Sevgi Türleri ve İlahi Sevgi

İbn Miskeveyh


Yukarıda söylendiği ve açıkça belirtildiği gibi, insanlar birbirlerine muhtaçtırlar. Her insan kendisini tamamlamak için diğer insanlara muhtaçtır. Birbirleriyle yardımlaşmak zorundadırlar. Çünkü onlar birtakım eksikliklerle yaratılmış ve bunları tamamlamaya mecburdurlar. Yukarıda açıkladığımız gibi her birinin tek tek kendi başına mükemmelliğe ulaşmaları imkânsızdır. O halde bütün organları yararlı bir yapmada birleşen bir şahıs gibi, birbirine bağlı ahenkli toplum olmak için dağınık fertlerin birleşmelerine ve kaynaşmalarına ihtiyaç ve zaruret vardır.

Sevginin birçok türleri vardır ve bunların sebepleri türleri kadardır:

1– Hemen oluşan ve hemen kaybolan sevgi,
2– Çabucak oluşan ve yavaş yavaş kaybolan sevgi,
3– Yavaş yavaş oluşan ve çabucak kaybolan sevgi,
4– Yavaşça oluşan ve yavaşça kaybolan sevgi.

Sevgi sadece bu çeşitlere ayrılır. Çünkü insanların yaşayışlarında göz önüne aldıkları amaçlar üç olup dördüncüsü her üçünün birleşmesiyle oluşan şeydir. Zevk, iyilik, menfaatler ve bunların oluşturduğu şey. İnsanların ulaşmak istedikleri amaçlar bunlar ise, şüphesiz sevginin sebepleri de bunlar kadar olur. Bu amaçlara ulaşmak için yardımlaşan kimse, başarıya erişmiş olur.

Sebebi zevk olan sevgi, çabucak oluşur ve çabucak kaybolur. Çünkü zevk, çabucak değişen bir şeydir. (…) Sebebi iyilik olan sevgi ise, çabucak oluşur ve yavaşça çözülür. Menfaatlere dayanan sevgi de, yavaş oluşur ve çabucak çözülür. Bunların birleşmesinden meydana gelen sevgide iyilik varsa, yavaşça çözülür, yavaşça oluşur.

İşte bu sevgilerin hepsi özellikle insanlar arasında ortaya çıkar. Çünkü bunlar irade ve düşünüp taşınmayı gerektirir, bunlarda cezalandırma ve ödüllendirme söz konusu olur.

Düşünmeyen canlılardaki sevgiye gelince, buna yakınlık demek daha doğrudur ve bu yalnızca aynı türden olanlar arasında meydana gelir.

Bizim üzerinde durduğumuz konu, insanlar arasında irade ile ortaya çıkan oran ve ondan dolayı meydana gelen ödüllendirme ve cezalandırmadır.

Dostluk, sevginin özel bir türü olup buna “meveddet” denir. Ayrıca bu, sevgi gibi büyük sayıda insanlar arasında yerleşemez.

Aşk ise aşırı derecede bir sevgidir ve sadece iki kişi arasında meydana geldiği için meveddetten daha dar bir çerçeve taşır. Bu aşk, ne yararlı alanda, ne de yararlının bulunduğu başka alanda ortaya çıkar. Ancak bunu, aşırı derecede zevk düşkünü ve aşırı derecede iyiliği seven kimseler duyar. Bunlardan biri kınanmış, öteki de övülmüştür. Dostluk, gençler arasında ve yaratılışça onlar gibi olanlarda yalnızca zevkten dolayı ortaya çıkar. Bunlar çabucak birbirleriyle dost olur ve çabucak birbirlerinden ayrılırlar. Bu, onlar arasında az zamanda sık sık görülür. Kimi vakitte dostluk, zevkin sürekliliğine olan güvenleri ve zaman zaman onu tekrar etmeler ölçüsünde devamlılık gösterir. Bu güven kesildikten sonra derhal dostluk da sona erer. Yaşlıların ve yaratılışça onların durumunda olanların dostluğu birbirlerine bağlanmalarını sağlayan bir menfaat uğruna ortaya çıkar. Aralarındaki menfaatler ortak ise bunlar çoğunlukla uzun sürelidir, dostlukları sürekli olur. Aralarındaki menfaat ilişkisi kesilir ve ortak menfaat ümitleri tükenirse, dostlukları da biter.

İyi insanlar arasındaki dostluk, sırf iyilik içindir ve onun sebebi iyiliktir. İyilik öz itibarıyla değişmeyen bir şey olunca ona sahip olanların sevgileri de değişmez ve sürekli olur. (…) İnsanda diğer tabiatlarla müşterek olmayan yalın, ilâhî bir cevher bulunduğundan dolayı onun zevki öteki zevklere benzemez ve bu da yalın bir zevktir. (...)

Böyle bir zevkin yol açtığı sevgi, öyle bir coşku hal gelir ki, tam, halis ve delice bir aşk olur. İşte bu sevgi Tanrı’ya yaklaştıklarını iddia eden kimselerin nitelendirdikleri ilâhî aşktır. (…)

İnsanda bulunan ilâhî cevher, tabiatla temasından doğan kirlerden temizlenince ve çeşitli bedenî zevklerle türlü şeref tutkunluklarının çekiminden kurtulunca, kendi benzerine doğru yönelmek ister ve akıl gözüyle hiçbir maddenin lekelemediği mutlak “ilk iyiliği” temaşa eder, ona doğru koşar ve o zaman ilk iyilikten kendisine doğru gelen nurdan feyz alır. Böylece bundan eşi ve benzeri bulunmayan bir zevk duyar ve bedenini kullansın veya kullanmasın yukarıda anlattığımız birliğe varır. Ancak tabiattan tamamıyla ayrıldıktan sonra, bu yüksek mertebeye daha lâyık olur. Çünkü tam arınma, ancak dünya hayatından ayrıldıktan sonra gerçekleşir.

Bu ilâhî aşkın faziletlerinden biride, eksikliği kabul etmemesi ve ona entrikanın karışmaması, hükümdarın itirazına uğramaması ve sırf iyilere mahsus olmasıdır. Menfaat ve zevk ileri gelen sevgiler ise, kötüler arasında olduğu gibi, iyilerle kötüler arasında da olur. Fakat bunlar zevk ve menfaatlerin sona ermesiyle bitip tükenirler. Çünkü bu sevgiler gelip geçicidirler ve çoğunlukla alışılmayan yerlerdeki birleşmeler dolayısıyla ortaya çıkarlar. Bunlar, gemi ve benzerlerinde olduğu gibi, bu yerler terkedilince, ortadan kalkarlar. Bu sevginin sebebi sosyal yakınlıktır. Zira insan yaratılışı itibarıyla yabanî ve ürkek değil, sosyal yakınlık duygusuna sahip bir varlıktır.

İşte Arapçadaki “insan” kelimesi de bu kökten türemiştir. Bu konu dilbilgisinde açıkça anlatılmıştır. “İnsan unutkan olduğu için bu adı aldı” diyen şair doğru söylememiştir. Bu şaire göre “insan” kelimesi, unutma (nisyân) kökünden türetilmiştir. Bu ise yanlıştır. Bilmemiz gerekir ki insanda yaratılıştan gelen yakınlaşma duygusunu beşerî ilişkilerimizde hataya düşmemek için, büyük bir titizlikle korumamız ve onu hemcinslerimizle birlikte ortaya koymamız gerekir. Çünkü bütün sevgilerin kaynağını o teşkil eder. İnsanlarda bu yakınlık duygusunun gerçekleşmesi için din ve güzel âdetlerce davetlere katılmak birlikte yemek yemek gibi usuller konulmuştur.

İbn Miskeveyh, Ahlâkı Olgunlaştırma, Çev. A. Şener, C. Tunç, İ. Kayaoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983, s. 122–126.

Bize Yön Veren Metinler,Cilt.2

Derleyen:Alev Alatlı

Devamını Oku »

Dostluk

Dostluk
Bilmelisin ki, candan dostluk ancak iki kişi arasında olur ve do­layısıyla mümkünse bir ile yetinmek en uygunudur. Zira bir kısımla ilgi­lenmek geri kalanların maslahatından geri durmayı gerektirir. Tam dost­luk ve zirveye varan sevgiden daha kıymetli ve değerli hiçbir şey yoktur. Dünya nimetleri arasında içi dışı sana uyan sevgiliyle bir saat bir arada olmanın verdiği hazla ve bunun tadıyla mukayese edilecek hiçbir şey yoktur.

Her iki dünyanın güzellikleri arasında sana dünyada ve âhirette yardım eden bir dostun içtenliğinin bir anlık huzuruna karşı koyacak bir nimet de yoktur. Bunu başarana ve dünyanın mülkünden azade olana ne mutlu! Böyle bir kimseyi bulan, düşmanca muameleden sıyrılan ve müsâleme  içinde olan ne de güzeldir! Ancak sana ihtiyatlı ve dikkatli olmak düşer. Yapmacık davranana aldanma, yaltaklık yapan aklını başından almasın. Şişkinlikten yağ çıkarmaya çalışmaktan ve tutuşmayan şeye üflemekten sakın, çünkü kovulmuş şeytan sevmek, soğuk demiri dövmektir. Sana dostluk gösterenin önce anne babasına, akran ve akrabalarına nasıl davrandığına bakarak onu bir dene. Zira isyankârlık yoluna giren hukukun semtinden geçmez. Yine nimetlere şükür mü ediyor nankörlük mü diye imtihan ederek onu dene. Ancak teşekkür illa da karşılığını vermeyi ge­rektirmez, zira imkansızlık buna mani olabilir. Sonra onun mal ve servet hırsını, hazlara ve arzulara olan meylini sına. Çünkü arzulu kişinin halleri ıs rengarenktir, davranışları ve sözleri değişip durur.

Nice birbirine bağlı dostlar vardır ki, iş altın ve gümüşe gelince ilişkileri son bulmuş, çekişip ağız dalaşı etmişler ve düşman olup birbirine girmişlerdir. Sonra onun baş olma sevdası imtihan edilir, çünkü liderlik arzusu dostları hafife almayı ve sevdiklerine muamelede insafsızlığı gerektirir. Sonra müptelalarını  zorluklara katlanmaktan alıkoyan eğlence ve oyunlara olan düşkünlüğüne bakılır. Bundan başka ufak tefek kusurları araştırmaktan geri durmalıdır, yoksa kişi muteber bir dost bulamaz ve yapayalnız kalır. Bu anlatılanlara göre bir dost bulursa bollukta da darlıkta da onunla uyuşsun, sıkıntılar­da birbirlerinin yanında olsun ve güzellikleri beraber yaşasın, birbirlerini sevinç, güler yüz, afiyet ve övgüyle karşılasınlar. Ancak bunda da aşırılığa gitmemelidir ki, yaltaklığa sebep olmasın ve öte yandan zoraki davranma­malıdır ki, iki yüzlülük hissedilmesin. Bütün malını başa kakmadan veya kendi tarafını tercih etmeden can dostuyla denk bir şekilde paylaşmalı ve darlıkta can dostuna destek olmalıdır, hatta bu bolluktakinden daha çokl m dostluğa delalet eder. Nitekim şöyle denilmiştir:

“İyi günde dost olduğunu söyleyen çok olur, ancak kardeşler sıkıntı an­larında belli olur.”

Ondan yeterli cana yakınlığı görmediğinde bunun tesirini sevecenlikle gönlünden silip atsın, her türlü ve her durumda kol kanat germeye devam etsin. Çünkü korunmayan her şeyin durumu kötüye gider ve Allah i muhafaza kişinin dostluğu düşmanlığa veya bundan daha fena bir şeye dönüşebilir. Zira kızgınlığın yol açtığı zarar en büyük âfetlerden ve en korkulası  şeylerden biridir. Münakaşadan kaçınmalıdır, çünkü bu, dostlar arasındaki  en zararlı şeylerden biridir. Yine kişi ihtisası olan bir bilgi ya da mahir olduğu bir zanaatta cimrilik etmekten de sakınmalıdır. Zira infak ile artan ve elde i tutmakla da azalan şeyler bir tarafa infakı, tükenmesine sebep olan şeylerde paylaşmak vaciptir.

Kişi, arkadaşlarını ve bağı olan herkesi, kendisiyle ilgili durumlar bir yana dostuyla ilgili olanları da küçümsemekten sakındırmak  ve hiç kimseye arkadaşıyla ilgili bir durumu kinayeyle, açıktan, ciddi ve şaka yolla kötülemesine imkan vermemelidir. Arkadaşının bir kusurunu görürse, düzeltecek bir şekilde ona karşılık versin, ona aldırmamazlık etmesin, çünkü bu hıyanettir. Düzeltirken uyarıcı hikaye ve sözlerle başlasın, sonra üstü kapalı olarak, sonra sorumluluğu pekiştirici, kalbe huzur ve sükûnet verici konuşmalarla açıktan devam etsin. Bunu yabancılar ve uzak kimseler bir yana, sevdikleri ve yakınlarından bile saklasın. Onun hakkında laf taşıyıcı­dan almaktan sakınsın, laf taşıyıcıya ayıplama ve kınamayla karşılık versin.

Şerhu-l Ahlak-i Adudiyye – Taşpürülüzade Ahmed Efendi

Müellif:Adudüddin el-Îcî’
Devamını Oku »

Dostluk

Dostluk, iki insanın sürekli tanışmasından ibaret basit bir içti­mai olay değildir. Kelimenin gerçek mânasıyla dostluk, dünyada pek az rastlanan yüksek ve müstesna bir ruh halidir. Erkekle erkek, kadınla kadın arasında yalnız ruh âleminde barınan aşkın sakin­leşmiş ve süreklilik kazanmış şeklidir. Yalnız samimî ruhlarda barınır. İnsan şahsiyetinin en yukarı basamaklarında rastlanır. Her olay karşısında iki insanın aynı duygulara sahip olmasıyla yaşa­tılır Arkadaşlık, akrabalık ve kardeşlik gibi, uzvî veya tesadüfi yakınlıkların dostlukla alâkası yoktur. Bütün bunlar, ruhları esir eden cemiyet çemberlerinin, bayağı ve hayvani menfaatler hesabı­na veya sadece bu yeryüzünde sürünmek isteyen hayatın hesabına kullandığı iğreti desteklerdir. Ruhu esir etmekten başka bir şey yapmazlar. Ruhun asıl kurtarıcısı olan dostluğun yaşla, kanla ve menfaatin ilgisi olamaz. Yaşları, ana-babaları, menfaatleri, vücut­ları ayrı olan iki varlığın dostlukta bir kalple yaşamaları nasıl izah edilir? Bunu, biyoloji ile sosyoloji ilimlerine başvurarak açıklamak imkansızdır. Ruh dünyasının sonsuz sırlan var. Bunlar bedenin ve cemiyetin kalıplarına girmiyorlar. Dostluk, şuurdışı denen ve ruhun derinliklerinden gelen bir müjde veya ilham gibidir. Neyi aradığı­nı bilmediği halde “aradığımı buldum” diyen, karşısındaki insan ruhu üzerinde hiçbir tahlil, bir akıl yürütme yapmadan muradına ermişlik sevinci ile sarsılan ruhun zaferi dostluğa kavuşmaktır. Bu yeryüzünde yalnız yaşayamayan insanoğlunu yalnızlıktan kurtaran dosttuk, dıştan sebeplerle açıklanmayan ruhî ve ilâhi bir ilhamı andırmaktadır Dostlukta sanki bir ruh ikiye bölünüp kendi yarımının karşısına geçiyor.

Büyük insan ruhu dostlukta bulunan ve dost arayan ruhtur. Hiç- kimseyi sevmeyenlerin ruhunun varlığından şüphe edildiği gibi, herkesi aynı halde sevenlerin samimiyetin­den şüphe edilir. Yalnız sevdiği varlıkta kendi yarımını arayanlar samimi ve büyük ruhlardır. Mikelanj bütün ömrünce sanki çilesi­ni doldurur gibi, varlığını tüketircesine çalışıp meydana getirdiği eserle aradığı dosta varlık vermek istiyordu; kendi varlığını dost varlığa aktarmak istiyordu. Russo, hep sefaletlerle dolu hayatının bütün buhranları ile isyanları arasında bir dost aradı. Bethoven’in senfonileri, mutlaka açılması için sonsuzdaki dost kapışım sarsan feryatlardır.

Dost sade bir insanda mı aranır? İnsanda rastlanmasa da o, bütün dünyaya hayat halinde serpilmiş bir yüzde görülür. Bu yüz, bu güzel dost yüzü tabiatın yüzüdür. Tabiatta gizlenen insan yüzü­nü görmeyen gözler kördür. Tabiatla konuşmasını bilmeyen insan ruhu dilsizdir. Gözü ve gönlü olanlar ne halde olsalar tabiat onlarla sözleşir; her nerede olsalar onlar tabiatla konuşurlar ve onunla hal­leşirler. Dost arayan gönüller, onu bir insan varlığında bulmasalar bile tabiatta bulurlar. Hicrandaki ruhun bir ağacın altına sığınması ve karşı yamaçta bulunan bir ağaçla sözleşmesi hicranım vuslat yapıyor. Dağların ardındaki dost sanki karşısındadır. Bir dere kena­rındaki su sohbeti yüzlerce insana çevrilen hasbıhalden çok zengin ve çok daha değerlidir; çünkü onda bir kalple konuşulur ve o kal­be derinlerdeki bütün sırlar açılır, acılar anlatılır. Hem de ondan şifa umulur; onunla yaralar tedavi edilir. Suyun çiçeklerde koku, gökyüzünde renk, tende hayat olmadan önce varlığının en büyük hikmeti yaraları tedavi etmesidir. Ruhtaki derin yaralar Kur’an’da sesle tedavi edildiği gibi, tabiatta su ile tedavi edilirler.

Güneşe gelince her bakışı yeni bir aşka başlangıç olan bu dost yüzü, tabiattaki bütün dostlukların ezelden beri soğumayan kayna­ğıdır. Akar sular ve ağaçlar, denizler ve dağlar hayran hayran onu seyrederler. Çağlayanlar o nurdan sevgiliye hıçkırırlar. Rüzgârlar onun için inlerler. Yatağında için  için ağlayan derelerin kalbinde onun aşkı parlamaktadır. Başakları çiğlerle yüklü bir bahar tarlasında güneşin hülyası dalgalanır. Güneşsiz bir dünyada acaba aşk olur muydu? Tabiattan Tanrı’ya tırmanmak, hakikat yolculuğunun son çabasıdır. Çünkü tabiat, dostların dostu olan Büyük Dost’a, Allah’a ulaşmak için hilkate dayalı bir merdivendir; her tarafına insan denen leşlerden pis kokular ve zehirleyici buğular saçılan cemiyet hayatından kurtulup da tek kurtarıcı Dost’a kavuşmak için geçilmesi zorunlu olan geçittir. Bu geçit aşıldıktan sonra ruh Allah sohbetine kavuşur; o artık her yerde Allah’la beraberdir. Bu geçi­di geçmedikten sonra, dünya denen viranede kalbine dost arayan biçareler boşuna yoruluyor. Ömür boyunca dost peşinden koşan zavallılar dost bulmasalar da onu arama zevkini tattılar. Her sabah doğan güneş onları, “Kalk, dostunu ara!” diye selâmlarken gönül­lere bol ümitlerden bahşiş dağıtıyor.

Hayatın mânasını hakkıyla bilenler, onu bol kazanma ve hoş vakit geçirme vehimlerinde telef etmezler; belki dost arama yolunda bir cihad devri sayarlar. Aranan dost ya bir insan yüzünde gülümser, ya da insanı tabiatın cezbelisi yapar. Miracda açılan kapı belki sonunda ona da açılacak. Ümidi­miz, miracın dâvetcisi olan o Büyük Dost’un sohbetine kavuşmak olunca dünyamız da değerli olacak, bu sefil âlemde dost arama çabalarımız boşa gitmeyecektir. îşte o zaman “dünya güzelmiş, çünkü o Büyük Dost güzel!” diyebileceğiz.

Nurettin Topçu,Var Olmak
Devamını Oku »