1946’lara gelindiğinde, devlet partisi durumundaki CHP ve ‘Milli Şef’ İsmet İnönü sıkışmıştı. Artık olağanüstü savaş şartlarında sindirilmiş halk uyanmış, cumhuriyet’ kalkanı altında sürdürülen ‘diktatörlük’ uygulamalarına olan tepki tavan yapmıştı. Kısacası toplum patlama noktasına geldiği için, çok partili siyasal hayata geçilmesi zaruret olmuştu. İsmet Paşa, 1946 öncesinde rejime ve kendisine bağlı ikinci bir parti istiyordu. Kasım 1945 yılındaki meclis açılış konuşmasında, “Bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır.” demişti. Oysa çok partili hayata geçiş havasının esmeye başlamasıyla, Temmuz 1945’te bir parti kurulmuştu zaten. Adı da Milli Kalkınma Partisi’ydi. Öyleyse İsmet Paşa bu partiyi görmezden gelerek, neden başka bir partiye ihtiyaç duyuyordu?
Aslında nedeni basitti. Paşa, parti ismi farklı olsa da CHP gibi düşünen, rejime eleştiri yapmayan yeni bir ‘düzen partisi istiyordu. Akla hemen 1943 yılına kadar CHP’den İzmir milletvekili olarak siyaset yapmış olan ve Cemiyet’in kıdemli üyesi Celal Bayar gelmişti. Mustafa Kemal in, Serbest Cumhuriyet Fırkasını Fethi Okyar’a kur dururken izlediği taktiği, İsmet Paşa da aynen uygulayacaktı. Kurulacak partinin “güdümlü” olmadığını ispatlamak için de, yine dönemin “güdümlü” basını kullanılmıştı.
Devrin gazetelerinde çarşaf çarşaf Celal Bayar’ın yeni bir parti kuracağı haberleri yer alıyordu. Basın, Celal Bayar’ı rejime ve CHP’ye bağlılığından dolayı övmeye çok erken başlamıştı. Cemiyet’in ateşli yazarlarından ve CHP döneminin etkili gazetecilerinden Hüseyin Cahit Yalçın, muhalif parti düşüncesini şöyle açıklıyordu: “En iyi çare... Mevcut fırka içinden bazı zatların ayrılarak esas programda (CHP programında) müttehit kalmakla (birlik olmakla) beraber, bir kontrol partisi vücuda getirmeleridir. İşte bu yeni partiyi biz böyle bir kontrol partisi mahiyetinde telakki ediyoruz”(50) Zaten partinin kuruluş aşamasındaki gelişmeler de aynen bu istikamette oldu. 3 Aralık 1946 tarihinde CHP’den istifa eden Celal Bayar, bir gün sonra İsmet Paşa tarafından yemeğe davet edildi. Ve bir ay sonra da, beklenen o “güdümlü” parti kurulmuş oldu.
Demokrat Parti (DP) ismiyle kurulan partinin programı, CHP'nin altı ilkesinin biraz farklı yorumlanmış şeklinden başka bir şey değildi. Yeni rejimin en sadık savunucularından olan Bayar, İsmet Paşadan son talimatları da almıştı. Zaten düşünce olarak, Celal Bayar’la İsmet Paşa arasında hiç bir fark yoktu. Her ikisi de İttihat ve Terakki Cemiyeti nin kıdemli üyelerindendi. Tek farkları, Bayar Cemiyet’in liberal/sağ kanadında yer alırken, İsmet Paşa sol kanadını temsil ediyordu. Ancak Celal Bayar’ın devrim kanunları ve Mustafa Kemal’e olan bağlılığı konusunda İsmet Paşadan bir gömlek daha üstün olduğunu da söylemek mümkün. Zira Mustafa Kemal ile İsmet İnönü’nün siyasi kavgaları ayyuka çıkarken, Celal Bayar, “Atatürk’ü sevmek milli ibadettir.”(51) diyordu.
Demokrat Partinin (DP) ilk genel başkanı ve kurucusu olan Bayar, dönemin basınına verdiği demeçlerle İsmet İnönü’ye ılımlı mesajlar gönderiyordu. İlk demeci, “Devr-i sabık yaratmayacağız” olmuştu. Yani iktidara geldikten sonra, yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabı sorulmayacaktı. Ancak Bayar’in bu ani çıkışı, iyi niyetle bu partiye girenleri şok etmişti. Bazı DP’liler partilerinden istifa ederek, 19 Temmuz 1948’de Mareşal Fevzi Çakmak önderliğinde Millet Partisini kurdular. Bayar, gidenlere aldırış etmeden yoluna devam etti. Partiyi kurduktan sonra yaptığı ilk icraat, 1935 yılında kapatılan mason derneklerinin yeniden kurulmasına destek vermek oldu. İsmet İnönü’nün aldığı ani bir kararla, 5 Şubat 1948’de Türkiye Mason Derneği kuruldu ve İnönü’nün emri, Celal Bayar’ın da desteği ile tekrar faaliyete geçti. .Masonlar, açtıkları davalarla, Halkevlerine devredilen tüm mal varlıklarım da tekrar geri aldılar.
Halk, tek parti yönetiminden öylesine musdaripti ki, CHP dışında kurulacak bir partinin başında kimin olduğu’ hiç de önemli değildi. Mesela DP’nin kuruluşundan tam 16 yıl önce, her türlü engellemelere karşı Serbest Cumhuriyet Fırkasının İzmir mitingine yaklaşık 70 bin kişinin katılması da bunun en büyük deliliydi. Zira halk için önemli olan, CHP dışındaki bir partinin iktidara gelmesiydi. Nitekim seçme iradesinin halka verilmesiyle birlikte, Demokrat Parti 1950 seçimlerinde CHP’yi hezimete uğratacaktı. DP’nin seçimleri kazanmasından sonra, Celal Bayar aynı yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin üçüncü Cumhurbaşkanı seçildi. Seçilir seçilmez de yine masonları unutmadı. DP milletvekili Ahmet Gürkanin 1952’de vermiş olduğu yasa teklifi ile, mason locaları kanunla pekiştirildi. Öyle ki, tasarının mecliste tartışıldığı üç celse boyunca, Celal Bayar Reis-i Cumhur locasına gelerek kanun müzakerelerini sonuna kadar bizzat takip etmişti.(52)
Celal Bayar’ın, Mustafa Kemal ve Cumhuriyet devrimlerine ne kadar bağlı olduğunu daha önce belirtmiştik. Bayar, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da, bu tutumunu büyük bir kararlılık içerisinde sürdürmeye devam etti. Mesela bu alanda yapmış olduğu en tartışmalı icraatlarından biri, CHP’nin tek parti döneminde bile aklından geçirmediği 5816 Sayılı Atatürk’ü Koruma Kanununu çıkarmak olmuştu. Üstelik de bildiğimiz İttihat ve Terakki komitacılık yöntemleriyle... 17 Eylül 1951 ara seçimleri öncesi CHP’ye üye olan Ticani Tarikatı üyeleri, bir gecede tam 17 Atatürk büstünü yıkıvermişti! Yasanın gerekçesi buydu. Meclisi olağanüstü toplantıya çağıran Bayar, tasarının yasalaşması için DP’li milletvekillerine büyük baskı yaptı.(53)
Her ne hikmetse tasarı yasalaşır yasalaşmaz, saldırılar da bir anda bıçak gibi kesilmişti. Bayar aynı yıl bir başka önemli hamle daha yaptı. 577 yıllık Osmanlı rejimini 1876 Darbesiyle değiştiren cuntanın sivil lideri Mithat Paşaya da ‘iade-i itibar’ kazandırdı, ölümünün üzerinden tam 67 yıl geçmişti ki, Mithat Paşanın özgürlük abidesi’ olduğunu hatırlamak da yine Celal Bayar’a düşmüştü. Mithat Paşanın kemikleri Taif’ten getirtilerek, 26 Haziran 1951'de bizzat Celal Bayar’ın da katıldığı törenle, İstanbul Şişlideki Abide-i Hürriyet Tepesinde toprağa verildi. Bununla da yetinmeyen Celal Bayar, Demokrat Parti hükümetine baskı yaparak, 1947 yılında Dolmabahçe'de inşa edilmiş olan İnönü Stadyumunun adının, 1951’de ‘Mithat Paşa Stadyumu olarak değiştirilmesini sağlamıştı.
Ancak kaderin cilvesine bakın ki, bir darbeciyi Taif’ten getirterek ‘Hürriyet Tepesine defnettiren Celal Bayar, kendisi de 27 Mayıs 1960 darbesiyle askeri bir cunta tarafından iktidardan indirilecekti. O da Mithat Paşa gibi darbe sonrası yargılandı ve idama mahkum edildi. Cezası önce müebbete çevrildi, 7 Kasım 1964’te ise serbest bırakıldı. Nitekim 7 Temmuz 1966'da dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından affedildi. 67 yaşındaki Celal Bayar yaş haddinden affedilirken, ondan sadece 6 yaş küçük olan Adnan Menderes asılacaktı. Oysa 11 Temmuz 1960da Türk Ceza Kanununda yapılan değişiklikle “65 yaş üzerindekilerin de idam edilebilme” hükmü getirilmişti. Peki, buna rağmen Bayan ipten alan sebep neydi?
Belli ki Üst Aklın, Sultan Abdülhamid iktidarının yıkılmasında ve yeni rejimin oluşmasında büyük emeği geçen bu kıdemli Cemiyet üyesinin idamına gönlü razı olmamıştı.
Murat Akan - Üst Akıl,Hayat yay.,syf:191-194