Cömert Ruh

Cömert RuhCömert ruh, Cennetteki Tûba ağacı gibidir. Pinti ruhsa. Zakkum Ağacı gibi. Cömert ruhun eserleri Tubanın yemişleri gibi en tatlı yemişlerdir. Pinti ruhtaki ise Zakkumunki gibi acı ve zehirli.

Pinti ruh dünyayı karanlıklaştırmıştır kendine. Işık onu rahatsız eder. Ruhun ve zekânın yeni atılımlanm kuşkuyla kar­şılar. Her an doğması gereken günü bir adım daha ilerde karşı­lamaktan ürker ve üşenir. Allahın nimetlerini taze bir heyecan­la karşılamaktan ıraktır. Her şeyi kanıksamış gibidir. Bezgindir. İdrâk yönünden de kaya gibi serttir.

Haset, kin, kıskançlık, hile gibi kötü huylar pinti ruh­ta, tembel ruhta yuva kuracak ve gitmemecesine yerleşecektir. Cömert ruh, geniş ruh ise bu türlü duygularca yoklansa bile hemen savunmaya geçen ve direnen ruhtur, bu kötülükleri ken­disine yaklaştırmayan, yaklaşsalar bile kısa zamanda onlardan temizlenmeye başlayan ruhtur.

Gerçek müslümanın rııhu cömert ruhtur. Bu ruhta haset yok, takdir vardır. Kıskançlık yok, gıpta, imrenme vardır. Gu­rur yok, vekar vardır. Zillet yok, tevazu vardır. Zem veya gıy­bet yok, hakikati yerinde ve gereğinde söylemek vardır.

Büyük harekeden, büyük medeniyet açılımlarını büyük ruhlar, üstün ruhlar, kahraman ruhlar, geniş ruhlar, cömert ruhlar yapar. Küçük, dar, korkak, alçak vc pinti ruhlarsa, en kutlu bir mirası bile eritip çürütüp yok edebilirler. En güzeli en çirkine çevirebilir, en yüceyi en aşağı hale getirebilirler.

İslâm Âlemi büyük dönemlerinden sonra böyle bir ruh tembelliği dönemine girdi. Giderek bu ruh tembelliği, ruh pin­tiliği halini aldı. Bugün, her alanda İslâm ülkelerinde ruh pin­tiliğinin adeta saltanatı hüküm sürmektedir.

Ruhların yeniden eski soyluluğunu, genişliğini, cömertli­ğini kazanması için onu içten gizliden gizliye çökerten ayrık ot­larından, karamuklardan temizlemek' lâzımdır. Ruh ekinlerinin daha temiz ve gür büyümesi, başaklarının hakikat sütüyle dolu olması için adeta Nil, Fırat, Dicle dolusu şelâlelerin ruhtan akması, ruhun iman nuruyla yıkanması gerekir.

 

Sezai Karakoç,Sur Yazıları(3)
Devamını Oku »

Amentüyü Yeniden Okumak

Amentüyü Yeniden OkumakAmentüyü yeniden yaşamaya başlamak. Islâm âleminin muhtaç olduğu ilk uyanış budur. Allaha inanmak, Kurân-ı Ke­rîme inanmak, Peygamberlerin doğruluğuna inanmak, getirdik­leri yolun eskimezliğine inanmak, İslâm hükümlerinin her za­man geçerli olduğuna inanmak, öteye inanmak, hattâ ötenin her zaman beride de bulunduğuna inanmak, hesaba inanmak, elde olmaksızın basa gelene sabretmek, İslâm ahlâkıvla ahlâklanmak,yani kısaca İslâmî toplumda elle tutulur gözle görülür hale ge­tirmek. Bu inanış, bu ahlâk, toplumun ruhunu doldurmadan yeni bir oluştan söz edilemez.

Bu ruh topluma öylesine yerleşmeli ki kişinin ruhuyla İs­lâm ruhunu birbirinden ayırmak mümkün olmasın. Kitapta olan veya sözle söylenen, hayata ve fiile geçmiş olsun. Güneşten bahseden insan, gücünün yettiğince pencerelerini ona doğru açmak ki, oda gün ışığıyla dolsun; yoksa güneşten bahsedilip karanlık odada oturmak gibi garip bir duruma düşebilir insan.

Sezai Karakoç,Sur Yazıları(3)
Devamını Oku »

Müslümanların Dirilişi

Müslümanların DirilişiDâva, Batıcı olmak veya Batıya karşı olmak değil. Do­ğunun, İslamin dirilişi, gerçek diriliş, kendimiz olmaktır.

Sosyalizm, komünizm, liberalizm, nasyonalizm, faşizm ve benzerleri, hep Avrupa esintileri, hep kültür ve medeniyet kişi­liğimizi yitirişimizin sonucunda bize doğru esmiş sam yelleri. Kendimiz olmak demekse şu demektir: Varoluşumuza, hayata kendi dünya görüşümüz içinden bir anlam vermek. Tabiata ve diğer insanlara bakışımızı kendi tarihimiz ve geçmişimizden ge­len sistemlerin ışığında yeniden bulmak. Hayat aşk ve şevkini yeniden kendi düşünce ve sanat mahsullerimiz içinde bulmak.

