Fatiha'nın Nebevi Tefsiri,Kuran'a Aykırı Mı ?

Fatiha'nın Nebevi Tefsiri,Kuran'a Aykırı Mı ?


Süleyman Ateş, Fâtiha’nın tefsiri mahiyetindeki bazı hadîsleri şöyle diyerek eleştirmektedir:

“Hz. Peygamber’e atfedilen bir tefsire göre, ‘Üzerlerine gadab edi­lenler Yahudiler; sapanlar da Hıristiyanlardır’(Tirmizi,Tefsir,2..) Biz, bu tefsirin uydur­ma olduğunda şüphe görmüyoruz. Zira Peygamber’in evinde yetişmiş olan Hz. Ali’nin ifadesine göre Fâtiha Sûresi, ilk inen sûredir. Alak Sû- resi’nin ilk beş âyetinin Fâtiha’dan önce indiği kabul edilse bile tam sû­re olarak Fâtıha’nm ilk sûrelerden olduğunda ihtilaf yoktur... Başlan­gıç devrinde hatta Mekke devrinin tâ sonlarma kadar Hz. Peygamber ile Kitâb ehli arasında bir sürtüşme olmamıştır. Bu devirde Kitâb ehli­nin Peygamber’e ve Kur’ân’a karşı tutumları genelde olumlu geçmiştir... Şimdi, Kur’ân, dînin ruhuna bağlı kalan Yahudi ve Hıristiyanları böy­le överken, daha ilk inen sûresinde onları ‘üzerlerine gadab edilmiş ve sapık kimseler olarak nitelendirirse,bu çelişki olur…Nisa Suresi’nin 69.âyetinde, Allahın nimet verdiği kimselerin,peygamberler,Sıddıklar, şehidler ve Salihler olduğu bildirilmektedir.Peygamberlerden kasıt da Kur’ân’da anılan peygamberlerdir ki,Hz.İsa da dahil olmak üzre İsrailoğlu peygamberleridir. Şimdi, onların getirdiği dîn olan Yahudi­lik ve Hıristiyanlığa uyanlar neden ‘üzerlerine gadab edilmiş veya sa­pıklar’ olarak nitelendirilsinler?... Tirmizî, Simak b. Harb yoluyla nak­ledilen bu hadîse garib demiştir. Bilginler, Simak’ın ömrünün sonunda bunadığında ittifak halindedirler. Şimdi, bunak bir adamın rivâyet et­tiği, Kur’ân’ın ruhuna aykırı bu hadîse nasıl itimat edilir? Kurtubî’nin işaret ettiği üzere bunlar müşriklerdir. Esasen doğruyu kabul etmeyen, hak yoldan sapan herkes, âyetin kapsamına girer.

Süleyman Ateş’in burada hem sened hem de metin tenkîdi yaptığı görülmektedir. Önce sened tenkîdini inceleyelim.

Simak b. Harb, bazı âlimler tarafından sika, saduk, sâlih; bazıla­rı tarafından da zayıf kabul edilmiştir. Bezzâr, onun meşhur biri ol­duğunu, hiç kimsenin onu terk etmediğini ve ölümünden önce karış­tırmaya başladığını belirtmiştir. Başka âlimler de özellikle İkrime’den yaptığı rivâyederin muztarib olduğunu ifade etmiştir. Onlara göre, Şu’be, Süfyân gibi şahısların ondan işittiği şeyler sahihtir. Son olarak Nesâî, onun bazen telkin kabul ettiğini, infirad ettiğinde hüccet ola­mayacağını söyler.

Simak b. Harb’ın, bu hadîsi kendisinden rivâyet ettiği Abbâd b. Hubeyş de İbnu’l-Kattan ve Zehebî tarafından meçhul olarak ni­telendirilmiştir. Bu durumda hadîs zayıf olmaktadır; ancak İbn Ha- cer’in belirttiğine göre, îbn Merdeveyh bu hadîsi hasen bir isnâdla Ebû Zerr’den nakletmiştir.

Buna göre, Ateş’in “Bunak bir adamın rivâyet ettiği hadîse nasıl iti­mat edilir” şeklindeki sözü bir genellemeden ibaret olmaktadır. Simak, kümünden önce bunamış olsa da onu destekleyen başka rivâyetler vardır. Bu durum, en azından Simak’ın mezkûr rivâyetinin doğru olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Yukarıda söylenenleri dikkate aldığımız­da bu hadîsin en fazla zayıf olduğu söylenebilir, uydurma olduğu de­ğil, Dahası İbn Hacer’in tespitine göre, bu hadîsin Ebû Zerr’den nak­ledilen bir şâhidi de bulunmaktadır.

Şüphesiz, hadîsin zayıf olması bir yana, sahîh olması bile aynı za­manda metninin de sahîh olmasını gerektirmez. Şimdi metin tenkidi olarak ileri sürülen gerekçeleri inceleyelim.

Ateş’in metin tenkîdi olarak ileri sürdüğü gerekçelerden genel ola­rak şunlar anlaşılmaktadır: Fatiha Sûresi, ilk inen sûrelerdendir. Vah­yin başlangıcında Ehl-i Kitâb’la Hz. Peygamber’in herhangi bir prob­lemi yoktur. Hatta dînine bağlı Ehl-i Kitâb övülmektedir. Böyle iken Hz. Peygamber’in ilgili âyetleri Yahudi ve Hıristiyanlar olarak tefsîr etmesi çelişkili bir durum ortaya çıkarır. Bu âyetlerden müşrikler ve­ya daha genel anlamıyla hak yoldan sapan herkesin kastedildiği anla­şılmaktadır.

Bir kere, hadîs, bağlamından soyutlanmıştır. Bu bağlam, Adiyy b. Hatem’in müslüman oluşuyla ilgilidir. Adiyy ise hicretin 7. senesin­de Medîne’ye gelmiştir Bu, ilgili tefsîrin vahyin başlangıcında de­ğil, daha sonraları yapıldığını göstermektedir. Dolayısıyla Fatiha Sûre­si -Mekkî kabul edildiği takdirde- iner inmez bu tefsîr yapılmış değil­dir. Hatta bunu Hz. Peygamber’in bazı âyetlerden istidlal ettiğini söy­lemek de mümkündür. Yahudilerle ilgili âyet şöyledir:

“Allâh’ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıs­kandıkları için Allâh’ın indirdiğini inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötüdür! Böylece onlar gadab üstüne gadaba uğradılar”

Hıristiyanlarla ilgili âyet de şöyledir:

De ki. Ey Kitap ehli! Dîninizde haksız yere aşırılığa dalmayın. Bundan evvel hem kendileri sapmış, hem de birçok kimseyi saptırmış ve (hâlâ da) yolun doğrusundan sapmakta olan bir kavmin kevasına uymayın”.

Süheylî, bu âyetlerin hadîsi desteklediğini ileri sürer. Süleman Ateş ise, bu âyetlerde belirtilen Yahudi ve Hıristiyanların, Yahu- dilik ve Hıristiyanlığın ruhuna bağlı olan sadık, temiz, sâlih kimseler olmadığını; dîni yozlaştıran, çıkarına alet eden, şirke bulayan Yahudi ve Hıristiyanlar olduğunu ifade eder. Ona göre, Kur ân; dinin i ruhuna bağlı kalan, Allâh’a ve âhiret gününe inanıp güzel ameller işleyen Yahudi ve Hıristiyanları övmekte, onları sapık değil, sâlih ola­rak nitelemektedir.

Şüphesiz bu ifadeler, Ateş’in “Şirksiz, Allâh’a inanıp iyi amel iş­leyen Yahudi ve Hıristiyanların, Hz. Muhammed’e inanmasalar bile  cennete girebileceğine” dair görüşlerini hatırlatmaktadır. Ateş’in daha önce sunduğumuz metninde geçen “Hz. îsâ ve diğer peygamberlerin getirdiği Hıristiyanlık ve Yahudiliğe tâbi olanlar neden gadaba uğramış ve sapıtmış olarak nitelensin?” şeklindeki ifadeler de bu gö­rüşünü te’yid etmektedir. Oysa, geçmişte bu peygamberlere inanmış olan kimselerin gadaba uğramış ve sapıtmış olarak nitelenmesi müm­kün değildir. Bu peygamberlere inandığını söyleyip de onun yolun­dan gitmeyen, onlar hayattayken türlü türlü hilebazlıklar yapan in­sanlar kastedilmektedir. Bununla birlikte, Hz. Muhammed peygam­ber olarak geldikten sonra da, tahrif edilmiş bu kitaplara ısrarla ina­nanları bu şekilde nitelemek pekala mümkündür. Âyetler, onları bu şekilde nitelemiştir. Hz. Peygamberin sözlerinin de bu âyetler çerçe­vesinde anlaşılması gerekir.

Bunlarla birlikte, Mâide Sûresi’nin 77. âyeti de Ehl-i Kitâb’ın sapma işine devam ettiğini göstermektedir. Bu sapma işine Hz. Mu- ammed in peygamberliğini kabul etmeme de dahil olmalıdır. Ayrıca Hıristiyanların teslîs inancı da sapmaya devam ettiklerini gösterir.

Ancak, ne olursa olsun, ne âyetlerin ne de Hz. Peygamberin bir bütün olarak Yahudi ve Hıristiyanları eleştirdiğini söylemek mümkün değildir. Âyet ve hadîsler tarafından onların inanç ve davranışları dik­ite alınarak böyle bir tespit yapılmıştır. Bu inanç ve davranışlar de­vam ettiği müddetçe onlar için söylenen gadaba uğramış ve sapmış ol­ma vasıfları geçerli olacaktır.

Geriye bir problem kalmaktadır. O da şudur: Resûlullâhin bu tef­siri mutlak mıdır? Başka bir tefsir yapılamaz mı? Süleyman Ateş, bu ha­dîsin vahyin başlangıcında sadır olduğunu, o dönemde Ehl-i Kitâbla bir sürtüşme olmadığını, dolayısıyla âyetler in Ehl-i Kitâb’la değil, müşrikler­le ilgili hatta daha genel olduğunu belirtir. Böyle bir tefsiri kabul etmek için Hz. Peygamber’in tefsirini inkâr etmeye gerek var mıdır? Hz. Pey­gamberin bu hadîsi bir bağlam içinde buyurduğunu, vahyin başlangıcıy­la ilgili olmadığım söylemiştik. Bize göre, Hz. Peygamber’in tefsirinin dı­şında, ona zıt olmamak şartıyla başka tefsirler de yapmak mümkündür.

Hz. Peygamber’in bir kısım âyetler hakkında yaptığı tefsir, kati­yet ifade eder. Mesela, Allâh’ın âhirette görüleceği hakkmdaki hadîsler, rü’yeti nefyettiği intibaı veren En’âm 103 ve A’râf 143. âyetleri kat’î tefsire kavuşturmuş ve nefyin mutlak olmadığını belirtmiştir. Bu du­rumlarda ümmete düşen, Allâh’ın muradmı, olduğu gibi Hz. Peygam­berin beyanından almaktır. Fakat bazı hallerde âlimler Hz. Peygam­berin herhangi bir âyeti tefsir eden hadîsini, ilk nazarda akla gelen şek­liyle değil de, bazı izahlarda bulunarak, manasını tevcih etmek süreriyle kabul ederler. Mesela, bazı durumlarda Hz. Peygamber bir hadîs söy­ledikten sonra, “İşte Allâh’ın şu âyeti bunu ifade eder” buyurur. Bu, o âyetin başka anlama gelmeyeceğini ifade etmez. Hz. Peygamber, âyet­teki bir veya birkaç manayı belirtmiş olabilir. O âyetin başka anlamla­ra gelmesi de mümkündür.

Buna göre “gadaba uğrayanlar ve sapıklar” ifadesi umumî olması­na, yani hak yoldan sapan her çeşit fırkayı içine almasına rağmen Hz. Peygamber’in bunları “Yahudi ve Hıristiyanlar” olarak tahsis etmesi ne anlama gelmektedir? Konuyla ilgili olarak İsfahanî şöyle der: “Gada. ba uğrayanlardan murad, İslâm yolundan sapan her fırka ve mezheptir. Bazı müfessirlerin onlardan bir fırkayı tayin etmeleri, umumiyeti en meşhur ve en vazıh ferdi ile temsil etme frabındandır”.

Ismâil Cerrahoğlu da bu konuda şöyle bir yorum yapmaktadır; “Buna göre, Yahudilerin ve Hıristiyanların, Fâtiha’daki gadaba uğra- mış ve sapıtmışlardan birer misal oldukları anlaşılmaktadır. Yahudi ve Hıristiyanlar, müşrik ve sair dîn mensuplarına nazaran İslâm’a zıt ol- salar da daha yakındırlar. Burada âyetin iki gruba tahsîs edilmesindeki hikmet açıkça kendini göstermektedir. Artık, İslâm’ın yakın zıddı ola­nından kaçınılması emeredilirse, uzak zıddından kaçınılması evleviyetle sabit olacaktır”.Bu ifadelerden, Hz. Peygamber’in yaptığı tefsirden başka tefsîr yapmanın mümkün olduğu anlaşılmaktadır.

Buraya kadar söylediklerimizden şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:

a-Hadîsin senedinde geçen Simak b. Harb’in bunadığına dayana­rak hadîsin uydurma olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Olsa olsa bu hadîs zayıf sayılabilir.

b-Kur’ân’ın Ehl-i Kitâb’ı övdüğüne ve Hz. Peygamber’in vahyin başlangıcında Ehl-i Kitâb’la sürtüşmediğine dayanarak, bu ha­dîs, uydurma kabul edilemez. Zira bu hadîs, vahyin başladığı ta­rihlerde değil, büyük ihtimalle hicretten sonra söylenmiştir.

c-Hz. Peygamber’in bu tefsiri, mezkûr iki gruba hass bir tefsîr ola­bileceği gibi, daha önce kaydettiğimiz âyetlerden istidlali de ola­bilir. Her halde bu hadîsin mezkûr âyetlerle uyum içinde oldu­ğu görülmektedir.

d-Hz. Peygamber’in Yahudi ve Hıristiyanları gadaba uğramış ve sapıtmış olarak nitelemesi umumî değildir. Yani geçmişteki her iki dîn mensubunu içine almamaktadır. Bu hadîs, peygamber­lerine asi olan, dînlerini tahrif eden, tahrif edilmiş bu dîne ina­nan ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmemede di­renen insanlarla ilgili olmalıdır.

e-Hz. Peygamber’in Fâtiha Sûresi’nin ilgili âyetlerini bu şekilde­ki tefsiri, başka türlü tefsir yapılamayacağı anlamına gelmediği gibi, âyetlerin haktan sapan herkesi içerdiğini söyleyerek Ehl-i Kitâb’m kastedilmediği anlamına da gelmemektedir. Şüphesiz, Hz. Peygamber’in bu tefsiri, bu iki grubun özelliklerine vurgu olarak kabul edilebilir. Böyle olmakla birlikte, ilgili âyetler, hak­tan sapan herkesi içine alabilir. Ancak, ilgili âyetlerin umumi ol­duğunu söyleyerek Ehl-i Kitâb’ı, özellikle kendi dînlerinin ge­reğini yerine getirip Hz. Muhammed’e inanmayanları dışarıda tutmak, sadece çelişki ile izah edilebilir.



 Yavuz Köktaş-Kurana Aykırı Görülen Hadisler

Devamını Oku »