(1)İktisadî çıkar ve kâr esaslı Ingiliz-Yahudi medeniyetinin desisede tarihte çığır açan üstün zekâlı bireylerden olukmuş gizli ve açık, resmî ve gayr-ı resmî önder kurmaylarının dikkati, 1800'lerin başlarından itibâren bahse konu durumu odaklanır olmuştur Adı anılan medeniyetin dünya çapında İktisâdi yayılma etlik ve bunu desteklemekle yükümlü siyâsi ile askeri hâkimiyet tasarılarının önünde göze batacak kadar belirgin pürüz, çözülmekte olan İslâm medeniyetinin yeniden dirilme ihtimâline ilişen emarelerdir Mezkûr ihtimâli gerçekleştirme imkânını bağrında taşıyan tek siyâsî-iktisâdî güç merkezi olan Osmanlı Devletinin başı ve gövdesiyle ortadan kaldırılması, İngiliz-Yahudi medeniyetinin karşısına vazgeçilmez bir zorunluluk olarak dikilmiştir. İmdi, Osmanlı Devletinin başı ve gövdesiyle ortadan kaldırılma girişimi, Türklüğün ya toptan imhasını ya da, neredeyse o anlama gelebilecek, bir başkalaşıma (métamorphose) uğratılmasını şart koşmuştur. Haddizatında bir kültür varlığının (Fr entité culturelle) imhâsı, tabiatının bozulması demek olan başkalaştırılmasından geçer. Türklüğü toptan imhası soykırım yoluyla gerçekleştirilebilinirdi. Bu, nitekim denenmiştir.
Balkanlarda 1800'lerin başlarından 1950'lerin sonuna değin Türk diye adlandırılıp kabul edilen Müslüman nüfusun kâh öldürülüşü, kâh kavmî temizlik doğrultusunda yerinden yurdundan edilmesi (Fr déportation) olayı ile bunun bir benzerinin Kafkaslarda da sahnelenmesi yukarıda bildirilenin açık bir örneğidir. Sèvresde tasarlanmış taslaklardan biri olduğu söylenen, Müslüman Osmanlı Türkünün Anadoludan Orta Asyaya sürülmesi, gerçekleştirilemeyince, kültür varlığının başkalaştırma yoluyla imhâsı cihetine gidilmiştir. Başta yazı düzeninin tamamıyla değiştirilmesiyle millî maşerî hâfıza silinmiş, ameliyât da böylece başarıyla sonuçlandırılmıştır. Ameliyât, kültür soykırımı anlamındadır. Dirimsel soykırımımı yoksa kültürel olanınmı sonuçları daha ağırdır, sorusunun cevabı, İkincisidir. Olağanüstü korkunçluğuna rağmen, katledilen bir soya mensûp bireylerin kalıtım unsurları, başka bir/çok topluluğun döldöşüne karışarak, bir ölçüde dahî olsa, saklı kalırlar. Oysa bir toplumun, tarihi boyunca, göznuru, alınteriyle vucuda getirmiş olduğu kültürün köküne, bir kere, kibrit suyu dökülmeğe-görsün; o artık, bütün zamanlar için sırra kadem basar.
Yazının değiştirilmesinin yanısıra, Osmanlı Türküne mahsûs dine, siyâsete, hukuka, kılık ile kıyâfete, ev ile aile hayatına ilişkin tekmil kurallar, örfler, âdetler, alışkanlıklar, biçimler, tavır ile tutumlar küpeşteden denize atılmışlardır. Fakat yazıya koşut bir başka bağışlanmaz, fecîi katliâm dile uygulanmıştır. 1920'lere gelindiğinde, gerek söylenişindeki renklilik ile telâfu-zunun soylu latîfliği, gerek dil bilgisinin tıkızlığı ile kavîliği gerekse söz varlığının çeşitliliği ile zenginliği itibâriyle Osmanlı Türkcesi dünyanın üç beş en mutenâ ve müstesnâ dilinden biriydi. Bahsettiğimiz, nazmın şehinşahı Fars şiirine cepheden meydan okuyabilecek gücü kudreti kendinde gören bir şiir ve onunla içli dışlı olmuş ruh kardeşi hârikulâde bir musîkî geleneğini bağrında barındıran mümtâz bir dildir. Kıyılırım böyle bir şahesere? Yakılıp kül edilmiş bâkir orman, yerini, iç karartıcı, susuzluğu gideremeyen, cümle umudu tüketen çöle bırakır. Klasik dilimizin katli yerlebir edilmiş bir şehre yahut yakılmış bakir ormana nice benziyor.