Bunu yapabilmemiz için de, yani kendi yeniden doğuşumu­zu gerçekleştirebilmemiz için de, her şeyden önce İslâm ruhunu ihya etmemiz, diriltmemiz gerekir. İslâm ruhunu en canlı şekil­de taşıyan bir diriliş nesli gelmedikçe yapılacak bütün girişim­ler köksüz ve temelsiz olacaktır. İslâmî söz olarak, kelime ola­rak kullanmak değil, tam anlamıyla yaşamak demektir İslâm ruhuna sahip olmak.

Sezai Karakoç,Sur Yazıları(3)
Devamını Oku »

İnsan ve Tapınma

İnsan ve TapınmaRuhun ana silâhı tapınmadır. Allaha tapma. Allaha tap­ma, insanın ve tabiatın tanrılık iddiasını yıkma, onlan çıplak hakikatleriyle kavramaktır. Yaratılanı aşmak, iğretiyi yıkmak, yalanı devirmektir. Allaha tapma, izafi olandan sıyrılıp mut­lak olanla donanmak, fanilik perdesini yarmaktır. Allaha tap­ma, insanları ve tabiatı putlaştırmama, benlik putunu kırma , demektir. Böylesine bir silâhla donanmış ruh, silâhın ta ken­disi olmuş demektir. Artık onu hangi kuvvet, hangi silâh ye­nebilir?

Namaz, oruç, hac, zekât, müslüman ruhunun silâhlaru... Namazla doğrudan doğruya Allaha yönelmiş olmaktadır insan.Bütün dış alâkalardan kurtulup O'nun önünde ve huzu­runda olmak. O’nunla, Ezeli ve Ebedi Olanla, Yaratıcı Olanla olmak. İnançsız kişi bu güçten mahrumdur.

Oruç, benliği kıran tapınma. Hac, müslümanları bir ara­ya toplayıp Allaha yöneltmekte. Zekâtla, müslüman sahip ol­duğu eşyayı da Allaha yöneltmekte. Daha doğrusu eşyaya olan gizli tapınma bağlarını kırmakta, ilgilerini kesmekte. Bütün bu sevgi ve korku silâhlarıyla müslüman kendini kuşatıp iğreti ve kötü ilgilerden koparmakta ve iyiliğin, doğruluğun, güzelliğin kaynağına yüzünü ve gönlünü çevirmekte. Namazla, oruçla, hacla, zekâtla, Allahı söz, kalb ve davranış anmalarıyla, ruh öte âlemin silâhlarıyla donanmakta, fiziğin esaretinden kur­ulmakta, insanın gerçek anlamına ermekte.

İnançsız inşanın silâhları maddî silâhlarla birlikte bir ta­kım kötü duygulardır. Kızgınlık, öfke, ihtiras, açgözlülük ve benzerleri. İnanmış insanın silâhlan ise, zaruret halinde el at­tığı maddî silâhlarla birlikte, asıl, ibadetler, iyilikler ve fazilet­lerdir. Acaba bu iki silâh bütününün çatışmasında son zafer hangi tarafta olacaktır? Şüphe edilmemelidir ki inanan tarafın­da.

Sezai Karakoç,Sur Yazıları(3)
Devamını Oku »

İnsanlığın Önünde..

İnsanlığın Önünde..

Çağdaş müslüman şöyle söylemeliydi, daha doğrusu söyleyebilmeliydi, söylemeye lâyık olmalıydı:

«Ben müslümanım, insanlığın türküsünü söylüyorum. Ademin anlamından bir levhayım. İnsanlığın alnına yazılı kader levhasıyım, hakikat levhasıyım.

Korkunç şüphe ve inkâr sellerinin sürükleyemediğı, yıldırımların, boraların batıramadığı Nuh’un Gemisi benim ru- humdur. Ruhların kurtuluş yuvasıyım.

Put deviren İbrahim, ateşin yakmadığı İbrahim, kurban sunan İbrahim hem maddede, hem de mânada benim atamdır. Ateş bizi tanır.

Denizi yaran Musa benim önderimdir. Su bizi bilir.

Ölüleri dirilten İsa, benim meşalemdir, dirilişin ruhunu anlatan ve aydınlatan hocam ve meşalemdir.

Kim demiş ki günüm geçmiş. Gerçi kaşımızdakilerin hep­sinden daha eskiyim, ama ayni zamanda daha yeni, daha çağ­daşım. En yeni, en çağdaş benim.

Kur'an mucizesiyle insanlığı haşre .kadar ışıtan, nura gark eden Hazreti Peygamber’in ümmetinden bir erim. Kimin biz­den daha üstün bir başı, yol göstericisi vardır?


Hakikat medeniyetinin işçisiyim. Medeniyetin işçisi, kalfası, ustası, mimarı benim. Hangi medeniyet benim medeni­yetimle boy ölçüşebilir ?


İslam ülkesinin yurttaşıyım. Onunla parça olmuşum.Bir ağaç gibi köküm onun derinliklerindedir.Kim bizi ondan söküp atabilir? Toprak bizi anlamıştır. Kim top­raktan ayağımızı kesebilir?

Islâm Milletinin bir ferdiyim. İslâm şuurunun bir taşı.

