Yılbaşına Dair

Yarın yılın son günü. Yarın gece yarısı miladî takvime göre yeni yıl başlayacak. Her yılbaşında olduğu gibi bu yılbaşında da kutlamanın dinî niteliği gündeme gelecek. “Kutlama yapma yoksa gâvur olursun” diyen de var, “ne alakası var, bu bir dinî bayram değil ki” diyen de. Bana da bu konuda çeşitli sorular geldi. Hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da aşırı (ifrat - tefrit) yaklaşımlar söz konusu. Bu konuda ifrat ve tefritten uzak, mutedil bir görüş ortaya koymaya çalışacağım.

Yılbaşı kutlamasının dinde haram ve günah olduğunu ifade edenlerin bu konuda ortaya koyduğu üç delil bulunmaktadır:

1. Rabbimiz Kur’an’da, Yahudi ve Hristiyanları veli edinmeyi yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları veli edinmeyin, onlar birbirinin velisidirler. İçinizden kim onları veli edinirse o da onlardandır.” (Mâide, 51)

2. Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim bir topluluğa benzemeye çalışırsa o da onlardandır” (Ebu Davud, Libas, 5)

3. Yine peygamberimiz bir başka hadisinde “kişi sevdiği ile beraberdir” buyurmuştur. (Buharî, edeb, 96; Müslim, el-Birr ve’s-sıla, 165)

Peygamberimiz, diğer dinlerden olanlara benzemeyi önlemek ve Müslümanları her bakımdan onlardan ayrı bir ümmet kılmak için pek çok tedbir almıştır. Kendisi saç tarama şekli bakımından bile müşriklere ve Yahudilere muhalefet etmiş, namaza çağırmak için çan çalma veya boru kullanma fikrini Yahudi ve Hristiyanlara benzemek olarak gördüğü için doğru bulmamış, başka pek çok konuda da alternatif uygulamalar yapmıştır.

Bu delileri dikkate alıp yılbaşı kutlamayı bir Hristiyan âdeti olarak görenlere göre bu kutlamayı yapanlar Kur’an’da yasaklanan “veli edinme” ve hadiste yasaklanan “başkasına benzemeye çalışma” yasağının kapsamına girmiş olurlar. Bu görüşte olanların bir kısmı işi tekfir boyutuna kadar götürürken bir kısmı bunun haram ve günah olduğunu söylemekle yetinir.

Yılbaşı kutlamasının söz konusu yasağın kapsamına girip girmediğini belirlemek için öncelikle bu yasağın kapsamını netleştirmemiz gerekir.

Eğer kişi inanç, amel veya ahlak bakımından İslam’a zıt yönleri bulunan kimselerin bu yönlerine benzemeye çalışıyorsa dinin yasakladığı “başkasına benzeme” günahını işliyor demektir. Benzemeye çalıştığı durum İslam’a aykırı değilse bu benzeme dince yasaklanmış değildir.

Mesela bir Müslüman, gayri Müslimlerin, kendi dinlerinin gereği olarak giydiği kıyafetleri giyemez, yiyip içtiği şeyleri yiyip içemez, kutladığı günler ve bayramlarını kutlayamaz.Hristiyanlar haç işaretini kendi dinlerinin sembolü olarak taşırlar. Bir Müslümanın boynuna haç takması olacak şey değildir. Bir Müslümanın noel, haç yortusu, Meryem ana günü gibi Hristiyanlara ait bayramları kutlaması caiz olmaz.

Buna karşılık gayr-i Müslimlerin yemek yerken kaşık-çatal kullanması, evlerinde koltuk-büfe bulundurması, araba kullanması, ceket-pantolon giymesi,teknolojik aletleri kullanması konusunda onlarla benzer davranışlar göstermek dince yasaklanmış değildir. Çünkü gayri müslimler bunları kendi dinlerinin bir simgesi olarak yapmamakta, bu fiiller onların kimlik ve şahsiyetini ortaya koymamaktadır.

Bu ölçü doğrultusunda yılbaşı kutlamasına geldiğimizde şunu söylememiz mümkündür:

Yılbaşı ve noel farklıdır. Noel (kristmıs) Hristiyanlarca kutsal kabul edilen bir bayram olup Hz. İsa’nın doğumunu ifade etmektedir. Yılbaşı ise bir Hristiyan bayramı değildir. Noel 25 Aralık’ta, yılbaşı ise 1 Ocak’ta kutlanmakta arada bir haftalık zaman farkı bulunmakta, ikisinin kutlanma biçimleri farklı olmaktadır. Bununla birlikte dünya kamuoyunda noel ve yılbaşının bir arada anıldığı, kutlandığı, Hristiyan ülkelerin birçoğunda noelden başlayarak yılbaşına kadar tatil ve kutlamaların yapıldığı bilinen bir durumdur. Şu halde kutlanma sebepleri, zamanları ve biçimleri farklı olsa da dünya kamuoyunda noel ile yılbaşı adeta özdeş iki uygulama gibi görülmektedir.

Yılbaşı doğrudan doğruya bir dinî bayram değildir ve sırf yeni bir yıla girilmesi sebebiyle kutlama yapan kimsenin “Hristiyanlara benzemeye çalışan” bir kimse olarak değerlendirilmesi doğru değildir Şu halde bu kimselere “kâfir olmuş”, “dinden çıkmış” muamelesi yapmak haddi aşmaktır.

Bununla birlikte şunu da bilmek gerekir ki dünya kamuoyundaki algıda noel ile yılbaşı arasındaki çizgi o kadar kalın değildir. Birçok kimse, yılbaşı ve noel arasındaki farkı bilmez. Bu durumda, bir kimsenin dinen şüpheli bir duruma düşmekten kurtulması en doğru yoldur. Zira Allah Resûlü (s.a.v.) “sana şüphe veren şeyi bırak, şüphelendirmeyeni esas al” buyurmuştur. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyame ve’r-reqâiq, 60)

Ele alınması gereken bir başka husus da “kutlama” adı verilen faaliyetlerin kendisiyle ilgilidir.

Herhangi birine, “yılbaşı kutlaması deyince aklınıza ne geliyor?” diye sorsanız, size bir çırpıda sayacağı şeyler: Çam süslemesi, havai fişek gösterisi, noel baba kıyafeti, hindi, piyango, bira-içki, kadınlı erkekli eğlenceler olacaktır. İşte bu kutlama faaliyeti söz konusu olduğunda Hristiyan kültürüne ait unsurlar ve İslam dininin haram kıldığı diğer şeyler iç içe geçmiş vaziyettedir. Bunlar içinden “noel baba” kıyafetinin ve “çam süslemesi”nin farklı kültürün sembolü olduğu, piyango almak, içki içmek ve kadınlı erkekli dans partilerinin ise İslam’ın yasakladığı fiillerden olduğu su götürmez bir gerçektir.

Meseleye dinî hüküm açısından bakmak gerektiği kadar kültürel etkileşim açısından da bakmak gerekir. Yeni nesillerin bu tarz kutlamaları normal bir durum olarak görmeye başlaması, ister istemez kültür emperyalizmini de birlikte getirmekte, Müslümana has bir kimlik ve duruş sergileme imkânı ortadan kalkmaktadır.

Son olarak şunu sormak gerekir: Yeni bir yıla girmiş olmak insanların sevinmesi, coşkuyla kutlaması gereken bir şey mi? Bu kutlama dedikleri şeyin tarzı, yöntemi bizim dinimize uygun mu?

Müslüman coğrafyaların katliama maruz kaldığı, iç savaş ve yoksulluk ile boğuştuğu bir hengâmede… Dünyanın dört bir yanında mazlum ve mağdur, yiyecek ekmek bulamayan milyonlarca dindaşımız, kardeşimiz varken… Sırf yeni bir yıla giriyoruz diye havai fişek patlatarak, göbek atarak, hoplayıp zıplayarak kutlama yapmak neyin nesi?

Allah Resûlü (s.a.v.) “sizden biri kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe –gerçek anlamda- iman etmiş olmaz” buyurmadı mı? (Buharî, iman, 6; Müslim, iman, 17)

Yılın sonunda ve başında ille de bir şey yapılacaksa bu bir kutlama değil muhasebe olmalıdır. Geçip giden yıllar, aylar ve günlerin içine "hesabı verilecek bir ömür" doldurabilmişsek ne âlâ... Yok öyle değil de ömür treninin vagonları mesabesinde olan yıllar beyhûde gelip geçtiyse ne yazık!

Biz ki iman, sâlih amel, hakkı ve sabrı tavsiye etmekle geçmeyen her ânın hüsran olduğuna iman etmişiz!

“Yılın sonu” için yaptığı hazırlığı “yolun sonu” için yapmayanlar aldanmıştır. Üç günlük geçici mutluluk hayalini, milyonda bir ihtimale dayalı piyango biletine bağlarken, sonsuz mutluluğu, yüzde yüz kesin olan Allah'a teslimiyete bağlamayanlar aldanmıştır. Yeni yılı ayık bir akıl, sorgulayıcı bir nefis, tüm müminler için kuşatıcı bir duayla değil de kıyak bir kafa (!), boş vermiş bir ruh hali ve bencilce isteklerle karşılayanlar aldanmıştır.

Böyle bir aldanış içinde olan müslüman kardeşimize karşı tekfirci, ötekileştirici bir dil kullanarak onu daha da uzaklaştırmak, işi inat haline getirmek yerine yaptığının yanlışlığını kendisine samimi bir dille belirtip kazanmaya çalışan bir dil kullanmak, onların ıslahı ve şuurlanması için dua etmek gerekir.

İçinde bulunduğumuz takvim sisteminde yeni bir yıla başlıyoruz. Bu demde yapılması gereken iş bizim kültürümüze yabancı tarzda "yılbaşı kutlaması" yapmak değil, yeni olan her gün, ay, yıl gibi bu yılın da hakkımızda hayırlı geçmesi için dua etmektir.

Madem öyledir, peygamberimizin her yeni güne başlarken yaptığı duayı biz de yeni bir yıla uyarlayarak şöyle dua edelim:

“Allah’ım ben bu yılın ve sonrasının hayrını senden dilerim, bu yılın ve sonrasının şerrinden de sana sığınırım!"

Rabbimiz, yaşadığımız tüm zamanlarda ülkemize, milletimize ve ümmetimize birlik ve dirlik versin. Bizleri yolundan ayırmasın, şeytana uydurmasın.


(Soner Duman /12.Rebîülâhir.1439/Cumartesi)

Devamını Oku »

Kafirlerin Batıl İşlerini Taklid Etmeyin!

İzzet ve itibar tamamiyle Allahu Te(l(nın: O'nun ihsan ve ikramiyle de, Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem'in ve mümin-i muvahhid kullarınındır. İslam tam ve mükemmel, en faydalı ve en güzel nizam olduğundan müslümanların başka batıl din ve inançlara, yabancı örf ve adetlere asla itibarı ve ihtiyacı yoktur; o, gayri kimseyi taklid etmez, başka hiçbir sisteme tabi olmaz, sadece Allah'ın nurlu yolunda yürür; Kur'an-ı kerimin, sünnet-i Seniyye-i nebeviyyenin, Şeriat-ı garra-yı Muhammediyye'nin emir, yasak ve ölçülerine uyar; tüm hayatını, pak dininin, yüce imanının, as(l vicdanının, akl-ı seliminin, ilim ve irfanının gösterdiği yönde geçirir; ruhen rahat, kalben mutmain, bedenen sağlıklı, ailece mutlu, toplumca muhabbetli ve kuvvetli olur; izzetli, onurlu, şerefli, sevaplı yaşar.

İslam muazzam bir inkılaptır; yeryüzünde küfrün, şirkin, şeytana, puta, nefse, maddeye, menfaate, zevke masivaya tapmanın belini kırmış, batılın ve tag(tların köklerini koparmış atmıştır.

İslam, değil sadece batılı, kendinden önceki hak ve meşru semavci dinleri dahi nesh ve fesh etmiş; eski ve muharref ilahi kitapları bile hükümden ve yürürlükten kaldırmıştır. Artık devir devr-i münevver-i Muhammedi'dir, tüm insanlar İslam'a gelmeğe mecbur, Hz. Peygamber efendimize uymağa memurdur.

Nitekim sevgili Peygamberimiz, bir Yahudi alimden, Tevrat'a ait bazı konu ve hikayeleri dinlemeğe girişen bazı sahabileri -rıdvanullahi aleyhim ecmain-, bu işten şiddetle men'etmiş ve "Eğer şimdi Hz. Musa aleyhisselam bile gelmiş olsaydı, benim emrime ve şeriatime tabi olurdu" buyurmuştur.

Dinimiz bize açıkça, Allah'ın lanet ve gazabına uğramış Yahudilerin hak din ve imandan sapıtan Hristiyanların yoluna gitmemeyi; bil-akis Allah'ın, lütfuna erdirdiği, sevdiği ve razı olduğu muttaki kullar yolunda yürümeyi emr eder. Peygamberimiz sadece örf ve adette değil ibadet şekil ve zamanlarında dahi Yahudi ve Hristiyanlara benzememeyi, onlardan farklı davranmayı, böylece İslam'ın izzet ve istiklalini, özel şahsiyet ve asil mahiyetini daima, her yerde her vesile ile vurgulamayı tavsiye buyurur.

Yüce Peygamberimiz hal-i hayatında tüm Cahiliyye devri adet ve an'anelerini birer birer ortadan kaldırmış, yerine Sünnet-i Seniyyesi ile detaylanan muhteşem İslam kültürünü vaz ve ikame eylemiştir. Bunun giyimde, tıraşta, nikahta, ailede, yeme-içmede, çarşı-pazarda, toplum hayatında, ekonomik faaliyetlerde... sayısız misalleri vardır.

Günümüzle yakından ilgili çarpıcı ve net bir misal verelim:

Peygamberimiz Medine'ye hicret ettiğinde, ahalinin (herhalde bir müddet Arabistan ve yemen'de egemen olan Sasani devletinin, İran zerdüşt kültürü tesiri altında kalarak) Nevruz ve Mihrican, (yani ilk ve son baharda geceyle gündüzün eşitlendiği; günlerini bayram edinip kutladıklarını gördü; medineli ashabına -radıyallahu anhuma- sordu:

-Nedir bu iki günün mahiyeti?

Dediler ki:

-Ya Resulallah! Bunlar bizim iki bayram günümüzdür, İslam öncesi Cahiliyye devremizden beri bunları kutlar, bu günlerde eğlenir, çeşitli oyunlar oynarız...

Efendimiz bunun üzerine buyurdu ki:

-Yüce Allah sizler için bu iki günü, yerlerine, çok daha hayırlı olan Ramazan ve Kurban bayramlarını ikame ederek değiştirmiş bulunuyor. (Artık bu Nevruz ve Mihricanı değil, o Ramazan ve Kurban bayramını kutlayın.)

Sözü yılbaşı kutlama ve eğlencelerine bağlamak istiyorum. Görüyorsunuz ki Resulullah efendimiz folklor haline gelmiş, nisbeten masum, dini olmayan, kavmi ve mahalli birtakım günleri bile böyle yasaklayıp kutlamadığına göre;

Başka dinlere mensup gayri müslim milletlerin dini günlerini kutlamaları, içlerine küfür ve putperesi inançlarının karışmış olduğu batıl görenek ve adetlerine uymaları, bu vesilelerle eğlenceler tertiplemeleri, hediyeler alıp vermeleri müslümanlara kesinlikle ve şiddetli haram ve yasaktır, çok büyük günah ve feci bir yanlışlık olur, müslümanın din ve imanına, vakar ve asaletine, izzet ve şerefine asla ve kat'a uygun düşmez O halde lütfen:

Kimsenin yılbaşı gecesini kutlamayınız; eğlencelerine, davetlerine katılmayınız; bu sebeple verilen hediyelerini almayınız; içkili-kumarlı, haramlı-günahlı toplantılardan şiddetle kaçınınız; evinize o geceye mahsus çerez, meyva almayınız; o gün için hindi kesmeyiniz; odalarınıza, dükkan ve mağaza vitrinlerinize çam ağacı dikmeyiniz, yılbaşı süslemesi yapmayınız...

O gece özellikle yatsı namazını camide cemaatle kılıp, gafil ve şaşkın ahalinin islah olmasına dua edip, eve erkence gelip çocuklarınıza bu gecenin yabancı adeti olduğunu anlatınız, müslüman yaşamayı vasiyet ediniz, abdestli olarak erkekce yatınız, asla radyo ve televizyon açmayınız, gece sahur vakti teheccüd namazına kalkınız, Allah'ın, sizi ve evlar ü ıyalinizi, nesil ve zürriyetlerinizi; küfürden, dalaletten, gaflet ve cehaletten korunmasını; kahrına, gazabına uğratmamasını hidayet üzre yaşatıp, iman-ı kamil ile amel-i salih üzre can teslim etmeyi nasip buyurmasını, Ümmet-i Muhammed'e umumen rahmeylemesini can u gönülden, ihlas ve gözyaşları ile talep ve niyaz ediniz. Dinimize, iman ve irfanınıza, öz kültür ve pak adet ve an'anenize sımsıkı sarılın ki dünyada ve ahirette felah necat bulasınız.

M.Esad Coşan r.h

KADIN VE AİLE ARALIK 91
Devamını Oku »

Yılbaşını Müslümanca Kutlamak

I
Modern hayatın bizi ruhumuzdan kavrayıp kendine bağlamasına müsaade ettikçe onunla çatışan/çelişen değerlerimizi, inançlarımızı, düşüncelerimizi onun lehine dönüştürmemiz bir noktadan sonra kaçınılmaz hale geliyor. Bu modern zamanların Müslümanının en temel problemidir.

Kadın-erkek eşitliği meselesini Müslümanlar hiçbir zaman bugünkü gibi tartışmadılar söz gelimi. Buna bağlı olarak miras taksimatı, şahitlik meselesi… gibi hususlardaki tartışmalar için de aynı şey geçerli tabii.
Yahut akılla, bilimle, (kendi tasavvurumuz doğrultusunda oluşturduğumuz) Kur'an anlayışıyla çeliştiğini düşündüğümüz her ayet ve hadis için zihnimizde otomatiğe bağlanmış bir mekanizma işliyor. Ayetse tevil, hadisse reddederek modern hayatın taleplerine gönüllü olarak karşılık verdiğimizi deklare etmiş oluyoruz.

Bu ülkede miladi takvim sistemine geçişin niçin yaşandığını ve neyi simgelediğini çoktan unutmuş olan "İslamî kesim"in, daha doğrusu "İslamî kesimin bir kesimi"nin, "kutlanacak olanın "Noel" değil, "yeni bir yıla giriş" olduğu düşünülürse zoraki cepheleşmelere meydan verilmemiş olur" tarzı yorumlar yaparak dolaylı biçimde noeli meşrulaştıran yorumlar yaptığını görüyoruz.
Herhangi bir zaman dilimi için hayır dilemekte elbette bir sakınca yok. Biz bütün zamanlarımızın ve bütün ahvalimizin hayrını, bereketini dileriz; hem kendimiz için hem de başkaları için. Mesele bu değil.

Bu tarz yorumlara tevessül edenlere bodoslama bir soru sorsak ve desek ki: "Hicrî/Rumî takvim sistemine dönmeyi düşünür müsünüz?"

Alacağımız cevap, söz konusu yorumun nasıl bir zihin durumuyla yapıldığı sorusunun cevabını da teşkil edecektir. Cevabın "haaayır" olacağını söylemek için kehanete lüzum yok. Zira noel ile yılbaşı arasında bu tarz zorlama bir tefrik yapacak kadar modernleşmiş bir zihin için bu elbette "irtica" göstergesi sayılacaktır.

Evet takvim sistemi gibi sadece "fonksiyonel tarafı" itibariyle üzerinde durulması gereken bir konuda bile modern zihin durumu hiç tereddüt etmeden olumsuz cevap veriyorsa maruz kaldığımız durumun vehameti üzerine fazla söz söylemeye hacet yok demektir. Çinlilerin, Hintlilerin, Yahudilerin, Hristiyanların… kendilerine özgü takvim sistemleri vardır ve bu, onlar için son derece "tabii"dir. Ama biz mevcut takvim sisteminin terki söz konusu olduğunda adeta öz değerlerimizden birinden uzaklaşmış gibi hissediyoruz. Yaşadığımız dönüşümün derinliğini düşünebiliyor musunuz?

Bu elbette "tek başına" bir mesele değil. Bu zihin ve algı durumunun hakimiyeti devam ettikçe takvim sistemini değiştirseniz ne olur, değiştirmeseniz ne olur? Aslolan daha derindeki dönüşümü düşünebilmek. Daha derinde maruz kaldığımız yabancılaşmanın etkilerini fark edebilmek.

Bunun "yapısal" bir mesele olduğunun altını çizelim. Yapısal dönüşümleri "gerçekleştirmek" şöyle dursun, gündeme getirmek ve üzerinde konuşmak bile belli bariyerleri aşabilmiş olmayı gerektiriyor.
Dolayısıyla herhangi bir meseleyi İslam'la ve onun hayata yansımalarıyla irtibatlandırarak konuşabilmek için evvela böyle bir iradeyi göstermek durumundayız.

Dolayısıyla "yılbaşını Müslümanca kutlamak"tan değil, öncelikle "yılbaşı üzerinde Müslümanca düşünmek"ten söz etmeliyiz.

