Modernleşmenin Sonucu

Modernleşme toplum içinde farklılaşmaya yol açarken aynı zamanda daha farklı bir boyut ve şekilde birleşmeye de yol açmaktadır. Farklı insanlar aynı organik toplumun parçaları haline gelmektedir. Modernleşme bireyin aklı ile kendi dışındaki otoritelerden özgürleşmesi iken birden insanın aklı ile içinde olduğu bir genel iradeye teslim olmakta ve denetimi kendi içindeki otorite olan akıl tarafından sağlanmaktadır. Yani insan aklının ve genel iradenin tartışmasız, eleştirisiz kulu olmaktadır, insan bireyselleşirken birden tam olarak kavrayamadığı soyut bir bürokrasiye ve/veya ilişkilere teslim olabilmektedir. İnsan doğayı evcilleştirirken birden bunun için geliştirdiği makinelere tabi olabilmektedir.

(van Der Loo ve van Rejien, 2006)
Devamını Oku »

Kemalizm'in Altı Oku

'Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır. Resmî dili, Türkçedir. Makam, Ankara şehridir", (Teşkilatı Esasiye Kanunu, 10.01.1945).

İslam'ı devlet dini olarak açıklayan daha önceki cümlenin kaldırılması değişikliğinin bu maddeye etkisi, bununla birlikte, ulusal toplumun bütünlük ilkelerini ifade etmek eğilimiydi.

Fakat Kemalist programın kullandığı sıfatlar, biraz açıklanmaya gerek duvar. "Cumhuriyetçi", elbette siyasî örgütlenmenin doğasına işaret eder. "Milliyetçi", özellikle Ziya Gökalp'in Türkçülüğü ile ülkede ve toplumda kurulan Türk birliğini ifade eder. Yine, "halkçılık", yüksek ahlakî bilinç ve ulus vicdanı olarak görülen toplum idealini yansıtır. Kısaca bu Durkheim'ın "ahlakî olgucundaki yerleşik değerlerin bir dışavurumudur (1924). Devletçilik, bazı Avrupa uluslarının ileri sürdüğü totaliter ilkelere değil, aksine devlet toplumu içinde bireylerin özellikle ekonomik düzeyde bütünleşmesine işaret eder. Yine, devlet toplumun laik (Fr. laique) doğasının vurgulanması, Durkheim ve Gökalp'in akıl yürütmesine uygundur. Atatürk'ün din ve sosyo- politik işler ayrımı, Durkheim'dan sonra Gökalp'in toplumdan kutsalın çekilmesi koşullarında olduğu gibi, Avrupa uluslarının bazısını karakterize eden ruhban karşıtlığı ve ikon kırma ruhunda çok fazla üstlenilmemiştir.

İslam, Türk vatanseverliğinin yükselişiyle gerileyecektir. Sonuncu olarak devrimcilik ilkesi vardır. Kemalist anlamda devrim, başarılmış bir olgu olduğu için, bunu yorumlamak daha kolaydır. Fakat Türk devrimcilik ilkesi, reforma veya etkin bir değişime işaret eder. Çıkarım, tekrar idealleştirilmiş Türkçülük ruhuna ve Batı'dan kurumları alan Türkiye ve toplumunun onları bütünüyle Türk özellik ve yapısında düşünmek zorunda olduğu noktasına geri döner (Duda 1948:99-100; Heyd 1950: 78-81).

Kemalist ideolojinin bu sözde altı ilkesi gözden geçirildiğinde, buradakinin devlet sosyalizminin bir başka biçiminden biraz daha fazlası olduğu görülebilir. Bu devlet sosyalizmi, İngiliz İşçi Partisi'ninkiyle, hatta daha iyi Fransa veya İtalya'nın sosyalist partilerinin tasarımlarıyla, belki daha az sevimli olarak, Nazizmin acımasız devletçiliği ile karşılaştırılabilir. Fakat bu değerlendirmelerin hiçbiri Türk gelişmesine adil değildir. Doğrusu, nihaî ürün, sosyalizm veya totalitarizme benzeyebilir. Fakat Durkheim'ın bütün önceliği topluma verdiği ve bireyin değerini önemsemediği hatırlatılmak zorundadır. Türkler, bu anlayışı korurlarken, kollektif eylemin keyfî olmadığını ve Hegelci diyalektikte dile getirilmediğini savunurlar. Türkiye'de devletçilik, kollektif iradenin belirtisi olarak yorumlanır. Türkiye, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında tedrici olarak sanayileşip, yurt dışından sürekli yardım alıcısı olmuşken, devletin toplumsal eylem mantığı Durkheim'ın fikirlerine geri dönmüştü. Gerek devlet toplumu bütünleşmeyi başarırken, gerekse toplumsal yapı ve toplumsal yapı ve toplumsal eylem işlerken, kollektif bilincin yüce idealleri doğar ve ekonomik batılılaşma gelişimini sürdürebilir.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Millet Garbîleşmekle Değil, Dîn-i Mübîn-i İslâma Sarılmak Sûretiyle Mevcudiyetini Kurtardı

Yanlış Batılılaşma politikası hakkında Kazım Karabekir şu düşünceleri ileri sürmektedir:

"... Batılaşmak veya Batılılaşmak adımlarımızı, hemen 100 yıldır halktan kaçmak ve onları kendi âlemlerine bırakmak suretiyle heder ettiğimizi bugün bile anlayamıyoruz! Daha doğrusu anlatamıyoruz!...”

Şu değerlendirmeler de ona aittir: "Milletin bazı esas sedyelerini terk ederek Batınınkini aynen almak isteyenler var. Bu bizi insanlığımızdan çıkaracaktır bana göre, özellikle Batılı gibi tüketmek, Batı mallarını tüketmek ekonomimize zarar verir...

Kazım Karabekir

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Türkler için Türkiye Anlayışı

Kemal Atatürk'ün diktatörlüğü, Mussolini, Hitler ve Stalin'in de geldiği aynı ortam çerçevesini ortaya koyar. Belki paralellik, iyi algılanır. Çünkü I. Dünya Savaşı'nı izleyen belalı ara, orada burada lider esasında çıkış bulan, Avrupa boyunca canlanmış bir milliyetçiliğe yolu açmıştı. Modern Türk tarihinde Atatürk rolünden kazanılan izlenim, acımasız ve ezici iktidar izlenimidir. Lider, bir kez dümene geçmişse, Türklerin onun yürürlüğe koyduğu reformlarla birlikte gitmekten başka hiçbir alternatifi yoktu. Fakat Türkiye Cumhuriyetinin yöntemleri, ulusal amaç ve özlemleri, İtalya'ya, Almanya'ya veya Sovyetler Birliği'ne ait olanlardan kesinlikle farklıdır. Ne Lebensraum arayışı ne de moral veya tarihsel üstünlüğün görev yapılan özlemleri şeklindeki Avrupa'nın totaliter diktatörlüklerinin emperyalizmi, Türkler tarafından paylaşılmaz.

Gerçekten, Türkiye'nin sultanlar yönetimindeki imparatorluk acılan, dış adanmışlıklardan kaçınmak için yeterli bir kural olarak görünmüştür. Komşu devletlerle bir dizi saldırmazlık antlaşması şeklindeki Atatürk'ün dış politikası, devrimin hedefinin iç değişim ve gelişmeye yönelik olduğunun bir göstergesidir. Nitekim bu, en azından siyasî ve askeri olarak uzaktan, dışarıda benimsenmişti. Mussolini'nin faşizm havariliğinin, Hitler'in ırkçılığının veya Stalin'in gerekirciliğinin Türkiye'de dengi yoktur. "Türkler için Türkiye", farklı bir bağlamda, Durkheim'den alınan bir görüş açısından Atatürk'ün desteğinde  oluşturulmuş bir anlayıştır.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Batı Tipi Milliyetçilik

Aydınlanma” dönemi ve sonrasında Batı’da doğan bütün ideolojilerin özelliği, dine karşı olumsuz tavırda olmaktır. Temeli materyalizm olan bu ideolojilerin en tesirlisi de, hemen hemen diğer bütün ideolojilerin de içine sızmış olan sözde milliyetçiliktir. Batı tipi milliyetçilik diyebileceğimiz bu ideoloji, ilkel toplumlarda görülen kavmiyetçiliğin, “modern” Avrupa’da “bilimsel” bir görünüm verilmiş halinden başka bir şey değildir. İslamiyet’in şiddetle reddettiği bu cahiliye dönemi âdeti, ''aydınlık'' sevdasına düşmüş bir avuç okumuş tarafından maalesef bizim memleketimizi de yaygınlaştırılmıştır.

Kaynak:

Hüseyin Dayı-Milliyetçiliğin Dinle Kavgası

Devamını Oku »

İttihat Ve Terakki'nin Fikri Temelleri

“Muasırlaşma" ihtiyacı askeri yenilgiler üzerine başladığı için ilk ‘“muasır” eğitim de askerî okullarda verilmiş ve böylece “aydınlanmacı hürriyetçilik” de ilk önce askerî okullarda zemin tutmuştur. Bu yüzden de İttihat ve Terakki, önce Askerî Tıbbiye talebeleri arasında gizli bir örgüt olarak kurulmuş, önce “cemiyet” diye nitelendirilmiş, daha sonra ise “fırka” (parti) haline dönüştürülmüştür.

Bu cemiyetin fikri temelleri “aydınlanma” kavramından da anlaşılacağı gibi, din karşıtlığıdır. XIX. Yüzyılın biyolojik materyalizmi Askeri Tıbbiye’de yerleşmiş bir anlayıştı. Bu okuldaki öğrenciler, kendilerine okutulan derslerden dolayı hayatı, Allah’ın iradesine değil, biyolojik fizyolojik süreçlere bağlıyorlardı.

Kaynak:

Şerif Mardin-Türk Modernleşmesi-syf;99-100
Devamını Oku »

Batıya Uymak Yerine Yaşam Biçimine Uygun Kanunların Yer Alması Gerekir

Batı, yaşam biçimini öyle üç yılda oluşturmadı. Sömürdü, sömürmekle elde ettiğini aklı kullanarak işledi. Parayı akılla destekledi, ilmi geliştirdi. Sonuçta aynı maddi kaynak birçok petrol ülkesinde de var, fakat o ülkeler aklı kullanmaktan yoksun. Parsellendiği için sömürecek yer kalmadığına göre ve Güney Doğu’da sahiden petrol yoksa şu aşamadan sonra yapabileceğimiz; yaşam biçimini benimsemediğimiz Batı’nın hukukuna ortak olmaya çalışmak yerine, bu yaşam biçimine uygun kanunların yer aldığı hukuksal bir üstünlüktür.

Hece Dergisi,Batı Medeniyeti Özel Sayısı
Devamını Oku »

Modern Bilim İle Batı Klasik Kaynaklarından Uzaklaşmıştır

Modernite ile birlikte Batı dün­yası, geçmişini temellendirdiği iki ana dayanaktan uzaklaşmayı esas almıştır. Çünkü Batı dünyası, “Antik Yunan düşünce geleneği” ve “Hristiyanlık” olmak üzere iki temel kaynakla kökleşmiştir. Ancak özellikle 17. yüzyıldaki bilgi ve bi­lim anlayışının evren tasavvuru üzerindeki yansımalarıyla Batı dünyası bu iki dünya görüşünden uzaklaşmaya başlamıştır. Şöyle ki Kopernik, Kepler, Galileo ve Newton gibi bilim adamlarının bilgi ve dünya algılayışları hem antik Yunan birikiminden hem de Hristiyanlık geleneğinden farklılık göstermektedir. Örneğin tarihsel süreç izlendiğinde modern bilimsel düşüncenin doğuşunu hazırlayan ön­cü bilim adamı Kopernik, kendi ismiyle anılan bilimsel bir devrimi gerçekleşti­rirken bu farklılığı ortaya koymuştur. Çünkü Kopernik klasik evren anlayışının tamamen değişmesine sebep olan bir “modern kozmoloji” anlayışım tesis etmiş­tir. Batı dünyası Kopernik zamanına kadar dünya merkezli bir evren tasavvuru­na sahipken Kopernik güneş merkezli bir dünya anlayışının yerleşmesini temin etmiştir. Klasik Batı düşüncesinin evren anlayışım ise Arsito’nun ‘’ay-altı” ve “ay-üstü” alem olarak tasnif ettiği dünya ayrımına bağlı olarak Hıristiyan bir te­oloji oluşturmaktadır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi modern bilimin evren üzerinden gerçekleştirdiği ciddi bilgi dönüşümü ile Batı klasik kaynaklarından uzaklaşmıştır.

Kaynak:

İbrahim Yenen-İslam Medeniyeti Özel Sayısı Hece Dergisi
Devamını Oku »

Postmodernizm ile İslâm Arasında Bağ Varmıdır ?

