Kemalist Ulus İnşa Süreci

Kemalist Ulus İnşa SüreciKemalist ulus inşa sürecinde, Osmanlı imparatorluk masla­hatlarına göre teşekkül etmiş Islâmcılık ve Türkçülük tarihin çöp sepetine atılırken, yerlerine, yeni ferdî ve kolektif kimliğin belirleyicileri olarak milliyetçilik ve medeniyetçilik esasları ika­me edilmiştir. Safa’nın da tespit ettiği gibi, tüm Kemalist re­formlar bu iki önermeden doğmuştur. Millî hakimiyetin tesisi ve Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu, saltanat ve hilafetin ilga­sı, millî iktisat siyaseti, Türk tarihinin Orta Asya kökenine uza­tılması ve Osmanlı-İslâm geçmişinin dışlanması, Güneş-Dil Te­orisi, Soyadı Kanunu, ezanın Türkçeleştirilmesi vb. adımların tümü, Kemalist ulusçuluk ilkesinden kaynaklanmıştır.

Medeniyetçilik şiarından türeyen Kemalist reformlar ise la­ikleştirmeye ilişkindi: Şeyhülislâmlığın kaldırılması, dinî mah­kemelerin ve medreselerin kapatılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, okullardan din derslerinin kaldırılması, dinî mev­zuatın yerine batılı kanunların ikamesi, çok evliliğin kaldırıl­ması, şapkanın millî başlık olarak kabulü, alaturka müziğin öğretilmesi ve çalınmasının yasaklanması, opera, bale, çok ses­li müzik, Batı tipi resim ve Mustafa Kemalin heykellerinin di­kilmesinin teşviki, Hıristiyan takviminin kabulü ve Batı giyi­minin ve adabı muaşeretinin resmileştirilmesi. Medeniyetçiliği Batıcılıkla, medeniyeti Batıyla özdeşleştiren Kemalist çağdaş­laşma projesi, İslâm’dan ve İslâmîleşmiş kültürden arındırıl­mış yeni ulusal Türk insanını, yeni Türk ulusçuluğu vasıtasıy­la Batı/Hıristiyan enternasyonali içine yerleştirmiştir.

Kemalist çağdaşlaşma projesinin ana amacı, evrensel geliş­me modeli olarak algılanan Batı gelişme modelinin monolitik kavranışı ekseninde “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” olarak ifade edilmiştir. Kemalist ulusçular için tek bir gelişme modeli vardı; çünkü gelişme potansiyeline sahip olan tek bir toplumsal-siyasi sistem bulunmaktaydı. Bu gelişme modelinin adı "Batılılaşmaktı". “Batı,” Kemalist çizgi için, her türlü çeliş­kiden arınmış, “moral” problemleri çözmüş, “insanlık durumu”nun mümkün olan en iyi formu, “tarihin sonu”ydu. Ke­malist çağdaşlaşma projesi, klasik oryantalizmin self-kolonizasyona dayalı bir adaptasyonudur.

Aydınlanma felsefesinin Avrupa merkezli karakteri, “iyi” Batı, “kötü" Doğu ikiliğini siyasî düzeye taşıyarak sömürgeciliğe bir meşruiyet temeli sağlamıştı. Kemalistler de bu meşruiyet zemi­nine yaslanarak, “beyaz adam”ın yükünü omuzlamış ve Cum­huriyetle birlikte nesnesini “halk”, öznesini “Kemalist aydınlan­mışların oluşturduğu bir self-kolonizasyonla, yeni baştan bir toplum “yaratma” ameliyesine girişmişlerdir. Doğu toplumlarını, değişimi kendi iç dinamikleriyle üretmesi imkânsız, bu yüz­den daha “iyiye,” dolayısıyla “ilerlemeye” kapalı, statik ve irras­yonel olarak tasvir eden bu yaklaşım, Osmanlı özelinde, bu du­rumdan İslâm’ı sorumlu tutuyordu. Bu yüzden, resmî din ola­rak Hıristiyanlığın kabulü bile “Kemalist ulusçu seçkinlerin” çözüm portföyünde yer almaktaydı. Batı, bu “zayıf tarihsellik” durumunu,giderebilecek tek değişim aktörü olarak kendisini görürken, Kemalist uygulamada, doğrudan “Batı”nın yerini, Ke­malist yönetici sınıfın temsil ettiği “vekaleten” Batı almıştır.

Gelişmeye engel İslâm anlayışı, Kemalist geleneğin laik “ref­lekslerine” paralellik arz etmiştir. “Kendi cemaati içinde kültür olarak îslâmın ‘baskıcı’ kayıtlarından kişiyi azade kılarak” ye­ni bir “ulusal insan” oluşturmayı hedefleyen Kemalist laiklik, dinin, hem siyasî hem de sosyal görünürlüğünü “sıfırlayarak,” onu “vicdanlar” ve “mabetlere” sıkıştırmış; sıkıştırmanın nes­nesi konumundaki dini de yine kendisi şekillendirmeye çalış­mıştır. Dinin bu total “özelleştirilmesi”, Kemalist Türkiye’ye pozitivist bir anıtkabir görüntüsü vermiştir.

Dinin sosyo-politikalarından kovulmasıyla doğan boşluk, din alarak algılanan “milliyet duygusu” ile doldurulmaya çalışıl­ma dinî-hanedanî siyasî-kültürel sistemin yerini cumhurî-laik sistem almıştır. Buradaki “cumhurilik” reel değil, sembolik bir mahiyet taşımış, görünür meşruiyete zemin sağlamıştır.

Hiç şüphesiz, Kemalist seçkinlerin kökendeki meşruiyetlerini Millî Mücadeledeki konumları sağlamıştır. Mustafa Kemal Pa­şa ve “kadrosu”, Millî Mücadelede cumhurî-laik duruşun tam tersi olan “sultanî-dinî” bir duruşu, taktik gereklerle benimse­miş, iktidar zeminini sağlamlaştırdıkça da, stratejik yönelimin açılımlarını kuvveden fiile çıkarmışlardır.

Millî Mücadele sonucunda siyasî bağımsızlığın sağlanmasını, sosyopolitik, kültürel ve ekonomik “ıslahat” tedbirleri izlemiş, zedelenen kolektif onuru iade edebilmek için yeni, kendine has bir “ulusal kimlik” inşasına girişilmiştir. Millî Mücadele ve cumhuriyetin ilam (siyasî bağımsızlık), ulus devlet ve laikleşti­rici reformlar (çağdaşlaşma/Batılılaşma) ve yeni etno-seküler ulusal Türk adamı (yeni ulusal kolektif kimlik), Kemalist ulus inşa sürecine damgasını vurmuştur. Türk ırkının kök ırk ilan edilmesi, böylece bütün dillere ve medeniyetlere Tûrklerin ebe­lik ettiğinin kabulü ile Türkiye’nin Batılılaşma çabalarının “öze dönüş” olarak nitelenmesi, Kemalist yönetici sınıfın muhtemel kimlik buhranını gidermeye dönük adımları oluşturmuştur.

Dinî bir toplumun ulusal bir topluma dönüştürülmesi, üm­met tahayyülünün yerini ulus tahayyülünün alması, sadakat merciinin din ve ümmetten, ulusçuluk ve ulusa yönelmesi, Ke­malist toplum projesinin temelidir. Bu projede halk, çatışmasız, uyumlu bir kitle olarak tanımlanmış, dolayısıyla “apolitik* bir kavrama dönüştürülmüştür. Toplumsal farklılıklar, ulusal ce­maatin bütünlüğüne bir tehdit olarak algılandığı için, “dirlik ve birlik” işinde engel olarak görülmüş ve reddedilmiştir. Onuncu yılını kutladığında “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir kitle” oluşturmakla övünen tek parti Kemalizminin dinî ve etnik farklılıkların, devlerin “teşhis ve tanıma” ihtiyacı dışında, varlı­ğını kabul etmesi söz konusu olmamıştır. Bu yüzden Köker, haklı olarak, Kemalizmin eylemde olmasa bile söylem seviyesinde toplumu tepeden tırnağa dönüştürme tasavvuruna sahip olduğu Kin, totaliter bir mahiyet arz ettiğini belirtir.

Millî siyaseti benimseyerek, ilgilerini kendi mülkî sınırlarıyla sınırlayan Kemalist ulusçuluk, devleti kurtarma işinde Os­manlıcılık. İslamcılık ve pan-Tûrkçûlükten oluşan üç tarz-ı si­yaseti reddetmiştir. Türkiye Türklüğü, Kemalist ulusçuluk tahavvülünün sınırlarını çizmiştir. Böylece Kemalist ulusçuluk, dış politikada, kendi ayaklan üzerinde durmaya çalışan, yayıl­macılık karşıtı, içe dönük, hatta büzülmeci, ilgileri Misak-ı Millî sınırlarını bile tamamiyle kuşatmayan bir çizgi sunmuş­tur. Siyasi pan-Türkçü hareketler desteklenmediği gibi, bunla­rın Türkiye içindeki faaliyetleri de hukukî koğuşturmalara ko­nu yapılmış, dış Türkler, “uzak kuzenler” olarak yalnızca kül­türel bir ilginin konusu olmuştur.

Tüm ulusçuluklar gibi, Kemalist ulusçuluk da hem siyasî hem de etnik bileşenler içermiştir. Millî seciye teorisini veri olarak alan, bilimsel ırkçılığın sosyopolitik yansımalarından olan öjenik eğilimleri resmileştiren, ırkî süreklilik teziyle Ana­dolu halklarının dünü ve bugününü Türkleştiren, vatandaşlık­la milliyeti önce birbirinden ayırıp, sonra vatandaşlık hakları­nın fiili kullanımını milliyet bağına irca eden, özümseme ve medenileştirme politikalarına etnisizmi ikiz kılan, Türk ulusu kavramını Türk etnikligi ekseninde tanımlayan Kemalist ulus­çuluk, böylece siyasî-hukukî (seküler) boyutuyla etnik boyutu arasında sürekli bir gerilim ham oluşturmuştur.

Son tahlilde, Kemalist ulusçuluğun etnik boyutu, seküler (siyasî-hukukî) boyutu karşısında araçsal bir işleve sahip ol­muş, bu durum etnisizmden ırkçılığa kayışı engellemiştir. Çünkü, Kemalist ulusçuluk, Batının “büyüleyici” dünyası karşısında hissedilen onulmaz bir aşağılık kompleksinin tah­rik ettiği, misyoner heyecanlarına dayalı bir medeniyetçilik iradesidir. Bu iradenin temelini, dine karşıt laiklik anlayışı

olunurmuş, ulusçuluk bu sürecin gereklerine göre şekillenmişş ve ferdî ve kolektif aidiyet bağı olarak dine alternatif ek­sende konumlanmıştır. Yeni Türk adamının ulusal bilinci, K'emalizminpozitivist bilim akidesine uygun olarak, hem dindışı hem de dine karşı olarak kurgulanmıştır. “Hayattaki her şey için” “müspet ilimleri” kılavuz eden bu kaba bilimci­lik, kolektif bilinç düzeyinde çok yoğun bir duygu ve heye­can açığı meydana getirmiş, bu “açıktan” kaynaklanan “ras­yonel” olanı “nasyonel” hale getirme ihtiyacı, etnik temaların Kemalist ulusçuluğun yapısal bir parçası haline gelmesine yol açmıştır.

Türk ulusal kimliğinin etnik-soya dayalı sınırlarını belirle­me çabasında, Kemalizm, ırkı, kurucu bir unsur olarak kul­lanmıştır. Ancak bu, hiçbir zaman sistematik ırkçılık şekline bürünmemiştir. Gerçekten de, ırkçılığın, resmî bir politikaya dönüşmesi için, yaslanabileceği antropolojik ve felsefî bir gele­neğe ihtiyacı vardır; Türkiye’de ise ırkçı gelenek böyle bir po­litikayı besleyebilecek güce hiçbir zaman ulaşamamıştır. İmpa­ratorluğun “ırkçı” bir manevra alanına sahip olmayışı da bun­da etkili olmuştur. Kaldı ki, totaliter bir ideoloji olarak ırkçılı­ğın sistematik bir devlet politikasına dönüşmesi, vatandaşları­nın gündelik hayatını dahi kontrol altında tutabilecek ve de­netleyebilecek çok güçlü bir devlet cihazının varlığını gerekli kılar ki, Kemalist devlet bunu istemekle birlikte, uygulayacak güce sahip olmadığı için, mesela, kadın giyimi konusunda ya­sal bir düzenleme yapma cesaretini dahi gösterememiş, İdarî uygulamalardan medet ummuştur.

Kemalist Türk ulusal kimliğinin etnik-soya dayalı veçhesin­de, Türk ulusal cemaati -ironik de olsa Türk ulusu bir cemaat olarak kurgulanmıştır- Türk etnisi bağlamında tanımlanmıştır. Anadolu halklarının Türklüğü tezi, buna “bilimsel” destek sağlamak amacıyla geliştirilmiş, böylece asimilasyon politikalarını mümkün kılacak şekilde ulusal "biz”in tanımı, etnik niteligine rağmen, genişletilmiştir. Millî Mücadele döneminde, bütün Müslüman etnik unsurları, etnik kimliklerini ikrar ede­rek barındıran şemsiye bir kavram olarak kullanılan Türklük, Cumhuriyetten sonra giderek bu anlamını yitirmiş, sonunda söylem düzeyinde ,gayri Türk etnik unsurların varlığını red-deden, gayrimüslim azınlıkları, özellikle de Yahudileri, Lozan Anlaşmasının azınlık haklarının korunmasına ilişkin hüküm­lerine uymasa da, asimilasyon yoluyla Türklük akidesine bağ­lanmaları şartıyla kapsamı içine alan bir niteliğe bürünmüştür. Asimilasyonun kabul görmediği durumlarda ise etnisist politi­kalar devreye sokulmuş, tüm tek parti dönemi, asimilasyon- etnisizm sarkacında vatandaşlık-Türklük gerilimine sahne ol­muştur.

Türk ulusunun Türk etnisi ekseninde tanımlanması, etnik farklılıkları doğrudan ulusal farklılıklara dönüştürdüğü için, etnik farklılıkların telaffuzu bir tabu haline gelmiş, mesela,’’Kürt” kelimesinin telaffuz edilmesi, Türkiye’de ancak 1980’lerin ikinci yarısından itibaren resmî söylemde “spontane meşruiyet-” kazanabilmiştir. Kemalist ulusçuluğun etnik- soya dayalı veçhesi, ulus inşa sürecini, ortak soy ve ırkî sürek­lilik fikrinin belirlediği etnik bir projeye dönüştürmüştür. Ulusal kimliğin bu etno-seküler belirlenişi, kültürel kimliği etnik kimlikle aynileştirmiştir. Anadili Arapça ya da Kürtçe olanların, tanımsal olarak öz Türk kapsamı içinde düşünül­mesi, ortak soy fikrine dayalı etnokültürel özdeşleştirmenin bir işaretidir.

Kemalist Türk ulusal kimliğinin bileşenleri arasında tam bir uyumdan bahsedilemez. Açıktır ki, soya dayalı Türklük tanı­mı siyasî-hukukî nitelik arz eden cumhuriyetçi Türklük tanı­mıyla uyuşmaz. Bu ikisinin de, Millî Mücadele dönemine esas oluşturan dinî tanıma dayalı şemsiye Türklük tanımıyla bağ­daşamayacağı açıktır- Keza, dil, kültür ya da ülkü açısından intisapları şüpbeli olan Türk vatandaşlarının Türk kavramı içinde mütalaa edilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan, Kemalist ideolojiye bağlılık Türklüğün önşartları içine girmekte­dir. Soy bakımından Türk olduğu düşünülen birisi, eğer Cum­huriyetçi ülküye sadık değilse Türklüğünü yitirme durumun­da kalacağı gibi, vatandaşlık haklarının askıya alınmasıyla da karşılaşabilir. Bu çıkarımlar çoğaltılabilir.

Belirtilen kısıtlarla Kemalist “biz” kapsamının gayri Türk Müslüman unsurlarla, gayrimüslim azınlıkları içine alacak şe­kilde genişlemesi, medenileşme iradesini esas alan, asimilas­yonu da bunun aracı kılan bir yaklaşımı ortaya koymaktadır. Ancak söz konusu Türkleştirme politikalarına muhatap olan grupların ayak diremesi halinde, devreye etnisist politikalar girmiş, bu durum karşı ulusçuluk bilincinin gelişmesinde önemli bir faktör olmuştur.

Türk ulusal kimliğinin tarihsel evriminde, nihaî olarak orta­ya çıkan Kemalist Türk tanımı şu olmuştur: “Kâmil”, “hakikî” ya da “öz” Türk, Türkçe konuşan, Batılılaştırılmış yekpâre Türk kültürüne bağlı, Cumhuriyetçi ülküyü benimseyen ve Türk soylu olandır. Bu Türklük karinelerinden herhangi birin­de eksiği olanların bunu telafi etmesi, “yarım vatandaşlık”tan, “misafirlik”ten ve “kanun-u esasî Türklüğü”nden kurtulmaları için şarttır. Türkçe’nin sadece resmî değil, aynı zamanda ana­dil olarak kabul edilmesi, yeni rejimin vazettiği cumhuriyetçi ülkünün ve Batılılaştırılmış yekpâre Türk kültürünün benim­senmesi, ırkî anlık ve güçlülüğün kazanılması, önerilen telafi edici araçlardır.

1924 Anayasasının 88. maddesi üzerinde görüşülürken Celal Nuri (İleri) Türklüğün vasıflarını şöyle tanımlamıştı: bugün bizim öz vatandaşımız, Müslüman, Hanefiyyül mezhep, Türkçe konuşur bir zat” tır. Kemalist ulusçuluk bu tanımı kategorik olarak reddetmemiş, ancak “Müslüman, Ha­nefiyyül mezhep” nitelemelerinin içini boşaltarak, “devlet-i ebed müddet” düşüncesinin biçimlendirdiği, ittihat ve Terakki’ninoportünizminebenzer bir ‘’siyasi maslahat alanı’’ oluştumuştur.

 

Ahmet Yıldız-Ne Mutlu Türküm Diyebilene-İletişim Yayınları,

 

Devamını Oku »

Cumhuriyete Giden Yol:Siyasi Gelişmeler

 

Cumhuriyete Giden Yol:Siyasi GelişmelerMillî Mücadele, ulusal bilinçle ilişkisi olmayan bir köylüler topluluğuna, halkın Hıristiyanlara, özellikle de Ermeniler ve Rumlara karşı duyduğu mücadele azim ve kararlılığını, vatan ve millet tahassüsüne dönüştürmek yoluyla ulusal bilinç aşıla­mayı hedefleyen bir mücadeleydi. Kemalist seçkinler için, bu millî idealin gerçekleştirilmesi ve İttihatçılardan devralman it­tihat ve terakki ana hedefinin başarılması, taktik seviyede yan­sıtılmış pragmatik bir yaklaşımı kaçınılmaz kılmaktaydı. Mus­tafa Kemal bunu şöyle ifade eder:

‘’... bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hâkimiyet-i milliyeye müstenit, bilakayd-ü şart müstakil yeni bir Türk dev­leti tesis etmek!.(Nutuk,cilt:1,syf;11) Bu mühim kararın bütün icabat ve zaruriyatı­nı ilk gününde izhar ve ifade etmek elbette musip olamazdı. Tatbikatı birtakım safhalara ayırmak ve vakayi ve hadisattan is­tifade ederek milletin hissiyat ve efkarını ihzar eylemek ve ka­deme kademe yürüyerek hedefe vasıl olmaya çalışmak lazım geliyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz senelik ef-al ve icraatımız bir silsile-i mantıkiye ile mütalaa olunursa, ilk gün­den, bugüne kadar takip ettiğimiz istikamet-i umumiyenin ilk kararın çizdiği hattan ve teveccüh eylediği hedeften asla inhiraf eylememiş olduğu kendiliğinden tebarüz eder.(age,14)’’

‘’...ben, milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiğim büyük tekamül istidadım, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak peyderpey, bütün heyet-i içtimaiyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim.’’

Abdullah Cevdet’in “Pek Uyarak bir Uyku” isimli “rüya” makalesinde özlemini dile getirdiği, “gülü ve dikeniyle” Batı medeniyetinin izinde yürüyen Türkiye’nin gerçekleştirilmesi yolunda, Mustafa Kemal’in benimsediği “bekle gör” ve “yıldı­rım harekâti” taktiklerinin konjonktürel kombinasyonundan oluşan stratejisi, aracı amaçla meşrulaştıran Makyavelist siyasî geleneğin açık bir tezahürüdür. Yoksul, bezgin ve çaresiz Anadolu halkının desteğini kazanmakta son derece başarılı olan bu pozisyonel taktik, Mustafa Kemal Paşa açısından ikili bir söylemi gerekli kılıyordu. Millî Mücadele boyunca “millet” ve “milliyetçiliğe” ilişkin olarak kullanılan tüm kavramlar iki uçlu bir anlam kümesine sahipti. “Millî Mücadele,” “millî is­tiklal,” “millî hareket,” “kuvay-ı milliye,” “millî zafer,” “hâki- miyet-i milliye,” ve “Büyük Millet Meclisi” gibi kavramların tümü istiklal davasının “millî” etiketli ulusçu söylemim oluş­turmaktaydı.10 “Millî” kelimesinin “dinî olan” ve “ulusal olan” şeklinde iki anlama da gönderme yapabilmesi sayesinde, en azından kavramsal düzeyde ulusçu söyleme geçişe zemin hazırlanmaktaydı. Keza, vücuda getirilen yeni kuramların “ulu­sal” niteliği usta bir şekilde gizlenmekteydi, Böylece, mesela, Sivas Kongresinden sonra oluşturulan Heyet-i Temsiliye, geçi­ci bir hükümeti değil, “milletin muhabere merciini” temsil etmiş oluyordu. Ankara’da kurulan Meclis değil, geçici ve olağanüstü bir meclisti.

Hıristiyan işgali”ne halkın karşı koyma azim ve kararlılığını önce millî gayret e, sonra da “güdümlü ulusal irade ve egemenliğe tahvil etme, Millî Mücadele’nin, Mustafa Ke­mal in liderliğini yaptığı “Batıcı” siyasî seçkinler açısından, kı­sa ve öz hikâyesini oluşturur. Misak-ı Millî (17 Şubat 1920), Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılışı (23 Nisan 1920), iş­gal kuvvetlerinin nihaî yenilgiye uğratılması (30 Ağustos 1922) ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı (29 Ekim 1923) Mus­tafa Kemal Paşa’nın kendisine sakladığı “millî sırrın kilomet­re taşlarını oluşturan gelişmelerdir.

30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi’ne aykırı olarak İzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunanistan tarafından işgali, halkta büyük bir tepki doğurdu ve Anadolu’da Müdafaa-i Hukuk Ce­miyetleri adı altında direniş hareketlerinin örgütlenmesini tah­rik etti. Yunan işgaline karşı koyma iradesi, “İslâmî gayret’le şekillenmiş olarak yükselen Türk ulusal bilincinin ilk tezahü­rüydü. İşgal, Millî Mücadele hareketinin muharrik gücü ve ezelî beka sendromunun yeni besleyicisi oldu. Diğer birçok ulusal oluşum örneğinde olduğu gibi, savaş, yeni doğmakta olan Türk ulusal kimliğinin beşiği işlevini gördü.

Türk ulusal seçkinleri, işgal üzerine Anadolu’da Mustasa Kemal Paşa’nın önderliğinde, hem İstanbul hükümetine, hem de işgal kuvvetlerine karşı ulusal bir direniş hareketi or­ganize etmeye çalıştı. Bu amaçla Amasya (19 Haziran 1919), Erzurum (23 Temmuz 1919) ve Sivas’ta (4 Eylül 1919) çeşitli toplantı ve kongreler yapıldı. Bu toplantılarda, daha sonra Misak-ı Millî belgesinde ifadesini bulan, mücadelenin olmazsa olmaz esasları belirlendi.

Amasya Tamimi ve Erzurum ve Sivas kongrelerinde benim­senen hükümleri esas alan Ahd-ı Millî, bilinen adıyla Misak-ı Millî (Millî And), memleketin tam bağımsızlığının (istiklal-i tamme) temelini oluşturdu. Misak, çoğunluğunu Müslüman­ların oluşturduğu, dinde ve kültürde müttehit yeni Türki­ye’nin sınırlarım belirliyordu. Millî Mücadele hareketinin oda­ğı ve milliyetçi diplomasinin hareket zemini olarak Misak, Os­manlı Devletinin sultan-halifesi ve anayasasıyla birlikte korun­masını öngörüyordu. Mustafa Kemal Paşa içinse, Misak yal­nızca yeni devlete ve zihninde “millî bir sır” olarak sakladığı yeni rejime doğru ileri bir adımdı.

İtilaf ülkelerinin işgal güçleri, Millî Misak’a, İstanbul’u res­men işgal ederek (16 Mart 1920) ve çok sayıda parlamenteri tutuklayıp Malta Adası’na sürgün ederek cevap verdi. İstan­bul’un işgal edilmesi ve son Osmanlı Parlamentosunun da da­ğıtılmasına, Millî Mücadele güçleri, 23 Nisan 1920’de Anka­ra’da kendi parlamentolarını kurarak karşılık verdiler ve müt­tefik güçler tarafından empoze edilen “ecnebî esareti”ni kate­gorik olarak reddettiklerini, Fransız millî egemenlik teorisin­den mülhem olarak “bilakaydü şart hâkimiyet-i milliye” ve “istiklal-i tam”mı sağlama kararlılıklarını dünya kamuoyuna duyurdular.

Ankara’da kurulan Meclis hükümetinin programı, resmî söylem düzeyinde, sultan-halifeye bağlılığını ve onun işgal güçlerinin esaretinden kurtarılmasını hedef olarak kabul etti­ğini, bu gerçekleştiğinde de Büyük Millet Meclisi’nin sağlaya­cağı hukukî çerçeve içinde yerini alacağını belirtiyordu. Bu­nun da ötesinde “vatanı ve milleti” “emperyalizm ve kapitaliz­min” tahakkümünden kurtarmayı ve halkın tam bağımsızlığını ve egemenliğini sağlamayı hedefliyordu. Bütün mebuslar bunun için yemin etmişlerdi.

İtilaf ülkeleri tarafından, çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı böl­gelere yerel özerklik verilmesi ve bu bölge halkının bağımsızlık için Milletler Cemiyeti’ne başvurabileceğini, Türkiye’nin Trak­ya ve Ege adaları üzerindeki haklan ile İzmir şehri ve etrafında­ki bölgenin Yunanistan’a bırakılmasını, bağımsız Ermenistan’ın tanınmasını, kapitülasyonların devam etmesini ve azınlıkların korunmasına dönük birtakım imtiyazlar öngören Sevr Antlaş­masının 10 Ağustos 1920’de kabul edilmesi, antlaşmayı barış değil, savaş antlaşmasına dönüştürmüştür. Antlaşmaya ilişkin olarak göz ardı edilmemesi gereken bir nokta da, İstanbul Hü­kümetinin imzalamasına rağmen, son onay makamı olan padi­şah tarafından bu artlaşmanın imzalanmamış olması dolayısıy­la, hukukî bir değerden yoksun olmasıdır.

Ankara’daki “millîci” hükümetin antlaşmaya tepkisi, Millî Misak’a bağlılığını teyit etmek oldu. Yunanistan, İngiltere ve Ermeni liderler ile bazı Kürt aşiret liderleri dışında anlaşmayı tanıyan taraf olmadı. Şubat 1921’de yapılan Londra Konferan­sında, hem Ankara hükümeti hem de Yunanistan karşılıklı olarak yapılan teklifleri reddettiler.

Ankara Hükümetinin Çerkez kökenli Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey, çıktığı Avrupa gezisinde İngiliz, Fransız ve İtalyan meslektaşlarıyla, Millî Misak hükümleriyle çelişen, bu yüzden de Büyük Millet Meclisi tarafından reddedilen, gizli anlaşma­lar yaptı. 11 Mart 1921’de Fransız Dışişleri Bakanı AristideBriand’la yaptığı antlaşma özellikle tepki doğurmuştu. Mustafa Kemal Paşa, bu anlaşmanın “dinî azınlıklardan” ayrı olarak “ırkî azınlıkların korunması”na ilişkin maddesine tepki gös­termişti; çünkü bu, Ermeni azınlığın yaşadıktan bölgelerde politik bir topluluk halinde sayısal olarak çoğalmasını hedefle­mekteydi.

Yunanistan’ın Anadolu’daki işgal güçlerinin Eylül 1922’de nihaî yenilgiye uğramasından sonra, İsviçre’nin Lozan kentinde başlayan barış görüşmeleri 24 Temmuz 1923’te, Türkiye ve ara­larında Yunanistan’ın da bulunduğu itilaf ülkeleri arasında im­zalanan Lozan Barış Antlaşması'yla sonuçlandı. Bu antlaşmaya göre, Türkiye’de yaşayan Ortodoks Rumlarla, Yunanistan’da ya­şayan Müslümanlar zorunlu mübadeleye tabi tutulacak ve ka­pitülasyonlar kaldırılacaktı. Antlaşmanın Türkiye için ifade et­tiği anlamı, Lozan müzakerelerinde beş kişilik Büyük Millet Meclisi Heyetine başkanlık eden İsmet Paşa şöyle anlatıyor:

‘’Ecnebiler tarafından empoze edilen yükümlülüklerden ve devlet içinde devlet oluşturan nitelikteki imtiyazlardan, malî mükellefiyetlerden kurtulmuş mütecanis ve müttehid bir memleket; nefs-i müdafaa hakkı mutlak olarak tanınmış hür, zengin bir memleket.’’

Lozan Antlaşması, Birinci Büyük Millet Meclisi’nde büyük tepkilerle karşılanmış, ancak muhalefetin iyice zayıflatıldığı ikinci Meclis’te kabul edilmiştir. Lozan’da Türk heyetiyle, iti­laf devletleri temsilcileri arasında geliştirilen ilişkiler ve varı­lan sözlü mutabakatlar etrafında, Türkiye’deki muhafazakâr çevreler tarafından yoğun spekülasyonlar üretilmiş, resmî söy­lemin “zafer”i, dinî ve ulusçu muhafazakârların dilinde “hezi­met” olarak ifadesini bulmuştur. Bu zıt uçlu söylemler araçsalbir mahiyet taşımaktadır. Sonuçta, Lozan Antlaşması Türkiye

Cumhuriyetine devletlerarası sistem içinde "meşru” bir yer sağlamış, Milli Mücadele’nin “muzafleriyetini" Batı medeniyetine giden yolun harcına dönüştürmüştür..

Millî Mücadele'nin İki Temeli

Şiarı “ya istiklal ya ölüm! ” olan Millî Mücadele, iki temel ilke etrafında yürütülmüştür: “Istiklal-i tam” ve “bilakayd ü şart hâkimiyet-i milliye”. Misak-ı Millî, birinci ilkenin tezahürüydü, ikinci ve daha önemli ilkenin yansıması ise 20 Ocak 1921 ta­rihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu idi. Millî Mücadele’nin meşru­iyet temeli ise millî hâkimiyet ilkesiydi. Ermeni isyanı ve Yu­nan işgaline karşı yürütülen mücadelenin yegâne meşruiyet ze­mini bizzat halkın kendisiydi; öte yandan savaş yorgunu, ordu­ya katılmak istemeyen, bezgin bir halk için, sultan-halifesiz bir memleket tasavvur ötesiydi. Halk, dinî ve geleneksel bağlarla hanedana bağlıydı. Sultan-halifesiz bir ülkeyi ancak din ve va­tan duygularından yoksun olanlar düşünebilirdi. “Kurtuluşa” giden yolda sakınılması gereken iki şey vardı: İtilaf devletlerine karşı tavır almak ve sultan-halifeye sadık kalmamak.

Her problemle “doğru zamanda” uğraşmak, Mustafa Kemal Paşa’nın “başarıya giden pratik ve güvenilir yolu”ydu. Bu yüzden, “hâkimiyet-i milliyeye müstenid, bilakayd-ü şart müs­takil yeni bir Türk devleti tesis etme” amacına ulaşmak yo­lunda, dinî meşruiyeti ulusal meşruiyetle ikame etme sürecin­de atacağı adımlarda son derece ihtiyatlıydı. “Din düşmanları’ndan bahsetmesi gerektiğinde “din ve millet düşmanla­rından bahsediyor, yalnızca “sultan” yerine “sultan ve millet” diyordu.Amaç daha Milli Mücadele’nin ilk günlerinde ilan edilen milli hakimiyete dayalı,tam bağımsız bir Türk Devletinin ne pahasına olursa olsun kurulmasıydı.

1921 Anayasası’nın ilk maddesi bu idealin yansımasıydı.Aslında, hakimiyeti milliye şiarı, amaç değil yalnızca bir araç­tı. Mustafa Kemal Paşa. taralından işlevsel bir sembol olarak değerlendirilmiş,zamanı gelince de bu ilkte vesayetetçi bir mahiyet kazandırılmıştır. Halk, mücadelenin öznesi gibi görün­müş ancak nesnesi olarak kullanılmıştır. Başkomutanlık kanunun yürürlük süresinin uzatılması ve saltanatın kaldırılması esnasında yapılan konuşmalar ve takınılan tavır, bu vesayetçi anlayışın iki açık örneğidir. Cumhuriyetin ilanının hemen ertesinde Rousseau’nun halk egemenliği tezinin "bilge kanun koyucu" fikri siyasî sahnede "belirmiş" ve millî hâkimiyet* cumhuriyeti kuran kişiyle yani Mustafa Kemal Paşa ile özdeş-leştirilmiştir. Daha önce iki dereceli de olsa halk tarafından se­çilen meclis üyeleri artık bizzat Cumhurbaşkanı Mustafa Ke­mal tarafından “tayin edilmeye" başlanmıştır.

