Düşmanların Zararlarından Kurtulma Hakkında

Düşmanların Zararlarından Kurtulma HakkındaDüşmanların zararlarından kurtulma üç şekildedir: Eğer  mümkünse önce kendisiyle anlaşarak olur, eğer bu olmuyorsa birilerinin aracılığıyla olur. Sonra İkincisi, eğer verdikleri zarar dini bir yolla savul-muyorsa muhitinden uzaklaşıp kaçınarak olur. Sonra üçüncü olarak da zulme ve bir erdemsizliğe başvurmadan zorla ve kökünden sökerek zarar defedilir. Bu üçüncüsü, bazı şartlara bağlıdır, bunun zulüm ile olmaması  lazımdır. Buna, onların doğaları itibariyle kötülüğe meyyal olup ıslahlarının kabil olmaması ve başka bir yoldan düzelmelerinden ümidin kesilmesi ha­linde başvurulur. Bir de düşmanları üstün geldiğinde kendisine yapacakları­nın, kendisinin onlara edeceğinden daha beter olduğunu bilmesi ve onların kendisi hakkında bir iyilik istemediklerini görmesi halinde buna başvurur. İkincisi, onları zorla yola getirmede mesela ihanet gibi bir rezilet işlememek şartıdır ve icbari yolun dünyada ve âhirette vahim bir sonuç doğurmamasıdır.


 Eğer bu şartları sağlamakla birlikte düşmanlarım başka bir düşmanıyla savmak mümkünse onları buna havale eder. Hz. Ali (r.a.) şöyle söyler: “İyi­liğin karşılığı iyiliktir ve iyiliği ilk yapan daha şereflidir; kötülüğün karşılığı ise kötülüktür ve kötülüğü ilk yapan daha zalimdir.” İmam Malik ise şöyle der: “Kötüye, kötüyle mukabele idrakin tamlığındandır.” Şair der ki:


“Asile güzellik edersen ona sahip olursun Adi kimseye güzellik edersen onu asi yaparsın,


Kılıç gereken yere hoşgörü koymak kötüdür Kılıcı ıslak yere koymak gibi.”


Şu da bilinmelidir ki, düşmanlar arasından hasetçinin yaşantısını nimetler, erdemler ve öfkesini gerekli kılan ama rezilete varmayan tartışmalar ortaya koyarak bozmak lazımdır, ancak onun şerrinden sakınmalıdır, çünkü onun kötülüğü hiç eksik olmaz.


[Makam ve yetkinlikte denk olan emsâtın] üçüncüsü, ne dost ne düşman olanlardır. Bu itibarla müellif bunları aradakiler sözüyle tanımla­dı. Birbirinden farklı türleri olması hasebiyle bunlara yapılacak muamele de çeşitlidir. Bunlara bağışta, yani ikramda bulunmak ve tümüne, yani ortada olanların hepsine güzellikle mukabele etmek lazımdır. Ortada olanlardan kendini büyük görene aynıyla mukabele etmek gerekir, zira mütekebbire kibirli davranmak sadakadır. Eğer onlara böyle davranılmazsa kibir ve gururları artar, yollarının iyi olduğu vehmine kapılırlar, insanla­rın kendilerine hürmet etmek zorunda olduğunu zannederler. Onlara bü­yüklenerek davranınca, yaptığı davranışlardan uzaklaştırılırlar ve fiilinin kötülüğünü görürler ve belki bu sayede onu yapmazlar. Hz. Peygamber (a.s.): şöyle buyurmuştur: “Kibirli, kibrini unutuncaya kadar ona kibirli davran!'(A.Hanbel,Müsned,XIX,376)


Bunlar arasında samimi olanlara güzellikle davranmalıdır, on­larla güler yüzle ilişki kurmalı, iyi karşılamalı ve sözlerine kulak vermelidir. Uyumlu olanlara da iyi davranmalıdır. Müellif bunlarla ara bulmaktan bereket uman kimseleri kastetti. Böylelerini överek ve onlara güzellikler yaparak hürmet etmeli, onların yoluna uymalı ve onlara benzemelidir.


 Onların yolu ne de övülesi bir yoldur. Fakat ahmaklarınki böyle değildir. Bunlara aldırış etmemeli ve kendileriyle bir arada olmamalıdır. Ahmaklıkla­rına ve cefalarına incinmeden, üzülmeden ve ciddiye almadan alaycılıklarına karşılık vermekten de uzak durmalıdır. Bir şair şöyle der:


“Kerem gösterip alçağa sövmekten yüz çevirmek,


Ona sövgüden daha ağır gelir.”


Bir başka şair de şöyle demiştir:


“Asil insanın ayıbını örterim; onu kaybetmemek için


Çirkefe sövmekten de yüz çeviririm, onurumu muhafaza için.”


Şerhu-l Ahlak-i Adudiyye – Taşpürülüzade Ahmed Efendi

Müellif:Adudüddin el-Îcî’
Devamını Oku »

Dostluk

Dostluk
Bilmelisin ki, candan dostluk ancak iki kişi arasında olur ve do­layısıyla mümkünse bir ile yetinmek en uygunudur. Zira bir kısımla ilgi­lenmek geri kalanların maslahatından geri durmayı gerektirir. Tam dost­luk ve zirveye varan sevgiden daha kıymetli ve değerli hiçbir şey yoktur. Dünya nimetleri arasında içi dışı sana uyan sevgiliyle bir saat bir arada olmanın verdiği hazla ve bunun tadıyla mukayese edilecek hiçbir şey yoktur.

Her iki dünyanın güzellikleri arasında sana dünyada ve âhirette yardım eden bir dostun içtenliğinin bir anlık huzuruna karşı koyacak bir nimet de yoktur. Bunu başarana ve dünyanın mülkünden azade olana ne mutlu! Böyle bir kimseyi bulan, düşmanca muameleden sıyrılan ve müsâleme  içinde olan ne de güzeldir! Ancak sana ihtiyatlı ve dikkatli olmak düşer. Yapmacık davranana aldanma, yaltaklık yapan aklını başından almasın. Şişkinlikten yağ çıkarmaya çalışmaktan ve tutuşmayan şeye üflemekten sakın, çünkü kovulmuş şeytan sevmek, soğuk demiri dövmektir. Sana dostluk gösterenin önce anne babasına, akran ve akrabalarına nasıl davrandığına bakarak onu bir dene. Zira isyankârlık yoluna giren hukukun semtinden geçmez. Yine nimetlere şükür mü ediyor nankörlük mü diye imtihan ederek onu dene. Ancak teşekkür illa da karşılığını vermeyi ge­rektirmez, zira imkansızlık buna mani olabilir. Sonra onun mal ve servet hırsını, hazlara ve arzulara olan meylini sına. Çünkü arzulu kişinin halleri ıs rengarenktir, davranışları ve sözleri değişip durur.

