Necm Suresi, İsra, Mirac ve Mealcilerin Çelişkileri

Necm Suresi, İsra, Mirac ve Mealcilerin Çelişkileri


Abdulaziz Bayındır – Bu konuyu anlatan ana ayet şudur:

“Kulunu bir gecede Mescid-i Haram’dan alıp, çevresini bereketli kıldığı ((Bir yazıda “Sen…” veya “Siz …” yerine “O…” veya “Onlar…” denmesine Arap edebiyatında iltifat denir. O, ifadeye güzellik katar. Burada da üçüncü tekil şahıstan ikinci çoğul şahsa geçilerek “bereketli kıldığımız” ifadesi kullanılmıştır. Türkçede iltifat sanatı olmadığından tercüme cümlenin akışına göre yapılmıştır.)) el-Mescid’ul-aksâ’ya götüren Allah, eksikliklerden uzaktır. Bu, ona bir kısım ayetlerimizi göstermek içindir. Allah işitir ve görür.” (İsrâ, 17/1)

el-Mescidu’l-aksâ, en uzak mescit demektir. Şu ayetler onun yerini bildirmektedir:

“O (Muhammed) Cebrail'i, onun bir başka inişinde daha görmüştü; Sidretü'l- Müntehâ'nın yanındaydı. Me'vâ Cenneti de oradadır. O gün Sidre'yi bürüyen bürüyordu. (Muhammed’in) gözü kaymadı; sınırı da aşmadı. Orada Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm, 53/13-18)

Sidretü'l- Münteha yedinci kat semadadır. ((Buhârî, Bed’ul-halk 6.)) el-Mescidu’l-aksa ise oradaki Beyt-i Mamûr’dur. Allah’ın Elçisi (a.s.) bir gün ashabına:“Beyt-i Ma’mûr’un ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu:“Allah ve Elçisi daha iyi bilir” dediler. “O, gökte olan bir mescittir, Kâbe tam altında kalır. O mescit aşağı düşse Ka’be’nin üzerine düşer. Orada her gün yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan çıktılar mı artık sonuna kadar oraya dönmezler." dedi. ((Muhammed b. Cerîr et- Taberî, Camiu’l-Beyan fî Te’vîl’l-Kur’ân, Beyrut 1992, c: 11, s: 481)) (1)

İsrafil Balcı: Necm suresi ilk inen surelerdendir..Necm suresinde Peygamberimizin ilk vahiy tecrübesi anlatılır..Ama bizim gelenek getirmiş bunu İsra ayetiyle birleştirmiş..İsra ayetinde Peygamberimiz bir takım olağanüstülükler yaşıyor..Yaşadığı olağanüstülükleri getirip Necm Suresiyle ilişkilendiriliyor..Necm Suresi Risaletin 5. yılında da İsra suresi 10. yılda...Yani 10. yılda yaşanan İsra olayı 5. yılda nazil olan sure ile ilişkilendiriyor..(2)

Değerlendirme:
1-Görüldüğü gibi İsrafil Balcı Bayındır Hoca'nın itikadını tekzip etmiş oluyor..Bu arada rivayete derinden kuşkuyla bakan İsrafil Balcı'nın Kuran'da olmayan Necm Suresinin risaletin kaçıncı yılında olduğu, İsra olayının kaçıncı yılında gerçekleştiği bilgisini nereden bulduğu muamma..Eğer rivayetlerden gördüm aldım diyorsa tefsir amaçlı olarak rivayetleri ne zaman delil olarak alıp ne zaman almayacağınızın bir usulü var mıdır, yoksa bu iş sizin keyfinize göre mi cereyan ediyor?