 

1923 Türkiye'sinde "Umumî Manzara"

 

İlk bakışta, Cumhuriyetin hemen başında Türkiye’nin genel görünümü, bir “topyekûn hiçlik” vaziyetinin özelliklerini ser­gilemekteydi. Bütün ticarî ve endüstriyel teşebbüsler, Ingiliz,Fransız ve Alman şirketlerine aitti. Sanayi neredeyse yoktu. Tarım bütünüyle geleneksel yöntemlerle yapılmaklaydı. Tarımda makineleşmenin esamesi okunmuyordu. Lozan Antlaşmasının gümrük vergilerini 1929’a kadar liberalizeeden hükmü yüzün­den yerli mallar gümrük duvarıyla korunamıyordu.Bütçe açıkları alışılmış bir şeydi. Yüzde 701er civarındaki yüksek faiz oranlan ile alınan dış borçlar, bütçe açıklarını kapatmak için kullanılıyordu. Duyun-u Umumiye muayyen gelir kaynaklarına rezerv koymuştu. Sosyoekonomik açıdan aşiret bağlan önemi­ni korumaktaydı.İşçi sınıfı yok denecek kadar zayıf olduğu gibi, ciddî bir burjuva sınıfı da mevcut değildi.

Birinci Dünya Savaşı öncesindeki Kilise kayıtlarına göre, Türk ve Müslüman olmayan nüfusun, Anadolu’daki nüfusa oranı yaklaşık yüzde 40’tı.1913’te yani Balkan Savaşlarından sonra, İttihat ve Terakki’nin çekirdek kadrosunun benimsediği Anadolu’nun gayri Türk unsurlardan arındırılması projesi, Millî Mücadele döneminde de devam ettirilmiş, Kemalist Cumhuriyet, neredeyse “Hıristiyansız bir Türkiye” devralmış­tı. Ancak bu bir “yobazlık trajedyası”nın sonucu değildi. İtti­hat ve Terakki yöneticileri, Balkan savaşlarından sonra, Erme­ni ve Rum azınlıkların imparatorluk bütünlüğü içinde yer ala­bilmelerinin artık mümkün olamayacağına kanaat getirmiş ve Anadolu’yu Türkleştirmek için bu unsurların tasfiyesinde ka­rar kılmıştı. Bunun ilk adımı, Türk topluluğunun ulusal açı­dan bilinçlendirilerek Türklük mefkuresinin ateşlenmesiydi. Amaç, imparatorluğun güvenli unsurlara doğru yayılarak Kaf­kasya ve Orta Asya’daki Müslüman Türk topluluklarla birlikte yeni bir yapıya kavuşturulmasıydı. Avrupa ve Balkanlar’da kaybedilen imparatorluk, bir ırkdaş ve dindaş topluluğu ola­rak yeniden kurulacaktı.

“Millet-i Hakime” fikrinin temel oluşturduğu beka kaygısı­nın tüm ideolojileri araçsallaştırması, hakim “vatan kurtarma” düşüncesinin, bütün ideolojileri bu amaca hizmet ettikleri oranda olumlaması, kurtarılacak vatanın dağılma eşiğinde ol­ması ve bunun içerideki baş sorumlularının Anadolu’yu kendi ulus devletleri için mekanlaştırmaya çalışan Ermeni ve Rum ulusçulukları olduğunun kabul edilmesinin beraberinde getir­diği gayrimüslim düşmanlığı, Anadolu’yu sağlam bir “son sı­ğmak” olarak İttihatçıların önderlik kadrosunu, Anadolu dire­nişinin örgütlenebilmesinin önündeki en büyük engel olarak gördükleri Ermeni faktörünün “izalesini” zorunlu bir netice olarak görmesiyle sonuçlandı. Ermeni ve Rum azınlığa du­yulan öfke ve intikam hissi, Kuya-yı Milliye hareketini ateşle­yen en önemli unsurlardan biridir. Bu bakımdan, İzmir’in iş­galinin değil, işgalin Yunanlar tarafından yapılmış olmasının tepki uyandırması anlamlıdır. Millî Mücadele esas itibariyle Ermenilere ve Rumlara karşı örgütlenmiştir ve antiemperyalist niteliği bunun bir türevidir.

Türk siyasi seçkinleri açısından, 1913 Balkan Savaşı sonra­sında başlamış olan ve dinî niteliği kaçınılmaz olarak belirgin olan uluslaşma süreci, Millî Mücadele döneminde ivme kazan­mıştır. Bunlara ek olarak, 1923’te başlayan mübadele süreci sonucunda, Anadolu, tarihinde ilk defa, İstanbul’un surlar, arasına sıkışmış küçük bir gayrimüslim azınlık dışında, hemen bütünüyle Müslüman unsurların vatanı haline gelmiştir. Millî Mücadele döneminin dışa yönelik ulusçuluğu Kemalist dönemde içe yönelmiş, gayrimüslim unsurlardan arındırılmış homojen bir ulus devlet kurma amacına paralel olarak, Anadolu’da kalmış olan Hıristiyan topluluklar Türkleştirilme programının hedef kitlesinin başında yer almıştır.

Hiç şüphesiz, Anadolu ve Trakya’nın, Hıristiyan nüfustan arındırılmasının maliyetleri de vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkler İdarî ve askerî işlerle uğraştığı için, tarım, tica­ret ve endüstri faaliyetlerinin büyük çoğunluğunu gayrimüs­limler yürütmekteydi. Onların yokluğunda, büyük tarım alan­ları sürütemedi; el sanatları, dış ticaret ve endüstriyel teşeb­büsler neredvaş dalgalarının alan­da yakılıp yıkılmıştı. Her şeyin yeni baştan ve “yerli” kaynak­larla inşa edilmesi gerekmekteydi. Yeni devletin 1923’teki büt­çesi ise yalnızca 12 milyon sterlindi. Demiryollarının devlet­leştirilmesi ve dış borçların tasfiyesi hemen ele alınması gere­ken iki konuydu. Millî burjuvazinin yokluğunda, meydan “devlet teşebbüsü”ne kalmaktaydı. Bu yüzden, yeni Türkiye’de devletçilik, kaçınılmaz olarak ulusçuluk anlamına geliyordu. Türkiye’deki yabancı şirketler, Türkleri istihdam etmiyor ve iş­lerinde Türkçe’yi kullanmıyordu. Kemalistlerin ev ödevi, “Türkler yapamaz” şeklindeki ırkçı önyargıyı yıkmak ve “mut­lu Türk”ü inşa etmekti: bulunan şiar bugün tüm “mutlu Türk­ler” in dilinde bir duadır: “Ne mutlu Türküm diyene!”

 Ahmet Yıldız-Ne Mutlu Türküm Diyebilene-İletişim Yayınları,





Devamını Oku »

Cumhuriyet’in mümeyyiz vasıfları

Cumhuriyet’in mümeyyiz vasıflarıBir Müslümana,bir değil iki değil üçünsünde aynı işi tekrarlıyosa,tövbe etmiyosa,o adamdan bir müslüman soğuması gerekir,yani sağlam olmadığı anlaşılır.Bir kere şunu bilmemiz lazım,Atatürkün din lehine söyledikleri ancak 1923 e kadar dayanır 1923 den yani meclis açılışından sonra din lehine sözlerini gösteremezsiniz,yoktur.Şimdi burdan analiz edersek bir adam,bir dönem başka,bir dönem tersine dönüyosa biz ona dönek yada o birinici dönemini taktik icabı olarak görürüz,ha diyeceksiniz,siyesettir bu olur böyle şeyler,bende derim ki;orda durun ! herşeyi siyasete atamazsınız,ya safını belli et yada hiç girme.Bu milletle oyun oynayamazsın,millet koyun değilki,bir çobanı olsun,o nerse o'dur,yok öyle şey.Siyaset adamı demek,halk adamı,halk adamı demek,insanlara hizmet,dini vatanı korumak demektir.Sen dersen ki ben siyasetçiyim,ülkeyi ben kurtardım,ben düşündüm ben ettim,bundan sonrasını da ancak ben yaparım demek,biz buna kısacası hainlik diyoruz,bu düpedüz boğulan birini kurtarıp kenarda gerisini siz anladınız sonrada ben öyle bişe yapmadım demektir,bu mantık.Peki diyeceksiniz ki M.Kemal ne yaptıda bu kadar sevmiyosunuz,bende derim ki ne yapmadı ki,sıralayalım ne yaptı o zaman;Cumhuriyet’de bir kaç devir vardır.

1. Klik Teşkili Devri : Mustafa Kemal namuslu ve milli harekette hizmet etmiş kimseleri tepelemeğe başladı. Cahil, katil, hırsız, tulumbacı, vs, mürtekip, mahkemelere düşmüş, hasılı bir yüz karası olan adamları etrafına topladı. Çankaya’da bunlardan bir klik teşkil etti. Bunlar iki kısım olup birisi sırf vurucular ki, bunlar cumhuriyet tüfekcileridir. Bir kısım muharrirlerdir ki, bunlar matbuat tüfekcisi ve meddahlardır. Milli harekette hizmet etmiş olanların her birini bir suretle imha etti.

2. Hürriyeti İmha Devri : Matbuatı kırdı, geçirdi. Hür gazeteleri ve muharrirleri yok etti. Kendi parasıyle Mustafa Kemal Hakimiyet-i Milliye, Milliyet gibi gazeteler ve bir takım mecmualar tesis etti. Vakit ve Aksam gibi gazeteleri maaşlar vererek, sahiplerini mebus yaparak ele aldı. Millet Meclisini, vekilleri, hükümeti bir kukla haline koydu.

3. Terör Devri : Katliam halinde muhtelif idamlar, İstiklal mahkemeleri yaparak büyük bir terör yaptı. Bütün milleti korkutup susturdu. Memleketi takrir-i sükun adlı ve idare-i örfiyeden müthiş bir kanun altına koydu.

4. Militarizm Devri : Orduyu ele alıp, onunla milleti tehdit etti. Militarizmin her şeysi hükümran oldu.

5. İstibdat Devri : Bunlarla müthiş bir istibdat başladı. Millet kan kustu.

6. Sefahet, İçki, Fuhuş ve İsraf Devri : Bu ilk tedbirler muhalif bırakmadı. Milleti yıldırdı. Saha böyle açılınca bir sefahet ve bir zevk sefadır başladı. İnşaat, villalar, havuzlar, Yalovalar, alem-i ab’lar, balolar, danslar aldı yürüdü. Gece gündüz içildi. Her tarafta dans yerleri açıldı. Büyük rezaletler oldu. Aile rabıtaları kalktı. Fuhuş alabildiğine yürüdü. Her gün merasim, zafer bayramları adında hergün bayram, büyük alaylar tertip edildi. Eğlenildi. Fuhşa bulanıldı. Türklerde bir namus vardı, o da gitti. Bu devreye Balo Devri, Bayram Devri, Dans Devri, Düğün Devri, Mirasyedilik Devri adları da verilebilir. Osmanlı devrinin lale safalarını, alem-i ab’larını hatta Bizans’ın fuhuşlarını gölgede bıraktılar.

7. Favoritizm Devri : Büyük bir Favoritizm başladı. Eşe, dosta, bilhassa dalkavuklara, pezevenklere, memuriyetler, mebusluklar, imtiyazlar, şirket meclisi idarelerinde azalık ve emsali ihsanlar yağdı. Herkes büyük bir hırsla cebini doldurmaya koyuldu. Kaatilden, mürtekibten, tulumbacıdan, cahilden mebuslar vekiller yapıldı. Valiliklere her yerde asdaka-yı bendegan yerleştirildi.

8. Kibr-u Gurur Devri : Bunlar olunca ve hiç kimse tenkid edemeyince, kendilerinin müthiş kuvvetli oldukları zannına düşüp, büyük bir azamet hasıl ettiler. Keyfe mayeşa layüs’el amma yef’al tarzında harekete başladılar. Kendilerini dahi, alim, mucid, kaşif, ilham alır zannettiler. Kanun harici icraata koyuldular. Şiddetli zulüm oldu.

9. Dalkavukluk Devri : Dalkavuklar bilekleri, bacakları sıvadılar. Mustafa Kemal’i dahi, Güneş, Münci, Peygamber, ilh.. yaptılar. Ve nihayet Tanrı derecesine çıkardılar. Sözlerine “Vecizeler” ve emirlerine “Yüksek Telkin, ilh..” dediler. Tarihimizde hiç bir devirde dalkavukluk bu kadar hünerle yapılmamıştı.

10. Asrilesme Devri : Türk’ü harsından, ananesinden tecrid edip, sırf bir Avrupa’lı yapmak için bir sürü şeyler yaptılar. Bunların adlarına inkilap dediler. Bu devreye inkilaplar yahut inkilap deliliği devri demek de caizdir. Bir sürü inkilablar yaptılar : Şapka giydirmek, Medrese ve Tekkeleri kapamak, yazıyı değiştirmek, Tugralar ve emsalinin imhası gibi Türk orijinalliğinin imhası, kız ve oğlan çocukları mektepte karışık okutmak, ilh…

11. Heykel Devri : Mustafa Kemal yüzlerce heykelini diktirdi. Ebedileşmek için bu tarzda daha bir takım şeyler yaptı.

12. Vurgun Devri : Zevk, sefa ve kumar, fuhuş artınca, onun daima gölgesi gibi peşinden giden parasızlık geldi. Bu gelince de hırsızlık gelir, geldi. Dalkavuklar, yaran, asdaka-yı bendegan, pezevenkler, irtikaba, rüşvete, hırsızlığa döküldüler. Müthiş bir vurgun oldu. Şirketlere aza modası aldı yürüdü.

13. Ağır Vergiler Devri : İsraf ve vurgun olunca tabiatiyle para ihtiyacı arttı. Çare olarak ağır vergiler, inhisarlar kondu. Millet soyuldu soğana cevrildi.

14. Mali ve İktisadi Buhran Devri : Bunlar ve ağır vergiler daima buhrana müncer olur, oldu. Müthiş bir buhran geldi. Memleket yandı yıkıldı.

15. İsyan Devri : Köylü, şehirli, amele, esnaf, münevverler, gençler, mektep talebesi söylenmeye, hükümeti tenkide başladılar. Belediye intihabında herkes reylerini hükümet aleyhine ver
di. İzmir’de “Kahrolsun Mustafa Kemal!” diye bağırdılar. Bu da bir takım şedid tedbirler ile bastırıldı. Ateş kül altında duruyor.

16. Milli İktisad ve Tasarruf Devri : Para bulamayınca, memurları azaltmağa, maaşlarını kesmeğe, kontenjan yapmağa ve misillü tedbirlere koyuldular. Yine olmadı. Haricten istikraz yapmağa çalıştılar. Sade İtalya’dan para alabildiler.

17. Diplomatik Uyuşma Devri : Vaziyetleri fena, mevkileri tehlikede gören bu adamlar, bir taraftan harıl harıl para aramakla beraber hudut haricindeki Türk muhalifleri de tepelemeğe teşebbüs edip, Yunanistan, İtalya, İran, Irak, Bulgaristan ve Fransa, Suriye ile muahedeler yapıp onlara devlet ve millet menfaatlerini vererek bütün muallak meseleleri hallettiler. Onlardan sade, Türk muhalifleri tepelemeyi istediler ve tepelettiler.

18. İrfan ve Tahsilde Fetret ve Anarşi Devri : Tahsil adeta durmuştu. Tarih yerine Mustafa Kemal’e kaside okutuluyor. Din tedrisati kaldırılmıştı.
İstibdat denilen şey daima aynı şeydir. Otokrasi, cumhuriyet gibi şekiller onu değiştiremez. İstibdadın bir mahiyeti vardır. Nereye giderse mahiyeti de arkasından gelir. İşte söyledigimiz bütün maddeler böyle gelmiştir. Bu devirler birbirinden ayrı şeyler değildir. Birbirine zamanca ve her şeyce bağlıdır.
İşte bütün söylediklerimizi görünce cumhuriyet devrinin kendisini böylece hülasa ettiği, böylece mümeyyiz vasıflarını gösterdiği anlaşılır.

İşte Mustafa Kemal’in yaptığı, kârı, hüneri, iktidarı, mahiyeti budur.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur

------------

Eğer ben bunlara inanmam diyosanız şu araştırma kitaplara bakabilirsiniz;Taha Akyol,Atatürkün İhtilal Hukuku(orda istiklal mahkemelerinin çalışması,takriri sükun vs teferruatıyla kaynkalı görebilirsiz,Fikret Başkaya-Paradigmanın iflası(bu kitapta da Atatürkün dikdatörlüğünü,Atatürk zamanı,üretici güçler ve iktisad politikası ve Atatürkün etrafındakiler nasıl dalkavuk olduklarını göreceksiniz...)Hüseyin Yörük,Türkiyenin Demokrasi Tarihi,(bu kitapta da,chp zamanı iktisadi,sosyal,siyasi,halkın durumu vs görebilirsiniz.)Hasan Hüseyin Ceylan,Din,Devlet İlişkileri 2 ve 3,(bundada örneklerle teferruatlı,şapka kanunu,dil devrimi,tekke ve zaviyelerin durum kısacası tüm yapılan inkılapların iç yüzünü anlatıyo kaynaklarla.) birde atatürk ve din var onada,atatürkçü doğu perinçeğin hazırladığı,atatürk ve din kitabı,bunları tavsiye ederiz..