Nice birbirine bağlı dostlar vardır ki, iş altın ve gümüşe gelince ilişkileri son bulmuş, çekişip ağız dalaşı etmişler ve düşman olup birbirine girmişlerdir. Sonra onun baş olma sevdası imtihan edilir, çünkü liderlik arzusu dostları hafife almayı ve sevdiklerine muamelede insafsızlığı gerektirir. Sonra müptelalarını  zorluklara katlanmaktan alıkoyan eğlence ve oyunlara olan düşkünlüğüne bakılır. Bundan başka ufak tefek kusurları araştırmaktan geri durmalıdır, yoksa kişi muteber bir dost bulamaz ve yapayalnız kalır. Bu anlatılanlara göre bir dost bulursa bollukta da darlıkta da onunla uyuşsun, sıkıntılar­da birbirlerinin yanında olsun ve güzellikleri beraber yaşasın, birbirlerini sevinç, güler yüz, afiyet ve övgüyle karşılasınlar. Ancak bunda da aşırılığa gitmemelidir ki, yaltaklığa sebep olmasın ve öte yandan zoraki davranma­malıdır ki, iki yüzlülük hissedilmesin. Bütün malını başa kakmadan veya kendi tarafını tercih etmeden can dostuyla denk bir şekilde paylaşmalı ve darlıkta can dostuna destek olmalıdır, hatta bu bolluktakinden daha çokl m dostluğa delalet eder. Nitekim şöyle denilmiştir:

“İyi günde dost olduğunu söyleyen çok olur, ancak kardeşler sıkıntı an­larında belli olur.”

Ondan yeterli cana yakınlığı görmediğinde bunun tesirini sevecenlikle gönlünden silip atsın, her türlü ve her durumda kol kanat germeye devam etsin. Çünkü korunmayan her şeyin durumu kötüye gider ve Allah i muhafaza kişinin dostluğu düşmanlığa veya bundan daha fena bir şeye dönüşebilir. Zira kızgınlığın yol açtığı zarar en büyük âfetlerden ve en korkulası  şeylerden biridir. Münakaşadan kaçınmalıdır, çünkü bu, dostlar arasındaki  en zararlı şeylerden biridir. Yine kişi ihtisası olan bir bilgi ya da mahir olduğu bir zanaatta cimrilik etmekten de sakınmalıdır. Zira infak ile artan ve elde i tutmakla da azalan şeyler bir tarafa infakı, tükenmesine sebep olan şeylerde paylaşmak vaciptir.

Kişi, arkadaşlarını ve bağı olan herkesi, kendisiyle ilgili durumlar bir yana dostuyla ilgili olanları da küçümsemekten sakındırmak  ve hiç kimseye arkadaşıyla ilgili bir durumu kinayeyle, açıktan, ciddi ve şaka yolla kötülemesine imkan vermemelidir. Arkadaşının bir kusurunu görürse, düzeltecek bir şekilde ona karşılık versin, ona aldırmamazlık etmesin, çünkü bu hıyanettir. Düzeltirken uyarıcı hikaye ve sözlerle başlasın, sonra üstü kapalı olarak, sonra sorumluluğu pekiştirici, kalbe huzur ve sükûnet verici konuşmalarla açıktan devam etsin. Bunu yabancılar ve uzak kimseler bir yana, sevdikleri ve yakınlarından bile saklasın. Onun hakkında laf taşıyıcı­dan almaktan sakınsın, laf taşıyıcıya ayıplama ve kınamayla karşılık versin.

Şerhu-l Ahlak-i Adudiyye – Taşpürülüzade Ahmed Efendi

Müellif:Adudüddin el-Îcî’
Devamını Oku »

Kelime-cümle ilişkisi



Kelime-cümle ilişkisi


Kelime -çok anlamlı olmasına rağmen- her farklı kullanımında sadece o kullanım için bir tek anlam verir. Şayet bu esasa dikkat edilmez ve kelime’nin ‘çok anlamlı’ oluşu bahane edilerek(farklı bağlamlarda kazandığı) bütün anlamlar kelime’nin üstüne boca edilirse, ‘çok anlamlılık” anlamsız hale gelir.

Buna mukabil, kelime, -bir cümlede geçmesine rağmen- her farklı kullanımında ‘her kullanımı için’ farklı anlamlar verebilir. Şayet kelime’nin bu özelliğine dikkat edilmez ve yetersizlik (bilgisizlik) nedeniyle anlam tek’e indirgenirse, bu sefer ‘çok anlamlılık’ bir işe yaramaz ve anlam fasid olur.

Kelime cümle’nin içerisine dahil edilmeden önce -tabiri caizse- özgürdür. Onu cümleye dahil eden, artık onun ifade edeceği şeyi de tayin etmiş demektir. Muhatab, kelimenin o cümleye girmeden önceki anlamlarının ya da -daha doğru deyişle- başka cümlelerdeki anlamlarının dökümünü yapmak suratiyle anlamını tayin edemez, sadece tahmin edebilir. Anlamı tayin eden, o anlamı muhatabına iletmek isteyen olduğuna göre, doğru anlam, ona formunu veren kimsenin kastettiği anlamdır; o gerçek formunu kelime’nin müşterek kullanımına değil, kelime’nin geçtiği cümle(ler)de bulur, çünkü her cümle onu kullananın mührünü taşır.


Evet, sözcük söz’ün bütünlüğü dışında bir anlam ifade etmez! Sözcükler söz’ün bütününden koparılıp tek başlanna bırakıldıklarında, varlıkla ilişkileri kesilir ve “anlam içerikleri”ni kaybederler.

Sözcük, anlamını (delâletini) sözün bütünlüğü içerisinde kesinleşti­rir, kesinliğini, içine dahil olduğu bütün’den (dizge’den) alır. Nasıl ki doğa’da hiçbir nesne kendi başına değilse, doğa’nın bütünlüğünden kopuk varol(a)mazsa, sözcükler de söz’ün bütünü dışında kendi baş­larına varolamazlar.

Her sözcük ancak söz’ün bütünü içinde anlamlıdır. Çokanlamlı oluşu; bütün dışına itildiğinde, tek başına iken sözcüğün delâletini belirsizleştirir, silik hâle getirir, anlamın buharlaşmasına yol açar ve en nihayet anlamı(nı) tümüyle yok eder. Fakat sözcük bir dizge’nin, bir bütün’ün içinde yer alır almaz, anlamı tebellür eder, kuvvetlenir ve kesinleşir. İçine dahil olduğu dizgelerin miktarının artması, hiç kuşkusuz sözcüğü ‘çokanlamlı’ kılacak, sözcüğün anlamını, anlam­lanın (delâlet yollarını) zenginleştirecektir; ancak sözcüğün dahil ol­duğu her dizge, her deyim, her deyiş, her defasında onun anlamını belirleyip kesinleştirecektir.

Dildeki bir öğenin anlamı, onun öteki birimlerle kurduğu ilişki­lerle belirlenir. Sözcük, dahil olduğu dizge içerisinde birlikte kullanıldığı, bağdaştırıldığı diğer öğelerle bir örgü oluşturur ve zorunlu bir biçimde bu örgü tarafından çerçevelenir. Meselâ el kelimesi Türkçe de esasen insanın bir uzvunu (bilekten parmak uçlarına ka­dar olan bölümü) ifade ediyorsa da şu örneklerde çeşitli anlamlara gelmekte ve herbirinde farklı bir mânâya delâlet etmektedir:

 

  • birine el açmak’

  • bir şeye ‘el koymak’

  • bir şeyi ‘elde etmek

  • birine 'el vermek’

  • bir şeyhten ‘el almak’

  • bir şeye ‘el sürmemek’

  • bir işe el atmak’

  • bir şeyi elden çıkarmak’

  • bir şey ‘elinde olmak’

  • birini ‘ele vermek’

  • bir şeyden ‘el çekmek’

  • birine ‘el etmek’


 

Yine aynı şekilde bu sözcük, bir şeyin ‘elden kaçması’, elden gelmemesi’, ‘ele alınmaması’ veya birinin eline düşmek’, ‘eline bakmak’, ‘eline kalmak’ vs. şeklinde farklı kalıplar içerisinde, farklı öğelerle, farklı yerlerde ve farklı anlamlar ifade etmek için kullanılır. Sözgelimi “birine el açmak” tabirinde geçen el sözcüğünün anlamı, ‘birine’ ve ‘açmak’ öğeleriyle birlikte bir anlam ifade eder, anlam ancak bu öğelerle birlikte ortaya çıkar, bu öğelerle birlikte oluşan bütün içerisinde anlam kesinleşir. Tabir, nesnesi zikredilmese (msl. ‘birine’ öğesi hazfedilip kullanılmasa) bile nesne almadan, zihinde nesnesi düşünülmeden anlam ifade etmez: ‘el açmak’, “birine el açmaktır”, dolayısıyla [birine] ‘el açmak’, [birine] ‘muhtaç olmak’, [birinden] ‘bir şey istemek’ (dilenmek) mânâsındadır ve anlam, söz­ cüğün kendisinde değil, içine dahil olduğu sözün (=deyimin) bütü­nünde, bütünlüğündedir. Binaenaleyh bütünlük yoksa, anlam da yoktur.

Dücane Cündioğlu,Kuranı Anlamanın Anlamı
Devamını Oku »

Cumhuriyet’in mümeyyiz vasıfları

Cumhuriyet’in mümeyyiz vasıflarıBir Müslümana,bir değil iki değil üçünsünde aynı işi tekrarlıyosa,tövbe etmiyosa,o adamdan bir müslüman soğuması gerekir,yani sağlam olmadığı anlaşılır.Bir kere şunu bilmemiz lazım,Atatürkün din lehine söyledikleri ancak 1923 e kadar dayanır 1923 den yani meclis açılışından sonra din lehine sözlerini gösteremezsiniz,yoktur.Şimdi burdan analiz edersek bir adam,bir dönem başka,bir dönem tersine dönüyosa biz ona dönek yada o birinici dönemini taktik icabı olarak görürüz,ha diyeceksiniz,siyesettir bu olur böyle şeyler,bende derim ki;orda durun ! herşeyi siyasete atamazsınız,ya safını belli et yada hiç girme.Bu milletle oyun oynayamazsın,millet koyun değilki,bir çobanı olsun,o nerse o'dur,yok öyle şey.Siyaset adamı demek,halk adamı,halk adamı demek,insanlara hizmet,dini vatanı korumak demektir.Sen dersen ki ben siyasetçiyim,ülkeyi ben kurtardım,ben düşündüm ben ettim,bundan sonrasını da ancak ben yaparım demek,biz buna kısacası hainlik diyoruz,bu düpedüz boğulan birini kurtarıp kenarda gerisini siz anladınız sonrada ben öyle bişe yapmadım demektir,bu mantık.Peki diyeceksiniz ki M.Kemal ne yaptıda bu kadar sevmiyosunuz,bende derim ki ne yapmadı ki,sıralayalım ne yaptı o zaman;Cumhuriyet’de bir kaç devir vardır.

1. Klik Teşkili Devri : Mustafa Kemal namuslu ve milli harekette hizmet etmiş kimseleri tepelemeğe başladı. Cahil, katil, hırsız, tulumbacı, vs, mürtekip, mahkemelere düşmüş, hasılı bir yüz karası olan adamları etrafına topladı. Çankaya’da bunlardan bir klik teşkil etti. Bunlar iki kısım olup birisi sırf vurucular ki, bunlar cumhuriyet tüfekcileridir. Bir kısım muharrirlerdir ki, bunlar matbuat tüfekcisi ve meddahlardır. Milli harekette hizmet etmiş olanların her birini bir suretle imha etti.

2. Hürriyeti İmha Devri : Matbuatı kırdı, geçirdi. Hür gazeteleri ve muharrirleri yok etti. Kendi parasıyle Mustafa Kemal Hakimiyet-i Milliye, Milliyet gibi gazeteler ve bir takım mecmualar tesis etti. Vakit ve Aksam gibi gazeteleri maaşlar vererek, sahiplerini mebus yaparak ele aldı. Millet Meclisini, vekilleri, hükümeti bir kukla haline koydu.

3. Terör Devri : Katliam halinde muhtelif idamlar, İstiklal mahkemeleri yaparak büyük bir terör yaptı. Bütün milleti korkutup susturdu. Memleketi takrir-i sükun adlı ve idare-i örfiyeden müthiş bir kanun altına koydu.

4. Militarizm Devri : Orduyu ele alıp, onunla milleti tehdit etti. Militarizmin her şeysi hükümran oldu.

5. İstibdat Devri : Bunlarla müthiş bir istibdat başladı. Millet kan kustu.

6. Sefahet, İçki, Fuhuş ve İsraf Devri : Bu ilk tedbirler muhalif bırakmadı. Milleti yıldırdı. Saha böyle açılınca bir sefahet ve bir zevk sefadır başladı. İnşaat, villalar, havuzlar, Yalovalar, alem-i ab’lar, balolar, danslar aldı yürüdü. Gece gündüz içildi. Her tarafta dans yerleri açıldı. Büyük rezaletler oldu. Aile rabıtaları kalktı. Fuhuş alabildiğine yürüdü. Her gün merasim, zafer bayramları adında hergün bayram, büyük alaylar tertip edildi. Eğlenildi. Fuhşa bulanıldı. Türklerde bir namus vardı, o da gitti. Bu devreye Balo Devri, Bayram Devri, Dans Devri, Düğün Devri, Mirasyedilik Devri adları da verilebilir. Osmanlı devrinin lale safalarını, alem-i ab’larını hatta Bizans’ın fuhuşlarını gölgede bıraktılar.

7. Favoritizm Devri : Büyük bir Favoritizm başladı. Eşe, dosta, bilhassa dalkavuklara, pezevenklere, memuriyetler, mebusluklar, imtiyazlar, şirket meclisi idarelerinde azalık ve emsali ihsanlar yağdı. Herkes büyük bir hırsla cebini doldurmaya koyuldu. Kaatilden, mürtekibten, tulumbacıdan, cahilden mebuslar vekiller yapıldı. Valiliklere her yerde asdaka-yı bendegan yerleştirildi.

8. Kibr-u Gurur Devri : Bunlar olunca ve hiç kimse tenkid edemeyince, kendilerinin müthiş kuvvetli oldukları zannına düşüp, büyük bir azamet hasıl ettiler. Keyfe mayeşa layüs’el amma yef’al tarzında harekete başladılar. Kendilerini dahi, alim, mucid, kaşif, ilham alır zannettiler. Kanun harici icraata koyuldular. Şiddetli zulüm oldu.

9. Dalkavukluk Devri : Dalkavuklar bilekleri, bacakları sıvadılar. Mustafa Kemal’i dahi, Güneş, Münci, Peygamber, ilh.. yaptılar. Ve nihayet Tanrı derecesine çıkardılar. Sözlerine “Vecizeler” ve emirlerine “Yüksek Telkin, ilh..” dediler. Tarihimizde hiç bir devirde dalkavukluk bu kadar hünerle yapılmamıştı.

10. Asrilesme Devri : Türk’ü harsından, ananesinden tecrid edip, sırf bir Avrupa’lı yapmak için bir sürü şeyler yaptılar. Bunların adlarına inkilap dediler. Bu devreye inkilaplar yahut inkilap deliliği devri demek de caizdir. Bir sürü inkilablar yaptılar : Şapka giydirmek, Medrese ve Tekkeleri kapamak, yazıyı değiştirmek, Tugralar ve emsalinin imhası gibi Türk orijinalliğinin imhası, kız ve oğlan çocukları mektepte karışık okutmak, ilh…

11. Heykel Devri : Mustafa Kemal yüzlerce heykelini diktirdi. Ebedileşmek için bu tarzda daha bir takım şeyler yaptı.

12. Vurgun Devri : Zevk, sefa ve kumar, fuhuş artınca, onun daima gölgesi gibi peşinden giden parasızlık geldi. Bu gelince de hırsızlık gelir, geldi. Dalkavuklar, yaran, asdaka-yı bendegan, pezevenkler, irtikaba, rüşvete, hırsızlığa döküldüler. Müthiş bir vurgun oldu. Şirketlere aza modası aldı yürüdü.

13. Ağır Vergiler Devri : İsraf ve vurgun olunca tabiatiyle para ihtiyacı arttı. Çare olarak ağır vergiler, inhisarlar kondu. Millet soyuldu soğana cevrildi.

14. Mali ve İktisadi Buhran Devri : Bunlar ve ağır vergiler daima buhrana müncer olur, oldu. Müthiş bir buhran geldi. Memleket yandı yıkıldı.

15. İsyan Devri : Köylü, şehirli, amele, esnaf, münevverler, gençler, mektep talebesi söylenmeye, hükümeti tenkide başladılar. Belediye intihabında herkes reylerini hükümet aleyhine ver
di. İzmir’de “Kahrolsun Mustafa Kemal!” diye bağırdılar. Bu da bir takım şedid tedbirler ile bastırıldı. Ateş kül altında duruyor.

16. Milli İktisad ve Tasarruf Devri : Para bulamayınca, memurları azaltmağa, maaşlarını kesmeğe, kontenjan yapmağa ve misillü tedbirlere koyuldular. Yine olmadı. Haricten istikraz yapmağa çalıştılar. Sade İtalya’dan para alabildiler.

17. Diplomatik Uyuşma Devri : Vaziyetleri fena, mevkileri tehlikede gören bu adamlar, bir taraftan harıl harıl para aramakla beraber hudut haricindeki Türk muhalifleri de tepelemeğe teşebbüs edip, Yunanistan, İtalya, İran, Irak, Bulgaristan ve Fransa, Suriye ile muahedeler yapıp onlara devlet ve millet menfaatlerini vererek bütün muallak meseleleri hallettiler. Onlardan sade, Türk muhalifleri tepelemeyi istediler ve tepelettiler.

18. İrfan ve Tahsilde Fetret ve Anarşi Devri : Tahsil adeta durmuştu. Tarih yerine Mustafa Kemal’e kaside okutuluyor. Din tedrisati kaldırılmıştı.
İstibdat denilen şey daima aynı şeydir. Otokrasi, cumhuriyet gibi şekiller onu değiştiremez. İstibdadın bir mahiyeti vardır. Nereye giderse mahiyeti de arkasından gelir. İşte söyledigimiz bütün maddeler böyle gelmiştir. Bu devirler birbirinden ayrı şeyler değildir. Birbirine zamanca ve her şeyce bağlıdır.
İşte bütün söylediklerimizi görünce cumhuriyet devrinin kendisini böylece hülasa ettiği, böylece mümeyyiz vasıflarını gösterdiği anlaşılır.

İşte Mustafa Kemal’in yaptığı, kârı, hüneri, iktidarı, mahiyeti budur.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur

------------

Eğer ben bunlara inanmam diyosanız şu araştırma kitaplara bakabilirsiniz;Taha Akyol,Atatürkün İhtilal Hukuku(orda istiklal mahkemelerinin çalışması,takriri sükun vs teferruatıyla kaynkalı görebilirsiz,Fikret Başkaya-Paradigmanın iflası(bu kitapta da Atatürkün dikdatörlüğünü,Atatürk zamanı,üretici güçler ve iktisad politikası ve Atatürkün etrafındakiler nasıl dalkavuk olduklarını göreceksiniz...)Hüseyin Yörük,Türkiyenin Demokrasi Tarihi,(bu kitapta da,chp zamanı iktisadi,sosyal,siyasi,halkın durumu vs görebilirsiniz.)Hasan Hüseyin Ceylan,Din,Devlet İlişkileri 2 ve 3,(bundada örneklerle teferruatlı,şapka kanunu,dil devrimi,tekke ve zaviyelerin durum kısacası tüm yapılan inkılapların iç yüzünü anlatıyo kaynaklarla.) birde atatürk ve din var onada,atatürkçü doğu perinçeğin hazırladığı,atatürk ve din kitabı,bunları tavsiye ederiz..

Tüm bundan sonra derseniz ki yine atatürkçüyüm yine atatürkü savunurum buyrun meyan sizin yanlız şunuda hatırlatıyım k,elbet birgün öleceksiniz,hesap vereceksiniz ve bu hesapta atatürkü seviyomusun sevmiyonmu,onu savundunmu savunmadnmı vs sorilmicak orda sorulacak şeyler,amellerin ibadetlerin onlar yardım edecek,atatürk değil,o kendisini kurtaramamış,yaşantısı ortada,artık sevsende sevmesende o sana bir yarar sağlamicaktır,vesselam
Devamını Oku »

Dr.Rıza Nur Anlatıyor

Dr.Rıza Nur Anlatıyor

29 Haziran 1932'de Londra'ya geldim. Zihnimde Londra muhteşem binalarla müzeyyen,fevkalâdebirşeydi. Derlerdi ki, her sokakta binalar yeknesak tarzdadır. Halbuki ekseriya ufak binalardır. Yeknesak filân hiç yok. Bilhassa çoğu adî tuğladan yapılmıştır. Umumiyetle üç dört katlı binalardır. Sokaklar kâfi derecede geniş değil. Bilhassa pek eğri büğrü sokaklardır. Pek dar sokaklar da çok. Muhteşem binalar da var. Bunlar, bankalar,ticarethaneler ve emsalidir. Kralın Londra'daki meskeni ufak bir saraydır. Prens Doğal'ın hanesi eski, tuğladan, ancak yirmi oda­lı kadar, alçak, ufak, âdi bir binadır. İnsan İngiltere'nin haşmet ve servetini düşününce hayret eder. Türkiye'de parasızlık, açlık, müthiş bu vaziyette sefahat Gazisi kendisine bir muhteşem sa­ray yaptırıyor. Mustafa Kemal'in sarayına Afrika'dan taşlar, Londra'dan malzeme getiriliyor. Bu ne iştir? Zavallı Türkiye'de bu adama bunu söyliyecek Prens Doğal'ın evini misâl getirecek bir adam da kalmamış. Galeri Nasyonal denilen resim müzesin­de Bellini'nin tablolarından bir kolleksiyon var. Fatih Meh- med'in resminin orijinal tablosu da burada. Yine ona ait Türk kı­yafetli iki tablo daha var. Ama neyin nesi olduğu belli değil. Bu­gün Britiş Museum'a gidip Türk manüskirlerine bakacağım. Bir- gün sonra da Âvam ve Lordlar Kamarasını göreceğim.

 

Türk hükümeti sefaret memurlarının maaşını muntazam ver- miyormuş. Pek şikâyetteler. Maaşlarını da pek kesmişler. Burası hakikaten pahalıdır. Güç bir iş. Müsteşar Nurettin Ferah anlattı. Suriye ve İran tahdid-i hudud komisyonlarında bulunmuş. Ma­aşlarını halâ vermemişler. Halep'de otelciye bile borç edip savuşmuş. Böyle birçok memurların tedahüle kalmış maaşları do­lu imiş. Dedi ki: "Abdülhamid zamanı yine çok iyi idi. Hiç ol­mazsa insan müterakim maaşlarını sarraflara kırdırıp yüzde bir şey alırdı. Şimdi o da mümkün değil." Oraların, Kürtlerin halini anlatıyor, pek perişan. Ne medeniyet, ne yol, ne mektep, birşey yok, diyor. Memur da yok. Sade vergi memuru varmış. Asayiş pek fena imiş. Hâlâ şehirden şehire gidilemiyormuş. İran Hudud Komisyonuna memur zabitleri vurup soymuşlar, kesme­mişler, yaralı olarak geri göndermişler. Halbuki hükümet bunla­rı hiç yazdırmıyor. Saye-i şâhânede asayiş berkemâl!..

Anado­lu'nun garbî kısmı da hemen hemen böyle. Bu hükümet sade vergi almayı düşünüyor. Köylerden tenviriye alıyorlar. Köylü diyor ki: "Bizim köyde sade güneş ve ay ışığı vardır. Başka bil­miyoruz. Tenviriye vergisi neden verelim!. Yol vergisi alıyorlar. Bizim yolumuz Allahın toprağıdır. Bata çıka gideriz. Ne diye yol vergisi verelim. Maarif Vergisi alıyorlar. Mektep, muallim nedir halâ bilmeyiz." Feci. Sade Ankara ve İstanbul'da zabit, polise iyi bakıyorlar. Bu da mevkide durmak için. İşte millet böyle bir hal­de iken Cumhurreisi Ankara'da kendisine saray yaptırır.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »

Birinci ve İkinci Meclis

Birinci ve İkinci MeclisBirinci Meclis hakikaten bü­yüktür. Bütün safhasıyla bir parlâmento idi. Bu Meclisi ihtilâl ve huruç yapıp yeni bir devlet teşkil etmiş, yeni bir Türkiye vücu­da getirmiştir. Devleti tesisinden sonra İstiklâl harplerini yapıp kazanmış, devleti, milleti kurtarmış Lozan sulhüne hey'et gön­dermiş, müzakerenin ilk safhası onun zamanında cereyan etmiş­tir. Vakıa sulh bunun zamanında yapılmamış ise de bu şeref de şüphesiz onundur. Bu Meclise "İhtilâl, Harp ve Sulh Meclisi" denmesi lâzımdır. Mustafa Kemal mebus Ali Şükrü'yü Topal Os­man'a öldürtmüş, cinayet meydana çıkarılınca Mustafa Kemal yakalanıp tevkif edilmek ve hattâ yalnız böyle bir teşebbüsün vücuda gelmesi korkusuyla Meclisi tehdit ile feshetmiştir.

İkinci Meclis zamanında cumhuriyet ilân edilmiş, Teşkilâtı Esasiye kanunu yapılmıştır. Bunlardan başka bu Meclis zama­nındaki bariz şey bir sürü inkılâp adı verilen, maskaralıklar, cehaletler yapılmasıdır. Mustafa Kemal başta her vekil ayda bir inkılâp yapıyordu. Adliyede Necati bir halt ediyor, adına mese­lâ Mart Adliye inkılâbı, sonra bir daha böyle halt yiyor, sonra adına Mayıs inkılâbı diyordu. Mülevves Vasıf Maarifte bir halt yiyor Maarif Nisan inkılâbı ilh..diyordu. Tekke ve medreseler kapandı, şapka giyildi, muhtelit mektep namıyla kız ve erkek­lerden mürekkep orta mektepler yapıldı. Valiler hükümet ko­naklarında danslar, balolar tertip ettiler, rezaletler oldu. Hergün bir bayram, bir donanma yapıldı. İsraf ve sefahat dehşetlendi. Bütçe artırıldı, açığı kapatmak için yeni vergiler kondu, inhisar­lar ihdas edildi. Vekiller, mebuslar, memurlar içki, eğlence ve ku­mara daldı. Bu masrafları görebilmek için bir irtikâp ve irtişadır başladı ki tarihte misali azdır. Vur yansın gitti. Bu meyanda İs­met Paşa nın büyük masraflı at yarışlı eğlenceleri de meşhur oldu.İsmet, yaveri Atıf'ı Londra'ya yollayıp 25 bin liraya bir yarış atı satın almıştır. Cemiyet-i Salahiye, Kürt isyanı birinci Meclis zamanında büyük millî hizmetler görmüştü. Mekteplerden dinî tahsil kaldırıldı.

Bu devrin inkılâp çocuklukları daha iyi tabir ile delilikleri ve ilh... ikide bir hâdise icat edip birçok insanları masum oldukları halde astılar. Bunlara katliam demek daha münasiptir. Bu suretle İstiklâl Mahkemeleri tarihimizde bednam oldu. Halbuki millete öyle vahim İçtimaî ve harsî yaralar açtılar ki, bu devleti ve mille­ti yiyip kemirmektedirler. Bu Meclis ömrü tabii ile irtihal etti.

Bu Mecliste de namuslu mebus yine epeyce vardı. Bunlar bir­kaç felâh hamlesi yapmak istemişlerse de terörlerden korkup susmuşlardır. Fakat bundan sonra gelen Millet Meclisi büsbütün küçük meclistir. Bunlar artık baştan aşağı dalkavuk, âlet idiler. Gazi bu intihapta İkinci Meclisteki namuslu mebusları intihap ettirmemişti. Yeni mebuslar derhal maaşlarını ayda beşyüz lira yapmışlardı. Bunlar da İkinci Meclis zamanında başlayan zevk ve safa, kumar, israf, irtikap ve irtişaya daha şiddetle devam et­tiler. Bu Meclisin bir hususiyeti İkinci Meclis zamanındaki inkı­lâp rezaletlerini kanunlar ile tevsik etmek olmuş, bu bapta bir­çok kanunlar yapmışlar ve bunları hükümet nasıl getirmişse öy­lece ve bir saat içinde hiçbir tedkiksiz ittifakı ârâ ile kabul edivermişlerdir ki, Meclislerin bu kadar küçüğü görülmemiştir. Bu­nun zamanından en mühim hadise, malî ve İktisadî buhran zu­hur eder. Bu Meclisin hateme-i hayatı Menemen hadisesidir. Bunda da Divan-ı Harbin verdiği kamilen haksız idam cezaları­nı aynen ve ittifakla kabul etmek gibi bir denaati yapmışlardır. Yani hepsi katil ve canidir.

 

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur

 
Devamını Oku »

Din Kuvvetinin Elden Giderilmesi

Din Kuvvetinin Elden GiderilmesiAvrupa'da Türk'e pek fazla siyasî düşmanlık vardır. Fakat Avrupa'nın bu düşmanlığı yalnız bu sahada değildir. İlim ale­minde de bu düşmanlık müthiştir. Bilhassa Fransa'da böyle. Bir Fransız âlimi Türk'ten bahsederken hiç olmazsa onun yanına bir barbar kelimesini koymadan rahat edemez. Türk çok bedbaht millet... Lâtin harflerini, şapkayı kabul ederken medenî âleme gireceğimizi, Avrupalılarla bir olacağımızı, Avrupa'nın bizi seve­ceğini söyleyen iş başındakiler acaba görüyorlar mı? Bu işler aleyhimizdeki fikir ve hareketi bir bıçak sırtı kadar değil bir us­turanın yüzünün kalınlığı kadar bile değiştirememiştir. Böyle dediler. Koca koca inkılâplar dediler. Derin anarşiler alt-üstler, uzun fetretler, terakki yerine irfanda, herşeyde gerilemeler, ikti­sadı buhran, ilh... yaptılar.

Bunlar Türk uzviyetine derin ve öl­dürücü yaralar oldu. Hiçbir şey olmasa milletimiz hükümet aleyhine oldu. Düşmanla muhat bir devletin milletini hüküme­tine düşman etmek ne gaflet, ne hıyanettir ki, ne fena neticeler verebilir. Hem düşmanımız dolu. Hem kendimiz içerden zayıf­lattık. Meselâ bir harp olsa korkarım ki bu millet harp etmez. Belki hükümettekilere düşman olur. Din gayreti giderilmiş.... Böyle işler için din ne büyük kuvvetti. Elden gitti...

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »

Menemen Vakası

Menemen Vakası3 Kânunusani

30 Kânunuevvel Milliyet geldi. Menemen vak'ası hakkında tafsilât var. Mebuslar galeyanda imiş. Şiddetli icraat yapalım diyorlarmış. İsmet'e Mecliste ezcümle İshak Refet adında bir me­bus 'Terör lâzımdır", Erzurum mebusu Aziz adında biri "Fevka­lâde bir mahkeme teşkil etmelidir" demişler. Menemen'de vak'a meydanında binbeşyüz kişi varmış. Bütün kasaba halkı imiş. Za­bitin başını kesen Dervişi alkışlamışlar. Vak'a bastırıldıktan son­ra zavallı şehid kurban zabit Kubilây'a hükümet cenaze merasi­mi yapmış, İzmir'den memurlar gönderip merasime iştirak et­tirmiş. Fakat cenaze merasimine ahaliden kimse iştirak etmemiş. Bu hal pek dikkate şayan ve mühimdir. Demek halk tamamiyle dindardır. Şapkadan, tekkelerin kapanmasından, Mustafa Ke­mal'in propaganda ve icraatından asla tesir görmemiş, hiçbir ka­naatini değiştirmemiştir. Bu halk hükümet-i hâzıraya şiddetle muarızdır. Bu bir numunedir. Bütün milletin böyle Menemenli­ler gibi olduğu muhakkaktır. Mustafa Kemal ve avanesi ise bir kanun darbesi ile herşeyi değiştirdiklerini zannediyorlardı. Zehi gaflet! İşte iktidarlarının delili...

Bu gibi şeylere ne lüzum vardı. Bizim halk tekkesinde, camiinde meşgul olurdu. Sen mektepleri ihya et, dimağları terbiye et, demokrat, cumhuriyetçi yap. Şapka  mı, fes mi, ne giyecek? Nene lâzım. Biıgiin olur ki şapkayı sen-olmaz desen o kendi giyer. Ah bu Mustafa Kemal ve İsmet!.. Büyük cehalet ve akılsızlıkları ile ve hiç lüzumsuz yere ortalığı, siyası, dinî, İçtimaî, İktisadî, sarsıntılara, buhranlara verdiler, alt- j üst ettiler. İkide birde böyle hadiseler oluyor. İsyan edenler, hükümeti müdafaa edenler kınlıyor. İkisi de bu milletten. Yazık, zavallı millet!.. Reva mı?... Menemen Belediye Reisi ve ora Türk Ocağı reisi, şehidin mezarında söyliyeceği nutka şunu koymuş "Menemenliler alınlarına sürülmek istenen mürettep ve kasdî lekeyi nefretle reddederler" bunu nutkundan çıkartmışlar. Bu hükümet bize leke sürmek istiyor, nefretle reddederiz demektir. Demek vak'ayı fena görmüyor. Hükümet aleyhinde millî ve meşru bir kıyam halinde görüyor. Yahut bunu hükümet tertip et­tirdi demek istiyor.

.................

Mustafa Kemal, İzmir'de bir nutuk vermiş. Diyor ki: "Hedefimize varmak için kanunlarımız müsait değilse tâdil eder, yeniden yaparız. En nihayet lüzum ve mecburiyet görürsek bu yolda herşeyin fevkine çıkarız." Aferin! Kendisini, devrini ne iyi izah etmiş. Söylemeye lüzum yoktu. Zaten bugüne kadar hep yaptığı bunlardır. Kanun onun oyuncağıdır. Kanun onun keyfili ne, hırsına göre değişir durur. Ne âlâ!. Ne âlâ devlet, kanun ve millet oyuncağıdır. Bu sözün hülâsası: "Sade keyfim hüküm sürer" demektir. Bir Medeniyet Cihanı var yahu! Ayıptır, şunu söyleme bari! Zaten bir düziye kanun tâdil etmek, yenisini yapma da o demektir.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur

 

 
Devamını Oku »

Serbest Fırka'nın Bilançosu

 

Serbest Fırka'nın BilançosuMustafa Kemal, İsmet'i te'dip etmek istiyordu. İsmet, Reisi- cumhurluk hırsını, birtakım adamlarının onun iyiliğine, Mustafa Kemal'in fenalığına dair olan propagandalarım biliyordu. Onu kendine rakip görmeye başlamıştı. Bu hal iki-üç yıldır sürüyordu. Nihayet İsmet ile kanlı bıçaklı olan Fethi'ye bir fırka yaptırıp bu tarikle İsmet'i tepelemek istedi. Lâkin evdeki pazarlık çarşıya uy­madı. Koca adam ne kadar gafil imiş. Vaziyetini hiç bilmiyormuş. Millet kendisini tapınır derecede seviyor zannediyordu. Millette bir tuğyandır koptu. Kurtuluş günü geldi zannettiler. Hükümeti, idaresini, İsmet'i, Mustafa Kemal'i istemediklerini sözle, tezahü­ratla, hükümete silâhla çarpışmak ve belediye intihabı suretiyle bariz ve kat'î bir surette ifade ettiler.

Hükümetin türlü rezaletleri, cebirleri, sahtekârlıkları olmasaydı intihabı kamilen muhalifler kazanırdı. Bunları gören Gazi şaşırdı. Fırka yaptığına, İsmet'i te­pelemek istediğine bin pişman oldu. Bütün işlerde gırtlaklarına kadar İsmet'le beraber battığım, ondan iyi uşak, emir kulu olma­dığım hatırladı ve iyice anladı. Menfaatinin, hatta hayatının İs- met'le beraber olduğunu gördü. İsmet'e sarıldı, matbuatta ona alenî cemileler yaptı. Yeni Fırkayı bir kara belâ telâkki edip feshet­ti. Bu feshi de Fethi'ye yaptırarak güya cebir ve istibdat yapmadı­ğını gösterdi. Hem de Fethi'yi büsbütün rezil etti. Oh olsun Fet­hi'ye. Şimdi seyahate çıktı. Güya halkı lehine celbedecek. Hem de muhalefete baş olanları ezecektir. Dikkate şayan ki bu sefer hiçbir yerde istikbal ve tezahürat istemediğini ilân etti. Bu hususta Şük­rü Kaya maskarası valilere de sıkı emirler vermiştir.

Bütün bu maceradan yalnız bir fayda olmuştur: Türk milleti nümayişler, kanlı vak'alar ve belediye intihabı ile göstermiştir ki, bugünkü hükümete, idaresine, bu işin başında olan Mustafa Kemal ve İsmet'e muarızdır. Bunların yüzünden dert ve belâ ile doludur, inlemekte ve ağlamaktadır. Millet bunu bağırarak ve maddeten cihana söyledi ve bu beyannamesini kanıyla dahi im­zaladı. Artık kimsenin şek ve şüphesine mahal kalmadı. Bunda her sınıf halk vardır.

Bu vak'anın pek mühim ve gayri kabili itiraz bir ifadesi daha var: Gazi müstebit; İsmet, hükümetleri, yardakçıları, idareleri cumhuriyet lâik derler, öyle diyorlar. Böyle olanlar dostumuz, aksi fikirdekiler mürteci ve düşmanımızdır dediler, durdular. Serbest Cumhuriyet Fırkası cumhuriyetçi ve lâik idi. Bunda şüp­he yoktu. Bu halde bu fırkayı yine feshettiler. Bazı yerlerde bu fırkaya mürtecilerin, eski sarıklıların girdiğini söylediler. Olabi­lir. Bence bunun aslı yoktur, hiç olmazsa pek i'zam etmişlerdir ya, fakat bu unsurlar hele Ferid Paşa ile, İngilizlerle çalışmış va­tan hainlerinden, Rum Patrikinin himmetiyle Malta Hapishane­sinden kurtulan Kastamonu mebusu yaptıkları Haşan Fehmi'ler pek bol bir surette kendilerinde vardır.

Demek mesele cumhuriyetçi, lâik yahut mürteci olmakta de­ğildir. Sade bu iki insanın mevkii meselesidir. Ona hizmet eden­ler makbul ve muhterem, ona muarız olanlar mürteci ve haindir. Feci vaziyet... Zavallı millet! İşte sırf bu uğurdadır ki, yani şahıs­ları ve mevkileri içindir ki yüzlerce, binlerce adamı darağacına çektiler. O ne devredir?!,. Çocukların bile zihnine yer etmiştir. Si­nop' tayım, kardeşimin beş yaşında olan kızı bir odaya duvardan duvara bir sicim germiş, gazeteleri yırtıp insan şekline koyuyor, boynundan bir ip bağlayıp sicime asıyor. Böyle birçok yapmış. Odaya girdim. Ne yapıyorsun? dedim. "Mustafa Kemal oynu­yorum dedi. O vakit anladım ve hayret ettim."

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »

İsmet İnönü Venizelos Dostluğu

İsmet İnönü Venizelos Dostluğu

Venizelos, Ankara'ya gelmiş, birtakım muahedeler imza et­mişler. Venizelos, ticaret ve emsali şeylerde bizimkileri dolaba koymuş. Bu adama büyük merasim ve alkış yapmışlar. İsmet onu kucaklamış. Güya artık dostmuşuz. Aramızda dava kalma­mış. Türk'ü yeryüzünden silmek isteyen, Lozan'da resmî celse­de ona barbar, katliama diye bağıran bu adama şimdi İsmet'in ve Türkiye'nin en büyük dostu imiş. Ve minel garaibi.

Bunu ve Ankara'da iken Atina'da Pangalos ve zabitler çok güzel tasdik  ettiler. Yani Türk ile dostluk istediklerinden isyan ettiler. İşte dava bitmemiş ve bitmez, Mustafa Kemal ve İsmet galiba şu fikirdeler;hummalı bir surette buna çalışıyorlar: Bütün haricî i mes'eleleri, pürüzleri bitirmek. Bunu da hep vererek yapıyorlar, Türk'ün menfaatleri gidiyor.Galiba "Halk aleyhimizde. Haricî bir mes'ele de zuhur ederse derhal devriliriz" diyorlar. Bu esna- da İtalya sefiri ve Macar Başvekili de Ankara'ya geldi. Avrupa gazeteleri Bulgar Kralının da geleceğini yazdılar.

Zannediyorum ki Mussolini oyun oynuyor. Bunlar, Balkan ittihadı hep onun iş­leri. Bunlar da Yugoslavya aleyhine olsa gerek. Veya onu böyle tesbit edip Fransa ile hesaplaşmak, yani harp edeceğini zannet­mem, sade sıkıştırıp şarkta bir şey koparmaktır. O da bizim yor­ganın başına gelecektir diye korkarım. Bakalım, bu Balkan İttihadi ne şekil alacaktır.

 

......................

İki tarihli Milliyet geldi. Veniselos, Fener'de Rum Patriğini ziyaret etmiş. Bu da başımıza geldi. Dünü düşünün, bugünü gö­rün! Eskiden gizli muhabere ederdi, şimdi aşikâr gidiyor, patri­ğin elini öpüyor. Ankara'da İsmet'le öpüşüp koklaştıktan sonra Fener'e gidip dudağında henüz duran İsmet'in yanağının tadı ile patriğin elini öpmesi, patriğin murassa bir haçı onun boynu­na geçirmesi ne kadar manâlıdır. Bizim ahmaklar bundan bir şey anlamıyor. Ve marifet yaptıklarına kaniler. Bu dostlukları sonra görürüz. Yunan'la yapılan ticaret muahedesi de aleyhimizde. Yunan bizim pamuğu ucuz alacak, mensucat yapıp bize satacak. Aferin. Herif şu bizim ahmakları iyi dolaba koymuş. İçyüzünü bilmiyoruz. Kimbilir daha neler var?.. Patrik, Venizelos'a kilise­ye hizmetlerinden dolayı dua ve teşekkür etmiş. Venizelos'un boynuna ortasında büyük bir pırlanta olan bir haç takmış. Bu ne mel'un hükümet ki bunlara meydan vermiştir.. Zavallı Türki­ye!.. Lozan'da ne idin, şimdi nesin...

Millet Meclisi açılmış, Mustafa Kemal bir nutuk söylemiş. Bu gazetede nutuk mevcud. Nutkun bir lübbü yok. Sade Serbest Cumhuriyet Fırkası ve belediye intihabından bahsederken "Bu müşahedelerin verdiği tecrübelerden Türk milleti cumhuriyetin beka ve inkişâfı için istifade etmelidir" diyor. Mühim bir söz. Sa­de, halkın bu tezahüratından memnun olmadığı anlaşılıyor. Kendi ders almış demek. Bu ders, halkı yeniden katliam etmek­tir. Bakalım. Ve yine: Fırkalara girecek adamlar temiz olmalı" di­yor. Bununla yeni fırka azasının pis olduğunu söylüyor. Pekiyi!

Halk Fırkasında nice kirli ve bulaşık insan var. Bunlar ne olacak?

Yine: "Kalem hürriyetini hüsnü idare etmeli" diyor. Yani matbu­at hürriyeti olur amma" mevkilerine dokunmamak, pisliklerini, cehaletlerini söylememek. Onu söylemeyince zaten o hürriyetin lüzumu kalmaz ki... O hürriyet olmaz ki... Yoksa kendi hüsnü idare eder, yani matbuatın ağzına kilidi takar. Yine: "Memleke­tin mukadderatında yegâne selâhiyet ve kudret sahibi olan bü­yük Millet Meclisi..." diyor. Bunu nasıl söylüyor bilmem. Onun i'rapta bile mahalli yok. Bu selâhiyetler senin elinde. Ve keyfî su­rette istimal ediyorsun.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »