7-Mal ve Mülklerini,İlim Tahsili Uğruna Harcamaları

7-Mal ve Mülklerini,İlim Tahsili Uğruna Harcamaları




…. ‘''Şam muhaddislerinden İsmail b. Ayyaş el Hımsi 106 sene­sinde dünyaya gelmiş ve 182 senesinde vefat etmiştir. Eski âlim­lerden Ameş ve birçok kişi kendisinden rivayette bulunmuştur.

Halife el Mansur’un huzuruna çıkmış ve Mansur onu elbise dolaplarıyla sorumlu memur yapmıştır. Kendisi asil, cömert ve mütevazı bir insan ve ilmiyle âmil bir âlimdi.

Ebul Yeman onun hakkında şöyle der:

“İsmail komşumdu. Geceleri ibadetle ihya ederdi. Namaza durup bir müddet okuduktan sonra namazdan çıktığını, bir şey­lerle meşgul olup tekrar namaza döndüğünü fark ettim. Bunun sebebini kendisine sordum. Bana dedi ki:

«-Bir konudaki hadis aklıma geliyor. Namazı kesiyorum. O hadisi uygun olan baba koyuyorum sonra tekrar namaza devam ediyorum.»

Yahya b. Salih, İsmail bana şöyle demişti der:

“Babamdan bana dört bin dinar miras kaldı. Bunların hep­sini de ilim tahsili için harcadım.”  (78)

….

Ziyad b. Abdullah b. Et Tufeyl el Bekkai el Kufi hakkında, Şöyle denilmiştir:

"îbn-i İshakın “Meğazi" adlı eserini ondan daha iyi bilen yoktur. Çünkü iki kere dikte etmiştir."

Yine şöyle denilir:

"Hiç kimsenin yanındaki “el Meğazi" Ziyad’ın yanındaki ka­dar sahih değildir. Çünkü Ziyad İbn-i İshak’la dolaşıp bu kitabı dinleyebilmek için evini satmıştır.” (79)

*********

Ebû Hanife’nin öğrencilerinden fakih, müçtehit Muhammet b. Hasen el Şeybani el Kufi’nin hal tercümesinde, kendi dilinden şöyle anlatılmıştır:

"Babam bana otuz bin dirhem bıraktı. Onbeş bin dirhemi­ni nahiv ve şiire, on beş bin dirhemini de hadis ve fikıh ilmine harcadım." (80)

***********

Ebû Abdullah Abdurrahman b. Kasım hakkında ibnü Vaddah şöyle der:

“İbn-i Kasım yolculuklan için Malik’e bin miskal vermiştir.”

Kendisi de şöyle der:

“On iki sefer Hicaz’a yolculuk yaptım. Her defasında bin dinar harcadım"(81)

************

" Ali b. Asım el Vasıti’nin hayatı şöyle anlatılmaktadır-.

Irak’ın ravilerinden, hafiz imamlardandır. Künyesi Ebül Hasen’dir. (d. 105-v. 201) Mütedeyyin, dürüst ve hayırsever bir insan­dı. Çok takva sahibi bir insandı. Ahmet b. Hanbel, Muhammet b. Yahya ez Zühli ve Abd b. Humeyd gibi tanınmış âlimler ken­disinden rivayet etmişlerdir.

Kendisinden şöyle nakledilmiştir:

“Babam bana yüz bin dirhem verdi ve bana dedi ki:

«-Git. Yüz bin hadis ezberlemeden de yüzünü görmeyeyim.» Yahya b. Cafer şöyle der:

“Ali b. Asım’ın çevresinde otuz bini aşkın insan toplanırdı.(82)

**************

Hanefi fakihlerinden Hişam b. Ubeydullah er Razi (v. 221)nin tercüme-i hali kaynaklarda (83) şöyle geçmektedir:

İmam ebû Yusuf ve İmam Muhammet’ten fıkıh öğrendi. Ebû Hatim er Razi, Haşan b. Arefe ve bu tabakadan olan diğer âlimler ondan ilim öğrendiler. Kendisinin şöyle dediği nakledilir:

“Bin iki yüz üstatla karşılaştım. İlim yolunda yedi yüz bin I dirhem para harcadım."

***************

Buharalı şeyh, İmam Muhammet b. Selam el Bikendi (d. 161- v. 225)’nin hal tercümesi de şöyledir.(84)

Cerh ve tadil ilmini bilen hafız imamlardandır. Buhara  muhaddisi ve çok yolculuk yapmış bir âlimdir. Buhâri, Darimi, Ubeydullah b. Vasıl ve Maveraü’n Nehir halkının birçoğu kendisinden rivayette bulunmuşlardır. O bilgi ve eser küpü birisiydi.

Şöyle anlatılır:

“Bir şeyhin meclisinde Muhammet b. Selam’ın kalemi kırıldı. Bir kaleme bir dinar veririm diye seslenince kendisine etrafından kalem yağdı."

“İlim tahsili için kırk bin dirhem ve kitap yazmak için de kırk-bin dirhem harcadım." demiştir.



Halef b. Hişam el Esedi el Bezzar el Bağdadi'nin hayat hikâyeyesi de kısaca şöyledir:

150 senesinde doğmuş ve 229 senesinde vefat etmiştir. Kı­raat âlimi, muhaddis, fazıl ve abid bir âlimdi. İmam Müslim, Ebû Davut, İbrahim el Harbi ve bu tabakadakilerin hocasıdır. Ken­disi şöyle der:

“Nahivden bir meselede zorlandım. İyice öğreninceye ka­dar seksen bin dirhem harcadım.” (85)

**

Hâfiz imamlardan Haşim b. Ammar es Sülemi ed Dımeşkı’nin tercüme-i hali şöyle anlatılır: (86)

Künyesi ebul Velid’dir. Şam’ın kıraat imamı, hatibi ve mu­haddis âlimidir. Buhâri, Nesai, Ebû Davut ve akranlarının üstadıdır. 153’te doğmuş ve 245’te vefat etmiştir. Kendisinin şöyle dediği nakledilir:

“Babam evini yirmi dinara sattı ve benim hac yolculuğu için ihtiyaçlarımı karşıladı. Medine’ye vardığımda Malik b. Enes’in  meclisine vardım. Ona bir konu hakkında soru sormak istiyordum. Evine vardım. Kendisi padişahlar gibi vakurdu. Hizmetçileri ayakta bekliyor ve çevresindekiler ona soruyor o da bunları cevaplıyordu. Topluluk dağılınca bana:

-Soracağın şeyi sor.» dediler. Ben de:

«-Ey Eba Abdillah, şu şu konularda ne dersin?» dedim. Beni kastederek:

«-Çocuk edindik. Hizmetçi, kaldır şunu!» dedi. Hizmetçi beni çocuk kaldırır gibi kaldırdı. O sıralarda yeni yeni bıyıkları terleyen bir gençtim. Bana hoca sopasıyla on yedi değnek vur­du. Ben de ağlamaya başladım. Malik:

Ne ağlıyorsun acıttı mı?» diye sordu. Ben de;

-Babam evini satıp beni şeref kazanayım,senden ilim öğreneyim diye gönderdi.Senin şu yaptığına bak,sen beni dövüyorsun.-dedim.O da şöyle dedi:

-Hadi bakalım benden on yedi hadis yaz.-Sonra sorularımı sordum o da cevap verdi.’’

Yine bu olayı kendisi şöyle anlatır;

‘Malik b. Enes in yanına vardım ve:

«-Bana hadis rivayet et.» dedim. O:

«-Sen bildiklerini oku bakalım» dedi. Ben.

«-Yok yok, sen bana hadis rivayet et» dedim. O tekrar:

«-Oku!» deyince okumamakta ısrar ettim. Bunun üzerine:

«-Hizmetçi! Götür buna on beş sopa vur » diye seslendi. Hizmetçi beni götürüp on beş sopa vurdu. Sonra gelip:

«-Sopayı vurdum » diye haber verdi. Ben de:

«-Bana zulmettin. Suçsuz yere on beş değnek vurdun. Sana hakkımı helal etmiyorum» dedim. Malik:

«-Peki bunun kefareti nedir?» diye sordu. Dedim ki:

«-Bunun kefareti on beş hadis rivayet etmendir.» Bunun üzerine on beş hadis rivayet etti. Ardından:

«-Hadi git işine» dedi.

buyurmuştur.



***********



Şeyhul İslam,imam,Nişabur’un hafızı olan Zühli’nin tercüme-i hali kaynaklarda (87) şöyle geçmektedir;

Kendisi, Zühl oğullarının azatlı kölesiydi.Horasan’da şeyhlik,sikalık, din savunuculuğu ve sünnete bağlılık kendisiyle son bulmuştur.

Muhammet b. Sehl el Asker şöyle der:

“Biz Ahmet b. Hanbel ‘in yanındaydık. Bu sırada ez Zühli geldi» Ahmet b. Hanbel hürmeten ayağa kalktı. Biz de bu duru­ma şaşırdık. Bunun üzerine:

«-Gidin ve Zühli'den hadis yazın.» dedi.

Ebû Bekir b. Ebû Dâvud da:

“O, hadiste mü’minlerin emiri idi” demiştir.(88)

Zühli’nin şöyle dediği rivayet edilir:

"Üç yolculuk yaptım. Bu yolculuklarda yüz elli bin dirhem harcadım. Buraya vardığımda Basra girişinde Yahya el Kattan’ın cenazesi ile karşılaştım. (Bu olay, 198 senesinde olmuştur.)

************

Muhammet b. Sencer’in (v. 258) tercüme-i hali de şöyledir:

Hafizların büyüklerindendir. Kendisi aslen Cürcan’lıdır. Müsned adlı bir kitabı vardır. İbn-i Ebi Hatem kendisi için sika (güvenilir) demiştir. İbn-i Sencer hayatını anlatırken şöyle di­yor:

“Ishak el Kevsec (İmam Ahmed'in arkadaşlarından v. 251) İle yolculuk yaptım. Yanımda dokuz bin dinar vardı. İshak, benim için hadis yazıyor ve her gittiği memlekette evleniyordu. Ben de onun mehrini ödüyordum. Sonra ibn-i Sencer, Mısır’ın Kataye köyüne yerleşti ve orada vefat etti.” (89)

**************



Ebul Vefa b. Akil el Hanbelî el Bağdadi’nin tercüme-i hali kaynaklarda şöyle geçmektedir: (90)

İslam ulemasının önde gelen fıkıh, usul, kıraat ve kelam âlimidir. Dünyanın en faziletlileri ve beni âdemin en zekilerin­dendir. 431 de doğdu ve 513 senesinde vefat etti. Kendisi şöyle Her:

“Dilimin, ilim müzakeresinden, gözümün, kitap mütalaasın­dan bir saat bile uzak kalması ömrümün zayi olması demektir K bana bu helal değildir. Şöyle dinlenmek için uzandığımda aklıma yazdığım şeyler gelir ve hemen doğrulurum. Seksen yaşındaki ilim hırsımı, yirmi yaşımdakinden daha fazla buluyo­rum. Kitap okumaya ve yazı yazmaya daha çok vakit kalsın diye yemek yemeye oldukça az vakit ayırırım. Hatta kek yemeyi veya ekmekle su yudumlamayı tercih ederim. Bütün âlimler, vaktin en değerli nimet olduğunda birleşmişlerdir. Zaman, firsatların yakalandığı bir hazinedir. Yapılacak şeyler çok, zaman ise çok kısıtlıdır."

İbnül Cevzi’nin bir öğrencisi şöyle der:

“İmam ibn-i Akil, devamlı ilimle meşgul olurdu. Onun çok kuvvetli bir hafızası, çok ince ve derin araştırmaları vardır. El Fünun diye ismlendirdiği kitabını, hatıraları ve başına gelen olayları malzeme edinerek meydana getirmiştir.”

Hâfiz ibn-i Recep onun hakkında şöyle der:

“İbn-i Akil’in değişik ilim dallarında, yaklaşık yirmi tasnifi vardır. Bu tasniflerin en büyüğü el Funun’dur. Gerçekten büyük bir kitaptır. Bu kitapta nasihat, tefsir, fıkıh, fıkıh usulü, nahiv, lü­gat, şiir, tarih ve hikâyeler gibi çok faydalı bilgiler vardır. Ayrıca bu kitabında meclislerinden, gözlemlerinden, hatıralarından ve düşüncelerinden kaydettiği örnekler vardır.”

Zehebi şöyle der:

“Dünyada, bu kitaptan daha büyüğü tasnif edilmemiştir. Bu kitabı gören birisi dört yüz ciltten daha fazla olduğunu söyledi.”

Hâfiz ibn-i Recep:

“Bazıları bu kitabın sekiz yüz cilt olduğunu söylediler."de­miştir.

Ayrıca Hâfiz ibn-i Recep, Abdullah b. Mübarek el Ukberi den bahsederken(91), onun, birçok malını sattığım ve bunuş parasıyla ibn-i Akil’in el Funun ve el Fusul adlı eserlerini satın alıp Müslümanların hizmetine vakfettiğini anlatır.

Bu fakihin başarısı Allah’tandır. Dünyalık fikhı anladığı ahiret fikhını da ne kadar güzel kavramış. Fani olanı satıp baki olanı almış. Allah kendisinden razı olsun.



**************

……..

Geçmişteki bütün konulara örneklik teşkil eden bu iki hayat hikâyesini anlattıktan sonra şimdi/ilim yolunda çokça yolculuk yapmaya, birçok kaynak eser te’lif etmeye ve maddi zorluklara katlanmaya örnek olacak üç büyük âlimin hayat hikâyelerine geçiyoruz.

Bu âlimler, uçak, tren ve otobüs gibi araçların olmadığı de­virlerde, ilim tahsili için adım adım dünyayı gezmişlerdir. Bunu da sırf ulema ile yüz yüze görüşüp onlardan aracısız olarak ilim öğrenebilmek için yapmışlardır.

Bu ilim anlayışında, çok büyük faydalar vardır. Üstadın çok­luğu, istifadenin de artmasına ve daha değişik şeyler öğrenmeye vesile olur. İstidat ve kabiliyetin artmasını sağlar. Bütün bunlar kitabın başındaki altıncı haberde de anlattığımız gibi ancak ilim yolculuklarıyla kazanılır.

Bu üç âlimden birisi doğulu bir muhaddis, diğeri batılı bir kıraat âlimi diğeri ise Şam’lı bir tarihçidir. Bu üç hayat hikâye­sinde, kitapta adı geçen diğer âlimlerin hayatlarını kapsaman örnekler göreceksiniz. Bu hikâyeleri okuyun ve onların içinde bulundukları durumla sizin içinde bulunduğunuz duruma kıyas edin ve bundan sonra ne diyecekseniz deyin, Usul ve turu ara­sında ne kadar fark bulunduğuna karar verin.



ÜÇÜNCÜ HİKÂYE

DOĞULU MUHADDİS EBU HATİM B. HIBBAN

Ebû Hatim Muhammet b. Hıbban et Temimi el Büsti’nin birçok tasnifi vardır. 280 senesinde dünyaya geldi. 354 sene­sinde vefat etti. Nesai, Haşan b. Süfyan, Ebû Ya’la el Mevsıli, Ebû Bekir Huzeyme’den ve Mısır’dan Horasan’a kadar sayıya gelmeyecek âlimden hadis dinledi.

Semerkant’ın kadılığını yaptı. Kendisi fikıh âlimi, hadis hafizı, astronomi ve tıp bilgini idi. İnsanların en akıllılarından idi. Ahlak, lügat, hadis ve fikıh ilimlerinde bir hazine idi. Uzun bir müddet yolculuk yaptıktan sonra 340 senesinde memleke­ti Büst’e geldi ve oraya yerleşti. Bu gezilerinde dinledikleriyle, yaklaşık altmış adet musannef eser yazmıştır. El Enva ve’t Tekasim adlı eserinde (yani sahihinde):

“Belki iki bini aşkın şeyhten ilim yazdım.” Demiştir.

Zehebi, bunun üzerine:

“Gayret işte böyle olur. Fıkıh, Arapça ve derin ahlak bilgisi... Bu kadar çok tasnif... "demiştir.

Allame Yakut el Hamevi, Büst hakkında şöyle der: (94)

“Büst, Sidstan, Gazne ve Herat arasında kalmış bir şehirdir, (bu gün Afganistan’a bağlıdır) Kabil’in bir nahiyesi olduğunu zannediyorum. İklimi sıcak bir memlekettir. Büyktür. Nehir ve bahçeleri boldur. Fakat biraz harabedir.

Buradan birçok faziletli âlim yetişmiştir. Bunlardan birisi de Ebû Hatim Muhammet b. Hıbban’dır. Fazilet sahibi bir imam ve allamedir. Hadis bilgisi çok geniştir. Bunun için çok geziler yapmış ve şeyhlerle görüşmüştür. Metin ve senet konusunda da otoriteydi. Diğerlerinin yapmaya güç yetiremeyeceği kadar çok hadis tahriç etti. İnsaflı bir şekilde musanneflerini inceleyen, onun, ilimde ne kadar tebahhur ettiğini, derinleştiğini fark edecektir. El Müsnedü's Sahih ale’t Tekasim-i vel Enva adlı kitabında şöyle der:

“İskenderiye ve Şaş arasında belki iki bin şeyhten ilim al­dık.”

Şaş ve İskenderiye arasında yolculuk yaptı. İmam ve ulema ile görüşüp âli isnatlı hadisler aldı. İmam ebû Bekir b. Hu- zeyme’ye talebe oldu. Ondan fikhul hadis ve hadislerin derin manalarını öğrendi. Kendisi izzet sahibi bir âlim olmakla birlikte, tasnifleri, hadis camiası tarafından saygın bir yer kazandı.

Büst’te Ebû Ahmet İshak b. İbrahim’den ve Ebul Haşan Muhammet b. Abdullah b. Cüneyt el Büsti’den, Herat’ta Ebû Bekir Muhammet Osman b. Sa’d ed Darimi’den, Merv’de Ebû Abdullah, Ebû Abdurrahman, Abdullah b. Mahmut b. Süley­man es Sudani’den ve Ebû Yezit Muhammet b. Yahya b. Halit el Medini’den, Sine köyünde Ebû Ali Hüseyin b. Muhammet b. Mus’ab es Sinci’den ve Ebû Abdullah Muhammet b. Nasr b. Terkul Hevrekan’dan hadis dinlemiştir.

Maveraü’n Nehrin şehirlerinde, Cürcan’da, Askeri Mükram’da, Basra’da, Bağdat’ta, Semerra’da, Nusaybin’de, Antakya­’da, Şam’da, Kudüs’te, Mısır’da ve daha birçok yerde, birçok âlimden hadisler dinlemiştir.

İşte eskiden ilim tahsili böyleydi. Memleketler dolaştır, be­denler harap olur ve zamanlar harcanırdı. İstirahat ve tatil yok­tu. Zorluklar, asla âlimlerle görüşmeye engel değildi. İlim yolunda karşılaştıkları engeller onları, ilimde daha da ziyadeleşmeye teşvik etmişti. Elde ettikleri ilim, onlara, bütün yorgunluklarını ve sıkıntılarını unutturmuştur.



DÖRDÜNCÜ HİKÂYE MAĞRİPLİ KIRAAT ÂLİMİ EBUL KASIM EL HÜZELİ

395 de Mağripte doğmuştur. 465 senesinde uzak doğuda, Nişabur’da vefat etmiştir.

Zehebi şöyle der:

“Ebul Kasım el Hüzeli, çok yolculuk yapmış büyük bir üstat­tır. Kıraat ilminde bir otoritedir. Kıraat ilmi için dünyayı dolaş­mış ulemadan birisidir. İsmi, Yusuf b. Ali b. El Cübera el Mağribi el Biskeri (Bisker, Mağrip’te küçük bir beldedir.) dir.

Uzak batıdan, uzak doğudaki Türk memleketlerine gitmiş­tir. Bu yolculuklarını 425 ve daha sonraki senelerde yapmıştır. Harran’da, en Nakkaş’ın arkadaşlarından, Ali Ebul Kasım ez Zeydi’den kıraat okumuştur. O, en büyük hocasıdır. Yine bura- a Ali el Ehvazi’den ders almıştır. Şam’da, Ali İsmail b. Raşit el Haddad’dan, Mısır’da bir grup âlimden, Ali b. Mehdi et Tarara'dan, er Ravza adlı kitabın yazarı Haşan b. Muhammet b. İbrahim el Maliki’den, imamların tacı Ahmet b. Ali el Mısri’den, Ebul Ala Muhammet b. Ali el vasıti’den ve Muhammet b. Haşan el Karzeni’den kıraat ilmi öğrenmiştir. (95)

İbnü’l Cezeri şöyle der: (96)

“Kıraat ilmi öğrenmek için birçok memleket gezdi. Bu ilim için onun kadar gezen, onun kadar ulema ile görüşen birisini bilmiyorum.”

El Kamil isimli kıraat kitabında şöyle der:

“Bu ilim uğruna, 365 şeyhle görüştüm. Uzak batıdan Fergana’ya kadar, Kuzeye ve güneye, dağ, deniz demeden yolcu­luk yaptım. Şayet İslam memleketlerinin birinde, kıraat ilminde benden daha bilgili birinin olduğu söylenseydi hemen oraya giderdim.”



İşte ibret alınacak bir gayret. Hocalarından Emir b. Makula, onun hakkında şöyle der:

“Nahiv dersi görür, fıkıh ve kelamı bilirdi. Vezir Nizamûl Mülk, onu Nişabur’daki medresesinde hoca olarak tutmuş ve çok faydalı olmuştur. Nahiv, sarf ve kıraat bozuklukları hak­kında da ileri derecede bilgi sahibiydi. Ebul Kasım Kuşeyri'nin meclisine gelir ve ondan usul dersleri alırdı. Kuşeyri de ondan nahiv ve kıraat meselelerini danışır ve istifade ederdi. Nişabur’a 458 senesinde geldi. Vefatına kadar orada kaldı.

El Kamil adlı eserinde, kendilerinden kıraat okuduğu 122 âlimin isimlerini tek tek vermiştir.

Zehebi, Ebû’l Kasım el Hüzeli’nin bu 122 hocasını zikrettik­ten sonra şöyle der:

“Ben burada bilinen, meşhur hocalarını kaydettim. Bilinme­yen bundan daha fazla hocası vardır.” İlim ehlinin, bu uğurda ne kadar gayret etmiş olduğunu bu örnekten de anlayabiliyoruz.



BEŞİNCİ HİKÂYE

HAFIZ EBUL KASIM B. ASAKİR ED-DIMEŞKİ

Asıl adı Ali b. El Haşan b. Asakir’dir. 499 senesinde Şam’da doğdu. 571 senesinde vefat etti. Hadis ilmi öğrenebilmek için çok yolculuk yapan muhaddis imamlardandır. Şam’ın tarihini anlatan, seksen ciltlik bir eseri vardır. Bunun yanında daha bir­çok eseri vardır. Vaktin değerini çok iyi bilir ve hiçbir anını zayi etmemek için uğraşırdı. O kadar velut, o kadar çok eser vermiş­tir ki bu gün onları neşretmekten aciz kalıyoruz.

Bütün bu kitaplan kendi eliyle yazdı ve telif etti. Bunların düzenlenmesini, muhakkikliğini ve tertibini de kendisi yapmıştır.

Vakti değerlendirmesiyle,  değerli eserler vermesiyle, gayretiyle, bilgisinin ve ezberinin çokluğuma, kendisinden sonraki          insanlara şaşırtıcı bir ibret olsun diye bunlan bizim hizmetimize sundu.

Şimdi, üç rical kitabından, özet olarak alınmış, hal tercümesine geçiyoruz.

Tarihçi, Kadı İbn-i Hallikan, onun hal tercümesinde şöyle der.(97)

Devrinin Şam muhaddisi ve Şafii fakihlerinin önde gelenlerindendir. Hadis, onun hayatında öncelikli sırayı aldığı için muhaddislik yönüyle meşhur olmuştur. Başkasının muvaffak olamayacağı kadar hadis ezberledi. Hadis öğrenebilmek için dil memleket memleket dolaştı ve hadis üstatlarıyla görüştü. Yolcu­luklarında Ebû Sa’d Abdülkerim b. Sem’ani ile arkadaşlık eder­lerdi. (Sem’ani’nin görüşmüş olduğu üstatların sayısı, yedi bine  ulaşmıştı.)

Mütedeyyin bir hafiz idi.Senet ve metin bilgisi çok iyi idi.

Bağdat’ta hadis dinledikten sonra Şam’a döndü. Oradan Horasan’a, oradan da Nişabur, Herat ve Cibal’e gitti. Hadisler alıp faydalı tasnifler yazdı. Hadis ilmine dair güzel sözleri vardır.

Birçok eser vermiştir. Bunlardan birisi de Et Tarihu li Dımeşk isimli seksen ciltlik eseridir. Bu eseri yazarken, Hatip el Bağdadi- ’nin Tarih-i Bağdat adlı eserinde takip ettiği metodu kullanmış­tır. Ne var ki onun bu kitabı, hacim, içerik ve ifade zenginliği bakımından Tarih-i Bağdat’tan daha geniştir.

Mısır’ın önde gelen allamesi, üstadım Zeküyyiddin Ebû Muhammed Abdülazim el Münziri, bana şöyle demişti:

“Zannediyorum ki bu adam, aklı ermeye başladığından iti­baren bu tarih kitabını yazmaya gayret gösterdi ve o vakitten itibaren bu kitap için bilgi toplamaya başladı. Yoksa bin insanın ömrü bile, ne kadar çalışsa ve uyanık kalsa, böyle bir kitabı yaz­mak için kısa gelir. Çünkü ilmin de getirdiği bir meşguliyet var­dır. İnsan ilimle şöhret bulunca kendisinden soru sorup istifade etmeye gelenler de insanı meşgul eder. Bu işten alıkoyar.”

Bu kitabın üzerinde durup inceleyenler, bu sözün hakikati­ni göreceklerdir. Bu eseri tam manasıyla ortaya koymadan önce de bunun karalamalarını düzene sokma işiyle uğraşmıştır. Yaz­dığı kitaplar sadece bununla da sınırlı değildir. Telif ettiği başka eserler ve faydalı cüzleri vardır. Bir insanın ömrü bu kadar eseri ortaya koymaya nasıl yeter?” (îbn-i Hallikan’ın sözü burada bi­tiyor.)

Ebû'l Kasım İbn-i Asakir’in telif ettiği kitap sayısı elliyi aşkın­dır.



Hâfiz Zehebi onun hayatını anlatırken şöyle der: (98)

“Büyük hadis hafızlarından ve üstatlarından biridir. Şam muhaddislerindendir. Hadis otoritelerinin övünç kaynağıdır. Bü­yük bir tarih kitabı vardır. 499 senesinde doğmuştur. Babası ve kardeşi İmam Ziyaüddin Hibetullah’ın teşvikiyle, 505 senesinde, Şam’da hadis öğrenmeye başlamıştır. Yirmi yaşından itibaren hadis öğrenmek için, Bağdat’a, Mekke’ye, Kufe’ye, Nişabur’a, İsfahan’a Merv’e yolculuk yapmıştır. Böylece kırk şehre gitmiş, her kırk şehirdeki kırkar üstattan, kırkar hadis ezberlemiştir. Bu şekilde bin üç yüz erkek, seksenin üzerinde de hanım âlimle gö­rüşmüştür. 533 senesinde tekrar Şam’a gitmiştir.

Birçok kimse ondan hadis rivayet etmiştir. Bunlardan birisi de yol arkadaşı Ebû Sa’d es Sem’ani’dir. Sonra Zehebi, diğer elli eserini sayar. İlim kapısında dört yüz sekiz mecliste hadis dikte etti. Her bir mecliste yazdıkları bir kitaba bedeldir.”

Muhaddis olan oğlu Bahaeddin el Kasım, şöyle der:

Rahmetli babam, cemaate devam ve Kur’an okuma hususunda çok gayretliydi. Her Cuma ve her Ramazan ayında hatimederdi. Ramazanlarda, Şam Camisinde itikâfa girerdi. Nafile­lerle ve zikirle çokça meşgul olurdu. Gecelerin yansını ibadet- le geçirir, bayram gecelerini de namaz ve zikirle ihya ederdi. ederdi. Ramazanlarda, Şam Camisinde itikâfa girerdi. Nafile­lerle ve zikirle çokça meşgul olurdu. Gecelerin yansını ibadet- le geçirir, bayram gecelerini de namaz ve zikirle ihya ederdi.

Nefisini her an muhasebe altında tutardı. Kırk senedir boş birşeyle uğraştığını görmedim. Meşguliyeti, yolculuklarında hadis dinlemek ve bunları toplamaktı."

Ebû’l Ala el Hemedani şöyle der:

“Bağdat’ta, zekâsından ve çabuk kavrayışından dolayı, bir ilim ziyası olarak isimlendirilir."

Ebul Mevahib b. Sarsara der ki:

Ona birgün:

“-Üstadım, kendin gibi birisini daha tanıyor musun?” diye sordum. O da:

“-Böyle deme. Allah Teala: «Nefsinizi tezkiye etmeyin»(Necm,32) diye buyurur” dedi.

Ben de dedim ki:

“-Ama Rabbimiz: «Rabbinin nimetlerini de an»(Duha,11) diyor.” Dedi ki:

“-Ancak «gözlerim bir benzerimi daha görmedi» dersek yalan söylemiş olmayız.”

Ebû’l Mevahib devamla şöyle diyor:

“Ben yine de onun gibisini görmedim diyorum. Onun gibi hadis bilgisi olan, kırk senedir kendisini bu yola hasretmiş, bir  özür hali hariç, her zaman ilk safta namaz kılmış, Ramazan’da ve Zil Hicce’den on gün itikâfa devam etmiş, mal ve mülk edinme yoluna hiç tevessül etmemiş, imamlık ve hatiplik gibi makam ve mevkilerden her zaman geri durmuş, iyiliği emir, kötülükten sa­kındırmak için çabalamış ve bu yolda, kınayanların kınamasına hiçbir zaman aldırmamış başka bir kimseyi daha görmedim.”



3-İmam Taceddin es Subki de onun hakkında şöyle der; (99)

Kıymetli bir imam ve ümmetin hafizlarındandır. Ondan başka dedelerinden dolayı, Asakir diye isimlendirilen birini daha bilmiyoruz. Bu isimle şöhret bulmuştur. O, hadis ilmine, Taptığı hizmetlerle katkıda bulunmuştur. Zamanının hadis oto­ritesidir. Cihabize ve hadis hafızlarının sonuncusudur. Hadis talebelerinin uğrak yeridir.

Birçok ilmi bünyesinde toplamıştır. İlim ve amelden gayri bir arkadaşı olmamıştır. Ezberlediği bir şeyi, bir daha asla unut­mazdı ve hafızası daha önce görülmemiş bir seviyede idi. Titiz­likte onu geçmek bir tarafa, onun seviyesine ulaşan bile yoktu. İlimdeki geniş bilgisi, onu yüceltmiş ve diğer âlimlerin üzerine çıkartmıştı.

Hadis dinlediği üstatlarının sayısı, bin üç yüze ulaşmıştır. Seksen küsur da hanım âlimden ilim öğrenmiştir. Uzak yakın demeden birçok bölgedeki, birçok memleket ve şehirdeki âlim­den ilim öğrenmiştir. İdrak edilmesi çok zor bir gayrete sahipti. Yolculuklarında, tek dostu takvası idi.”

Üstadı, Hatip Ebul Fazl et Tusi, şöyle der:

“Hâfiz ünvanını alacak, ondan başka birisini tanımıyo­ruz.”

İbnü’n Neccar:

“O, vaktinin en büyük hadis âlimi idi. Onunla birlikte, hadis­te hafızlık, titizlik, hadise tam vukufiyet, güvenilirlik, şeref, güzel tasnif etme ve ciddiyet özellikleri son bulmuştur” der.

Yine İbnü’n Neccar, hocası Abdülvehhab b. Emin’den şöyle duyduğunu söyler:

“Bir gün, Ebû Kasım b. Asakir ve Ebû Sa’d b. Es Sema’ni ile üstatları dinlemek için yolculuk yapıyorduk. Bir hoca ile karşılaştık. Sem’ani, hadis dinlemek için onu durdurdu. Fakat hoca hadis okuyacağı cüzleri bulamadığından dolayı sıkıntıya düştü. İbn-i Asakir:

“-Hangi cüzlermiş onlar?" Diye sordu. Hoca:

“-Ebû Davut'tun, ölümden sonra dirilmeyle ilgili, Ebû Nasr ez Zeynebi’den dinlediği cüz." Deyince, İbn-i Asakir:

"-Üzülme" dedi ve bu cüzün hepsini veya bir kısmını ezbe­rinden okudu. (Hepsi mi yoksa bir kısmı mı olduğu konusunda şüphe vardır.)

Muhyiddin en Nevevi şöyle der:

“O, Şam’ın, bilakis dünyanın hafızıdır. Güvenilirlikte zirve ve mutlak otoritedir."

Oğlu, Ebû Muhammet el Kasım şöyle anlatır:

“Babam, birçok kitap dinlemiş fakat arkadaşı Ebû Ali b. Vezir’in bunları yazacağını düşünerek kendisi yazmamış. İbnü’l Muzir’in yazdıklarını babam, babamın yazdıklarını da ibnü’l Vezir  yazmazmış.

Bir gece, bir arkadaşı ile ay ışığında sohbet ederlerken şunları dinledim:

-O kadar yolculuk yaptım ama yolculuk yapmış gibi değilim.O kadar ilim tahsil ettim ama hiçbir şey bilmiyor gibiyim. Sahih-Buhâri ve Müslim, Beyhaki’nin kitapları ve bazı cüzleri gibi benim dinlediğim kitapları, arkadaşım İbnü’l Vezir in yazdı­ğını düşünüyordum. Merv halkı, onu çok sevdiklerinden, onu Merv’de kalmaya ikna ettiler. Ben de Yusuf b. Farul Ceyyani ve Ebû’l Haşan el Muradi adında iki arkadaşla buluşmayı ümit ediyordum. El Muradi, bana:

«-Şam'da buluşur oradan da memleketim olan Endülüs’e giderim-demişti. Ama onlardan hiçbirinin de Şam’a geldiklerini görmedim.>>

Çok geçmedi arkadaşlarından birisi gelip kapıyı çaldı. Arkadaşı Ebul Haşan el Muradi gelmişti. Babam, onu, evinde misafir etti. Bize, içi kitap dolu dört sepet getirmişti. Bunların içinde, âlimlerden dinledikleri hadisler vardı. Babam, buna o kadar se­vindi ki tahmin edemezsiniz. Yorulmadan, bu dinlediği hadisle­re kavuştuğu için Allah’a şükürler etti. Hemen onların kopyasını çıkartmaya koyuldu. Her cüzünü yazdıkça sanki dünyalar onun olmuş gibi seviniyordu. Allah rahmet eylesin."

*******

İşte bu sayfalar ve alıntılar, gördüğümüz gibi ilim öğrenme yolunda canlarını ve mallarını ortaya koyan âlimlerin hayat hi­kâyeleridir. Onlar, kendilerinden sonrakilerin hidayet rehberi­dir. Allah’ın rahmeti ve rızası onların üzerine olsun.



……

Allah rahmet etsin, İbni Kayyım şöyle der: (100)

İlim zenginliği, mal zenginliğinden daha üstündür. Çünkü insanlar, delillere ve hüccetlere tabi olurlar. Kalpler, ilim zen­ginliğine tabi olur. Fakat mal zenginliği, ancak bedenleri hük­mü altına alabilir. İlim zengini olan kişi en kibirli, en inatçı ve en muhalif olan kişiyi bile etkisi altına alır ve kalbini feth eder. Bütün bu kibirliler ilim sultanlığı karşısında zelil ve boynu bükük kalırlar.

İlimsiz sultanlık aslan, kaplan vs. gibi yırtıcıların sultanlığına benzer. İlimsiz ve merhametsiz güç, parçalayıcıdır. Fakat ilim ile sultanlık merhamettir ve hikmettir. Hikmet, her zaman yol göstericidir ve batılın hakkından gelir.

********

Görünen o ki bizim içinde bulunduğumuz durumla eski­den ilim öğrenen talebeler arasında büyük bir fark var. Onlar, bîr âlimle görüşmek veya bir hadis alabilmek için deve sırtında veya yürüyerek gece gündüz, sıcak soğuk demeden çölleri aşı­yorlardı.

Bu yaptıklarından da herhangi bir övgü beklemiyorlardı. Sadece mütevazı bir şekilde susuyorlardı. Bugün, bazılarının yaptığı gibi isimlerinin önüne bir unvan eklemek vs. gibi kap­risleri yoktu. Kendilerine, göz kamaştırıcı bir İlmî dikkat ve hassasiyet verilmiştir. Azimlerinden, metanetlerinden ve çalış­kanlıklarından dolayı, her insaf ve akıl sahibi olan kişi onların önünde saygıyla eğilir. Gerçek âlimler, bütün bunları bir ibadet sessizliği içinde mütevazı bir şekilde, ince zekâlarını en iyi şekil­de kullanarak ve hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmadan yaparlar.

Elhamdülillah bugün ilim öğrenmek kolaylaştı. Vasıtalar ço­ğaldı. Uzak yakın bir oldu. Zaman da, mekân da adeta dürüldü. Fakat bunca kolaylığa rağmen gayret ve azim kalmadı. İlim is­teği, aşkı, şevki eskisi gibi değil. Şu an ki İslam âleminin, içinde bulunduğu durumu hepimiz açık ve seçik bir biçimde müşahe­de ediyoruz. Bununla birlikte âlimlik iddiasında bulunan, âlimlik taslayan ve geçmişlerimizi cehaletle itham eden bir grup insan türedi. Boş boğazlıkla, sapıklıkla ve haddi aşarak müctehitlik id­diasında bulunuyorlar. Boş boğazlığı ve kara çalmayı, geçmiş âlimlerimize karşı bir üstünlük zannediyorlar.

Hâliz İbni Recep El Hanbeli, Fadlü İlmil Selef Ala İlmil Ha­lef adlı kitabında şöyle diyor:

Teni yetme âlimler çok konuşmakla hataya düşüyorlar. Din konularında çok konuşmayı, tartışmayı, husumeti bir üstünlük olarak görüyorlar. Bu hâlbuki sırf cehaletten kaynaklanıyor. Sahâbenin büyüklerine Hz. Ebubekir, Ömer,Osman, Ali, İbni Mesut, Zeyd b.Sabit (r.a.) gibilerine bir bakıver.Onların konuşmaları, daha alim olmalarına rağmen Ibni Abbas’ın konuşmalarından daha azdır. Tebeu’t Tabiinin konuşması Tabiinin konuşmalarından daha fazla. Halbuki tabiun daha alimdir İlim çok rivayet etmek veya çok konuşmak değildir. İlim kalpteki bir nurdur ki kul onunla hakkı görür. Doğruyu eğriden ayırır. Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) cevamiu’l kelim idi. Az konuşur, çok şey ifade ederdi. Bu yüzden çok kıylü-kal men edilmiştir.

İbni Mesut şöyle der:

“Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki ulemanız çok fakat hatibiniz az. Öyle bir zaman gelecek ki ulema az fakat ortalık hatip kaynayacak. Çok ilim az kelam övülmüştür. Fakat az ilim çok kelam yerilmiştir. Peygamber Efendimiz de Yemen’lilerin imanına ve fakihliğine dikkat çekiyor. Yemenlilerin farik vasfi da az konuşmalarıdır.

İlim ehli kendilerini hor görürken kendilerinden önceki seleflerini de yüceltmişlerdir. Onların ulaşmış olduğu mertebe karşındaki acziyetlerini söylemekten asla çekinmemiş selefin fazileti gönüllerinde yer etmiştir. Ebû Hanife (r.a.)’a Alkame ve Esved hakkında bir karşılaştırma yapması istenince verdiği ce vap ne kadar güzeldir:

“Biz onları dilimize alabilecek seviyede değiliz ki onlar hak-kında bir değerlendirme yapalım.”

İbnü'l Mübarek selefin ahlakı hakkında konuşurken şu şiiri inşad eder:

‘Sakın bizim hatıralarımızla onların hatıralarını karşılaştırmayın

Zira yürüyenle oturanı karşılaştırmak doğru değildir.’

Kendisini seleften daha üstün ve faziletli gören kişinin ilmi­nin faydası yoktur. Miskin nerden bilsin ki selef Allah korkusu ile az kelam etmiştir. Onlar elbette ki isteselerdi sözü uzatabi­lirlerdi. Bundan aciz değillerdi. Nitekim İbn-i Abbas (r.a.), dini konularda tartışan kişilere şöyle seslenir:

‘’Hastalık ve dilsizlik hali hariç,Allah korkusunun bir kulu konuşamaz durumda bıraktığını görürsen bil ki onlar gerçek alimdir.’’

******

Söz buraya gelmişken, kıvrak zekâsıyla meşhur, tabiinin büyûklerinden Ebû Amr 'Bırv Ala'dan (d. 7o-v. 154) bahsetmek istiyiyorum.Kendisi,yedi kıraat imamından birisidir.Devrinin Kur’an ilimlerinde,kıraatte,Arapça’da,Edebiyat ve şiirde ve nahivde en ileri gelen alimiydi.Karşılaştığı ve görüştüğü Arapların fasihlerinden yazdığı kitapla,evini doldurmuş hatta tavana ulaşmıştı.Hasan-ı Basri’nin zamanında da ulemanın reisi ve öncüsü konumundaydı.

Bu saygıdeğer imam,kendi haliyle,kendisinden önceki alimleri arasında kıyas yaparken şöyle diyor;

‘’Geçmiş alimlere nispetle biz,uzun hurma ağaçlarının gövdesi üzerindeki fiizler gibiyiz.’’

Ebu Amr Bin Ala’nın,yaklaşık bin iki yüz sene önce söylediği sözü duyduktan sonra onun hocası olan,tabiinin büyüklerinden,devrinin tefsirde ve kıraate en büyük alimi olan Mücahit B.Cebr-El Mekki’ye kulak verelim.Hz.Ömer’in hilafeti esnasında dünyaya gelmiştir:Kendisi şöyle der:

“-Âlimler gitti, sadece alimlik taslayanlar kaldı..Bugünün müçtehit geçinenleri, geçmişin başıboşlarına denk.’’(Ebu Heyseme,Tarih-i Kebir)

Bu konuda son sözü tabiin büyüklerinden Ubeyd B.Umeyr el Mekki’ye bırakıyoruz.

Öğrencilerinden Hammad B.Zeyd,kendisine:

‘’-Geçmişe nazaran bugün ilmi daha mı çok daha mı az ?’’diye sorar.O da cevaben:

-Bugün söz çok. Bundan önce ilim çoktu" demiştir.(101)

Ne kadar ince bir teşhis, ne kadar veciz bir tabir, ne kadar doğru bir cevap! Bu cevap, ihlâs sahiplerinin kalbinden fışkıran bir hikmet pınarıdır.

Tabiinin büyüklerinden, Bilal Bin Sad El Eşari, (v. 120) kendi asrındakilerle geçmiştekiler arasında şöyle bir kıyas yapıyor:

“Zahitleriniz dünyalık ister. Müçtehitleriniz ihmalkâr ve gev­şek. Âlimleriniz cahil. Cahilleriniz ise kibirli." (102)

*****

Şimdi, yaklaşık bin üç yüz sene önce bu sözleri söyleyen, ilimde otorite sahibi büyük âlimlerin kendileri hakkındaki sözle­rine bakalım. Ve de acaba kendimiz hakkında biz ne söylemeli­yiz diye bir düşünelim. Allah, ayıplarımızı, kusurlarımızı örtsün, affina mahzar etsin. Bazılarının tutulduğu gibi âlimlik iddiasında bulunma hastalığına duçar etmesin. Âmin.

Allah rahmet eylesin, İmam Celalettin Ed Devani Eş Şirazi şöyle demiştir:

“Şayet selef uleması, kendilerinden sonrakilerin kaba bir şekilde görüşlerine muhalefet edeceklerini bilselerdi, kitaplarının, kendileriyle birlikte, kabirlerine defnedilmesini isterler ve sadır­larındaki ilmi satırlara geçirmezlerdi."(103)

*********

Bu örneklerde gördük ki dârül İslam, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine dârül ilim haline gelmiştir. Tabi ki bu, ilim uğruna durup dinlenmek bilmeden yolculuk yapan ilim taliplileri sayesinde olmuştur. Nasıl bugünkü talebeler okulda, sınıflar koşuşturuyorsa, onlar da memleketler arasında koşuşturuyordu. Bu yolda engel, mani ve sınır tanımıyorlardı. Irk sadece islamdı. Vatan doğduğun yer değil, her yerdi.



En zor şartlar altında, yürüyerek yaptıkları bu yolculuklar ilim tahsilinde kemale ulaşma isteğinin bir göstergesiydi. Hatta:

“Kim yolculuk yapmazsa, ilimde güvenilirliği yoktur” deni­lirdi. Medreseler, camiler, hanlar ve vakıflar bu ilim yolcularına kucak açmış ve İslam beldeleri bu erlerin önünde saygıyla eğil­miştir. Böylece yüzlerce hatta binlerce âlimle görüşüp bilgilerini ve eserlerini artırmaları mümkün olmuştur.

İslam beldelerinin hepsinde bunlar olmaktayken batı ka­ranlık içerisindeydi. Bu bilgilerden ve kaynaklardan mahrum idi. Ancak bugün durum terane döndü.



Dipnotlar;

(1)-el-Kıfâye Fi’l-ilmi’r-Rivâye, s, 403.

(2)-el-Bidâye e'n-Nihâye, 9:100.

(3)-el-Muhaddisü ’l-Fâsılü Beyne’I-Ravi ve’l Vâ’î, s.224.

(4)-1:81,84.

(5)-. Hatîb el-Bağdadî ,el-Câmi’ Li Ahlâkı’r-Râvî ve Âdâbi’s-Sâmi” de (2:

183) Hammâd er-Râviye’den şöyle rivâyet etmektedir: “Araplar şöyle diyordu: Dört şey bizim ilgimizi çekmiştir; Karga, domuz, köpek ve kedi. Karga erkenden çabucak davranması ve gece olmadan da sü­ratle geri dönmesiyle...”

(6)- Sünen, 1: 136; Rihle Fı Talebi 'l-Hadis, s. 144.

(7)-Tarihü'l-tslam, 5:4; Tezkitarü’l-Huffâz, 1:108.

(8)- Tertîbü’î-Medârik, 3.110; Meâlimü’l-îmân; Tekmile, 1:241.

(9)-Menâkıbü'l-İmam Ahmed, s.25,26.

(10)- Sıfatu’î-Fetvâ e'l-Müfti ve'I-Müsteftî, s.78.

(11)-el-Bidâye ve’n-Nihâye, 10:336.

(12)-Saydu’l-Hâtır, s. 246, 175. Fasıl.

(13)- 1:114.

(14)- 2: 524.

(15)- 1: 123.

(16)-Hâfız es-Sem'ânî, et-Ensâb, 1:169; Hâfiz ez-Zehebi, a.g.e, 2:789.

(17)-(Ebû’l-Hasen Hayseme b. Süleyman b. Haydara el-Kurşi el-Trablusi) Hâfiz ez-Zehebî, a.g.e, 3/858.

(18)- Yâkut el-Hamavî, Mu’cemü’l Udeba ,12,219-320; Zehebî, el-iber, 2: 268, Tezkiratû 'l-Huffâz, 3:856.

(19)- el-İrşâd Fi Tabakâti'l-Bilâd.

(20)- (İmam, seyyah, hafiz, sığa, Muhammed b, İbrahim el-Isbahânî), Zehebî, a.g.e, 3:973;

(21)-(Hafız,seyyah,Ebu Abdullah b.Mende),age,3:1032

(22)- (Hâfiz, imam, Zâhid, Şeyhülislâm, Ebû Müslim Abdurrahmân b. el- Bağdâdî), Zehebî, a.g.e, 3:979.

(23)- (Hâfiz, İmam, Sünnetin önderi, Ubeydullah b. Hatem Ebû Nasr es- Siczi) a.g.e, 3:1119.

(24)- Hâfiz el-Kureşî, el-cevahirü’l-Mudiyye Fî Tabakâli-l Hanefiyye, 1:157.

(25)- (Ebû’l-Vakt Abdu’l-evvel b. eş-Şeyh el-muhaddis el-Mu'ammar Ebû Abdullah îsâ b. Şu’ayb b. İbrâhîm es-Siczî) Zehebi, Siyerü Âlâmı‘n- Nübelâ, 20:303-309.

(26)-Yedi yaşındaki bir çocuğun hadis öğrenme sevgisi, isteği ve arzusuyla yanıp tutuşması nedir böyle!? Takip ettikleri ne ilginç ve şaşırtıcı birr yol! Yaşıtları oyun, eğlence şeker ve tatlı yemekle meşgulken babanın, yürüyerek katedeceği mesafelerin meşakkatini azaltmak, azmini güçlendirmek, kuvvet ve sebatını artırmak için taşları ona taşıtması ve sonra da teker teker onları elinden atması...

İşte bu ateşli iştiyâklarla sünnet, dili Arapça olmayan bu beldelerde ki acem müslümanların sadrında yaşadı. Dilleri Arapça değildi belki ama bu insanların kalplerinde ve evladlarının akıllarında Arapça ve sünnet sevgisi vardı. Allah üstâdımız muhaddis, fakîh, şeyh Muhammed Bedr Alem el-Mirtehî el-Hindî'ye rahmet etsin, kendisi derdi: “Arapçayla konuşmak ibâdettir. Bundan dolayıdır ki,onlar kabiliyetlilerini, dâhiliklerini, mahâretlerini ve medeniyet birikimlerini Arapça’yı muhafazada ve sünnete hizmette kullandılar. Bu bu şekilde muhaddislerin, büyük muhaddislerin yöneldiği, titiz ve araştırıcı şeyhlerin bir araya geldiği mekânlar ve büyük lügat imamlarının çıktığı, edip ve belâğatçıların yetiştiği yerler haline geldi.İşte bu Allah'ın fazlıdır.

(27)- el-Muhaddisü l-Fâsilu Beyne’r-Râuî ue’l-Vâvî, 220, 221 149.

(28)-Hâfiz b. Salâh eseri "Ma‘rifetü envâ’ı ilmi'l-hadis", s.210 (Ma’rifetü âdâbu tâlibi’l-hadis)

(29)-Dârimî, Sünen 1: 121. (Müzâkeratü l-ilm)

(30)-(Ebû Hişâm Mugıyre b. Mıksem ed-Dabî, el-Kûfî) Zehebî, Târihü'I- İslâm, 5: 302; Tezkiratü l-Huffâz, 1: 143.

(31)- Ebû Hayseme en-Nesâî, Kıtâbu l-İlm, s. 135; Dârimî, Sünen, I: 120 (Müzâkeratü ’l-ilm); Hâfiz b. Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, 5: 205-8: 297-)

(32)- Zehebî, Tezkiratü-l-Huffâz, 1: 253; Mîzânü'l-İ'tidâl, 1: 240.

(33)-Zehebî, Tezkiratü 1-Huffâz, 1: 277.

(34)-Kadı Iyâz, Tertîbül-Medârik, 3: 250.

(35)-İ. Cevzı, Menakıbü’l-İmâm Ahmed, s.61; Zehebî, Târîhul-İslâm, Hoca­mız Ahmet Şâkir’in -rahimehullah- tahkikiyle, s.63; et-Tâcu s-Sübkî, Tabakâtü’Ş'Şâfi‘îyyeti’l-Kübrâ, 2: 28.

(36)- Kadı Iyâz, Tertibü'l-Medârik, 3; 114,

(37)- Hatip Bağdâdi, Târihi Bağdât, 3:419,

(38)-Kadı Îyâz, Tertibül Medârik, 3/122; İlma\ s.235.

(39)- (Hafız el-Humeydi) Zehebî, Tezkiratü l-Huffaz, 4:1219 200.

(40)-(Ahmed b. Ali),Tâcüdcfîn es-Sübkî, Tabakâtû ’ş-Şâfi 'ryyeti’l-Kübrâ, 6:30

(41)-Hatib el-Bağdâdî, Târih, 14: 244; Muvaffak el-Harzemı, Menâkibu EhbuHarâfe, 1:469.

(42)-Salahuddîn Safedî, el-Vâfi bi'l-Vefeyât, 1: 106-108.

(43)-Sübki,age,4:61-65

(44)-Yakut el Hamevi,Mücemül Udeba,17/227)

(45)-(Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Bekrî) İ. Hallikân, Vefeyâtü- ’l-Âyân, 3:93

(46)- Kıfti,İnbahür Rüvat,3:174;İbn Hallikan,Vefeyat,1;522

(47)-Siyeru Alamin Nübela,21:113;Sübki,Tabakat,7.155

(48)-Tabakatul Hanabile İbn Ebi Yala,1;97

(49)-Tezkiratü’l Huffaz / Siyer-i A’lami’n Nübela | "

(50)-Zeyl-ü Tabakati’l Hanabile 1: 298

(51)- Tezkiratû'l Huffaz 1:195 Hâfiz Zehebi

(52)-El İlel fi Marifeti’r Rical 1: 365

(53)-Tekaddümetû’l Cerh-i Ve’t -Ta’Iil shf 363

(54)- Siyer-u A’lami’n-Nübela 9: 393

(55)- Tabakatü’ş Şafii el Kübra 2: 227 Tac es Sübki / Fethu'l Bari 2: 195 Hacer el Askalani

(56)-Tarih-i Bağdat 5: 51 / El Ensab 1:108 Es Sem'ani

(57)- Tabakat 7:211 Tac Es Sübki / Tarih-i Bağdat’a Zeyl 3:49 îbnü’n Neccar

«(58)-Tabakat 3: 90 Tac Es Sübki

(59)-El Menhecü'l Ahmet 1:8

(60)-Fethu’I Mugis bi Şerh-i elfiyeti’l Hadis/Hafız Sehavi

(61)-Tezkiratu-l Huffaz,4/1173

(62)-Siyer-u A’lami’n Nübela,20/306

(63)-El Mükafee shf 119

(64)-Înbahu'r Ruvat ala İnbatü’n Nûhat

(65)-Mu’cemül Buldan 1:355/Tezkiratü'l Huffaz 3:1157

(66)-3: 103 Tabakatû'ş Şafiiyyetil Kûbra

(67)-El İ’tibar shf 34. Emir Üsame b. Müngız bu kitabın içerisinde kısa hayat hikâyesini anlatmış ve haçlılarla yaptığı savaştan bahsetmiştir. Bu gerçekten faydalı bir kitaptır. Başını okumaya başlayan biri sonunu getirmeden bu kitabı elinden bırakamaz. Bu sebeple bu kitabı yayınla­dım. Mütalaa etmeniz faydanıza olacaktır.

(68)- Dav’ül Lami 6:105

(69) İlamü'n Nübela 7:311-315

(70)-İbn-i Kayyım el Cevzi, el Menarul Münif inde bekarlığı metheden bü­tün hadisler uydurmadır demiştir. Shf 127

(71)-Vefayatül A’yan 1:34 _ 385.

(72)-Tertibü Sikatil idi takiyyüddin es Sübki

(73)-Vefayatül Ayan 2:416

(74)-Tarih-i Bağdat 2:162

(75)-Mucemul udeba 18:40-96 "

(76)- Künüzüf Ecdat s: 123

(77)-Tarih i Bağdat 3: 181- 186

(78)- Bu bilgilerin kaynağı olan İbn-i Hallikan’ın “ Vefayatü'l Ayan" kita­bı (c.I, s. 131) ve Zerkeli'ye ait olan “el Alam" adlı kıtalardır, (c.2, S.193)

Bu değerli alimlerin eserlerindeki bir hata konusunda dikkatlerinizi çekmenin doğru olacağı görüşündeyim. Bu kitaplarda Şeyh İmam Ebû’I Yümn el Kindi’nin (Zeyd b. el Haşan) künyesinde hata yapılmış­tır. Birkaç yerde bu alimin künyesi Ebû’l Yemin olarak tesbit edilmiş­tir. Fakat bu açık bir hatadır. Künyesi Ebul Yümn’dür.

(79)-Tezki ratül Huffaz 1:53 / Mizanül İtidal 1:240- 244

(80)-Tehzibüt Tehzib 3: 375-376

(81)-Tarih-i Bağdat 2: 173/ Zeyiü Cevahiril Mudıyye 2: 529 –

(82)-Tedribül Medarik 3: 248/ Alamün Nübela9: 121

(83)-Tezkiratül Huffaz 1:317

(84)-Tezkiratül Huffaz 1:387

(85)-Siyeru Alamin Nübela 10:628-630

(86)-Marifetül Kariil Kibar Ala’t Tabaka t i vel Asar 1: 209

(87)-Tehzibül Kemal,3 :1144

(88)-Tezkiratül Huffaz 2:531

(89)-Siyeru Alamin Nubela 12:281

(90)- Tezkiratül Huffaz 2:579

(91)-Zeylü Tabakatil Hanabile 1:142-165

(92)-Zeylü Tabakatil Hanabile 1:185

(93)-Zeylü Tabakatil Hanabile 1; 319

(94)-Mu’cemül Buldan 1:415

(95)-Marifetül Kurrail Kibar ala’t Tabakati vel Asar 1:429-433

(96)-Gayetü’n Nihaye fi Tabakati’I Kura2:397- 401

(97)-Vefayatül Ayan 1:335

(98)-Tezkiratül Huffaz 4:1427

(99)- Tabakatü’ş Şafîiyyeti’l Küğbra 7: 215 451.

(100)-Miftahü Dari’s Saadet Shf:64

(101) El Maarife Vet Tarih 2: 232 Yakup Bin Sufyan El Fesevi

(102)-El Zühd shf. 60 Abdullah Bin Mübarek

(103)-Ravdul Ahbar El Müntehib Min Rabiil Ebrar shf.91 Hatib Kasım el Aması



Devamını Oku »

6-İlme Hizmet Yolunda İffetli Olmaları,Evlenmemeleri

6-İlme Hizmet Yolunda İffetli Olmaları,Evlenmemeleri




-BAZI ALİMLER NİÇİN
BEKARLIĞI TERCİH ETMİŞTİR?

Bu örneklere geçmeden önce âlimlerin, evlenmenin hük­münü ve faziletini, bekârlığın tehlike ve zorluklarını, özellikle bekârlığı özendirecek sahih bir nassın bulunmadığını bilmeleri­ne rağmen, ilmi evliliğe tercih etmelerinin sebebi nedir acaba? Alimlerin, bekârlığı tercih etmelerine ruhsat veren ince bir nükteyi buraya serdetmeyi pek uygun buluyorum.

Sorunun cevabı (en doğrusunu Allah bilir) şöyledir diyebiliriz:

Kendileri için tercih ettikleri bu yol şahsi ve ferdi seçimleri­dir. İlim ve evlilik arasındaki seçimde, kendi tercih haklarını kul­lanıp ilmi seçmişlerdir. Bir istek, diğer isteğin önüne geçmiştir. Hiç kimseyi bu yolda kendilerine uymaya çağırmamışlardır. Hiç kimseye, böyle bekâr kalmakla biz sizden daha üstünüz deme­mişlerdir.

Bekârlık konusunda, “çocuk edinmek cinayettir" diyen bazı filozofların yoluna gitmemişlerdir. (69)

İbn-i Hallikan, şair, lugatçı ve filozof olan Ebul Ala el Maar­i’nin, mezar taşına şöyle yazılmasını vasiyet ettiğini söylemek­tedir: (70)

“Bu babamın bana karşı işlediği bir suçtur (doğumunu kas­tediyor) ben kimseye karşı bir suç işlemedim."

Bu filozofların görüşüne bağlı bir sözdür. Onlar şöyle de­mektedirler:

''Çocuk yapıp dünyaya getirmek ona karşı bir suçtur.Çünkü dünyaya geldiklerinde türlü hadise ve felaketlerle karşılaşmaktadırlar.’’

Âlimlerin bu düşünceyle hiçbir alakaları yoktur. Onlar bekarlığı kendi istekleriyle tercih etmişlerdir. Allah’ın, onları, takva ve imanla koruması sayesinde bekârlığın şer ve kötülüklerinden selamete çıkmışlardır.

Onları bu fitri duygudan alıkoyan, sadece ilimde ziyade­leşme, kitap yazıp neşretme arzusu ve şevkidir. Onlar için ilim, cesette ruh, yeşil dalda su ve insanın hayatındaki oksijen kadar vazgeçilmezdir. Onların gönlü, ilimden azıcık bir bölümü bile atlamaya razı olmaz. İlim, onlar için yemek, içmek ve ilaç mesabesindedir.

İlim ehli, bütün hayır ve faziletine rağmen, evliliği ilim tah­siline engel olan en büyük meşkale olarak görmüşlerdir. Evlilik, ilim aşkını ve hırsını kayıt altına alır. Âlimler de ümmetin hayrını kendi hazlarına tercih etmişlerdir. Kazanılması gereken en önemli nimet olarak ilmi görmüşler ve ilim tahsilini Allah Teala’nın rızasını kazanma konusunda en önemli yol olarak seçmişlerdir.

Şunu hiç kimse inkâr edemez ki meşguliyetin çokluğu ilim tahsiline bir engeldir. Çoğu insanda böyle olmasa da âlimler ya­nında eş ve çoluk çocukla alakalı meseleler en zor meşguliyet­lerdir. Bişr-i Hafi de bu konuda şöyle der:

“İlim kadınların kucağında yok olur” Bu söz “İlim kadınların koynunda kurban edilir.” Şeklinde de bilinmektedir. Bu sözden maksat şudur:

Çoğu âlim evliliğin getirdiği sorumluluklar ve meşguliyetlerin büyüklüğü nedeniyle ilim öğreniminden geri kalır. Böylece ilim zayıflar ve zayi olur.

Şüphe yok ki evlilik, maddi ve manevi ağır sorumluluklar getirir. Evlilikteki sevgi bağı, çoğu vakit kişiyi ilimden alıkoyar.

Hatta bu hayatının sonuna kadar bile sürebilir. İlim sahibi, ilimle uğraşan herkesin malumudur ki evlilik, insanı ilimden alıkoyar       ve ilimden mahrum eder.

Muhaddislerin büyüklerinden olan Ma’mer b. Raşit el Basri’nin hayatı anlatılırken, bu konuyla ilgili ilgi çekici bir olay an­latılır: (71)



“Kendisinde bulunmayan hadisleri elde etmek için diyar di­yar gezmekteydi. Yemen’e vardığında Yemen halkı, ilminden faydalanmak için Mamer b. Raşidin Yemen’de kalmasını istedi­ler. Oradan ayrılmasına engel olacak bir sebep bulmaya çalış­tılar ve bulular da. Evet, onu, Yemen’li bir kızla evlendirdiler. Bundan sonra Mamer b. Raşit, ilim gezilerinden mahrum kaldı.

Hatta hayatının sonuna kadar kendi memleketine bile dönemedi.

Icli de Mamer b. Raşit’in hayatım anlatırken şöyle demektedir;

“Künyesi Ebû Urve’dir. Basralıdır. Yemen’in San’a kentinde evlenmiş ve orada ikamet etmiştir. Sika ve Salih bir adamdır.

Zekâsının üstünlüğü ile diğer insanlardan ayrılırdı. İbnül Mübarek, ondan rivayet etmiş, Süfyan es-Sevri de kendisinden hadis alabilmek için San’a'ya gelmiştir.

Mamer b. Raşit San’aya geldiğinde San’alılar onu ellerin­den kaçırmak istemediler. İçlerinden birisi:

Onu evlendirerek buraya bağlayalım teklifinde bulunca 153 senesinde vefat edinceye kadar San’ada kaldı."

***********

Şu ince nükte de evliliğin, ağır bir mesuliyet ve ilme mani oluşuna işaret etmektedir:

Bir grup insan bir kurdu yakalar. Sonra bu kurda ne ceza pirelim diye düşünürler taşınırlar bir çâre bulamazlar. Yaşlı, güngörmüş bir adam onlara der ki:

“-Bu kurdu evlendirin; ceza olarak bu ona yeter.

Evlilik ve beraberinde getirdiği mesuliyetler şüphe yok ki birer ilim engelidir. Maddi, manevi erkeğin hayatının büyük bir bölümünü baskı altına almaktadır. Evliliğin getirdiği mesuliyet­ler, ilim öğrenimi için ayrılmış vakti de sınırlandırmakta hatta tamamen yok etmektedir. Bu, çoğu âlimin hayatında da bizzat görülmüştür. Bunun için âlimlerin bazısı, bekârlığı tercih etmiş­lerdir.

Şimdi sözü, diğerlerine de örneklik teşkil etsin diye deği­şik asırlardan, değişik mezheplerden, değişik ilim dallarından, bekârlığı tercih etmiş, ilim yolunda bekârlığın zorluklarına sab­retmiş âlimlerin hayat hikâyelerine getiriyoruz. Allah kendilerin­den razı olsun ve bu yoldaki sa’ylerini meşkûr etsin.

Aynı şekilde bu günün ilim taliplileri, bu imamların hayat hikâyelerinden, ilmin öyle hiç de ucuz olmadığını, bu âlimlere göre ilmin ne kadar aziz olduğunu göreceklerdir. O kadar aziz ki bu yüzden ilim tahsilini, kendinden sonrakilere bunu akta­rabilmeyi, evliliğin hayat boyu güzelliğine, zürriyetlerini devam ettirmeye tercih etmişlerdir. Rabbim onları bu isarlarından do­layı en güzel bir şekilde mükâfatlandırsın. Katından onlara hur-i inler nasip etsin. Nebiler, sıddikler, şehitler ve salihlerle birlikte haşretsin. Âmin.



İLMİ EVLİLİĞE TERCİH EDEN
ALİMLERDEN KESİTLER

Rical kitaplarında bekâr âlimlerden Ebû Abdurrahmân Yunus b. Habib el Basri’ nin hayatı şöyle anlatılmaktadır: (72)

“90 senesinde dünyaya gelmiş, 182 senesinde vefat etmişti! Edebiyatı Amr b. Ala ve Hammad b. Seleme’den öğrendi. Nahiv bilgisi daha galipti. Bu bilgisini Araplardan almıştı.

Sibeveyh kendisinden çokça rivayette bulunmuştur. Kesai ve Ferra, ondan ilim öğrenmişlerdir. Nahivde ayrı bir ekoldür. Beşinci tabakadandır. Onun Basra'daki ilim meclisine Araplardan ve bedevilerden fasih ve edip kişiler katılırdı.

Mamer b. Müsenna şöyle der:

“Kırk sene Yunus’un arkasında gezdim. Her gün elimdeki tabakalarım onun ezberiyle dolardı."

Ebû Zeyd el Ensari de:

“Yunus’un meclisinde on sene oturdum. Benden önce Ah­met de yirmi sene oturmuş"demiştir.

İshak b. İbrahim el Mevsıli şöyle den

“Yunus b. Habib, seksen sekiz sene yaşadı. Evlenip de murad alamadı. Onun gayreti sırf ilim talebi ve ilmi müzakereler­di."

Onun kitaplarından bazıları şunlardır:

Meani el Kur'an-ı Kerim, Kitabü’l Lügat, Kitabü’l Emsal, Kitabü Nevadiri’s Sağir, Kitabü Nevadiri’l Kebir ve Meani’ş Şiir. Allah rahmet eylesin.

*******

Bekâr âlimlerden birisi de zahit, abid, muhaddis, fakih, gü­venilirlikte zirve ve devrinde emsalsiz Bişr el Hafi diye bilinen Ebû Nasr Bişr b. El Haris b. Abdurrahman el Mervezi’dir.

50 senesinde Merv’de doğdu. Oradan Bağdat’a gidip Bağ­dat’ı vatan edindi. Orada hadis dinledi. Bağdat ve diğer bel­delerdeki şeyhlerin çoğundan ilim öğrendi. Bunlardan bazıları şunlardır:

Hammad b. Zeyd, Abdullah b. El Mübarek, Abdurahman b. Mehdi, Malik b. Enes, Ebubekir b. Ayyaş ve Fudayl b. Iyaz.

Büyük imamlar da kendisinden rivayette bulunmuştur:

Ahmet b. Hanbel, İbrahim el Harbi, Züheyr b. Harp, Seriyi Beka ti, Abbas b. Abdülazim ve Muhammet b. Hatim bunlardan bazılarıdır.

Hadis dinledi ve kendisinden de dinlendi. Kendisi, cerh ve tadil ilminde de geniş bilgi sahibi idi. Sonra uzlete çekildi. İba­det ve taatla meşgul oldu. Verada, takvada, züht ve ibadette bir darbı mesel haline geldi.

İmamların hepsi de onun züht ve takvasını takdir etmişlerdir. Kendisine, ekmekle neyi katık yaptığı sorulunca:

“Afiyeti. Böylece afiyetim devamlı oluyor, "demiştir.

227 yılında 77 yaşındayken vefat etmiştir.

Ahmet b. Mahan demiştir ki:

“Ahmet b. Hanbel’e vera hakkında soru soruldu. O da:

«-Allah’a sığınırım. Bu konuda konuşmak benim harcım değil. Ben Bağdat tahılı yiyorum. Şayet Bişr hayatta olsaydı bu soruya cevap verebilirdi. Çünkü o Bağdat ve civarının mahsu­lünden yemezdi.» dedi."

Yine Ahmet b. Hanbel onun hakkında şöyle demiştir:

“Şayet Bişr ve bizim ondan istediğimiz dualar olmasa işsiz, güçsüz haylaz kişiler olurduk.”

Haşan b. Leys er Razi şöyle anlatır:

“Ahmet b. Hanbel’e:

«-Bişr b. El Haris sizi ziyarete geliyor.» denildiğinde:

«-Şeyhi yormayın. Bizim onun ayağına gitmemiz icap eder,»demişti.

Ebû Bekir Merruzi Ebû Abdullah’tan rivayetle şöyle demiştir;

“Kendisinde bir ünsiyet ve bir cana yakınlık vardı. Ama kendisiyle hiç konuşmadım."

“İmam Ahmet'e, onun meclisinde bulunmak ve onu gör­mek bile şeref bakımından yeterlidir.'*

Ahmet b. Hanbel, onun hakkında şöyle demiştir:

“Bışr,züht ve takva konusunda çok kuvvetli idi. Çünkü tek başınaydı, çoluk çocuğu yoktu. Çoluk çocuğu olan tek başına olana benzemez."

Tabi buradan bekârlığa teşvik edildiği sonucu çıkartılma­malıdır. Eğer evlilik olmazsa düşmanlara karşı nasıl asker yetiş­tiririz. Bir çocuğun, babasının kucağında, sinir bozucu bile olsa, ekmek isteyerek ağlaması nice şeyden efdaldir. Bekâr abit bu dereceye nasıl ulaşır?

İmam Ahmet'e Bişr’in vefat haberi geldiğinde:

"Bu ümmetin içinde Amir b. Abd-i Kays haricinde onun emsali kalmadı. Şayet evlenip de arkasında, yerini tutacak bir evlat bıraksaydı çok iyi edecekti." demiştir.

Muhammet b. Müsenna demiştir ki:

“Ahmet b. Hanbel’e:

«-Şu adam hakkında ne düşünüyorsun?» dedim.

«-Hangi adam?» diye sordu.

«-Bişr hakkında.» dedim.

«-Onun benim yanımdaki kıymetini sana şu misalle anlata­yım.» dedi ve ekledi:

«-Bir adam, yere bir mızrak dikse ve ucuna otursa orada ondan başkasına yer kalır mı?»

Yani Bişr, ilmin en zirve noktasındaydı. Bu yüzden o hayat­tayken, başkasının, onun mertebesine ulaşması mümkün değil­di.

******

Ebû Cafer Muhammet b. Cerir et Taberi de bekâr âlimler  arasındadır. Kendisi, müfessir, muhaddis, fakih, usul âlimi, ileri görüşlü, çok okuyan, tarihçi, dil bilimcisi, edip, ravi, şair, müdakkik, muhakkik velhasıl bütün ilimleri bünyesinde cem etmiş bir insandır. Hakiki bir müctehittir ve çok eser meydana getirmiştir. Hafizası en kuvvetli âlimlerden birisidir. Şöhreti afaki tutmuştur. Çoğu kişiye göre ismi, bir etiket olmuştur.

Hatip el Bağdadi(73) ve Yakut Hamevi,(74) onun uzunca bir hayat hikâyesini vermiştir. Biz buraya bu iki güzide tarihçinin yazdıklarının bir bölümünü alıyoruz:

“Taberista’nın beldelerinden birinde 224 yılında doğdu. Yedi yaşındayken Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Dokuz yaşınday­ken hadis yazmaya başladı. 236 senesinde, babası ona, ilim yolculuğu için izin verdi ve on iki yaşındayken ilim tahsili için yolculuğa çıktı. 241 Senesinde Ahmet b. Hanbel’in vefatından sonra Bağdat’a geldi. Onunla görüşmek nasip olmadı. İslam ulemasıyla görüşüp ilim tahsil edebilmek için İslam diyarlarını dolaştı. Horasan, Şam, Irak ve Mısır’ı dolaştıktan sonra Bağdat’a yerleşti. Vefatına kadar orada kaldı. Gençliğinin ilk yıllarında ilimde imamlık mertebesine ulaştı. Zaman ilerledikçe, kendisine başvurulan, kaynak olarak görülen tek imam haline geldi.”

Ebubekir El Hatip demiştir ki:

Ulemanın imamlarındandır. Bilgisi ve faziletinden dolayı, görüşüne başvurulur ve sözüyle hüküm verilirdi. O dönemde hiç kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceği kadar ilim öğrenmiştir. Kendisi Kuran hafızı idi. Kıraat çeşitlerini iyi bilirdi, manasına hâkim idi. Kur’an hükümleri konusunda anlayışı vardı. Sünneti ve geliş yollarını bilirdi. Sahihinin illetlisini ayırt ederdi. Nasihini, mensuhunu bilirdi. Sahâbenin,tabiinin-ve ondan sonra gelenlerin, helal ve harama dair hükümlerine muttali idi. Rical bilgisi genişti.



Kendisinin kimseye nasip olmaycak güzellikte bir tefsiri vardır ki adı Camiul Beyan an Vucuhi Te'uil-i Ayil Kuran'dır. “ Tarih’ir er Resuli Enbiya-i Ve’l Mülükü’l Ümem” ve “Tehzibü’l Asar ve Tafsilu's Sabit an Rasülillah (s.a.v.) minel Ahbar” diye iki tarih kitabı vardır ki eşini benzerini görmedim. Fakat tamamlamak nasip olmamıştır. Fıkhın usulü ve furuu hakkında da birçok eser vermiştir. Fakihlerin seçkin sözleri hakkında da kitabı vardır, gidisinden konu ezberlenmesi bakımından da tektir.

Fakih imam Ebû Hamit Ahmet b. Muhammet el İsferayini şöyle demiştir:

“Bir kimse İbn-i Cerir’in tefsirini öğrenmek için Çin’e gitse bunu çok saymamak gerekir.”

Ebû Bekir b. Huzeyme onun hayatını araştırdıktan sonra:

"Evvelinden ahirine hayatını inceledim. Şu yeryüzünde ibn-i Cerir’den daha âlim birisinin olmadığına kanaat getirdim."demekten kendisini alamamıştır.

Hatip el Bağdadi de şöyle demiştir:

"İbn-i Cerir, kırk yıl ilimle uğraşmış ve bu kırk yılın her günü kırk sayfa yazmıştır.”

Öğrencilerinden ebû Muhammet Abdullah el Fergani Sıla“ adlı kitabında (ibn-i Cerir’in tarihine bir ektir) şöyle demektedir:



İbn-i Cerir’in öğrencilerinden bir grup, akıl baliğ olmasın­dan itibaren vefatına kadar olan günleri ve telif ettiği eserleri hesap etmişler, her güne on dört sayfa düşüyormuş.” Bu ancak Allah’ın lutfuyla başarılabilecek bir şeydir."

Öğrencilerinden Ebû Bekir b. Kamil şöyle anlatmıştır:

Ebû Cafer bana şöyle demişti:

“Yedi yaşımdayken Kur’an’ı ezberledim. Sekiz yaşındayken cemaatle namaza başladım. Dokuz yaşımdayken hadis yazma­ya başladım. Babam, rüyasında beni, Resulullah Efendimiz’in önünde, taşla dolu bir torbayla görmüş. Ben, O’nun (s.a.v.) hu­zurunda, o torbadan taş atıyormuşum. Rüyayı şöyle tabir etmiş­ler:

«O’nun (s.a.v.) dinini anlatacak ve şeriatını bidatlardan temizleyecek.»

Ben daha küçücükken babam Ebû Ali, ilim tahsilim konusunda aşın gayret gösterdi.

Muhammet b. Humeyd er Razinin yanında ilim yazıyorduk. Geceleri defalarca bizim yanımıza gelir, yazdıklarımızı sorar ve onları okurdu. Ahmet b. Hammad ed Dolabi’ye gidiyorduk. Kendisi, Rey’in bir köyünde oturuyordu. Bizim bulunduğumuz yerle arası bayağı uzaktı. Sonra ibn-i Humeyd’in meclisine katılmak için deliler gibi geri dönüyorduk.”

İbn-i Cerir’in, ibn-i Humeyd’den yüz binin üzerinde hadis yazdığı söylenir.

Yolculuklarından birisi de Küfe’ye oldu. Birçok muhaddis- ten hadis yazdı. Ebû Küreyb Muhammet b. El Ala el Hemdani bunlardan birisidir. O, hadis ulemasının büyüklerinden ve güzel ahlak sahibi bir insandı.

Ebû Cafer der ki:

“Onun evinin kapısına bir grup muhaddisle vardık. Gürül-



tüyle eve girerken küçük kapıdan bizim geldiğimizi fark etti. Bize şöyle seslendi:

«-Aranızdan kim benden yazdıklarını ezberliyor?» Herkes birbirine bakıştı. Sonra bana dönüp:

«-Sen ezberliyor musun?» Dediler.

«-Evet.» diye cevap verince, onlar da:

«-İşte bu ezberliyormuş, ona sor.» dediler. Ben de:

«-Şu ve falan günde, bize şunları rivayet ettin.» dedim.

Ebû Kureyb gücü yettiği kadar konusunu işledi. Sonra ebû Cafer’e içeri gelmesini söyleyip evine girdi. Evde görüştüklerin- I de, genç olmasına rağmen Ebû Cafer’in ne kadar kıymetli ve hadise ne kadar vukufiyeti olduğunun farkına vardı. Ebû Cafer,ebû Kureyb’den yüz binin üzerinde hadis dinlemiştir. Bu yüzden insanlar, Ebû Cafer’den de hadis dinlemeye gelirlerdi. Sonra

Bağdat’a döndü. Orada fikıh ve Kuran ilimleri öğrendi. Saleb’den şiirler alıp rivayet etti. Ebû Ömer Muhammet b. Abdülvahit  ez Zahit, Saleb’i şöyle derken işittim demiştir:

“Benim etrafımdaki insanlar çoğalmadan önce Ebû Cafer bana şiir okudu.”

Sonra Mısır’a gitti. Yolda da boş durmayıp rastladığı âlimlerden ilim aldı. 253 senesinde Fustat’a geçti. Fustat’ta ehli ilim ve ilme rağbet oldukça fazla idi. İmam Malik, Şafii ve ibn-i Vehb‘ten bilgiler aldı. Oradan Şam’a döndü. 256 senesinde Şam’dan ayrılıp Mısır’a gitti.

Dünyaya meyletmeyen, dünyalığı ve dünya ehlini terk etmiş bir âlimdi. Sanki Kur’an’dan başka bir şey bilmiyen kari,hadisten başka bir şey bilmeyen muhaddis, hesaptan başka bilmeyen matematikçi gibiydi. İbadete düşkün bir insandı.Birçok ilmi bünyesinde toplamıştı. Onun kitaplan ile! Başkalarının kitaplarını karşılaştırdığımızda, onun kitaplarının diğerlerinden üstün olduğunu görürüz.

Ebû Cafer, sureten ve sireten zarif bir insan idi. Meclisler­deki sohbeti güzel olurdu. Arkadaşlarının hallerinden, durum­larından haberdar olurdu. Yemesiyle, içmesiyle, giyinişiyle yani bütün hatt-u hareketlerinde edepli bir insandı. Bu güzel haslet­lerini sadece kendisi yaşamakla yetinmez, çevresindeki talebe­lerine de yaymaya çalışırdı. Hatta onlarla hoş bir şekilde latifeleşir, meclise meyve gibi yiyecekler getirilirdi. Bu manada sadece hadisle ve fikıhla öğrenilmeyecek şeyleri de öğretirdi. Böylece ilmin ve ciddiyetin en güzeli hâsıl oluyordu.

Şayet bir düğün yemeğine veya bir davete çağırılırsa oraya giderdi. O geldiği için bu meclislere çok gelen olur ve onun ge­lişiyle bu meclisler şereflenirdi. Talebeleriyle birlikte şehir dışına çıkar ve birlikte yemek yerlerdi. Toplantılarından sonra, mühim işleri hariç, tasnif işleri ile ilgilenmek için evine girerken yalnız girmez, yanında birkaç talebesiyle birlikte girerdi.

Ebû Bekir Kamil şöyle demiştir:

“Ebû Cafer ilimle dolu bir insandı. İlim ehline yakışmayacak davranışlardan ölünceye kadar uzak durmuştur. Her tavrında ciddiyeti severdi. Bize şöyle derdi:

"Harama da helale de asla uçkur çözmedim."

Üstat Kürt Ali şöyle der: (75)

“Hayatında bir dakikayı bile boş ve manasız geçirdiği vaki değildir.”

Ebû Cafer et Taberi, ölüm döşeğinde, ölümüne bir saat veya daha az kalmışken kendisine Cafer b Muhammed’in bir duası hatırlatıldı. Hemen bir divit ve kâğıt getirtti ve bunu yazdı.

“-Üstadım bu haldeyken de mi?” denilince:

“-İnsana gereken ölüm döşeğinde bile olsa ilim almayı terk etmemesidir." dedi.

310 senesinde 86 yaşında iken bekâr ve arkasında evlat bırakmadan vefat etti. Fakat hiçbir zaman unutulmayacak ilim ve birçok eser bıraktı. Birçok nadir ve eşsiz eser telif etti. Onun geride bıraktığı zürriyeti, ondan kalan temiz hatıralardır. Bunlar,çoluk çocuktan daha devamlı bir eserdir.



İbn-i Cerir et Taberi’nin hayatını öğrendikten sonra, onu ne kadar övsek az geleceğini takdir edersiniz. Bu yüzden de ona ayırdığımız bölümü uzun tuttuk. Ebû’t Tayyib der ki:

‘’Dostluğunun uzunluğu uzattı övgüsünü de

Tembelin, tembel olur övülmesi de.’’

*****

İmam Ebû Bekir el Enbari de bekâr âlimlerdendir Dil bilim­cisi, müfessir, edip ve ravidir. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. I Bağdatlıdır, (d. 271-v. 328)

İmam Ebû Bekir hayatı boyunca, sultanların sofrasına ko­nuk olmasına rağmen, güzel yemekler yemekten geri durmuş­tur. Bunu yapmasının sebebi, hafızasını kuvvetli tutmak içindi. Sadece ilimle meşgul olmak için, evinde helali olan, güzel bir kadın bulunmasına rağmen, kadınlara yaklaşmaktan imtina etti. Zühdü, ilmi ve hafızası şaşılacak boyuttaydı. Otuzu aşkın eserin den başka geriye bir nesil ve zürriyet bırakmamıştır. Bu eserlerin sayfa sayısı elli bini geçkindir. Muvaffakiyet Allah’tandır. İlim sevgisi ile dolu olan hayatından bir bölümü, buraya aktarıyoruz. (76)

Edebiyat ve nahvi en iyi ve en çok ezbere bilenlerdendi, Zamanının birçok âliminden ders okudu ve bunları başkalarına da aktardı. Kendisi dürüst, faziletli, mütedeyyin, hayırsever ve de sünnete bağlı birisiydi. Kur’an ilimlerinde, garibül hadis,  vukuf ve ibtida gibi kıraat ilimlerinde birçok eser tasnif etmiştir.

Kur’an kelimelerine delil olan üç yüz bin beyit şiir ezberlemiştir. İlim yazdırırken, herhangi bir kitaptan değil, hafızasından dikte ettirirdi. Kendisinden yazılan bütün her şey bu şekilde ez­berinden yazılmıştır. Şiirleri, tefsirleri, nahvi, lügatin faydalarını içeren bütün tasnifleri ve dikteleri de aynı şekilde ezberindendir. Bir gün hastalandı ve arkadaşları onu ziyarete geldiler. Babası­nın, onun üstüne titreyip onun için çok endişelendiğini görünce babasını teselli etmeye çalıştılar. Babası:

“Şu gördüğünüz büyük küpün içindeki bütün kitaplan ez­berlemiş olan birisinin hastalanmasına, nasıl üzülmeyeyim?" diye karşılık verdi.



Lügat, nahiv, şiir ve Kur’an tefsirinden en çok ezbere sahip olan insan oydu. Senetleriyle birlikte yüz yirmi beş Kur’an tefsi­ri ezberlediğini söylemektedir. Öğrencisi Ebul Abbas b. Yunus şöyle der:

“Ebû Bekir el Enbari ezber konusunda, Allah'ın, ender yaratıklarındandır."

Yine öğrencilerinden olan Ebû Ali el Kali, şöyle demektedir;

“Ebû Bekir el Enbari, Kur’an ilimlerine delil olan üç yüz bin  beyit şiir ezberlemiştir. Kendisi mütedeyyin, dürüst ve sika bir âlimdir."

Muhammet b. İshak en Nedim şöyle demektedir:

“Kendisi babasından daha âlim ve daha faziletli idi. Zekâ ve kavrayışın zirvesinde, tertemiz, iyiliksever ve çok çabuk ezber yapabilen biriydi. Bununla birlikte salih ve vera sahibi bir insan­dı. Yanlış bir hareketi vaki değildi. Hazır cevaplık konusunda üstüne yoktu."

Ebul Hasen el Aruzi şöyle anlatmıştır:

“İbnül Enbari, Abbasi Halifelerinden Razi Billah’ın oğluna sık, sık gelip giderdi. Bir gün oradaki cariyelerden birisi ona rüya tabiri hakkında bir şey sordu. O da:



«Benim şimdi acele helâya gitmem lazım» diyerek çıktı. Er­tesi günü gelip rüyayı tabir etti. Cariyenin sorduğu gün evine gidip, Kirmani’nin rüya tabirleri kitabını inceleyip gelmişti."

Hamza b. Muhammet ed Dekkak şöyle demiştir:

“Ezberi kuvvetli olmakla birlikte zahit ve mütevazı bir in­sandı."

Ebul Hasen Darakutni bir Cuma günü onun imla meclisine katıldığını ve bir hadis senedinde geçen bir ismin, Hayyan diye okunması gerekirken Habban diye okunduğunu, Hayyan diye düzelttiğini fakat Habban da ısrar edildiğini anlatır ve şöyle de­vam eder:

İbnül Enbari gibi kıymetli birisinin vehme düşmesi, çok ga­ribime gitti. Bu konuda onunla konuşmaya ve onu uyarmaya karar verdim. Yazdırma işi bitince dikte ettirene yaklaşıp hatası­nı ona hatırlattım ve doğrusunu söyleyip oradan ayrıldım. Ertesi Cuma meclisine vardığımda, Ebû Bekir, dikte ettirene:

«-Geçen hafta şu hadisteki falanın ismini yanlış yazdır­dığımızı ve bir gencin bizi uyardığını, gelenlere haber ver. O gence de söyle, doğrusunu araştırdık onun dediği gibi bulduk.» dedi."

Ebul Hasen el Aruzi şöyle anlatır:

“Ebû Bekir ve ben, Kadı Billah’ın yarımda yemek yemek için buluştuk. Ebû Bekir aşçıya ne yemek istediğini bildirdi. Ona, kuru bir et kızartması getirmişlerdi. Biz, çeşit çeşit en gü­zel yemeklerden yiyorduk. O, bu kızartma ile iktifa ediyordu. Yemekler yendikten sonra tatlılar geldi. O, tatlılara el sürmedi, O kalktı, biz de kalktık. Biz, sedirlerin üzerinde uyuduk, O, se­dirlere çıkmayıp onların önünde, yerde uyudu. İkindiye kadar su içmedi. İkindi olunca bir gençten su istedi. Kendisine su ge­tirildi. Oradaki buzla soğutulmuş sudan içmedi. Bu hali beni sinirlendirdi.

«-Ey Mü’minlerin emiri!» diye bağırdım. Beni yanına çağır­dı ve:

«-Ne var söyle?» dedi. Ona dedim ki:

«-Bu adamı, nefsine karşı olan tedbirinden alıkoymak la­zım. Nefsini öldürecek. Kendisine hiç iyi davranmıyor.» Cevap olarak bana güldü ve:

«-Hep böyle yaparak artık buna alışmış. Bu durum ona za­rar vermiyor hatta bundan haz duyuyor.» dedi.

Sonra dedim ki:

«-Ebû Bekir kendine böyle zulüm etme.» O da:

«-Ezber yapabilmek için böyle yapıyorum.» dedi. Dedim

«-İnsanlar artık bu ezberinden bıktı. Daha ne kadar ezber­leyeceksin?» Cevaben dedi ki:

«-On üç sandık kitap daha ezberleyeceğim.»”

Muhammet b. Cafer et Temimi şöyle der:

“Ne kendinden öncekiler ne de kendisinden sonrakiler bu kadarını ezberleyemediler.”

Bir defasında, eline taze hurma almış kokluyor ve şöyle di­yordu:

“Sen güzel kokuyorsun amma Allah’ın bana vermiş olduğu ilimleri ezberlemenin kokusu senin kokundan daha hoş.”

Vefatı yaklaştığında, canı çeken her şeyi yemeye başlamıştı. “Bu, ölümümün yaklaşmasından” diyordu.

Bir gün köle pazarına gitti. Orada satılan çok güzel bir cariyeye gönlü takıldı. Devamını kendisi şöyle anlatıyor:

“Emirul Müminin Radi Billah’ın evine gittim. Radi Billâh:

Bu saate kadar neredeydin?» diye sorunca durumu arz Billâh, benden habersiz hizmetçilerine emir verip o cariyeyi aldırtmış ve evime göndermiş. Evime varıp da cariyeyi aldırtmış ve olanları anladım. Cariyeye:

«-Hamile olup olmadığın belli olana kadar yukarıda kal.»dedim. Halletmem gereken bir meseleyle uğraşıyordum. Zih­nim hep ilimle meşguldü. Hizmetçime dedim ki:

«-Onu al ve tekrar köle pazarına götür. İlimden geri kalma­ma değmez.» Hizmetçim onu götürecekken cariye:

«-Bırak da ona iki çift laf söyleyeyim.» dedi. Bana dönüp:

«-Sen akıllı ve makam sahibi bir adamsın. Benim suçumun ne olduğunu söylemeden beni evinden atıyorsun. İnsanların benim çirkin olduğum zannına kapılacağını düşünmüyorum. Ama böyle yaparsan benim bir kusurum olduğunu düşünecek­ler. Bana kabahatimi bildir öyle gönder.» dedi. Dedim ki:

«-Bana göre bir kusurun yok fakat beni ilimden alıkoyuyor­sun.» O da:

«-Bunu kabul edebilirim.» dedi.

Bu olay, Radı Billah’ın kulağına varınca:

«Hiç kimsenin gönlüne ilim, bu adama geldiği gibi tatlı gel­mez.» dedi.”

*****

Bekâr âlimlerden birisi de asrının imamlarından olan Ebû Ali el Farisi’dir, (d. 288-v. 377) (77)

İran’ın Fasa şehrinde doğdu. Nisbesinde Farisi ve Fesevi denilmektedir. Memleketinde ilim tahsiline başladı sonra tahsiline devam etmek için Bağdat’a gitti. 307 senesinde Bağdat’a vardı. Bir müddet orada kaldıktan sonra Şam, Tarablusgarp ve Halep gibi şehirleri dolaştı. 341 senesinde Halep’e yerleşti.

Ve Emir Seyfü’d Devle b. Hamdan’ın yanında, yedi sene ka­dar kaldı. Kendisi ve şair Ebû’t Tayyib el Mütenebbi arasında ilim meclisleri düzenlendi. Halepteki nahivci İbnül Haleveyh’in husumeti yüzünden, imtihana tabi tutuldu. Bu âlimin, Seyfu’d Devle yanında özel bir yeri vardı. Bu sebeple Ebû Ali, burada ikamet etmeyi uygun bulmadı. Halep şehrini terk etti ve İran’a geri döndü. 347 Senesinde Şiraz’a geldi. Burada yirmi ay kadar Melik Abdüddevle b. Büveyh’in yanında kaldı. Melik'e nahiv öğretti. Hatta Melik:

“Ben nahivde Ebû Ali’nin çocuğuyum." derdi. Ebû Ali Melik için “El İzah” ve “Et Tekmile” adlı kitaplan tasnif etti. Abdüddev­le, Bağdat'ı ele geçirince Ebû Ali tekrar oraya döndü ve vefatına kadar orada yaşadı.

Ebû Ali, yolculukları esnasında uğradığı memleketlerin ule­masıyla oturur, talebeleriyle görüşürdü. Kendisine yöneltilen zor sorulara cevap verirdi. Halep’te, Şiraz’da, Bağdat’ta, Basra’da  diğer yerlerde kendisine ulemanın ekâbirinden yöneltilen so- rulara verdiği cevaplardan, kitaplar telif etti. Her şehirde, böyle bir kitap yazıp o şehre nispet ederek adlandırdı. El Bağdadiyyat, El Basriyyat vs. gibi.

Allah, Ebû Ali’nin ömrüne bereket verdi ve ilme hizmet ederek doksan sene ömür yaşadı. Kur’an ilimleri ve Arapça hak­kında eşsiz eserler telif etti. Evlenmedi ve arkasında çoluk çocuk bırakmadı. Onun zürriyeti günümüze kadar gelen, sayılan yirmi beşe ulaşan telifat ve tasnifatlarıdır.

İmam ibni Cinni, Ebû Ali’nin has talebelerindendi ve ken­disini çok severdi. Eserlerinde çoğu kez hocasından övgü ve muhabbetle bahsetmiştir. Ondan öğrendiklerini, ondan iktibas ettiklerini anlatmış, neredeyse bütün bildiklerini hocasına nispet etmiştir. Hocasının, kitap yazmak için ve kitaplarını oluşturaca­ğı esasların ve kaidelerin yerine oturması için bekâr kalışından bahsetmektedir.



El Hasais adlı kitabında, Ebû Ali’nin dil mukayesesi ilmine olan vukufiyetini ve bu konuda oluşturduğu kaide ve kuralları şöyle anlatır:

“Bu uğurda engelleri ve külfetleri ortadan kaldırarak yetmiş senesini harcadı. Bütün tasası ve kaygısı ilim idi. Bu yüzden ço­cuk yüzü bile göremedi."

Ibn-i Cinni, hocasının bekârlığına, uel Müktesep” adlı kita­bının mukaddimesinde de değinmiş ve şöyle diyerek, ilminin bolluğunun ve yüceliğinin sebebini açıklamıştır:

“...Gönlünün boş, fikrinin duru ve tek başına yaşamasın­dan...”

Burada, diğerlerine de örneklik teşkil eden beş tane bekâr âlirnden bahsetmekle kifayet ettik. “El Ulemaül Uzzab” adlı ese­rimizde bunlardan otuz beş tanesini zikrettik. Bu konuda daha ziyade mütalaada bulunmak isteyen okurların bu kitaba müra­caat etmelerini uygun görüyoruz.

Bu kitapta, İmamların büyüklerinden, muhaddis, müfessir Ebû Yaşar Abdullah b. Ebû Necih el Mekki, Şeyhul İslam Ali Hüseyin b. Ali el Cufi, Muhaddis hafiz ebus Seriy Hennati el Kufi,... ve diğerlerinin hayatları anlatılmıştır.
Devamını Oku »

5-Kitaplarını Kaybetmeleri veya Çeşitli İhtiyaçlarından KitaplarınıSatmaları

Kitaplarını Kaybetmeleri veya Çeşitli İhtiyaçlarından Kitaplarını Satmaları


Lügat âlimi, edip, şair, fakih Ahmet b. Faris b. Zekeriya er Razi, hayatın çeşitli zorluklarından şikâyet ediyor, gam ve ke­derlerinin tesellisi, enis-i ruhu ve beraber yaşayıp, kendilerine sığındığı kitaplarından şöyle bahsediyor:



‘’Sorduklarında bir gün halim

Derim ki iyiyim yok bir ihtiyacım

Elbet bir gün feraha çıkarım

Sarsa da gönlümü ğumum (gamlar, kederler)

Arkadaşım kedim ve şu mum

Kitaplarım ise enis-i ruhum’’



Bu ifadeler, ilme âşık bir âlimin, kitaba ne kadar değer ver­diğinin bir göstergesidir. Böyle olunca kitaplarını kaybetmenin, bir âlim için ne büyük bir felaket olduğunu, sîzler takdir edersi­niz. Birçok âlimin zihni, kitaplarının başına bir felaket geldiğinde ciddi şekilde karışmıştır.

******

Şüca b. Elsem, Sened b. Ali’ye şöyle sormuş: (63)

“-Senin Halife Me’mun’la aran çok iyiydi. Onun emrinde çalıştın. Onun ilim meclisinde idin. Onunla tanışmana kim se­bep olmuştu?” O da cevaben şöyle anlatmış:

“Babam yıldızlarla uğraşarak geçimini sağlardı. Sultanın adamları kendisini sever ve sayardı. Öklid’in kitabını okuduk­tan sonra gönlümde Mıcasti adlı kitabı okumak arzusu doğdu. Me’mun zamanında, varraklar çarşısında bu kitabı yazıp, hare­keleyip ciltledikten sonra yirmi dinara satan bîr sahaf vardı. Ba­bamdan, bana bu kitabı satın almasını istedim. Babam:

-Elim biraz bollaşınca alırım- diyerek beni başından savdı.

Benim,ilme merak duymayan, babama vardım edip onun işleriyle meşgul olan bir kardeşim vardı. Babamın sözü üzerinden hayli zaman geçmişti. Bir gün, babam çarşıdayken bir yere girdiğinde katırını dışarıda tutuvermek için ben de onunla çarşıya gittim. O sırada on yedi yaşındaydım. Babam bir yere girdi. Bir müddet sonra bir genç çıkıp:

«-Sen dön, baban ustamın yanında uzun bir müddet kala­cakmış.» dedi. Ben de an götürdüm, eğeriyle, yularıyla birlikte otuz dinardan daha aşağı bir fiyata sattım.

Oradan doğruca o kitabı yazan sahafa gidip yirmi dinara kitabı satın aldım. Benim, içi boş bir evim vardı. Anneme gittim ve:

«-Size karşı çok büyük bir suç işledim» deyip olanı biteni anlattım. Benim kitap okumamı engellemesin diye babamı oya-nası ve oradan uzaklaşmam için bana firsat vermesi için annemden söz aldım. Paranın üstünü ona verdim ve:

«-Ben kendimi evime kilitleyeceğim. Siz de kitabı okuyup bitirinceye kadar, hapistekilere atıldığı gibi bana ekmek atın» dedim. Annem de babamın öfkesini yatıştıracağım söyledi.

Eve gittim ve kapıyı kapattım. Kardeşim gidip olayı babama haber vermiş. Haberi duyunca babamın yüzü değişmiş, öfkesin- kekelemeye başlamış. Yanındaki adam babama:

«-Halin beni tedirgin etti. Ne oldu? Bir söylesene» demiş. Babam olayı anlatmış. Adam:

«-Vallahi bu çocuğun için sevinilecek bir durum. Ona güzel mumele et» demiş ve ahırından babamın katırından daha iyi, daha güzel semeri olan bir katır çıkarmış;

«-Al buna bin ve çocuğuna bir kelime bile etme » demiş.

Üç sene sanki bir gün gibi geçti. Babam bana yüzünü hiç göstermedi. Ben işi sıkı tutup Micasti adlı kitabı iyice okuyup

sindirdim. Sonra zor sayılacak geometrik şekiller yapıp evden çıktım. Bunları gömleğimin yenine sakladım. Burada, mühen­dislerin, matematikçilerin toplandığı bir meclis var mı? diye so­ruşturdum. Bana:

«-Me’mun’un akranı olan, Abbas b. Said el-Cevheri’nin evinde toplanıyorlar» dediler. Oraya gittim ve gelen bütün ho­caları gördüm. İçlerinde hiç genç yoktu. Bir tek ben vardım. 0 sıralar yirmi yaşlarındaydım.

Abbas’la aramızda şu konuşma geçti:

«-Kimsin sen ve burada ne arıyorsun?»

«-Astronomi ve matematiği seven bir gencim.»

Şimdiye kadar ne okudun?"

«-Öklidis ve Micasti.»

«-Ciddi bir şekilde mi?»

«-Evet.»

Ben böyle cevap verince bana bazı geometrik şekilleri sordu. Bunların cevabı yenimin içindeki evrakta yazılı idi, cevapladım. Şaşırdı ve:

«-Bunları sana kim öğretti?» diye sordu. Ben de:

«-Kimseden duymadım, kendim buldum. Bunlar ve diğerleri yanımdaki kağıtlarda yazılı» dedim.

«~Getir bakalım, o kâğıtları» dedi. Kâğıtları görünce yüzünün rengi değişti. Oradakilere:

«-Sefat’ı getirin!» dedi. Getirdikleri kitabın sonuna baktı, ay­nını orada buldu. Sonra oradan bir not defteri açtı yanımdaki kâğıtlarla karşılaştırmaya başladı. Bu defterdeki açıklamalar, ia­de bakımından benimkinden daha güzeldi ama mana aynıydı.

Ardından şöyle dedi:



«-Bu şeyler benim, Micasti kitabından çıkarttığım sonuçlara benziyordu. Bunları sende görünce çalındı zannettim. Fakat iki­si arasındaki lafiz farklılığı bu vehmimi ortadan kaldırdı.»

Benim için güzel bir elbise hazırlanmasını emretti. O akşam hemen hazırlandı. Beni Me’mun’un huzuruna çıkarttı. Me’mun, bu işle ilgilenmemi, emretti. Bana ihsanlarda bulundu.