Kimilerinin son yirmi yılda diline pelesenk olmuş iddiası uyarınca, Türklerin yüzde altmışı ahmakmış. Bir millet yahut kavim, fıtraten, aptal olamaz. Böyle bir şeyi kanıtlar mahiyette aklı başında delîl yok. Günü çoktan geçmiş Kuzey kavmiyetci ırkçılığını çağrıştır bir saçmalık. Şurası da var ki, seksen yıldır her yeni nesille duygu ile düşünme yollarında tıkanıp yoksullaştığımız gözle görülür, elle tutulur bir gerçekliktir. Gerek bireyin gerekse toplumun duygu ile düşünme ufkunu dili çizer. Dil yoksa, duygu ile düşünme de olamaz. Sözdizimi ve dilbilgisiyle birlikte dilin kurucu unsuru söz haznesini teşkil eden her bir söz, tarihi boyunca edinmiş olduğu muazzam bir muktesebâtın taşıyıcısıdır. Belirli bir kültürün bâriz bir özelliği, karşılığım belli bir sözde bulur. Nasıl bir canlının gen havuzundaki kalıtım unsurlarını kurcalamak, onun genetik yapışım değiştirmek demekse, benzer biçimde sözlerle oynamak, onları ipe sapa gelmez gerekçelerle atmak, yerlerine saçma sapan sözümona karşılıklar koymakla da dil, mahvedilir. Dili mahvedilmiş bir toplum-kültürün günlen sayılıdır.
Dil, düşünme ufkumuzdur. Tek tek sözler, düşüncelerimiz ile duygularımızdır. Belli bir zaman ile mekânda dile getirilen, başvurulmuş ‘söz’ün tümü tamamı değildir. Çünkü, salt kavramlar, yâni fikirler dışında kalan düşünceleri ifade eder bütün sözler, tasavvur yüklüdürler. İşte o tasavvur yüklü söz yokmu; o, toplumun, kültürün tarihidir; üstelik resimli tarihi. Kültürü, toplumu teşkîl eden fertler, o ‘resimli tarih'in mihverinde buluşur, bağdaşırlar. Nitekim, Osmanlı milletini kaynaştırıp bir arada tutan mihver üçgeninin de köşelerinden biri, devlet-hukuk geleneği, öbürü dindarlık/dinlilik, ötekisiyse Arap asıllı harflerle yazıya geçirilmiş dil (Klasik Türkçe) olmuştur.
(2) Çağdaş Ingiliz-Yahudi medeniyeti ve onun siyâsî-iktisâdî zenbereği hür sermâyecilik, dünyada tek ve eşsiz kalmak arzusundadır Bu medeniyeti ve onun temel ideolojisini taşıyan güç, imperyalism, mümkün ve hattâ muhtemel her medeniyet tasarısını ateş bacayı sarmadan boğmak irâdesini tereddütsüzce uygulamaya geçirmektedir. Bu cümleden olmak üzre, mantıkça tek mümkün gözüken seçenek İslâm medeniyetinin yeniden dirilip toparlanma istidâdını durdurup kökten kurutmak amacıyla onun başını ezmek zorunluluğunu duymuştur. İmdi, İslâm medeniyet davâsının bin yıldır mücâdelesini ilimle, irfanla, kan ve gözyaşıyla sürdüregelmiş Türklüğü ve onun devlet şaheseri Osmanlıyı tarih sahnesinden ebeden silmek kaçınılmazlaşmıştır. Bu maksat doğrultusunda kırımın en akıllı ve kökten olanına başvurulmuştur:
Binyüz küsur yıllık yazısının iptâliyle Türklüğün ta-rih-kültür hâfızası silinip boşaltılmış, millî kültür bilinci yokedilmiştir. Bu, tarihte eşine menendinc rastlamadığımız bir tragedyadır. Böyle bir çılgınlığa devrimciliğin yıldızları Maximilien Robespierre —Fransızcanın o korkunç mantıksız, çetrefil, ama evvel Allah pek zarîf imlâsını değiştirmeği dahî düşünmedimi acaba?—, Lenin ile Mao bile kalkışmamalardır.
(3) Hukukuyla, iktisâdı ve siyâsetiyle tasvir edegeldiğimiz İslâm medeniyeti zeminine inşâa edilmiş düzene âdil nizâm diyoruz. Teoride ilkece o düzende çok ve hayırlı iş görenin de az çalışanın da yaşama hakkı mahfûzdur. Yalnız, her birinin alacağı karşılığın niteliği ile niceliği farklı olacaktır.
Çalışmak, hizmet etmek, kendini ve başkalarını yaşatmak, kulun, Allaha karşı ödevidir. Yemek, içmek, evlenip çoluk çocuğa karışmak, evlâdıayâlım yaşatmak, öğrenme iştiyakını karşılamak da onun ilahı hakkıdır. Haklar ile ödevlerin, ilahî menşeli oldukları bir kez kabul edildimi, bunlardan vazgeçmek de artık imkânsızlaşır. Dünyevî olan her şey gibi, ilahı olmayan hukuk da, gelip geçici olur, keyfidir, öznel çıkarlara, duygulanmalar ile mülâhazalara dayanır.
Her dünya varlığını, bu arada insanı dahî, aldatabilir; beşer ürünü kurallar ile kanunları çiğneyebilirsiniz. Önünde sonunda, el elden üstündür. Gelgeldim, niyetlerinizi dahî görüp okuyanı; size şahdamarınızdan da yakın olanı nasıl aldatacaksınız?
Seferden zaferle dönen görkemli sultanın kulağına “büyüklenme Pâdişâhım, senden büyük Allah var!” diye fısıldayan basit yeniçerinin sözlerinde ifadesini bulan bu dünyagörüşünün en bâriz vasfı, kişinin kendi sınırlarını tanıması, alçakgönüllülüğü elden bırakmaması, nihâyet Hak davâsı uğruna savaşıp direnmesidir.
İşte, sözünü ettiğimiz dünyagörüşü çerçevesinde şekillenmiş bir düzende yaşayanların meydana getirmiş oldukları geniş- mi geniş coğrafyaya İslâmî manâda vatan denilmiştir. Bu vatanın bir ucu Tuna boyları, ötekisiyse on binlerce fersah uzaklardaki Cava adası olabilir. Nitekim Osmanlı Devletine katılmış her yeni ülke vatanın parçası sayılmış, ımperyalism telakkisine has sömürge—anavatan (metropole) ayırımını öngören bir mefhum dahî Osmanlı Türkünün aklına gelmemiştir.
Devlete, onun hukuk şemsiyesinde yaşayan halk anlamında millete ve mülkü demek olan vatana ilişkin temel düstûrlar bahsi geçen coğrafyada bir ve aynıdır. Değişen, yere ve yöre şartlarına bağlı algılama ile davranma tarzlarıdır. Bundan dolayı da Türk Müslümanlığı, İran, Arap, Hint, Malay, Doğu Af- rika, Arnavut, Boşnak v.s. Müslümanlıkları ne dikkatten ırak tu-tulmalı ne de bunlara halkın gündelik yaşama düzleminin ötesinde özel anlamlar atfedilmeli.
İmdi, özetlersek, İslamın ahlakında vurgulanan husus, ede, bin gerektirdiği, yânî zulmü doğurmağa yatkın aşırılıklara, özellikle de kibire karşı sapılacak olan sırâtımustakîm, doğru yol, tabiatıyla, orta yoldur. Yemede içmede, sevmede sevişmede, dostlukta düşmanlıkta, barışmada savaşmada, mal, mülk ile mesken edinmede, yetkide sorumlulukta, dünya ile âhıret hayatını gözetmede, ödüllendirme ile cczâlandırmada, hep orta yol.
Medenî yaşayış, ancak âdil düzende mümkündür. O da ‘orta yol’dan gidilerek inşâa olunabilir. O orta yoldan güvenle yürümek de yalnızca devlet çatısı altında olur. Öyleyse medenî yaşayışın teminâtı devlettir. Türkün de birinci hasleti, devlet kuruculuğudur. Devletini kurmadan, tarihte, milletini oluşturamamıştır. İslâmöncesi tarihinde iki önemli devleti vardır: Göktürk ile Uygur. Tarihî önem taşıyan bütün müteâkip devletleri İslâmî devirlerde yer almışlardır. Bunların en önde geleniyse, Osmanlı Devletidir.
(4) İşlediğimiz Birinci bölümün başlığı “Biz Kimiz Soru-nu”ydu. Bu sorun, Türk tarihin zenbereğidir. Soruyu cevaplaya- madığımız, sorunu çözüme kavuşturamadığımız sürece vuzûha erişemeyeceğiz. Vuzûhsuzluksa, devlet biçiminde teşkilâtlanmış toplum demek olan millet için felâketlerin en büyüğüdür. Zirâ hiçbir vesîleyle önünü göremeyecek; ayakta kalmak maksadına matûf dayanabileceği kimlik içeriğini inşâa edip geliştiremeyecektim. Daha önce de bildirildiği üzre, Türklük bir ülkünün tarihidir. Savaşçılık zihniyeti ve edebi tarafından taşınan bu ülkünün adı ‘devletiebedmüddet’ olup onu şahsında temsîl edense Os-manlı Devleti olmuştur.
Omurgasızlaştırılmış Türklük,Teoman Durali,syf;105-110
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder