Fen/teknoloji kitlelerin afyonudur. Günümüzde geliştirilen araçları gereçleri, beyinleri uyuşturmağa matufdur, içmeğe, esrâr çekmeğe hacet yok. Cep telefonları, bilgisayar oyunları, televizyon programlan alışılagelmiş uyuşturucuları aratmaz hâle gelmişlerdir. Süreklice dikkatler dağıtılıyor. Uzun yıllar önce, çok gençtim, otobüsle İzmirden Ankaraya yolculuk ederken, bizimki karşıdan gelen kamyo...nun sürücüsüyle bir çift laf etmek üzre olsa gerek, birara başını arabadan uzatmıştı ki, hareketi kellesine mâlolmuştu. O günlerde toprak yollar daracıktı. Olacak iş değil ya, ama oluverdi işte; kamyon adamın kafasını alıp götürmüştü. Hâlâ gözümün önünde: Kellesi gitmiş bir gövde! Bunu niye anlattım?
Bugün, insanları hep, o otobüsün sürücüsü gibi, kellesinin yerinde yeller esen gövdeler olarak görüyorum. Kendilerini toparlayamıyorlar. Herhangi bir şey üstünde kendilerini teksif edemiyorlar. En son ve etkili uyuşturucu, cep telefonudur. Konuşuyorsun, sohbete dalıyorsun, zırt telefon çalıyor. Sohbetin konusu, yönü vardır. Edebe, nezâkete de sığ-maz oldu. Türkcede bir deyiş vardır: ‘İki kişi konuşurken, üçüncusüne bilmem ne düşer’ diye. Zilin çalmasıyla birlikte sohbet kesilir, biter. İnsanlar, ne iş gördüklerinin, ne konuştuklarının, ne görüp işittiklerinin, ne yiyip içtiklerinin, ne sevdiklerinin, seviştiklerinin bilincindedirler. Uyuyorlarmı, uyanıklarını, belli değil.
İnsan yalnız kalmalı zaman zaman. Kendiyle hasbıhâl etmeli, sözü sohbeti olmalı. Bunu Allahla yürütülen bir muhavere olarak görüyorum. O sesini kesmeğe yönelik işler, evvelemirde kendikendinle kalıp konuşmanı durduruyor, akâmete uğratıyorlar. İç kudretinden, içindekinden —“benden içen bir ben var"— insan korkar hâle geldi. Dehşete kapılmış durumda. “Aman yalnız kalmayayım” diyor. Yalnız kalmak nedir? Kendikendiyle başbaşa kalması. Süreklice eğlendirici bir şeyler arıyor. Duymasını, düşünmesini engelleyecek bir şey. Büyük suç işlemiş gibi. Suç işleyenler, kendi başlarına kalmaktan korkarlar. Çünkü, işledikleri cinayet. ettikleri kötülük zihinlerinde canlanacaktır.
İşte böyle bir hâl var. Durmadan oyalanmak istiyorlar. Aristoteles'e göre, özdeşlik ilkesi düzgün düşünmenin şartıdır. Kendimle bütünleşmem, kendimde olmam özdeşliktir. Demek ki hem kendim hem de bir başkası olamam. Tersi, kişilik bölünmesi, ruhhekimlığj deyişiyle şizofreni. Günümüzde insan, aynı zamanda bir başkası durumunda. Ben şu ânda Salzburgdaysam, aynı ânda İstanbulda olamam. Aristoteles, âhiretten dünyaya dönse, ilkesinin nasıl çatır çatır çiğnendiğini görürdü. Burada oturuyorsun, telefonu açıp Honkongla konuşuyorsun. Orada kendini farzediyorsun. Bu hayâlgücü falan da değil. Hayâlgücii yahut hayal etmek demek, bulunduğun yerin bilincinde olmak anlamına gelir. Bulunduğunuz mekândan başka bir yeri zihninızde canlandırmak. Hâlbuki belli bir mekânda bulunmuyorsanız, kısacası yeriniz yurdunuz, konumunuz yok.
Bütün koordinatlar çatlamış dağılmış durumda. Mevlâna, harikulade bir örnek veriyor. Pergel misâli. Pergelin ayağı belli bir noktayı basar öbürüyle de dairesini çizerek dolaşır. Şimdilerde artık ayağımızla bastığımız belli bir yer kalmadı. Buradan başka bir konuya geçebiliriz. Küreselleşme böyledir. Bastığını bir noktadan yoksun kalmak anlamında. O nokta, sâhip olduğunuz öz değerlerdir. Onlardan hareketle sizin olmayan-ları değerlendiriyorsunuz. Öz değer kalmayınca iş görmezsiniz. Sözgelişi Türkiyede düzgün bir ecnebi dil eğitimi verilemez. Neden? Kimse anadilini bilmiyor da ondan. Onu bilme-dikten sonra başka bir dili nasıl öğreneceksiniz?
Teoman Durali-Sorun Çağının Anatomisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder