Evlendirme Programları

Evlendirme Programları


Evlendirme programlarını çok takip eden biri değilim; ama ara ara seyrediyorum. Bu programlar yapılmalı; fakat şu anki hâliyle değil elbette. Şehir hayatı insanları birbirinden uzaklaştırdı. Komşular birbirini tanımıyor, her akraba bir yerde. Görü­cü usulü neredeyse ortadan kalktı.

Peki, nasıl evlenecek insanlar? Internet’e güvenilmez. Ora­da burada bulduğuna güvenme. Peki, alternatif ne? Evlilik­ler azaldı, çok fazla bekâr ve boşanmış olanlar var. Yalnızlara, bekârlara bir teşvik ve yardım gerekli değil mi? Evli olanlar umumiyetle kınıyorlar bu programlara katılanları. Yalnızların hâlinden ancak yalnızlar anlar. Yurdunu yuvasını kurmuş olan­lar, evlenmek isteyenleri kınamasınlar.

Yalnız şu an televizyonlarda yapılanlar, hiç yapılmasın daha iyi. Belki üç beş kişiyi evlendiriyorlar; ama halkımıza çok faz­la zarar veriyorlar. Bilhassa erkekleri evlenmekten ve kadınlar­dan tiksindiriyorlar. Neredeyse bütün erkekler kadınların para­dan başka hiçbir şey düşünmediklerine inanmaya başlamışlar.

Çünkü bu programlarda çok kere şöyle oluyor; Kadın ona talip olan erkeği ilk gördüğünde, yüz ifadesinden, bakışından onu beğendiğini çok belli ediyor. Biz de ekran başından yakış­tırıyoruz.
“Tamam, bunlar birbirine çok uygun, muhakkak evlenir­ler,..” derken erkek maddi imkânlarını açıklamaya başladıkça; işi, kazancı orta hâili ya da biraz düşükse, kadının yüz şekli değişmeye başlıyor. “Olmaz, elektrik alamadım.” deyip çıkı­yor. Nasıl elektrik alamadın? Adamı görünce aldığın elekt­rikle bir mahalle aydınlanır, nasıl inkâr ediyorsun, gözümüze baka baka?

Tam aksi de şöyle oluyor: Kadın erkeği ilk gördüğünde du­dağını kıvırıyor, beğenmediğini her hâlinden belli ediyor; ada­mın malını, mülkünü, kazancını duyunca yüzü değişmeye, ağzı yayılmaya başlıyor: “Olabilir, elektrik aldım.” diyor. Velhasıl ar­tık “Kadınlar erkeklerden elektriği para ile alıyorlar.” kanaati ortaya çıkıyor.

Kaç kişiden duydum şu son zamanlarda, gerçek hayatta, er­kekler maddi imkânları iyi olduğu hâlde, eş adayı ile ilk görüş­tüklerinde kazançlarını, maddi imkânlarını olduğundan daha az söylüyorlarmış. “Beni bu hâlimle beğenirse, bu onun paragöz olmadığım, beni ben olduğum için beğendiğini gösterir.” diyorlarmış. İşte, televizyonun aile kurumuna bir zararı daha... Eski­den erkeklerde kadınlara karşı böyle bir itimatsızlık yoktu.

Elbette bir hanım evleneceği erkeğin evin geçimi sağlaya­cak, onu ele güne muhtaç bırakmayacak imkanı olsun ister. Bunun ayıplanacak bir tarafı yok. Fakat bu programlardakiler evi olsun, arabası olsun, yüksek kazancı olsun, her şeyi olsun is­tiyorlar Programa gelen erkeklerin zaten çoğunun evini geçin­direcek kadar kazancı var. Fakat kadınlar çok daha fazlasını is­tiyorlar bu da ülkemizdeki bütün kadınlar öyleymiş gibi bir in­tiba bırakıyor.

Ben asıl, bu programa gelen erkeklerin cesaretlerini çok takdir ediyorum. “Nasıl oluyor da bu kadınları gördükten son­ra hâlâ evlenmeyi istiyorlar?” diye şaşıyorum. Çünkü programa gelen kadınların çoğu kadından çok erkeğe benziyor. Oturmaları, konuşmaları, erkekleri süzmeleri, hâlleri tavırları, çok erkeksi...

Arada bir iki hanımefendi tipler de geliyor; ama kadınların çoğu azman gibi. İşte erkeklere bunun için şaşıyorum. İnsan niye ister ki erkek özentisi kadını? Bu ne cesarettir, bu ne gözü karalıktır! Kadınlar öyle duruyorlar ki adam yanlış adım atsa kadın ordan “Hööööt!” diye bağıracak sanki. Ben erkek olsam, o kadınları trafoya bağlasalar, onlardan gram elektrik alamam.

Velhasıl evlendirme programları yapılmalı ama şu anki formatı ile değil. Edebi ile terbiyesi ile... Dinî kanallar biraz bu meseleye el atsalar, gençleri evlendirseler çok iyi olur. Program bekârlara örnek olsa, katıl anlar birbirinde dinî hassasiyet arasalar...

Erkek çıksa dese ki: “Hanımefendi hâfız, Rabb’imin kelâmını ezberlemiş, kabul ederse onu baş tacı edeceğim.” Kadın çıksa dese ki: “Beyefendinin asgari maaşı bize yeter, şu ölümlü dün­yada aç gözlülüğe gerek yok, ben onun yaşlı annesine bakması­nı takdir ettim, onun kalbini sevdim, olur bu evlilik.”

O günleri görsek ne güzel olur.

Sema Maraşlı - Sevmek Bu Kadar Güzelken
Devamını Oku »

Kadının Gücü !

Kadının Gücü !



Kadının gücü insanlığı doğurup yetiştirmesindedir. Ve bu yüce görev için de bütün meziyetlere de sahip olarak yaratıl­mış. İnsanları yetiştirmekten daha büyük bir güç olabilir mi? Fakat annelik ve ev hanımlığı aşağılanarak, kadınların bu kutsî vazifesine burun bükülüyor ve kadına zoraki güçler atfedilerek, kadın erkekleştirilmeye çalışılıyor.

Kadının gücü şefkat ve teslimiyetindedir. “Kadın güçlenme­li...” sözlerinin altında bir kışkırtıcılık var: “Siz kadınlar aciz, zavallı varlıklarsınız, güçlenmelisiniz.” mesajı da gayet net oku­nuyor. Sizi güçsüz bırakan kim? Tabii ki erkekler...

Kadının gücü iletişim yeteneğindedir. Kadınlar doğuştan halkla ilişkiler uzmanı olarak yaratılmışlardır. Kadın iletişim yeteneği sayesinde hem aileyi hem toplumu çok güzel yönlen­direbilir.

Güçlendirme ve özgürleştirme kampanyalarıyla, takma ka­natlarla kadınları zorla uçurmaya çalışıyorlar. Oysa kadının fıt­ratında aile olma ve bağlanma duyguları var. Kadın uçtuğu za­man değil, bir erkeğe bağlandığı zaman mutlu olur. Yaradan öyle yaratmış...

“Ancak erkeklerin yaptıklarını yaparsan güçlü olursun” diye erkeklere karşı kadınları kışkırtıyorlar. Gücü özgür olmakta ve para kazanmakta zanneden kadınlar, taşıyabileceklerinden daha fazla yük almaya başladılar.

Tahsilli, çalışan, güçlü görünen; fakat yalnız yaşayan ve mut­suz olan pek çok kadın var. Erkeğe ihtiyacı yokmuş gibi davra­nan, yalnız kaldığında ise bolca gözyaşı döken... Güçlü, mutsuz ve yalnız kadınlar ordusu...

Ve bu orduya yeni neferler katmak için uğraşıyorlar. Genç kızlar, üniversite sınavına hazırlanırken aileleri ve öğretmen­leri tarafından: “Okuyun, erkeklere muhtaç olmayın, evlenip anlaşamazsanız kocalarınızı kapıya koyarsınız...” diye motive ediliyorlar. Bu telkinlerle yetişen genç kızlar evlendikleri za­man kendilerinden kaynaklanan sorunlarda bile çözüm yerine boşanmaya kalkıyorlar. Fakat para mutluluk getirmiyor.

Medya dünyasına baktığımızda şöhretli, zengin, çok güzel kadınlar sürekli sevgili değiştirmekten mutlu görünmüyorlar Hepsi evlenmek, yuva kurmak istiyor Ne kadar modern gö­rünmeye çalışılsa da fitrat inkâr edilemiyor demek ki.

Güçlülük gazı, kadınları çok etkiliyor. Kadınların çoğunda bir ezilme korkusu var. Neredeyse her seminerimde “Biz erkek­lere yumuşak davranırsak, onlar bizi ezerler.” itirazı kadınlar­dan mutlaka geliyor. Sanki kadınlar çim, erkekler de fil; onları ezmek için fırsat kolluyorlar.

Kadınlar masum, kibar, iyi; fakat erkekler kaba saba ve anla­yışsız, demek çok tehlikeli bir söz ve Allah'a karşı kötü zandan başka bir şey değildir. “Yaradan, kadınları iyi, erkekleri kötü yaratmış...” demek olur ki bu söz “Allah, erkekleri kadınlara Zulmetsin diye yaratmış...” demekten başka bir şey değildir.

Allah (cc) erkekleri, koruma ve kollama insiyakıyla yarat­mış. Kadın, erkekle güç mücadelesine girmediği müddetçe, er­kek kadının yanında olur; onu koruma ihtiyacı duyar.

Fizik olarak kadın zayıf, erkek güçlü yaratılmış. Evlerde ço­cuklar zayıf, anne babalar güçlüdür; ama sevgi ilişkisinden do­layı güçlü olan ebeveynler zayıf olan evlatlara hizmet eder. Mü­him olan, gücün kimde olduğu değildir.

Kadınlar, güçlü olmak için oyun oynuyorlar. Kadınlığın te­melinde olan şefkat ve teslimiyeti bir yana bırakıp güçlü görün­mek adına asık yüzlü, inat, iddiacı ve sert olmaya çalışıyorlar. Erkekle güç çatışmasına giriyorlar.

Evlerde yaşanan huzursuzlukların çoğunun temelinde kadın-erkek güç çatışması vardır. Rabb’imiz, güç çatışmasına girmesinler diye, kadınlara gizli güçler, erkeklere açık güçler vermiş. Birbirlerini tamamlasınlar diye.

Kadın kendine verilmiş güç ve kabiliyeti kullanmayıp er­keksi roller alarak, erkek silahı ile silahlanıyor. Kendine bir za­rar gelmesin diye de kibirden bir kalkan örüyor. Evlendirme programlarına bir bakın, kadınların ne hâle gelmiş olduğunu görürsünüz.

Erkekler güçlüdürler; fakat kadına karşı zayıftırlar. Hz. Mevlânâ bunu güzel bir misalle anlatır:

“İnsan, yiğitlikte Zaloğlu Rüstem bile olsa, Hamza’dan bile cesur olsa yine de hükmetme hususunda karısının esiridir. Gö­rünüşte su, ateşten üstündür... Fakat ikisinin arasına bir tence­re (sevgi) girdi mi ateş o suyu kaynatır, buharlaştırır, yok eder. Görünüşte su nasıl ateşten üstünse sen de kadından üstünsün; fakat hakikatte ona mağlupsun, onu istemektesin.”

“Şah bile sevgiye kuldur, köledir.” Kadının asıl istediği sevgi­dir. Sevgiyi de erkekten kavga ederek alamaz. Bu yüzden de ka­dını mutlu etmeyecek sahte güçler; kadına yük olmaktan başka bir işe yaramaz.



Sema Maraşlı-Sevmek Bu Kadar Güzelken
Devamını Oku »

Erkekleşme Hareketi ve Zararları

Erkekleşme Hareketi ve Zararları



“Kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara olsun.” buyurmuş, Allah Resûl’ü bir Hadîs-i Şerîf’inde.

Sevgili Peygamber’imiz “Rahmet Peygamberi”dir. Çok az lanet etmiştir. Onun bir şeye lanet etmesi, o şeyin çok kötü olduğunu gösterir. Kadın erkekleştiğinde veya erkek kadınlaştı­ğında Allah'ın yarattığı düzen bozulur.

Kadın-erkek arasındaki çekiciliği sağlayan şey zıtlıktır. Ya­ratılan her şey zıddı ile kaimdir. Güçler, karşı güçlerle eşleşip bütünleşirler: Ateş-su, gök-yer, siyah-beyaz, nefes almak-nefes vermek, itmek-çekmek, kadın-erkek...

Kadın ve erkek birbirlerine pek çok yönden zıt yaratılmıştır. İki cinsi birbirine çeken şey de bu zıtlıktır. Bedenen ve ruhen kadın yumuşak yaratılmış, erkek sert... Her iki cins, kendilerine has birtakım meziyetlerle doğar: Kadının mayasında şefkat ve teslimiyet vardır; erkekte lider­lik, güç ve iddia...

Güce karşı teslimiyet, iddiaya karşı şefkat birbirini tamam­lar.Yaratılışın aksine giderek mutlu olmak diye bir şey yoktur.

Modern hayatın en vahim hastalığı, bu zıtlığın bozulmaya çalışılmasından dolayı kadın ve erkeğin birbirine benzemeye başlamasıdır. Bu noktada erkekler; kadınlaşma yolunda daha yavaş giderken kadınlar hızla erkekleşiyorlar.

Feminizm, Avrupa’da insan yerine konmayan kadınları ko­rumak için iyi niyetle başlayan bir hareket iken bugün gelinen noktada eşitlik adına kadını erkekleştiren, erkeği kadınlaştıran, fıtrata karşı bir harekete dönüşmüştür.

İki cinsi tek cins hâline getirme çalışmaları, kadınların er­kek pantolonları giymeleri ile hız kazanmış, “üniseks” denilen cinsiyetsiz giyecekler ile ortak kıyafetler giyilmeye başlanmış ve kadın-erkek rakip hâline getirilerek yanşa sokulmuştur.

Feminizm duyguda kadın, davranışta erkek yeni bir tip “Femo kadın” ortaya çıkardı. Femo kadınlar, erkek gibi başarı odaklıdır. Basit bir tartışmayı bile kaybetmeye dayanamaz, tar­tışmacı ve iddiacıdır. “Femolar” bir kadının sahip olması gere­ken nezaketi, zarafeti ve edayı kaybetmişlerdir. Farkında olma­dan hem kendileriyle hem erkeklerle mücadele hâlindedirler. Bir türlü sükûna kavuşamazlar.

“Yuvayı yapan dişi kuştur.” Bir millet kadından yıkılır ya da kadından yükselir. Kadınların erkekler üzerinde tesiri çok fazla­dır. Kadın şaşarsa çocukların ve erkeklerin şaşması da peşi sıra gelir. Kadınlar kendi kıymetlerini bilmeliler ve halkı yönlendir­medeki güçlerinin farkına varmalılar. Kadınlar hayır yahut şer güçleriyle cemiyete yön verirler. Bu güç şer yöne çevrilmişse bu, ailenin ve sosyal yapının çöküşü demektir.