Tüm bundan sonra derseniz ki yine atatürkçüyüm yine atatürkü savunurum buyrun meyan sizin yanlız şunuda hatırlatıyım k,elbet birgün öleceksiniz,hesap vereceksiniz ve bu hesapta atatürkü seviyomusun sevmiyonmu,onu savundunmu savunmadnmı vs sorilmicak orda sorulacak şeyler,amellerin ibadetlerin onlar yardım edecek,atatürk değil,o kendisini kurtaramamış,yaşantısı ortada,artık sevsende sevmesende o sana bir yarar sağlamicaktır,vesselam
Devamını Oku »

Menemen Vakası

Menemen Vakası3 Kânunusani

30 Kânunuevvel Milliyet geldi. Menemen vak'ası hakkında tafsilât var. Mebuslar galeyanda imiş. Şiddetli icraat yapalım diyorlarmış. İsmet'e Mecliste ezcümle İshak Refet adında bir me­bus 'Terör lâzımdır", Erzurum mebusu Aziz adında biri "Fevka­lâde bir mahkeme teşkil etmelidir" demişler. Menemen'de vak'a meydanında binbeşyüz kişi varmış. Bütün kasaba halkı imiş. Za­bitin başını kesen Dervişi alkışlamışlar. Vak'a bastırıldıktan son­ra zavallı şehid kurban zabit Kubilây'a hükümet cenaze merasi­mi yapmış, İzmir'den memurlar gönderip merasime iştirak et­tirmiş. Fakat cenaze merasimine ahaliden kimse iştirak etmemiş. Bu hal pek dikkate şayan ve mühimdir. Demek halk tamamiyle dindardır. Şapkadan, tekkelerin kapanmasından, Mustafa Ke­mal'in propaganda ve icraatından asla tesir görmemiş, hiçbir ka­naatini değiştirmemiştir. Bu halk hükümet-i hâzıraya şiddetle muarızdır. Bu bir numunedir. Bütün milletin böyle Menemenli­ler gibi olduğu muhakkaktır. Mustafa Kemal ve avanesi ise bir kanun darbesi ile herşeyi değiştirdiklerini zannediyorlardı. Zehi gaflet! İşte iktidarlarının delili...

Bu gibi şeylere ne lüzum vardı. Bizim halk tekkesinde, camiinde meşgul olurdu. Sen mektepleri ihya et, dimağları terbiye et, demokrat, cumhuriyetçi yap. Şapka  mı, fes mi, ne giyecek? Nene lâzım. Biıgiin olur ki şapkayı sen-olmaz desen o kendi giyer. Ah bu Mustafa Kemal ve İsmet!.. Büyük cehalet ve akılsızlıkları ile ve hiç lüzumsuz yere ortalığı, siyası, dinî, İçtimaî, İktisadî, sarsıntılara, buhranlara verdiler, alt- j üst ettiler. İkide birde böyle hadiseler oluyor. İsyan edenler, hükümeti müdafaa edenler kınlıyor. İkisi de bu milletten. Yazık, zavallı millet!.. Reva mı?... Menemen Belediye Reisi ve ora Türk Ocağı reisi, şehidin mezarında söyliyeceği nutka şunu koymuş "Menemenliler alınlarına sürülmek istenen mürettep ve kasdî lekeyi nefretle reddederler" bunu nutkundan çıkartmışlar. Bu hükümet bize leke sürmek istiyor, nefretle reddederiz demektir. Demek vak'ayı fena görmüyor. Hükümet aleyhinde millî ve meşru bir kıyam halinde görüyor. Yahut bunu hükümet tertip et­tirdi demek istiyor.

.................

Mustafa Kemal, İzmir'de bir nutuk vermiş. Diyor ki: "Hedefimize varmak için kanunlarımız müsait değilse tâdil eder, yeniden yaparız. En nihayet lüzum ve mecburiyet görürsek bu yolda herşeyin fevkine çıkarız." Aferin! Kendisini, devrini ne iyi izah etmiş. Söylemeye lüzum yoktu. Zaten bugüne kadar hep yaptığı bunlardır. Kanun onun oyuncağıdır. Kanun onun keyfili ne, hırsına göre değişir durur. Ne âlâ!. Ne âlâ devlet, kanun ve millet oyuncağıdır. Bu sözün hülâsası: "Sade keyfim hüküm sürer" demektir. Bir Medeniyet Cihanı var yahu! Ayıptır, şunu söyleme bari! Zaten bir düziye kanun tâdil etmek, yenisini yapma da o demektir.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur

 

 
Devamını Oku »

Serbest Fırka'nın Bilançosu

 

Serbest Fırka'nın BilançosuMustafa Kemal, İsmet'i te'dip etmek istiyordu. İsmet, Reisi- cumhurluk hırsını, birtakım adamlarının onun iyiliğine, Mustafa Kemal'in fenalığına dair olan propagandalarım biliyordu. Onu kendine rakip görmeye başlamıştı. Bu hal iki-üç yıldır sürüyordu. Nihayet İsmet ile kanlı bıçaklı olan Fethi'ye bir fırka yaptırıp bu tarikle İsmet'i tepelemek istedi. Lâkin evdeki pazarlık çarşıya uy­madı. Koca adam ne kadar gafil imiş. Vaziyetini hiç bilmiyormuş. Millet kendisini tapınır derecede seviyor zannediyordu. Millette bir tuğyandır koptu. Kurtuluş günü geldi zannettiler. Hükümeti, idaresini, İsmet'i, Mustafa Kemal'i istemediklerini sözle, tezahü­ratla, hükümete silâhla çarpışmak ve belediye intihabı suretiyle bariz ve kat'î bir surette ifade ettiler.

Hükümetin türlü rezaletleri, cebirleri, sahtekârlıkları olmasaydı intihabı kamilen muhalifler kazanırdı. Bunları gören Gazi şaşırdı. Fırka yaptığına, İsmet'i te­pelemek istediğine bin pişman oldu. Bütün işlerde gırtlaklarına kadar İsmet'le beraber battığım, ondan iyi uşak, emir kulu olma­dığım hatırladı ve iyice anladı. Menfaatinin, hatta hayatının İs- met'le beraber olduğunu gördü. İsmet'e sarıldı, matbuatta ona alenî cemileler yaptı. Yeni Fırkayı bir kara belâ telâkki edip feshet­ti. Bu feshi de Fethi'ye yaptırarak güya cebir ve istibdat yapmadı­ğını gösterdi. Hem de Fethi'yi büsbütün rezil etti. Oh olsun Fet­hi'ye. Şimdi seyahate çıktı. Güya halkı lehine celbedecek. Hem de muhalefete baş olanları ezecektir. Dikkate şayan ki bu sefer hiçbir yerde istikbal ve tezahürat istemediğini ilân etti. Bu hususta Şük­rü Kaya maskarası valilere de sıkı emirler vermiştir.

Bütün bu maceradan yalnız bir fayda olmuştur: Türk milleti nümayişler, kanlı vak'alar ve belediye intihabı ile göstermiştir ki, bugünkü hükümete, idaresine, bu işin başında olan Mustafa Kemal ve İsmet'e muarızdır. Bunların yüzünden dert ve belâ ile doludur, inlemekte ve ağlamaktadır. Millet bunu bağırarak ve maddeten cihana söyledi ve bu beyannamesini kanıyla dahi im­zaladı. Artık kimsenin şek ve şüphesine mahal kalmadı. Bunda her sınıf halk vardır.

Bu vak'anın pek mühim ve gayri kabili itiraz bir ifadesi daha var: Gazi müstebit; İsmet, hükümetleri, yardakçıları, idareleri cumhuriyet lâik derler, öyle diyorlar. Böyle olanlar dostumuz, aksi fikirdekiler mürteci ve düşmanımızdır dediler, durdular. Serbest Cumhuriyet Fırkası cumhuriyetçi ve lâik idi. Bunda şüp­he yoktu. Bu halde bu fırkayı yine feshettiler. Bazı yerlerde bu fırkaya mürtecilerin, eski sarıklıların girdiğini söylediler. Olabi­lir. Bence bunun aslı yoktur, hiç olmazsa pek i'zam etmişlerdir ya, fakat bu unsurlar hele Ferid Paşa ile, İngilizlerle çalışmış va­tan hainlerinden, Rum Patrikinin himmetiyle Malta Hapishane­sinden kurtulan Kastamonu mebusu yaptıkları Haşan Fehmi'ler pek bol bir surette kendilerinde vardır.

Demek mesele cumhuriyetçi, lâik yahut mürteci olmakta de­ğildir. Sade bu iki insanın mevkii meselesidir. Ona hizmet eden­ler makbul ve muhterem, ona muarız olanlar mürteci ve haindir. Feci vaziyet... Zavallı millet! İşte sırf bu uğurdadır ki, yani şahıs­ları ve mevkileri içindir ki yüzlerce, binlerce adamı darağacına çektiler. O ne devredir?!,. Çocukların bile zihnine yer etmiştir. Si­nop' tayım, kardeşimin beş yaşında olan kızı bir odaya duvardan duvara bir sicim germiş, gazeteleri yırtıp insan şekline koyuyor, boynundan bir ip bağlayıp sicime asıyor. Böyle birçok yapmış. Odaya girdim. Ne yapıyorsun? dedim. "Mustafa Kemal oynu­yorum dedi. O vakit anladım ve hayret ettim."

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »

İsmet İnönü Venizelos Dostluğu

İsmet İnönü Venizelos Dostluğu

Venizelos, Ankara'ya gelmiş, birtakım muahedeler imza et­mişler. Venizelos, ticaret ve emsali şeylerde bizimkileri dolaba koymuş. Bu adama büyük merasim ve alkış yapmışlar. İsmet onu kucaklamış. Güya artık dostmuşuz. Aramızda dava kalma­mış. Türk'ü yeryüzünden silmek isteyen, Lozan'da resmî celse­de ona barbar, katliama diye bağıran bu adama şimdi İsmet'in ve Türkiye'nin en büyük dostu imiş. Ve minel garaibi.

Bunu ve Ankara'da iken Atina'da Pangalos ve zabitler çok güzel tasdik  ettiler. Yani Türk ile dostluk istediklerinden isyan ettiler. İşte dava bitmemiş ve bitmez, Mustafa Kemal ve İsmet galiba şu fikirdeler;hummalı bir surette buna çalışıyorlar: Bütün haricî i mes'eleleri, pürüzleri bitirmek. Bunu da hep vererek yapıyorlar, Türk'ün menfaatleri gidiyor.Galiba "Halk aleyhimizde. Haricî bir mes'ele de zuhur ederse derhal devriliriz" diyorlar. Bu esna- da İtalya sefiri ve Macar Başvekili de Ankara'ya geldi. Avrupa gazeteleri Bulgar Kralının da geleceğini yazdılar.

Zannediyorum ki Mussolini oyun oynuyor. Bunlar, Balkan ittihadı hep onun iş­leri. Bunlar da Yugoslavya aleyhine olsa gerek. Veya onu böyle tesbit edip Fransa ile hesaplaşmak, yani harp edeceğini zannet­mem, sade sıkıştırıp şarkta bir şey koparmaktır. O da bizim yor­ganın başına gelecektir diye korkarım. Bakalım, bu Balkan İttihadi ne şekil alacaktır.

 

......................

İki tarihli Milliyet geldi. Veniselos, Fener'de Rum Patriğini ziyaret etmiş. Bu da başımıza geldi. Dünü düşünün, bugünü gö­rün! Eskiden gizli muhabere ederdi, şimdi aşikâr gidiyor, patri­ğin elini öpüyor. Ankara'da İsmet'le öpüşüp koklaştıktan sonra Fener'e gidip dudağında henüz duran İsmet'in yanağının tadı ile patriğin elini öpmesi, patriğin murassa bir haçı onun boynu­na geçirmesi ne kadar manâlıdır. Bizim ahmaklar bundan bir şey anlamıyor. Ve marifet yaptıklarına kaniler. Bu dostlukları sonra görürüz. Yunan'la yapılan ticaret muahedesi de aleyhimizde. Yunan bizim pamuğu ucuz alacak, mensucat yapıp bize satacak. Aferin. Herif şu bizim ahmakları iyi dolaba koymuş. İçyüzünü bilmiyoruz. Kimbilir daha neler var?.. Patrik, Venizelos'a kilise­ye hizmetlerinden dolayı dua ve teşekkür etmiş. Venizelos'un boynuna ortasında büyük bir pırlanta olan bir haç takmış. Bu ne mel'un hükümet ki bunlara meydan vermiştir.. Zavallı Türki­ye!.. Lozan'da ne idin, şimdi nesin...

Millet Meclisi açılmış, Mustafa Kemal bir nutuk söylemiş. Bu gazetede nutuk mevcud. Nutkun bir lübbü yok. Sade Serbest Cumhuriyet Fırkası ve belediye intihabından bahsederken "Bu müşahedelerin verdiği tecrübelerden Türk milleti cumhuriyetin beka ve inkişâfı için istifade etmelidir" diyor. Mühim bir söz. Sa­de, halkın bu tezahüratından memnun olmadığı anlaşılıyor. Kendi ders almış demek. Bu ders, halkı yeniden katliam etmek­tir. Bakalım. Ve yine: Fırkalara girecek adamlar temiz olmalı" di­yor. Bununla yeni fırka azasının pis olduğunu söylüyor. Pekiyi!

Halk Fırkasında nice kirli ve bulaşık insan var. Bunlar ne olacak?

Yine: "Kalem hürriyetini hüsnü idare etmeli" diyor. Yani matbu­at hürriyeti olur amma" mevkilerine dokunmamak, pisliklerini, cehaletlerini söylememek. Onu söylemeyince zaten o hürriyetin lüzumu kalmaz ki... O hürriyet olmaz ki... Yoksa kendi hüsnü idare eder, yani matbuatın ağzına kilidi takar. Yine: "Memleke­tin mukadderatında yegâne selâhiyet ve kudret sahibi olan bü­yük Millet Meclisi..." diyor. Bunu nasıl söylüyor bilmem. Onun i'rapta bile mahalli yok. Bu selâhiyetler senin elinde. Ve keyfî su­rette istimal ediyorsun.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »

Serbest Cumhuriyet Fırkası Doğuşu

Serbest Cumhuriyet Fırkası

9 Ağustos Milliyet'te yeni fırka mes'elesi var:

Fethi yeni bir fırka te'sis ediyor. Fırkanın lideri olacak. Bu za-tın fırkasının esası prensipleri Halk Fırkasının esaslı prensiple- rinden farklı olmıyacak. Yani yeni fırka da cumhuriyetçilik ve lâiklikte Halk Fırkasının aynı prensiplerini programında kabul ve tatbik, fakat İdarî, İktisadî ve siyasî nazariyatta farklı bir prog­ram tatbika çalışacaktır. Fethi sefirlikten istifa ettikten sonra münhal meb'usluklardan birine namzetliğini koyacaktır. Bu ha­vadisin yanında Mustafa Kemal ile Fethi'nin Yalova'da yemek masasında bir resmi var. Bundan da fırkayı yapan kim anlaşılı­yor.

İki gün sonraki Paris gazeteleri Fethi'nin istifa ettiğini, yerine Saraçoğlu veya Vasıf'ın Paris'e sefir olacağını yazdılar. Vasıf re­zalet ve cehaletlerle dolu olduğu halde Mustafa Kemal ve İsmet Hükümetinin mühim bir haricî memuru olmuştur. Bundan iki ay evvel Fransa'nın şimalinde meşhur zevk şehirlerinden biri olan Boville'e gitmiş. Orada dünya güzellerini davet edip ziya­fet çekmiş, çok paralar saffetmiş. Fransız gazeteleri bunu istihza ile yazdılar. Çünkü sefir vaziyetinde bulunan biri böyle şey yapamaz.

Fırka mes'elesi hakkında aynı gazetenin ilk sahifesinin başın­da çerçeve içinde bir yazı var. Bu işin girizgâhı makamındadır. Resmî değilse de hükümet ağzı gibidir. Şüphesiz bunu Mustâfa Kemal dikte ederek neşrettirmiştir. Burada diyor ki: "Dahilde ve hariçte bazı tenkidler var. Türkiye'de demokrasi ve cumhuriyet var, ama ne hürriyet-i matbuata cevaz veriyor, ne de muhalif bir fırka teşkiline. Türk vatandaşları kanaat ve içtihadlarını müdâfaa için kürsü bulamıyorlar. Mecliste türlü ve gizli ihtiraslardan münezzeh saf ve samimi bir muhalefetin faydası vardır" (Milli- yet 4 Ağustos).

Ağustos tarihli gazetede yeni fırkanın adının "Serbest Cumhuriyet" olduğu yazılı. Bu Halk Cumhuriyet Fırkasının müstebid bir cumhuriyet olduğunu ifade eder bir ad. Âlâ.... Bu adı koyan da şüphesiz Mustafa Kemal'di. İntakı hak. Bununla eski fırkanın müstebid ve zalim olduğunu ifade ediyor demektir. Burada Fethi'nin Mustafa Kemal ile otomobilde bir resmi var. Altında şöyle yazılı: "Cumhuriyet Halk Fırkasının bani ve lideri Büyük Gazi Hazretleri ile Yeni Serbest Cumhuriyet Fırkasını teş­kil edecek olan, otomobilde Yalova'da bir tenezzüfe esnasında" Yine bu nüshadaki malûmata göre "Fethi dün gece sabahın beşi­ne kadar Gazi Hazretlerinin köşkünde kalmıştır. Bu gece de be­raberdir. Fırka Umumî Kâtibi Saffet Bey'in de iştirak ettiği bu toplanmaya ehemmiyet atfolunur."

Paris gazetelerine göre yeni fırkaya Kütahya meb'usu ve Gazi'nin en emin adamı Nuri Bey kâtibi umumî tayin edilmiştir. Ta­mam iyi bulmuşlardır... Bu da isbat eder ki, yeni fırka oyununu yapan Mustafa Kemal'dir.

*

Ağustos Milliyet'te İsmet Paşa'nın beyanatı var. Bu da ilk sahife başında ve çerçeve içinde. Şunları demiş: "Anlaşılıyor ki, eski arkadaşımla büyük mes'eleler üzerinde ciddî münakaşalar yapacağız. Yeni fırka liderinin mevzularım daha sarih bir suret­te teşrih etmesine lüzum vardır. Fethi Bey'in müstakil bir fırka teşkil etmesi siyasî hayatımızda büyük bir tekâmül safhasıdır. Fethi Bey'in intişar eden mektubuna göre bu fırka daha ilk anda hükümetin siyaset ve icraatını tasvip etmeyen bir istikamette ol­duğunu göstermiştir... îlh..."

Aynı nüshada bu hususta diğer malûmat da var. Serlevha:

"Yeni fırka karşısında Gazi Hazretleri ne düşünüyorlar?" Bura­da bir resim var İsmetle Fethi beraber, yine tatlı tatlı gülerek ko­nuşuyorlar. Birbirini bitleri kadar sevmiyen bu iki adam içlerini saklayıp böyle nasıl gülebiliyorlar bilmem? Gazete resmin altına "Samimi musafaha hali" demiş. Diyecek yok!..

Buradaki malûmat: "Fethi yeni fırkanın teşkilâtı ile meşgul olmak ve lüzum hasıl oldukça Gazi Hazretleri ile temas etmek­tedir. Fethi programım hazırlamış ve Gazi'ye bu hususta izahat vermiştir. Programın bugün, yarın neşri muhtemeldir. Yeni fır­kaya bir kısım meb'usların iştiraki bildirilmektedir. Fethi mevkii iktidara gelmek için çalışacağını söylemiştir.

Aynı gazetede "Gazi'nin cevabı" serlevhalı ve çerçeve içinde şu malûmat var: "Fethi Bey'in Reisicumhura takdim ettiği mek­tubu bugün dercediyoruz. Gazi'nin cevabı henüz gelmedi. Biz bu cevaba pek hususî bir ehemmiyet veriyoruz. Çünkü hem re­isicumhur, hem Halk Fırkası umumî reisidirler. Gazi bu sıfatları­nın herbiri ile kendi prensipleri üzerinde münakaşa imkanı ve­recek her teşekkülü memnuniyetle kabul eder... Şu muhakkak ki Gazi yeni teşekküle karşı yüksek mevkiinin icabettirdiği yakın alâkayı gösterecektir. Fakat şuna da kaniiz ki, Cumhurriyasetin- de olsun veya olmasın, Gazi her şeyden evvel Halk Fırkasının reisidir. Cevaplarının bu ruh ve vasıfta olduğunu kuvvetle tah­min ediyoruz."

"Yeni Fırka hakkında Gazi ne düşünüyor?" unvanlı makale­ye devam ediyoruz. Burda iyice malûmat var.

Aynı nüshada "Son Dakika" serlevhalı malûmat da var. Bun­da Milliyet muharriri, Fethi'yi Saffet'le beraber görmüş, bir mü­lakat yapmış. Fethi suallere şöyle cevap veriyor:

Fırkanın programı tamamen tesbit edilmiştir. Birkaç gün içinde neşredeceğim. Çok esaslı hatlara malik olan bu program tatmin edici hususiyetleri ihtiva etmektedir. Neşretmeden evvel tafsilât vermek istemem. Fırkanın grup halinde kalmayıp emsa­li gibi her türlü teşkilâta malik olacaktır. Bu teşkilâtı sür'atle ya­pacağım. Prensip ayrılıkları olan noktalarda hükümeti tenkid edeceğim. Kabineye dahil olmak istemem. Bir fırkanın lideri olarak hükümetin başına geçmek, kendi prensiplerimi hâkim kılmak isterim. Programın intişarından sonra kanaatlerime işti­rak edecek meb'uslar olursa maalmemnuniye kabul edeceğim."

Bu hâdise Lozan muahedesinden sonra beş senelik şiddetli bir zulüm ve istibdad, favoritizm, keyfî idare, ağır vergiler, israf­tan sonra bunlar halkta memnuniyetsizlik, zulümden şikâyet, şiddetli malî bir buhran hasıl ettikten, Avrupa'da memleketimiz rezil olduktan, millet bu hükümet ve idareye düşman olduktan sonra oluyor. Bu vak'anın mühim bir hâdise olduğu şüphesizdir. Bütün bunlardır ki Mustafa Kemal'i böyle bir bu dercettiğimiz malûmata göre muhalif bir fırka teşkil ediliyor. Bunu Fethi yapı­yor. Fakat Mustafa Kemal ile beraber. Yâni hakikatte Mustafa Kemal yapıyor. Fethi basit bir âlettir. Bu fırka Cumhuriyetçilikte evvelki fırka ile bir. Fakat idarede başka fikirde, idaredeki siste­mi hürriyettir. İsmet Hükümetinin idaresinin muzır olduğunu, onu tenkid edeceğini söylüyor. Mevkie geçeceğine ifade ediyor.

Şimdi bu şeklin sebeplerini, ifadesini, içyüzünü, akıbetini söyleyeyim. Paris'ten söyleyebilirim. Burada keramete lüzum yoktur. Vaziyet sarih ve basittir:

Bu fırkayı yapan Fethi değil bizzat Mustafa Kemal'dir. Te­şebbüsü bizzat olmamış olsaydı, Fethi ona böyle bir teklif bile yapmağa cesaret edemezdi ve böyle olmasa, gerek Fethi ve ge­rek başka birinin fırka yapması imkânı olur muydu? Pek yakın bir mazideki ikinci grup ve Terakkiperver Cumhuriyet fırkaları­nın akıbetleri, felâketleri, onları teşkil eden şahısların maddeten ve manen imha edildikleri meydandadır. "Girizgâh" adını ver­diğimiz ve aynen dercettiğimiz beyanatta bu zihniyetin hâlâ bir noktasını kaybetmeden hüküm sürmekte olduğuna celî bir delil­dir. Programı da bizzat Mustafa Kemal yapmıştır. Bu hâdise ifa­de etmektedir ki, Mustafa Kemal ve saltanatı yıpranmıştır, inhi­tata yüz tutmuştur. Mustafa Kemal artık sağdan geri ediyor. Gö­zü görmüş, nihayet anlamış ki zulüm ile de asıp kesmek gibi şid­detler ile de sökmüyor. Devleti, milleti helâke doğru götürdüğü­nü hissetmiştir. Devleti, milleti, cumhuriyet denilen şeyi cihana karşı rezil ettiğinin de farkına varmıştır, iyice anlamıştır. Şimdi bundan kurtulmak, mevkii sağlamlatmak istiyor. Bu pisliği ta-mamiyleîsmet'e sürüp işin içinden çıkacak.

Mes'ele bundan iba­ret. Halbuki Lozan'dan bugüne kadar olan devrede Türkiye'de sade bir Mustafa Kemal vardı. İsmet kimdir? Mustafa Kemal'in kendi tabiri veçhile "sade bir emir neferi." Her şeyi düşünen, ya­pan sade Mustafa Kemal'dir. İsmet bir âlet idi. Onları sadık bir hizmetçi sıfatıyla ve gayretle icra ve tatbik ediyordu. Bu sağdan geri ile Mustafa Kemal büsbütün işlerin fena olduğunu sarih bir surette itiraf ediyor demektir. Bunların bütün mesuliyeti kendi sırtındadır. Fakat şurası da muhakkak ki onun mevkii gayrî- mes'uldür. Mes'uliyet mevkii İsmet'indir. Kanun huzurunda bunlardan kamilenmes'ul olan İsmet'tir. İsmet, Gazi'nin elinde kazmadır. Kazma mesul olmaz ama, bu canlı kazmadır. İsmet gayet haristir. Efendisinin yerinde gözü vardır. Dört yıldır Türkiye'de ve Avrupa'da adamları ile propaganda yaptırı­yordu. Bunların içinde meb'uslar, sefirler vardı. İsmet bunları her suretle himaye eder. Propaganda şu idi:

"Çok fenalık oluyor. Böyle zulüm ve suîidâre görülmemiştir. Millet batacak. Bunları yapan hep Mustafa Kemal'dir. Bereket versin Îsmet'e, o da olmasa büsbütün müthiş olacak. Ne ise o mümkün mertebe fenalıkları ve daha çok olmaktan menediyor." Derken halkta Mustafa Kemal'e düşmanlık, îsmet'e muhabbet peydah oldu. Anlaşılıyor ki Mustafa Kemal bunu sezdi. Sezmesi tabii idi. İsmet'i hırpalamağa başladı. Meselâ İsmet'in Lo­zan'dan Mustafa Kemal'e yazdığı pek müthiş bir dalkavukluk olan mektubunu neşretti. Bu îsmet'i rezil etmekti ve seni imha ederim diyen bir tehdid idi. İsmet derhal işi anladı. Daha müthiş dalkavukluğa başladı. Bununla mevkide kaldı. Bir de Mustafa Kemal, İsmet kadar muti bir adam, âlet bulamazdı. Bu sebeple onu atamıyordu. Tehdid altında tutuyordu. Derken Mustafa Ke­mal propagandaya başladı. Adamları harıl hani fenalıkları İs-met'e yükletir tarzda propagandalar yaptılar. Vaziyet değişti. Halktan şimdi İsmet'e de düşmanlık hâsıl oldu. İşte bu fırka mes'elesi ile Mustafa Kemal şimdi bu işi ikmal ediyor. Yoksa Mustafa Kemal'in kötülükleri ortadan kaldırmak, hürriyet ver­mek aklından geçen şey değildir.

Fethi, îsmet'i hiç sevmez. Paris'te fena cam sıkılıyordu. Bana burada söylediği sözlerden anlıyorum ki ille yine başvekillik is­tiyordu. Bu vaziyetleri bilen Mustafa Kemal bu işe Fethi'yi âlet etti. Şimdi onu İsmet'e karşı kullanıyor. Bunu zaten yıllardan beri yapıyordu. Bu sefer büyük mikyasta ve maddî olarak yapıyor. Fethi'nin de işine geliyordu. Derhal âlet oldu.

Mustafa Kemal'in bütün idaresi, her şeyi, bir riyâkârlıktan ibaretti. Millet Meclisinde fırka vardı. Tek mek ne ise... Fakat ser­best müzakere yapamaz, reyi olmaz, hükümet idaresinde met­hali yoktur. Bu bir Karagöz perdesi idi. Pek ayıp idi. Mustafa Ke­mal bunun ayıp bir şey olduğunu, cihanın alay ettiğini görünce vaziyeti kurtarmak için ikinci ve muhalif bir fırka yapıyor. Fakat hakikatte birinci gibi ikinci fırka da yoktu. Yine sade Mustafa Kemal vardı. Bunun hakikati şöyledir. O kendi kendine demiştir ki: "Yalnız bir fırka var diye bana müstebit diyorlar şunları bir oyuna getireyim, aldatayım. Millet Meclisi diye bir Karagöz per­desi kurmuştum. Halk Fırkası diye bir Karagöz koymuştum. Ka­ragöz oynuyor ama ahengi yok, tadı da çıkmıyor. Meğerse bu perdeye bir de Hacivat lâzımmış, bilemedim. Şimdi Hacivat'ı da koyayım, oyun güzelleşir. Arasıra Karagöz, Hacivat birbirine şap diye vururlar da herkes güler. Oyun tamam olur. Alem de iki fırka var, hürriyet var diye yutar.

Bu fırka da Mustafa Kemal'in malıdır. Halk Fırkasındaki meb'usların bir kısmım emredecek yeni fırkaya verecek. Bu iki düşman şahıs Karagöz ve Hacivat halinde dövüşecek. Böyle göz boyayacak. Herkes de artık hürriyet var diyecek! İhtimal bu se­ne ekseriyeti Fethi'ye verecek, İsmet'i yıkacak. İsmet o vakit gaf­let edip efendisinin aleyhine başlarsa, Mustafa Kemal onu der­hal imha edecek, Kâzım Karabekir ve arkadaşlarının mezarlığı­na yollıyacak. Fakat İsmet hinoğlu hindir. Bu yola girmez. Bil'âkis evvelkinden daha ziyade dalkavukluk eder. O vakit ya­parsa sefir olarak tebyidedilecek, yahut Halk Fırkasının başında Mecliste ekalliyette oturup Mustafa Kemal'den izin alabildikçe Fethi'ye hücum edecek, böyle ondan intikam alacaktır.

Mustafa Kemal'in bu işte hüsnüniyeti olsa, her şeyden evvel Halk Fırkasından samimî bir surette çekilirdi. Halbuki çekilse bi­le yine hüsnüniyetine inanmak mümkün olmaz. Zira bu sefer gizlice yine fırkayı avucunda tutar. Önümüzdeki intihapta yapa­cağı rezaleti de gösterecektir. Yine intihabı valiler vasıtasıyla tehdid ile yapacaktır. Yalnız şu farkla ki bu sefer bütün meb'uslar Halk Fırkasına değil, bir kısmı da Serbest Cumhuriyet Fırkasına intihap olunacaktır.

Hâsılı bu halin adı bir maskaralıktır. Eski rezaletlere yeni bir rezalet ilâvesinden ibarettir. Millet ve devlet için bir faide me'- mul değildir. Buna kollu dövüş derler... Eğer Fethi bu vaziyetten istifade ederek beş yıldır olan türlü vahim rezaletlerin içyüzleri­ni Mecliste açıp dökerse, bunu gazeteler yazarsa besbelli bir hiz­met etmiş olur. Millet ve cihan rezaletleri bir derece daha anlamış olur. Hangi taşı kaldırsan altından Mustafa Kemal çıkar.
Hangi yorganı açsan altında o vardır. Herhangi işe dokunsan, ucunda o vardır. Bunlara dokununca Mustafa Kemal çıkar. Fethi ise ona el süremez. Fakat bu Fethi esasen ve vakit vakit te'sir al­tında enporte olan, zivanesinden çıkan bir bünyede insandır. Birgün münakaşa esnasında kızışıp herşeyi söyleyivermesi de mümkündür. Bakalım. Ancak bunu da bir defa yapabilir ve der­hal imha olunur.

Zannediyorum ki bu işlerin böyle olduğunu bildiği halde ahali bu fırkaya sarılacaktır, bel bağlıyacaktır. Denize düşen yı­lana sarılır. Bu da Mustafa Kemal'in hoşuna gitmeyecek. Yeni fır­kayı dağıtacak. Arada birtakım zavallılar perişan olmuş olacak.

Bu işte bir şaşılacak şey de Fethi'nin nasıl olup da bu işe gir­miş olmasıdır. Çünkü rezil olacak. Çünkü her hadisenin başı Mustafa Kemal'dir. Fethi bunu bilmez bir kimse değildir. Bana Paris'te kaç defa Mustafa Kemal'in nasıl bir adam olduğunu, bu-

nu evvelce anlayamadığı için pek teessüf ettiğini, bu idarenin eş­kıyalıktan başka bir şey olmadığım yana yakıla ve heyecan için­de söylemiştir. İsmet aleyhinde ise daima ve herkese söylenirdi. Zaar... Hem bilmek lâzımdır ki onunla işe girmek kurtla çuvala girmektir. Farzedebiliriz ki, Fethi bu çürük işe girmek, kendisini rezil etmeği bir ümid ile göze almıştır. Hükümete geçip belki milleti kurtarmağı düşünüyor ve yapabilirse Türkiye'nin en bü­yük adamı olur. Derhal heykeli dikilir. Fakat böyle bir ümid ve ihtimal asla yoktur. Böyle bir teşebbüsü sezdiği, hattâ sade şüp­helendiği anda, Mustafa Kemal Fethi'yi gıcırgıcır kör testere ile keser. Kolaylıkla kesemezse derhal silâh kuvvetine müracaat eder. Asker Fevzi Paşa ile,hattâ ona lüzum kalmadan muhafız taburları ile Meclisi basıp Fethi'yi, hükümet azasım, meb'usları kılıçtan geçirir. Fethi'nin zaten böyle bir fikirde olduğunu zan­netmem. Böyle fikirde olmayınca da bu iş deruhte edilemezdi. Etti.

