Hümanizma

Hümanizma" denilen olay gerçekte insanı kâinatın merkezine yerleştirme çabasının bir başka adıdır. Her şeyin insanla başlayıp insanla ve insanda bittiği iddiasına “bilimsel'' dayanak bulma çabasının adı hümanizma olmuştur.

İnsanı İslam da yüceltmekte, onu yaratıkların en şereflisi saymaktadır. Bu bakımdan Batıda girişilen insanı yüceltme çabaları ilk bakışta yadırgatıcı ve üstünde durulmaya değer bir olay olarak görülmeyebilir. Ne var ki, islâmın insanı tanımlamasıyla Batının değindiğimiz çabaları arasında uzak, yakın bir bağlantı yoktur, İslâm, bir yandan insanın  ''ahsen-i takvim'' üzerine yaratıldığını söylerken bir yandan da onun bir “nutfe-den” (pıhtıdan) yaratıldığını hatırlatmaktadır. Öte yandan İslâmda insana verilen değer onun kul olma bilinciyle orantılıdır. insan kul olduğu yolundaki bilincinin sağlamkğı ölçüsünde Allah indinde değerli sayılır.

Oysa Batıda geliştirilen çabalar, insanı “ulûhıyet" makamına çıkartabilme doğrultusundadır. İnsan kul olarak kendi bilincine sahip olduğu ölçüde Allah'ın emirlerine itaat etmeye ne kadar yaklaşırsa, Batı fikriyatında geliştirilmek istenen telakkiler doğrultusunda da Allah’a o nisbette isyankâr olmaya itelenmektedir. Esasen hümanizmanın varmak istediği nihai hedef de asi insandır.

Kaynak:

Rasim Özdenören-Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı
Devamını Oku »

Batının İlmini Alalım Hayat Tarzını Red Edelim Düşüncesi Hakkında

Evrensel devlet, dünya devleti gibi hülyalardan söz açılırken, bu devletin efendileri, yöneticileri olarak Romalılar, Parisliler, Londralılar düşünülür; dünyanın öteki kesimlerinde yaşayan insanlarsa uyrukluğa, köleliğe layık görülür. Oysa herhangi bir Batılı düşünürün bu konudaki bir kitabını kendi diline aktaran Avrupalı olmayan bir ülkenin insanları, bu düşüncelere “Ne güzel bir dünya, gerçekleştirilmesi gerekli bir hedef” diye yaklaşmaktan kendilerini alamazlar. Halbuki bu sözlerle kendi köleliğini onaylamış olduğunun farkında değildir.

Kimileri, hâlâ, biz Batının bilimsel zihniyetini benimsiyor fakat onun hayat tarzını reddediyoruz, diyebilmektedirler. Oysa Avrupa zihniyeti bir bütündür ve hayata dönüşmüştür. O zihniyetle o hayatı birbirinden kopartamazsınız. Fakat Avrupanın “İlmî zihniyeti”nin onun hayat telakkisinden, hayat tarzından farklı olduğunu sananlar, gerçekteyse Batıya karşı kafaları aşağılık kompleksiyle şartlanmış bulunanlar, dünyanın her yerinde buna benzer düşünceler ileri sürüp durmuşlardır.

Bu düşünce sahipleri baş örnek olarak daima Japonya’yı göstermişlerdir. Japonya, demişlerdir, Batının bilimsel zihniyetini benimsedi, fakat kendine özgü hayat tarzını da korudu! Günümüz Japonyası, bu iddiayı yalanlamaktadır. Japonya’da bu gün geleneksel hayatın işareti olarak belki sadece geyşalar vardır, o da, gene Batı’nın turistik heveslerinin tatmini için vardır... Bu da gösteriyor ki, Batının bilimsel zihniyetini alalım fakat kendi geleneklerimizi koruyalım, demenin, uzun vadede geçerliği yoktur. Bu iddia, Batıdan vazgeçemeyen “Batı mağduru” kafaların hayalhanesinde geliştirilmiş düzmece bir tasarımdır.

Kaynak:

Rasim Özdenören-Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı
Devamını Oku »

Nesneleri Adlandırmak

Nesneleri adlandırmak görünüşte kolay bir iş gibi durmaktadır. Oysa aynı nesnenin başka dillerde başka adlarla anıldığını hatırlarsak adlandırmanın hiç de kolay olmadığını görürüz. Türkçede “çakmak”, “tabak”, “halı” gibi adlar verdiğimiz nesneler başka dillerde başka kelimelerle karşılanmaktadır.

Nesneler üzerinde durum böyleyken, iş değer yargılarının karıştığı eylemleri adlandırırken büsbütün değişir. Bir adam öldürme eylemi kimilerinin gözünde kahramanlık olarak adlandırılırken, kimilerinin gözünde aym eylem cinayet olabilir. Bu farklılıklar bizim o eyleme hangi perspektiften, hangi değer yargılarından yola çıkarak ve hangi kıstasları kullanarak baktığımızla ilgilidir.

Günümüz dünyasında olaylara, dünyaya Batılıların değer yargılarıyla, onların gözlükleriyle baktırılıyoruz. Batılıların din, bilim, mukaddesat vb. diye adlandırdıkları olguları adeta bir takım nesnel şeylerin adları gibi alıyor ve kendi kültürümüzde de aynı muhtevayı taşıyorlarmış gibi algılıyoruz. Oysa bütün bu tür adlandırmalar her kültür için farklı anlamları içermektedir. Bu tür adlandırmalardan aynı şeyleri anlamaya başladığımız zaman aynı kalıplarla düşünmeye de başlamışız demektir.

Kaynak:

Rasim Özdenören-Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı
Devamını Oku »

İslâm Akılcı Mı?

İslâm'ın akılcı bir din olduğunu işitmek sanıyorum bazılarımızın hoşuna gidiyor. Fakat acaba böyle bir niteleme yerinde midir? Islâm bazılarımızın sandığı gibi "akılcı" bir din midir? "Akılcılığın" ne olduğu hususunda ortak bir anlayışa varmadan bu sorunun cevabını alamayız.

İlkin "akla uygun" olanla "akılcılık" arasındaki sınırı belirlememiz gerekiyor. Çoğu kez, akla uygun olanla akılcılık arasında karıştırmalar yapıyoruz. Sözgelimi, yağmurlu bir havada başımızı ıslanmaktan korumak istiyorsak şemsiye kullanmamız akla uygun bir davranıştır. Fakat bunun "akılcılık" la ilgisi yoktur. Ya da varmak istediğimiz bir hedefe kısa yoklan gitmek istiyorsak, bir geometri kuralını uygulayarak bir üçgenin iki kenarının toplamı üçüncü kenarından uzundur aksiyomuna göre kestirme yolun hangisi olduğunu bulmamız akla uygun bir davranıştır, fakat yaptığımız bu işlem gene akılcılık değildir.

Çünkü konuşma dilinde kullanıldığı anlamıyla rasyonalizm, sanki sırf bir hesap işi sanılmaktadır. İktisadi veya hendesi olan her düşünce tarzına günlük dilde genel olarak rasyonel denilmektedir. Meselâ bir binanın asgari malzeme kullanılarak asgari maliyetle inşa edilmesi rasyonel (aklî veya akılcı veya akıllıca) bir düşünme, hesap etme tarzını gerektirir. Fakat böyle düşünmek felsefedeki anlamıyla rasyonalizm değildir.

Felsefedeki anlamıyla rasyonalizm, son tahlilde, bilginin kaynağı ile ilgilidir. Yani insan bilgisinin kaynağı akıl mı, yoksa vahiy mi (veya pozitivistlere göre deney mi) sorusuna aranan cevapta, bu cevabı akıldan yana verenlerin düşünce tarzına rasyonalizm (akılcılık, akliye) deniyor. Yoksa günlük anlamda kullanıldığı biçimiyle bakılırsa, İslâm'ın da rasyonalist (akla uygun anlamında) bir düşünce tarzından yana olmadığını söylemek mümkün değildir.

Fakat burada bile, rasyonalist düşünce tarzına bazı sınırlar getirildiğini belirtmeliyiz. Şöyle ki, mücerret bir teknik meselenin rasyonel boyutlar içinde ele alınması durumuyla fıkhı (hukûkî) bir meselenin aynı boyutlar içinde ele alınıp alınamayacağı meselesi birbirinden ayrı konulardır. Bir binanın inşa edilmesinde malzemeden, emekten vb. yapılacak gerekli tasarruflarla o binanın ortaya çıkan İması, bu hususta rasyonalist bir düşünce tarzını gerekli kılar, rasyonel hesap yapılmadığında israf edilmiş olur ki, dinin bir başka hükmüne aykırı hareket edilmiş olur.