Feminizm hareketi kadına iyilik değil, kötülük etmiştir. Ba­tılı erkekler kadını koruma, eşitlik ve feminizm iddiaları ile ai­lenin maddi yükünü de yarı yarıya kadınların üzerine devretti­ler; fakat bunun yanında ev işi, çocuk yetiştirmek gibi işler yine kadının üzerinde kaldı.

Kadınlar güçlüdür, erkeklerin yaptığı her şeyi yapabilir“ diye kadınları zorlanacakları işleri almaya teşvik ettiler. Yani yine aldanan kadınlar oldu.

Kadınlar yaradılışlarına uygun olan, kadınlar tarafından icra edilmesine lüzum ve ihtiyaç duyulan meslekleri seçerlerse hem kendi bünyelerini yormazlar hem de insanlara faydalı olurlar.Ailenin maddi ihtiyaçlarım erkek karşılıyorsa kadınlar illa para kazanmak peşinde koşmamak... Bunun yerine, ilim ve irfanla uğraşıp çocuklarım güzel yetiştirmeleri, demek ve vakıf çalışmaları ile faydalı sosyal faaliyetlere katılmaları, aileyi tehdit eden tehlikelere karşı mücadele etmeleri, sosyal yapının yük­selmesi için uğraşmaları kendileri, aileleri ve bütün insanlık için çok isabetli olur. Erkek - yaradılış olarak müsait olduğu için - meşakkatli ve ağır da olsa dış hizmetleri görürse aile daha sağlıklı yürür.

Feminizmin kadını ve erkeği eşit yapma iddiaları insanlığa zarardan başka bir şey getirmemiştir. Eşit olmak için benzemek gerekir. Oysa kadın ve erkeğin yaratılışı birbirinden çok çok farklıdır; Eşit yapıda olmayanları eşitlemeye çalışmak en büyük adaletsizliktir.

Kadın' erkek arasında denklik mümkün olmadığı için eşitlik mücadelesi bir müddet sonra üstünlük savaşına dönüşüyor. Ka­dınlar, ne kadar zeki, ne kadar becerikli, ne kadar başarılı olabileceklerini erkeklere göstermek ve ispat etmekle ömürlerini geçiriyorlar.

Feminizm ilk çıkış yıllarında kadını insan yerine bile koymayan Avrupa için belki elzemdi. Fakat bugün feminizm artık amacım aşmış vaziyettedir ve Avrupa’da da aile birliği için bir tehlike arz etmektedir. Avrupa ülkeleri de aile kurumunu korumak için kadınların geleneksel rollerine dönmeleri gerektiği ile ilgili çalışmalar yapmaya başladılar; Feminizm nerdeyse kadı­nın, ailenin ve insanlığın en büyük düşmanı hâline geldi.

Kadına değer veren bir dinin mensupları olarak feminizm aşısının bizde tutmaması gerekirken maalesef sinsi oyunlarla pek çok kadın feminizm bataklığına doğru çekiliyor. Medya köşelerinin kadın yazarlarının çoğu feministtir ve yazılanın da çoğu kadınları erkeklere karşı kışkırtmaktan başka bir işe yaramıyor.

Bu femo köşecilerin bütün yazdıkları “Kadınlar eziliyor, erkekler kadınlara zulmediyorlar. Erkekler kadınları mutlu etmiyorlar... Erkekler zevk düşkünü ve duygusuz varlıklar... Ey kadınlar, haklarınızı arayın!..” havasındaki teraneler... “Kadın, erkek, ilişki, sevgililik, aşk, özgürlük, aldatma” gibi ailevi mevzuları temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp vatandaşların önüne koyu­yorlar. Televizyon programlarında (diziler, filmler, tartışmalar; haberler, ekran çöpçatanlıktan...) da bu mesele renkli ekranla­rın değişmez menüsü olarak milyonlara sunuluyor.

Verimsiz ve parazit tiplerin gayretleri ile tutmayacak aşı tut­tu. Kadınların ellerine “kadın hakları” diye bir afiş verip onlar­dan “kadın olma hakkı”m aldılar.

Kadın olmayı unutturdular. Hak hukuk davasına düşen ka­dın, erkekle mücadeleye girdi.

Feminizmin cinsel özgürlüğü savunması ve yaygınlaştırma­sı da yine kadınların aleyhine oldu. Bağlılık duygusuyla yaratı­lan kadın, koldan kola savrulurken mutlu olamıyor; çünkü fıt­ratında bir aile kurma ve anne olma saiki var. Tabii, feminizmin getirdiği cinsel özgürlük, evliliğin sorumluluğunu almadan pek çok kadınla birlikte olmak isteyen erkeklerin çok işine geldi. Bu yüzden feminizm, erkek taraftar bulmakta da zorlanmadı.

Evde, işte, kısacası hayatta eşitlik diye bir şey mümkün de­ğildir.Bunu artık anlamak lazım. Eşitlik davası komünist bir id­diadır aslında. Komünizmde zengini fakire eşitleyelim diye uğraştılar fakat yapamadılar.Feminizm de kadını erkeği eşitlemeye çalışıyor. İki dava da yaradılışa aykırı olduğu için temelsizdir ve sürmesi mümkün değildir.

Komünizm çöktü, dansı feminizmin başına...



Sema Maraşlı - Sevmek Bu Kadar Güzelken
Devamını Oku »

Düşman ve Aşk

Düşman ve Aşk
'Televizyon insanoğlunun mutsuzluğunun baş sebebi iken evlerin başköşesini kaplıyor. Başköşesini değil başköşelerini kaplıyor. Neredeyse her evde birden fazla televizyon var. Bey, hanım, çocuklar ayrı ayrı odalarda, ayn kanallarda, ayn prog­ramlarda takılıyorlar.

Sanki dünyaya vakit doldurmak için geldik de televizyon o ihtiyacı karşılıyor. Sevdiklerimizle geçirmediğimiz vakitleri, on­ları kaybedince anlayacağız; ama biraz geç olacak.

Düşman ile aşk yüzünden, sevgiler soluyor, sevenler mut­suz oluyor.

Sevdiklerimizle aynı evde yalnızlaştık, hayatımıza başka dünyalar girdi.

İnsana ait ahlaki değerlerin çoğunu televizyon başında kay­bettik.

Dünyadan haberi olan adamlar, yanı başındaki karısından habersiz kaldı.

“Daha fazlasını iste.” reklam sloganları ile kanaat duygumu­zu kaybettik, aç gözlü olduk.

Hırsızlığı arsızlığı oradan öğrendik.

Ağlak muğlak dizilerle, merhamet ve itimat duygumuzu yi­tirdik. En yakınlarımızdan şüphelenir olduk.

Aşk dizileri ile aşkı ucuzlattık, ihaneti öğrendik.

En kötüsü, biz kadınlar, kadınlığımızı onunla kaybettik

Filmlerdeki kadınlardan; dik dik bakmayı, güçlü görünmeyi, erkeklerle mücadele etmeyi, erkeği adam yerine koy mamayı, gururu, kibri, çokbilmişliği ve ukalalığı öğrendik.

Kadının kadınlığını, yumuşaklığını, komedi dizilerinde dalga geçilirken gördük. Kadının eşine “Peki canım!” demesini ezilmişlik, fedakârlığını aptallık, ev işleri yapmasını fakirlik, erkeğe hizmet etmesini geri kalmışlık olarak öğrendik.

Bütün bunları hikâye içinde, bize sevdirilen oyunculardan, hiç farkında olmadan, rol çalarak elde ettik. Göz gördü, şuu­raltı sevdi...

Fakat bir problem var; Onlar filmde, biz gerçek hayattayız. Oradaki kadın bütün dikbaşlılığına rağmen kıymetten düşmü­yor. Sevilmeye devam ediyor.

Erkek, kendine bağıran, laf sayan, güya gurur timsali gibi gösterilen kadına bir gün sonra elinde çiçekle gelip barışmak için uğraşıyor. Kadını neredeyse taç yapıp başına takacak...

Gerçek hayatta ise bunların tam tersi oluyor. Film de zaten orda kopuyor.

Medyanın zararı bu kadarla da kalmıyor. Reklamlar kadını aşağılık hissettirmeye ayarlı hazırlanıyor. Firmalar daha fazla satış yapmak için kadın bedenini kullanılırken ekran başındaki kadınların da bedenlerine saldırılıyor.

“Yeterince iyi değilsiniz, ancak bu ürünü kullanırsanız, bu kadın gibi olursanız kendinizi düzeltebilirsiniz, güzelleştirebilirsiniz. O zaman erkekler sizi beğenir.“

Bu arada televizyondaki incecik, her daim bakımlı kadınlar, erkeklerin de kafasındaki kadın ölçülerini değiştiriyor. Onlar da eşlerinde kusur bulmaya başlıyorlar, evde manken gibi eşler görmek istiyorlar. Bu da pek mümkün olmadığı için hem kadın eşine karşı kırgınlık duyuyor hem erkeğin gözü dışarıda kalıyor.

Televizyon, çocuklarımız için de ayrı bir tehlike. Onlara ver­meye çalıştığımız manevi değerlerimiz televizyonla yerle bir edi­liyor. Çocuklarımızın tertemiz zihinlerine çizgi filmlerle, gözü­müzle göremediğimiz; fakat şuuraltına ulaşan (subliminal) 25. kare tekniği ile pek çok tehlikeli fikirler aşılanıyor.

Tabii kötü olan televizyon değil, programlar. Bütün kanal­ları ve programları aynı kefeye koymayalım. Maneviyata saygı­sı olan, faydalı bilgiler sunan kanallar da var. Fakat maalesef ki bilhassa çocuklara ve gençlere diğer zararlı yayınlar yapan; fa­kat nefse hitap eden, albenili, eğlenceli programlar daha hoş geliyor. Aşk ve ihanet dizileri de kadınları cezbediyor. Erkekler­de de futbol merakı, mafya ve polisiye dizi merakı varsa en teh­likeli kanallar açılıyor.

Velhasıl, dikkat edelim de kendimizi ve ailemizi ekran başın­da kaybetmeyelim.

Sema Maraşlı - Sevmek Bu Kadar Güzelken
Devamını Oku »

Tüylerimizi diken diken eden emir

Tüylerimizi diken diken eden emir

“Saliha kadınlar gönülden itaat ederler.'' (Nisa Sûresi 34.Ayet-i Kerîme)

Allah (cc) “İyi kadınlar kocalarına gönülden itaatli ve saygılıdırlar.” buyuruyor. “Erkekler kavvamdır...” diye başlayan” ve ailede İslâmî düzeni anlatan Nisa 34. Âyet-i Kerîmede...“
Kadın erkeğin evde reisliğini ve koruyuculuğunu kabul et­tikten sonra ne olacak? Tabiatıyla evin reisine saygılı olacak.

Tüylerimizi diken diken eden bir emir: Kocaya itaat... Bu iki kelime yan yana geldiğinde biz kadınları çok fazla rahatsız edi­yor. “Allah’a itaat tamam, seve seve, başım üstüne ama kocaya itaat olmaz...” diyorlar. Oysa kocaya itaat Allah’ın (cc) emri olduğu için aslında Yaradan’ına itaat etmiş oluyor kadın.

Sevgili Peygamber’imiz de pek çok Hadîs-i Şerîf ile kadının kocasına itaatinin ehemmiyetine dikkat çekiyor:

“Kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, iffetini korur ve kocasına itaat ederse, cennete girer.” buyuruyor. Öyle kaçılmak isteniyor ki bu Ayet-i Kerîme’nin emrinden, Ayet inkâr edilemiyor fakat bu Âyet’i destekleyen bazı Hadîs-î Şerifleri inkâr noktasına gelebiliyor kadınlar.

“İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, nın kocasına secde etmesini emrederdim...”

Mesela bu Hadîs-i Şerifi pek çok kadın “Sahih değildir...” diyerek kabul etmiyor Oysa Hadîs-i Şerîf sahih, kaynakları da sağlam. Riyâzu’s-Sâlihînden aldığım Hadîs-i Şerif kaynak ola­rak Tirmizî-Radâ 10; Ebû Dâvûd-Nikâh 40; İbni Mâce- Nikâh 4’te yer alıyor.

Buradaki secdenin Allah’a yapılan secdeyle elbette hiç alaka­sı yok. Peygamber’imiz bu Hadıs-i Şerifle ailede muduluk için kadının kocasına saygı duymasının ne kadar gerekli olduğuna dikkat çekmiş. Arapçada çok kullanılan “teşbih” sanatı yapılmış.

“Ne yani, şimdi biz kocalarımıza itaat edeceğiz; onlar da bizi paspas gibi ezecekler; öyle mi?” diyenler var.Allah’a karşı ne kötü bir zan! Rabb’im kadının ezilmesini ister mi?

Yaradan’ımız kadının kocasına itaatini emretmişse el­bette bunda pek çok hikmetler vardır Kadına, itaat emredilirken, erkeğe kadını ezme hakkı verilmemiş, koruma ve kollama duyguları verilmiş...
Karşılıklı haklar var.

Bakara 228. Âyet-i Kerîme’de buyuruluyor ki:

“Erkeklerin kadınlar üzerinde ma’ruf (meşru olan) hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve mesuliyetleri bakımın­dan) bir derece fazladır. Allah mutlak galiptir, hüküm ve hik­met sahibidir.”

Kadına, kocasına saygılı olması emredilmiş. Bu emir kadı­nı ezmek için değil, korumak için... Kadın kendinden güçlü yaratılmış erkeğin karşısında ancak ona yumuşak davranarak kendini koruyabilir. Nitekim “Yumuşak ipeği en keskin kılıç bile kesemez.”

Kız çocukları ve erkek çocukları farklılıktan üzerine yapılan bir araştırmadan çıkan sonuca göre kız çocukları sevgiye, erkek çocukları saygıya değer veriyor. Biz bütün çocuklar sevgi ister zannediyoruz. Oysa erkek çocukları saygıya daha çok değer veriyor. Saygı isteği erkekliğin temelinde var.

Kadın erkeğe saygı göstermeli, erkek de karısından sevgisi eksik etmemelidir. Yaradan’ın kurduğu nizam böyledir, tersine kürek çekerek asla mutlu olamayız. Fakat günümüzde maalesef ki kadınların çoğu, erkeklerle mücadele etmeyi bir maharet zannediyorlar. Erkeğe itaat bir “geri kalmışlık” gibi addediliyor Bu da ailenin düzenine ciddi zararlar veriyor. Neticede kadınlar mutsuz, erkekler kırgın...

Erkekler sert yaratılmışlar; fakat kaba değil. Arada çok bü­yük bir fark vat Kadın erkeğin sert tabiatını, filmlerdeki ro­mantizm sosuna batırılmış erkeklere bakarak “kabalık” olarak yorumluyor ve erkeklere kızgınlık besliyor. Kabalık aile terbi­yesiyle alakalıdır ve kadın da erkek de kaba olabilir. Kabalık yaratılıştan değildir.

Biz kadınlar, bir şey işimize gelmezse içimizi rahatlatmak için çıkış yolları ararız. Allah'ın emrini inkâr edemeyeceğimize göre âhirete kadar kendimizi oyalayacak sebepler bulmamız lazım ki iç sesimiz bizi dürtüp rahatsız etmesin...

Bulmak istersek bahane tükenmez: “İtaat etmiyorsam se­bebi var canım. Allah böyle bir kocaya itaati emretmemiş- tir herhâlde. Bu adam geçmişte bana şöyle şöyle haksızlık yapmıştı. İlmî ehliyeti yok. Namazını ancak kılıyor. Gelsin Peygamberimiz gibi bir erkek, ona itaat edeyim.

Allah (cc) bir âyette “İyi kadınlar, iyi erkeklere itaat ederler” buyurmuyor. İtaat edilmesi gereken erkeklerin vasıfları sayıl' mamış. Şu hâlde kadının koca olarak kabul ettiği erkek, saygıyı hak etmiş oluyor...

Kadın ya kocasına saygılı olacak ya da onu koca olacak va­sıflarda görmüyorsa boşanacak. “Hem yaşarım hem de adamı adam yerine koymam, süründürürüm...” gibi üçüncü bir alter­natif, dinimizde yok.

Pek çok dindar kadın kocasını beğenmiyor, takvalı bulmuyor. Kimi kocasının nafile oruç tutmamasından, kimi televizyona bakmasından, kimi müzik dinlemesinden, kimi çok kitap okumamasından dolayı derdi.

Kocalarını kendileri kadar asil bulmadıkları için onları basit zevkleri olmakla suçlayıp aşağılayan ve kocalarından daha fazla ibadet ettikleri için de kendilerini pek bir takvalı ve sâliha hanım zanneden kadınlar çok.

Oysa Allah (cc) “Sâliha hanımlar kocalarına gönülden itaat ederler.” buyuruyor. “Kocalarını kendilerinden aşağı görürler.”demiyor.

Velev ki bilgi, zenginlik, tahsil gibi hususlarda kadından daha geride olsa bile mademki Rabb’imiz erkeği aileye idareci olarak seçmiş, her hâlukârda kadın kocasına itaatli ve saygılı olmak zorundadır.

“Teşbihte hata olmaz.” derler, üniversite mezunu bir çalışa­nın ilkokul mezunu diye patronunu beğenmeyip istediklerini yapmaması, isyankâr olması mümkün müdür? Ya orda çalışmayacak ya da patron olarak onu kabul ediyorsa saygılı olacak.

Çalışan kadın, iş yerinde patronuna gayet saygılı, onun tahsilini sorgulamıyor. Maaşım alabilmek için patronun emirlerini yerine getiriyor ve kendini ezik falan hissetmiyor. Fakat aynı kadın eve gelince kocasının iki sözüne tahammül edemeyip saygı sınırlarını aşıyor. Allah’ın emrine karşılık, patronun parası daha öne geçebiliyor maalesef. Hâlbuki eşi de ailenin maddi-manevi mesuliyetini taşıyor.

Bizden önceki nesilde erkeğe saygı vardı; fakat bu gönülden bir saygı değildi çoğu kez. Kadınlar erkeklerden korktukları için onlara zoraki saygı duyarlardı. Erkek düşmanlığının üzerine güzel bir saygı inşa etmek zaten zordur.Kadın kocasının karşısında konuşmaz; ama bunu kendine dert eder, içinde biriktirir.

Mutfağa gitse çocuklarına kocasının ardından konuşur çocukları babasına düşman eder; komşuya gider, kocasını çekiştirir. Ezik psikolojisi içinde yaşar.Oysa Allah zoraki bir itaatten bahsetmiyor. Gönülden yapılacak bir itaat istiyor. Çünkü “Gönülsüz aş ya karın ağırtır, ya baş.”

Allah (cc) bu âyette saliha kadınları “kaanitât” olarak vasıflandırmıştır. “Kunut” severek isteyerek itaat üzere olmak, demektir “Zoraki,hoşlanmayarak, içinde sıkıntı duyarak ara sıra yapılan bir itaat” değil tam aksi, yani “isteyerek, severek, içinden gelerek itaat edilmesi” Rabb’imizin istediğidir.

Bu da ancak nefsine tapınmayan ve Allah'ın rızasını isteyen mü’min hanımlar için mümkündür. Çünkü evin reisini erkek olarak Allah(cc) tayin etmiştir. Neticede kocaya itaat Allah’a (cc) itaattir; Mü’mine kadın bunu seve seve, Allah rızası için, gönülden yapar.

Ayrıca kadının kocasına itaat etmesi ailede hep erkeğin sözü geçecek, kadının istedikleri hiç olmayacak demek değil­dir.

Kadın istediklerini kocasına tatlı tatlı yaptırabilir. Kadın yine itaat etmiş olur. Ayet-i kerime ile kadının kocasının kar­şısına dikilmesi, ona bağırması, onunla kavga etmesi, inatlaş­ması yasaklanmış. Kadın psikolojisini düşündüğünüz zaman bu tavır, önce, hissî yaratılmış kadını yorar, yıpratır. Güzel söz çok işe yarar: Gerginliği giderir, kavgayı önler. Aksi aksi, dik dik söylenmiş söz doğru bile olsa kalp kırar, ailelerin dağılmasına sebep olabilir.

Kocaya hizmet ve saygı, gönlünü hoş etmek çok sevap oldu­ğu gibi kadın böyle yaparsa kendi de sevgi-saygı görür. “Güzel söz sahibine sevap kazandırır ve sadaka yerine geçer.” buyuru­yor Peygamberimiz, Edep olarak büyüğe, hocaya, kocaya ters ters konuşmak, karşılık vermek uygun bir davranış değildir.

Ayet-i Kerîme itaat emrinden sonra şöyle devam ediyor:

“Hem de Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri gizlide de (kocalarının olmadığı yerde de ırzlarını ve kocalarının mallarını) koruyanlardır.”

Kadınlar, namuslarını ve kocalarının mallarını korur, kocalarının sırlarım ifşa etmez ve kocalarıyla kendileri arasında gizli hâlleri başkasına anlatmazlar. Allah’tan korktukları için, koca­ları olmadığı zaman bile onların haklarını korurlar.

Elimizde Yaradan’ımızın mutluluk reçeteleri var, daha niçin mutsuzuz ki? Kadınlar için ilaç biraz acı gibi görünüyor; ama o ilacı almadan şifa mümkün değil...

Sema Maraşlı - Sevmek Bu Kadar Güzelken
Devamını Oku »

Kadına Otorite Yakışır mı?



Kadın ve erkek eşitliğine dair, Rabb’imiz şöyle buyuruyor;

'Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri arzulamayın, erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın lütfundan isteyin. Allah hakkıyla bilendir.” (Nisâ Sûresi / 32. Âyet)

“Sizi birbirinizden farklı noktalarda üstün yarattık, birbirini­ze özenmeyin.” buyrulmuş, daha bunun üzerine söyleyecek söz yok. Her iki cinse ne lazımsa verilmiş.

Erkekler hükümet gibi, kadınlar gizli devlet gibi.

Görünen açık güçler erkeklere verilmiş: cesaret, liderlik vas­fı, mali güç, beden gücü...

Gizli güçler de kadınlara verilmiş: kurnaz bir zekâ, küçük şeyleri gözden kaçırmamak, iletişim yeteneği, anne olma...

Materyalist bakışta, görünmeyen güçler, göz ardı ediliyor. Kabul edilen, görünenin varlığı. Tahsil ve maddi güç... Kadı­nı güçlendirelim, erkeklere ihtiyaçları kalmasın. Oysa her ne olursa olsun kadın erkeğe, erkek kadına farklı noktalarda her zaman muhtaç olacaklar.

“Sizi birbirinizden farklı noktalarda üstün yarattık.” Yani ya­ratılış olarak kadının erkeğe, erkeğin kadına bir üstünlüğü yok, iki cinsin birbirinden üstün olduğu sahalar var. Mesela kadınlar beynin sağ tarafını daha çok kullandıkları için duygusal konu­larda ve iletişim konularında erkeklerden daha üstündürler;

Erkekler ise beynin sol tarafını daha çok kullandıkları için sistematik düşünme ve mantık sahalarında kadınlardan üstündürler.

Kadın- erkek farklılıkları incelendiğinde pek çok noktada  iki cinsin birbirlerinden farklı ve üstün yönleri ortaya çıkar.

Rabb’ımiz Ayet-i Kerîme'de buyurduğu gibi herkese gerekli olanı vermiş ve “Birbirinizdekileri arzulamayın, onun gibi olmaya çalışmayın...” ve “Allah'ın fazlından isteyin...” buyruluyor, yani  kendinize verilen meziyetleri geliştirmeye çalışın.

İnsan olarak eşitiz. Kanunlar önünde kadın-erkek nasıl eşitse, dinen de bu böyle. Suçlara verilecek cezalarda ya da iyiliklere yapılacak mükâfatlarda kadın-erkek ayırımı yok.

Kadınlar, eşit olalım derken, çoğu zaman otoriteyi kendi ellerine alıyorlar, farkında değiller. Otorite kadına değil, erkeğe yakışan bir şeydir. İş yerlerinde yapılan araştırmalarda çalışan kadınların çoğu, kadın idareci istemiyorlar, erkek idareciyi ter­cih ediyorlar.

Kadın idarecilerin otoriteyi sağlamak için erkekleşmeleri ge­rekiyor; fakat bu da fıtratla çatışmaya sebep olduğundan tam olarak yapamıyorlar. Bu durum iş yerinde çalışanlara ve idareci kadınların aile hayatlarına zarar veriyor. Dışarıda idarecilik ya­pan kadınlar evde de idarecilik yapmaya devam ediyorlar. İda­reci kadınlar iş yerinde otoriteyi asık yüzlü durarak sağlamaya çalışıyorlarmış.

Oysa erkekler için idarecilik yaradılışlarında var olan bir şey olduğu için erkek idareciler güler yüzlü olmaktan ve çalı­şanları ile şakalaşmaktan, onlara yakın davranmaktan korkmuyorlarmış.

Evde idareyi ele almaya heveslenen pek çok hanım da oto­ritelerini kabul ettirmek için iş yerindeki idareci kadınların me­todunu kullanıyorlar: asık yüz... Kadınlar çocuklarına ya da eşlerine kızdıkları zaman kendi otoritelerini göstermek için hemen yüzlerini asarlar. Oysa bu hiç iyi bir metot değildir. Kadının kendi ruh sağlığı bozulmaya başlar. Kadın canı sıkıldığında üzüldüğünü gösteren bir yüz ifadesi ile durumu anlatsa problemler daha çabuk çözülür. Kadının kızgınlık ifadesi takınması evde güç çatışmasına sebep olur.

Dünyanın pek çok farklı ülkesinde de bunu anlatan ataşe­leri vardır:

“Mutlu evlilik, erkeğin baş, kadının kalp olduğu evliliktir.” (Portekizler)

“Kadın pantolonun bir bacağını istiyorsa, pantolonun iki bacağı da gitmiş demektir.” (Frizce)

“Bir kadın kendi eteğiyle kocasının pantolonunu ayırt ede­biliyorsa akıllıdır.” (İskoçlar, Britanya)

“Hakların denkliğinden kavga doğar.” (Cenap Şehabettin) “Bir milletin başında iki iyi lider olacağına, bir kötü lider olsun.” (Napolyon)

Yani ailede iki lider mümkün değildir. Her kurumda bir baş­kan vardır. Her arabada bir direksiyon ve tek şoför vardır. İki direksiyonlu, iki şoförlü araba olmaz, yapılsa da onunla hiçbir yere gidilemez.
Eşitlik davası ile kadınların çoğunda erkeklere karşı aşağı­lık kompleksi oluşturdular. Kadınlar sürekli erkeklerle eşit olduklarını yahut onlara üstün olduklarım ispat etmeye çalışıyor­lar» bu uğurda ciddi mücadelelerle hayatlarını heder ediyorlar.

Günümüzde aksaklık erkeğin evde idareci olması noktasın­da başlıyor. Feminist kadirim kabul etmek istemediği gerçek bu. Çünkü Feministler pederşahi (ataerkil / patriarcal) sistemi yok etmek istiyorlar. Erkeğin idareci olduğu aile sistemi yerine ka­dının idareci olduğu maderşahi (anaerkil / matriarcal) sistemi getirmeye çalışıyorlar. Bu da daha fazla asık yüzlü ve kızgın ka­dın demektir. Yaratılışa uymayan roller kimseyi mutlu etmez.

Bir evde iki otorite olamayacağı için kadın otorite olduğun­da erkek kendi otoritesinden vazgeçmek zorunda oluyor. Ka­dın, erkek rolünü alınca erkek de kadın rolünü almaya başlıyor. Kadın evde reis olunca çocuklarına da babalık yapmaya başlı­yor. Normalde çocuklar anneden sevgi almalılar; babadan oto­rite... Dominant annelerde büyüyen çocuklar, anneden sıcacık bir sevgi alamıyorlar, sevgi eksikliği yaşıyorlar. Evde izin mercii anne, kurallar koyan anne, neyin yapılıp yapılmayacağına karar veren anne, kızan ve cezalandıran anne olunca çocuk anneye kızgınlık duymaya başlıyor.

Kendi kocalarına reislik yapan bazı kadınlar; kocalarının ço­cuklarına hâkim olmasını, çocuklarının babaya saygı duyması­nı, yanlış yapacağı zaman babayı hatırlayarak çekinip korkma­sını istiyorlar; fakat çocuklar da annenin koca olarak saymadı­ğı adamı baba olarak saymıyor ve ondan çekinmiyorlar. Günü­müz gençliğinin problemli tiplerden meydana gelmesindeki en mühim sebeplerden biri de annelerin otorite olacağım diye ço­cuklarına yeterince sevgi vermemesi ve erkeğin ailede itibarını kaybetmesidir...

Kocasına saygılı davranmayan, onun evde reis olmasını ka­bul etmeyen pek çok kadın kendi oğulları evlendiğinde oğullarının gelin tarafından saygı görmesini bekliyorlar. Oğullarına “Karından korkma, erkek ol, sözünü dinlet!” diye öğütler veri­yorlar. Oysa pasif baba, reis anne ile büyüyen erkek çocukları da kendi evliliklerinde “kavvam” olmakta zorlanıyor, ekseriyetle eşleri tarafından idare ediliyor, çoğu zaman da eziliyorlar.

Sema Maraşlı - Sevmek Bu Kadar Güzelken
Devamını Oku »

Kadın, Hakkını Değil, Aklını Kullanmalı

Kadın, Hakkını Değil, Aklını Kullanmalı


“Yoksa her umduğu şey insanın kendisinin mi olacaktır" (Necm / 24)

Umduğumuz her şeye sahip olmak istiyoruz, elde edemeyince de sevdiklerimize ve hayata karşı kırgın oluyoruz.

Haklı olmak mı, mutlu olmak mı? İkisi arasında tercih yapmak zorunda kalsanız hangisini seçerdiniz?

İkisi bir arada olursa pek güzel olur; ama bu pek mümkün olmaz. İmtihan dünyası olması sebebiyle...

İnsan kendine iki dünya kurmalı;

1. Sevdiklerimizle kurduğumuz dünya
2. Sevdiklerimiz haricinde kurduğumuz dünya

Dış dünyada hak aramak lazım. Mü’min ne hak yer, ne de hakkını yedirir.

