İslam Harflerinin Terakkimize Mani Olduğunu Sürenler

İslâm harflerinin terakkimize mani olduğunu ileri sürenlerİslâm harflerinin terakkimize mani olduğunu ileri sürenler, Avrupa'nın bizi yok etmeye karar vermiş yazarlarıydı. Bir Volney, bir Baron de Tott vs. İslâmiyet'e düşmandılar. Başlıca hedefleri bizi tarihimizden, irfanımız­dan, bir kelimeyle İslâmiyetten koparmaktı. Bu bedbaht telkinler önce bir­çok dürüst Türk münevverini de büyüler gibi oldu. Sonra meselenin vehametini kavramakta gecikmediler.

Yakın çağlarda Abdullah Cevdet gibi Avrupa irfanıyla sermest mü­nevverler, elbise değiştirir gibi harf değiştirmemizi teklife yeltendiler. Batı­lılaşmış entelijansiyamız bu teklifi can kulağı ile dinledi.

Harf devriminin fayda ve zararları ortadadır. Ziya Paşa gibi:

Eyvah bu bâziçede bizler yine yandık

Zira ki ziyan ortada bilmem ne kazandık!

demek budalaca bir şikâyet olur. Lâtin harfleri kabul edilmiş, bu harflerle aşağı yukarı elli yıldan beri kitaplar basılmış, dergiler çıkarılmış, gazete­ler yayınlanmıştır. Dava bir karşı devrimle yeniden eski harflerimize dön­mek değilir. Nesillerin hafızası ile oynamanın ne vahim neticeler doğurdu­ğunu biliyoruz: Dava, irfanımızı yeniden fethetmek... Dava, ecdadın tefekkür hazinelerini bugünkü nesillerin tecessüsüne açmak, bir kelimey­le bugünü düne bağlamaktır. Dâva; Lâtin harflerinin yanında İslâm harf­lerine de hayat hakkı tanınması, Osmanlıcanın mekteplerimize girmesi, ilmin ve ihtisasın sesine kulak verilmesi; inkırazın eşiğine sürüklenen za­vallı ülkemizin kaderi üzerinde hiç bir peşin hükme saplanmadan düşü­nülmesidir.

Mustafa Armağan,Bulutları Delen Kartal(Cemil Meriç)
Devamını Oku »

A'dan Z'ye Kemalizm (1)

A dan Z ye Kemalizm (1)


H


İbre çok önceleri bir yöne ağmış gibidir gerçi, ama bunun tescili 1920'lerin ortasında olur. Bilhassa 1923. bir dönüm noktasıdır. Kimin için, kime karşı, kimlerce, ne zaman, nasıl yapıldığı apaçık ortada olan bu savaşın son senesini takip eden 1923’te, Tarık Buğranın ifadesiyle, “tasnifi yapılmamış bir kitaplığı andıran" Ankara’da bir yeni savaş yaşanmaktadır. “Türkiye’nin mukadderatı ile ilgili asıl savaşın başlangıcıdır" bu. "Ve bu savaş, iyilerle kötüler, mideciler ve budalalarla vatanseverler arasında geçer."


Tâ istiklâl Harbinin başından heri, böylesi bir bölünme yaşanır durur zaten. Bir yanda. Mustafa Kemal'in önderliğinde sistemli bir şekilde “dinden tecerrüd"ü hedef alan “Birinci Grup" ve onun karşısında, çoğunluğu teşkil eden “İkinci Grup." Şerif Mardin'in dediği gibi. “Kemalistlerin İkinci Gruba muhalefetinin simgesel dile gelişi din üzerinde odaklaşmıştır. Ama Mustafa-Kemal, amaçlarını henüz açığa vurmamıştır.” Lâkin, 9 Eylül 1923’te Halk Fırkasının kurulması ile, bir büyük adım atılmış olur. Bu, Kemal Karpat’a göre» “aslında Meclisin kontrolünü ele geçirmek için bir manevradır” ve başarıya da ulaşır.


19 Ekim 1923’e gelindiğinde, ortada “dinden tecerrüd ü hedef tutan bir kadronun başa geçtiği, ama “dini,din- İslam olan bir  T.C” manzarası ortaya çıkar Islâm olan bir ötesini, Bemard Lewis, “sekûlarizasvon' ile özetliyor "Sekülarizasyon;" yani dinsizleştirme, semaviden koparma, vahiyden tecerrüd, hüda yerine dehayı belirleyici kılma, dünyevileştirme,Lewis şöyle anlatıyor:


"Sekülarizasyondan güdülen ilk amaç, İslâm dininin siyasi, sosyal ve kültürel alanlardaki yetkilerini ve güçlerini ortadan kaldırmak, bunu yalnız inanç ve ibadet alanında bırakmak olmuştur. Boylece İslâmî modern Batılı bîr millî devletteki kontrol silâhlarından mahrum bırakmak, Kemalist kadro için, siyasi gündemde çözüm aranan ilk sorun olarak belirmiştir.”


I


Hedef,belli:İslâm Ve hedefi vurmak için, her yol denenir. Zayıf mizaçları rüşvetlerle bağlama, sindirme, korku verme, ayak oyunu, darağacı, tetik, dipçik, banknot, koltuk, iltifat, kin, zaaflar, özlemler, ihtiraslar... Her ne yol, her ne vasıta varsa kullanılır.


Meselâ, adı var, kendi yok Cumhuriyetin ilânından iki sene sonra, “Takrir-i Sükûndun acımasız zulmani dönemini yaşar Türkiye. Bir yanda devrimlerin en radikal olanları uygulanmaya konur, İslama en ağır darbeler ile hücuma girilirken; diğer yanda tek bir “çıt"a bile izin verilmez. Philip Price’ın ifadesiyle, Türkiye, “tarihin bir dönemini kirleten" acımasız öç almalar yaşar "M. Kemal, tiranlaşır.
İstiklâl mahkemeleri ile, binlerce, on binlerce insan ipe gider.


Sadece Şark İstiklâl Mahkemesi iki yılda 420, Ankara İstiklâl Mahkemesi ise 140 idam kararı vermiştir; ama Mete Tunçay’ın deyişiyle,“bu sayılamalar, Takrir-i Sükûn döneminin devlet terörü hakkında yeterli bir fikir veremezler.’’ Ama, Şark İstiklâl Mahkemesi üyesi Lütfü Fikri Beyin şu sözü,galiba birşeyler vermektedir;’’Bizim belli,milli bir amacımız vardır.Ona varmak için ara sıra kanunların üstüne de çıkarız’’


Çıkılır da.Hem de sık sık çıkılır. Sadece ara sıra kanunlara uyulur.Kaldıki o dönemin kanunları gerçek mânâda pek kanun sayılamaz.Meselâ Meclisin Haziran-1927’deki dokuz toplantısında. İç- tüzük hükmüne rağmen, hiç görüşülmeden tam yüz kanun çıkarılır Bunlardan biri, "milletvekili seçimi ”ni Mustafa Kemal’e bırakır meselâ Sonuçta göstermelik bir seçim de olur ya, yüzde 25lik bir katılma oranı ile, "sahihinin sesi” bir yazarın ifadesiyle, “bütün Türkiye,tek bir vücut gibi, Gazinin gösterdiği namzetlere oy verir"


Yüzde 25 katılımla, nasıl olu yorsa ! 5 Eylül 1927 tarihli Cumhuriyetin yazdığı üzere, "Tarihte emsaline nadir tesadüf olunan bu vakanın Türk milletine has sebepleri ve mânâları vardır." Ne gibi mi? ‘CHF, bu memlekette istiklâl ve inkılâp fırkasıdır’.


Gerçi 1924'te bir Terakkiperver Cumhuriyet Fırka çıkmıştır, ama başına gelmeyen kalmamıştır.1930’da, başkanı gittiği yerlerde ‘’Kurtar bizi kurtar!" inlemeleri ile karşılanan bir Serbest Fırka kurulmuştur. ama onun da sonu iyi olmamıştır. Muhalif gazeteler derseniz, bir kapatma, bir İstiklâl mahkemesi tehdidi yetip artmıştır bile Tek bu şapka yüzünden asılanların sayısı Maraş’ta bir elin parmakları sayısınca; Of ta, Rize 'de onlarcadır ve Türkiye toplamı bine erişir. Bir Harf Devrimi ile, hem on binlerce insan sürüm sürüm karakolda, mahkemede, hapiste sürünür, hem Kur’ân’a müdahale fırsatı doğdurulur, hem de basına darbe vurularak o kanaldan gelebilecek bir muhalefet en aza indirilir. Görünüşte, maksat ‘’Türk halkını okuryazar yapmaktır’’ama Mete Tunçay 2. Abdülhamid dönemindeki Maarif İslahatının gelişme temposu sürdürülebilseydi, harf derişikliği olmadan daha büyük bir okur-yazarlık oranına erişileceği görünüyor" der.


Ve küçük bir dipnotu: Mart 1931 tarihli Son Posta, Menemen hadisesi sonrası idamlar ile yeniden ünlenen Cellât Kara Ali ile bir
röportaj yapmıştır. Sorulur cellâta: “Bunca senedir kaç kişi astın-” Cevap "Son on iki sene içinde 5216 kişi."


Metin Karabaşoğlu,Kertenkele Çukuru


Devamı için tıklayın.

Devamını Oku »

Atatürk Diktatörmüydü?

 

Nagehan Alçı, ‘Atatürk bir diktatördü..’ dedi, ortalık karıştı...

Kemalistler tozu dumana kattılar.. Özellikle ‘sosyal medya’da coştular...

Hain, kalleş, satılmış, liboş, cumhuriyet düşmanı..vs, demediklerini bırakmadılar...

( Bu kökten Kemalist, ultra-çağdaş cumhuriyetçi arkadaşlar böyledir işte!.. Bana da ‘çok küfürlü yazıyosun ulan.., ben şimdi senin... !’ diye başlayıp sunturlu küfür eder dururlar)

Tabii ki çok hassas bir mevzu bu... ‘Artık bu devirde de ?!..’ cümlesini bile kuramazsınız..

Zira Atatürk tartışılamaz!...

Eh madem ki tartışılmaz.., hatta tartışılması teklif dahi edilemez.., o zaman ben de aklımın ucundan geçeni söyleyeyim bari!...

Cumhuriyet dikey devrimlerle kurulmuştur...

Bin yıllık alfabeyi bir günde değiştireceksiniz... Sabah kalktığınızda bir de bakıyorsunuz ki, ülkenin neredeyse tamamı okuma yazma bilmiyor!...

Neden ?.. Çünkü ‘Harf Devrimi’ olmuş

Peki, halka sorulmuş mu?.. Hayır..

Halk adına karar verilmiştir; ‘Arapça harfler çok zor olduğu için kaldırılmıştır, ülkenin gelişmesi için latin alfabesi tercih edilmiştir ..’ ( Japonlar, Japon alfabesinde ısrar ettikleri için bu kadar geri kaldılar herhalde!...)

Şapka Kanunu çıkartılmıştır...

Peki halka sorulmuş mudur, ‘kafanıza ne takmak istersiniz?..’ diye.. Hayır...

Kafaya takmaya gerek yoktur!... Karar verilmiştir; ‘kafaya şapka takılacaktır..’

Kurulan 14 İstiklal Mahkemesi’nde yaklaşık 2800 kişi idam edilmiştir... Diğer Mahkemelerde de ( Menemen ve Dersim olayları ile ilgili olarak) 150 kişi idam edilmiştir...

Takrir-i Sükun kanunu çıkartılmıştır... Bütün muhalifler susturulmuş, hükümet veya mahkeme kararıyla pek çok yayın kaldırılmıştır... Sol yayınlar neredeyse tamamen yok edilmiştir...

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün...

Neticede cumhuriyet dikey bir devrimdir...

Halk adına karar verilmiştir...

Oylama, onaylama, seçim, referandum..vs, olmadan Anayasa yapılmıştır...

Tek partili rejim uygun görülmüştür... 1946’ya kadar da tek partili düzen devam etmiştir...

(Herhalde o zamana kadar halkın, seçecek, tercih edecek olgunluğa erişmemiş olduğuna karar vermişti devlet büyüklerimiz!...)

Herneyse, ‘Atatürk diktatör müydü, değil miydi?..’ kararı siz verin artık..

Ama asıl önemli olan ve tartışılması gereken halkın tercihine, demokrasiye hala alışamamış Kemalistlerin durumu...

Ne diyorlardı;

“Değil yüzde 47, yüzde 97 oy alsalar ne yazar!.. Biz Türkiye’nin aslıyız.. Biz istemezsek bu ülkede hiç bir şey olmaz!...”

İşte bu zihniyet ‘Atatürk diktatördü’ diyene ateş püskürüyor!... ‘Vay hain vay... Dil uzatma.., haddini bil.. Diktatör değildi ulan..’ diyor...

Tamam lan, ne bağırıyorsun, değilse değil!!...

Hikmet GENÇ - Star
Devamını Oku »