İlk bakışta Postmodernizm, modernitenin aksine geçmişle bağ kurulmasından yana gözükmekledir. Ama hiçbir eksen ol­gusu ve yargısı olmadığı için elle tutulur somut bir sonuca ulaşamamaktadır.Öznesizlik ve belirsizlik onun en temel esprisidir. Hatta mevcut haliyle günümüz­deki borsa, ciddi hiçbir gerekçeye dayanmayan iniş ve çıkışlarıyla tipik bir post mo­dern durumdur. Yine kumar postmodernizmi simgeleyen bir olgudur; bir zarın atıl­dığı, bir kâğıdın çekildiği, birkaç saniyenin heyecanının sonsuzlaşlığı duygusunu ve­ren bir ilişki biçimidir. Burada kapitalizmin eleştirilebilir yönlerine rağmen düzenli kazanma düşüncesi bile köşe dönmecilikle yer değiştirmiştir.

Postmodernizmde çoğulculuğun kapısı açılmış tarih ve gelenek içeri alınmış, ama ne tarih ve ne de gelenek eski yerini bulamamıştır. Ancak çoğulculuktan yararlana­rak farklı sesler yükselmeye başlamıştır: Değişik etnik gruplar, feministler, eşcinsel­ler ve benzerleri değişik alanlarda seslerini duyurmaya başlamışlardır. Önceleri bas­kın toplumsal yapının egemenliği altında suskunluğa zorlanan gruplar seslerini yük­seltme ve baskın toplumsal yapıya varlıklarını kabul ettirme konumuna gelmişlerdir. En etkin kitle iletişim aracı olan televizyondan yararlanmaya başlayan bu geçmişin merkez dışı güçleri artık yeni kitlelere ulaşmayı başarmışlardır.

Moderniteye karşı geleneği savunmakla tanınan Nasr’a göre de postmodernizm çoğu açıdan modernite tezlerine zıttır. Ancak bu, kutsalın gerçekliğini ve zihinsel  manevi olanın kesinliğini savunma yönünden bir zıtlık değildir. Postmodernizm her türlü kesinlik, mutlaklık ve kalıcılığa karşıdır. Dinin kutsal yapısını, hatta kutsal ya­zıları bile yapı bozumuna uğratma gayretindedir. Modern kültür vahyi reddediyordu. Postmodernizm vahyin yanında aklı da reddetmektedir. Postmodernizm yukarıda söz konusu edilen yapı bozumunda da değerlerin ve kültürlerin göreceliğini vazede­rek dinlerde bir boşluk yaratma çabasındadır. Dolayısıyla İslâm’ın postmodernizm ile uzlaşması mümkün değildir.

Şüphesiz postmodernizm de İslâm gibi, dinin politikasıyla bağlantısı, bilginin ta­biatı, ahlâkın kaynağı ve kamusal alandaki yeri, din - bilim ilişkisi gibi pek çok soru üzerinde durmakta, fakat çözümleyici cevaplar verememektedir. Hâlbuki postmoderniteye karşılık İslâm, konulara hem daha çok nüfuz edebilmekte, hem de insanı daha etkileyici olabilmektedir

Yani bazılarının sandığı veya iddia ettiği gibi postmodernizm ile İslâm arasında an­lamlı bir bağın ve ortaklığın olduğu düşünülemez. Her ne kadar İslâm’ın moderniteye karşı tavırlarında postmodernizmle bazı benzeşen tarafları bulunsa bile İslâm ondan mega -söylem karşıtlığı gibi konularda bütünüyle ayrılır. Bir din olarak İslâm, postmodernitenin ifadesiyle hayatın ve kainatın geçiciliği, Ölüm gerçeği, ahlâk ve erdemliliğin gerekliliği, öte dünya, cennet- cehennem gibi büyük bir üst anlatıya sahiptir.

Sonuç olarak denebilir ki moderniteye yöneltilen eleştiriler aynen post modemiteye yöneltilebilir. Çünkü bir kültür düzleminde aynı şeyleri paylaşmakladırlar.Dolayısıyla postmodernizm aynı enkazın altında çırpınmaktadır.

Kaynak:

Hece Dergisi-Postmodernizm Özel Sayısı
Devamını Oku »

Bir Nutuk Nasıl Adam Öldürür ?