Alkol, uyuşturucu, ruh hastalığı gibi sebeplerle eşlerinden zulüm gören kadınlar bu yazının mevzusu değil.

Uğradıkları haksızlığa karşı onlara yardım etmek gerek. Onların da haklarını aramaları gerekir.

Ancak sevgi bağı olan yerde hak davası güdülmemeli. Yoksa sevgiyi kaybederiz. Evliler bilirler, haklı olmalarına rağmen mutsuz biten ne çok hâllere düştüklerini. Mühim olan, haklı olduğu hâlde sevgiyi ön plana almak, sevdiğini üzmemek için onu düşünerek hatayı görmemek.

İnsan kendini bütün iyi şeylere layık görür ve hepsini yaşamak ister.Umduğumuz şeylere kavuşmak istiyoruz. Hayal ettiğimiz evliliği yaşamak istiyoruz. Neyin hak, neyin hak olmadığı, kime göre hak, kime göre haksızlık olduğu, evlilik sahnesinde keskin çizgilerle belli olmaz. Bu, kişilere göre değişir.
Kendi hatalarımızı görmediğimiz için de haksızlığa uğradığımızı düşünüyor olabiliriz. Olanlara hep kendi penceremizden bakarız; görmek istediğimiz kadarını görürüz ve başkalarına da öyle anlatırız. Bir de karşıdakinin penceresinden bakmak lazım.

Kime göre haklısın? Kendine göre...

Bazen iki taraf da haklı olabilir.

Erkek “Karım çok çabuk yüzünü asıyor. Çok şey beklemiyorum, sadece bir güler yüz istiyorum, buna da hakkım vardır herhâlde.” diyor.

Kadın da buna benzer şeyler söylüyor: “Akşam eve iş sıkıntılarını getirmesin. Asık yüzle gelmesin, bir güler yüz de beklemeye hakkım yok mu?” diyor.

Kadın “Her gün evde kahvaltı yapıyorum, pazar günleri ol­sun dışarıda kahvaltı yapmaya hakkım var.” diye düşünüyor.

Erkek “Her gün dışarıdayım haftanın bir günü şöyle evimde ayaklarımı uzatayım, rahat rahat kahvaltımı yapayım, gazete­lere bakayım; her gün çalışıyorum, bir gün dinlenmek benim de hakkım.” diye düşünüyor.O zaman ne olacak? Gezmek için bile olsa erkek dışarı çıkmayı bir yorgunluk olarak görebilir.

Kocanız işten yorgun geldi ve bir sebeple kızdı bağırdı. Hiçbir suçunuz yok, siz haklısınız, şimdi ne yapmalısınız? Karşısında siz de mi bağırmaksınız?

Farz edelim ki karınıza “Şu saatte seni alacağım...” dediniz.

-O da Tamam... dedi. Siz o saatte oradasınız, ama karınız yok,sizi bekletti; ne yapmaksınız? Bağırıp kalbini mi kırmalısınız,yoksa sabırla beklemeli misiniz?

Bu anlarda haklılığı değil mutluluğu ön plana almak gerekir Yaptığımız iyiliklerin karşılığını hemen görmek istiyoruz.

Oğluna çok düşkün bir anneye “Bu kadar üstüne düşmeyin artık evlenme yaşına gelmiş. Evlenince de böyle yaparsanız gelininiz kıskanır.” dedim. Kendinden çok emin bir şekilde “Be­nim gelinim iyi olacak; çünkü ben kayın-validemle çok güzel anlaştım, çok hizmet ettim.” dedi.

“Yaptıysan bir iyilik, karşılığım mutlaka dünyada alacak­sın; yaptıysan bir kötülük onun cezasını da mutlaka dünyada çekeceksin...” diye bir kaide yok. Neticede biz bu dünya için yaratılmadık. Gerçek bayat ölüm sonrası olduğu için de yaptık­larımızın karşılığım esas orada bulacağız.

Velev ki gerçekten haksızlığa uğradık; Allah’ın (cc) bir ismi de “ÂdiTdir. Allah adalet sahibidir, haksızlık ve zulüm yapmaz. Haksızlık ve zulme maruz kalan kişi bağışlamadıkça da haksızlık edenleri bağışlamaz. Allah’ın (cc) “Adil” olması bütün suçların cezasını veya iyiliklerin mükâfatını dünyada vereceği manasına gelmez. Bazılarını hem dünyada hem ahirette, bazıla­rını ise sadece âhirette verebilir.

Nisa 40. Âyet-i Kerîme’de: “Şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık etmez.” buyruluyor. Dışarıdan bakıldığı zaman haksız­lık gibi görünen davaların altında kim bilir ne hikmetler vardır, bilmiyoruz.
Yaptıklarımızın karşılığını dünyada beklemek bizi depres­yona sokuyor, kırgın ve kızgın yapıyor. Psikologlara giden ka­dınların çoğu maddi imkânı iyi hanımlar ve çoğu eşlerinden şikâyetçi. Ortada dayak şiddet falan yok fakat çoğu, kocaları tarafından haksızlığa uğradığım düşünüyor. “Ben ne hata yap­tım?” diye kendini hesaba çeken pek olmuyor.

Aslında bu kadar hak davasına düşmemiz, bir noktada da iman zayıflığımızı gösteriyor. Bir sonraki hayata olan inancımız yakîn» sağlam bir iman olsa haksızlık karşısında bu kadar öfkelenmeyiz.Demek ki âhiretimiz hakkında ciddi endişelerimiz var; Âdil olan Rabb’imize tam güvenemiyoruz ki adaleti kendi elimizle sağlamaya çalışıyoruz.

Kaderle sürekli kavga hâlindeyiz. Yaşadıklarımızı bir türlü kabullenemiyoruz. “Ben bunu hak etmedim. Ben daha iyi bir kocayı hak ediyorum. Ben daha güzel bir kadım hak ediyorum. Ben bu davranışları hak etmiyorum. Bunları yaşamamam la­zımdı.” Al eline bir kalem, yaz kaderini o zaman!
Hakkımızın yendiğini düşündüğümüz zaman açık veya gizli cezalandırmalara başlıyoruz. Eşimizi cezalandıralım derken as­lında en çok kendimizi cezalandırmış oluyoruz.

Kocasıyla olan problemlerini anlatan bir hanıma “Eşinizle çok inatlaşmışsınız, biraz alttan alsaydınız, tamam deyiverseydiniz...” demiştim; o da “Aaa, biz Cumhuriyetken beri bu ka­dar kadın hakkını erkeklerin karşısında susalım diye almadık!” diye karşılık vermişti. Şimdi boşandı, tek yaşıyor, kedi sesinden bile korkuyor. Pek esip gürleyen kadın hakları şampiyonları onu korumuyor!

Sahi, Cumhuriyetten beri bu kadar “kadın haklarının bize niye verdiler ki? Erkeklerle mücadele edelim diye mi? Ortalık, haklarını bilen yalnız ve mutsuz kadınlarla dolu. Tabii bir de eşiyle hak mücadelesi yapmaktan yorulmuş bezgin kadınlarla...

Haklar meselesi konuşuldukça kışkırtıcı oluyor: “Hakkım var, o hâlde almalıyım...” Kimden ne alıyoruz? Sevgi bağı olan yerde hak çetelesi tutulur mu? Hak davası ya mezarda biter veya mahkemede.

Kadınlar “Aman kocamız bizi ezmesin!” diye korkularından eşleriyle sürekli mücadele ediyorlar: Bunun sonunda da kadınların, kocalarının ezmesine gerek kalmıyor, kadınlar kendi kendilerini gayet güzel eziyorlar.

