Müslüman Biblicalistler
Başlığa şaşırabilirsiniz. Bu da yeni bir mezhep mi, cemaat mi, tarikat mı diye sorabilirsiniz. Haklısınız. Belki de hepsi.. Tabii ki bu başlığın benzetme sanatı kullanılarak atılmış olduğunu söylemeye hâcet yok.
Önce şu ‘Biblicalist’ ne demek ona bir bakalım. Bu kavramlar daha çok Hristiyanlık tarihi ile alakalı olup batı dillerinde kullanılan kavramlardır. Malum olduğu üzere Bible; ‘İncil’ demek. Biblicalist ise ‘İncilci’ diye tercüme edebileceğimiz Hristiyanlık içerisinden çıkıp herşeyin İncil’in metninde olduğunu ileri süren ve o metni gramer kurallarının ne kadar tercüme imkânı sunuyorsa o kadar anlayabileceğimizi ileri süren bir akım. Bu tercümeyle elde edilen mananın daha başka anlam katmanları da yaratabileceği görüşünü ise kabul etmezler. Herşey ve hepsi bu okuduğun düzeyden ibarettir. ‘Literalist’, ‘Bookist’, ‘Fundemantalist’ v. b. gibi isimler de verilen bu akım bugün daha çok Evanjelist akım içerisinde varlıklarını sürdürmektedirler. Hatta sanki Hz. İsa kitap satıcıları gibi elinde kitap çantası ile dolaşmışçasına bunlar da sokakta ellerinde İncil tercümeleri ile kapı kapı dolaşıp tebliğ yaparlar. Güya insanları İncil’e davet ederler. Fakat ekser-i ulema diye tabir edebileceğimiz Hristiyan din alimlerinin çoğu bunların iddialarını doğru bulmazlar. “Christianity is Biblical but Biblicalism is not Christianity.” derler. Yani “Hristiyanlık İncilî’dir ama İncilcilik Hristiyanlık değildir.” derler.
Peki bundan bize ne hocam diyebilirsiniz. Aslında ârif olanlar benim ne kastettiğimi çoktan anladılar bile. Fakat tabii ki konuyu açalım ki herkes anlasın.
Son zamanlarda ülkemizde yeni bir akım yavaş yavaş alternatif olarak mevzileniyor. En önemli tezleri şu: Tek doğru, tek kutsal, kitaptır. O da Kur’ân’dır. Bir şey Kur’ân’da varsa vardır yoksa yoktur.
.....
Ben onların yaptığı ilim ve bilim dışı yönteme başvurmayacağım. Yani onların yaptığı gibi meselâ “Taocular zâhid adamlar, sufiler de zâhidler, demek ki tasavvuf Taoculuktan alınmadır.” gibi fâsid kıyaslarla gülünç duruma düşmeyeceğim. İlim ahlâkına riayet edeceğim....
Oysa ne güzel bir komplo teorisi veyahut senaryosu çıkarılabilirdi bu mevzudan. Mesela Biblicalistler Evanjelisttirler. Evanjelistler de Trump ile beraber ABD’nin iç ve dış politikasını belirleyen en önemli akım oldular. Yüzyılın başında Ortadoğu’yu ve Müslüman ülkeleri nasıl Lawrence’in elinden tutup kaldırdığı Vahhabi ideolojisini kullanarak parçaladılarsa şimdi de bu Mushafçılığı kullanarak yeni fitne tohumları ekmektedirler. Bunun için de ülkemizi pilot bölge olarak seçmişlerdir. Belirli medya guruplarının kendilerine alan açtığı ve mevcut iktidarın saflığından istifade ile pazarlanıp yüksek mevkilere getirilen bazı ilahiyatçılardan müteşekkil bu cemaat örgütlüdür. Başları vardır, toplanırlar. Dış güçler ne kadar Geleneksiz ve de Gelenek karşıtı akım varsa onları öne çıkarmayı hedeflerler. Bu yüzden tıpkı Gülen olayında olduğu gibi bütün bu yeni icat akımlar CIA bağlantılıdırlar.
Hedefleri bin yıldır İslâm medeniyetinin manevi damarlarını besleyen Gelenek’e ve onun büyük ustalarına çamur atarak halkı maneviyattan soğutmak ve sonunda mantıksal süreçlere indirgenmiş kuru bir din haline indirgedikleri İslâm dinini insan hayatının her alanını kuşatamaz kılmaktır. Doğal olarak oluşacak boşluktan istifade ile de başta Yahudi-Hristiyan kaynaklı olmak üzere bütün İslâm dışı maneviyat akımlarının insanımıza kurtarıcı gibi geleceği bir zemin hazırlamak gizli hedefleridir…
Bu kurgu ne kadar kurgudur ne kadar gerçektir bilemem. Bendeniz pek fantastik edebiyat meraklısı değilimdir. Çok fazla polisiye roman da okumadım. O açıdan bu konuları meraklısına bırakıp ilmi yoldan ayrılmamayı düşünüyorum.
Mamafih ilmi yol, düşünürler arasında organik bir bağ olmasa da fikirler arasında benzerlikler olabilir der. Bu muhakkak birbirlerinden doğrudan tesir almalarını gerektirmez. Yani bizim Mushafçılar için her ne kadar yukarıdaki komplo teorisini şimdilik bir kenara koydumsa da Biblicalistler’le benzer mantıkları olduğunu da söyleyebilirim.
İlginçtir ki şimdilerde bu gerici akım yeniden kıpırdanıyor. Gerici diyorum çünkü sırf gramatik metni alıp ona dayalı başka bir açılımı kabul etmezseniz o metni de dondurur ve öldürürsünüz. Baştanbaşa bir İslâm entelektüel üretimini yok saymak anlamına gelir bu. Çünkü bu mantıkla bakıldığında hiçbir düşünce akımı çıkamaz.
Ne Hz. İsa ve ne Hz. Peygamber elinde sayfalarla, yapraklarla, fasiküllerle dolaşan bir peygamberdir. Malum olduğu üzere Hz. Peygamber’den açığa çıkan vahyin fiziksel manada kitaplaşması hayattayken değil çok sonraları olacaktı.
Oysa Hz. Peygamber de vahyin bir parçasıydı. Vahy-i gayr-ı metluvderlerdi ona. “Yürüyen Kur’ân” derlerdi ona. Yani o da bir kitaptı… Onun için Hz. Ali de yaprakçılara karşı “Ene’l-Kur’ân” demişti. Tabi ki anlayana… “Şüphesiz bu Kitap gizli bir kitabın içindedir.” (Vakıa 78) âyetine nasıl anlam verir bu sözde Kitapçılar bilmiyorum ama bizimkiler (Allah onlardan razı olsun.) “İnsan ve Kur’ân ikiz kardeştirler.” peygamber sözüyle bunu açıkladıklarında bende mesele öyle oturmuştu ki Kur’ân Araştırmaları Merkezi’ndeki evrak memurlarına sorma ihtiyacı hiç hissetmedim. Yani Kitab’ın anahtarı İnsan’dır. Sen seni bil…
Bu akımın derin bir fikri ve tezi yok. Kendilerinden bir şey ortaya koymak yerine var olanları eleştirerek kendine bir yer edinmeye çabalıyorlar. İddialarını ileri sürerken de hep olumsuz örneklemeler vererek kendi doğrularını ispatlamaya çalışıyorlar. Yani Mütenebbiler (yalancı peygamberler) üzerinden Hz. Muhammed’i okumaya çalışmak gibi saçma bir durum, yaptıkları. Evet Mütenebbiler vardılar ve olacaklardır. Ama biz Hak ve hakikat elçisi ile mi hemhal olacağız bu mütenebbilerle mi? O üçkağıtçılar hiçbir varlık gösteremeden silinip gittiler. Bugün dünyada kaç kişi Müseyleme diye birini tanır?.. Evet sahte peygamberdi. Kimse tanımaz. Ama Hak Peygamber Hz. Muhammed’i cümle kâinat tanımaktadır.
