Marifetin Aslı

Marifetin Aslı

Şerîatın ilk makamı, iman getirmektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"... Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmenizdir."



Her kim ki imanın ten üzre olduğunu söylerse hatadır. Eğer can üzredir derse yine hatadır. O halde şöyle bilmek gerekir ki, arifler katında iman akıl üzredir. Ancak marifet gönül üzredir ve Allah’a gönülden şehâdet edip inanmazsa münâfıktır. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

" Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar.  Şu iki söz kişilere dosttur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bunun dışında kalan (günahları) ise dilediği kimseler için bağışlar.’’Şu kadar ki, ibadet imandır, iman ibadettir; birbirinden ayrı olmaz. Her iba­det imana ulaştırmaz, ve belki de günahtır; ancak her günah küfre ulaştır­maz. Bu iki söz kişilere dosttur. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:



“...Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulblerinden zürriyetlerini çıkar­dı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlarda), Evet Rabbimizsin dediler."

İman budur. Ama bizim sözümüz hangisinin Rahmân'ın aslı, hangisinin şeytanın aslı [olduğunu açıklamak­tır]. Şöyle bil ki, Rahmân'ın aslı olan iman, şeytanın aslı şüphedir. İmana şüphe katmak olmaz. Çünkü iman akıl üzeredir ve akıl sultandır ve beden içinde vekili şeytandır. Ne zaman ki sultan gitse vekil durur. Mesela iman bir hazinedir; şeytan ise bir hırsızdır. Hazine bekçisi gidince hırsız hâzineyi ne yapar? Başka bir söze göre de, iman koyundur, akıl çoban, şeytan da kurttur. Çoban gidince kurt koyuna ne yapar? Yine bir başka sözde ise iman süttür, akıl bekçi, şeytan ise köpektir, denilmiştir. Bekçi gi­dince köpek sütü ne yapar? Ve üçü de bir evdedir. Şimdi ey çaresiz miskin! İman o evin içinde perişândır.

O halde Allah'a inanmak gerekir ki, bu imandır; buyruğunu tutmak iman­dır; "sakının" dediğinden sakınmak Allah'a inanmaktır. Yine Allah’ın meleklerine inanmak imandır ki, bir kişiye üç yüz altmış melek görevlendi­rilmiştir. Öyle iken bunca meleklerin arasında edepsizlik edersin, ama se­nin gibi bir kişi yanında etmezsin. Nerede kaldı senin meleklere inandığın? Ve yine ulu Allah'ın Kur'an'ına inanmak gerekir ve onun diğer kitaplarına inanmak imandır. Öyleyse şimdi kibir, hased, cimrilik, açgözlülük, öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralık ile için dolu iken, bunlardan birisinin iman ehlinin içinde bulunacağını hangi kitap buyurur?



Tarikatın ilk makamı el alıp tövbe etmektir. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Hep birlikte Allah'ın ipine (Islâm'a) sımsıkı yapışın."' "Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün.“'



Öyle ise kul, kötü halden dönünce tövbeyi kabul eden Allah'ın kendisidir. Nitekim bir âyette şöyle buyrulmuştur:

"Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir."' Şimdi ey müminler! Öyle bir tövbe edin ki kabul olsun. Öyle bir tövbe edin ki fayda gelsin. Zira ki tövbe etmek, pişman olmaktır. Pişmanlığın yararı budur ki günahı azalır; bir özre değişilir. Bundan böyle, tevekkül ile özrü âdet edinin ki hatalarınız az olup, kurtulasınız. Ve böylece yüzünüz gülsün. 0 halde ey müminler! Özür dilemek sizden kabul kılmak Allah'dan. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter.“' Şükr ‘etmek bizden, nimetlerinizi artırmak Allah'tan.

Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: "Andolsun! şükederseniz elbette size olan nimetimi artırırım ... "

Sabretmek sizden, hesapsız sevap vermek  Allah'tan. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: "Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilecektir."

Yine ibâdet ve tâat yapmak, kelime-i şehâdet getirmek sizden, Cennet içinde sizi yüksek köşklerde tutmak da Allah'tandır.

Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: "İyiliğin karşılığı yalnız iyiliktir."

Yetmiş yıllık günah için özür dilemek sizden, tövbeleri kabul etmek de Allahtandır. Bu hususta Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:O kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir."

Sonra da O kerem sahibi olan Allah şöyle der: Ey kullarım! Âdem aleyhi'sselâm bir kere emirlerime karşı geldi, bunun için iki yüz yıl ağladı. Ağlar­ken de dâima şu ayeti okurdu: “Ey Rabbimizl Biz kendimize zulm ettik.Eğer bizi bağışlamaz ve acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. " Allah teâlâ, "Adem, bu kadar gözyaşı döktükten sonra onun suçunu bağışladım. Onun için sîzler de yetmiş yıllık günah için bir kez tövbe edin, bende affedeyim. Çünki ben affediciyim." der. Ve yine, "Eğer isyankâr olan bir kişiyi merhamet edip bağışlamadan bıraksam, o zaman benim rahmetim görülmemiş olur." dir. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:O ne gü­zel dost, ne güzel yardımcıdır. "

Eğer ben dünyada bir nesne bile eksik yaratsam, o zaman da benim Kâdir'liğim tamam olmazdı. Nitekim âyette şöyle buyrulmuştur: “Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik. Bizim ne mükemmel gücümüz vardır. " Eğer cennette bir nimet eksik bıraksak o zaman da cennet tamam olmaz­dı. Nitekim âyette şöyle buyrulmuştur: "Dünyadan sonra gelecek olan cen­net ne güzel bir yerdir. "

Nuh (a.s.)'ın duası kabul olmasaydı, bütün dualar da kabul olmazdı.

---------------

Hacı Bektaşi Veli - Makalat

Diyanet İşleri Yay.)
Devamını Oku »

Tövbenin Hakikati



Bu hususta iki bahis vardır.

Birinci Bahis:

Tövbe dilde dönmek demektir. Yüce Allah “Sonra onlara tövbe etti ki onlar da tövbe etsinler” demiştir. Âyetin anlamı şudur: Allah fazlı ve a onlara döndü ki onlar da itaat ve teslimiyete dönsünler. Tövbe dinde kişinin yapma gücü bulunduğu halde bir daha dönmemek azmiyle isyandan isyan olması bakımından pişmanlık duymasıdır.

Pişmanlık dememizin nedeni ilerde zikredilecek hadistir.“İsyan” dememizin nedeni, isyan olmayan bilakis mubah ve itaat olan fiile pişmanlık duymaya tövbe denmez. “isyan olma bakımından” dememizin nedeni şudur:

Bir kimse baş ağrısı yaptığı, aklı baştan aldığı, mala ve namusa zarar verdiği için şarap içmekten pişman olsa dinen tövbe etmiş olmaz. ''Bir daha dönmemek üzere” sözümüzün amacı, başta söylenen şeyi daha güçlü ifade etmek içindir. Çünkü fiile pişman olan kimse ancak böyle olabilir. Bundan dolayı hadiste “pişmanlık tövbedir” buyrulmuştur. Ancak bu açıklamaya şöyle itiraz edilmiştir: Geçmişte yaptığı bir fiile pişman olan kimse o fiili şimdi veya gelecekte yapmak isteyebilir.

Bu kayıt, bu durumdan sakınmak içindir. Hadiste gelen ifade ise tam bir pişmanlığa yorulur. Tam pişmanlık, bir daha asla dönmeme azmiyle birlikte olan pişmanlıktır. Bu itiraz şöyle reddedilmiştir: isyan olması bakımından isyana pişmanlık, bu azmi gerektirir. Nitekim bu, kapalı değildir.

“Yapma gücü bulunduğu halde” dememizin nedeni şudur: Zina yapma gücünü yitiren ve bu gücü tekrar kazanma ümidi de kesilen kimse zinayı terk etmeye azmettiğinde tövbe etmiş olmaz. Ancak bu açıklama sorunludur. Çünkü “yapma gücü bulunduğu halde” sözü, “dönmemek” sözünden alınan fiili terketmenin zarfıdır. Onunla kayıtlanmasının nedeni de şudur: Bir vakitte fiili terk etme azmi ancak o vakitte yapma ve yapmamaya güç yetiren kimse için düşünülebilir.

Bu durumda kaydın faydası şudur: Terketme azmi mutlak değildir ki yapma gücü alınan ve bir daha elde etme umudu da kesilen kimsenin bu azmi sergilemesi düşünülemesin. Aksine o, yapma gücünün bulunduğu varsayımıyla kayıtlıdır. Dolayısıyla yapma gücü alınmış kimsenin de bu azmi sergileyeceği düşünülebilir. Âmidî’nin sözü de bizim anlattığımızı desteklemektedir. Çünkü o şöyle demiştir: “Bizim ‘gelecekte o şeyi yapmaya ehil olduğu esnada’ dememizin nedeni zina eden sonra da iktidarsızlaşan veya ölmek üzere olan kimsenin durumundan sakınmaktır.

Zira bu kimsenin gelecekte o fiili yapmamaya azmetmesi düşünülemez, çünkü o fiili yapması düşünülemez. Bununla birlikte yaptığına pişman olursa tövbesi kabul olur. Bu hususta Selefin icmaı vardır. Ebû Hâşim el-Cübbâî ‘zina eden kimse iktidarsızlaştığında tövbesi sahih değildir, çünkü o zina etmekten acizdir’ demiştir. Ancak bu yanlıştır. Zira o kişi korkutucu bir hastalığa yakalanmışken zina ve diğer günahlarına tövbe etse gelecekte onu bu fiilden aciz bırakan şeyin olması mümkün olsa bile onun tövbesinin sahih olduğunda icma vardır.” Bunlar, Amidî’nin sözleridir.

Yine yazarın “tövbe etmiş olmaz” sözü, bunun herkesin veya çoğunluğun tercihi olduğuna delalet etmektedir. Oysa bu, Ebû Hâşim el-Cübbâî dışında herkese göre iktidarsızın tövbesinin sahih olduğunu söylemesiyle çelişmektedir, iyi düşün!



Seyyid Şerif Cürcani - Mevakıf Şerhi,cilt:3,syf:594-596

Türkiye Yazma Eserler
Devamını Oku »

Tövbe Kıvamı

Tövbe Kıvamı
Bu dünyada günahın da bir ödevi vardır; sevabı toy bir sevap olmaktan kurtarır. Sevap denene denene sağlamlaşır. İslam toplumu, Kur’an’ın kurduğu bir ruh ve şuur dünyası, birliğidir. Bu dünyanın ayakta durması için içgüdü dünyasından kan alıp onu süte çevirmesi lazımdır. Sütle kan aynı kaynaktan geliyor ama ne kadar farklıdır. Birini içmek şiarımızdır, birini içmekse haram...İşte Kur’an, bir toplumda, ruhlardan öyle bir örgü örmektedir ki, o toplum, kan toplumu olmaktan çıkıp süt toplumu oluverir.
Fecir, seher ve secde toplumu oluverir. Süte kan karışmaya başladımı sütün özü, sütün kıvamıda bozulmaya başlamış demektir. Ve sütü kıvamına, kendine döndürecek olan da tövbedir. Zaten, bu dünyada, bütün iş, bir kıvam işi değil midir? Hristiyanların günah çıkartması, tövbe kıvamını sağlamaz. Çünkü, günah çıkartma, günahı yok etme niyetini söze, çevirmektedir. Sözde fiilde birbirinin alternatifi olduğundan, söze çevrilen niyet, içten dışa koymakta, böylece fiilde gerçekleşme şansını yarı yarıya, hatta daha çok kaybetmektedir. Halbuki tenhalarda işlediğimiz günahları tenhalarda tövbe yoluyla çıkarmalıyız.

 

Topluluklarda işlediğimiz günahları da (suçlarıda) ceza yoluyla yine topluluklarda ödemeliyiz.

 

Tövbe bizi, günah işlemek kuvvetini de ondan dönmek kudretini de veren Allah karşısına çıkartır. Yüreğimizin en samimi titreyişiyle ününde titrediğimiz ve secdeye kapandığımız Allah, günahı bizden rüzgarın tozu toprağı süpürmesi gibi uzaklaştırır. Papazın günahı var etme gücü olmadığı gibi yok etme gücü ve yetkiside yoktur. Allah’ın tövbeleri kabul etmek için bir aracıya ihtiyacı mı vardır? Yoksa günahları kendi yerine bağışlaması için bir vekile mi?

 

Günahların öyle bir özü, cevheri vardır ki, onlar ancak asıl kaynaktan gelen tepkiler ve direnişlerle yok edilebilir, değiştirilebilir. Kalbinin bütün samimiliğiyle Allah’ın önünde yere kapanmış bir müslümanın günahı, ansızın gelen bir şimşeğin yıktığı ağaç gibi devrilir, yanar tövbe zamanı. Müslüman da bu kül yığının içinden taptaze ve yemyeşil bir bahar sürgünü gibi çıkar ve gider.

İşte dönüşsüz tövbe...
Evet, insanların olduğu gibi toplumların da tövbeleri vardır. Toplum, tövbesi, üstelik, kişilerin gelecekte ki durumlarını da sağlama bağlayan bir tövbedir. Böylece tövbe, psikolojik bir vaka olmaktan daha da ileriye gidip tarihi ve sosyolojik bir mucize özelliği kazanıyor.

 

Evet, her zaman diri bir mucize olan Kur’an, gerek insanı, gerek toplumları, ruhunda taşıdığı tövbe ettirici mucize taşlarıyla, mermeriyle yeniden örer, yeniler. İçimize yerleşen ve kadim (eski) mezarlar gibi katmerleşen kirlilik duygusunu bir kağıt gibi yıkar. Günü geçmiş ve geçerliliği kalmamış evraklar gibi yakar. Tövbe ruh için işte böyle bir ülkedir...

 
Devamını Oku »