Bursa Nutku,Atatürk'e atfen uydurulmuş yüzlerce metinden sadece biri.Oldukça 'uç' bir örnek;çünkü metin gençleri polise, jandarmaya ve mahkemelere karşı silahlı direnişe davet ediyor.

Gençliğe Hitabe'nin kan ve şiddet kokan,absürd bir versiyonu var karşımızda,bir mikdar,''Geçnliğe Hitabe'yi''taklid ediyor. Divan şairlerinin,bir gazetede yazdıkları 'tahmis' gibi hazır metnin taklidi söz konusu.Bu metin 'genç'e şiddet koklaan vazifeleri tahmil ediyor.

'Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.Bunları güçsüz düşürecek en küçük yada en büyük bir kıpırtı ve davranışı duydu mu,'Bu ülkenin polisi vardır,jandarması vardır,ordusu vardır,adalet örgütü vardır’ demeyecektir. Hile, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır.”

Bu şiddet çağrısı, sınırları az buçuk anlaşılır özel durumlar için değil, aklına esenin, canı isteyenin bir bahane bulup eline silahı alarak sokağa çıkmasına gerekçe oluşturacak kadar "geniş” ve esnek bir alan açmaktadır. “Küçük bir kıpırtı ve davranış” ifadeleri, kanunların bile farklı yorumlandığı şartlarda gençliğin serazat tabiatına tevcih edilecek oldukça keyfi bir gerekçe değil mi?

Metnin uydurma olduğuna dair çok sayıda karine var elimizde: Birincisi metnin kendisi. Türkçe açısından oldukça kötü. Atatürk giydiği kıyafetlere ve kayda geçen sözlerine özen gösteren bir siyasetçi. Onun ağzından veya kaleminden çıkan veyahut onayından geçen metinlerde özne ve yüklem yerli yerindedir.

Nesirde Namık Kemal’i üstad belleyen biri için Bursa Nutku, içeriğinden önce dili yüzünden reddedilmesi gereken bir metindir.

Bu kısa metinde öznesiz pek çok cümle var. Kekremsi ifadeler, konuşma ve yazı üslubuna uymayan bir düzensizlik göze çarpıyor. Şifahen de olsa Atatürk’ün bu sözleri söylemesi veya sonradan altına imzasını atması pek mümkün görünmüyor.

Öncelikle bir devlet adamı kendi kurduğu devlet düzenine isyan çağrısı yapmaz. Bursa Nutku ile Atatürk, gençliği kamu düzenine ve bu düzeni sağlayan zabıta ve mahkemelere şiddet kullanarak lcarşı çıkmaya çağırmış oluyor.

Tavsiye ve emanet ettiği şey, bir fiilî isyan durumu. Karşımızda şöhretini borçlu oldupu Milli Mücadele'yi, sırtını Meclis’in meşrû zeminine dayanarak yürüten ve gençliğe emanet ettiği Cumhuriyet’i de aynı Meclis’in iradesine rapt eden bir devlet adamı duruyor. Bursa Nutku, bu meşruiyet düşkünü devlet kurucusunu Che Guevera tarzı bir gerilla şefine dönüştürüyor.

Hakikaten, ancak kariyerini kanlı illegal faaliyetlere borçlu bir gerilla şefinin ağzından bu sözleri işitebilirsiniz. Bağımsızlık savaşını illegal bir örgüt marifetiyle yürüten kurtuluş ordusu liderleri bile bu denli kanun-nizam karşıtı aforizmaları kendilerine yakıştırmazlar. Nihayetinde savaş bitmiştir; iktidar elinizdedir. Her iktidar önce kamu düzenini gözetir. Aksini söyleyenleriyse binlerinin akima karpuz kabuğu düşürmekle itham edip şedit cezalara çarptırır.

İkinci karine, hiç olmazsa bu konuda hükmüne itibar edeceğimiz Falih Rıfkı Atay’ın sözleri. Atatürk’le ilgili en makbul biyografinin yazarı, Atatürk’ün meşhur sofrasının müdavimlerinden Atay,  “Bursa Nutku diye Atatürk’ün söylediği bir nutuk yoktur” diyerek kestirip atıyor.

Tek kaynak, ismini tarihe sadece bu uydurma nutuk vesilesiyle kaydettirmiş Bursalı bir gazeteci: Rıza Ruşen Yücer. Kaynak zayıf, daha ötesi, adı üzerinde bir “nutuk” olan bu metnin bir kalabalığa hitaben söylenmesi lazım ki, bu isimden başka şahidi de yok.

İddia, bu gazetecinin 1947’de basılan ve topu topu 26 sayfadan mürekkep Atatürk'e Air Birkaç Fıkra ve hatıra adlı kitabında yer ulıyor. Kitaptaki diğer hatıraların Atatürk’le ilgili resmettiği, resmi söylemin çok uzağında aşırı laubali hikayelere bakılırsa, kitabın pek ciddiye alınma ihtimali de yok.

Kitap yayınlandıktan sonra tanınmamış iki kişi daha tartışmaya dahil olmuşsa da. Bursa Nutku'nun resmi çevrelerde ciddiye alındığına dair en küçük bir kayıt bulunmuyor.

Şef yani ismet Paşa’nın saltanatı sona ermekteydi ve Atatürk’e dönüş artık mümkündü. İkincisi, Tek Parti düzenini korumak adına bu dönüş gerekliydi, ilk defe statüko güçlü bir tehdit altındaydı ve bu tehdit ideolojik savunmanın önemini arttırmıştı. İnönü zayıf bir savunma hattıydı ve bu yüzden Atatürk yeniden keşfedilmekteydi.

Atatürk’ün fikrî mirasının yeniden yoğrularak Atatürkçülüğe dönüştürülmesinin başlangıcı işte bu yıldır.

Dikkat edilmelidir:

Keşfedilen Atatürkçülük hem otokratik demokrasi karşıtı darbeyi meşrulaştıran bir içerikte olacaktır, hem de Cumhuriyet ve Cıımhuriyet’in korunması görevi, bu ideolojik içeriğin somut karşılığı olarak tedavüle sokulacaktır. Mesele statükonun menfaatleri olduğuna göre kurulu düzeni savunacak bir Atatürk inşa etmenin ve bunun için de ihtiyaçlara cevap veren uydurma sözler üretmenin hiçbir sakıncası yoktur.

Atatürk’e atfedilen uydurma sözlerin bu tarihte başlaması bu yüzden tesadüf değildir. Herhangi bir denetim veya kayıt mercii de yoktur. Bugün bile bir gece rüyanızda Atatürk’ü görüp ondan duyduklarınızı, altına M. Kemal Atatürk yazıp bir yerlerde söylemenize itiraz edecek hiç kimse yoktur. Tersine ihtiyaca karşılık gelen sözler hemen müşteriye ulaşmaktadır.

1947’de taşralı bir gazetecinin bu engâmede iddialı bir işe kalkışma,doğal addedilmelidir. Bu nutkun gelmekte olan demokratik iktidara karşı üretilmiş bir ideolojik cephane olduğu açıktır.

İşe yaramış mıdır? Zamanında, yani ilk ortaya atıldığında ciddiye alınmayan bu nutuk, 60’lı yılların ortasında tutunacak dal arayanlara ilaç gibi gelmiş olmalı. Bunun için gelişen sol ideolojinin yerli dayanak arayışına bakmamız gerekir.

Sol-sosyalist ideoloji Türkiye’de başından itibaren topal bir karga halinde uçmaya çalıştı. Evrensel olarak sınıf çatışmasına ve sınıfsal temellere dayanan sol ideoloji yeniden bölüşüm ve eşitlik talebi olarak yükselir.

60’larda ve 70’lerde kalantor kamu sendikacılığı ve Ecevit’in “Hakça düzen” programı dışında sol, bu evrensel ayağın hep uzağında kaldı ve diğer ayak üzerinde yükselmeye çalıştı.

Diğer ayaksa emperyalizme karşı mücadeledir. Anti-emperyalizm, kapitalizmi yeteri kadar geliştirememiş az gelişmiş ülkelerde solun bütün dertlerine deva olan yekpare bir düşman ihtiyacını karşılayan basit bir ideolojiye dönüşmüştür.

Anti-emperyalizm o kadar kullanışlı bir yelpazedir ki, birbiriyle alakasız siyasî aktörler bu garip şemsiyenin altında sıkışık nizam bir arada durmaktadır.

Tüketilen ideoloji ulusalcılıktır. Sosyalizmin Leninist emperyalizm tezleri, askerlerle aydınları ve gençleri bir araya getiren bir ulusalcılıklar zinciri oluşturmaktadır.

Atatürk’ün Cumhuriyetçininresmî tezlerine dönüşen mirası, bu tek ayakla ve asker desteğiyle uçan karganın temsil ettiği sol ideolojiye meşruiyet kazandırmakta, özellikle darbeci, antidemokratik yanını parlatmaktadır.

Kuvvacı mı, Meclisçi mi?

Bu miras İçinde hemen yakında duran Milli Mücadele, anti-emper- yalizm süzgecinden geçirilerek kolaylıkla uygulanabilecek bir model olarak geliştirilmektedir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Kuva-yı Milliye, anti-emperyalizm, ulusalcılık gibi kavramları bir arada bulabileceğiniz metinler bu modelden üretilmiştir. Ancak ortaya çıkan ideolojik ürün çok sorunludur.

Sorun, Milli Mücadele’nin, sonunda birbiriyle çelişen iki ana damarından kaynaklanmaktadır. Bir gerilla örgütlenmesi olan Kuva-yı Milliye, Milli Mücadele’nin başlarında kendisini hukukla kayıt altına almadan gayrınizamî -bir savaş yürütmüştür. Sonunda düzenli ordu kemale ulaşınca iki ordu karşı karşıya gelmiştir.

Kuvvacı gelenek Atatürk’ün eseri değildir. Bir İttihatçı örgütlenmesi olan bu gerilla ordusu, Atatürk daha Samsun’a çıkmadan savaşı başlatmış, Atatürk ise hazır bulduğu bu gücü özellikle iç isyanları bastırmak için kullanmıştır. Atatürk düzenü ordunun ve Meclis’in temelini oluşturan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin temsilcisidir.

Bu kadar legal alanda kalan ve nizam düşkünü bir Atatürk, Latin Amerika gerilla savaşlarından esinlenen sol arayışlara pek uygun değildir. Bunun için Atatürk, başmda Kuva-yı Milliye’nin kullandığı Çerkeş kalpağı olan bir anti-empeıyalist gerilla şefi olarak resmedilmelidir. Bugünün yaygın sol-Atatürk portresi budur. Ama yeteri kadar inandırıcı olmadığı için ilave desteğe ihtiyaç vardır.

Uydurma olduğu aşikâr olan Bursa^ Nutku, tam da bu sun’i portreye uygun bir payanda olmaktadır. Bursa Nutku’nu kalpaklı, yani Kuvvacı resminde Atatürk’ün eline tutuşturulmuş bir revolvere benzetebiliriz.

 68’lerin Keşfettiği Nutuk

1947 yılında Bursa Nutku’nu uyduran Bursalı gazeteci,1968’de başlayıp 1980’e kadar devam eden şiddet olaylarının sorumlularından biri olacağını elbette dönüşemezdi.Yaşasaydı ve ürettiği metnin kazandığı ehemmiyeti görseydi,hehalde önce kıs kıs gülerdi,sonra da dehşete kapılırdı.

Ancak tek suçlu o değildir. Metne geniş bir meşruiyet ve şöhret kazandı­ran gelişme, İzmir’de görülen davaya görüş bildiren Türk Tarih Kurumu’nun yönetim kuruludur. Gençler 1966’da Ege Üniversitesi’nde sol düşünceye alan açmak için bu metni kullanınca dava konusu oluyor. Atatürk’e ait bir metin nasıl dava konusu edilebilir? Hemen Türk Tarih Kurumu’na görüş soruluyor. Görüşün bilimsel değil, ideolojik olduğuysa bir uzmanlar he­yetine değil, yönetim kuruluna ait olmasından anlaşılıyor. Yönetim Kurulu aslında bir uzman görüşü bildirmiyor, sadece fetva veriyor.

Bu şiddet kokan ve anarşiye hizmet edecek metni, bilimsel görü­şünü almak üzere ,Türk Tarih Kurıımuna sormanın iyi niyetli bir hukuk tasarrufu olmadığı ortada.Bir mahkeme,mahkeme kararlarına (elle,taşla,sopa ve silahla’’ karşı konulmasını telkin eden bir metnin Atatürk’e ait,sahih bir metin olduğunu önce ciddiye alıyor,sonra da bu yönde hüküm tesis ediyorsa ve bu karar 27 Mayıs Darbesi’nin hukuku iğdiş ettiği bir döneme aitse hemen peşinen gerçek olmadığına karine teşkil etmez mi?

Meseleyi aydınlatmak için Bursa Nutku’nun arızî bir durum olma­dığını hatırlatmamız gerekir. Aynı yıllarda 27 Mayıs darbesine cevap veren İstanbul Hukuk Fakültesi ho­caları talebelerine “isyankâr” olmayı telkin etmektedirler.

Doğrudan olayın kahramanların­dan olan Mustafa Çelil Gürkan’dan dinlemiştim: Deniz Gezmiş’in yakın arkadaşı, Hukuk Fakültesi’nde de­kanlık makamını işgal ettiklerinde Fakülte Dekanı Tarık Zafer Tunaya’dan ağır bir fırça yerler. Tunaya’nın “Talebenin isyankâr olanını severim” sözünü hatırlattıklarında ise şu cevabı alırlar: “Bana karşı is­yankâr olanını değil.”

Bursa Nutku sosyalizm ile darbe­ciliğin iç içe geçtiği azınlık yönetimi olan Baas tipi ulusalcı bir ideolojiye ve darbe için gerekli şiddet yüklü eylemlere meşruiyet kazandırmak için sıkça müracaat edilen bir metne dönüşmüştür» Atatürk, Millî Demok­ratik Devrim,yani kestirmeden “sol darbe”için cephenin önüne sürü­lürken, Bursa Nutku da onun elinde ateş eden bir silah gibi durmaktadır.

1969’un 19 Mayıs’ında Latin Ame­rika özentisi gençlerin Atatürkçü olarak Samsun’dan yürüyüşe geçme­siyle bu uzun yolculuğa başlanmıştır.

 Tek Parti döneminin finali

Bugün Türk solunun kullandığı Atatürk fotoğrafının, Lenin’in çok bilinen fotoğrafının kopyası olması bu yüzden tesadüf değildir.

Atatürk artık bir gerilla şefi ve sosyalist bir devrimci; ona atfedilen Bursa Nutku da bir devrim çağrısı haline gelmiştir.

Sol mizah ve hayal gücünün Tür­kiye’de ulaşabildiği sınır işte budur.

Bursa Nutku ile açılan yol Kan­lı Pazar ile kemal noktasına ulaştı. Türk Tarih Kurumu Yönetim Kuru­lu’nun mahkemeye sunduğu “Bursa Nutku gerçektir” görüşü ile Kanlı Pa­zar arasında geçen üç yıl, Türk Tarih Kurumu’nun müdahalesine benze­yen sistematik Ve bilinçli çabalarla bir şiddet ortamını olgunlaştırmakla geçti.

Herkesin kendine göre bir gerek­çesi vardı. Ortak noktaları, demok­rasiyi askıya almak, halkın iktidarı- nı durdurmaktı , Bursa Nutku, doğal olarak kendi karşıtını yarattı. Mu­hafazakâr kitle komunizm he­yulasıyla provoke edildi. İstanbul'a demirleyen Amerikan 6.Filosunun bahriyelilerini, emperyalizmi denize döker gibi serin Boğaz sularına atan gençler Bursa Nutku’ndan il­ham alıyorlardı.

Gariptir, bu gençleri polisin dağıt­tığı sopalarla Taksim’de kovalayan dindar-mütedeyyin kitleler de aynı metnin gereğini farkında olmadan yerine getiriyordu.

Kanlı Pazar yakın tarihimizin dö­nüm noktasıdır. Bursa Nutku mo­delinde araçların seferber edilmesi ile şiddet tırmandırılmış ve ülke iki darbeyi meşrulaştıracak kadar kaos ortamına sürüklenmiştir. ’

12 Mart ve 12 Eylül darbeleri bu ortamın eseridir. Kanlı Pazar başlan­gıç, 12 Eylül şokun son noktasıdır. Baş.aktör ise Bursa Nutku, daha doğ­rusu bu kadar berbat bir metinden devrim tezleri üretebilen sol-sosya-list liderlerdir.

Bir metin adam öldürür mü?

Bursa Nutku birçok cinayetin elden azmettiricisidir.Geriye dönüp bakarken asıl hayıflanılacak şey,bu çocukça metnin bu kadar ağır suçları üstlenebilmesidir.

Bursa Nutku yakın dönemin ideolojik sefaletini en güzel temsili sembollerinden biridir.Türkiye’nin yoksul ideolojik edebiyatının fikri seviyesini Bursa Nutku çizmiştir.

Derin Tarih
Devamını Oku »