Fakat, asıl, fıkhı konularda rasyonalizme getirilen sınırlar önemlidir. Bir görüşe göre, fıkıhta kıyas usulü rasyonalist bir tutumdur. Fakat kıyasın sınırlan nasslarla mukayyettir. Muhakeme yoluyla varılacak bir netice herhangi bir nassın hükmüne aykırı ise, orada kıyasa yer verilmez. İmam-ı Azam, uyguladığı kıyas usulü hakkında kendisine sorulduğunda, taharet, miras, namaz ve oruç konularında getirdiği misallerle kıyasın sınırlarını kesin biçimde çizmiştir;- Meselâ taharetle ilgili olarak sorarlar : Bevl mi pistir meni mi? Bevl, derler, İmam-ı Azam cevap verir: Ben de öyle biliyorum, fakat aklıma göre hareket etseydim bevl çıktığı zaman gusül, meni çıktığı zaman abdest icap eder derdim.

İmam-ı Azam in getirdiği diğer misaller de, rasyonalist düşünce tarzının ancak nasslarla kayıtlı olduğunu, nassların dışına çıkılamayacağını göstermektedir.

Öyleyse "akılcılık" (rasyonalizm) nedir? Akılcılık bilginin kaynağını akla dayandırarak izah eden felsefe görüşüdür. Bu görüşe göre, bilginin kaynağı akıldır. Aklın dışında, bir başka kaynak yoktur. Bu görüşü uç noktalarına kadar götürdüğümüzde "tanrı fikri"nin de akıldan çıktığı, dolayısıyla dinin insanoğlunun bir icadı olduğu sonucuna ulaşmamız gerekecektir. Akılcılığın, "akla uygun" düşen sonucu budur. Her ne kadar "rasyonalistler" bu sonuca ulaşmak niyetiyle yola çıkmamış olsalar da, bu sonuç onlann amaçlamadığı hâsıla arasında yerini almaktadır. Rasyonalistler, bilginin kaynağı olarak aklı referans gösterirken, bilginin insan aklına doğuştan (tanrı tarafından) yerleştirilmiş olduğunu ima etmek istiyordu.

Bu durumda, İslâm'ın akıla bir din olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. İslâm'ın hükmünün akla as gun olduğunu söylemekle, onun akılcı (rationabsu duğunu söylemek, anlatılmak istenen düşünce ‘ mmdan birbirinden farklı hususlardır. Bu yönüyle  felsefedeki anlamıyla rasyonalizm (yani bilginin kaynağını akılda arayan görüş tarzı) İslâm'ın yalnız dışına düşmekle kalmıyor, aynı zamanda ona zıt bir düşünce tarzını dile getiriyor.

İslâm'ın hükmünün akla uygun düşmesiyle, İslâm'ın akıla olmaması arasındaki farkın ayırt edilememesinde, rasyonalizmin Batı'da, Hıristiyan dogmatizmine karşı kullanılmasının da payı olsa gerektir. Hıristiyan din adamları bazı "bilimsel verileri" reddederek dünyanın yuvarlak olduğunu, güneşin çevresinde döndüğünü ileri süren görüşü (Kopernik vb.), dine aykırı saymışlardı. İslâm dünyasında buna benzer vakıalarla karşılaşılmadı. Dolayısıyla İslâm'ın akılcı olduğu sanıldı. Oysa İslâm ne rasyonalisttir, ne pozitivisttir, ne de başka bir felsefe görüşüne indirgenebilir.

Akılcılığın (rasyonalizmin), mefhumu muhalifi akıl- dışıcılıktır (irrationalisme). Fakat buna bakarak öyleyse İslâm akıldışıcı (yani irrationalistetir) demek de doğru ve mümkün değildir. Bir hadis-i şerifte belirlendiği gibi, İslâm'da belki aklı aşan hüküm vardır, fakat akla aykırı hüküm yoktur.

Şuraya geliyoruz:felsefeye özgü terimlerle İslâm'ın yerini belirleyemeyeceğimiz gibi, izm'lere İslâmî düşünce tarzı içinde bir yer biçmeye çalışmak da abes bir çaba olacaktır. Geniş anlamda tüm izm'leri akılcı bir başlık altında toplamak mümkün olsa bile buradan İslâm'ı tanımlamaya yol bulamayız. Çünkü İslâm kendini Vahiyle tanımlar, felsefe görüşleriyle değil.

Kaynak:

Rasim Özdenören-Kafa Karıştıran Kelimeler
Devamını Oku »

Anti-modern Olmak Batılı Olmak Değildir

'Deyim ye­rindeyse «antimodern» olmak hiç de «anti Batılı» olmak değildir; çünkü bu aksine Batıyı kendi dü­zensizliğinden kurtarmaya uğraşmak için değerli olabilecek tek çabadır, öte yandan, kendi geleneği­ne bağlı her Doğulu da bu konuyu ancak bizim ele aldığımız gibi ele alır ve konuya başka türlü bak­maz. Hiç kuşkusuz asıl Batının, modern uygarlıkla özdeşleşen Batıdan daha az hasmı vardır, zaten asıl Batıya karşı çıkmak anlamsızdır. Bugün kimileri de «Batıyı savunma»dan söz etmektedirler ki, bu çok gariptir. Oysa ilerde göreceğimiz gibi, gerçekten her şeyi batırmakla, tüm insanlığı kendi düzensiz etkin­liğinin girdabı içine çekmekle tehdit eden Batıdır.

Kaynak:

Rene Guenon-Modern Dünyanın Bunalımı
Devamını Oku »

Batı Hala İnsanlığın Sorumluluğunu Üzerine Alamamıştır

İnsanlığın son çağlarda birbirleriyle sıkı temaslar içinde bulunan topluluklardan oluştuğu, yeryüzünün her yerine uzanan bir standardizasyondan etkilendiği bir gerçek. Ama bu sonuçtan kalkarak böyle bir standardizasyonu doğuran kuvvetin başlangıçta iyi niyetlerle  bezendiği kolayca ileri sürülemez. Belki tersini de kesinlikle ileri sürmek mümkün değil. Bilimin varlığı bizatihi bir kötülük olarak algılanamaz. Anlaşılması gereken her zaman diliminde ve her toprak parçasında insanların spesifik meselelerle bağımlı olduklarıdır. Evet, Batı Avrupa'da doğan bilim, teknik, medeniyet ve insan anlayışı günümüz dünyasında kesin bir yaygınlık kazanmıştır, fakat yine de tarihin bir döneminde, dünyanın bir bölgesinde yaşayan insanların bütün insanlığın meselelerini çözmek üzere harekete geçmiş olduklarını iddia edemeyiz.

Edemeyiz, çünkü, Batı'da doğmuş makinalı medeniyet bugün bütün yeryüzünü egemenliği altına almış olmakla birlikte halen insanlığın sorumluluğunu yüklenmeye bile yanaşmamaktadır. Hatta bu medeniyet, açlık, savaş, hastalık, eşitsizlik gibi kendine düşman ilân ettiği ve fakat gerçekte kendinin türettiği kötülüklere karşı bile etkili olamamaktadır. Üstelik teknolojik imkânların bu kötülükleri ortadan kaldırmak üzere mevcut olduğu, hatta bu imkânı da elinde tuttuğu medeniyetin müdafiileri tarafından öne sürülmektedir. Ama bu medeniyet ayakta kalabilmek için insanlığın çözülemez meseleleri bulunduğuna halkı gizliden gizliye inandırmak zorunda olduğunu biliyor.

Kaynak:

İsmet Özel-Zor Zamanda Konuşmak
Devamını Oku »

Batı Ve Rasyonel Akıl

Batı’nın dünyaya hâkim olurken savunduğu inançların ikincisi evrimin yani bir evreden başka bir evreye geçişin tek çizgi üzerinde olduğudur. Bu anlayışa göre insanlık tarihi tek ve düz bir çizginin devamından başka bir şey değildir. Marksistler buna tarihin akışı adını verdiler ve bu gidişin motorunun sınıf mücadelesi olduğunu ileri sürdüler. Geçen yüzyılda Batı kültürel ve sosyal gelişme bakımından sürekli hamleler yaptığına, genç, diri ve yüce değerler yarattığına inanıyordu. Görülen bütün aksaklıklar arızi sayılıyor, bir sonraki safhada her şeyin daha iyi olacağı kabul ediliyordu. Bütün bu Batı hesabına iyimser görüşler iki dünya savaşını yaşayan sıradan halkın ve Batı medeniyetinin hedeflerini sigaya çeken aydınların katında değerden düştü. Ama bata medeniyetini savunmak siyasîlerin ve stratejıstlerin vazgeçemediği bir tez olageldi bugüne dek. Gerçek tabanı itibarıyla ticaretin silah zoruyla korunması demek olan Batı medeniyetinin kendi vatanında bile itibardan düşmesinde aşılacak bir şey yok. Asıl şaşılacak şey,nasıl  olup da itibar sahibi durumunu elde edişidir.

Bati medeniyetini muteber kılan ve dünya ya kolayca yayılmatasını temin eden inanç insanoğlunun rasyonel yani aklı bir varlık olduğuna dâir inanç idi. Toplum aklı başında kararlar alabilen, en doğru kararları alabilecek yeterlikte olan ferdlerden oluştuğuna göre bu ferdler insanlık için en iyi olanı seçebilirlerdi, Nitekim bu ferdler bilim gibi bir gerçek bulmuşlardı ve toplumun yararına bilgileri biriktiriyorlardı. Buna karşılık ela menkıbeleri, efsaneleri geçersiz kılıyor, bâtıl itıkadları geride bırakıyorlardı.

Müslümanların yaşadıkları ülkelere Batı medeniyeti iki koldan hâkim oldu. Bir kısım insan Batı’yı laik, bilimci, hürriyetçi esaslarıyla doğrudan doğruya benimsedi ve büyük insan kalabalığına karşı müdafaa etti. Diğer bir kısım insan da Batı’ya güç kazandıran değerlerin İslâm'da bulunduğunu veya Batı’nın ulaştığı hedeflere İslâm içinde kalınarak varılabileceğini ilen sürdü. Böylece Müslümanların yaşadıkları ülkelerde Avrupa ülkelerindekine hiç benzemeyen (ama boşuna bir gayretle hep benzemeye çalışan) bir sağ ve sol ayrımı doğdu. İslâm’ı bu iki yaklaşım dışında ve asli karakteriyle benimseyen Müslümanlar seslerini daha yeni duyurmaya başladılar.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Aydınlanma Dönemi

Aydinlanma-Donemi

Çağımız, Aydınlanmanın bilimsel ve siyasal kehanetini yalanlamış, geneli itibariyle iyimser olan Aydınlanma düşüncesi ve “iyimser tutum” özellikle XX. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’nın siyasal pratiği tarafından geçersiz kılınmış ve başta bilim, akıl, ilerleme ve hatta özgürlük olmak üzere Aydınlanmanın değerlerine karşı bir hayal kırıklığı oluşmuştur. Batı coğrafyasındaki insanlık dramları Doğu coğrafyalarında sefalete dönüşürken Aydınlamanın ‘maruz bıraktığı’ tutumlar yeniden gözden geçirilmelidir.

Işık ve aydınlanma bir sıçramaysa gerisinde bir karanlığın olması gerekir. Avrupa’nın sıçrayışını dogmatizme karşı, özgürlükçü, bireyci, kutsalı kendine endeksleyen pragmatist ve en nihayet nihilist kavramlarla tasvir etmek gerekirse, öncesindeki karanlığın kendi coğrafyası açısından bakıldığında bir hayatiyet arzettiği söylenebilir. Fakat ortada bulunan aydınlanmanın hem sahiplenilmesi hem de eleştirilmesinde taraflı ya da tarafsız olabilmek, içinde bulunulan kültüre göre değişir. Doğunun bu konuda Batı eleştiri tarihi ile kıyas kabul etmez yapısal soruları ve sorunları vardır çünkü Doğu’nun sömürge problemi doğrudan Batı ve onun Aydınlanma dinamikleriyle alakalıdır.

Avrupa aydınlanmasının Doğu’ya bakan vechesi bu iken, Avrupa kendi iç dinamiklerini harekete geçirerek hıristiyanlığın burnunun dibinde ‘Tanrının ölümü’nü ilan edebilmiştir. Bu dinamiklerin coğrafi ayrımcılık gözetilerek; yerinden bir milim oynasa sömürge statüsüne girecek yeryüzü toprakları, insanları, dinleri ve gelenekleri için göstermediği tahammülü kendi topraklarında ‘kendi katolik Tanrı’larına da gösteremediklerini görmek manidardır.