Fethi bu iş ile kendini rezil edecektir. Bu adam namuslu in­sandı. Bu fırka ile mahvoluyor ve lekeli bir surette ölüyor. İşin ahlâkî cihedleri var: Mustafa Kemal'in şiddetle aleyhinde olan bu adam, bugün onunla teşriki mesaî ediyor. Demek bugüne ta­dar olanları kötü görmüyor. Dercettiğimiz mektubunda görül­düğü üzere Fethi de Mustafa Kemal'in dehasından bahsediyor. Bunlarla demek Fethi de bir İsmet olup gitmiştir. Bu hale sadece mevki hırsı ile düştüğünü zannediyorum. Bir türlü Paris'e sığa- mıyordu.

Ankara'yı istiyordu. Paris'te son iki yıldanberi de İsmet'in aleyhinde devamla beraber Mustafa Kemal'in lehine başlamıştı. Halbuki daha evvel kendisini Ankara'ya davet ettikleri vakit, fe­na korktuğunu, gidemeyeceğini bana söylemişti. Bir yıl evvel İs­tanbul'dan avdetinde bana "Canım artık memlekete dönmüyor musun? Gazi eskisi gibi değil. Çok mutedil olmuş. Hele Türk ta­rihi merakına düşmüş. İyi... Onunla oyalansın. Fena şeyler dü­şünmeğe vakit bulamaz" demişti. Ben bir şey demeyip içimden "Amma mutedil olmuş! Eskişehir istasyonunda Temyiz azalarına yaptığı müthiş tehdid ne?" demiştim. Çünkü bunu daha iki ay evvel yapmıştı. Demek ki İstanbul'a gittikçe Fethi yumuşu- yordu. Mustafa Kemal'in lehine dönüyordu. Fethi safderun bir adamdır. Demek onu kandırıyordu. O da İsmet aleyhine olan ki­ni şevki ile bunu muvafık buluyordu. Nihayet ağına düştü. Bir defa daha âlet ve sonunda büsbütün rezil olacaktır. İsmet bugün düşse bile bir müddet sonra Fethi yine atılıp İsmet mevkiye ge­çecektir. Gazi cenapları iki dama taşma maliktir. Onlarla haneler atlıyarak oynayıp durayacaktır. Vaziyet ve netice böyledir. Baka­lım zuhurat, fevkalâde şeyler olmazsa.

İsmet ve Fethi'yi mukayese edelim:

İsmet cahil, içi dışına asla uymaz, şeytana iblislik eder, müraî, hilekâr biridir. Entrikada eşsizdir. Natuktur. Fethi zekâca İs­met'ten aşağı, fakat şimdiye kadar namuslu biridir. İsmet'e nisbetle çok okumuş olmakla beraber pek bön ve safderundur. Mantığı çok defa kuvvetlidir. Vaziyeti görür, çok defa da saf bir çocuk gibidir. Hele çok tesir altında kalır. Kim evvel giderse ve biraz da cerbezesi varsa Fethi'yi en saçma şeylere de inandırır. Halbuki İsmet babasına bile inanmaz. Mevcudiyeti şüphe ve ev­hamdan ibarettir. Bu sebeple daima uyanıktır. Beriki ise uyuşuk­tur. İsmet yalandan güler yüzle dost kazanmakta maharet sahi­bidir. Fethi ise aksi, herkes için antipatik bir mizaçtadır. Kimse sevmez.

Bu evsafa bakınca hükmetmek lâzımdır ki İsmet, Fethi'yi do­laba koyacaktır. Herhalde mağlûp edecektir. Bilhassa entrika nu­tuktuk ile İsmet, Fethi'yi açık münakaşalarda da alt edecektir. Fakat bunun hükmü yok. Hüküm Mustafa Kemal'dedir. En hak­lı ve en haksız bir işte de Fethi münakaşada mağlûp olsa, fakat

Mustafa Kemal Fethi'yi tutmak istiyorsa Fethi galiptir. Netice o veçhile olur ve icra edilir. Yok en haksız işte de İsmet haksız çık­sa veya en hakkı olduğu zamanda mağlûp da olsa Gazi, İsmet'i tutmak istiyorsa İsmet galiptir.

Ne oldu ise Fethi'ye oldu. Bu namuslu olduğunu zannettiğim adama acırım.

Bu hâdisenin esasî hatları budur. Eğer Fethi yeni fırka ile memlekete İdarî, siyasî ve İktisadî bir derece hürriyet ve ferahlık getirirse Fethi yine tebrike şayandır. Esas can, mal ve namus em­niyetidir. Başka şeyi istediğimiz yok. Bakalım bunları yerleştire­bilecek mi? Bunların düşmanı Mustafa Kemal'dir. Bu sebeple yerleştiremiyecektir. Reisicumhur kızdığı adamı imha edemeye­cek mi, onun meb'usluğuna, ticaretine zarar veremiyecek mi, adliyede hâkimlere emredip istediği gibi hüküm verdiremiyecek mi? Bu basit ve medenî dünya, hattâ binlerce yıl evvelki millet­lerin sosyetelerinde iptidaî haklar olarak mevcut bu şeyleri Fet­hi yirminci asırda ve cumhuriyette Türkiye'de te'sis edebilecek mi?... Bence edemiyeceği iki kere iki dört eder gibi kat'îdir.

 

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »

Rıza Nur'un,M.Kemal ve İsmet İnönü Analizi

Rıza Nur'un,M.Kemal ve İsmet İnönü Analizi




Selaniklidir.Harbiye Mektebinde okumuş,erkan-ı harp çıkmıştır.Kimi,dönmeikimi Sırp,Kimi Bulgar,Kimi Pomak diyor.Babası ve anası hakkında rivayet çoktur.Muhakkak olan birşey varsa anası bellidir.Fizik ve teşrihi vasıfları;Uuzn boylu,sarışın,mavi gözlü,kemiklice,elmacık kemikleri Moğollar gibi çıkık,burnunun ucu kabarık,domates gibi kızarmış,burnu çirkin değilse de

Türkte olmayan bir yüz.Saçları ağarmıştır.Fakat dikkatle boyar,altın sarısı yapar,Saçlarının beyazlığını göstermemeğe çok dikkat eder.Cimcimesi pek biçimsizdir.Alnında azim cephesinin cevfinin teşkil eden kafası pek ileri çıkıktır.Bu sebeple kaşları ilerdedir.Bu ekseriya mütereddi şahıslarda olur.Kaşları gürdür.Alnının ortasında ufki bir çöküntü mizabe halinde bütün kafasını dolaşır.Kafasıyla yüzünü adeta bir kum saati manzarasını verir.Bu çukurun üzürinde az bir kısım vardır.Bu da bir kavunun ufak parçası kadardır.Bu da bir tereddi eseridir.Hali tabiide gözlerinde şaşılık yoksa da sarhoşluğunda ve kızıdğı vakit tamamıyla şaşı olup biri bir yana diğeri,diğer yana bakar.Bu da tereddi eseridir.

Fevkalade zeki değil,fakat zeki denen insanlardandır.Hatta ona zeki dahi dememelidir.Birçok şeylerde çok bilgisizdir.Hele ileriyi hiç göremez.Akl-ı selimi bariz bir surette azdır.Ancak entrika fevkalaede mahirdir.Bizde yanlış olarak entrikacılara zeki derler.Vakıa entrika yapmak için zeki olmak lazım gibi gelirsede değildir.Dimağda herşey içn hususi bir merkez vardır.Bazı adamlar vardır ki,son derece saftır,fakat bazen öyle entirkalar yapar ki,bu adam,bu entrikayı nasıl yaptı diye şaşar.Sonra nice zeki adamlar vardır ki,asla entrika yapamaz.Yüzlerine gözlerine bulaştırırlar.Bunlar ispat eder ki,entirka için dimağda ayrı bir merkez vardır.Zeka ile münasebeti yoktur.Demek M.Kemal de entrika merkezi çok neşvünema bulmuştur.Herkesi birbirine katar,mantara bastırır.Moral faaldir.Harekatında pek çabuktur.Pek çok içer.İçkilerden rakıyı sever.Çalgı çaldırır,çaldırdığı her curcuna havalarıdır.İçki alemine dalkavuk,cahil insanları toplar.Sevdiği adamlar zaten bunlardır.Yüreğinde asla merhamet yoktur.Babası,oğlu olursa da keser.Asla meşru iş tanımaz.

Mutlaka haksız şeyleri yapar.Kanun,usül,adet denilen şeyler onun için mevcut değildir.Hiç kimseyi sevmez.Hatta en sadıklarını bile.Böyle hislerden mahrumdur.Anası ölmüş,cenazesine bile gitmemiştir.Necip ve insani hislerden tamamıyla ardir.Kimseye itimadı yoktur.Herkesi korku ve ihsan ile tutmak sistemindedir.Her kim yanına girse çıkınca yanındakilere onun aleyhinde söyler.Bir adeti de rical ve mebusları birbirine düşürmektir.Herkese ”O senin aleyhinde şunu söyledi” der.Biri bir şahıs aleyhinde kendisine mektup yazarsa,o mektubu derhal o şahsa verir.Casusluğa çok ehemmiyet verir.Memleketi casuslarla doldurmuştur.Hem de casusların her dediğine inanır.Gayet evhamlıdır.Her saçma şeyden bir mühim mana çıkarır.Eğer kuvvetsiz ise,pek ürkektir,kaçamağa çalışır.Eğer kuvvetli ise gayet cesurdur,bir canavar olur,paramparça eder.Makyavellik en sevdiği şeydir.Gayet mevki ve şan harisidir.Ve bunda pek kıskançtır.En ufak bir şerefi bile başkasına veremez.Ölüleri bile şeref husunda kıskanır.Mesela N.Kemal’i bile büyük görmez.Gayet mağrur ve kibirlidir.Nazarında Dünyada kendinden başka adam yoktur.İster ki herkez kendisine tapınsın.Gayet müstebittir.Tenkide,hatta bir müteala beyanına tahammul edemez.Gayet para canlı ve hasistir.Büyük bir servet toplamıştır.Pek,tamahkardır.

Her gece sabaha kadar içer.Bütün ömrü öyledir.Gençliği de böyle içki ile geçmiştir.Reculiyeti yoktur.Böbreklerine kadar çıkmış hastalığı vardır.İltihabı,külliyeden ikide bir beline ağrı gelir.Banyoya girer.Bu sebeple banyoları çok sever.Son zamanlarda yüzü Delirium Tremem denilen hastalıtaki heyeti almıştır.Elleri titriyor.Kalbi rahatsızdır.Bunlara rağmen yine çok rakı,tütün ve kahve içer,eğlenceden kendisini alamaz.Bunlarsa hastalıklara pek muzırdır.Hastalığı Trablusgarpta gözüne vurmuş,iritis olmuş.Göz doktoru Şam’lı Münir Ahmed iyi etmiş.Bu adam Umumi Harpte Hicaz’a gitmiş,asilere iltihak etmişti.Kokain çekerdi.Onu telgrafla Kahire’den Ankara’ya getirdİ.Sıhhiye Vekaletine müşavir yapıyordu.Sonra Gureba Hastanesine çırağ çıkardılar.M.Kemal’in ona teveccühünü işiten Kahire’deki birkaç Türk doktor ve eczacı bunun denaetini bana yazdılar.Ben de bu mektupların birini M.Kemal’e gönderdimdi.Mektubu Münir Ahmed’e vermiş,O da Kahire’deki mektup sahibini tehdid etmiştir.Hükümete her şeyin reisidir.Herşeyi pençesinde tutar.Gayet kincidir.Düşmanlarını unutmaz,takip eder.Esasen her şeyde fikri takip sahibidir.Bu iyi bir meziyet ise de bunu en ziyade intikamda kullanır.İnatçıdır.İmkanı yok fikrinden dönemz.M.Kemal iptidaları hiç söz söyleyemezdi.Birkaç yıl sonra iyi bir hatip oldu.

Nutkunu bir ay çalışır,ezberler,öyle söyler.Şundan bundan işite işite biraz da malumat sahibi oldu,fakat derecesi ağızdan kapmadan ibarettir.Bütün davası milli harekette herşeyi kendi yapmış olmasıdır.Dahidir.İnkılap delisidir.Türkiye’nin Deli Petro’su olmak hevesindedir.Bir taraftanda Napolyon olduğunu zanneder.Kibr-ü azameti uluhiyet mertebelerine vardırmıştır.Türk Tarihi böylesini görmemiştir.

İsmet İnönü Analizi






Rıza Nur İsmet İnönü TahliliBitlisli bir Kürdü’n oğludur.Bitlist’te doğmuştur.Babası bilahare mahkemede zabıt katipliği ile Malatya’ya,Sivas’a,İzmir’e gelmiştir.Bu da beraber dolaşmıştır.Sivas Rüstiyesinde okuumuş,sonra İstanbul’da Harbiye Mektebine girmiş,Erkan-ı Harp çıkmıştır.

Fizik teşrihi:Ortadan aşağı boyda,ince yapıdadır.Yüzü Kürt ve ırki yüzü olarak ve fakat fazla bariz koç yüzü şeklindedir.Cimcimesi önden mükemmeldir.Zaviye-i vechiyesi,alnı iyidir,fakat arkdada hiçbir şey yoktur.Azim kafa yumuşak,bir yumrukla içeri çektirlimş gibi bir haldedir.Yani kafasının arkasında taibi olan ciddiye yerine bir çukur vardır.Bu hal onun mütereddi bir aileden olduğunu gösterir.Mütereddi,deforme bir kafa.Aynı zamanda sağırdır.Ve sağırlığı ağırdır.Değme gürültüyü işitmez.Bir kardeşi kambur,biri yine malul,biri kokainman olup İsmet’in çocuğu Maloda belene ile doğmuş,yani aile mütereddidir.

Moral:İsmet,zeki denilen insanlardandır,fakat bunun da zekası entrikadadır.Müthiş entrikacıdır.Bu hususta M.Kemal’den çok üstündür.Hiç doğru söylemez.İşi hep ağfaldir.

Bu adamın gayet bariz bir hasleti vardır:İçi başka,dışı başka.İçini o kadar maharetle saklar ki…Çok içi-dışı başka adamlar gördüm,fakat zamirini bunun kadar maharetle saklayabilen adam asla görmedim.Yüzü güler,sanki sevimli,masum bir çocuktur.içi ise o esnada yılan ve ejderhadır.Bu sebeple ona şu adı verdim:”Yüzü kuzu,ruhu kurt bir mahluk”Bu cümle onun bütü künhünü,hakikaten tarif eder.O güler yüzle herkesi avlar.Bu ezeli ve ebediü gzeln yüz o kadar sevimlidir ki,herkes onda birçok samimiyet ve sevimliliği görür ve sever.Halbuki o vakit her vakitkinden ziyade kötüdür.Ne kadar fazla kötülük edecekse o esnada o kadar samimi ve sevimli görünür.

Bir bariz halseti de gayet evhamı olmasıdır.Bu kadar vesveseli ve vehimli adam belki de dünyada yoktur.Nemden şüphe kapar.Köroğlu gibi rüzgardan hile sezer.Bu sebeple en seçme şeylere en büyük ehemmiyetleri verir,boşuna uğraşır,durur.Ve yine bu sebepledir ki,devlet işlerinde vahim surette yanılır,yanlış yolda gider.Felakete varır.Evhamı galiba sağırlığından gelmiştir.Çünkü sağırlar evhamlı olurlar.Askerlikteki muvaffakiyetsizliklerinin ve hatalarının da azimet noktası bu vehim ve hayaldir.

Pek haris ve menfaatperesttir.Doğrudan doğruya çok almaz.Aleti Kambur kardeşi Rıza’dır.Gayet müsriftir.Debdebe ve saltanatı sever.Eline geçen devlet parasını da su gibi sarfeder.

Bu adamın diğer bariz hasleti de kendinden olan fenalıkların şiddetle aleyhinde olmasıdır.Müstebittir,şiddetli hürriyet lehinde söyler.Birgün memlekette hürriyet var dese hakikatte istibdad vardır.Paramız sağlam derse,paramız çürüktür.Yani hep hakikatin aksini söyler.Ben ona kimya tahlili yapar gibi bir miyar buldum.Hakikati onunla keşfediyorum.Bu miyar basit olup onun söylediği sözün aksini almaktan ibarettir.Hemen hakikati bulursun.Bu miyara ”İsmet Miyarı”adını koydum.Henüz beni hiçbir defa bile aldatmadı.

Gayet dalkavuktur.M.Kemal’e emsalsiz dalkavuklar,riyakarlıklar yapmıştır.Aynı zamanda emrine emirber gibi hizmet eder,memuruna karşı ise mütehakkim bir mağrur vaziyetindedir.Amirinin bir gün üstüne geçince dalkavukluğu derhal kibr-ü azamete çevirir.

