A'dan Z'ye Kemalizm (1)

A dan Z ye Kemalizm (1)


H


İbre çok önceleri bir yöne ağmış gibidir gerçi, ama bunun tescili 1920'lerin ortasında olur. Bilhassa 1923. bir dönüm noktasıdır. Kimin için, kime karşı, kimlerce, ne zaman, nasıl yapıldığı apaçık ortada olan bu savaşın son senesini takip eden 1923’te, Tarık Buğranın ifadesiyle, “tasnifi yapılmamış bir kitaplığı andıran" Ankara’da bir yeni savaş yaşanmaktadır. “Türkiye’nin mukadderatı ile ilgili asıl savaşın başlangıcıdır" bu. "Ve bu savaş, iyilerle kötüler, mideciler ve budalalarla vatanseverler arasında geçer."


Tâ istiklâl Harbinin başından heri, böylesi bir bölünme yaşanır durur zaten. Bir yanda. Mustafa Kemal'in önderliğinde sistemli bir şekilde “dinden tecerrüd"ü hedef alan “Birinci Grup" ve onun karşısında, çoğunluğu teşkil eden “İkinci Grup." Şerif Mardin'in dediği gibi. “Kemalistlerin İkinci Gruba muhalefetinin simgesel dile gelişi din üzerinde odaklaşmıştır. Ama Mustafa-Kemal, amaçlarını henüz açığa vurmamıştır.” Lâkin, 9 Eylül 1923’te Halk Fırkasının kurulması ile, bir büyük adım atılmış olur. Bu, Kemal Karpat’a göre» “aslında Meclisin kontrolünü ele geçirmek için bir manevradır” ve başarıya da ulaşır.


19 Ekim 1923’e gelindiğinde, ortada “dinden tecerrüd ü hedef tutan bir kadronun başa geçtiği, ama “dini,din- İslam olan bir  T.C” manzarası ortaya çıkar Islâm olan bir ötesini, Bemard Lewis, “sekûlarizasvon' ile özetliyor "Sekülarizasyon;" yani dinsizleştirme, semaviden koparma, vahiyden tecerrüd, hüda yerine dehayı belirleyici kılma, dünyevileştirme,Lewis şöyle anlatıyor:


"Sekülarizasyondan güdülen ilk amaç, İslâm dininin siyasi, sosyal ve kültürel alanlardaki yetkilerini ve güçlerini ortadan kaldırmak, bunu yalnız inanç ve ibadet alanında bırakmak olmuştur. Boylece İslâmî modern Batılı bîr millî devletteki kontrol silâhlarından mahrum bırakmak, Kemalist kadro için, siyasi gündemde çözüm aranan ilk sorun olarak belirmiştir.”


I


Hedef,belli:İslâm Ve hedefi vurmak için, her yol denenir. Zayıf mizaçları rüşvetlerle bağlama, sindirme, korku verme, ayak oyunu, darağacı, tetik, dipçik, banknot, koltuk, iltifat, kin, zaaflar, özlemler, ihtiraslar... Her ne yol, her ne vasıta varsa kullanılır.


Meselâ, adı var, kendi yok Cumhuriyetin ilânından iki sene sonra, “Takrir-i Sükûndun acımasız zulmani dönemini yaşar Türkiye. Bir yanda devrimlerin en radikal olanları uygulanmaya konur, İslama en ağır darbeler ile hücuma girilirken; diğer yanda tek bir “çıt"a bile izin verilmez. Philip Price’ın ifadesiyle, Türkiye, “tarihin bir dönemini kirleten" acımasız öç almalar yaşar "M. Kemal, tiranlaşır.
İstiklâl mahkemeleri ile, binlerce, on binlerce insan ipe gider.


Sadece Şark İstiklâl Mahkemesi iki yılda 420, Ankara İstiklâl Mahkemesi ise 140 idam kararı vermiştir; ama Mete Tunçay’ın deyişiyle,“bu sayılamalar, Takrir-i Sükûn döneminin devlet terörü hakkında yeterli bir fikir veremezler.’’ Ama, Şark İstiklâl Mahkemesi üyesi Lütfü Fikri Beyin şu sözü,galiba birşeyler vermektedir;’’Bizim belli,milli bir amacımız vardır.Ona varmak için ara sıra kanunların üstüne de çıkarız’’


Çıkılır da.Hem de sık sık çıkılır. Sadece ara sıra kanunlara uyulur.Kaldıki o dönemin kanunları gerçek mânâda pek kanun sayılamaz.Meselâ Meclisin Haziran-1927’deki dokuz toplantısında. İç- tüzük hükmüne rağmen, hiç görüşülmeden tam yüz kanun çıkarılır Bunlardan biri, "milletvekili seçimi ”ni Mustafa Kemal’e bırakır meselâ Sonuçta göstermelik bir seçim de olur ya, yüzde 25lik bir katılma oranı ile, "sahihinin sesi” bir yazarın ifadesiyle, “bütün Türkiye,tek bir vücut gibi, Gazinin gösterdiği namzetlere oy verir"


Yüzde 25 katılımla, nasıl olu yorsa ! 5 Eylül 1927 tarihli Cumhuriyetin yazdığı üzere, "Tarihte emsaline nadir tesadüf olunan bu vakanın Türk milletine has sebepleri ve mânâları vardır." Ne gibi mi? ‘CHF, bu memlekette istiklâl ve inkılâp fırkasıdır’.


Gerçi 1924'te bir Terakkiperver Cumhuriyet Fırka çıkmıştır, ama başına gelmeyen kalmamıştır.1930’da, başkanı gittiği yerlerde ‘’Kurtar bizi kurtar!" inlemeleri ile karşılanan bir Serbest Fırka kurulmuştur. ama onun da sonu iyi olmamıştır. Muhalif gazeteler derseniz, bir kapatma, bir İstiklâl mahkemesi tehdidi yetip artmıştır bile Tek bu şapka yüzünden asılanların sayısı Maraş’ta bir elin parmakları sayısınca; Of ta, Rize 'de onlarcadır ve Türkiye toplamı bine erişir. Bir Harf Devrimi ile, hem on binlerce insan sürüm sürüm karakolda, mahkemede, hapiste sürünür, hem Kur’ân’a müdahale fırsatı doğdurulur, hem de basına darbe vurularak o kanaldan gelebilecek bir muhalefet en aza indirilir. Görünüşte, maksat ‘’Türk halkını okuryazar yapmaktır’’ama Mete Tunçay 2. Abdülhamid dönemindeki Maarif İslahatının gelişme temposu sürdürülebilseydi, harf derişikliği olmadan daha büyük bir okur-yazarlık oranına erişileceği görünüyor" der.


Ve küçük bir dipnotu: Mart 1931 tarihli Son Posta, Menemen hadisesi sonrası idamlar ile yeniden ünlenen Cellât Kara Ali ile bir
röportaj yapmıştır. Sorulur cellâta: “Bunca senedir kaç kişi astın-” Cevap "Son on iki sene içinde 5216 kişi."


Metin Karabaşoğlu,Kertenkele Çukuru


Devamı için tıklayın.

Devamını Oku »

Atatürk’ün The Times Röportajı

Atatürk’ün The Times röportajı
Yakın tarihimiz bize bir masal biçiminde anlatıla geldi.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında neler yaşandı, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları arasında neler oldu yeni yeni su yüzüne çıkıyor.

Yıllar boyu Kazım Karabekir’den Dr. Rıza Nur’un anılarına kadar dönemi anlatan her çalışma sansürlendi, yasaklandı.

Halbuki tarihi doğru bilmeden sağlıklı bir gelecek kuramayız.

Üstelik bu dönemde görev yapmış ancak siyasi görüş ayrılığı nedeniyle bir kenara itilmiş ve zaman zaman hain ilan edilmiş bu insanlara karşı bir vicdan borcumuz da var.

Öncelikle bir gerçeğin altını çizelim, Atatürk bir devrimciydi ve Avrupa’da devrimler çağı yaşanıyordu.

Bilimden sanata, eğitimden kadın haklarına kadar çok geri bulduğu Anadolu’yu hızla değiştirmek, Batı düzeyine çıkarma amacındaydı.

Giriştiği iş zorlu olduğu kadar birlikte yola çıktığı arkadaşları arasında bile tartışmalara yol açıyordu.

İstiklal Savaşı bitmiş, bir başka Kurtuluş Savaşı başlamıştı.

Bağımsızlığı sağlayan kadrolar, Anadolu’nun özgürlük ve çağdaşlığını garanti altına alacak adımlar peşindeydi.

Üstelik Mustafa Kemal İttihatçı kadrolar arasından geliyordu.

İttihatçılar’ın siyasi entrika, suikast, darbe gibi konularda ne kadar usta olduğunun farkındaydı.

Bu nedenle olsa gerek her türlü muhalefet eyleminin altında devrimci kadrolara karşı bir komplo girişimi görüyordu.

Ve askerdi.

Muhalefetin silinmesi kararı verdi.

Muhalefet de o dönemin koşulları içinde düşman sınıfına girmişti.

Mustafa Kemal, Ali Fuad Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay, Adnan Adıvar ve Kazım Karabekir tarafından kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na bu gözle bakıyordu.

Bu konudaki duygularını 21 Kasım 1924’te The Times gazetesinin İstanbul muhabiri Maxwell Macartney’e verdiği mülakatta dile getirdi.

Ancak Macartney, Atatürk’ün arzusuna uyarak mülakatı bir süre tuttu ve bu konuşma ancak 18 Aralık 1924’te yayınladı.

Ancak mülakat yayınlanmadan okuyan biri vardır. İngiltere’nin Türkiye Sefiri Ronald Lindsay.

Lindsay, bu mülakatı, Macartney’in mülakatın yapılma yöntemine dair anlattıklarını da içeren şu notla merkeze geçti:

‘’Reisicumhur’un bundan sonra ne yapacağını merak ediyordum; işte, bu fazlasıyla dikkate değer belgede (Macartney’in mülakatı) cevabımı buldum.

Terakkiperver cumhuriyetçiliklerinde samimi değiller, programları sahtekarlık, kendileri de düpedüz mürteci. Haberde yeralan her şey, reisicumhurun yeni muhalefetle hiçbir işinin olmayacağını ima ediyor; Bay Macartney’le konuşurken kullandığı dil -ki haberde yer almamış- ve sarf ettiği cümlelerin tonu ise onun açıkça ölümüne bir kavgaya kastettiğini gösteriyor.

Gazi kendisini tam br cinnet haline kaptırmış; muhalefetteki herkese sırayla sayıp döker ve onları, her şeylerini borçlu oldukları kendisine nankörlük ve vatana ihanetle suçlarken, yüzü kıpkırmızı olmuş.

Mülakkata takdimci ve yarı tercüman gibi hareket eden mebus, bir kaç kere araya girip, ‘Sakin olun Gazi Paşa, bu kadar tedbirsiz olmayın’ diye bağırmış ama gazap selinin önüne geçememiş.’’

Burada Büyük Millet Meclisi’nin 29 Nisan 1920’de kabul edip 15 Nisan 1923’te tadil ettiği Hıyanet-i Vataniye kanununun birinci maddesinde 26 Şubat 1925’te yapılan değişikliği hatırlamak gerekir.

Bu madde Meclise karşı düşünce veya uygulamalarıyla veya yazdıklarıyla muhalefet veya bozgunculuk edenlerin vatan haini addedileceklerine hükmediyordu.

1923’te yapılan değişiklik, sadece eski rejimin tasfiyesine karşı çıkanları değil, bu kararları eleştirenlere karşı da vatan hainliği suçlaması getiriyordu.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasının ardından yapılan değişiklik şu hükmü getirdi:

‘’Dini, siyasi amaçlarla kullanarak dernek kurmak yasaktır. Böyle örgütler kuran veya bunlara üye olanlar, varan haini ilan edilir.’’

TCF’nin parti programının 6. Maddesinde dine saygılı olduğu ifade edilmektedir.

Şeyh Sait İsyanı’nın ardından kurulan İstiklal Mahkemeleri, bu maddeye dayanarak TCF’nin tüm şubelerini kapatma kararı verdi.

Yani parti kapatılmamış ama teknik olarak yok edilmişti.

Bu, 1946’ya kadar sürecek tek parti rejiminin başlangıcıydı.

Muhalefetsiz bu yılların bedelini de çok partili hayata geçtiğimiz zaman farklı görüşlere tahammülsüzlükle ödedik.

Hala da alacak çok yolumuz var...

Kaynak: Hakan Özoğlu, Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası

Ergun BABAHAN - Star
Devamını Oku »