Vatan





"Vatan-millet-Sakarya" diyerek, bazılarının müstehzi tebessümleri arasında geçirdim. Hâlâ aynı yerdeyim. (Bazıları "bıraktığımız yerde otluyorsun" diyebilir. Canları sağolsun). Bu yazıyı bir ömrü uğruna tükettiğim "vatan" ne imiş acaba sorusuna cevap olur diye yazıyorum. Vatan elbette belirli anlaşmalar çerçevesinde çizilen sınırlar içinde kalan toprak parçasından ibaret değil. Bu sınırlar resmiyet ifade eder, tarih içinde çeşitli sebeplerle değişir. Ama mesela Kızılırmak değişmez (İklimler değişiyor evladım, o da değişir diyenler olacak. Olsun bekleriz biz. Sabırlıyız.) Vatan efsaneler, masallar, destanlardır. (İşte bir yerinden başladım). Nene Hatun, Deli Dumrul, Köroğlu''dur. Vatan coğrafyadır. (Bunu kavramak zor) Yani Ağrı Dağı, Toroslar, Ilgaz, Seyhan, Van Gölü, Tortum Şelalesi, Anzer Yaylası, Göcek, Tosya, Ermenek, Çukurova, İstanbul Boğazı, Uludağ, Palandöken say babam say; yayladır-ormandır-ovadır-çaydır-pınardır. Bir ucu Vardar Ovası''nda, bir ucu Halep Çarşısı''ndadır. Vatan Dadaş''tır, Gaggoş''tur, Efe''dir; yiğitlik vurmakla-ağalık vermekledir.

Vatan Mevlittir, Itrî''nin Tekbiri''dir, Ezan''dır, minare ve kubbedir, sebildir. Vatan ilahidir, türküdür. Bir ucu Yemen''de bir ucu Estergon''dadır. Vatan Kur''an''dır, namazdır, Cuma''dır, secdedir, duadır. Vatan sürülen topraktır, taze topraktan çıkan buğudur. Tıpkı fırından çıkan Vakfıkebir ekmeğinin buğusu gibidir. Vatan Diyarbakır karpuzu, otlu peynir, Pervari balı, Antep baklavası, Tatar böreği, Selanik gevreği, Arapaşı, Çerkez Tavuğu, Babukko''dur.

Vatan kültür değildir, sadece dil, sadece müzik, sadece halk oyunu, sadece din, sadece bayrak, sadece sadaka taşı, sadece vergi, sadece milli gelir değildir. Vatan kişinin karnının doyduğu yer de olabilir, gözyaşının aktığı yer de.

Bu sebeple Çanakkale Şehitleri, Sarıkamış, Sakarya, Mohaç, Niğbolu, İstanbul''un fethi, İstiklal Savaşı ve İstiklal Marşı vatandır. Vatanın tapusu şehitlerin mezar taşlarıdır.

Vatan sevmektir, benimsemektir, önemsemektir. Vatan mevcudun mânasıdır. Vatan ecdadın mirasıdır. Vatan nutuk değil vasiyettir. Hem vasiyet hem nasihattır. Vatan verilmiş sözdür. Söz namustur. Namusun ne olduğunu namussuzlardan başka herkes bilir.

Vatan Yunus''tur. Yunus Emre''dir, neden, çünkü vatan onun yokluğunda yerine koyacak bir şey bulamamaktır. Vatan dayanışma, paylaşma, adalet, şefkat, merhamet ve fazilettir. Vatana gösterilecek muamele hürmet-hizmet ve merhamettir. Vatan ahlaktır. Vatan tevazu ve kahramanlıktır.

Vatan Selimiye''dir, Hacı Ârif Bey''dir, Mevlana''dır. Vatan "bana ne" diyemeyeceğiniz bir şeydir. Vatan bu dünyada âhıret için çalışılacak bir imtihan mekanıdır. Vatan kitaplar, kütüphaneler, âlimler, şeyhler, tekkeler, üniversiteler, taş-toprak-ağaç-kuş ve uçsuz bucaksız bozkırdır. Bozkırda esen rüzgârdır. Kangal iti, sürü, çoban ve kavaldır. Vatan Nemrut''ta batan güneş, İshakpaşa Sarayı''na dolan gün ışığıdır. Vatan Ayasofya, Hacı Bayram, Ak Şemseddin, Eyüp Sultan ve Hacı Bektaş''tır.

Vatan davul-zurnadır.

Vatan baş-bar, halay ve toprağa vurulan dizin izidir.

Vatan sadece kültür, sadece inanç, sadece hatıra, sadece ortak çıkar, sadece ülkü birliği falan değildir.

Vatan kandır. Gözün bebeğidir. Ayaktaki ferdir. Vatan genetik, botanik, fizik, kimya vb. gibidir. Ancak ölçüye tartıya gelmediği için sadece bunlarla belirlenemez. Vatan aynı anda hem maddî hem manevî bir varlıktır. Akıl ile kavraması zor, kalp ile sevilmesi kolaydır.

Başını secdeye koyduğun yerde hür ve müstakil olmaktır. Namazda makam, mevki, dil, ırk tanımaksızın aynı kıbleye yönelmektir. Vatan kardeşlik, vatan barıştır. Vatana kastedene karşı kelle koltukta savaşmaktır. Vatan namusu kadar; suyunu-toprağını-kurdunu-kuşunu-börtü böceğini kem gözlerden sakınmaktır. Vatan ne kalkınmaya feda edilir ne ilerlemeye; ne falan ideolojiye ne stratejik ortaklığa.

Vatan sevgilidir. Aslı''dır, Kerem''dir, Leyla ile Mecnun''dur. Vatanın fertleri bir tarağın dişleri gibidir. Vatan hemşehrilik, vatan komşuluk, vatan başını omzuna koyup ağlayacağın bir arkadaş, askerlik, vatan futbolculuk, doktorluk, hemşirelik, mühendisliktir.

Vatan kuş uçmaz-kervan geçmez köylerde dil bilmez çocuklara öğretmenliktir. Vatanı şairler şiire, bestekârlar musikiye, âlimler yazıya, ressamlar resme, fotoğrafçılar fotoğrafa nakşetmek ister.

Vatan bunlara sığmaz.

Vatan ancak vatan için atan bir kalbe sığar.

Yahu Mustafa Kutlu o kadar deştin o kadar karıştırdın, o kadar gevezelik ettin ki, vatanı çorbaya çevirdin yani. Hay ağzına sağlık. Vatan zaten hastaya götürülen bir tas çorbadır. Vatanın hamasete ihtiyacı yoktur. Bunu ancak vatandan ayrılanlar anlar. Vatandan gayrısı gurbettir. Gurbette duyulan hasrettir. Bir tas çorbaya duyulan hasret.

Daha derine dalarsak vatan dahi bu dünya gibi bir gölgeliktir. O gölgelikte Cenab-ı Hakk''ın emri uyarınca bir nebze dinlenmektir.

Sonrası ebedî âlem.

Ebedî âleme imanımız tamdır.

Lakin mahiyeti meçhulümüzdür.

Yukarıdan beri sayageldiklerimizi sevmek milliyetçilik; onları muhafaza etmek muhafazakarlıktır. Bu iki kavram vatandan ayrılmaz. Sözlerimize burun kıvıranlara "bunlar eskimiş şeyler" diyenlere ancak şunu söyleyebilirim: "Eskilerden kaç kişi kaldı". Yahya Kemal ile bitirelim:

Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;

Lâkin vatandan ayrılışın ızdırabı zor.

Mustafa Kutlu

https://www.yenisafak.com/yazarlar/mustafakutlu/vatan-25752
Devamını Oku »

Sanat Nedir?



Sanat kainatın âhengine katılmaktır.

İşte ben de onlarca sanat tarifine bir tarif ilave etmiş oldum. Sürç-i lisan eder isem affola.

Kâinatın âhengi malumdur. Gün doğuyor, batıyor; kuşlar uçuyor, rüzgâr esiyor, dünya dönüyor, mevsimler birbiri peşi sıra gelip gidiyor. Gören gözler, duyan kulaklar, hisseden kalpler çiçeklerin renginde, suların sesinde, dağların heybetinde, kelebeğin kısacık ömründe, örümceğin ağında, Cenab-ı Hakk’ın yarattığı her şeyde bu âhengi bulabilir.

Lâkin işin künhüne varması mümkün değildir. Atomun elektronları belki dünyanın bilinen kısmından daha fazla meçhulatı saklıyordur. Rabbin veli kullarına elbette âşikârdır.

Eşref-i mahlukat olan insan güzel bir iş yaparak mevcut güzelliğe iştirak eder. Bu sadece ona tanınmış bir imtiyazdır. (Gül açar, bülbül öter, örümcek ağını örer ama herhalde sadece insanoğlu yaptığı işin şuuruna erer) Cenab-ı Hakk’ın koyduğu nizama yaklaşmak, ona dokunmak, ona uymak yaradanın rızasını kazanmaktır. Hududullah’a riayettir.

Bu eylem eskiyi yıkarak, karşı çıkarak var olanı bir başka biçimde yeniden inşa ederek pek çok yoldan ulaşılan bir menzildir. Yapıcılığı veya yıkıcılığı böyle yüce bir hedefe bağlamaksızın sanatçının “ben, ben” diye çırpınması çocukçadır.

Sanatçıya yüce bir makam verilmesi, onun takdîs edilmesi deha mertebesine çıkarılması pagan âdetlerindendir.

Sanatçı eylemi ile kuşların sesine, suların şırıltısına, rüzgârın uğultusuna, bulutun rengine, denizin dalgasına ne kadar yaklaşıyorsa; bu hamleyi bir iman ateşi, gözyaşları ile ıslanan bir aşk ile yapıyorsa o kadar yol alır. Yolun sonu bizi “din” ile buluşturur, “dua” ile buluşturur. Bu menzile ulaşanların söz ile, nağme ile, renk ile biçim ile işleri olmaz. Onlar artık vecd denizinde yüzmektedir.

“Bana seni gerek seni” diyen âşık, dağlar ile taşlar ile, seherdeki kuşlar ile kâinatın tesbihatına katılmıştır.

Bu hamle onu sözden söze, besteden besteye, renkten renge fırlatır. Yenilik, hareket, isyan, uysallık budur. Bu hem aczin hem iştiyakın ifadesidir. Sanat yolcuları her adımlarında bir mertebe daha yücelir, mesafe aldıkça var olur, var oldukça bir “hiç” olduklarının şuuruna varırlar. Bu “hiçlik kadehi” hidayet ile, inayet ile, rahmet ile dolarsa “varlık” kazanır.

Gül dikeni ile var olmaktadır.

Sanat yolunun hem rahmanî hem şeytanî-nefsanî boyutları vardır. Tıpkı rüya gibi.

İnsanoğlu yapıp-etmeleri ile eşref-i mahlukat olacağı gibi esfel-i safilin’e de yuvarlanabilir. Yusuf’un kuyusu ile Babil’in kuyusu bir değildir.

Kainatın âhenginde gizlenen hikmeti keşfedenler Yusuf’un kuyusundan çıkıp, Mısır’a sultan olanlardır. Sultanlık “dünyevî” kaldıkça ferde faydası olmaz. Sanat hakikate giden yolda bizi karlı dağlardan aşırabilecek, kızgın çöllerden geçirebilecek bir binek olabilir. O kadar.

Ancak bu mühim bir vasıta, vasıflı bir anahtardır. Felsefeyi bitirip sanat kapısını açanlar, kâinatın âhengi ile kanatlanır ve hakikate doğru uçarlar.

Ritim duygusu anahtarın özünü verir. Tarikat âyin ve zikirlerinde, namazda, hacda, tavafta bu ritim duygusu bize eşlik etmektedir. (Mimarîde, musikide, şiirde.)

Ritme ayak uydurmak halkaya katılmaktır.

Başını taştan taşa vurarak akan sular gibi “Allah Allah” diyerek coşmak veya sessizliğin sesini dinlercesine hareketten kesilip secdeye kapanmaktır. Kâinatın âhengi binlerce dereciğin kendi türküsünü söyleyerek çağlayıp, gelip, ummana dökülmesi orada sessizliğin içine gömülmesidir.

Evet sanat bizi coşturabilecek bir eylemdir. Rabbimize dua edelim bu coşkunluk nefsin eseri olmasın, bizi nefse esir etmesin. Şeytanın şerrinden O’na sığınalım. Korku ve ümit arasında olalım. Sanatı bir kibir, bir övünç, bir üstünlük değil, tevazu vesilesi kılalım. Bir taş ustası, kilim dokuyan bir köylü kızı, bir ressam, bir yazar ile tırpanı her savuruşunda “Allah” diyen bir rençber arasında fark yok.

Fark sadece takva sahipleri ile diğerleri arasındadır. “Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?” hikmetini bir de kâinatın âhengi ile sanat eseri arasında kurulacak ilişki açısından yorumlayalım.

Şunu unutmayalım: Sabahın seherinde öten bülbül de bizi ağlatabilir, usulüne uygun okunan ezan sesi de.

Mustafa Kutlu

03.01.2018
Devamını Oku »