Alalede herkes için güler yüzlüdür.Bu suretle çok nazik,kibar,samimi,insaniyetkar görünmek ister.Herkese sureti haktan görünür.Bunlar onun tabiyeleridir.Hakikaten çok kişiye böyle aldatmıştır.Herhangi gün kimi çok sever görünür ve meth ederse,herkes hiç tereddüdsüz bilsin ki,o gün ona bir felaket hazırlamaktadır.

Spor eğlencelerini sever,Eğlence ve içki ile o kadar alakası yoktur.

Bir bariz hasleti de inatçılığıdır.Gayet inatdır.Bir şeyi bir defa zihnine yerleştirdi mi,kimse onu vazgeçtirtemez.Eskişehir,Afyon hattında sırf bu kusuru yüzünden orduyu mağlup etmiştir.

Süsü ve debdebeyi sever dedik.Mesela Robert Kolejide okuyan küçük kardeşini halini söylüyorlar.Tahsilde bir çocuğa ayda beşyüz lira el harçlığı veriyormuş.Çocuğun emrine amaade,bir otomobil,mektepte kapısında bekliyormuş.O da haylaz,edepsiiz bir çocuktur.Mektep nihayet tardetmiştir.

İsmet de zamanla hatip oldu.Ancak hala iyi bir yazı yazmaya muvaffak olamadı.Müsveddeleri birer ahmediyedir.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası – Rıza Nur syfa;293,294,295




Kaynak:Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası – Dr.Rıza Nur

Devamını Oku »

M.Kemal ve Mussolini Karşılaştırması

M.Kemal ve Mussolini Karşılaştırması

Mustafa Kemal’i Mussolini ile de mukayese faydalıdır.Bugün dünyada birkaç dikdatör var:Rusya’da Stalin.Bunu hesaba almayacağız.Çünkü komünizm mahsulüdür.Bu meslek gayri tabii,berbat bir idare şekli.

Diğeri İtalya’da Mussolini,İspanya’da Perimoderyuvera’dır.Daha sonra Yugoslavya kralı yaptı,söktüremedi,bugünlerde yine Millet Meclisini açmak üzre,İspanya dikdatörü de istifa ediyor

Kala kala dikdatör olarak yeryüzünde Mussolini ile bizimkisi kalıyor.Bu iki şahsın birine nispetle zihniyet,fiil ve mahiyetleri nedir..?

İtalya komünistler,sosyalistler elinde mahvolmak üzre idi.Mussolini bir isyan yapıp Roma’ya girdi.Hükümeti aldı.Bu muzır unsurları perişan etti,susturdu,fakat kimseyi asmadı,sokakta öldürmedi.

Bizimki ise çok asmış ve sokakta da cinayet işlemiş birisidir.Bizde millet istiklal için ayaklanmıştı.Bu gelip başına geçmiştir.

Mussolini hükümete geçince kuvvetli bir pençe ile idareyi eline aldı ve müstebidane hükümet ediyor.İkisi de müstebit;

Fakat bizimki ondan müstebit ve mülevves.

Mussolini alim bir adam.Merd,her işi merdçe yapıyor.

Bizmki işleri iğfal,entrika ile yapıyor.

Mussolini aile babası,bizimki aileden nefret ediyor.

Mussolini kadınlarda kısa etekleri yasak etti.

Bizimki herkeze medeniyet diye kısa etek giydiriyordu.

Mussolini padişaha hürmetkar.

Bu hergün padişahlar aleyhine nutuk söylüyor.Hatta Fatih,Yavuz gibilerine de dil uzatıyor.M.Kemal,mühim,alim,şair,hakim,fatih olan bu padişahların yanına varamaz.

Mussolini milli an’ane ve adetleri ihya ile meşgul.

Bizimki bunları yıkmakla zevk duyuyor.

Mussolini mesela eski Romalıların kol uzatarak yaptıkları temenna usulünü tatbik etti.Avrupa’da yok,bu geriliktir,vahşiliktir demedi.Bu adam İtalya’da yeni bir Roma İmparatorluğu kurmaktadır.

Bizimki Türklüğü bitiriyor,devleti ve milleti harsen de küçültüyor.Bütün milli adetlerimizi an’anelerimizi sildi.

Mussolini Vatikan’a kuvvet vermekte meşgul.

Bizimki Hilafet ılga etti.Dini yıkmakla meşgul.

Mussolini ölmüş İtalyan milletine can verdi.Onları kahraman yapıyor.Ümit vermiştir.

Bizimki milletin bütün maneviyatını kırdı,ümidini kesti,korkak ve meyus etti.

Mussolini İtalya’yı ilmen,iktisaden yükseltti.

Bizimki ilmi,mektepleri bitirdi..Cehle revaç verdi.Talebe çalışmıyor ”Gaye mevki,para değil mi çalışmağa ne lüzum var” diyor.Bu düstur oldu.Ve yine bizimki memleketi iktisadi büyük buhrana soktu.

Mussolini İtalya’yı imar ediyor.

Bizimkinin imar kaabiliyet ve kuvvetini numunesi Ankara’dır.Yazık milyonlarca masrafa.

Mussolini İtalyan parasını kuvvetlendirdi,tesbit etti.

Bizim paramız hergün düşüyor.Hasılı Mussolini birçok vekaletleri bizzat kendi idare ediyor,bizimki de öyle.

Biri memleket ihya ediyor,biri memleket yıkıyor.

Mussolini müstebitim,Millet Meclisi falan olmaz diyor.Merdçe söylüyor ve yapıyor.

Bizimki bu cumhuriyettir,demokratız,halk hakimdir,hakimiyet milletindir,millet emindir diyo,millete hakimiyetten bir incir çekirdeği bile vermiyor.

Eğer M.Kemal dikdatörülüğü,Mussolini dikdatörlüğü gibi olsaydı,böyle bir pederane müstebiti başımda taşırdım.

Kaynak:Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası – Rıza Nur s;287,288,289
Devamını Oku »

M.Kemal Devri'nin Tetkiki

M.Kemal Devri'nin Tetkiki

Devlet Harb-ı Umumî de mağlûp olmuş, düşmanları memle­keti işgal etmişler. Her şey yanmış. Taksim olunuyoruz. Millet telâşta, hele Ermeni ve Rum'dan fena korkuyorlar. Bunların ta­hakkümü herkesin izzetinefsine dokunuyor.

Nihayet millet kendisini müdafaa için bir bir kıyam etti. Çe­te teşkilâtına başladılar. Ermeniler, Fransızlar, Rumlarla vuruşu­luyor. Millî hareket taazzuv etti. İstanbul'da padişah düşmanlar­la beraber oldu. Hürriyet ve İtilâf Fırkası da âleti. Keza Çerkez-ler ve Abazalar da padişah taraftarı. Her yerde millî hareket aleyhine padişah kıyamlar yapıyor. Ordu yolluyor. İngilizler de kendilerine yardım ediyor. Bu harekette Damat Ferid Paşa ile Ali Kemal mühim şahsiyetlerdir.

Mustafa Kemal, Vahideddin'e kızgın. İntikam almak için mil­lî harekete iştirak ediyor. O esnada millî hareket Erzurum Kong­resini yapmakta. Mustafa Kemal derhal oraya gidiyor. Kendisini kongreye kabul etmek istemiyorlar. Entrikaya başlıyor. Bazıları­nı iğfal edip giriyor. Girince reis olmak istiyor. Yapmıyorlar. Hat­tâ yüzüne karşı söylüyorlar. Fakat o, reis olmağa da muvaffak oluyor. Kongre bitince Sivas'a geliyor. Orada Hey'et-i Temsiliye adında bir hey'et halinde çalışıyorlar. Rauf yanında. Daha orada aralarında niza var. Gerek Karabekir, gerek Rauf, Mustafa Ke­mal'in hırsından, ilerde milletin başına belâ olacağından korku­yorlar. Rauf onun reis olmasını asla istemiyor. Galiba kendi ol­mak fikrinde idi. Nihayet Hey'et-i Temsiliye Ali Fuad'ın himme­ti ile Ankara'ya gelip yerleşiyor.

Bu dakikaya kadar millî kıyamda Mustafa Kemal yoktur. Şimdi bunun başına oturmuştur.

Bu esnada intihap yapılıp, İstanbul'da bir Meclis-i Meb'usan açıldı. Bunu İstanbul Hükümeti yaptı. Mustafa Kemal buna razı olmadı. Kendisi reis olmağa çalıştı, olamadı. Bu Meclis büyük bir hizmet gördü ki, o da Misak-ı Millîdir. Mustafa Kemal bunu da kendi eseri diyor ama, Sivas'ta bu ad telâffuz bile edilmemiş­tir, Haberi yoktu. Ancak Meclis, Erzurum ve Sivas'taki esaslara istinat etti. Tay-ve ilâve yaparak misakı vücuda getirdi. Fransız­ca olarak bütün dünyaya tamim etti.

Bu Meclis çok vatanperver çıktı. Bunu gören İngilizler Mec­lisi bastılar, İstanbul'u resmen işgal altına aldılar. İş fena. Sevr muahedesi yapılmış. İmzası, Türkiye'nin imhası. İhtimal Mec­lise silâh altında bunu imzalattırırlar. Bu sebeple Meclis tâtil-i müzakere etti. Dağıldı. Meb'usların bir kısmı Anadolu'ya geçti. Bu müthiş tehlike bitti.

Anadolu'da yeni bir Meclis toplandı. Hükümet teşkil edildi. Artık Türkiye'de muhasım iki hükümet vardı. Bunlar silâhla, her şeyle çarpıştılar. İstanbul Hükümeti mağlûp oldu. Garpte Yunan ordusu, şarkta bir Ermeni ordusu vardı. Millî kıyam cen­dere arasında idi. Ermeniler hücuma hazırlanıyorlardı. Kâzım Karabekir, Ermeni ordusunu mahvedip Gümrü'ye kadar istilâ etti. Gümrü Muahedesi yapıldı. İşte bu vakte kadar en mühim iş gören Ali Fuad'la Karabekir'dir. Refet Paşa ile Çerkez Ethem'in de mühim hizmetleri vardır. Mustafa Kemal'in rolü hiçtir. Sade Meclisi Ankara'da toplayıp hükümet teşkil etmektir.

Mustafa Kemal'in en emin, en muti adamları Fevzi Paşa ile İsmet Bey'di. O, İsmet'le Harb-ı Umumî'de Suriye'de ve Şark cephesinde bulunmuş, Mustafa Kemal, İsmet'e "O iyi bir emir neferidir" diyordu. Fevzi de böyle idi. İşte bu iki adam bu mezi­yetleri ile en mühim mevkileri işgal ettiler. Onun biri sağ, diğer sol eli oldular. Her biri aynı zamanda Erkân-ı Harbiye Reisi, Or­du Kumandanı, Hey'et-i Vekile Reisi, Müdâfai Milliye vekili gi­bi birçok mühim mevkii birden de işgal ediyorlardı.

Mustafa Kemal kendisini Meclis ve Hükümet Reisi yapmıştı. İkisi üzerine de tahakküm ediyordu. Nihayet îsmet'i Ordu Ku­mandanı yaptı, Fevzi'yi de Erkân-ı Harbiye Reisi. Çetelerden kurtulup ordu vücuda getirildi. Moskova'da Ruslarla Moskova Muahedesi denilen muahede yapılıp dostluk peydah edildi. On­lardan birçok silâh, cephane ve para alındı. Ordu tanzim ve ade­di tezyid edildi. Bir taraftan da silâh ve cephane tedârik edildi. Afganlılar ile de Moskova'da bir muahede yapıldı. Yunanlılar Bursa'yı da adetâharpsiz işgal ettiler. İki defa İnönü'ne hücum ettilerse de bozuldular. Millî hareket aleyhindeki isyanlar tama- miyle bastırıldı.

Moskova Muahedesi maddeleri üzreUkranya, daha sonra müştereken Azarbeycan, Gürcü ve Ermenilerle Kars Muahedesi yapıldı.

Fransızlar ile Maraş ve Ayintap'ta şiddetli harpler oldu. Ni­hayet Fransızlar Adana'da mağlûp oldular. Ankara İtilâfnâmesi yapılıp Adana ve Maraş'ı tahliye ettiler.Yunanlılar Eskişehir-Afyon muharebesinde bizi bozdular ve perişan ettiler. Ordumuz pek mükemmel ve adetçe pek mükem­mel değilse bile düşmana müsavi idi. Kumandan İsmet idi. Bu mağlûbiyetin sebebi sırf İsmetin cehaletidir.

Yunanlılar Ankara üzerine yürüdü. Mustafa Kemal kaçmağa teşebbüs etti. Ordu enkazını Kızılırmak'ın arkasına almış, hükü­met merkezini Ankara'dan Kayseri'ye kaldırmak istedi. Meclis büyük bir şehametle bunun önüne durdu. Meclis orduyu bizzat kendi tedbirleri ile yeniden tensik etti. Sakarya'da düşman kar­şılandı. Uzun ve büyük bir muharebe oldu. Yunanlılar mağlûp olup perişan bir surette Eskişehir-Afyon hattına çekildiler.

Artık Mustafa Kemal de, İsmet de milletin gözünden düş- millerdi. Mahiyetleri meydana çıkmıştı. Sakarya harbi esnasın­da da Mustafa Kemal ordumuza ric'at emri vermişti. Bu da ken­disini milletin gözünden düşürmüştü. Millet Meclisi tamamıyla aleyhinde idi. Bilhassa İkind Grup namı ile bir grup teşekkül et­miş, Mustafa Kemal'e, İsmet'e hücum ediyorlardı. Bu muhalefe­ti imha için Mustafa Kemal Meclisi Topal Osman'a bastırmak is- tedi. Bunu yapamayıp sade meb'us Ali Şükrü'yü öldürttü.

Bu cinayet meb'uslara korku saldı. Kısmen sustular. Tuhaftır. Millî Kıyama ne kadar hizmet etmiş insanlar varsa hepsi Musta­fa Kemal'e muhalif idi. O da onları tepelemekle meşguldü. Mus­tafa Kemal, İsmet ve Fevzi vasıtası ile orduyu elinde tutuyordu. Ankara Polis Müdürlüğüne de birini koymuş, o da elinde idi. Et­rafında da iki tabur muhafız askeri vardı. Kendisini düşürmek mümkün değildi. Meclise, millete rağmen mevkide duruyordu.

Nihayet Yunan ordusuna hücum edildi ve denize döküldü. İzmir'e girildi. Vahideddin İstanbul'dan kaçtı.

Bu zafer üzerine Mudanya'da bir mütareke yapıldı. İtilâf devletleri Türkiye'yi Lozan'a sulh müzakeresine davet ettiler. Lozan Muahedesi, sulh yapıldı. İşgal kuvvetleri Türkiye'den git­tiler. Millet Meclisi padişahlığı ilga edip Abdülmecid'i halife in­tihap etti.

Artık harp bitmiş, sulh imzalanmış oldu.

Cumhuriyet ilân edilip, Mustafa Kemal Cumhurreisi oldu. Hey'et-i Vekile usulü kaldırılıp kabine usulü kondu. İsmet Baş­vekil oldu. Ankara Payitaht yapıldı.

Millet, matbuat hâlâ Mustafa Kemal'in aleyhinde idi. Musta­fa Kemal, Birinci Meclisi feshetmiş, ikinci bir Meclis toplamıştı. Bununla muhalefetten kurtulmamış, az zamanda bu Meclis de ekseriyetle muhalif olmuştu. Mustafa Kemal'in içkisi, din aley­hindeki harekâtı milleti pek ziyade gayrî memnun etmişti. Kürdistan isyanı oldu. Bu Mustafa Kemale iyi bir vesile idi. Takrir- i Sükûn adında bir kanun yapıp isyanı bastırdı. Aynı zamanda matbuatı imha etti. Bir çok masumu astı. Meclisi korkuttu. Yine hâkim oldu. Bu esnada İstiklâl Mahkemeleri kanlı bir faaliyet yapmış, Mustafa Kemal'in muhaliflerini imha etmiştir. Bunun çoğu kanunsuz, keyfî idi. Memleket bu suretle teröre, idare-i ör­fiye altına girdi.

Artık Mustafa Kemal'in korkusu yoktu. Keyfe, içkiye, servet yapmağa büyük bir mikyasta daldı. Her taraf şenlik, eğlence, bayram, balo içine daldı. Her gün merasim yapıyor, balolar ter­tip ediyor, eğleniyordu. .

Lozan Muahedesi ve sulh ile artık dahilî ve haricî dağdağalar bitmiş demekti. Mustafa Kemal millî kıyamın iptidasından beri zamirinde tuttuğu şeyleri tatbike başladı. Mahiyeti nedir fi'len görüldü.

Fevzi ile ordu, Ismet'le hükümet ve bütün kuvvetleri elinde idi. Soygunculuklarından, irtikâplarından dolayı vaktiyle feshe­dilen Müdâfaı Hukuk Cemiyetlerinden de Halk Fırkasını yaptı. Cebrî bir intihap ile tayin ettirdiği meb'uslarla, onları ikide bir İstiklâl Mahkemeleri ile korkutarak siyasî mekanizmayı da eline aldı.

Bu adam hilkaten gayet mütehakkim bir adamdı. Keyfî ida­reyi seviyordu. İzmir zaferine, Lozan'a kadar pek nüfuzu yoktu. Her istibdadım yapamıyordu. Artık mani kalmamıştı.

Evvelâ ricalde bir tasfiye yaptı. Plânı namuslular ile tatbik edilemezdi. Onları attı, idareden uzaklaştırdı. Kimine hapis, ki­mini İmha, hasılı namus, meşru idare mümessillerini perişan et­ti.

Bu olurken bir taraftan da bazı adamları etrafına topladı. Bunları seçme işinde cidden dirayet gösterdi. Etrafına toplayaca­ğı adamlarda şu sıfatlan arıyordu; Cahil, emre alışkın, dalkavuk,kaatiî. Bunlardan da en ziyade seçtiği bir mahkemece aleyhinde bu işlerden bir cürüm hakkında takibat olan, hiç olmazsa bu hu­suslarda kendi elinde aleyhlerine vesika olan kimselerdir. Çün­kü böyle olunca bu adamlar kımıldayamaz. Emre tamamiyle muti olur. Her kötü işe vasıtalık, âletlik ederler.

Bir gün biri kı­mıldayacak olsa, derhal mahkemeye dâvayı rü'yet ettirir. Onla- rın mahkemedeki evrakını kendi almıştır, yanında durur. Nite­kim Saffet'i Kâtib-i Umumî sıfatı ile fırkanın başına geçirdi. Safvet devletin bir milyon lirasını dolandırmış, evrakı Divan-ı Harpte idi. Evrakı Divan-ı Harpten, Safvet'i yanma has bende- gâh sınıfına aldı. Şimdi bu kötü adam itaat ve rezalete hizmet et­mez de ne yapar? Yoksa derhal evrakı Divan-ı Harbe verilir. Ni­tekim tüfekçi olan Topçu İhsan mahkemeye verildi. Diğerlerine ders oldu. Nitekim İsmet'i düşürmek için Kılıç Ali, Topçu ile be­rabermiş. İşi anlayınca Kılıç Ali derhal dehalet edip af talep et­miş ve af olmuştur.

İsmet gayet dalkavuk mi'zaclıdır. Nitekim Mustafa Kemal e olan ve nerşedilen mektubu bunun güzel vesikasıdır. Sonra İs­met ordunun bilâsebep sırf cehli ile mahvolmasına sebep olmuş­tur. Böyle askerî hatâları da boldur. Lozan'da da kötü projeyi ka­bullenmek gibi ağır bir hatâ yapıyordu. Daha fenası Kambur kardeşini gayrî meşru bir surette üç yıl içinde mal-i karun a ba­tardı. Nasıl kımıldayacak? Salih ve Kılıç Ali mühim vurgunculuk yaptılar, adam öldürdüler. Hasılı yanındakilerin hepsi böyledir.

Etrafında bir klik teşkil etti. Bu şirket-i inhisariye İttihatçılar gibi karanlık odada çalışmaz. Rakı masası başında çalışır. Devle­tin bütün işlerinin kararlan, asıp kesmeler hep bu masada veri­lir.

Klik azasını kâmilen meb'us da yapmıştır. Bunlar iki nev'idir: Biri adam öldürmek, dövmek, tehdid etmek vazifesi ile mükelleftir. Salih, KılıçAli, Recep Zühtü, Rizeli Cavid, ilh... bu sınıftandır. Bunlar Tulumbacı makulesiinsanlardır.

Seviyeleri bundan bir parmak yüksek delildir. Bunlara silâhşörler, cumhuriyet- tekçileri adını vermek lâzımdır. Bunlara onikiler adı da verildi. Diğer zümre meddahlardır. Bunlar Mustafa Kemal'i ona dehâ vererek fevkalbeşer yapmağa gayret ederler ki, halk tapınsın. Ta­rikat ve şeyhlik tarzı. Bunların faaliyet sahası, esaslı vazife ola­rak matbuattır. Bu hususta makaleler yazarlar. Kâh işleri sırf medihtir, buna göre adlan "Gazete soytarıları" olabilir. Kâh da hü­cum ve taarruzdur. Buna göre de adları "Gazete tüfekçileri" ol­malıdır. Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Hamdullah Suphi, Ruşen Eş­ref, ilh... gibi. Bu adamlardan lekesi olmayanları da bizzat Mus­tafa Kemal kendisi "İş yapın, zengin olun, ki kuvvetli olalım" di­ye irtikâba sokup bulaştırdı. Şimdi bunların içlerinden bu işten vazgeçmek isteyenler olsa da vazgeçemezler.

Bu has zümreye -ki bunlara havası bendegâh-ı hazret-i şehri- yari-i cumhuriyet penahı demek lâzımdır- Mecliste de vazife vardır. Meb'uslar arasında propaganda yaparlar. İcabında söz söylerler, hücum ederler. O esnada silâhşörler de tehdid yapar­lar.

Mecliste meb'uslardantalî bir bendegân sınıfı da vardır. Bu ikinci derece dalkavuklar da birinci zümreye yardım ederler.

Görülüyor ki, şu teşkilât cehennemi bir makine halindedir.

Bu teşkilât ile Türkiye idaresi müthiş bir terör devrine girdi. Bu terör bence eski Fransız teröründen baskındır. Hem bu eğlenceli, soygunlu, mülevves bir terördür. Hürriyet imha edil­di. Yeni bir zulüm ve istibdad devri başladı. Bu zulüm ve istibdad Abdülhamid'inkinden de İttihatcılarınkinden de dehşetli ol­du. Zavallı Hamid kaç kişiyi asmıştı. Hiç... Hele hiç hırsızlık et­medi, hiç israfta bulunmadı. Bilâkis memlekette bunların önüne geçmeğe çalıştı idi. Bu devre bakınca insan Abdülhamid aleyhi­ne kıyam ettiğine utanıyor.

Artık millet yıldı, idare klik eline geçti. Kliğin de korkusu kal­madı. Rahat oldular. Bu sefer zevk ve safa, buna para lâzım ol­duğundan irtikâp, türlü nevi balolar, şenlikler, yazın Dolmabahçe deniz saf alan aldı yürüdü... Dolmabahçe'nin yanındaki Çıra- ğan'daLâle Devri'ni gören bahçenin topraklan lâle eğlenceleri­nin bunun yanında küçüklüğünü görerek kızarsın... Sâda- bad'lar, Mıhrâbad'lar, Şesâbad'lar, ilh... bu yeni âlemâblardan türlerinin ne kadar basit olduğunu anlamış olsalar gerek...

Bu zevkler mühim israfatı mucip oldu. Bütçe yetişmedi. înhisarlarıicâd ettiler. Ağır vergiler tarhettiler. Fakir düşmüş millet şimdi aç. Hem açlıktan, hem zulümden inim inim inliyor. Hürri­yetsizlik o kadar dehşetli ki, iki kişi birbirine derd yanmaktan bi­le korkmakta.

Bu mahşer içinde türlü hâlet-i ruhiyeler görüyoruz: Mustafa Kemal'e müthiş bir gurur ve azamet geldi. Kendisi de, gazete soytarıcıları da ilham aldığını söylüyorlar. Askerlik, idare, ma­arif, ziraat, ilh... yüz türlü dâhi olduğunu söylüyorlar. Onun bendegânma verdiği emirlere "Yüksek Telkin adını koydular. Yâni vahiy, emri ilâhı demek istiyorlar. Mustafa Kemal bir aralık gazetelerde güya hikmetâmiz kısa kısa cümleler neşretmeğe baş­ladı. Soytarılar buna derhal "Vecizeler" dediler. Galiba âyet de­mek istediler, ama birden cesaret edip bu adı koyamadılar. Hal­bukiâyetlerle bunlar arasında dağlar vardı. Bunlar herkesin

Bunlardan Yakup Kadri, Mustafa Kemal'in bütün icraatına, sistemine, rejimine, lâflarına, zihniyetine, ahlâkına, hasılı ruhu­na "Kemalizm" adım koydu. Ne hayâsızmış.. Fakat iyidir. Hası­lı rejimine, ruhuna bir ad koymak lâzımdı. İyi oldu. Gelecek nesiller bu adı kullansın, Türk nesilleri Kemalizm kelimesinden bu işleri anlayacaklar, titreyecekler. Şairler, naşirler, böyle bir millet idaresini ifade etmek için böyle bir kısa kelime bulmuş olacaklar.İyi bir ıstılah konmuştur. Yakup Kadri efendisine kaş yapayım derken göz çıkardı.

Diğer bir hâlet-i ruhiye Mustafa Kemal'in Türkiye devletini kendi yarattığını iddiası ve bunun için maziden ne varsa imha­ya çalışmasıdır. O da, avene de Türkiye'yi bu büyük dâhi yarat­tı diyorlar. Artık tarih kitaplarından padişahların adlarını silme­ğe koyuldular. Fransa gibi cumhuriyet olmasın... Buna rağmen mekteplerinde Şarl'ler, Lüi'ler, Napolyon'lar okutuluyor. Pa­ris'te Bonabard Sokağı var. Osmanlı Tarihini mekteplerden kal­dırdılar. Her tarafta camilerden, çeşmelerden kitabeleri, tuğlala­rı kazıdılar. Yürek acısı. Bunlar ne mühim san'at eserleri idi. Git­ti, gider. Nihayet Müze Müdürü Halil Bey bunları alçı ile kapat­mak yolunu bularak bu andavallığın önüne geçti.

Diğer bir zihniyet ve gayret de milleti dinsiz yapmaktır. Fa­kat her millete bir din lâzımdır. Bu adam hem de tezad içinde bir insandır. Kendisine vaktiyle Millet Meclisinden, Gazi unvanını aldı. Bu unvan ise dinîdir.

Diğer bir zihniyet Türkiye'yi medenileştirmek, Avrupalılaş- tırmaktır. Fakat bunu bilmiyor. Medeniyeti dans, heykel, zevk ve safa zannetmiştir. Vahim bir hal var. Bizden Mustafa Kemal gibi Avrupa'yı gezenlerin çoğu, sade bulvarları, ordaki heykelleri, eğlence yerlerini, dansları, baloları görüyor, medeniyet budur zannediyor. İşte Mustafa Kemal de böyle... Medenî yapmak için Türkiye'ye bunları tatbik ediyor. Medeniyet bu değil. Bunlar bi- l'âkis medeniyetin hastalıkları. O Avrupa'da nice mektepler, mü­him ilmî müesseseleri, fabrikalar var. İşte medeniyet budur. Bu dâvada olanlar bunları Türk'e tatbik etmelidir. Mustafa Ke­mal'in medeniyeti yaya kaldırımı medeniyetidir. Bizim önü­müzde bir numune ve ders Japon vardır. Onun gibi yapmalıdır.

Bu adam işte bu zihniyetle millete şapka giydirdi. Bunu da bir kanun darbesi ile yapmak gibi bir cehalet gösterdi. Evolos- yon işi idi. Halk muhtelif şehirlerde "istemeyiz!" dediler. Bunlar silâhlı bir isyan değildi.,. Derhal İstiklâl Mahkemesini dolaştırdı. Birçok zavallıları bigünah olarak astı... Frak, silindir şapka gibi elbiseleri tamim etti. Bu suretle de Mustafa Kemal'in inkılâbı bir elbise dolabı inkılâbından ibaret olmuştur.

Bu zihniyet ve gayret de, Türk'ün an'anesini yıkmak, orijinal­liğini mahvetmektir. Bu en büyük halt idi. Türk'ün kökünü kır­maktı. Henüz hiçbir insan buna hücum etmemişti. Bunu da me­deniyet, asrîleşmek namına yapıyordu. Türk mükemmel otomo­biller, makineler, ilh... yapabilseydi de keşke sarık ve şalvar giy-seydi. Bunların medeniyetle ne alâkası var? Japonların kadınları hâlâ arkasında bohça gibi bir tümsek, ayaklarında takunya, fa­kat en müthiş dritnautları yapıyorlar. Dünyada onlara medenî denir.

Millet fena halde dolgundu, fakat bir şey yapamıyordu. İş su-ikaste döküldü. Birkaç insan Mustafa Kemal'i İzmir'de öldür­meğe teşebbüs ettiler. Yakalandılar. Hepsini astı. Bu bahane ile ne kadar muhalif, bilhassa eski İttihatçı varsa onları da astı. Bu suretle İttihatçılığı vaktiyle Yeniçeriler imha edilir gibi, kökün­den kazıyıp bitirdi.

Bu vak'a ile onun kibri, istibdadı, milletin korkusu bir kat da­ha arttı.

Diğer bir zihniyet devleti askerce idare etmektir. Hükümeti ordugâh haline getirdi. Buna militarizm derler ki, devletler için en muzır şeydir. İşte bu idarenin bir hastalığı da budur. Bu dev­leti kurtarmak için askerleri sivil işlerden almalıdır.

Diğer bir halet-i ruhiye muhaliflerini ezmektir. Ne kadar mil­lî kıyama hüsnü hizmeti olanlar varsa perişan etti. Bu babda gaddar davranmış, muhaliflerini gıcırgıcır kesmiştir.

Bu adamın diğer bir gayreti de müthiş zengin olmağa çalış­maktır. İki uç yıl içinde gayet büyük zengin oldu.

Nihayet eğlenceler, israflar büyük bir İktisadî buhrana vardı Şimdi devlet ve millet bu buhran içinde kıvranıyor. Buna çare di­ye ve "Millî İktisat ve Tasarruf" adıyla fevkalâde tedbirler aldı­lar. Hürriyetin bir ticaret kısmı kalmıştı. O da gitti. Ticaretse hürriyetsiz olmaz. Bu tedbirler tamamiyle anormaldir. Bakalım ne­reye varacak?!.

PSİKOLOJİK TETKİK

Millî hareketle cumhuriyetin psikolojisini ve Mustafa Ke­mal'in gayelerini hülâsa suretiyle, terkip tariki ile ve merhale bir daha zikretmeyi faydalı buluyoruz:

Birinci merhale — Herkes millete istiklâlini kazandırmak pe­şinde. Mustafa Kemal de millî harekete baş olmak, İstanbul Hü­kümetini mahvedip kendisi hükümeti eline almak için çalışmış­tır. Bütün hareketlerinde görünen budur. Buna muvaffak olmuş­tur. Bunu milletin kurtulması yolundaki gayrete karıştırdığın­dan vatan ve millet için çalışanların mesaisi kendi şahsına da hizmet etmiştir. Bu bir zaruret halinde idi. Bu devre "İstiklâl Sa­vaşı", Mustafa Kemal için "Baş olma" devri adım almalıdır.

İkinci merhale — Millet kurtarılıp sulh olunca cumhuriyet ilân edip Mustafa Kemal hükümetin başına oturmuştur. Ne ka­dar kendine muarız, namuslu, millî harekette hizmet etmiş, ve­ya mevki için rakip veya tehlikeli gördüğü insan varsa hepsini insafsızca kırmıştır. Kabahatli kabahatsiz dememiştir. Mahke­mede ve sokakta yani kanunî ve gayri kanunî öldürmüştür. Bu­nunla "lâyüs'el amma yef'al" olmak, "keyfe mâyeşa, "hüküm sürme gayesini takip ediyordu. Muvaffak olmuştur. Kendine iti­raz edecek adam ve kimsede cesaret kalmamıştır. Millet Meclisi­ni de intihabı sırf kendisi keyfi gibi yaptırarak mebusları tâyin ve nasbedilmiş birer memur haline koyup bir bostan korkuluğu yapmıştır. Millet Meclisinin hiçbir kuvveti kalmamıştır. Matbu-

Atı da kırmış geçirmiş. Diğerlerini para ve mevki ile eline almış, bizzat kendisi de gazeteler çıkartmış, onları da kendine meddah- name haline koymuştur. Yine bu merhalede namuslu adamları devlet işinden uzaklaştırmış, yerine namussuz ve cahilleri koy­muştur. Sebebi; çünkü fena işler yapacağından bunları namuslu­lara gördüremiyecektir. Bu merhaleye "Terör, muhalefet ve hür­riyetin imhası, kamarillâ teşkili" devri adı verilmelidir.

Üçüncü merhale — Zengin olmak devridir. Mustafa Kemal büyük zengin olmuştur. Avanesini de irtikâplar ile zengin etmiş­tir.

Dördüncü merhale — Kibr-ü azamet, Kemalizm doktrini dâ­vası. Kasideci şairler ve muharirlerin Mustafa Kemali son had­dinde medihleri.

Beşinci merhale — Zevk ve safa.

İşte bunlar arasında ve bunların neticesi olarak bütün devlet­te, irtikap, rüşvet, jurnalcilik, ayyaşlık, bilhassa dalkavukluk, favotiritizm almış yürümüştür. Fitne, fesat ve sahtekârlık esası üzerine bir müessese kurulmuştur.

 

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »