M.Kemal'in Müslümanlığı Kaldırmak İstemesi

M.Kemal'in Müslümanlığı Kaldırmak İstemesiYine bir havadis: Mustafa Kemal yeni bir iş yapıyormuş. Müslümanlığı kaldıracakmış. Bunun için Çankaya'da bir mabet yapacakmış, yerini de Evkafa satın aldırmış. Bu çok mühim. So­ruşturdum. Doğru. Bunu Falih Rıfkılar ve Yakup Kadrilerle filân konuşuyormuş. Bu esnalarda Mustafa Kemal'de müthiş bir aza­met var. Kendisini çok mühim gibi bir şey sandığı sözlerinden, hareketlerinden hissediliyor. Meselâ, gazeteci soytarılarına "Vecizeler" adı altında sözlerini neşrettiriyor. Bu sözlerini dikkatle tetkik ettim. Adetâ Kur'an ağzı. Görülüyor ki, bu sözlere o tarzı vermeğe gayret etmiş... Demek bunlar Yeni İlâh'ın !! âyetleri. Fa­kat içinde hikmetten bir şey yok. Malûm, basit, bazı kelâm-ı ki­bar. Hem de öyle tenkidli ki çoğundan mana çıkmıyor. Demek âyetlerini yazmak için yeni ilâh çok yakınmış... Sonra kendileri de baktılar ki rezalet... Herkes alay ediyor, vecizelerden vazgeç­tiler.

Mabedin aslını öğrendik. Çankaya'da bir Ermenilerden met­ruk araziyi intihap etmiş alelusul müzayedeye koymuşlar. Buna herkes iştirak etmiş. Çorum meb'usu Münir'in akrabasından bir genç çocuk da iştirak etmiş. Çocuk bizzat anlattı. Bozok Salih kendisini tehdid edip, işten çektirmiş ve Salih, dört bin liraya orasını kapatmış. Sonra başka birinden öğrendim. Bu fiyata aldı­ğı bu araziyi, Evkafa seksen bin liraya satmış. Oh... Bir taşla iki kuş. Zaten yâran için bu arazi işi de bir vakitler kazançlı bir tica­ret yolu idi. Bir arsa alıyor, onu sefaretlere, hükümete dehşetli fi­yatlarla satıyorlardı.

Bu da Evkafa satılmış. Oraya mabet yapılacağı içinmiş. Evka­fa "Cami yapacağız" demişler... Bilmem nedense bu mabet ya­pılmadı. Yeni dinden de vaz geçildi. Yeni işittim. Mustafa Kemal birine söylemiş, "Bana dinde ıslâhat yapacak diyorlar..." Ne ise bu iş henüz muallâkta. Bu adama her yıl bir iki inkılâp lâzımdır. İş bulamayınca, belki bir gün bu işi yapar. Ben bunu o vakit işi­tince Türk Tarihi'nin Hindistan bahsini tab etmekte idim. Meş­hur Ekber Han da böyle bir şey yapmıştı. Bu vesile ile bunun Önüne geçmek için iyice düşünüp bu yeni din saçması aleyhine satırlar ilâve etmiştim. O bahiste okunsun. İhtimal bu tenkid önüne geçti.

Mustafa Kemal'in bir merakı daha var: Bakıyorum bunu bü­yük bir dikkatle takip ediyor. Mutlaka gazetelerde hergün ken­disinden bahsedilmek. Bir aralık gazetelerde makaleler yazdıra­rak kendisini meth ettirdi. Bir aralık nutuklarıyla sütunları dol­durttu. Bir aralık vecizelerini neşretti, bir aralık koca nutukla matbuatı işgal ettirdi. Her yıldönümünde askerî zaferlerini yaz­dırdı. Şimdi de Mahmut Siirt'e seyahatinde ve gazetecilerle olan muhaberelerini "Tarihe Büyük Hizmet Eden Vesikalar" unvanı altında neşrettiriyor. Zaten bu gazetenin başmakaleleri Mustafa Kemal'in Mahmut'a bizzat yazdırdığı makalelerdir. Halbuki bunlar hemen kamilen Mustafa Kemal'in şahsı, işlerini medihten ibarettir. Tarihe yarayacak bir yeri yok.

Bu cümleden olarak da, evvelce bir aralık "Hatırat" diye bir şeyler neşretmeğe başlamıştı. Bunlar Alman generali Lüdendrof kendisine Suriye'de rüşvet para vermiş, kabul etmemiş gibi şeylerdi. Bir iki neşretti. Alman ve İtalyan matbuatı cevap verip Gazi'mizi tenkid ettiler. Bunun üzerine derhal hatırat neşrinden vazgeçtiydi. Hem de gözönünde, hergün hadiselerin içinde olan birinin bu davada bulunması pek aykırı idi. Artık kendisine Pa­şa filân denemiyor, bu unvana tenezzül etmiyor. Sade Gazi haz­retleri veya Mustafa Kemal Hazretleri olmuştur. Fransa'da Cumhurreisi her Fransız gibi dömerg "Efendi" dir. Bizimki cumhurreisi ama, padişah cinsinden! Onlar gibi ad kullanıyor. Yine on­lar gibi kendisine mahsus bir bayrak da yaptı. Hangi binaya ve­ya gemiye girse oraya çekiyorlar. Padişahlardan farkı ne?

Bunları yazdı yazdı, artık sermaye kalmadı. Yaptıklarını şim­di bir düziye tekrar ediyor. Temcit pilâvı gibi oldu. Kabak tadı verdi. Artık kendisini medihte iflâs haline gelmiştir.

Gazetelerin, muharrirlerin sade bir şeyi var: Mustafa Kemal. Millet, Türkiye, Cihan, hep, o... Gazeteler hep onun methinden ibaret.

Matbuatımızın bu rezaletleri, bu millete büyük bir kara leke­dir. Bu matbuatı yüzlerce yaprak okuyunuz. Sade bir şey bulur­sunuz: Mustafa Kemal. Derler ki, ayının kırk türküsü varmış, hepsi de ahlat üzerine imiş. Tamam işte bu. Matbuat diye bu la­hana yaprakları, bu paçavralar olmasaydı daha iyi idi; böylesinin olmaması, olmasından hayırlıdır. Abdülhamid'e dahi bu kadarı yapılmamıştı. Fakat keder etmeğe lüzum yok. Çünkü bu matbuat milletin değildir. Millî umumî matbuat vefat etmiştir.

İş bununla da kalmadı. Bütün mektep kitaplarına şunları yazdırdı: "Gazi'yi severiz, milleti kurtardı. Bizi Arap harflerin­den kurtardı. O Türk millî kahramanıdır, ilh..." İlk mekteplerden Dârülfununa kadar, kitapların malûmatı bu. Tarih kitaplarında da hep bunlar. Bu kitaplarda Türk tarihini kendinden başlattı. Böyle hadise görülmemiştir. Mekteplerden din tedrisatını da ta­mamen kaldırdı.

 

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur

 

 
Devamını Oku »

Atatürk’ün The Times Röportajı

Atatürk’ün The Times röportajı
Yakın tarihimiz bize bir masal biçiminde anlatıla geldi.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında neler yaşandı, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları arasında neler oldu yeni yeni su yüzüne çıkıyor.

Yıllar boyu Kazım Karabekir’den Dr. Rıza Nur’un anılarına kadar dönemi anlatan her çalışma sansürlendi, yasaklandı.

Halbuki tarihi doğru bilmeden sağlıklı bir gelecek kuramayız.

Üstelik bu dönemde görev yapmış ancak siyasi görüş ayrılığı nedeniyle bir kenara itilmiş ve zaman zaman hain ilan edilmiş bu insanlara karşı bir vicdan borcumuz da var.

Öncelikle bir gerçeğin altını çizelim, Atatürk bir devrimciydi ve Avrupa’da devrimler çağı yaşanıyordu.

Bilimden sanata, eğitimden kadın haklarına kadar çok geri bulduğu Anadolu’yu hızla değiştirmek, Batı düzeyine çıkarma amacındaydı.

Giriştiği iş zorlu olduğu kadar birlikte yola çıktığı arkadaşları arasında bile tartışmalara yol açıyordu.

İstiklal Savaşı bitmiş, bir başka Kurtuluş Savaşı başlamıştı.

Bağımsızlığı sağlayan kadrolar, Anadolu’nun özgürlük ve çağdaşlığını garanti altına alacak adımlar peşindeydi.

Üstelik Mustafa Kemal İttihatçı kadrolar arasından geliyordu.

İttihatçılar’ın siyasi entrika, suikast, darbe gibi konularda ne kadar usta olduğunun farkındaydı.

Bu nedenle olsa gerek her türlü muhalefet eyleminin altında devrimci kadrolara karşı bir komplo girişimi görüyordu.

Ve askerdi.

Muhalefetin silinmesi kararı verdi.

Muhalefet de o dönemin koşulları içinde düşman sınıfına girmişti.

Mustafa Kemal, Ali Fuad Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay, Adnan Adıvar ve Kazım Karabekir tarafından kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na bu gözle bakıyordu.

Bu konudaki duygularını 21 Kasım 1924’te The Times gazetesinin İstanbul muhabiri Maxwell Macartney’e verdiği mülakatta dile getirdi.

Ancak Macartney, Atatürk’ün arzusuna uyarak mülakatı bir süre tuttu ve bu konuşma ancak 18 Aralık 1924’te yayınladı.

Ancak mülakat yayınlanmadan okuyan biri vardır. İngiltere’nin Türkiye Sefiri Ronald Lindsay.

Lindsay, bu mülakatı, Macartney’in mülakatın yapılma yöntemine dair anlattıklarını da içeren şu notla merkeze geçti:

‘’Reisicumhur’un bundan sonra ne yapacağını merak ediyordum; işte, bu fazlasıyla dikkate değer belgede (Macartney’in mülakatı) cevabımı buldum.

Terakkiperver cumhuriyetçiliklerinde samimi değiller, programları sahtekarlık, kendileri de düpedüz mürteci. Haberde yeralan her şey, reisicumhurun yeni muhalefetle hiçbir işinin olmayacağını ima ediyor; Bay Macartney’le konuşurken kullandığı dil -ki haberde yer almamış- ve sarf ettiği cümlelerin tonu ise onun açıkça ölümüne bir kavgaya kastettiğini gösteriyor.

Gazi kendisini tam br cinnet haline kaptırmış; muhalefetteki herkese sırayla sayıp döker ve onları, her şeylerini borçlu oldukları kendisine nankörlük ve vatana ihanetle suçlarken, yüzü kıpkırmızı olmuş.

Mülakkata takdimci ve yarı tercüman gibi hareket eden mebus, bir kaç kere araya girip, ‘Sakin olun Gazi Paşa, bu kadar tedbirsiz olmayın’ diye bağırmış ama gazap selinin önüne geçememiş.’’

Burada Büyük Millet Meclisi’nin 29 Nisan 1920’de kabul edip 15 Nisan 1923’te tadil ettiği Hıyanet-i Vataniye kanununun birinci maddesinde 26 Şubat 1925’te yapılan değişikliği hatırlamak gerekir.

Bu madde Meclise karşı düşünce veya uygulamalarıyla veya yazdıklarıyla muhalefet veya bozgunculuk edenlerin vatan haini addedileceklerine hükmediyordu.

1923’te yapılan değişiklik, sadece eski rejimin tasfiyesine karşı çıkanları değil, bu kararları eleştirenlere karşı da vatan hainliği suçlaması getiriyordu.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasının ardından yapılan değişiklik şu hükmü getirdi:

‘’Dini, siyasi amaçlarla kullanarak dernek kurmak yasaktır. Böyle örgütler kuran veya bunlara üye olanlar, varan haini ilan edilir.’’

TCF’nin parti programının 6. Maddesinde dine saygılı olduğu ifade edilmektedir.

Şeyh Sait İsyanı’nın ardından kurulan İstiklal Mahkemeleri, bu maddeye dayanarak TCF’nin tüm şubelerini kapatma kararı verdi.

Yani parti kapatılmamış ama teknik olarak yok edilmişti.

Bu, 1946’ya kadar sürecek tek parti rejiminin başlangıcıydı.

Muhalefetsiz bu yılların bedelini de çok partili hayata geçtiğimiz zaman farklı görüşlere tahammülsüzlükle ödedik.

Hala da alacak çok yolumuz var...

Kaynak: Hakan Özoğlu, Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası

Ergun BABAHAN - Star
Devamını Oku »