Avrupa merkezli bir insanlık projesinin, toplumsal dinamizmi merkeze almış bu ‘başarısı’nı şimdilerde postmodernizm akımı ve onun türevleri, ‘cenaze namazını kılmadan’ modernizmin inanç çöplüğüne göndermekle meşgüldür. Bu, bir günah çocuğu olan modernizmin Aydınlanmanın insanlığı maruz bıraktığı zifiri karanlığa kendisinin gömülmesinden başka bir şey değildir.

Kaynak:

Hece Edebiyat Dergisi-Batı Medeniyeti Özel Sayısı, Haziran-Temmuz-Ağustos, 2014
Devamını Oku »

Batı Artık Yeni Asimilasyon Politikaları Arayışına Girmiştir

Modernlik geleneksel toplumlara ait yapısal unsurları yok etmemiş, onları dönüştürerek yeni biçimler ver­miştir. Bu çerçevede modem toplumlara ait birey, devlet, egemenlik, bilim gibi yapı­sal unsurların bir değişime uğraması şaşırtıcı olmamalıdır. Otoriter ve totaliter devlet biçimlerini ve ötekine varolma hakkı tanımayan ideolojileri modernliğin ölçütü olarak algılarsak bunların zayıfladığı süreçte “tarihin sonu”nun (Fukuyama, 1994) geldiğini söyleyebiliriz. Fakat bu söylemimizi on yıl sonra sürdürmekte zorluk çekebiliriz. Hiç­bir toplum bilimci veya felsefecisi XXI. yüzyılın ilk on yılının XX. yüzyılın son on yılından daha özgürlükçü olduğunu veya bireysel özgürlüklerin devlet gücü karşısın­da daha genişlediğini söyleyemez. 10-15 yıl gibi yakın bir geçmişte bir özgürleşme aracı olarak çokkültürlü toplumdan coşku ile söz edildiğini biliyoruz. Bugün ABD’nin ve Avrupa Birliği ülkelerinin liberalizmin şampiyonluğuna talip olmaktan vazgeçerek yeni asimilasyon politikaları arayışına yöneldiği bilinmekte. Dünyada zenginler ile yoksullar arasındaki gelir dağılımı uçurumunun genişlediği bir süreçte kapitalizmin sonunun geldiğinden söz etmek bir yanılsama olabileceği gibi; kültürel, dinsel ve etnik farklılıkların toplumlar ve topluluklar arasında kalın duvarlara dönüşmesini görmeyerek Berlin Duvarının yıkılışını tarihin sonu olarak değerlendirmek de bir yanılsamadır.

Kaynak:

Hece Dergisi-Postmodernizm-Özel Sayısı
Devamını Oku »

Batıya Boyun Eğmek

Günümüzdeki Batı hâkimiyeti bir zapt etme hâkimiyeti değil, bir düzenleme, ayarlama, yola sokma hâkimiyetidir.

Batı medeniyeti günümüzdeki ''barışçı" düzen koyucu üstünlüğünü elde etmeden önce hakimiyetini zora başvurarak tesis etmişti. Geçtiğimiz yüzyılda Batı bir toplumu kıskıvrak yakalayabilmek için önce o toplumun yöneticilerini ve ileri gelenlerini Batılı değerlerle donattı. Bir toplumun yönetici kesimi Batı'ya ruhen köle olduktan sonra toplumun diğer kesimlerini Batı çıkarları doğrultusunda ''kullanmak'' zor değildi. Böylece Batı davet edildiği her bölgeye rahatlıkla yerleşti, nüfuz etti. Ama Batı asıl gücünü kültürel cazibesinden almıyordu. Batı’ya tartışmasız üstünlüğünü sağlayan unsur onun ateşli silahlarla desteklenmiş ticarî yağmacılığıdır. Bu ticarî yağmacılık iştihasıyla Batı davet edilmeden girdiği her yerde kendine bir hayat sahası açmaktan geri durmadı. XIX. yüzyıl boyunca dünyanın dört kıtası Batı medeniyetinin ajanları tarafından kandırmaca, tehdit, yerli halkın birbirine kırdırılması, katliamlar yoluyla ve çoğu zaman silah zoruyla yağmalandı. Dünya edebiyatının “roman” zevki Batılının yağmalama zevkine çok şey borçludur.

Roman yazmayan ve roman okumayan milletler, Batı tehlikesi ile yüzyüze geldikleri zaman önlerinde iki yol vardı: Boyun eğmek veya karşı koymak. Boyun eğenleri iki kısma ayırmak mümkündür. Bir kısım insanlar Batı medeniyetiyle menfaat birliği içindedir. Bunlar şu veya bu sebeple Batı’yı davet etmiş olabilir veya gelen batılıyla anlaşıp menfaat teminini uygun bulmuştur. Boyun eğenlerin ikinci kısmı Batı’nın hâkimiyetinden menfaat sağlamayan, hatta bilakis zarar gören insanlardan oluşabilir. Bunlar dünyanın aldığı yeni şekli kaçınılmaz gören, gerekli sayan, yerinde kabul eden insanlardır. Yanı Batı medeniyeti bir ileriliği temsil ettiği için onunla birilikte olmak gereklidir. Eğer Batı hâkimiyetinin yerli topluma zarar veren yönleri varsa bunlar, yerlilerin uzun vadede Batı medeniyeti içinde erimeleri sonucunda ortadan kalkacaktır.

Müslümanların yaşadıkları ülkelere Batı müdahalesinin siyasî sonucu olarak Avrupa’dakinden farklı bir sağ ve sol ortaya çıkmıştır. Batı medeniyetine boyun eğen zümreler arasındaki menfaat farkı bu görüş ayrılığının temelidir. Sağ Batı’ya. boyun eğmenin kısa vadeli çıkarlarını temine gayret ederken, sol aynı teslimiyetin uzun vadede doğacak menfaatlerine taliptir. Nitekim son iki yüzyılın Türkiyelinde siyasî zıtlaşmalar bu minval üzere cereyan etmiştir.

Peki, Batı hâkimiyetine karşı koyanlar? Onlar ya Amerika Kızılderilileri veya Afrikalı Zulu’lar gibi beyazlar tarafından tamamen yok edilmişler ya da Batı’ya boyun eğen yerli güçler tarafından bastırılmış ve etkisiz hale getirilmişlerdir. Müslümanların hikâyesi bu karmakarışık romanın en önemli bölümü sayılır. Hele bu romanın son cildinin henüz yazılmadığını düşünürsek.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Batıya Uymak Yerine Yaşam Biçimine Uygun Kanunların Yer Alması Gerekir

Batı, yaşam biçimini öyle üç yılda oluşturmadı. Sömürdü, sömürmekle elde ettiğini aklı kullanarak işledi. Parayı akılla destekledi, ilmi geliştirdi. Sonuçta aynı maddi kaynak birçok petrol ülkesinde de var, fakat o ülkeler aklı kullanmaktan yoksun. Parsellendiği için sömürecek yer kalmadığına göre ve Güney Doğu’da sahiden petrol yoksa şu aşamadan sonra yapabileceğimiz; yaşam biçimini benimsemediğimiz Batı’nın hukukuna ortak olmaya çalışmak yerine, bu yaşam biçimine uygun kanunların yer aldığı hukuksal bir üstünlüktür.

Hece Dergisi,Batı Medeniyeti Özel Sayısı
Devamını Oku »

Türkiye'de Batılılaşma

Türkiye'de BatılılaşmaŞimdiye kadar denediğimiz yol Batı’yı muktedir kılan usûl ve hayat biçiminin bizi de güçlü kılacağına inanmamızdı. Yani bir bakıma biz Bati’nın tasallutundan kurtulmayı değil, onun gibi icbar edici bir kuvveti elde bulundurup muktedir olmayı hedef olarak seçtik kendimize. Bu yüzden Batı bir şey yaparken, ona bakarak bir şey yaptık biz de. Yaptığımızın aynı şey olması mümkün değil. Ancak, onunkine benzer bir şeydi. Bu yönüyle değerli olması mümkün değildi. Batılılaşma çabasına ilk adım atanların safîyane bir hülyaları vardı. Bazı tedbirler alarak dünya hâkimiyetini paylaşanlar arasına kalmak. Bu hülya bugün bizim dünyadaki güçler merkezinden daha çok uzaklaşmamızı temin etti.

Eğer amacımız şahsiyetimizi kazanmak, Müslüman hüviyetimizin değerine kavuşmak ise bu yolla bir kurtuluşun kurtuluş olduğuna inanıyorsak,iki yüzyıl boyunca yapmaya çalıştığımızın dışında bir şeyler yapmamız kaçınılmaz.

İsmet Özel,Taşları Yemek Yasak

 

 
Devamını Oku »