...Her eylem, her eser, kişinin sahip olduğu fikrin, duygunun tecessüm etmesidir. Süleymaniye Külliyesi, bir fikrin, bir duygunun cisimleşmesidir; hatta bütün bir şehir, bir mananın/anlamın tecessüm etmiş halidir. Her ne ki içerisindedir kişinin o dışına vurur; kafada olmayan mekanda da olmaz çünkü. Ahmedî’nin dediği gibi: “Sanmagil fikr etmeden her işe el / Ki’olur evvel fikret ü ahir amel”; başka bir deyişle akıl, eylemi öncelemelidir. Özellikle yöneticiler bir işe kalkışırken heva ve heveslerine göre değil, akıllarına göre iş yapmalıdırlar.
Mehmed Şah Fenarî’nin Enmuzec el-ulumadlı eserindeki ifadesiyle: “Yönetici’nin düşüncesi, sözü ve eyleminden önce gelmeli; yalnızca işlere ilişkin inançlarla yetinmemelidir. Bundan dolayıdır ki Tanrı, Adem’i, kendisini diğer canlılardan ayıran aklı nedeniylehalîfe seçmiştir. Dolayısıyla Yönetici’nin eylemleri akla göre olmalıdır”. Cehaletten, bilgisizlikten iyi niyetin doğmayacağı bilinmeli, aklı dolaşık insanların sorunları çözmek değil, karmaşıklaştıracağı dikkate alınmalıdır. Çünkü siyaset, dolaştırmak, karmaşıklaştırmak değil, tertip etmek, düzenlemek; “un çuvalını tozutmadan yere koymaktır”; bunun da yolu bilmekten, bilenlerle yola çıkmaktan geçer. Yine Mehmed Şah Fenarî’nin deyişiyle: “Yönetici, adalet yolundan ayrılmamalı; bilginlerle beraber oturmalı, onlarla düşüp kalkmalıdır; çünkü -bilindiği üzere- doğru/kâmil siyasetin hem dış hem de iç etkisi ancak ve ancak bilgi’yle gerçekleşir”.
Güzel’i tahakkuk ve tecessüm ettirmeyi kendine şiar edinmiş bir kültürün, medeniyetin mensupları olarak, duyarlılığımızı maddeye dökmek, işlemek, nakşetmek için doğruluk’u tespit etmiş olmamız gerekir. Çünkü bilgideki doğruluk sanatta güzellik adını alır; bu nedenle “doğru’yu bilen güzel eyler, güzeli eyler” denmiştir. Bütün bunlar da hesabı verilmiş bir anlam-değer dünyası’na sahip olmakla mümkündür. Hiçbir yumurtadan aslan çıkmaz; hiçbir aslan da civciv doğurmaz. Ne ki bilkuvve içkindir bir fikirde, bilfiil hale gelen de odur eylemde.
Aklî dünyamızdaki süreklilik bilgimizdeki doğruluğun, vicdandaki/anlam-değer dünyamızdaki süreklilik de eylemlerimizdeki güzelliğin sürekliliğini sağlar. Kişinin aklındaki kopukluk, fırtına, karışıklık bilgisine; vicdanındaki/anlam-değer dünyasındaki kopukluk, fırtına, karışıklık ise eylemine, eserine yansır. Ahmedî’nin “Alem ilm [akıl] ü amel [adalet]dir” demesi boşuna değildir; ilim ile amel, akıl ile adalet, hem akılda hem de vicdanda süreklilik isteyen durumlardır. İdrakî süreklilik bilginin sıhhatini, vicdanî süreklilik ise eylemin istikametini pekiştirir; biri doğruluğu diğeri güzelliği muhkem kılar.
İhsan Fazlıoğlu,Akıllı Türk Makul Tarih
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder