Devam Eder!

Tâlib-i ilim olarak ölen kimsenin talebeliği, aynen kabirde de devam eder. Derslerinden geri kalan, tekmil olunmayan kısımlarımuallim melekler vâsıtasıyla tamamlar. İlim tâlibinin, berzah hayatında da tekâmülü devam eder.

(68)- Müezzinler ve Âlimler:

Müezzinler ümenây-ı ümmettirler. Âlimler ise ümenây-ı rusüldürler.

(69)- Esrâr-ı Şerîat:

Esrâr-ı Şerîat inkişaf etmedikçe vâris-i Nebî olunmaz. Esrâr-ı Şerîat’a, müctehitler alâ tarîk’il- istinbat; evliyâ da alâ tarîk’il-keşf ulaşırlar.

(70)- Müfessirlerden Beyzâvî’ye Ta’rîz:

“Ehl-i Sünnet’im” dediği halde mühim bir müfessir, lillezîne ahsenû’l-husnâ ve ziyâdeâyetindeki[1] “ziyâde” kelimesini ilk tevcih olarak: vemâ yezîdühüm ale’l-mesûbeti tefaddulen diye tefsir ediyor!…[2]

(72)- Günü Gelince Hakikatların Zuhûru:

Hakikatler mahcûb değil, muhtecibtir. Zamanı gelince o hakikat, üzerindeki peçeyi atıverir.

(83)- Ulemâya Hürmetsizliğin Cezası:

İlme, ulemâya hürmet edilmeye edilmeye bu hale geldik. İlimden, ulemâdan uzak kalanlara Allah Teâlâ şu belaları musallat eder: a)- Başlarına bir zâlimi musallat ederb)- Adı bilinmedik hastalıklar verir c)-İşlerinde kesat ( bereketsizlik ) olur d)- En kötüsü ve en dehşetlisi de, şek üzere ölürler.

(95)- Ehl-i İlim ve İrşâdı Birbirinden Sormamak:

Bütün ehl-i ilme ve ehl-i irşâda ihtiram ediniz,sevgi gösteriniz. Fakat, birini diğerinden sormayınız. Çünkü, umduğunuz cevabı alamazsınız.

(97)- Zamanımızda:

Zamanımızda, “câze-yecûzü”’yü bilen, allâmeliğe; azıcık kalbi harekete gelen de irşâda kalkıyor!

(98)- Farzdan Evvelki Farz:

Farzdan evvel farz: İlim; farz içinde farz: İhlastır.

(102)- Hidâyet Lambaları:

Ulemâ hidâyet misbahlarıdır.

(103)- Âlimleri Gıybet:

Ulemâyı zem ve gıybet edip de felâh bulan yoktur.

(104)- Selefin Âdeti:

Selef-i sâlihîn, çocuklarını ilme-ulemâya teslim etmezden evvel, geçimini temin edecek terzilik, saatçılık ve hattatlık gibi bir sanat öğretirlermiş. Tâ ki, ilmi dünyaya âlet etmesinler.

(106)- Osmanlı Türklerinin İlme ve Ulemâya Hürmeti:

Âl-i Osman, değil ilme-ulemâya, kisve-i ilmiyyeye dahi ta’zîm etmiştir. Bu hürmet ve ta’zîm, ne Abbâsîler’de ne de Emevîler’de vardır.

(107)- Lüzûm ve İltizâm:

Lüzûm başka, iltizâm başka… Ulemâmız: “Lâzımı mezheb, mezheb değildir” demişlerdir.

(108)- Ulemâmızda İnsan Sevgisi:

Esas insan sevgisi ulemâmızdadır. Onlar daima, ümmeti kurtarıcı tarafı iltizâm etmişlerdir.

(121)- Cumhûra Muhâlefet:

Cumhûra muhâlefet kuvve-i hatadan ileri gelir.

(143)- İlme Nazar:

İlme nazar, nâfile ibâdetten efdaldir. Çünkü, ilmin menâfii teaddî eder. İbâdetin menâfii ise kendine râcîdir.

(144)- Bu Yara ve Belâların Sebebi:

Bu yaralar hep ilmi ve ulemâyı terzîlden kaynaklandı.

(146)- İlm-i Nâfi’:

Herhangi bir ilim, takvâya mukârin ise ilm-i nâfîdir. Yoksa, ilm-i gayri nâfîdir.

(147)- Mikroplar:

Mikroplar umûmî yerlerde kümelenir. Câmilere mikrop girse de, zikrullah nûru ile istihâle olur.

(171)- Bu Din:

Bu dîn-i mübîn-i İslâm, sağlam ve temiz ellerden gelmiştir bizlere. Alâ merâtibihim hepsine ihtirâm etmeli.

(181)- Sofiyyenin İlmi:

Sofiyyenin ilmi, hâldir; kâl’den ibâret değildir.

(182)- İlmin Evveli Ve Sonu:

İlmin evveli acıdır; sonu ise çok tatlıdır.

(191)- İbn Sînâ:

İbn Sînâ, çok mâlûmât sahibiydi; ayaklı kütüphane gibiydi. Fakat mârifetullâhta Yûnûs Emre’ye yetişemedi.

(192)- Kastamonu’da 1943 Zelzelesi:

1943’deki zelzelede bu hapishânede idim.[3]O zamanlar hapishânede gece saat 12’den sonra ışıklar sönüyordu. Zelzele sırasında koğuşta yeşil bir nûr zuhûr etti. O karanlıkta birbirimizi gördük. Zelzelenin sebebini sonradan öğrendim: 580 cilt kitabımı[4]evden kum arabalarıyla karakola almışlar. Karakolda da rasgele yığmışlar. Paspas yaparlarken kitaplara kirli ve paslı suları sıçratarak hürmetsizlik yaptılar. Onları bu halde görünce yüreğim parçalandı. Anladım ki, gazab-ı İlâhî ve anâsır hiddete gelmiş.

Allah Teâlâ bu milleti gazabıyla helâk etmesin. Âmin…

(193)- Âdem (a.s.)’a Bildirilen İlimler:

Bütün lisanlar, fenler ve ilimler Âdem (a.s.)’a bildirildi. Âdem (a.s.)’ın terakkîsi ilimle, ta’lîm-i esmâ ile oldu. Enbiyânın mizâc-ı şerîfleri üstün olduğu için, terakkîleri de def’aten olurdu.

(196)- İlim Gıdadır:

Aklın, kalbin, rûhun, sırrın hafînin, ahfânın gıdası ilimdir.

(301)- Faydasız İlim:

İlim haşyet ister. Haşyete mukârin olmayan bir ilim, ilm-i gayri nâfidir. Faydasız ilimden Rasûlullah (s.a.) Efendimiz Allah’a (c.c.) sığınmıştır.

(316)- Kanâatın Güzel Olmadığı Yer:

Rızk-ı sûrîde iktisad, kanâat güzeldir. Rızk-ı mânevîde ise güzel değildir.

(302)- İlmin Taalluku:

İlim sıfata taalluk eder; zâta değil.

(322)- Usûlü’d-Dîn Âlimlerinin Tefriki:

Ulemâ-i usûli’d-dîn, lüzumla-iltizâmı; mezheble-lâzım-ı mezhebi tefrik ettiler.

(327)- Ekâbirin Eserleri:

Ekâbir, eserlerini Fahr-i Âlem’e tasdik ettirir.

(331)- Müsellemât ve Fer’iyyât:

Dinin yüzde doksanı müsellemâttır. Yüzde on mesele fer’iyyâtır. İctihâdât-ı ulemâ bu yüzde on meselede cârîdir.

(332)- Âlimlere Karşı Edeb:

Ulemâyı rencide etmek, terzil etmek câiz olmaz. Bazı hataları varsa, munsıf hareket etmek lâzım. Tamamıyla tahtıe etmek[5] câiz değildir.

(351)- Merak:

Merak, ilmin hâcesidir.[6]

(365)- Tufeylî Bilgilerin Anlatılması:

Ulemânın, halka tufeylî mâlûmât sunmaları, anlatmaları, alâmet-i âhir zamandandır.

(344)- Mâneviyâta Hürmetsizlik Olur!

Maddiyatta şiddet peydâ etmiş, gabî ve kaba kimselere, mâneviyyâtın inceliklerinden bahsetmek, mâneviyyâta hürmetsizlik olur.

(524)- Devlet Hazinesinde Âlimlerin Hakları Vardır:

Ulemânın, ganâimden, beytü’l-malden hisseleri vardır. Burada verilmez ise âhirette alacaklar.

(527)- Âlimlerin Türleri:

Ulemâ-i makbûlîn üç nevîdir:

a)- Âlim-i billah b)- Âlim-i bi-emrillah c)-Hem âlim-i billah, hem âlim-i bi-emrillah. Hepsi de verese-i enbiyâdır.

(560)- Kur’ân’ın Her Harfi:

Her harf-i Kur’ân’da, Kur’ân yazılıdır. Her harf-i Kur’ân’ı hayattar bilmeyen, âlim değildir. Müçtehitlere bu sır zâhir oldu. Onun için müçtehitlik en büyük makamdır.

(561)- Fütühât’ın Hatmi:

İmâm-ı Şa’rânî: “Fütühât-ı Mekkiyye’yi günde iki buçuk defa hatmederdim” diyor.

(554)- İlâhî Tâlim:

İlâhî tâlimin dâru’l-fünûnu  takvâdır.

(555)- Faydasız İlim:

Takvâya mukârin olmayan ilim, ilm-i gayr-i nâfidir.

(571)- Râsih Âlimlerin Duâsı:

Ulemâ-i râsihûnun duâsı: Rabbenâ lâ tuziğ gulûbenâ ba’de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh inneke ente’l-Vehhâb.[7]

(586)- Ulemâya Kıymet Vermek:

Biz ulemâmıza, ilminden-fazlından dolayı kıymet veririz, ihtirâm ederiz.

(549)- İrşâd Nasıl Olmalıdır?

İrşâd, insan hilkatine, fıtratına uygun ve tedrîcî olmalıdır.

(595)- Şer’î Istılahların Farklı Oluşlarındaki Hikmet:

Farz, vâcip, sünnet, haram, mekrûh gibi şer’î ıstılahlar, Cibrîl (a.s.)’ın vahyi aldığı makamlardan dolayı değişiyor.

(605)- Ruh Hakkında Bilgi:

Rasûlullah Efendimize ruhun mâhiyeti bildirildi. Bunun için kendisi ruhu bilirdi. Ama ifşâ etmediler. Bilmek, hemen ifşâyı gerektirmez.

(610)- Tesâdüf Yoktur:

Rast geldi, tesâdüf etti denmez; tevâfuk etti denir. Tesâdüf diye bir şey yoktur. Her şey Allah Teâlâ’nın ilm-i irâdesiyledir.

(618)-Derviş Olsaydım:

Eğer derviş olsaydım, dîvâneliği kabul edecektim. Ama talebe olduğumdan ve izzet-i ilmiyyeye zarar vereceğinden, kabul etmedim.

(616)- Tokat Yemek:

Tokat yemeden terbiye görülmez.

(621)- Şahsıma Yapılan Haksızlıkları Helâl Ettim:

Benim yüzümden ne dünyada, ne de âhirette kimseye zarar gelmesini istemem. Şahsım nâmına neler yaptılarsa hepsini helâl ettim. Ama ilme ve ulemâya ait haklara karışamam.

(661)- Geri Kalmışlığımızın Nedeni:

Maddî sahada geri kalmışlığımız, âyât-ı tekvîniyyeyi ihtiva eden kitâb-ı kebîr-i kâinâtı iyi okuyamadığımız; îcâd kanunlarına göre uygun şartlar altında çalışamadığımız içindir.

(657)- Mârifetin Ölçüsü:

Mârifet takvâ ölçüsündedir. Müminin dâru’l-fünûnu takvâdır.

(442)- Peygamberlerden Sonra Derece Kimindir?

Enbiyâdan sonra derece ulemânındır. Ulemâ için mahşerde minberler kurulacak; enbiyâdan sonra kendilerine şefâat hakkı verilecek.

(451)- Muhammed (s.a.) Ümmetinden Maksat:

Hiçbir ümmet, peygamberlerinin kelamlarını, ümmet-i Muhammediyye gibi senedâtıyla, an-aneleriyle muhâfaza edememiştir. Ümmetten murâd, ulemâdır; itibar bu kısmadır. Diğerleri tufeylîdir.

(452)- İhânet Eden Âlimler:

Ulemâ -dünyaya meyletmedikçe, mansıp-makam peşinde koşmadıkça, ümerâ kapılarına devam edip dalkavukluk yapmadıkça- ümenây-ı rusuldürler. Aksi takdirde, rusül hâinleri olurlar.

(453)- İttifâk-ı Ulemâ:

İttifâk-ı ulemâ, hüccet-i kâtıadır.

(466)- Din İlimlerinde İhtisas:

Her meslekte olduğu gibi, ulûm-ı dîniyyede de rusûh lâzım, ihtisas lâzım.

(480)- Câmilerin İmârı:

Câmilerin îmârı ibâdetle, zikirle, ilim taallüm etmekle olur.

(513)- Mâverâünnehr Ulemâsı:

Semerkant, Taşkent, Buhârâ… tâ Serhend’e kadar olan yerlerdeki ulemâya ulemâ-i Mâverâünnehr denir. Onlar i’tikatta Mâturîdî; amelde Hanefî mezhebindedirler ve çok mazbutturlar.

(672)- Yumuşaklıkla ve Isındıra Isındıra İrşâd Etmek:

Ben yapamam dedirtinceye kadar güçleştirmemek, zorlaştırmamak lâzım. Nasihati, irşâdı, ısındıra ısındıra, okşaya okşaya, ünsiyet ettire ettire, rıfk ile, tekâmül-i tedrîcî düsturuna riâyetle yapmalıdır.

(673)- Her Müminin Vazifesi:

İlmi, ulemâyı ve âsâr-ı ilmiyyeyi i’zâz, her müminin vazifesidir.

(674)- Kimlere Buğz Edilmez?

Mümine, âlime, ulemâya buğz câiz değildir.

(717)- Basîret Nûruna Erişme:

İnsan takvâ nisbetinde; kalbinde fehim, gözünde basîret nûruna erişir ve ilâhî tâlime mazhar olur. Müminin dâru’l-funûnu takvâdır.

(729)- Evvelâ İlim Lâzım!

Bilgisiz, ne dünya olur; ne âhiret! Evvelâ ilim lâzım. Farzdan evvel farz ilim; farz içinde farz, ihlâstır.

(737)- Nezâketle Uyarmak:

Emr-i bi’l-ma’rûfu nezâketle yapabilirse yapacak. Evvelâ kendinden, çoluk-çocuğundan, akrabasından başlayacak. Yapabildiğini yapacak; yapamadığını da Hak’dan niyâz edecek.

(220)- Sultan Fâtih:

Sultan Fâtih, Peygamber (a.s.)’ın meth-ü senâsına mazhar oldu. Altı lisan bilirdi. Çok büyük âlimdi, müfessirdi. İctihâd mertebesine çıkmıştı. Kâmûs-u Arabî’yi ezbere bilirdi; ezberinden ulemâya arz etti.

(222)- Risâle-i Nurları Nasıl Okumalı?

Risâle-i nûrları tekrar tekrar okumak lâzım; sathî değil. Bütün duygular ve latîfelerle teveccüh ederek okumalı ki, her duygu, her latîfe hissesini alsın.

(254)- Beden İlmi-Din İlmi:

İmâm Şâfiî, ilmi ikiye ayırmış: (el-ilmü ilmân): İlmü’l-ebdân ve ilmü’l-edyân. Önceliği beden ilmine vermiş. Çünkü sıhhat çok mühimdir. Mîzaç bozulursa, kafa da bozulur, akîde de bozulur.

(271)- Dört Türlü Sır:

Alâ merâtibin dört türlü sır vardır: Esrâr-ı kader, esrâr-ı risâlet, esrâr-ı ulemâ, esrâr-ı ümerâ.

Esrâr-ı kader inkişâf etse, enbiyânın risâletinin bir anlamı kalmaz.

Esrâr-ı risâlet inkişâf etse, ulemânın bir kıymeti kalmaz.

Esrâr-ı ulemâ inkişâf etse, ümerânın bir kıymeti kalmaz.

Ümerânın esrârı inkişâf etse, kanûn-nizâm kalmaz; nizâm-ı âlem bozulur.

Şimdi, ümerânın bileceğini, kahveci çırakları bile biliyor! Bunlar, kıyâmet alâmetlerindendir.

(370)- Bu Zamanda Fıkıh İlminin Luzûmu:

Bu zamanda hadîs ve tefsîrden ziyâde, Fıkıh ilmini[8] öğrenmek lâzımdır.

(372)- Zemzemin ve Kâbe Toprağının Yeryüzüne Dağılması:

Nûh tûfânında, Kâbe toprağı ve zemzem yeryüzünün değişik bölgelerine dağıldı.

(377)- Ahz-i Mîsak Anında İnsan Zerreleri:

Ahz-i mîsak anında Âdem (a.s.)’dan çıkan zerreler, küre-i arzı tamamen doldurmuştu. Birinci safta enbiyâ; ikinci safta evliyâ ve müminler; üçüncü safta ise münâfık ve kâfirlerin ruhları bulunuyordu. Cenâb-ı Hak; enbiyâya, evliyâya ve müminlere Cemâl tecellîsinde bulundu. Onun için elestü bi Rabbiküm hitâbına tav’an belâ dediler.[9]

(381)- İlmin Bereketi:

İlmin bereketi ve fâidesi, üstâda olan bağlılık, hürmet ve hizmet iledir.

(388)- Âhirette Şefaat Edenler ve Edilenler:

Hesaptan sonra Cenâb-ı Hak; enbiyâya, evliyâya, şühedâya ve âlimlere şefaat hakkı verir. Fâsık Müslümanlara, ameli kifâyet etmeyen müminlere şefaat ederler.

(400)- Hangi Kitaba ve Hangi Zâta Yapışalım?

Okunan kitaplar, kendisiyle sohbet edilen zâtlar, insana yakîn-i îmâniyye ve muhabbetullah veriyorsa, ne âlâ! Aksi takdirde, o kitapları kapatmak, o zâtlardan uzaklaşmak lâzımdır.

(423)- Müminlerin Sanatı Takvâdır:

Müminin dârü’l-fünûnu takvâdır. Takvâ, emirlere uymak; nehiylerden sakınmaktadır. Bunun erbâbına müttakî derler. Takvâ, müminlerin sanatıdır.

(424)- Hz. Âişe’nin İlmi:

Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemiz, hücresinden, Mescid-i Saâdet’e bir pencere açtırdı. Onun için hem sahâbeye söylenen hadîsleri, hem de kendisine söylenenleri zaptederdi. Hz. Âişe (r.anhâ), hem hâfıza, hem müçtehide, hem edîbe…her bakımdan mükemmeldi. Her sene hacceder; Arafat’da iken, çadırının etrafı kendisine soru soranlarla dolardı. O da onlara, çadırın içinden doğru cevaplar verirdi.

(432)- Âlimlerin Nurları:

Ulemâ, nurlarını mişkât-ı nübüvvetten alıyor. Bütün akıllar, onun aklından; bütün nurlar onun nurundan taksim olunmuştur.

(437)- Fetvâ Şartlara Göre Değişir:

Şartlar değişince, fetvâ da değişir. Doktor dindar olacak, mâhir olacak. Müftî de âlim olacak.

(750)- Kitaplar Eczâne Gibidir:

Her kitapta, her gördüğümüzü piyasaya çıkartmak olmaz. Kitaplar eczâne gibidir.Nasıl, ilaçlar derde devadır diye rasgele verilmez; doktor reçetesi ile veriliyorsa, kitaplardaki bilgiler de öyledir. Mîzânla verilmeli, ölçülü olmalıdır.

(758)- Ebû Tâlib-i Mekkî Hazretleri:

Ebû Tâlib-i Mekkî Hazretleri, helâlden ekletmek için, ot yiye yiye vücûdu yemyeşil çıktı! Kûtu’l-Kulûb adlı eserini bundan sonra kaleme aldı.[10]

(783)- Usûl ve Fıkıh İlmi:

Üstâd: “Fıkıhta Şâfiî fıkhı üstündür; usûlde ise Hanefî usûlü üstündür” derdi.

(784)- İlmin Ortadan Kalkması:

İlmin ref olması demek, ulemânın kalplerinden ilmin alınması demek değildir. Ulemânın inkırâzı ve terzîli sebebiyle ilim ortadan kalkacak. İlmin ref olması, cehlin zuhûru, kadınların çoğalması kıyâmet alâmetlerindendir.

(796)- İlmin Yeniden İnkişâfı İçin:

Çoktan beri ehl-i ilim tezlîl edilmiş, ilim ehline hürmetsizlik edilmiş. Şimdi bizim vazifemiz, ulemâyı ve talebe-i ulûmu i’zâz etmektir. Bu sayede ilim yeniden inkişâf eder.

(802)- Âlemin Kıdemine Kâil Olanlar:

Eski hukemâ, âlemin kıdemine kâil oldular.[11] Ulemâ-i İslâm ise, Cenâb-ı Hakk’ın âlemi,cüz-i lâ yetecezzâ[12] olan cevher-i ferdden halkettiğini ve hâdis olduğunu isbât ettiler. Hukemâ, semâvâtın hark ve iltiyâmını[13] da kabul etmezlerdi. Halbuki şimdi aya gittiler. Yoğun, kaba-saba adamların aya gittiğini kabul ediyorlar da; bütün vucûd-ı şerîfleri nûrâniyyet kesbetmiş olan Peygamberimiz’in Mirâcı’nı neden kabul etmiyorlar?!

(803)- Atom Parçalanmaz!

Cüz-i lâ yetecezzâ adı altında atomu ilk keşfeden, İslâm ulemâsıdır. Atomun parçalandığını söylüyorlar! Hayır! Yanılıyorlar; atom parçalanmaz. Tekessür[14]ve tevessü[15] ediyor.

(816)- Yazarak Öğrenmek En Sağlam Yoldur:

Yazarak öğrenmek en sağlam ve en iyi yoldur. Bu husus, İkra’ ve Rabbüke’l-Ekram ellezî alleme bi’l-kalem âyetiyle[16] tebeyyün etmiş oluyor.

[1] Yûnus, 10/26.

[2] bkz. Beyzâvî, III, 11.

[3] Şu durumda bu bina, vâlilik binasının yanında yer almakta ve Kültür Sarayı olarak tekmil ve ıslah edilmiş durumdadır.

[4] Bu sayı o zamana göredir. Şu halde bu sayı en az yüz cilt daha artmıştır.

[5] Hatalı görmek ve suçlandırmak.

[6] Hocasıdır. Yani, ilgilenme, bilgilenmeyi gerektirir.

[7] “Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme! Katından bize rahmet bağışla! Şüphesiz Sen, sonsuz bağışta bulunansın.” (Âl-i İmrân, 3/8).

[8] Özellikle ilmihal bilgisi. Zira bu ilim herkesin üzerine farz-ı ayndır. Tefsîr ve hadîs ilmi ise farz-ı kifâyedir.

[9] A’râf, 7/172.

[10] İhyâu Ulûmiddînin temelini oluşturan bu kitap, tasavvufta çok önemli bir kaynak eserdir. Efendi Hazretleri bu kitaba çok değer verirlerdi.

[11] Eski felsefeciler ve tabiatçılar, evrenin ebedîliğini ve sonsuzluğunu iddia etmişlerdir.

[12] Parçalanma ve taksimi kâbil olmayan, cisimlerin en küçük parçası atomlar.[13] Hark ve iltiyâm: Yırtılma ve kapanma.[14] Tekessür: Çoğalmak. Efendi Hazretleri, önceki beyânında atomun eneji neşrettiğini belirtmişti.[15] Tevessü: Genişlemek. feyizler.org

http://www.kastamonur.com/18004-2/
Devamını Oku »