Haklar değil vazifeler konuşulmalı. Kadın ve erkeğin sevgilerini yaşatmak için, mutlu bir evlilik hayatı yaşamaları için tvler yapmaları gerekir, bunlar konuşulsun ki insanlar yapmadıkları, unuttukları varsa hatırlasınlar, eksiklerini tamamlasınlar Hakları konuşmanın kime ne faydası oldu bu güne kadar?

Allah kadına iletişimle donanımlı müthiş bir zekâ vermiş. Kadın, hakkını değil, aklını kullanarak gayet güzel mutlu olabilir.

Kadın haklarını değil, kadın olmayı konuşmalıyız. Kadınlar olarak birbirimize destek olmalı ve kurulan tuzaklara düşmemek için çalışmalıyız. Bize öğretilen bütün yanlışları unu­tup, fıtratımızda var olan fakat üzerine toprak atılan orijinal kadını ayağa kaldırmalıyız. Modernlik çukurunda boğulma­yalım diye...

Hak ettiklerimizi değil, yaşamamız gerekenleri yaşıyoruz. Bizi olgunlaştıracak, çiğlikten kurtaracak hayatı yaşıyoruz. 0 hâlde, söylenmeden, şikâyet etmeden yaşamalı değil miyiz? Şikâyet ederek yaşamayı seçersek yaşadıklarımızın içindeki almamız gereken dersleri, incelikleri kaçırırız.

“Hamdım, piştim, yandım...” demiş Mevlâna. Eğer pişerken sızlanıp dırlanırsak, feryad-u figan edersek, tadımızı bulmadan, çabuk yanarız, öyle değil mi?

Sema Maraşlı - Sevmek Bu Kadar Güzelken
Devamını Oku »

Özgürlük Adı Altında Sapkınlıklar



“Onlara Allah’ ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim.” diyor şeytan, insanları yoldan çıkarmak için neler yapacağını anlatırken, bu söz üzerine Allah( c.c) :

“Kim de Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinirse gerçekten o apaçık bir ziyana uğramıştır.” buyuruyor

Nisa suresi; 19. Âyet-i Kerîme de.

Tefsirlerde yapılan açıklamalara göre şekilce kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışacaklar. Organlarını yaratılış vazifesi dışında ve tersine kullanacaklar. Bıyıklarını ve sakallarını yolacaklar, suratlarını boyayacaklar, her iki cins de kılıklarını değiştirecekler.

Bu söylenenlerin hepsini de son dönemlerde maalesef çok görüyoruz, okuyoruz. Fakat belli ki bundan sonra daha da artacak.

Geçen hafta Amerika’da eşcinsel evliliklere izin veren yasa çıktı. Ülkemizde yıllardır eşcinselliği gündemde tutan, onlarla röportaj yapan, kendi cinsi ile birlikte olmayı halka normal bir tercihmiş gibi sunmaya çalışan, özendiren medya kuruluşlarının yazarları karara övgüler diziyor bir kaç günden beri.

İslami çevreden ise bir kaç yazar dışında pek ses çıkmadı. Görmezden gelmek neyi değiştiriyor?

Bizim gözümüzü kapamamız gerçekleri değiştirmiyor.

Eşcinsellik büyük bir tehlike olarak gittikçe yaygınlaşıyor. Malum medya tarafından gençlere bir sapkınlık olarak değil özgürlük olarak sunuluyor. Son yıllarda çekilen filmlerin içine eşcinsel espriler ve sevimli eşcinsel karakterler yerleştiriliyor. Hatta yıllarca çocuklara saf saf izlettirilen çizgi filmler de bile eşcinsel karakterler ve eşcinsellik propagandası olduğu son yıllarda ortaya çıktı.

Ailelerin normal cinselliği bile anlatamadığı, konuşamadığı bir toplumda ergenliğe giren gençler kafalarına takılan soruları internetten araştırıyorlar. Fakat cinsellikle ilgili doğru düzgün bilgi veren siteler çok az olduğu için ergenlerin önüne porno siteler ve sapık ilişkiler çıkıyor. Cinselliği pornodan öğrenen gençlerin cinsellikle ilgili ne kadar doğru yönelim içinde olacakları ise araştırılması gereken bir konu. Devletin neden bu siteleri yasaklamadığını da anlayabilmiş değilim.

Geçen yıllarda dini yaşama gayreti içinde olan muhafazakar bir arkadaşım, lisedeki oğlunun sevgilisi olmadığı için kaygılandığını söylediğinde şaşırmıştım. Sebebini ise şöyle açıklamıştı. “Erkek arkadaşları ile ilgili tuhaf espriler yapıyor, korkuyorum.” demişti. Arkadaşımın kaygısını konu ile ilgili karşıma çıkan örnekleri gördükçe daha iyi anlıyorum. Fakat dindar ailelerin çoğu bu konuyu kendi ailelerinden, evlatlarından çok uzak gibi değerlendirdikleri için en yakınlarının cinsel yönelimlerinin farkında olmayabiliyorlar. Ayrıca yolu düzeltmek için herkesin ayağının taşa çarpması gerekmiyor. Müslüman sadece kendinden ve ailesinden değil, bulunduğu toplumdan da sorumludur.

Amerikan başkanı Obama eşcinsel evliliklere izin veren kanunun “Özgürlükler adına bir zafer” olduğunu söyleyerek çıkardıkları kanunla övünmüş. Amerikan halkının yüzde 61 i eşcinselliği normal kabul ediyormuş. Bu özgürlükler ülkesi Amerika da normal evlilik oranları yerlerde sürünüyor, her 13 dakikada bir kişi intihar ediyor. Yaşayanlar uyuşturucu, alkol ya da antidepresan haplarla ayakta durmaya çalışıyor. Çıkmışlar özgürlükler ülkesiyiz diye övünüyorlar. Bir de utanmadan hoşgörü bekliyorlar.

Eşcinselliğin son yıllarda dünyada ve ülkemizde de yaygınlaşmasının sebepleri, arkasındaki lobiler, destekleyen güçler, kullandıkları metotlar mutlaka araştırılmalı. Bu tehlikeye karşı gözlerimizi kapatmak yerine, kavimleri yok eden bu büyük günahtan gençlerimizi korumak ya da kurtarmak için ne yapılması lazım ona bakmak gerek artık. Neslimizi korumak için kafa yormalı, acil tedbirler alınmalı.

Tabii bunun içinde biraz cesaret lazım. Zira bu konu ile ilgili yazanlar, konuşanlar eleştiri, küfür, hakaret bombardımanına tutularak sindirilmeye çalışıyor.

Geçen aylarda yazdığım “Erkekte Kadın Özentiliği” en çok tepki çeken yazım oldu. İnternetten hakaretler, küfürler, makyaj yapıp fotoğrafını bana gönderen ergen genç erkekimsiler. kadınımsılar… Bir alınmışlar, bir alınmışlar…Kendi adıma değil o hale gelmiş insanlarımız için üzüldüm.

Zira “Söz sahibini bağlar.” Kişinin içinde ne varsa dışına o akar, temiz ise temiz su, lağım varsa pislik akar. Söz sahibini temsil eder, ben üzerime hiç almıyorum. İnternet başında sahte kimliklerle, salyalarını köpürterek etrafa saldıran şer odaklarının maşaları ise beni doğru bildiklerimi yazmaktan vazgeçiremezler Allah’ın izni ile.

Yaratılıştan ters olan her şey sapkınlıktır. Allah Rasulü “Kadına benzeyen erkeğe ve erkeğe benzeyen kadına lanet etmiştir.” Önce eşcinselliğe götürecek yolları yasaklamıştır fakat düşman sinsi bir yolunu bulup sızıyor. Biz Müslümanların da artık uyanması lazım.

Sema Maraşlı
Devamını Oku »