Hz. Âdem'in Topraktan Yaratılması ve Bunun Hikmetleri



Sonra, Allah-u Teâlâ Hz. Adem'in yaratılışının keyfiyyeti hususunda birçok vecih zikretmiştir:

a) O, bu âyette de belirtildiği gibi, topraktan yaratılmıştır.

b) O, sudan yaratılmıştır. Allah-u Teâlâ, "O, sudan bir beşer yaratıp da, onu soy sop haline getirendir"(Furkan, 54) buyurmuştur.

c) O, çamurdan yaratılmıştır. "Ki O, yarattığı her şeyi güzel yapan, insanı yaratmaya da çamurdan başlayandır. Sonra O, bunun zürriyetini hakîr bir sudan meydana gelen nutfeden yapmıştır" (Secde,7)

d) O, çamurdan elde edilmiş bir hülâsadan, özden yaratılmıştır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:"Andolsun, biz İnsanı çamurdan (süzülmüş) bir hülâsadan yarattık. Sonra onu, sarp ve sağlam bir karargâhta bir nutfe yaptık"(Mû'minun, 12-13).

e) O, cıvık bir çamurdan yaratılmıştır. Allah-u Teâlâ, "Andolsun ki biz onları, cıvık bir çamurdan yarattık" (es-Sâffât, 37/I) buyurmuştur.

f) O, salsâl'dan, kuru bir çamurdan yaratılmıştır. "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıktan yarattık" (Hicr, 26) buyrulmuştur.

g) İnsan, "acele"den yaratılmıştır. "İnsanlar aceleden yaratılmıştır"{Enbiya, 37).

ı) Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Andolsun ki biz insanı, bir meşakkat içinde yarattık" (Beled, 4).

Hükemâ şöyle demiştir: Âdem'in topraktan yaratılması, birçok sebepten dolayıdır:

1- Mütevazi olsun diye.

2- Örtücü ve bağışlayıcı olsun diye...

3- Toprağa çok bağlı olsun diye.. Çünkü Hz. Âdem, yeryüzündekilere halife olmak için yaratılmıştır.

Nitekim Cenâb-ı Hak, "Muhakkak ki, ben, yeryüzünde bir halîfe yaratacağım" (Bakara. 30) buyurmuştur.

4- Allah-u Teâlâ kudretini izhâr etmek istedi ve bundan dolayı, cisimlerin en çok ışık saçanı olan ateşten şeytanları yaratarak, onları dalâletin karanlıklarına müptelâ kıldı; cisimlerin en latifi olan havadan melekleri yaratarak, onlara son derece büyük güç ve kuvvet verdi; cisimlerin en kesifi olan topraktan Adem (a.s)'i yarattı, sonra ona muhabbet, marifet, nur ve hidâyet verdi; deniz sularının dalgalarından gökleri yaratıp, onu havaya asılı bıraktı.. İşte bütün bunları, bunların yaratılışı, Allah-u
Teâlâ'nın hiçbir şeye ihtiyacı olmaksızın müdebbir ve hiçbir şeye başvurmaksızın da hâlık olduğuna apaçık bir delil ve burhan olsun diye yaratmıştır.

5- İnsan, şehvet, gazab ve ihtiras ateşini söndürsün diye topraktan yaratılmıştır. Çünkü bu tür ateşler,ancak toprak ile söner. O'nun sudan yaratılışı ise, kendisinde, eşyanın şekilleri tecelli edebilecek bir saflık ve arılıkta olsun diyedir.Sonra, Allah-u Teâlâ, yoğun olan latîf olanla karışıp da, çamur haline gelsin diye, suyla toprağı
birbirine katmıştır. Bu, "Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratıcıyım" (Sad. 7) âyetinin ifâde ettiği husustur.

Hak Teâlâ dördüncü mertebede, "Andolsun, biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir sülâleden yarattık"(Mü'minun, 12) buyurmuştur. Buradaki sülâle kelimesi, ism-i mef'ul manasındadır. Çünkü "sülâle",çamurun cüzlerinin en latîf ve iyi kısmından süzülüp, alınmış olandır.



Sonra Cenâb-ı Hak, altıncı mertebede, insan için şu üç nevî sıfatı zikretmiştir:






a) O, salsâldandır. Salsâl: Hareket ettirildiği zaman içinden ses veren çömlek gibi, çın çın ses çıkaran kuru şey demektir.




b) Hame’dendir. Hame, bir müddet su içinde kalıp, rengi siyahlaşan şey demektir.




c) Kokusu değişmiş olandır. Nitekim Cenâb-ı Allah, "İşte yiyeceğine,içeceğine bak, henüz bozulmamıştır" (Bakara. 259) buyurmuştur.






Hz. Âdem’in yaratılışıyla ilgili zikredilmiş olan âyetlerin arasını te’lîf etmek



için söylenebilecek olan sözün hepsi budur.




Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 6/360-362.
Devamını Oku »

İnsan Yürüdükçe Yücelecek ve Beşeriliğinden Sıyrılacak

İnsan Yürüdükçe Yücelecek ve Beşeriliğinden SıyrılacakHz.Ademe, bir anlamda kendisini anlamaya, tanımlamaya, kendisini ortaya koymaya çalışmaktadır.Çünkü sınırlarını ortaya koymadan, bir tanımlama yapamayız; dolayısıyla düşünsel-kavramsal bir faaliyet kadar, bir yurtlanma çabasına da girişemeyiz. Bir anlamda Adem’i yurtsuzlaştıran,yani cennet yurdunu yitirerek, dünya yurduna düşünen de,onun bu ‘’sınırı geçme çabası’’ değil midir?Oysa Allah ona öğretmekte,yol göstermekte ve vahyetmektedir.Göklerin ve yerin ışığı,nuru,zaten o değilmidir? Oysa antik Yunana yol gösteren Promethc, bu ışığı tanrı(lar)dan çalmıştır. Yunan uygarlı , daha temelinde, tanrılarla çatışan, bilgisini onlardan çalan ve onlara rağmen bu insan haline gelen Promedhe mitiyle başlatmıştır tarih anlayışını. Oysa Allah, insanın dostu, onun velisidir.

O nedenle Adem (a.s.) isyankâr değil, hatalıdır. Acele etmiştir çünkü.Ama imanî yürüyüşün yolları,hataların kazandırdığı deneyimlerle donatılmıştır. Yani insanoğlu eğer çatışmacı, çelişkili, hatalar ve engellerle dolu bir yola koyulmazsa, hep çocuk kalacak, büyüye memektir bir türlü. Cennet denge, uyum, sorunsuzluk, sorumsuzluk ve mutluluktur belki. Ama insanoğlu kendi çabasıyla, bilinciyle ulaşamamıştır bu dengeye. Hedeflenmiş bir denge, kazanılmış bir uyum degildir bu. Geride bırakılmış bir ülküdür belki. Fakat zaman işlemeye başlamıştır artık. Bu ülküye geri dönmek değil, onu yeniden elde etmek, haketmek gerekmektedir. Kazandan Cennet hiçbir zaman kaybedilen cennet olmayacaktır. Atılan her adım bir önceki adımın sağladığı dengeyi sarsacak ama daha bir bilinçli, daha engin ve daha insanca bir uyuma ulaştıracaktır Adem’in oğullarını.

Ne var ki bu yürüyüş tabiattaki diğer canlıların yürüyüşü gibi değildır. Çünkü insanoğlu bilinci nedeniyle yalnız kalmıştır artık bu kâinatta. Kendi geleceğinin sorumluluğunu, kâinatı ve ötesini bilmenin yükünü omuzlamıştır. Diğer yaratıklar hep kendilerine empoze edilmiş, benimsetilmiş, mecbur kılınmış bir yolu izlemekte; belirli işlevleri bilinçsizce sürdürmektedirler. Bu işlevler karmaşık ve yürüyüşlerini; buna bir yürüyüş denebilirse şayet.Çünkü  yatay bir harekettir bu, mekânsal bir hareket.Tarih izlemez bu yürüyüşü,tarihin yapıcıları değildir bu yaratıklar .Zaman kendi boyutunun derinliğini, dikeyliğini katmaz bu ufki yürüyüşe. Bitkiler, hayvanlar, cansız nesneler, hücreler, atomlar, sıvılar ve gazlar hep birbirlerini bütünler, birbirlerinin varlıklarını omuzlarlar. Yekdiğerlerine bağımlıdır hep hayatları. Bu bağımlılığın ise bilincinde değillerdir elbet; örümcek ağının, an balının, çiçekler rüzgarların. yavru anasının memesinin, dişi erkeğinin, sivrisinek kanın, tohumlar dölyatağının ya da toprağın, hava ve su hayatiyet sağladıktan o bir yığın canlının bilincinde değillerdir. Bunların tümü mekânsal ve organızma olarak birbirlerinin ötesinde, dışında, ama bir açıdan da birbirlerinin içindedirler.

Bu içindelik ya da bu  ‘birbiri için'lik’ tesadüfi doğal, zorunlu, evrimsel gibi kelimelerle izah edilmeye çalışılsa bile, dikkatli gözlemciler tüm bu izah edici kavramların kapsamlı bir derinliğe ve açıklama gücüne sahip olmadıklarını bilmektedirler. İşte insan tüm bu sorumsuzluk ve sorunsuzluğun dışına atılır, bilincinin-özgürlüğünün ağırlığını yüklenir ve yalnız kaldığı bu kâinatta yürüyüşünü sürdürmeye çalışır. Durmak onun için ölmek, bilincini yadsımak demektir. Gerçek isyan işte bu tereddi, geri dönüş isteğidir. Bu yürüyüş ise, artık mekânsallıktan sıyrılmış, derinlik kazanmış bir yücelme, Rabbine doğru sürdürülen sonsuz bir çabadır.

Şeytan işte bu yürüyüşün önüne dikilen, yanlış hedefler gösteren, oyalamaya çalışan ve yürüyüşü geriye çevirmek, en azından durdurmak isteyen(ler)dır. Tüm olumsuzlukların bir remzidir. Kâinatın ya da bilincin içine sinmiş bir geriye dönüş çağrısıdır; bilinçsizleğe ya da beşeriliğe. İnsan yürüdükçe yücelecek ve beşeriliğinden sıyrılacaktır. Ancak bu kazanç kalıtsal olarak bir sonrakine ulaştırılamayan, herkesin kendi elde etmesi gereken, kendi çabasının bir ürünüdür.

 Ümit Aktaş-İnsan ve İslam
Devamını Oku »