**************



Şerif er Radı’nin (d. 359 - v. 406) hayatı anlatılırken şöyle de­nilir:

“Radı, fazilet, edep, ilim, zekâ ve küçüklüğünden itibaren kuvvetli bir hafizaya sahib bir insandı.”

Ebul Feth b. Cini, bir mecmuasında ondan bahsetmiştir. Bu mecmua İran’a giderken çalınmıştır. Bu mecmuanın arkasından çok figan etmiş fakat bu kitabına bir daha ulaşamadan ölüm onu yakalamıştır.

Sonra bu mecmua Isfahan şehrininin bazı vakıflarında or­taya çıkmış. Said b. Dehhan buraya gidince mezkûr mecmuayı bulmuş ve kaydetmiş. Said’in hattından başka, bu kitaba rastla­madım.

Kaynaklarda,'’' Ebul Hasen el Fali'nin başına galon dikkat çekici bir olaydan bahsedilir .Ebul Hasen el Fali  muhaddis,edip, şair bir adamdır.Bu olayı nakleden Hatip Ebû Zekeriya Yahya b. Ali et Tebrizi şöyle demiştir,

"Ebul Hasen b, Ali el Fali, İbni Dureyde ait olan el Cehera adlı kitabın bir nüshasına sahipti, İhtiyaçlar onu, bu kitabı satmaya şevketti, Şerif Murteza on dinar karşılığında bu kitabı satın aldı. Kitabı dürme koyarken, satan şahıs Ebul Hanen El Fali’ye ait şu beyitlere rastladı.

‘’Sattım yirmi yıldır dost olduğum kitabımı

Ona olan iştiyakım ve muhabbetim daha da arttı

Onu hiç satmam diyordum zannımca

Borçlarım götürse de beni zindana

Fakat fakirlik, zayıflığım ve küçüklüğümdendir gözyaşlarım

Fakat sahip olmadı gözyaşlarım geçmişte

Hüzünle dağlanmış bir kalbin sözlerine

Ey cömert ana bu ihtiyaçlar

Cimri zenginler yüzünden ortaya çıkar.’’

Satın alan şahıs bu şiiri okuyunca kitabı ona iade etti. Parayı da geri almadı.



Ebul Hasen el Fali'nin bu şiiri, ilme ve ulemaya olan bağlılı­ğından dolayı, İbnül Esir'in el Kamili'nde ve Yakutu'l Hamevi’nin Mucemul Udeba'sında geçen şu şiirini de zikretmek isterim:

‘’Meclislerdeki alıştığım alimlerin yüzleri değişince

Anladım ki değişmişti gönüldeki dostuklar, hatta avlular bile

Öncekinden farklı bir beyit inşad ettim.

Komşularım için akan gözyaşlarını;parladı gözümde

Çadırları onların çadırlarıydı amma Mahallenin kadınları başka kadınlardı.’’

Bir başka güzel şiiri de şöyledir:

‘’Zihni bulanık aptallar fakih ve müderris diye ilme gönderilir

İlim ehlinin her mecliste okunan şu eski beyte kulak vermesi gerekir

Öyle zayıfladı ki zayıflığından böbrekleri görünmeye başladı.

Fakirler o böbrekleri satılığa çıkarttı.’’



***

Hafız ve cevval ilim adamı, Ebû Zekeriya el Buhâri’nin hayatı kaynaklarda şöyle anlatılır: (64)

Ebû Zekeriya El Buhâri, (d. 382-v. 46i) ilim tahsiline ilk önce Buhara’da başlamıştır. Kendisi subut ehli hafızlardan biridir. Buhara’da, Horasanda, Irak’ta, Şamda, Yemen’de, Mısır’da ve Afrika’da hadis dinlemiştir. Endülüs’e ve batı memleketlerine gitmiş oranın üstadlarından ilim almıştır. Kendisinin dışındaki herkesden ilim yazmıştır diyebiliriz. Vefatına kadar hadis yaz- makla meşgul olmuştur.

Mısırda kaldı. Fakih, Ebul Feth Nasr b. İbrahim el-Makdisi, onun şöyle dediğini nakleder:

“Benim Buhara’da on dört bin cüzüm var. Gidip onları ge­tirmeyi murad ediyorum.”

Fakat bu muradına nail olamadan Mısır’ın Havra kasaba­sında vefat etti. Kabirlerin içinde böyle ne kadar çok hüzünler yatar.

*****************

Sırada Haddad el Mehdevi diye bilinen Şeyh ebul Hasen Ali b. Muhammet b. Sabit el Havlani var.

Fakirliğin getirmiş olduğu sıkıntılardan dolayı kitaplarını atmak mecburiyetinde kalmıştır. Bunun üzerine hanımı ken­disine:



-Her şeyden üstün tuttuğun kitaplarını nasıl satabildin?" sordu, O da hanımına Mu'cemül Buldan ve Mu’cemü’s Seferde geçen şu şiiriyle cevap verdi:

Kanaat örtüsü altından belirdi parçaymış gibi güneşten dedi Hanımım: Kitaplarını nasıl sattın En son çâre bile olsa satmayacaktın Dedim ki ona: Bu duruma neden şaştın Şu anda yokluğundayız zamanın ilim uğruna çok büyük zorluklarla karşılaşan Gazali şöyle demiştir.

Yollarımız eşkıyalar tarafından kesildi. Eşkiyalar neyim varsa hepsini alıp götürdü. Peşlerine takıldım. Reisleri beni görünce:

«-Geri dön şaşkın! Yoksa ölürsün» dedi.

«-Sadece size faydası olmayan şu heybemi, bana geri vermenizi istiyorum» dedim.

«-Ne varmış o heybede?» diye sordu.

«-Kitaplarım var. O kitapları dinleyip yazmak ve ilim öğrenebılmek için çok diyarlar dolaştım.» deyince güldü ve:

«-Nasıl ilim öğrendiğini iddia ediyorsun? Senden bunları  aldığımızda ilmin kalmadı.» dedi. Sonra birkaç adamına emretti bana heybemi geri verdiler.

Gazali bundan sonra şunları ekliyor:

Bu olay bende, Allah'ın şevkiyle derin bir düşünce oluş­turdu. Tus’ a geldiğimde üç sene uğraştım ve yazdığım kitaptan ezberledim. Şayet eşkıyalar yolumu kesip kitaplarımı alsa dahi bilgisiz kalmayacak bir vaziyete geldim.” (65)

Şimdiki anlatacağımız olay da, bir âlimin başına gelebilecek en büyük facialardan birisi. Olay, Şeyzar memleketinin ve kale­sinin kumandanı olan Üsame b. Müngizin başına gelmiştir. Ken­disi devrinin önde gelen kahramanlarından ve aynı zamanda âlim bir edebiyatçı idi. (d. 488- v. 584) Bu felaket onun başına 569 senesinden önce, adil hükümdar, Nureddin eş Şehid zamanın­da gelmiştir. Kendisi olaydan şöyle bahsetmektedir: (66)

“... Sonra adil hükümdar Nureddin’in hizmetinde bulun­dum. Kendisi Mısır melikine, Mısır’da kalan evladü iyalimin, benim yanıma getirilmesini isteyen bir mektup yazdı. Mısır Hükümdarı da aileme gayet iyi davranmaktaydı.

Mısır Hükümdarı, özür dileyerek ve aileme, Frenklerin kö­tülük yapmasından korktuğunu söyleyerek, elçiyi geri gönderdi. Bana da şöyle yazmıştı:

«Mısıra dön. Aramızdaki ilişkiyi biliyorsun. Şayet oradaki sa­rayda yalnızlık hissediyorsan Mekke’ye gidersin. Oradan Üsvan şehrine geçersin. Üsvan şehrinin senin hizmetine verilmesi için bir mektup yazarız ve seni Habeşistan’a karşı askeri kuvvetle destekleriz. Üsvan, Müslümanların elinde bir körfezdir. Orada sana çoluk çocuğunu gönderirim.»

Bunu adil sultan Nurettin’e ilettiğimde bana dedi ki:

-dönersen onların fitnelerinden kurtulabile- Buna ömrün yetmez. Ben Frenk hükümdarından ailen hakkında bir emanname alma yolunu bulurum ve onları getirerek binlerini gönderirim.»

Allah razı olsun, dediği gibi yaptı. Karada ve denizde geçerli olan emannameyi getirtti. Bu emannamenin yanında benim ve sultanın bir mektubunu, hizmetçimle Mısır melikine gönderdim. Ailemi on has adamıyla birlikte Dimyat’a göndermiş. Kendilerine lazım olacak yiyecek ve yol harçlığım da vermiş. Dimyat’tan bir Frenk gemisiyle denize açılmışlar. Akka’ya geldiklerinde, Akka hükümdarı, küçük bir sandalla birkaç adamı, bizimkilerin gemisine göndermiş. Bu adamlar gemiyi baltalarla parçalamışlar. Kayıkta ne var ne yok gasbetmişler. Hizmetçim yüzerek ona varmış. Emannameyi hükümdara göstererek:



«-Bu senin emannamen değil mi?» diye sormuş. Hükümdar:

«-Evet, ama bu, Müslümanlara karşı bir uygulamadır. Şayet gemileri bir yerde hasara uğrarsa o beldenin insanları bu gemiye el koyar» demiş. Hizmetçim:

«-Bizi esir mi alıyorsun?» deyince:

«-Hayır» diye cevap vermiş.

Lanet olasıca onları bir eve indirmiş. Kadınları teftiş etmiş, yanlarındaki her şeyi almış. Kayıkta, kadınların değerli eşyaları, elbiseler, mücevherat, silahlar, altın ve gümüş varmış. Hepsine koymuş. Kendilerine, beş yüz dinar verip:

«-Hadi memleketinize gidin» demiş. Onlar elli kadar erkek ve kadından oluşan bir grupmuş.

O sırada biz, Sultan ile Keysun Hükümdarı Melik Mesud’un memleketindeydik. Ailemin, yeğenlerimin kurtulduğu haberi geldi. Giden mallara üzülmedim ama kitaplarımın gidişi, beni derinden üzdü. Önemli dört bin cilt kitabım gitmişti. Ömrüm |

boyunca böyle bir hüzün (atmamıştım. Bu, dağlan bile sarsacak bir felaketti. Allah bize merhamet ve lutfu ile muamele etsin/'

******

İmam Hâfız Ömer b, Ali b. Ahmet el Vadiaşi (d. 723 –v. 8o4)’nin tercüme-i hali şöyle anlatılmaktadır: (67)

“Kendisinin üç yüz kadar tasnifi vardır. Sahavi, Hacer el As kalani’den naklen şöyle demiştir:

“Kendisinin, sayıya gelmeyecek kadar kitabı vardı. Hayatının son zamanlarında, çoğu karalamasıyla birlikte, bu kitapların çoğu yandı. Bundan sonra hali değişti. Oğlu, ölünceye kadar ona göz kulak oldu," Hâfiz ibn-i Hacer, yangından sonra hafıza sının karıştığını söyleyerek bir şiir inşad etmiştir:

‘’Kitaplarına üzülmeyesin Siraceddin

Dokundu onlara diye ateşten diller

Sen onları Allah 'a kurban ettin

Ateş kabul olunmuş kurbanı yer.’’

…..



Devrinde, Halep’in allâmesi olarak bilinen, Şeyh Ahmet el Haccar (d. 1190- v. 1278)’in hayatı şöyle anlatılmaktadır: (68)

"Şeyh Ahmet b. Kasım El Haccar, Tahir Alevi’nin soyundandır. Hanefi fakihi, nahivci ve ezberi çok kuvvetli olan bir âlimdir. Cemul Cevami' adlı kitabı, çok kısa bir müddette ezberlemiştir. Tıp, astronomi, matematik ve diğer ilimlerdeki problemleri ça­bucak halletmesiyle ünlüydü. Allah’ü Teala’nın, ilimde, amelde, zekâ ve hafizada numune olarak yarattığı ender şahsiyetlerden­di."

Kendisinde aşın derecede kitap toplama merakı vardı. Şeyh Bekri onun hayatını anlatırken şöyle der:

“Öldükten sonra kırk bini aşkın kitap bıraktı. Fakat bunlar değerinin altında bir fiyata satıldı. Rahmetli, kitap biriktirmeyi çok severdi. Duyduğuma göre, yanında para olmasa üzerindeki elbiselerin bir kısmını çıkarıp satar ve gördüğü kitabı her halü­karda satın alırmış."
Devamını Oku »

4-Mallarını ve Geçim Kaynaklarını Kaybetmeleri



4-Mallarını ve Geçim Kaynaklarını Kaybetmeleri


İLMİN TADI, HER ZORLUĞU UNUTTURUR

Bu rivayetleri okuyanlar veya dinleyenler, bu değerli ilim adamlarının, bu sıkıntılara nasıl tahammül ettiklerine şaşırmak­tadırlar herhalde. Kalpleri, bu afet ve felaketlere nasıl dayanmış? İşittiğinde bile insanın huzuru kaçıyor. Fakat imanla çarpan, Allahın rızasını ve mükâfatını uman bir kalbe sahip olan kişiye, bütün zorluklar kolay gelir. Şair ne güzel söylemiş:

‘’Her şey kolaylaşır senin sevgin eksiksiz olduktan sonra

Yeryüzünde gezinen her şey elbet dönecektir toprağa.’’

Ahmet b. Hanbel, Ebû Bistam Şube bin el-Haccac hakkın­da şöyle der: (51)

“O, hadis ilminde başlı başma bir ekoldür.” İmam Şafii de:

“Şayet Şube olmasaydı Irak’ta hadis ilmi olmazdı” demiştir.

Esmaî:

“Şube’den daha iyi şiir bilen birini görmedim” demiş ve şunu nakletmiştir:

“Süfyan bin Uyeyne, Şube’nin şöyle dediğini işitmiş:

«Kim hadis ilmine gönül verirse iflas eder. Annemin tasını bile yedi dinara sattım.»"

Ahmed bin Hanbel, demiştir ki: (52)

“Şube, Hakem bin Uteybe’nin yanında ilim öğrenmek için on sekiz ay kaldı. Bu sırada evinin direklerini bile sattı."

Ebû Hatim er-Razi, babası Muhammed b. İdris er-Razi’nin [hayatını anlatırken (Babamın ilim tahsilinde karşılaştığı zorluklar babı) şunları söylemiştir: (53)



Babam bana şöyle anlattı:

“214 senesinde, 8 ay Basra’da kaldım. Gönlümden bir sene kalmak geçiyordu fakat harçlığım bitti. Parça parça elbiselerimi satmaya başladım. En sonunda hiçbir şeyim kalmadı. Bir arka­daşımla akşama kadar hocaları dolaşıp onlardan hadis dinle­dim. Akşam olunca arkadaşım döndü ben de evime döndüm. Açlığımı bastırsın diye su içiyordum.

Sabah olunca kalktım ve arkadaşım bana geldi. Çok aç ol­mama rağmen hadis dinlemek için hocalarımı dolaşmaya baş­ladım. Ders bitince, tekrar aç olarak eve döndüm. Ertesi günü sabahı, arkadaşım eve gelip:

«-Hadi derse gidelim» deyince:

«-Takatim kalmadı gelemem» dedim.

«-Neyin var?» diye sordu. Ben de:

«-Durumumu senden gizleyemem. İki gün geçti ve ben bir  lokma ekmek yemedim» dedim. Arkadaşım:

«-Bende bir dinar var. Yansını paylaşalım, yarısını da ev ki­rasına ayırayım» dedi ve ondan parayı aldım.”

Babamı yine şöyle derken işittim:

“Medine’deki, Dâvud el Caferi’nin yanından ayrıldıktan sonra Car kasabasına vardık. Gemiye bindik. Üç arkadaştık. Ebû Zübeyr el- Merveruzi diğeri de Neysaburi idi.

Gemideyken ihtilam oldum. Bunu arkadaşlarıma haber verdim. Bana:

«-Denize iniver» dediler.

«-Yüzmeyi iyi bilmiyorum» deyince:

«-Biz seni iple sarkıtırız» dediler. Belime bir ip bağlayıp sar­kıttılar. Abdest aldım. Şimdi biraz daha indirin dedim indirdiler.

Suya dalıp çıktım. Beni yukan çekin dedim ve çektiler.

Denizde giderken rüzgâr yüzümüze çarpıyordu. Bu halde, gemide üç ay kaldık. Gönlümüze darlık geldi. Yanımızda da çok az bir yiyecek kaldı. Karaya çıktık. Günlerce yürüdük. Bu arada, o kalanlarda bitti. Bir gece ve bir gündüz süreyle hiç birimiz, bir şey yemeeden ve içmeden yürüdük. İkinci gün aynı şekilde devam ettik. Üçüncü gün, gündüzleri yürüdük, gece olunca namaz kıldık ve olduğumuz yere uzandık kaldık. Açlıktan, susuz­luktan ve hastalıktan vücudumuz zayıf düşmüştü. Ertesi günü sabahı, gücümüz yettiği kadar yürüdük. Yaşlı Merveruzi, bitap düşüp bayıldı. Şöyle bir sarstık, fakat kendine gelmiyordu. Onu orada bırakmak zorunda kaldık.

Ben ve Neysaburi, yolumuza devam ettik. Bir veya iki fersah yürüdük. Ben de bayılıp düştüm. Arkadaşım beni bırakıp gitti. İleride, gemilerini karaya yanaştıran binlerini görmüş. Hz. Mûsa Kuyusu’na konaklıyorlarmış. Onlara, yerini, elbisesini sal­layarak belli etmiş. Su dolu bir kapla yanına gelmişler. Ona su vermişler ve elinden tutmuşlar.

-Arkada susuzluktan baygın düşmüş iki arkadaşım daha var onlara yetişin» demiş. O sırada yüzüme su serpen bir adam hissettim. Gözümü açtım;

-Suuu!» diye inledim. Az bir şey maşrapanın içine su koydu. İçtim ve biraz kendime geldim. Biraz daha su içtikten sonra Edam elimden tuttu.

«-Arkamda yaşlı bir arkadaşım daha var» dediğimde;

«-Merak etme ona da bilileri gitti» dedi. Bana destek oluyordu ve ben ayaklarımı sürüyerek yürüyordum. Gemiye vardığımda üçüncü arkadaşımı da getirdiler. Gemidekiler bize çok iyi davrandı. Kendimize gelinceye kadar orada kaldık.

Bize kek, sevik ve su vererek Raye denilen bir şehrin valisine bir mektup yazarak bizi, yolcu ettiler. Yanımızdaki yiyecek, içecekler bitinceye kadar yolumuza devam ettik. Denize kıyısında aç susuz yürüyorduk.

O sırada, karaya vurmuş bir deniz kaplumbağası bulduk. Bir taşla sırtına vurduk ve kabuğu parçalandı. İçinden, yumurta sarısı gibi bir şey çıktı. Kaşık olarak deniz kabuğu topladık. Bu yumurta sarısı gibi şeyi yudum, yudum içtik. Susuzluğumuz ve açlığımız geçti.

Sonra yola devam ettik. Raye şehrine vardık. Yöneticisine mektubu ulaştırdık. Bizi evinde konuk etti. Bize ikramlarda bu­lundu. Her gün bize kabak ikram ediyordu. Hizmetçisine:

«-Getir bakalım şu mübarek kabak yemeğini» diyor ve her gün bize kabak yemeği ve ekmek yediriyordu. Arkadaşlardan birisi:

«-Şu mendebur etten de ikram etmez mi bu ya hu»dedi. Meğer ev sahibinin ninesi, Heratlı imiş ve ev sahibi Farsça’yı an­larmış. Bundan böyle bize et getirdi. Oradan ayrıldık, bize, Mı­sır'a kadar yetecek yol azığı verdi."

…..



Zehebi, Zeyd bin Hubab (d. 13/ö.203) hakkında şöyle söyle- demektedir: (54)

“Hâfiz, sika, abid ve zahid bir zattır. İlim tahsili için Merv’iden (en doğuda) ta Mısıra gitmiş hatta Endülüs’e varmıştır.”

Ahmed b. Hanbel, ondan hadis rivayet etmiş ve şöyle de­miştir:

“Zeki bir hadis âlimidir. Hadis öğrenmek için Mısır ve Horasan’a gitmiştir. Fakirliğe, ne kadar da çok sabırlıydı. Küfe ve  Bağdat’ta ondan hadis yazdım.”

Ali b. Harb:

“Zeyd b. Hubaba geldik. Giyinip de bizim karşımıza çıkacak bir elbisesi bile yoktu. Kapıyı bizimle kendisi arasına perde yaptı  da bize arkasından hadis rivayet etti.” demiştir.

Ebû’l Atahiye (rahmetullahi aleyh) şöyle demiştir:

“Şayet dünya bir adama dini bırakırsa

O adam sayılmaz asla zararda, ziyanda”

********

Hâfiz ibn-i Kesir, İmam Ahmed’in Yemene yolculuğu sıra­sında ve ilim tahsili esnasında karşılaştığı zorlukları, şöyle anlatır;

“Yemen de iken elbisesi çalınmıştı. Evine kapanmış ve ka­pıyı da kapatmıştı. Arkadaşları, onu göremeyince kendisine geldiler ve durumunu sordular; o da durumu anlattı. Bir altın vermek istediler kabul etmedi. Onlardan sadece bir dinar kabul etti. Bunu da kitap yazma karşılığında ücret olarak aldı.” Rahmetullahi aleyh.

***********

Hatip el Bağdadi, Tarihi Bağdat adlı eserinde, Ömer b. Hafs el Aşkar’dan naklen İmam Buhâri hazretleri hakkında şöyle bir olay anlatmıştır:

“Bir gün Buhâri’yi, Basra’da, hadis dersinde göremedik. Aradık taradık evinde üryan bir vaziyette bulduk. Harçlığı bit­miş, hiçbir şeyi kalmamış. Onun için para topladık ve elbise satın alıp giydirdik. Sonra acele ile bizimle beraber hadis yazmaya koyuldu."

Muhammet b. Hatim, Buhâri’den şöyle işittiğini nakletmiştir: (55)

“Askalan’daki Âdem b. Ebi İyası ziyeret için evden çıktım. Yolculuk esnasında harçlığım kalmadı. Bu sebeple yerdeki otlan yemeye başladım. Bunu, kimseye belli etmedim. Üçüncü gün de bu haldeyken, hiç tanımadığım bir adam çıkageldi. Bana, içi dinar dolu bir kese verdi ve bunu kendin için harca dedi."

********

Şafii fukahasından Ebul Abbas61 Ahmet b. Muhammet’in (d. 357- ö. 425) hayatı kaynaklarda şöyle geçmektedir: (56)

“Bağdat’ta oturuyordu. Mansur şehrinin ve bütün Bağdat’­ın doğusunun kadılığını üstlendi.

Kendisinin, Mansur Külliyesi’nde bir fetva halkası vardı. Sağlam itikatlı, ilimde sabitkadem, lisanı fasih ve şiir söyleyebi­len biriydi."



Ubeydullah b. Sayrafi, ondan hadis aldığını söylemiş ve şunları eklemiştir:

“Ebul Abbas, her zaman oruç tutar, iftarını da genellikle ek­mek ve tuz ile yapardı. Fakir ama şerefli bir insan idi. Giyeceği bir paltosu olmaksızın kışı geçirirdi. Arkadaşlarına:

«-Benim palto giymeme mani olan bir problemim var» der­di. Onlar da, bir hastalığı var zannederlerdi. Hal bu ki fakirliği­ni kastederdi. Bunu, vakarından ve şerefinden açığa vurmaz­dı."

********************

Şafii fakihi, abid, zahid, muhaddis, Ebül Hasen Ali b. Ahmet I b. El Hüseyin b. Mahmuye el Yezdi’nin (d. 473- ö. 551) tercüme-i  hali kaynaklarda şöyle anlatılmaktadır: (57)

“Daima güler yüzlü idi. Cömert, kanaatkâr, mütevazı, ilmiy­le âmil, ezberi çok kuvvetli, abid ve çok eser vermiş bir âlimdi. Hadis, fikıh ve zühd konularında, ellinin üstünde eser yazmış-tır".

Semani, onun hakkında şöyle demiştir.

“Kendisinin ve kardeşinin, ortak bir gömleği ve fesi vardı. Biri dışarı çılanca öbürü evde oturmak zorundaydı. Bir gün, vaiz Ali b. Hüseyin ile birlikte selam vererek evine girdik. Onu, peş­tamala bürünmüş üryan bir vaziyette bulduk. Bu durumundan dolayı özür diledi ve:

«-Biz elbisemizi yıkadığımızda Ebû’t Tayyib Taberi’nin şu sözünde dediği gibi oluyoruz »dedi:

«Bazı insanlar vardır elbiseleri yıkandığında, yıkayanın işi bitene kadar evde mahsur kalırlar.»”

Ebül Abbas el Cürcani, Ebû İshak Eş-Şirazi (d. 393- v. 476) hak­kında şöyle demiştir: (58)

“Ebül İshak Şirazi'nin, dünyalıktan yana bir nasibi yoktu. Fakirliği had safhaya ulaştı. Hatta giyecek ve yiyecek bulamı­yordu."

"O, Bağdat'ın Katia Mahallesinde kalıyordu. Ziyaretine gitti­ğimizde bize şöyle hafifçe doğruldu. Tam doğrulmadı. Çünkü el­bisesinin kısalığından bir yerinin görünmesinden korkuyordu."

Denildi ki:

"Gurbette yine böyle aç kalmışken kendisine, fasülye, balda satan bir arkadaşı geldi. Ona, ekmek ufalayıp bakla suyu ile ısla­tıyordu. Belki de bu arkadaşı, uzun zamandır kendisinden bakla satın almadığından dolayı ona gelmişti. Ebû İshak şöyle dedi:

«öyleyse bu zararlı bir dönüş olur.» (en-Naziat, 12) ve memle­ketine döndü."

Ebû İshak şu şiiri de inşad etmiştir:

‘’Dedim ki bana vefalı bir dost gösterin yarenler

Bu öyle pek mümkün değil dediler

Eğer bulursan birini samimi cana yakın

Ne saadet bırakma peşini sakın ‘’

*******************

ALLAHTAN BAŞKASINA EL AÇMAYANLAR



Ebû’l Yümn el Uleymi el Hanbelî, Ahmed b. Hanbel hakkın­da şöyle demiştir: (59)

"Ahmed b. Hanbel, 197 senesinde Abdürrezzak ile görüş­mek için Yemen'in San’a şehrine gitti ve ona Yahya b. Main, bu yolculukta arkadaşlık etti.”

Yahya dedi ki:

“Yemen’e Abdürrezzak’ı ziyarete giderken hac da yaptık. Ben tavaf ederken bir de ne göreyim Abdürrezzak da tavaf edi­yor. Selam verdim ve ona dedim ki:

-Bak bu kardeşim Ahmed b. Hanbel-

Abdurrezzak-Allah ona ömür versin, onu sâbit kadem kılsın. Hep bana onun güzel haberleri geliyor» dedi. Ben de Ahmed'e:

-Allah adımlarımızı bereketlendirdi, nimetini bolca ihsan etti, bir aylık yolculuktan kurtardı» dedim. Ahmed b. Hanbel:

«-Ben, San'a'ya gidip Abdürrezzak’tan hadis dinlemeye ni­yet ettim. Vallahi bu niyetten dönmem» dedi.

Yahya devamla şöyle anlattı:

San’a’ya yola koyulduğumuzda Ahmed’in harçlığı bitti. Abdürrezzak, bize çok defa harçlık vermeyi teklif etti. Ahmet kabul etmedi. Borç olarak al diye israr ettiyse de yine kabul etmedi. Kendi azığımızdan ikram ettik onu da almadı. Sonradan farkına vardık ki elbise kuşağı yapıyor ve parası ile iftar ediyordu.”

Sonra Uleymi şöyle anlatmıştır:

“Ahmet b Hanbel, Yemen’de iken Süleyman b. Dâvud’un yakınındaki bir bakkala, kovasını rehin olarak bıraktı. Karşılık olarak biraz yiyecek almıştı. Bedelini getirdiğinde bakkal ona iki kova çıkarttı ve:

«-Hangisi senin?» dedi. Ahmet:

«-İkisi de benziyor ayıramadım. İster bedelini al istersen de kova sende kalsın» dedi. Süleyman bin Davut, bunun üzerine bakkala dedi ki :

«-Sen vera sahibi bir adama iki kova çıkarıyorsun ve kovalar birbirine benziyor.» Bakkal da:

«-İşte kovası bu, ben sadece onu imtihan etmek istedim- dedi."

Kadı İbn-i ebi Ya’la, Tabakatül Hanabile adlı eserinde ve İbnü’l Cevzi, Menakıbü'l İmam Ahmet, adlı eserinde İmam Ah­met’in hocası, Abdürrezzak b. Hemmam’dan bahsederken şöy­le anlatmaktadır:

Ahmet b. Hanbel’den bahsederken, Abdürrezzak’ın gözleri doldu ve şöyle dedi:

“Sadece ilim için bizim kapımıza geldi ve burada iki sene kaldı. Bana onun yiyeceğinin tükendiğini haber verdiler. Elin­den tutup kimsenin olmadığı bir yere götürdüm ve dedim ki:

«-Bizde para birikmez. Mahsulü sattığımda bir yerlere ver­dik. Kadınlardan on dinar bulabildim bunu al. Bir şeyler kazanıncaya kadar geri vermezsin.» Ahmet bana şöyle cevap verdi:

«-Şayet insanlardan bir şey kabul edecek olsaydım muhak­kak senden kabul ederdim.»"

Sonra ibnü’l Cevzi İshak b. Rahuye’den şöyle rivayet etmiş­tir:

“Ahmet, Abdürrezzak’ a gitmek için yola çıktığında yolda harçlığı bitmişti. Bu yüzden ücretli olarak, San’a’ya kadar deve­cilerin yanında hizmet etti. Arkadaşları kendisine ikramda buIunduklarında hiçbirini kabul etmiyordu.”

Ahmet b. Sinan el Vasıtî:

“Bana haber verilene göre, Ahmet, Yemen'den giderken ayakkabısını bir ekmekçiye, ekmek karşılığı rehin bıramıştı’’ de­miştir. Buna benzer bir haber, Ebû Naim’in, el-HıIye adlı ese­rinde de vardır.

İbnül Mübarek es-Sekati, Muhammet b. Ali ed-Deccad (v. 463) hakkında şöyle demiştir: (60)

“Kendisi itibar ve öncelik sahibi, hal ehli bir kimsedir. Za­man, akışıyla ona kötülük etmiştir. Zengin bir arkadaş grubuyla birlikte, kendisinden hadis dinlemek için, ed-Deccaci ye gittim. Kendisi hastaydı ve bir hasır üzerinde yatmaktaydı. Üzerinde, çoğu yeri ateşten yanmış bir palto vardı. Yanında bir dirhem değerinde bir şey bile yoktu.

Kendisine bir miktar okuduktan sonra kalktık. Bize ikram hususunda da sıkıntıya girmişti. Yanımdakilere:

«-Efendiler! Aramızda ona yardımda bulunabilecek biri var mı?» diye sordum. Beş miskal kadar altın toplandı. Kızımı çağır­dım ve altınları ona verdim. Kendisine teslim edildiğini görmek için bekledim. Kızı içeri girip ona bu altınları verince, Deccaci dövünmeğe başladı ve şöyle deyip feryat etti:

«-Şu düştüğüm hale bak. Rasulullah (s.a.v.)'in hadisini öğ­retmekten karşılık alacağım öyle mi?»

Yalınayak doğruldu ve:

«-Aramızdaki arkadaşlık yüzü suyu hürmetine geri dön» diye bana seslendi. Geri döndüm ve ağlayarak bana dedi ki;

«-Beni ashab-ı hadis arasında rezil mi edeceksin? Ölüm bana bundan daha hayırlıdır.» Ben de altınları arkadaşlara tekrar geri dağıttım. Onlar da bunu kabul etmeyip bunları tasadduk ettiler.

*****

Ebû Ali Haşan b. Ali el Belhi (v. 471) ilim öğrenmek için kat­landığı meşakkatlerden bahsederken şöyle der: (61)

"Nice meşakkat ve zilletle yolculuklar yaptım, hadisler din­ledim. Sonra Belh’teki köyüm Vahş’a döndüm. Hiç kimse kıy­metimi bilmedi. İlmimin kıymetini kimseler anlamadı. Öleyim de adım sanım unutulsun dedim. Kimse bana merhamet etme­di. Allah, Nizamül Mülk’ün işlerini rast getirsin. Vahş’a bu med­reseyi kurdu ve beni buraya hadis öğreteyim diye oturttu."

“Askalan’da, ibn-i Mûsahhıh ve diğerlerinden hadis dinli­yordum. Harçlığım tükenme raddesine vardı. Günlerce yemek yemedim. Hadis yazmak istiyordum fakat açlıktan güç yetiremiyordum. Sonra, bir fırına gittim ve kenarına oturdum. Biraz kuvvet bulmak için, ekmek kokusu kokluyordum. Sonraları, Rabbim genişlik ihsan etti ve zengin oldum.”

*****

Zehebi, İmam Zebidi El Yemeni hakkında şöyle demekte­dir: (62)

“Örnek, abid, vaiz, bir imamdır. Bağdat’ın misafiri, meşayih ravilerin önderidir. 460 senesinde doğdu. 500 senesinden sonra Şama geldi. Emr-i bil maruf yapmaya başladı. Sultan Tuğtekin, kendisine tahammül edemedi. Çünkü acı da olsa hakkı söylerdi. Allah yolunda, kınayanların kınamasına aldırmazdı. Kanaatkâr, fakir, mübarek, selefi ve Hanefi bir zat idi."

Vezir Yahya b. Hubeyre şöyle demiştir:

“Sabahtan öğleye kadar beraber oturduk. Bir şey çiğniyor­du.

«-Ne çiğniyorsun?» Diye sordum:

«-Çekirdek çiğniyorum. Yiyecek bir şey bulamadım da bu­nunla oyalanıyorum» dedi."

İbn-i Şafii de şöyle der:

“Kendisinin, Arapça ve usul bilgisi çok fazla idi. Yaklaşık  yüz eser vermiştir. Ömrünün hiçbir bölümünü zayi etmemiştir.

555’te vefat etti."/

…..
Devamını Oku »