Ebubekir Sifil Hoca
Devamını Oku »

Halimiz

Halimiz

Ben gidip görmedim ama gazeteler yazdı ve okuyu­cularım mektupla bildirdiler: İstanbul Belediyesi, Taksim meydanına bir “Noel ağacı” dikmişti. Taksim Mey­danı ve o zamanki adiyle Pera (İstiklâl caddesi) müta­reke meydanında Türk’ün gözyaşları ile sulanmış ve bize düşman olan azınlıkların sevinç naralarıyle çınlanmıştı. O zaman İstanbul’u haraca kesen şımarık palikalyalar, işgal orduları komutanlarının ayakları altına Türk bayrakları sererek ve bizim gam bahçelerinden devşirilmiş çiçekler atarak Taksim Meydanı’nda karşı­lamışlardı. Yine Pera caddesinde dolaşmak cesaretini gösteren Türkler’i döğmüşlerdi.

Taksim Meydanı ve İstiklâl Caddesi’nin bizim için pek önemli bir manası vardır. O meydan, tüm kapitü­lâsyonlar ve sömürge arzularının şımarttığı azlıklar üstünde bizim zaferlerimizdir. Diyebiliriz ki Taksim’in kurtuluşu, İzmir’in kurtuluşu kadar mühimdir.

Taksim’e Noel ağacı diken zavallı çorak beyinler, Kurtuluş Savaşı’ nın manasını dahi unutmuş olarak “Pera”yı “İstiklâl Caddesi” yapan zihniyete karşı bir çeşit budalalık tepkisi içindedirler. Noel ağacı ile, Kur­tuluş âbidesine meydan okuyanlar, kulakları “ezan seslerinden” fazla “çan zangırtıları”na alışmış bir sem­tin bahtsız ve köksüz çocuklarına, bize ne kadar ya­bancı bir çehre verdiklerinin farkında bile değiller.

Nitekim kader, o ağacın tam meyve vereceği Noel gecesinde bize pek acı bir oyun oynadı. Kıbrıs’ta, gemi azıya alan Rum çakalları, o şuursuzluk ağacının mâne­vi köklerini (kadın, çoluk çocuk) 500 şehidimizin kan­lan ile suladılar. (1963)

Bu korkunç düşmanlık vakası, bilmem uyartır mı bizi? Bilmem, kendi mânevi bütünlüğümüzü bulama-dığımız takdirde, yalnız Kıbrıs’ı değil İstanbul’u ve bütün vatanı elden çıkarmak üzere olduğumuzun farkına varacak mıyız? Bu dökülen mazlûm kanları olsun, ak­lımızı başımıza, şerefimizi üstümüze getirir mi bil­mem?

 

***

Yine o kanlı Noel (1963) ertesinde, İstanbul radyo­su “Çocuk saati”nde, Türk ve Müslüman çocuklarına ne anlatılmıştı biliyor musunuz?

Noel Baba mankeni nasıl yapılır ve Noel ağacı na­sıl donatılır?

Çocuklarımızı daha ufacıkken böyle yabancı geleneklere ve bizi yıkmak isteyen kavimlerin törelerine bağlıyan şuursuzluk, öyle görünüyor ki, içimize pas gi­bi, mikrop gibi yerleşmiştir. Değil yalnız Kıbrıs’ta hat­ta İstanbul'da bile Rumlar, Türkler’i kesmeğe kalksa­lar, radyo idarecilerinin beyni üstünde kilise çanı çalsalar yine de ruhumuz felaha ermeyecektir. Millet: “Hain papaz, kara sakallı Makarios” edebiyatı ile avunadursun... Sonunda her şey unutulacak, böylece, Kilise kokulu Avrupa’nın hiç de memnun olmadığı “Türk belâsı”, dünyadan silinip gider umudundalar.

***

Yılbaşı öncesinde bütün İstanbul pazarlarını dol­duran ayak satıcıları ile işportacılar bile, helezon şek­linde bükülmüş mumlar dikerek alış veriş yaptılar. Mağazaların çoğuna, yılbaşıyla ilişiği olmayan Noel mankenleri kondu. Zengin Türk evlerinin pencerele­rinden, üstü küçük kürelerle, mumlarla donatılmış çam dalları sarkıyordu. Gülhane, Yıldız, Emirgân Ko­rusu, Belgrat Ormanı gibi başlıca İstanbul parklarında genç çamların boynu vurulup, kamyonlarla pazarlara taşındı. Civar Bolu ormanlarından pek çok ağaç çalın­dı. Çok satan bir derginin kapağında, elini haç şeklin­de kavuşturmuş denizkızı resimleri görüldü.

Bütün bu manzara, bu kargaşa, bu hercümerç Kıb­rıs’taki Rum bayağılıklarına karşı bizim bir tepkimiz değil, çanak tutuşumuzdur.

Millî şuur taşımayan, kendi geleneklerine böylesine kıyan, düşman âdetlerine beyinsizce kapılıp giden bir millet, maddî veya manevî anlamda katledilmeye müsta­haktır. Fakat buna lâyık olan şuursuz okumuş ve zen­ginlerin cezasını mazlûm halkımız elbette çekmemeli!

 

ALLAH BETERİNDEN SAKLASIN

Adet oldu Yılbaşında, yer yerinden oynuuyor. Her ye­ni yılın ilk sabahında okumuş ve zengin tabakanın horultuları tavanlara çarpıyor. Gecenin sefahat ve başıboş­luğundan vücutlarda kalıntılar, ruhlarda yıkıntılar. Do­yulmayan maddî zevklerin daha çok acıktıran dağdağa­sı... Manevî hazlar kabiliyetini bile yitirmeye başlayan bir aygırlar nesli... Madde yarışında çene vuruşturan bi­çare adamlar, garsonun tabağına bırakılan 200-300 lira bahşişlerle böbürleniş... öteden fukara akrabayı kapı­dan sokmamak için hizmetçiye edilen tembihler...

Herkes yiyor, içiyor, eğleniyor, sevişiyor. Ama yine de herkes neşesiz, kıskanç, sinirli, bezgin... Kıskanma bütün zevkleri yıkıyor, İç karalığı aydınlıkları yok edi­yor. Durup dururken birbirlerine düşman bayanlar baylar. Hep birşey bekleyenler, hep hiçbir şey bulama­yanlar. Töreyi, geleneği, nizamı tezyif ettiklerini sana­rak, kendilerini rezil ve hacil eyleyenler.

Batı’da hindi, din sebebiyle yenir Noel’de. Şarap din şurubu gibi içilir. İbadet için uyanık kalırlar ve ge­cenin büyük kısmı kilisede geçer. Hediyeler, Allah için verilir. Noel Baba dahi artık bir din unsurudur, Hristiyanlık eski putçu ve Romalı geleneklerle birleşip Batı’da bu yılbaşı terkibi meydana gelmiştir.

Biz dersen ne hikmettir bilinmez, hindiyi, Noel Ba­ha’yı, çam süslemeyi almışız, onun üstüne bol bol mas­raf, taklit, çılgınlık, sorumsuzluk salçası dökmüşüz. Hiçbir tarafını millîleştirmeden, halkla hiçbir bağlantı kurmadan ve hiçbir yerli rengimizi katmadan Yılba­şılar işliyoruz. Japonya’da da yılbaşı kutlanır, İsrail’de de; fakat her ikisi, eski törelerini parlak yıldızlar gibi yeni gecesinin üstüne serpmişlerdir. Medeniyet ve il­mi halk ve aydınıyla nasıl benimsemişlerse yeni un­surları da ek yeri bırakmaksızın yeni dünyalarına koy­muşlardır.

Bizim yılbaşı eğlencelerinin perişan dekorunda ben, 150 yıldan beri 'Batılılaşalım’ dediğimiz halde Batı’nın hâlâ hangi perçeminden tutacağını bilemeyen yozlaşmış ve silik manzaramızı görüyorum. Işıklar, hindiler, Noeller, tebrikler, danslar, masraflar, kıyafet gösterileri, kürkler, parfümler... Evet ama bu ne Türk, ne İslâm, ne Hristiyan, ne de insandır.Onun için halkımız durmuş seyir bakmakta ve birtakım adamlar, oyalanıp durmaktadır. Garip bir işbölümü var sanki: Bayramlar ve Ramazanlar halkın, yılbaşılar ve bil­mem neler de onu öncü alması gereken zümrenin ma­lıdır. Halbuki millet olmak her eski ve yeniye, her zümre ve tabakanın benimseyerek sahip çıkmasıdır. Halkımızla okumuşlar arasındaki bu seyirci aktör ay­rılığı, görelim daha ne cehenneme kadar sürecek...

 

Ahmet Kabaklı,Kültür Emperyalizmi
Devamını Oku »