Neymiş efendim, adamın biri kendini mehdi ilan etmiş, kutup ilan etmiş, rüya görüyormuş, v. s. Bütün malzemeleri bu. Buradan vardıkları sonuç da ilginç: “Bütün rüya görenler mehdidirler.” Ne kadar saçma bir mantık. Böylesi Müseyleme tipleri de vardılar ve hep var olacaklar. Ama isimlerini bunlardan başka valla kimse bilmez. Sadece onlar bilirler zira bunları gösterip sizin cebinizden paranızı çalan hırsızlar gibidirler. Ama bir İbn Arabi’yi, bir Mevlânâ’yı, bir Hoca Ahmed Yesevi’yi cümle âlem tanır. Bu bir iki yeni yetme tanımaz o ayrı mesele. Müseylemeleri gösterip Hz. Muhammed’e dil uzatanlara ne kadar benziyorlar.
Sırf meal okudukları için anlayışları da o kadar sığ ki Mevlânâ’nın Mesnevi’sindeki beyitlerin hangi Kur’ân âyetlerinin manen tefsiri olduğuna dair yerli yabancı pekçok bilimsel çalışma yapılmışken bunlar “Bu Mesnevi dinin asıllarının asıllarının asıllarıdır.” sözünden, “Bak Kur’ân’dan daha büyük olduğu iddiasında bulunuyor.” gibi zırvalar çıkarırlar, tevilin hasını yaparlar. Küçük beyinlerine uymayan her şeyi Kur’ân’a uymuyor diye reddederler. Üstelik çoğu Arapça da bilmez. Mealden, yani bir beşerin yaptığı tercümelerden yola çıkarak ahkam keserler. Bu yüzden… “Kitab’ı da bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir.” (Bakara 78). Çünkü bunlar Lafzi rivayeti bile yapamazlarken Mânâ rivayetinden ne anlasınlar? Oysa ‘Dört kitabın mânâsın’ bilmek isteseydiler Yunus’a yetişemediler belki ama Kitapçı Muzaffer’e sorabilirdiler.
Fakat bir insani otorite de kabul etmedikleri için doğal olarak Kur’ân kaynaklı bir fikrî açılımları da olamıyor. Bu yüzden mesela Kur’ân’ın bâkî olmadığını söylediği dünya için gerçek diyebilirler. Yani Allah’ın yanında bir başka hakikat kategorisi daha kabul ederek şirke düşerler. Bugün Kuantum fiziği bile bu ehl-i Kur’ân âriflerin buluşlarıyla paralel bulgular elde ederlerken bunlar hâlâ kumda oynamaya devam ederler. Bir kimyagerin bir elementi rüyasında bulduğuna inanırlar da İbn Arabi’nin rüyasıyla alay ederler. Hz. Peygamber’in vahye muhatap olduğunda yaşadığı halleri, “Bir sara hastası halleri.” olarak gören oryantalistler ile ehl-i vücud olmuş bir kâmilin hallerine, “Bir şizofren halleri.” diyen bunlar arasında mantık açısından hiç fark yoktur.
Bu mealcilere tavsiyem kendi açılımlarını getirmeleri. Bir görelim. Kafalarına göre tasavvuf okumaları yaparak kendilerini meşrulaştırmaya çalışmasınlar. Düşsünler tasavvufun yakasından. Hiç tasavvuf demeden kendi tezlerini getirsinler bakalım. Bir kere daha kafalarına şunu çakmak istiyorum: Tasavvuf bir Kur’ân’ı anlamlandırma modelidir, yani Kur’ânî’dir. Bin yıldır denenmektedir. Bir ontolojisi vardır, bir epistemolojisi vardır. İnsan görüşü vardır, ahlâk görüşü vardır, toplum görüşü vardır. Cüneyd’i vardır, Gazzali’si vardır, İbn Arabi’si vardır, Mevlânâ’sı vardır, Yesevî’si vardır, Yunus’u vardır v. s. Sizinkileri de bir duysak diyorum?
Tanpınar’ın tabiriyle Anadolu “İstatistiğe karşı vitalitenin (hayatiyet) harbini” yapan bir yer olduğu için oturun oturduğunuz yerde, üç kişilik ekibinizle Anadolu’muzun hayat damarlarıyla daha fazla oynamayın. Oynatmazlar…
Netice: İslâm Kur’ânî’dir ama Kur’âncılık akımı İslâmî değildir.
Mahmut Erol Kılıç
Yeni Şafak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder