Ariflerin Tevhidi

Ariflerin Tevhidi

Âlemin ezelî padişahı Cenâb-ı Allah, önce bize birliğini bildirdi. Allah teâlâ- nın bu hususta buyurduğu şöyledir: "İlâhınız bir tek Allah'tır. "Âlimler de şöyle buyurmuşlardır: "İlim üçtür: Muhkem âyetler, kesin farzlar ve bunların dışındakiler.

Hz. Peygamber buyurur: İlim üçtür:

Birincisi apaçık ayetler.

İkincisi kuvvetli farz,

Üçüncüsü sabit sünnet.

Bu üç ilmi bilen gerçekten büyük kişidir. Sonra Yüce Padişah Cenâb-ı Allah kullarına kendi varlığını bildirdi. Yüce Allah'ın sözüdür:

"... gökleri ve yeri yaratan .,."

Sonra sıfatını bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: "Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah 'indir."

Sonra heybetini bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

“O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir." Sonra ululuğunu bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

"O, yücedir, büyüktür."

Sonra üstünlüğünü bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

"... asıl üstünlük, ancak Allah 'ın..."

Sonra büyüklüğünü bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir."

Sonra nimetini bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

“O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır! ” Sonra pişmanlığım bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir." Sonra iyiliğini bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah kullarına lütuf kârdır. "

Sonra sevgisini bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

"... bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin. "

Sonra yardımını bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

"... üzerimize borç idi."

Sonra paylaştırıcılığını bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık." Sonra tevekkül etmeyi bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

" Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter."

Sonra hikmetini bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

"... hikmet verilirse..."Sonra çok hayrı bildirdi. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

"... bilmediklerinizi size öğreten..."

Sonra türlü türlü hikmetlerini bildirdi.Hepsine inanıp, şükredip, minnet duymak gerekir. Yahya b. Meâd der ki: Benim gönlüm, dünyadan ve ahi- retten üstündür. Zira dünya sıkıntı evidir, âhiret nimet evidir. Benim gön­lüm marifet evidir, öyle olunca marifet dünyadan ve ahiretten üstündür. Ve hem yedi kat gök vardır. İşte ten dahi yedi kattır: Et, damar, kan, sinir, kemik, ilik, kıl. Dünyada dört ateş vardır.

Birincisi taş ateşi: Allah teâlâ şöy­le buyurmuştur: "... yakıtı, insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden sa­kının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır."

İkincisi ağaç ateşi, Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

" Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur."

Üçüncüsü yıldırım ateşidir: "...gürültü ve yıldırımlar..."

Dördüncüsü cehennem ateşidir. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:"Söyleyin şimdi bana, tutuşturmakta olduğunuz ateşi ..."



İnsana gelince, onda dört ateş vardır.

İlki, mide ateşi,

İkincisi, şehvet ateşi,

Üçüncüsü, soğukluk ateşi,

Dördüncüsü, muhabbet ateşi.



Ve yine bu dünyada dağlar var. Kemik başları dağlara benzer.



Ve yine dünyada boğucu yedi deniz vardır.

İlki gözdür, görmek sebebiyle boğar.

İkincisi dildir, söylemek sebebiyle boğar.

Üçüncüsü kulaktır, işitme­den dolayı boğar.

Dördüncüsü kursaktır, eritmekten dolayı boğar.

Beşinci­si karındır, içine alıp boğar.

Altıncısı meşakkattir, ölüm ile boğar.

Yedinci- si deliliktir, bu hâliyle boğar.



Ve yine dünyada ırmaklar var, gözyaşı ırmaklara benzer.

Ve hem dünyada köyler var. Âdemler köylere benzer.

Ve hem Dünya'da  dört su vardır:



Birincisi temiz su,

İkincisi acı su,

Üçüncüsü koyu su,

Dördün­cüsü yer suyudur.



İnsan vücûdunda dört çeşit su vardır.

İlki ağız suyu olup tatlıdır.

İkincisi göz suyudur, acıdır.

Üçüncüsü kulak su­yudur, pis kokar.

Dördüncüsü burun suyudur, koyudur.



Ve dünyada mü'min var ve kâfir var. İlham, mü'mine; vesvese, kâfire benzer.



Yine dünyada dört türlü rüzgâr vardır:

Birinci rüzgârın adı batı rüzgarıdır,

İkinci rüzgârın adı sabâ'dır.

Üçüncü rüzgârın adı güneydir.

Dördüncü rüzgârın adı kuzeydir.



Ancak tende dahi dört türlü rüzgâr vardır.

Birinci rüzgârın adı câzibdir, in­sanın yediğini kursağına sürer.

İkinci rüzgârın adı hâzimdir; insanın yediği kursakta bekler.

Üçüncü rüzgârın adı kassâmdır, yenen lokmayı parçalar.

Dördüncü rüzgârın adı dâfidir, yenen lokmanın kepeğini dışarı bırakır.



Gönül şehre benzer. Ten kaleye benzer. İçinin kalabalığı pazara benzer. Yürek, akciğer, öd, dalak dükkânlara benzer. Doğruluk (sıdk), kabullenme (ikrar), isbat, dileme (irâdet), perhiz (riyâzet), şevk, muhabbet, korku (havf). Kesin bilgi (yakîn), kumaşa benzer. Akıl iki tarafı da kesen kılıca benzer. Ve yine sermayede kazanç var, zarar var. İman sermayeye benzer. Ve yine Cenâb-ı Hakk'ın buyurduklarını yerine getirmek kâr etmeye benzer. İmânsız kalmak sermayeden zarar etmişe benzer. Müteâkiben akıl aya benzer, marifet güneşe benzer ilim yıldızlara benzer. Ve yine dünyada iki deniz var: Biri tatlı biri acı; birbi­rine karışmaz. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir."



Gözyaşı acı, gözbebeği yaşı tatlıdır. Eğer gözyaşı acı olmasa göz kokardı.

Ve eğer gözbebeği yaşı tatlı olmasa göz görmez olurdu.



Ve yine dünyada bulut ve yağmur var. Bundan dolayı tasa buluta benzer. Gözyaşı yağmura benzer. Ve yine gönül kuşa benzer. Kuş uçarken bazen şaşırır. Fakat gönül şaşırmaz. Zira gönül ile Allah arasında bir engel yoktur. Ve yine cennet içinde ırmaklar vardır. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “İçinde ırmaklar vardır." Ve yine padişah var, başında tacı, sırtında kaf­tanı var. Ferman, taht, ülke, halk vardır. Tevhîd tacdır, ibâdet gerdanlıktır, Müslümanlık kaftandır. Ferman, taht, ülke ve halk İslam'dır. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allâh katında din, Islâmdır," Şimdi o halde ey can! Halk ve ülke, imanın fermanı, marifetin tahtıdır. Arif­ler, o taht üstünde oturup Cenab-ı Hakk'a dua ederler.

Bir kimse Hz. Ali'ye sordu: Ya Ali, taptığın Allah’ı görür müsün?

Hz. Ali şöyle cevap verdi:

—Görmesem tapar mıydım?



Ve yine cennette yemek var; ancak, küçük abdest ve büyük abdest yapmak yok. Çocuk ana rahminde yer içer, ama büyük abdest ve küçük abdest yap­maz. Dünyada âlimler var ki, kimisi fıkıh ve kimisi miras paylaştırma (ferâiz) ilmini bilirler. Şimdi sözü bırakmak yok. Ağız tatlı ve acıyı bilir. Gönül hoş olanı ve olmayanı bilir. Gönül ne hüküm verirse dil onu söyler.



Ve yine dünyada düşman var, savaş var. Nefis düşmandır. Nefise istediğini vermemek savaş etmek gibidir. Ve yine Yahudi, Hıristiyan var, muhalefet etmek var. O halde günahına boyun eğmek Yahudi olmaya benzer. Dinin emirlerine boyun eğmemek Hıristiyan olmaya benzer. Hak'tan dönmek haça tapmaya benzer. Aç gözlülük, muhalefet etmeye benzer. Oyalan­mak aslana benzer. Huysuzluk ayıya benzer. Şehvet ata benzer. Kız­mak, öfkelenmek yılana benzer. Minnet bilmemek hiçbir şeydir. Hz. Peygamber buyurdu:

Her şey bir şeydir; cahil hiç bir şey değildir."



Yani cahil hiçbir şeyden değildir. Ve yine gönül, âlemin mutlak padişa­hı olan Tanrı'sının bakış yeridir. Gönül ile Allah arasında perde yoktur. Bu durumda şimdi mü'minlerin gönlü Kâbe'ye benzer. Kâbe'ye varan­lar ayakları ile yürürler. Gönül isteyenin yüzüstü sürünmesi gerekir. Onun için âşıklar yüzlerini yere sürerler. Ve yine Kâbe'de ihram giyerler. Hakkı batıldan ayırmak Kâbe'de ihram giymeye benzer. Yoldan taşları temizlemek Batın-ı Arafat'ta taş atmaya benzer. Geçmiş ömrümüz Safa'ya, kalan ömrümüz [Merve'ye] benzer. Pişman olmak, kalan ömrü­müzü Hakk'a kullukla geçirmek Safa ile Merve arasında [gidip gelmeye] benzer. Af dileyerek yürümek Kâbe'yi tavaf etmeye benzer.

Kâbe'ye varanların dört yerde tavafı vardır.



İlk önce sağında korku (havf) nuru tavafı vardır,

İkinci olarak solunda ümit (reca) nuru tavafı vardır.

Üçüncü olarak önünde muhabbet nuru tavafı vardır

Dördüncü olarak arkasında şevk nuru tavafı vardır.



Ve yine dünyada mezarlık vardır. Burun deliği mezara benzer. Burun deliği ikidir: Biri damağa, diğeri boğaza gider. Mezar da iki türlüdür. Biri cennete, diğeri cehenneme gider. Hz. Peygamber (a.s.) buyurdu:

" Kabir cennet bahçelerinden bir bahçedir." Talihli o kimsedir ki canını gafletten uyarır. Dünyada görünmezler var­dır. Bundan dolayı cennet, cehennem, arş, kürsî, levh, kalem, öküz, ba­lık: bunların adı söylenir ama görünmezler. Bunun gibi vücutta da us, akıl, anlama gücü, ilham, hidayet, fikir, endişe vardır, ama görünmez.



Ve hem dünyada öyle ağaç var ki başı gökte kökü yerdedir. Allah teâIâ şöyle buyurmuştur"...dalları gökte..."

Marifet ağacının başı tevhiddir. Özdeki îmândır. Kökü yakınlıktır. Kökü tevekkül, budakları kötülükleri nehiy, suyu korku ve ümit, yemişleri ilim, yeri mü'minlerin gönlüdür. Başı arşdan yukarıdır.



Ve hem gönlün Arap dilinde yedi ismi vardır. Her bir adının yetmiş mâ­nâsı vardır. O halde ey azizim! Kullar Tanrı'nın niteliğini bilmekte âciz­dir; adlarını bilirler. Kur'an içinde dört bin adı vardır. Vücutta dahi beş şey Allah'ın birliğine delildir.



İlki Cebrail'in Muhammed (a.s.)'a gelmesine,

İkincisi Muhammed (a.s.)'a yol açmasına,

Üçüncüsü Muhammed (a.s.)'ın faziletine,

Dördüncüsü yaradılmış şeylerin tekrar dirilmesine,

 Beşincisi Cenab-ı Hakk'ın varlığına.



Cenab-ı Hakk'ın zâhiri ve bâtını var. Zâhiri bu dünya, bâtını öbür dün­yâ. Ancak bu dünya sonunda harap olacaktır. Yüce Allah'ın sözüdür:

"Her canlı ölümü tadacaktır." Bu ayetin mânâsı dünyâya yeter. Gök­ler karanlığı ile beraber (...) cennetimi nimetlerle doldurdum. Cehenne­mi zakkumlarla doldurdum. Allah'ın rahmetiyle andığı kul ne iyi ve ne güzel bir kuldur.

Ey ibretle bakan kullarım! Yere bakın saltanatımı görün. Dağlara ba­kın, yığınlarımı görün. Göğe bakın, nasıl döşediğimi görün. Kıyamete bakın heybetimi görün. Cennete bakın, nimetimi görün. Büyüklüğüme bakın gücümü görün. Kullarıma bakın, kaftanımı görün. Kur'an'a ba­kın fermanımı görün. İşaretime bakın, o yüce şanımı görün. Velilerime bakın, hâzinelerimi görün. Sîzleri sevdiğim için bunca güzel ikramlar verdim size. Yüce Allah'ın sözüdür:

"Andolsun biz, Âdem oğullarına çok ikram ettik." Dünyada her neyi yarattımsa sîzlere verdim. Gökler örtünüz, yerler dö­şeğiniz, melekler hizmetçiniz, kirâmen kâtibîn melekleri yazıcınız, Kâ-be kıbleniz, Kur'an inandığınız, Muhammed (a.s.) şefaatçiniz, Âdem atanız, Havvâ ananız, bayram gününüz, Cuma günü ilacınız (tiryak). Kullarım, ben sizin affedici mevlânızım. Bunca sözü sizin için hazırladım. Arşdan Süreyya yıldızına de­ğin ne varsa hepsini size bildirdim. Beni ne zaman isterseniz isteyin bulur­sunuz.

Zira bedeninizde canınızdan yakınım. Elinizin tuttuğundan, gözü­nüzün gördüğünden ve ayağınızın yürüdüğünden yakınım. Yüce

Allah'ın sözüdür: Şu halde her kim kendini bilse bu bilgi gerçektir. Allah teâlâ şöy­le buyurmuştur:

" Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz.

O halde her kim kendini bilse bu ilimler gerçektir. Allah teâlâ şöyle buyur­muştur:

"..{Kur'an'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun."



Hâsılı kendini bilme meselesini kısaca anlatmış olalım. Gerçek canlara bukadar konuşma yeter. Doğrusunu Allah bilir.

--------------------
Makalat Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli,

Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları







Devamını Oku »

Marifetin Cevabını Beyan Eder

Marifetin Cevabını Beyan Eder

Alemin kutbu buyurur:

Gönül büyük bir şehirdir.Noksan sıfatlardan uzak olan Yüce Allah, (yerden) arşa değin neyi yarattı ise o şehirde vardır ve o şehre sığar. Hem o büyük şehirde iki sultan vardır. Birisi Rahmânî, birisi Şeytanîdir. Rahmânî sultanın adı akıl, vekili îmândır, komutanı miskinliktir.

Kalbin sağ tarafında yedi kale vardır. Her kalede Yüce Allah bir muhafız, vekil koymuştur. Muhafızların her birinin adı bilinmektedir.



İlk muhafızın adı ilimdir.

İkinci muhafızın adı cömertliktir.

Üçüncü muhafızın adı ar ve hayâdır.

Dördüncü muhafızın adı sabırdır.

Beşinci muhafızın adı perhizkârlık (aşırı istekleri sınırlamaktır.

Altıncı muhafızın adı korkudur.

Yedinci muhafızın adı edeptir.
Herhangi bir muhafızın yüz bin hizmetkârı vardır. Herhangi bir hizmetkârın yüz bin askeri vardır. Bunların tamamı iman bekçisidir.


Şimdi ey azizim! Bu işleri tamamladık. Cenab-ı Hak'dan istedik.


Marifet hatıra geldi ve beş giysi alıp geldi. İlki ilham, ikinci giysi anlayış, üçüncü giysi aşk, dördüncü giysi şevk, beşinci giysi muhabbettir.


Ne zaman cana değdi, can dirildi. Akla uygun geldi ve geleni gideni anladı. Zira her şey can ile dirilir; can, marifetle dirilir. Marifetli can, erenler canıdır. Marifetsiz can, hayvanlar canıdır. Can ölü müdür, yoksa diri midir? Âşık olanların tenleri ölür, ama canları ölmez.


Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:


"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın."(1) O arifler sultanı şeyhler madeni Seyyid Sadeddin buyurur:


O can ki kıymetini aşktan alır;


bütün canlar ölünce işte bu can diri kalır.


Aşk dirliğini alalım, bu dirlikten kalalım; ölmez dirlik bulalım; çünkü can dostlar birleşir.


Ancak can ikidir. Biri can diğeri cânân. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir,"(2) Fakat katımızda can beştir. Ancak bu sözü anlamak çok güç iştir. Âdemin manası da üçtür. Kendini bilmek çok güçtür. Kendini bilmeyen için bu söz hiçtir.


Kendini bilmek dilersen kitapta yazdım, üçtür.


Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:


"Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı..."(3) Ayrıca sizin içinizde Mevlâ'yı isteyen de vardır.


Bu ayetin manasını şöyle bil ki öncesiz ve sonsuz olan Allah buyurur;


Ey kullarım! Görmeyi göz ile mi sanırsınız? Konuşmayı dil ile mi sanırsınız? Yürümeyi ayak ile mi sanırsınız? Bağışlanmayı ibadet ile mi sanırsınız? Öfkelenmeyi günah ile mi sanırsınız? Yanmayı ateş ile mi sanırsınız? Âdem (a.s.)'a cennet içinde öyle bir azab çattı ki cehennemde o azab yok idi. İbrahim'e de ateş içinde bir bahçe verdim ki o bostan cennet içinde yoktu. Ve Firavun'u Nil içinde boğdum ve Musa'yı Firavun'dan kurtardım. Dostumu koruyup düşmanlarımı helak ettim. Ve hem yüz bin ve binlerce yüz bin meleklerimi yaktım, hiç birinin küçücük bir günahı yoktu. Ve hem yüz bin insanı bağışladım, hiç birinin küçücük bir ibâdeti dahi yoktu. Her neyi yaparım çünkü Kadir'im, gücüm yeter. Kimi istersem ağlatırım, kimi istersem güldürürüm. Benim bildiğimi siz bilemezsiniz. Ancak benim iyiliğim korku ile ümit arasında olanadır. Bizim sözlerimiz hemen canı açıklamaktır.


Onlar ki gönülleri müşevveş, yani karışık olanlardır. Gönülleri kibirli, canları inatçıdır. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim!" diye sorulduğu an "hayır" diyenlerdir. Hayvandan daha aşağıdadırlar.


İnsan ilminde öğrendin:


Birinci cana, "cismâni" derler, diri kalır; diken batmasını veya kıl çekilmesini duyar.


İkinci cana, "yeme ve içme" derler; yedirir ve içirir. Acıkmayı ve susamayı bildirir.


Üçüncü cana, "ruhâni" derler. Beden uyuyunca o can uyanır. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: " Uykunuzu bir dinlenme kıldık. "(4) Ve üç kişinin günahları yazılmaz. İlki ergenlik çağına gelmemiş çocuğa, ikinci uyuyana, üçüncü deliye.


Gece olunca ses uzağa gider, gündüz gitmez. Zîrâ gece olunca insanoğlu dünya günahından temizlenir. Ses uzağa varır, engel az olur. Ne zaman ki gündüz olur, günahlar birbirine karışır ve engel olur. Onun için ses uzağa varamaz.


Birçokları demişlerdir ki:


Uyku ten rahatlığıdır. Ve hem can da binek hayvana benzer. Ten canın bineğidir. Sıcak, soğuk, tatlı, acı, can sebebiyle ten de hisseder. Hayvanlar da dikene düşmezler. Köy yolunu bilir ve şaşırmazlar. Ancak Hak yolunu bilmezler. Gönül gözü kör olanlar da, hayvanlar gibidirler; Hak yolunu göremezler. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) buyurur: Hak teâlâ insana dört göz verdi: ikisi baş gözü ve ikisi gönül gözü. Baş gözüyle halkı görür, gönül gözüyle Hâlık'ı görür.


Âhireti isteyenler var ya, bunlar korku ve ümit topluluğudur. Mevlâyı isteyenler var ya, bunlar müşâhede topluluğudur. 0 halde şimdi bir kimsenin gönül gözü olmasa gönülden ne haberi olur? Bir kimse şeker yememiş olsa adını işitmekle tadından ne haberi olur? Üçüncü can açıklandı.


Dördüncü can marifettir. Ey azizim! Can bahçeye benzer, marifet sudur. İşte susamış bahçeye su ne yaparsa marifet de canı öyle yapar. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:


"Allah nezdinde hak din Islâm'dır."(5)


Bundan dolayı ey azizim! Hak sizlere iki bahçe donattı: Biri din bahçesi, diğeri iman bahçesidir. Marifet suyunu gönlüne akıttı. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:


"...ve onu gönüllerinize sindirmiştir."(6)


Şimdi ey azizim! Sizler sanmayın ki iki bostan bekçisiz bırakılmıştır. Bir kimse bahçe ekecek olsa, önce duvarını yapar, sonra yerini yumuşatır. Sonra türlü nimetler eker, bahçeyi sular, döner yabâni ayrık otlarını dışarı atar ve ortasına bir korkuluk diker, yemişler olgunlaşınca korkuluğu da dışarı bırakır. Yemişleri toplayıp dost ve kardeşleri ile yiyip Allah'a şükür ederler. Şanı yüce olan Allah buyurur:


“Ey kullarım! Sîzlerdeki bahçeyi lutfumla beraber bekledim. Çevresine rahmetimle duvar kıldım. Dinginlikle gönlünüzde tevhîd tohumunu bitirdim ve tevhîd ağacında yemiş meydana getirdim. Marifet suyuyla suladım ve yabâni otları ve dikenini temizledim. Düşmanlık tarafından uzak bıraktım. Günahınızı ortadan uzaklaştırdım. Düşmanınız şeytan görmeye gelir, ortada dikilen günahınızı görüp “Rabbinize isyankârmışsınız." der, tamahını keser. Kıyamet günü olduğunda, günahlarınızı dışarı bırakırım. Kendi fazlımla kulluğunuzu af denizine kor, âlemlere gösteririm. Sizleri cömertliğimle sevinçli ve mutlu ederim.'


Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: "Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık."(7) Yüce Allah iyilik ve cömertliğinden buyurur: "Ey Sevgili Kullarım! Beni isteyin, sizde bulunayım. Ve ey âsîler! Özür dileyin affedeyim. Zira gök ağlar, yer güler ve gökten yağar, yerden biter." Yani sizden ağlamak ve benden günahınızı bağışlamak demek olur. Şimdi sözü bırakmak yok. Ve hem dostları Cenab-ı Allah'ı şüphesiz bir gerçeklik içinde buldular. Zira ki kesin bilgidir (İlme'l-yakin). Biri de zannî bilgidir. Şu halde dedikodu davası İI-me'l-yakin âbidlerindir. Ancak tefekkür, sohbet, vilâyet beklemek hakka'l-yakîn ariflerindir. Ama münâcât ve müşâhede dostlarındır. Bundan başka, ezelî dervişlik ebedî mutluluktur. Kime nasip olsa rahatlık onundur.

--------------------


Dinotlar:

(1)- Âl-i imrân, 3/169.

(2)- İsrâ, 17/85.

(3)- Al-i imrân, 3/152.

(4)- Nebe, 78/9

(5)-Âl-i Imrân, 3/19.

(6)_ Ayetin (Hucurât/7) bütün olarak manası şöyledir: "Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fışkı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır."

(7)- Bakara, 2/138.


Kaynak: Makalat Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli,

Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları

Devamını Oku »

Marifetin Aslı

Marifetin Aslı

Şerîatın ilk makamı, iman getirmektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"... Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmenizdir."



Her kim ki imanın ten üzre olduğunu söylerse hatadır. Eğer can üzredir derse yine hatadır. O halde şöyle bilmek gerekir ki, arifler katında iman akıl üzredir. Ancak marifet gönül üzredir ve Allah’a gönülden şehâdet edip inanmazsa münâfıktır. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

" Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar.  Şu iki söz kişilere dosttur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bunun dışında kalan (günahları) ise dilediği kimseler için bağışlar.’’Şu kadar ki, ibadet imandır, iman ibadettir; birbirinden ayrı olmaz. Her iba­det imana ulaştırmaz, ve belki de günahtır; ancak her günah küfre ulaştır­maz. Bu iki söz kişilere dosttur. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:



“...Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulblerinden zürriyetlerini çıkar­dı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlarda), Evet Rabbimizsin dediler."

İman budur. Ama bizim sözümüz hangisinin Rahmân'ın aslı, hangisinin şeytanın aslı [olduğunu açıklamak­tır]. Şöyle bil ki, Rahmân'ın aslı olan iman, şeytanın aslı şüphedir. İmana şüphe katmak olmaz. Çünkü iman akıl üzeredir ve akıl sultandır ve beden içinde vekili şeytandır. Ne zaman ki sultan gitse vekil durur. Mesela iman bir hazinedir; şeytan ise bir hırsızdır. Hazine bekçisi gidince hırsız hâzineyi ne yapar? Başka bir söze göre de, iman koyundur, akıl çoban, şeytan da kurttur. Çoban gidince kurt koyuna ne yapar? Yine bir başka sözde ise iman süttür, akıl bekçi, şeytan ise köpektir, denilmiştir. Bekçi gi­dince köpek sütü ne yapar? Ve üçü de bir evdedir. Şimdi ey çaresiz miskin! İman o evin içinde perişândır.

O halde Allah'a inanmak gerekir ki, bu imandır; buyruğunu tutmak iman­dır; "sakının" dediğinden sakınmak Allah'a inanmaktır. Yine Allah’ın meleklerine inanmak imandır ki, bir kişiye üç yüz altmış melek görevlendi­rilmiştir. Öyle iken bunca meleklerin arasında edepsizlik edersin, ama se­nin gibi bir kişi yanında etmezsin. Nerede kaldı senin meleklere inandığın? Ve yine ulu Allah'ın Kur'an'ına inanmak gerekir ve onun diğer kitaplarına inanmak imandır. Öyleyse şimdi kibir, hased, cimrilik, açgözlülük, öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralık ile için dolu iken, bunlardan birisinin iman ehlinin içinde bulunacağını hangi kitap buyurur?



Tarikatın ilk makamı el alıp tövbe etmektir. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Hep birlikte Allah'ın ipine (Islâm'a) sımsıkı yapışın."' "Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün.“'



Öyle ise kul, kötü halden dönünce tövbeyi kabul eden Allah'ın kendisidir. Nitekim bir âyette şöyle buyrulmuştur:

"Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir."' Şimdi ey müminler! Öyle bir tövbe edin ki kabul olsun. Öyle bir tövbe edin ki fayda gelsin. Zira ki tövbe etmek, pişman olmaktır. Pişmanlığın yararı budur ki günahı azalır; bir özre değişilir. Bundan böyle, tevekkül ile özrü âdet edinin ki hatalarınız az olup, kurtulasınız. Ve böylece yüzünüz gülsün. 0 halde ey müminler! Özür dilemek sizden kabul kılmak Allah'dan. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter.“' Şükr ‘etmek bizden, nimetlerinizi artırmak Allah'tan.

Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: "Andolsun! şükederseniz elbette size olan nimetimi artırırım ... "

Sabretmek sizden, hesapsız sevap vermek  Allah'tan. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: "Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilecektir."

Yine ibâdet ve tâat yapmak, kelime-i şehâdet getirmek sizden, Cennet içinde sizi yüksek köşklerde tutmak da Allah'tandır.

Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: "İyiliğin karşılığı yalnız iyiliktir."

Yetmiş yıllık günah için özür dilemek sizden, tövbeleri kabul etmek de Allahtandır. Bu hususta Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:O kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir."

Sonra da O kerem sahibi olan Allah şöyle der: Ey kullarım! Âdem aleyhi'sselâm bir kere emirlerime karşı geldi, bunun için iki yüz yıl ağladı. Ağlar­ken de dâima şu ayeti okurdu: “Ey Rabbimizl Biz kendimize zulm ettik.Eğer bizi bağışlamaz ve acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. " Allah teâlâ, "Adem, bu kadar gözyaşı döktükten sonra onun suçunu bağışladım. Onun için sîzler de yetmiş yıllık günah için bir kez tövbe edin, bende affedeyim. Çünki ben affediciyim." der. Ve yine, "Eğer isyankâr olan bir kişiyi merhamet edip bağışlamadan bıraksam, o zaman benim rahmetim görülmemiş olur." dir. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:O ne gü­zel dost, ne güzel yardımcıdır. "

Eğer ben dünyada bir nesne bile eksik yaratsam, o zaman da benim Kâdir'liğim tamam olmazdı. Nitekim âyette şöyle buyrulmuştur: “Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik. Bizim ne mükemmel gücümüz vardır. " Eğer cennette bir nimet eksik bıraksak o zaman da cennet tamam olmaz­dı. Nitekim âyette şöyle buyrulmuştur: "Dünyadan sonra gelecek olan cen­net ne güzel bir yerdir. "

Nuh (a.s.)'ın duası kabul olmasaydı, bütün dualar da kabul olmazdı.

---------------

Hacı Bektaşi Veli - Makalat

Diyanet İşleri Yay.)
Devamını Oku »

Şeytan'ın Halleri

Şeytan'ın Halleri

İkinci sultan şeytandır.


Nefis ise şeytanın vekilidir. Komutanları ise kibir, hased, buhl (cimrilik) açgözlülük, öfke, kahkaha ve maskaralıktır. Sözü geçen bu yedi fiil muhafızlardır. Bundan dolayı kalbin sağ tarafında yedi kale vardır. Her kalede bir muhafız görevlendirilmiştir. Her bir muhafızın yüz bin komutanı vardır. Şimdi, hased ve buhul, dünyayı terk etmekle; bunların tamamı sabr etmekle imana erer.


Ancak kibrin kaynağı şeytan, alçak gönüllülüğün ise Rahmân'dır. O halde ne zaman ki kibir gelse, alçak gönüllülüğü O'na havale eder. Ne zaman ki hased gelse, ilmi O'na havale eder. Buhlün aslı ise şeytandır, cömerdliğin aslı da Rahmân'dır. Ne zaman ki buhül gelirse, cömertliği O'na havale etmek gerkir.


Cömertlik dört çeşittir:


İlki, mal cömertliği, zenginlerindir.


İkinci, beden cömertliği, gâzilerindir.


Üçüncü, can cömertliği, âşıklarındır.


Dördüncü, gönül cömertliği, âriflerindir.


Şimdi esas yapılması gereken, kişinin yönünü Allah isteğine çevirmesidir. Zira edep dileyen korkuyu sever. Korku dileyen hata yapmaktan sakınmayı sever. Hata yapmaktan sakınmayı dileyen sabrı sever. Sabır dileyen utanmayı sever. Utanmayı dileyen cömertliği sever. Cömertliği dileyen miskinliği sever. Miskinliği dileyen ilmi sever. İlmi dileyen marifeti sever. Marifeti dileyen canı sever. Canı dileyen aklı sever ve aklı dileyen yüce Allah'ı sever. Allah buyruğuna müjde on iki çeşit nesnedir. Bu on iki çeşit nesne birbirine vekildir.Ve bunlar iman kumandanının önderleridir. Şimdi çok sakınmak gerekir ki eğer bu on iki türlü nesnenin birisi eksik olsa iman doğru olmaz. O halde en üst makam bunlardır. Bunları korumayan Allah'dan uzak olur, ve bilmekten dahi uzak olur. Allah'ın cemalini görmekten mahrum kalır.


Maskaralığı dileyen gülmeyi sever. Gülmeyi dileyen çekiştirmeyi sever. Çekiştirmeyi dileyen öfkeyi sever. Öfkeyi dileyen açgözlülüğü sever. Açgözlülüğü dileyen kıskançlığı sever. Kıskançlığı dileyen hased etmeyi sever. Hased etmeyi dileyen büyüklenmeyi sever. Büyûklenmeyi dileyen vücudunu sever. Vücudunu dileyen nefsin istek ve arzularını sever. Nefsin istek ve arzuları dileyen nefsini sever. Nefsini dileyen şeytanı sever ve şeytanı dileyen Yüce Allah'ı sevmez.


Zira zikredilen bu on iki fiil, işte bunlar birbirine vekildir. Bu on iki fiile de şeytan vekildir. Ne zaman ki bu on iki fiil yıkılıp yerine (iyi olan) on iki nesne yapılmayınca, kul olduğunu söyleyen kişiye Allah'tan yana yol yoktur. Çünkü bu on iki türlü fiil, hem marifetin ve hem imanın düşmanlarıdır. Akıl kumandanının şeytan kumandanını yendiği bunlarla bilinir. Bu nesnenin belirtisi odur ki, can, ruhânî işreti sever. Ruhânî işretin alameti serbest olmaktır.


Noksan sıfatlardan beri olan Yüce Allah buyurur ki: Üç kişi üç nesneye dayandı. Benlik davası güttü, sonunda helak oldu.


Birincisi; şeytan - lanet ona - ateşe 'dostum' dedi. Allah katında zorlama yoktur; dostu dosttan ayırmaz. Sonunda şeytanı ateşte yaktı.(1) Yüce Allah şöyle buyurdu:


"... gözlerinizin önünde Firavun ailesini suda boğmuştuk,"(2)


İkincisi; Kârun malına dayandı. Sonuç: malıyla birlikte helak oldu. Üçüncüsü; Muhammed Mustafâ (a.s.) Allah dostluğuna dayandı. Öyle olunca yüce Allah "Dostu dostundan ayırmayayım" diye buyurdu.


Yüce Allah şöyle buyurdu:"... onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır."(3) Sonra yüce Allah, lütuf ve kereminden buyurdu ki; "Ben sizinleyim; bana şükredin." Nitekim bir ayette yüce Allah şöyle buyurdu:


" Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım."(4) Allah teâlâ bir başka âyette de şöyle buyurdu:


"... güzel davrananları da daha güzeliyle (mükâfatlandırması içindir)"(5) Bir başka ayette de şöyle buyurur: "... Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa bir amel-i Sâlih işlesin ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın."(6) Sonra insanın, kendisini bilmesi gerekir. Kendisini bilmesini hatırlatmasının sebebi şudur: Bir kimse Rahmân ile şeytan farkını bilmezse, kendini de bilmez. Şimdi her kim bu sözleri anlasa, kendisini dahi bilmiş olur. Ne zaman ki kişi kendini bilirse aşk gelip Allah'tan yana çağırır. Bu hususta ne kadar nasibi var ise o kadar ilerler.


Şimdi kim bu sözleri anlamadı, kendisini dahi bilmedi. Her ne kadar insan suretinde olsa da insan mertebesinde değildir. Henüz endişeleri ve malları çokluğu içinde boğulmuşlardır. Hayvanlar gibidirler. Lâkin bu konuda tasarruf sahipleri de vardır ki onlar bilirler. Yetmiş yıldır yaptığımız dedikodu bir saat münâcât ile eşit geldi. Zira halkın dedikodu etmesi şüpheden ileri gelir. Zahidin ibadeti, aslını bilmeden iş yapmasıdır. Arifin tefekkürü, Allah'ın İlâhî sanatına bakarak iş yapmasıdır. Muhibbin yalvarıp, yakarması ise, sevgiliyle muamele etmesidir. Ancak bütün bunları yaparken riya ve tamahkarlık kişiyi kendi hâline bırakmaz. Öyle olunca kişinin daima gönül şehrini araması, gafil olmaması gerekir.


Aklın üç koruması vardır; riyâ ile tamahı gönül şehrinden çıkarırlar. Aklın birinci koruması sabırdır. Aklın ikinci koruması utanmaktır. Aklın üçüncü koruması kanaattir. İşte şeytan bu üç korumadan korkar ve mağlup olduğu da bunlarla bilinir. Bunlar çok ulu kimselerdir ve aklın askerlerindendir. Ve insanların makamı üçtür. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:


" Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir."(7)


Ancak her kişi insan kabul edilmez. Her ne kadar görünüş olarak insan olsalar da onlar hayvanlardan daha aşağıdırlar. Bunlar hased edip kendilerini bilmeyenlerdir. Nitekim Hz. Peygamber hadisinde buyurur:


"Nefsini bilen, rabbini bilir."(8) Şu kadar ki, âbidlerin, zâhidlerin ve ariflerin ibadetleri ve durumları her biri katında uygun olmaz. Zira âbidler, zâ-hidler ve arifler dünyalık beklentileri olan topluluklardır; ancak muhibler ise mânâ kavimleridir. O halde ey azizim! Muhib olanların hallerini şerh etmek çok uzun iştir ve çeşitlidir; fakat akıl ermez, gönül tatmin olmaz ve insanın sûreti bunları kavramaz. Bu konuda bu kadar söz yeter. Burada biz bu kadarını hatırlatmış olduk; kalanın ne olduğunu ancak Allah bilir.


Dinotlar:

(1)- Burada şöyle bir atlama vardır: "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. " (Maide, 5/12). İkinci Fir'avun, Kıptilere "dostum" dedi. Sonunda onların gözü önünde boğuldu. (M.Esad Coşan, a.g.e., s.52,53.)

(2) Bakara, 2/50.

(3)- Bakara, 2/165.

(4)- İbrahim, 14/7. 153 Necm, 53/31. 160 Kehf, 18/110.

(5)- Necm, 53/31.

(6)- Kehf, 18/110.

(7)-Mücâdele, 58/7.

(8) El-Acûnî, a.g.e., c. II  s. 262.


Kaynak: Makalat Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Tercüme Prof. Dr. Ali Yılmaz, Prof. Dr. Mehmet Akkuş, Dr. Ali Öztürk, Şubat 2007 Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları

.
Devamını Oku »