İslâm duvarının bir tuğlayısım. Dünya durdukça duracak olan bir surun, bir duvarın bir parçası olarak kalacağım. Hangi rüzgâr, beni bu duvardan, bu surdan koparabilir?

Fazilet Devletinin kılıcı ve kalemiyim. Hangi inkâr silâhı silâhımın önünde, hangi kara kelime sözlerimin önünde durma iddiasında bulunabilir?

Düştüm. Düşmeyi öğrendim. Kim benim kadar düşmenin anlam ve dehşetini bilebilir ?

Kötü düşmeye görsün, bütün kötüler ona yardımcı olur ve ayağa kaldırırlar. Ama iyinin ayağa kaldırıcısı ancak Allah’tır.

Evet, düştüm. Suçum sebebiyle düştüm; Ama müslüman olan beni Allah’ın tekrar ayağa kaldırmasına kim engel olabilir ?

Sezai Karakoç,Sur Yazıları (3)
Devamını Oku »

Kuran'ın Çağırdığı 'Birlik' Mesajına Uymalıyız...

Kuran'ın Çağırdığı 'Birlik' Mesajına Uymalıyız...Kur’anın çağırdığı birlik ideali artık müslümanların hayat memat meselesi olmuştur.

Ya hep bir araya gelip varolmak için direniriz.

Veya teker teker yok oluruz, yok ediliriz.

Tarihin sûru, bütün gücüyle bunu söylüyor. .

Kulaklarımızın bütün gücüyle bu sûru işitmeye ça­lışalım.

Kurtlar tarafından parçalanmamak isteyen, akşam ka­ranlığı bastırmadan, henüz ortalık aydınlıkken sürüsüne ka­nisini duyduğu çağrıya uyarak,Kâbeye Allahın Evi diyoruz. Bunun bir sembol oldu­ğu açık değil midir ? Allah, şüphesiz mekân olarak bir eve muhtaç değildir. Bu bir örnektir. Hepimizin bir araya top­layan hac farzı, müslümanların bir birlik olmasını gerek­tiriyor. Yoksa Allahın Evine gidip alnını secdeye koyan in­sanların dışarı çıkar çıkmaz birbirine düşman veya en azından yabancı kesilmeleri, ne haccın ruhuyla, ne bizzat genel olarak müslümanlıkla bağdaşır.

Kabenin bir ruhu vardır. O ruh da bütün inanmış insanların,yani müslümanların ruhlarının kaynaşmasından doğmaktadır. O ruh öldü mü, Allah korusun. Kâbede dört duvardan ibaret bir tas yığını haline gelir.

Camiler de öyledir. Asıl cami, taşla, tuğlayla örülmüş mekân parçası değil, onun ruhunu meydana getiren müslümanlar topluluğu, cemaat dediğimiz inanmışlar toplulu­ğudur.

 

-----------

Birleşmeye inanmayan, gönül vermeyen, çalışıp uğ­raşmayan müslümanlar, çok zayıf müslümanlardır. Kâbenin, namazın, caminin, imamın gerçek anlamlarından ha­bersiz kişilerdir.

Çağımızda müslümanlann ilk işi ise müslümanlığın ger­çek anlamından haberli olmaya çalışmaları olmalıdır.

Haberli olmak ve haberdar etmek, ölünceye kadar ödevimiz budur.

 

Sezai Karakoç,Sura Yazıları (3)
Devamını Oku »

Peygamberler,Veliler Ruh Arıtıcılarıdır...

Peygamberler,Veliler Ruh Arıtıcılarıdır...

'Peygamberler, veliler her şeyden önce ruh arıtıcılarıdır. Toplumları esaretten kurtaran önderler her şeyden önce ruhları böyle yüksek bir idealin heyecan dalgalarıyla yıkamasını bilmiş üstün kişilerdir. Toplumun ruhunu denizde yıkamışlar,bir nevi onları sonsuzlukla arıtmıslardır.

Ruh, ister tek kişinin, ister toplumun, bakım ister. Bakılmayan tarlanın akibeti neyse, gözetilmeyen ruhun da odur. Dikenli, faydasız, boğucu inançlar, düşünceler, duygular. Hafakan, sıkıntı, kâbus…

 

Sezai Karakoç,Sur Yazıları (3)
Devamını Oku »

İslam Medeniyetine Yabancılaştırılan,Türk Milleti

İslam Medeniyetine Yabancılaştırılan,Türk MilletiDünyanın en orijinal medeniyetlerinden birinin sahiplerinin çocukları olan bizler, bugün o medeniyete, bütün dünyada en yabancı bir topluluk halinde bulunduğumuzun ürpertisini bile duymuyoruz.

Bütün İslam dünyası kendi kültürüne kör ve sağır bir hale gelmiş veya getirilmiş.Üstelik biz bir de yazımızı terk etmişiz. O kültürle bağı koruyan yazı ortadan kalkınca, yani okullardan, devlet dairelerinden ve basından korkulunca, geçmişi geleceği olmayan, asgari bir şimdiki zaman içinde beyni yıkanmış, ölçme,biçme, karşılaştırma,tartma, değerlendirme vasıflarından mahrum, tekerlemeleri veya tek parti sloganlarını felsefe veya din gibi benimsemiş bir nesil türetildi.
*
Her şeyi yerli yerine koyacak, bütün geçmişi yeniden değerlendirecek, kafa ve ruhlara doluşturulan putları kıracak, tarihi, edebiyatı, şiiri, musikiyi, mimariyi ihya edecek, fizik, matematik, kimya, astronomi, jeoloji, arkeoloji, antropoloji, psikoloji, sosyoloji, kısaca bütün ilim dallarında hakikati araştırmaktan başka kaygısı olmayan, hakikattan başka kayıt tanımayan gerçek bilginleri arasından çıkaracak, her şeyi bilmeye, öğrenmeye, incelemeye meraklı, bütün bunlar için gerekli sabırla donanmış, alçakgönüllü, saygılı, dindar, iyiliksever bir nesil, bir diriliş nesli, İslâm dünyasının ufkunda ancak yeni ve temelli bir kültür seferberliğinin hazırlıkları içinde doğacaktır.

Sezai Karakoç,Sur Yazıları(3)
Devamını Oku »

İnsan'ın Kendi İç (Nefs) Savaşı

İnsan'ın Kendi İç (Nefs) Savaşıİnsanı çevreleyen ilk ateş, nefstir. Bunu aşmak, sonra öbür nefslerin öldüğü ve şeytanın da durmadan gerginleştirip pekiştirdiği kötülük ağına takılmadan, öteye, ileriye, boyuna ileriye geçmek, müslüman olmanın, üstün insan olmanın biri­cik yoludur. Her engel, tasavvuf dilinde bir «Perde» dir. Bu savaşın büyüklüğünü anlatmak için yetmiş bin perdeden bahs­edilmiştir. Hatta o kadar incelik vardır ki, sadece karanlığın ye kötülüğün perdeleri değil, ışığın, iyiliğin perdeleri de vardır. İnsan önce kötülüğün perdelerini (zulmani perdeleri) aştıktan sonra iyiliğin perdeleri (nurani perdeler) ile karşılaşacaktır.

Savaşı biz böyle anlıyoruz, biz müslümanlar. Yoksa onu, hayvanların, canavarların öbür canlıları parçalaması gibi dü­şünmek, savaş dolayısıyla hayvanlaşmak demek olur. Savaşı darvinci düşünce ve prensiplerle ele almak ve benimsemek in­san olmaktan uzaklaşmaktır. Savaş, insanın önce kendi nefsin­deki kötülüğü, daha sonra, çevreleyen kötülüğü yok etmek, ateşe vermek demektir. Yoksa nefsinin ateşiyle çevreyi yak­mak değil. Bunun için savaşdan dönerken, Büyük Peygamber: savaşı, iç savaş, yani içimizle, kendi nefsimizle yaptığımız savaş anlamlandıracak, değerlendirecek, verimlendirecektir. Dışta ka­zanılanı içte kaybetmeme demektir insanın kendi kendisiyle sa­vaşı. Dışı ak veya kara renge boyayacak içtir.

İnsan, gerek kendi nefsi, gerek dış kötülüklerle savaşır­ken, nefslerin, savaşın ve savaş imkânlarının yaratıcısı Allahı bir an hatırından çıkarmamalıdır gerçek başarıya ulaşabilmesi için. Her ilerlemeyi kendinden değil, O’ndan bilmelidir. Başa­rının O’nun bir bağışı olduğunu bilmelidir. Yoksa kendinden bilse bu biliş kendisine bir engel olacaktır. Sokratesin: «Bir şey biliyorum, o da hiç bir şey bilmediğimdir» sözünü bu anlamda almak lâzımdır. Yoksa maddî bilgi, yani bilgi unsurları anlamına değil. Sokrates de biliyordu, kendisinde bir çok bil­gilerin olduğunu. Ama bu bilgilerin .kendisinden olmadığını da biliyordu. Kendisi bilmiyordu, bilen biri vardı. Adeta kendisine bildiriliyordu.

Bu, kendinden olmayış hali, sadece bilgi alanında kalmaz. Her düşünce ve davranış da ayni hilkat kanununa tabidir. Her bağış Allahtan geliyor. İnsan onun lûtfuyle ilerliyor. Allahın durdurduğunu kimse de durdurumaz.Allahın ilerlettiğini de kimse durduramaz. «Attın, attın ama sen atmadın sen atmadın. Allah attı, Allah attı’ ayeti de bu zafer gerçeğini belirtiyor.

Toplumlar için de böyledir. İslâm toplumu kendi nefsi için değil, önce kendi nefsine karşı, sonra da evrensel nefse, kötülüğe, küfür ve zulme karşı sürekli olarak savaşacaktır. Savaştıkça vardır. Bu savaştan kendi nefsine de pay çıkar­mayacaktır. Savaşın kazancını hakikate ayıracaktır. O, hep bak ve hakikat için savaşacaktır. «Bu dünyada onun için rahat yok­tur.» Bunu bilecektir- Ateşle çevrili olduğunu bilecek, fakat - ateşi yaran kahraman olmasını da bilecektir. Allah ona bu bü­yük alınyazısını vermiştir.

Perdeleri yakan ateş, ateşleri tatlı bir rüzgâra çeviren ateş, bu sağlam ruh gücünün, inanç ve feragatin içindedir.

Sezai Karakoç
Devamını Oku »

İslam Medeniyeti ve Ortadoğu

İslam Medeniyeti ve OrtadoğuGerçek Medeniyetin doğum yeri, bugün Orta Doğu dedikleri bölgemizdir. O medeniyetin tek devamcısı, tek varili de İslâm medeniyetidir.

Batı Medeniyeti dediğimiz Avrupa Medeniyeti, Doğunun, hakikatin ve peygamberlerin medeniyeti olan İslâm medeniyetinin karşısına dikilmişse, bu, insanlığın doğuşundan bugüne ka­dar gelen savaşın süreğinden başka bir şey değildir. Yalan, doğ­runun, kötü, iyinin karşısına dikilmiştir her zaman. Kıyamete kadar ona bu izin verilmiştir. Ta ki, iyinin ve doğrunun değeri bilinsin. İyi ve doğrunun ucuz olmadığı anlaşılsın.

Ölçü ile aşırılığın çarpışmasıdır bu evrensel çarpışma. Fizikötesi ile fiziğin kavgasıdır bu sürüp giden.

İnsan için önemli olan, hangi tarafa katılacağıdır, Zehirden acı zakkum ağacının dallarına mı asılacak, yoksa bal yemişli ve renkli tûba ağacının kurtarıcısı kollarına mı atılacak ?

İnsan bu kararı kendisi verecektir. Bu seçmeyi kendisi yapacaktır.

Cennet ve cehennem, bu kararın ufkunda, bu seçişi içinde.

Medeniyet rengi, sonsuzluğa erişme biçimi bu karar ve seçme tohumunun içinde.

Kader bu karar tohumundan beslenecek ve çiçeklenecek. Sonra da bu tohum, alın-yazısının yemişi olarak geleceklere doğru avucumuza düşecek.

İnsanların hayatlarında olduğu gibi toplum ve kültür­lerin, millet ve medeniyetlerin hayatında da bu seçiş ve ka­rarlar temel rolü oynar. Kültür ve medeniyetlerin, toplum ve milletlerin alın-yazılarının şifresi olur bu seçiş ve kararlar.

Her saat kader saati olduğu, daha doğrusu saatler kade­rin dışında olmadığı halde, kader çizgisinin dışında zaman ve saat bulunmadığı halde, ve önceki saatler kendisini hazırladığı ve sonraki saatler kendisini açtığı ve uyguladığı halde, bazı seçkin saatlere kader saati deyişimiz, o saatlerde alınyazısının yoğunlaşması sebebiyledir, bu tohum özelliğini taşıması sebe­biyledir. Sembolik bir adlandırmadır bu.

Peygamberler medeniyetinin süreği olan medeniyetimiz, İslâm Medeniyeti, Orta Doğu kültürü günümüzde yine böyle bir kader saatinin önünde gelmiş durmuştur.

Uzun süreli bir kış uykusuna, ölüm uykusuna mı dalacak, yoksa ayağa kalkarak, diriliş baharının yağmurlarına doğru mu yükselecek, işte bunun kararını verme günü gelmiş çatmıştır.

Kaçmak bir kurtuluş olmayacak, batış olacaktır.

Karar verip sabır göstermek, dayanmak ve oluşun bütün çilesine katlanmak, kültür ve medeniyetimizin kader savaşını zaferle mühürleyecektir.

 

Sezai Karakoç,Sur Yazıları 3
Devamını Oku »

İslam Alemi'nin Kurtuluşunun Temeli ''Birlik'tir''

İslam Alemi'nin Kurtuluşunun Temeli ''Birlik'tir''Avrupa, Birinci Cihan Savaşında bizi, İslâm âlemini yere serdi.

Şimdi de yok etmek istiyor.

Bazı şartların bu isteğini bugüne ertelemiş olması bile onu çıldırtıyor.

Şu veya bunu bahane ederek İslâm ülkelerini yemek, yutmak, en azından ezmek için ellerinden geleni yapacaklar­dır Avrupalılar. Rusya da bunu kendi açısından değerlendire­cektir şüphesiz.

Bu durumda yapılacak ilk iş, uyanmak ve Batının asla dost olmayacağını kavramaktır. Alevlenmiş şu veya bu olay yatışsa bile az bir süre'sonra Avrupanın yeni bir olayla karşımıza dikilebileceğini asla unutmamaktır en önce gereken ikinci iş de, birleşmeye gitmek. Lokmayı büyütmek. Şim­di İslâm dünyası, ufak ufak lokmalar halindedir. Batı kargası için. O ise kendine bir kuşbaşı ziyafeti çekmeğe hazırlanmakta. Ama lokmalar birleşir ve büyürse belki yutamaz veya biri bo­ğazında kalır, o da boğulur gider.

Üçüncü iş, uzun vadeli hazırlıktır. Hem kültür ve manevi oluş alanında, hem teknik ve maddî güç alanında İslâm dün­yası olarak kendimizi koruyabileceğimiz bir seviyeye çıkmak.

Fakat kurtuluşun temeli -birliktir- Çünkü bütün müslümanlar bir yapının birbirine geçmiş taşlan gibidir. Taşlar çö­zülürse yapı çöker. Birliklerini koruyamayan bizlere ceza da birlikte geliyor. -Elele verip de mutluluğa ve güvene ulaşma­dınız, şimdi ceza olarak bir arada korku azabım çekin baka­lım- der gibidir kader.

Ve kader saati.

 

Sezai Karakoç-Sur Yazıları (3)
Devamını Oku »

Türkiye, Ortadoğu ve Islâm ülkeleri...

Türkiye, Ortadoğu ve Islâm ülkeleri...Türkiye, Ortadoğu ve Islâm ülkeleri, yitik cennetini arayan insan psikolojisi içindedir.
Şeytan dışımızdan vurmakla kalmamış, içimize girmiş,ruhumuza işlemiştir. Onu ruhumuzun liflerinde teşhis edip
zerre zerre yakalamak ve içimizden koğmak veya içimizde boğmak zorundayız. Yoksa gerçeği bulmak için gerekli sağlıklı düşünmeye engel olacaktır.

Duyulması gerekli pişmanlık, onun arkasından girişilecek tövbe, maddeye tapmaktan ruhumuzu kurtarmakla başlayacak ve içimizde putlaştırdığımız kişileri ve kavramları asıllarına döndürmekle, icra etmekle temellenecektir.
Avrupalı, kafalarımızı ve ruhlarımızı put ormanına döndürmüştür. Önce, akıl ve imanın ışıklı baltasıyla bu putları
Hazreti İbrahim gibi devirmemiz gerek.Sonra İsmail kadar aziz ve sevgili görülen çocuk nefsi,ruh değerleri önünde kurban etmek şart.

Tekrar yücelmemiz ve eski medeniyet büyüklüğüne ermemiz için devleşmiş cemiyet nefsini, egosunu cemiyetin ruhu için kurban etmemiz gerek; her kişinin nefsini cemiyet önünde silmesi, adeta ateşe atması derecesinde feda etmesi, mutlu değişme için ilk şart.

Evet,fert, fert, fert ve cemiyet olarak değişmemiz gerek, ilkini kendi içimizi değiştirerek dünyanın anlamını değiştirmiş, zindan haline gelen dışımızı ışıtmış ve aydınlatmış olmanın sırrına ermeliyiz.

Sırrın çilesini çekmeliyiz.
Geçmişimize öyle eğilmeliyiz ki, uzak bir dağın ucundan kaybolmuş cennet gibi öz medeniyetimiz görünsün, zuhur etsin.
İnsanlığın beklediği değişimin erleri olmak için önce kendimizi amansız bir otokritiğe teslim etmeliyiz. Yaralarımızı deşmekten korkmamalıyız.
Değiştirebilmek için değişmeliyiz.
İnsanı, Batılıyı, Doğuluyu değiştirmek, gerçek insanlığa döndürmek, yani İslâmın kurtarıcı ışığıyla ruhlarını nurlandırmak ideâli gibi büyük ve yüksek bir ideâlin sahibi olmalıyız. Kendimizi küçük görmemeliyiz. Gurur gibi zilletin de anlamı yok. «Biz mi insanlığı değiştireceğiz» demiyelim. Değiştirecek bir güce erişecek kadar değişmek şartıyla biz değiştireceğiz insanlığı.

Eski aşk ve coşkunluğumuzu, sabır ve feragatimizi, inanç ve duyarlığımızı ruhumuzda dirilttiğimiz zaman, insanlığın hakikata dönüş akımının öncüleri, akıncıları, yeni insanlık binasına hakikat taşını yerleştiren ilk ustaları biz olacağız.
Kimse değil, biz müslümanlar.
İnançsız, puta tapıcı, çıkarcı, sömürücü ve maddeci sürüleri ne kadar üfleseler Allahın yaktığı İslâm meşalesini söndürmeğe elbet muvaffak olamayacaklardır.

 

Sezai Karakoç,Sur Yazıları 3
Devamını Oku »

İslâma karşı çıkan Avrupanın sözü bitmiştir...

İslâma karşı çıkan Avrupanın sözü bitmiştir...


İslâma karşı çıkan Avrupanın sözü bitmiştir. Şimdi söz sırası yeniden İslâma dönüyor. İslâm dünyası tekrar Avrupanın karşısına çıkıp onu yaptıklarından hesap vermeğe dâvet etmelidir. Tarih ve insanlığın ruhunda yatan dinamikler bunu böyle istiyor. Avrupa da bunu sezdiği içindir ki, son bir sav­letle bize. İslâm dünyasına ve onun merkezi olan Ortadoğuya saldırıyor. Ama gün doğmadan neler doğar…

Devamını Oku »

Mucize ile Görüntü Olağanüstünlüğü Arasındaki Fark

Mucize ile Görüntü Olağanüstünlüğü Arasındaki FarkMucize ile görüntü olağanüstülüğü arasındaki fark, anla­şılıyor ki bir öz farkıdır. Ait oldukları alemlerin, varoluş dün­yalarının farkı. Hazreti Musanın Âsa mucizesinde büyücülerin marifeti, bugünkü Batı Medeniyeti harikalarının ilkel bir şekliydî. Ama olağanüstü deney, fizik dünyada yapılıyordu. Asa­ya geien can ve dirilikse, ötelerden, aklın ermediği bir bölge­den gelen bir soluk, bir canlılıktı. Bu müşahhasın (somutun) karşısına çıkan mücerredin (soyutun) zaferi değil, fizik dünya müşahhaslığını aşan bir müşahhasın anıtıydı. Hazreti İsa'nın mucizelerinde de, kutsal ruhun tasarrufu, eşyanın üzerinde değil, doğrudan doğruya insanın, hatta bizzat peygamberin üzerinde oluyor veya görünüyordu. Onun babasız doğması, eocukken konuşması, ölüyü diriltmesi ve yücelere ağması, de­nilebilirse, hep kendi ruhu üzerinde kendine ve insanlığa ulaşan İlahî bağışların gerçekleştirdiği mucizelerdi.

Budizmi, bugünkü Batı Medeniyetinin tam zıddı saymak mümkündür görüntü açısından. Gözü, kulağı, şehvet duygu­sunu, giderek vücudu ve bütün duyguları iptal ede ede yokluk­taki büyük sükûnete ulaşma, Budizmin özlem hedefi gibi gö­rünüyor- Bir nevi, hakikat, bu yokluktaki büyük sükûnetin ta kendisi.Batı Medeniyetinde ise,tam tersine,gözü ve kulağı duyguları ve vücudu,onları saran ve sınırlayan fizik şartlarında mümkün olduğu kadar ilerisine,ama yine de fizik dünya içersinde ulaştırmak,daha çok hareket,daha çok izlenim,daha çok dış idraklerle donatmak söz konusudur. Ruh dünyasına Batıda en çok yaklaşan Kirkegaard felsefesi bile, eninde so­nunda yine de psikolojik realiteler çerçevesini aşmamaktadır.

Peygamberler Medeniyeti ise. ne doğunun yüce alemi gi­bi gösterilen Budizme ne de Batı Medeniyetinin bugünkü gö­rüntü devrimine benzer ve uyar. Fizik duygusunu da, yokluk duygusunu da en yoğun bir kompozisyonla peşinden sürükle­yen bir diriliş, ruhun dirilişi medeniyetidir Peygamberler Mede­niyeti. En olgun ve son şekliyle İslâm adını alan bu ilâhı me­deniyet, duygularımızı iptal etmez, fizik dünya idrakimizi ol­sun. yokluk idrakimizi olsun Allaha ulaşma yolunda kullanır. Yani insan kası, insan kafası, insan ruhu, bütün fiziği ve onun tam zıddı olan yokluğu da beraber sürükleyici gözle görülür, elle tutulur bir icaz, bir belagat kazanmıştır. Bir lirizm. İnsan­lığın memnunluğu içinde de, trajiği içinde de, mucize havasını, güvenini, doğurganlığını gerçekleştirme. Duygu da, eşya da, akıl ve insan ruhu da bu medeniyet içinde, adeta, öbür dün­yadan bu dünyaya vurmuş bir mucize ışığının etkisiyle ansızın anlam ve perspektif değiştiriyor.

Eşya ve insan, her yönden Allaha bakıyor bu medeniyette. Allahtan gelen rahmet ışığı insanın içini ve eşya dünyasını ilâhı bir siteye çeviriyor. Vahiy insan ruhunu Allahın kenti haline getiren esrarlı bir diriliş ışı­ğıdır. İslâm Medeniyeti, Kur’an'dan sızan bu İlâhî diriliş ışı­ğıyla her zaman canlı ve sağ. Bütün görüntü cambazlığıyla Ba­lı Medeniyeti ise O'nun önünde yapma ve ölü.
Devamını Oku »

Osmanlı'da, İslam'ın İnsan ve Devlet Anlayışı Hakimdi...

Osmanlı'da, İslam'ın İnsan ve Devlet Anlayışı Hakimdi...


Osmanlı İmparatorluğu adını verdikleri devletimizin asıl adı, Devlet-i Aliyye (Yüce Devlet) idi. Hiç bir zaman ne hedefleri ne yapısı itibariyle imparatorluk denebilirdi ona. Baştan sona her kuruluşunda islâm insanının devlet anlayışını gerçekleştirmek düşünce, inanç ve heyecanı görülüyordu. Müslümanları bir bayrak, bir devlet kanadı altında toplamıştı.


Batiya karşı, müslümanları doğrudan doğruya, Asya'yı da dolaylı olarak koruyan, tarihî, siyasî, askeri, sosyal bir çin şeddi idi. Yalnız maddî anlamda bir sed değildi, ayni zamanda manevi alanda da Kur’an-ı Kerimde anılan Zülkarneyn Şeddi gibiydi. Yüzyıllarca yukardan Rusların, Batıdan Avrupalıların, Doğudan İranlıların durmak bilmez saldırılarıyla yıkmak istedikleri bu devlet, üç kıtanın kavşak noktasında bütün dünyaya insanlık dersi veren, adaletin, merhametin, faziletin kalesi bir islâm ve bir ortadogu devletiydi. Ne zaman ki düşmanlarımız onu yıktı, o zaman, Ortadoğuya ve bütün islâm ülkelerine zillet yağdı; çirkef, bendi yıkılmış baraj sulan gibi boşandı üstümüze.


Yüce Devleti Avusturya imparatorluğu, Rus Çarlığı gibi günü geçmiş bir devlet sayarak Birinci Cihan Savaşında yıkılışını tabii görenler, basit fakat hain bir propagandanın zihnî kurbanı oluyorlar. Rus Çarlığı yıkıldı ama yerine daha korkunç bir komünizm imparatorluğu kuruldu. Avusturya-Macaristan imparatorluğunun yerini Almanya aldı. Ama Yüce Devletin yerini alan bir devlet kurulmadı. Daha doğrusu kurdurulmadı. İslam devletleri irili ufaklı lokmalar halinde batılıların intihasına terk edildi.

Sezai Karakoç,Sur Yazıları (3)

Devamını Oku »

Toplumların ve İnsanlığın Gerçek ve Yalancı Düşleri

Toplumların ve İnsanlığın Gerçek ve Yalancı DüşleriEvet, insanın yalancı düşü, gerçek düşü olduğu gibi toplumların ve insanlığın da yalancı ve gerçek düşleri vardır. İnsan özü ne kadar az bozulmuşsa, o kadar, düşünün gerçek olma ihtimali ve hakkı vardır, özü bozulmuş kişide de rüya adına o kadar çok fantezi, kaprisli hayaller, hezeyanlar, safsatalar, «ben» in kılık değiştirip şeytandan ödünç aldığı cübbe ile kendine kurtarıcı gibi döndüğü ruh serapları görülür.Ama, ruhunu gerçeğin örsünde döğe döğe pişmiş, doğruya gönül vermiş, iyiyle donanmış erdemli kişinin düşü bir düş değil, düşten fazla bir şeydir.. Gerçeğin öz halinde bu dirilişi, geleceğin güne mesajıdır. O üstün ruh ve gönül, geleceği vaktinden önce çekip içine alacağı olağanüstü bir güce ermiştir. Belki de gelecek zamanın gerçekleri de bu seçkin ve an ruhu böylece ziyaret etmek istemiştir.

Tabiî, gelecek zamanın bu vaktinden önce gelişi, getirilişi, bu olağan dışı ziyaret, bir nevi sembolik bir tören havası taşır. Şifre gibi, suret gibi, ibaret gibi. Toplum düşleri de böyle. Toplumun kafası ve ruhu ne kadar karışıksa, o kadar çok kâbus cinsinden, hezeyan türünden doktrinler, sistemler ortaya atılır, yıkıcı ve yıpratıcı tesirleriyle bu kurtarıcılık iddiasındaki teklifler, yalancı yanlarıyla bir vakit topluluğu oyalarlar; fakat gerçek hiçbir zaman aldanmaz ve aldatılamaz. Gün gelince o teklifler gerçeğin yüksek fırınında yanar, kül olur, ama hakikat özlü teklifler pırıl pırıl kalır. Veli üç rahibin cübbelerini birbirine dolayıp ateşe atmalarındaki sonuç gibi...

Ermiş kişilerin gördükleri düşlerin tıpı tıpına gerçek olması gibi, zaman zaman, Allah'ın bir lûtfu olarak, hakikata susamış insanlığa, baştan sona son hakikat düşü olan vahiy sistemleri bağışlanmıyor. Hakikat kahramanları olan peygamberlerin kalbine indirilen vahiy, mucize olarak, ilerde gerçekleşecek ilahi düzenin eksiksiz fazlasız ifadesidir. İlkin peygambere gerçek *düş halinde gelen vahiy, sonra bu başlangıç kaydından da sıyrılıp güneş gibi doğrudan doğruya geliyor.

Yani ilkin «gerçek fecir gibi «gerçek düş», sonra da güneşin doğuşu gibi, vahyin «Mutlak» söz ödevlisi olan melekten doğrudan doğruya alınışı, Şeytanın veya dehasını şeytana döndürmüş kâhinlerin, büyücülerin ve ruhunu şeytana satmış şairlerin sözleri, büyüleri ve işleri ise ne gerçek düş, ne vahiy etki ve gücündedir. Sahte bir benzerlik söz konusudur, o kadar. Yalancı fecir ve yalancı düş gibi.

İkiyüz yıldır ülkemiz ve İslâm dünyası, yalancı düşlerle gerçek düşün, yalancı fecirlerle gerçek fecrin, yalancı sistem ve doktrinlerle vahiy hakikatleri ve medeniyetinin, sahte ütopyalar, göz kamaştırıcı hayallerle boğulmak istenen hakikat ve idealin savaşını yaşıyor. Ruhumuz, kafamız ve kalbimiz bu savaşın kanlı alanı. Sınırlı da olsa alın yazımızın tanıdığı seçme özgürlüğü, bizde hangi tarafa bir meyil doğurursa o tarafın ağırlık kazanması çok mümkündür.

Kendimizi aldatmayarak, hakikata kavuşmanın çetinliğini bilerek ve bu çileyi göze alarak, yalancı vaat ve umutlara kapılmayarak, ruhumuzu, kafamızı ve kalbimizi yalancı medeniyet istilâsından sıyırıp hakikate döndürmek için olanca gücümüzü sarf ederek içinde bulunduğumuz bataklıktan sıyrılmanın ilk şartına erebiliriz. O zaman yalancı düşler ve yalana fecirler biter. Kalbimizde gerçek fecrin ışıklan belirir. Sonra da güneş doğar. Kalbimizin gerçek güneşi doğar.

Sezai Karakoç,Sur Yazıları (3)
Devamını Oku »