2-Tefhim'de şu bilgi vardır: Nüzul Zamanı: Hz. Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet olunduğuna göre, "Necm Suresi kendisinde secde ayeti bulunduğu halde nazil olan ilk suredir." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesaî). Bu hadisin Esved b. Yezid, Ebu İshak ve Zuhir b. Muaviye'nin İbn Mes'ud'dan rivayet ettikleri bölümünden anlaşıldığına göre "Necm Suresi, Hz. Peygamber'in (s.a) Kureyş'ten bir topluluk karşısında okuduğu ilk suredir." (İbn Merduye'nin rivayeti, surenin Harem-i Şerif'de okunduğunu göstermektedir.) Bu topluluk içinde, kafirler de mü'minler de bulunuyordu. Surenin sonunda Hz. Peygamber (s.a) secde ettiğinde, İslâm düşmanı Kureyşliler ve ileri gelenleri Müslümanlarla secde ettiler. İbn Mes'ud, "Ben orada secde etmeyen bir tek kafir olarak Umeyye b. Halef'i gördüm. O da secde etmediği gibi yerden bir avuç toprak almış ve alnına sürmüş, bu bana yeter", dedi. demiştir. "İbn Mes'ud bu sözüne ayrıca "Ben bu kafirlerin küfür hali üzerindeyken öldüğünü gördüm" diye ilavede bulunmuştur.

Bu olayın bir diğer şahidi de, o döneme kadar hâlâ İslâm'ı kabul etmemiş olan Muttalib b. Veda'dır. O bu olayla ilgili olarak şunları söylemektedir. "Resulullah (s.a), Necm Suresi'nin sonunda secde ettiğinde ben secde etmedim. Şimdi bu sure ne zaman okunsa, muhakkak surette secde eder ve o zaman secde etmemekle işlediğim hatayı telafi etmeye çalışırım." (Nesaî, Müsned-i Ahmed)

"Risaletin 5. yılında Şevval ayında küçük bir topluluk Habeşistan'a hicret etmişti. Aynı senenin Ramazan ayında Hz. Peygamber'in (s.a) Necm Suresi'ni tilaveti esnasında kafirlerle Müslümanların birlikte secdeye gitmeleri hadisesi vuku buldu. Bu hadise, Habeşistan'daki muhacirlere "Mekke'de kafirler İslâm'a girdi şeklinde ulaşınca, onlardan bazıları bu haberi duyar duymaz Şevval ayında Mekke'ye geri döndüler. Fakat Mekke'de Müslümanlara yapılan zulüm devam etmekteydi. Bu olaydan sonra Müslümanlar, birincisinden daha çok sayıda olmak üzere, ikinci kez Habeşistan'a hicret ettiler." (ibn Sa'd).

Yukarıdaki rivayetlerden bu surenin Risalet'in 5. yılında nazil olduğu kesinlik kazanmaktadır...



A.Bayındır'ın sitesi: Miraçta peygamberimizin hâşâ Allah ile buluşması diye bir şey yoktur. Onun oraya çıkması Allah’ın bazı ayetlerini, kudretini gösteren alametleri görmesi içindi. İlgili ayetler şunlardır:

“Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz el-Mescidül-Aksa’ya (yeryüzüne en uzak olan mescide) götüren O Allah her türlü noksanlıktan yücedir. Gerçekten O, işitendir görendir.” (İsra, 17/1)

“O (peygamber), Cebrail’i bir başka inişinde de görmüştü. Sidretü’l- Müntehâ’nın yanında. Ki Cennet’ül-Me’va da onun yanındadır. O zaman ki, o Sidre’yi bürüyen bürüyordu. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm, 53/13-18) Yolculuğun amacını “kendisine bir takım ayetlerimizi göstermek” (İsra, 17/1) olarak açıklayan Allah Teâlâ, bu ayetlerde peygamberimizin yolculuğunun amacına ulaştığını belirterek “Andolsun ki o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm, 53/18) buyurmaktadır. İsra suresindeki ayetle Necm suresindeki bu ayetler karşılaştırıldığında aynı olaydan bahsettikleri görülmektedir. İsra suresindeki ayetler yolculuğun amacını, Necm suresindeki ayetler de yolculuğun yapıldığı mekânı, sonucunu ve bu yolculukta görülenleri anlatmaktadır. Necm suresindeki bu ayetler âlimlerin çoğuna göre mi’rac’ı anlatmaktadır.1 Demek ki Allah Teâlâ “kendisine bir takım ayetlerini göstermek için” (İsra, 17/1) peygamberini bir gece mi’rac’a çıkarmış ve bu amaca uygun olarak ona en büyük ayetlerinden göstermiştir. (Necm, 53/18) Bunlar gök katları, her katta orada bulanan peygamberlerle görüşme, Cebrail’in (as) asli suretinde görülmesi, Sidretü’l-Münteha, Cennet, Cehennem, Beyt-i Ma’mur vs. dir. (3)



Hakkı Yılmaz: Necm suresi, bazı iddiaların aksine “Miraç”ı anlatmaz. Tarihiyle, coğrafyasıyla [bir nevi koordinatlarıyla] vahyin ilk geliş şeklini Mekkelileri tanık tutarak anlatır. Gerçek ilah ile putların mukayese edildiği surede salihler övülür, yalanlayanlar kınanır ve herkesin yaptığının karşılığını göreceği bildirilir. (4)


Değerlendirme: Görüldüğü gibi Mealciler Necm suresinin miraçla ilgili olup olmadığı konusunda kendi aralarında hemfikir değiller..



İsrâ Ve Miraç Rivayetleri Üzerine



İzzet Derveze: Müfessirlerin çoğunluğu[34] bu ayetlerin. Peygamber (s)'in semaya yükselişi (miraç) olayına işaret ettiğini ifade etmişler, bununla İlgili olarak azı hariç çelişkili pek çok rivayete yer vermişlerdir. Bu rivayetlerden bir kısmi, miracın rüyada olduğunu ve Peygamber'in vücudunun bulunduğu yerden ayrılmadığını, bazıları bu olayın ruhani bir görüş olduğunu ifade etmektedir. Bazıları ise olayın uyku ile ve uyanıklık halinde meydana geldiğini anlatmaktadır. Bu bir. İkinci olarak, rivayetlerin çoğu, Miraç ve İsra olaylarını birbirine yaklaştırmakta ve her iki olayı da aynı zaman dilimine koy­makta, her iki olayda meydana gelen sahneleri bir zincir içerisinde anlatmakladır. Peygamber (s)'in, İsra olayında Mescid-i Aksa'ya ulaşmasından sonra, semaya yük­seltildiği zikredilmiştir. Bununla birlikle İsra olayına, Necm suresinden uzun bir devir sonra nazil olan İsra suresinde işaret edilmiştir. İsra suresinde sadece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürüyüş (İsra) zikredilmiştir. Nitekim İsra 1. ayetin metninde de bu görülmektedir:

"Kulunu geceleyin Mescid-i Haram'don çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Ak­sa'ya götüren O Allah eksiklikten uzaktır." Bazı rivayetler var ki; bunlar, Miraç olayına yer vermeden, sadece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya İsra /yürüyüşü belirtmekte, bazıları da var ki, İsra ve Miraç olaylarının bir defadan daha fazla olduğunu ifade etmektedir. Üçüncü olarak, rivayetler, olayın meydana geldiği vakit hakkında çelişkili haberler vermekledir. Bir rivayet îsra ve Miraç olaylarının bisetten 15 ay sonra birlikte meydana geldiğini zikretmekledir. Bu zaman dilimi Necm Sûresi'nin nüzul tarihiyle örtüşmekte ise de îsra suresinin nüzul ta­rihiyle örtüşmemektedir ki, İsra suresinin, Peygamber (s)'in Mekke döneminin ortala­rında nazil olduğu (görüşü) tercih edilmekledir. Bir diğer rivayet, her iki olayın da bisetten beş yıl sonra meydana geldiğini belirtmekledir. Bu ise İsra suresinin nüzul tari­hiyle uyuşmakla fakat Necm Suresinin nüzul tarihiyle uyuşmamaktadır. Zira Necm Sû­resi İsra'dan çok önceleri nazil olmuştur:

Başka rivayetlere göre, her iki olay hicretten beş veya bir yıl önce meydana gelmiş­tir. Bu zaman ise her iki surenin de iniş tarihleri ile uygunluk arz etmemekte. Dahası, çok tuhaf bir rivayet de iki olayın hicretten bir yıl önce olduğunu belirtmektedir. İsra ve Miraç olaylarının anlatıldığı rivayetlerde tuhaf bazı açıklamalar vardır:



- Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa yolculuğu esnasında Peygambere seslenen yaşlı bir kadın;

- Allah'ın bütün Peygamberleri Mescid-i Aksa'da toplaması

- Ve Peygamberin göğe merdiven dayaması ve gök kapılarının birbiri arkasından açılması gibi gök hakkında doğru olmayan açıklamalar, Allah'ın peygamberlerden bir gurup ile göklerde buluşması,

- Arş. Levh, Kalem, Sidretül Münteha, gibi lafızların maddi şekillerde anlatımı

- Peygamber (s)'in Rabbini ve devasa şekilleriyle melekleri görmesi, cennet, cehen­nem, cehennem ehlinin azabı, cennet ehlinin ödüllendirilmesi.

- Beş vakit namazın farz olma şekli, Musa'nın uyarısı ile namazın hafifletilmesi için, Peygamber'in bir kaç kez Allah huzuruna inip-çıkması; bunun sonucu olarak da aslında 50 vakit olan namazın 5 vakte indirilmesi,

- Peygamber'in karnının yarılması ve kalbinin çıkartılıp yıkanması, vs.



Bütün bunlar gösteriyor ki, şu an konumuzu teşkil eden Necm suresi ayetleri ile İsra ve Miraç ile ilgili anlatılan ruhani-ilahi tablo irtibatlandırılmakta ve her iki olay tek bir satıhta birleştirilmek istenmektedir. Daha önce geçen ayetlerin izahını yaparken söylediklerimizin doğru olduğu görü­şündeyiz: Buradaki ayetler Tekvir suresinde anlatılan tablo ile alakalıdır ki bu ayetler bundan sonra vaki olan benzer bir olayı aydınlatmıştır. Biz olayın künhüne vakıf olama­yız. Elimizde olayı, özellikle de "sidretü'l-münteha" ve "cennetü'l-me'vâ"' boyutunu açıklığa kavuşturmaya yardım edecek kesin bir delil de bulunmamaktadır. Bir hususa daha dikkat çekmek istiyoruz ki, biz bu anlattıklarımız içerisinde İsra ve Miraç hadisesini, iki olay etrafında rivayetlerin anlattığı ayrıntıları tamamen reddet­tiğimizi söylemiyoruz. Bunları Allah'ın kudreti ve Peygamberi ile ilişkisi çerçevesine girdiği gaybi hususlar olarak değerlendirmek gerekir. Bunları sıradan akıl ile idrak ve maddi bakış açısıyla mukayese etmek imkansızdır. Kur'an nassı ve Rasulullah'ın söylediği sabit olan haberler, herhangi bir ilaveye ve tahmine gitmeden, nassın durduğu sınırda durulması gerekli imanî gerçeklerdir, Bununla birlikte biz Miraç konusuyla ilgili hâlin uykuda ve rüya halinde olduğunu belirten rivayeti tercih ediyoruz. Allahu Âlem. (Allah en iyisini bilir)[35] [36]

Dipnot:

[34] Necm ve İsra surelerinin tefsirleri hk. bkz. Taberi, İbn Kesir, Nisaburi Begavi, Tabresi, Hazin, İbn Kesir belki de bu rivayet, söz ve hadisleri en fazla cem'edendir.

[35] İsra suresinin ilk ayet yorumuna bakınız.

[36] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/159.



İslamoğlu gönülsüz de olsa Miraçla İrtibatlandırıyor gibi:



18-) Lekad rea min âyâti Rabbihil Kübra hakikaten de o rabbinin en büyük ayetlerinden bazılarını, en büyük sembollerinden bir kısmını görmüş oldu.. Bir benzeri İsra suresinde yer alır bu ayetin. Subhanelleziy esra Bi abdihi leylen minel Mescidil Harami ilel Mescidil Aksalleziy barekna havlehu linüriyehu min âyâtina. (İsra/1) Evet, Min âyâti, O’nun ayetlerinden bir kısmını. Hepsini değil, altı çizilmesi gereken nokta burası. Yani O’nun mucizelerinin tamamını değil bir kısmını gördü. Razi; Allah’ı değil raa rabbeh değil Min âyâti rabbih, rabbinin ayetlerini gördü şeklinde açıyor bu ibareyi. Rabbini gördü ile rabbinin ayetlerini gördü çok farklı şeyler diyor. Onun için bazı müfessirlerin rabbini gördü diye algılamasını adeta metne zorla ve sonradan giydirilmiş bir algılama olarak görüyor. Efendimiz mirac hadisinde, daha doğrusu hadislerinden birinde öyle buyuruyor. “Öyle bir yere vardım ki kalemlerin cızırtısını işitiyordum ötelerden gelen.” Bu aslında maddi ve fiziki dünyanın bitip metafizik dünyanın başladığı sınır. Yani meleğin bile bir adım atarsam yanarım dediği bir sınır beklide bilmiyoruz. Hatta bu hadislerde Resulallah’ın ondan ötesinde Burak’a binip ötelere aldığını dile getirilir. Şah Veliyullah Dihlevi, Resulallah’ın miracta Burak’a bindiğini, binişini çok güzel biçimde te’vil eder. Der ki; Yani Burak bir hayvan olarak temsil edilir. Nefsi hayvaninin sırtına bindi, ona galip geldi ve onu aşarak nefsi ruhani ile mevlaya yüceldi. Yani kendi potansiyelinin sınırına nefsi ruhani ile yüceldi. Anlamını verir. Ki gerçekten hoş bir anlam. (5)



Bu yazısında daha net:

Peygamberimiz de davet sürecinin en zor yıllarında miracla ödüllendirildi. Bedenin bittiği an, ruhun önünde ufuklar açılırdı. Miraçla bu gerçek gösterildi. Onun son miracı, çevrenin baskısının en şiddetli anında yaşanmıştı. Allah Rasulünün miracı hakkında sorular sorup, cevaplarını Kur'an'dan alalım:

-Rasulullah bir kez mi miraç etti?

-Necm suresi bu soruya, birden fazla diyor .

-Rasulullah miracta ne gördü?

-"Rabbinin ayetlerinden bir kısmını" gördü (17:1). Gördüğü ayetlerin en büyüğü vahiy meleği idi (53:18). Onu, asli suretinde gördüğünü Allah Rasulü ifade etti. Yine miraçta müminlere vaat edilen cennet bir biçimde gösterildi (53:15). (6)

-----

Açıklama

Tefhimul Kur'an-Mevdudi, (Necm Suresi);

6- (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. 6Hemen doğruldu.7

7- O, en yüksek bir ufuktaydı.

8- Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.

9- Nitekim (ikisi arasında uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha da yakınlaştı.8

10- Böylece O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti.9

11- Onun gördüğünü gönül yalanlamadı.10

12- Yine de siz görmüş olduğu üzerinde onunla tartışacak mısınız?

13- Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü.

14- Sidretü'l-Münteha'nın yanında.

15- Ki Cennetü'l-Me'va 11onun yanındadır.

16- Sidreyi örten örtmekte iken,12



AÇIKLAMA

6-"zümarrete" İbn abbas ve Katade'ye göre "güzel ve şahane", Macahid, Hasan Basri İbn Zeyd ve Süfyan Sevri'ye göre 'kuvvetli', Said b. Müseyyeb'e göreyse, "hikmet sahibi"dir. Hz. Peygamber'den (s.a.) rivayet edilen bir hadiste "zu mirre", sağlam, sıhhatli anlamında kullanılmıştır. Lugatta bu kelime, sağlam akıllı ve akıl sahibi anlamına gelir. Allah Teâlâ burada, Cibril için çok yönlü bir kelime kullanarak, onun akıl ve beden bakımından kemale erişmiş bir varlık olduğunu vurgulamıştır. Urducada bu kelimenin tam karşılığı olmadığı için, biz bunu "hikmet sahibi" olarak tercüme ettik. Çünkü Cibril'in bedenî kuvvetlerinin kemali hakkında başka ayetlerde de izah yapılmıştır.



7-"Ufuk kelimesiyle, güneşin doğduğu ve gündüzün aydınlığının yayıldığı yer, yani gökyüzünün doğu tarafı kastolunmuştur. Aynı ifade Tekvir: 23'de, "Ufuk'ıl-Mübin" şeklinde geçmiştir. Bu iki ayetten de anlışıldığına göre, Cibril ilk kez Hz. peygamber'e (s.a) gökyüzünün doğu tarafında gözükmüştür. Çeşitli rivayetlere göre Cibril, o zaman Allah'ın kendisini yarattığı asıl suret üzre idi. İleride ilgili rivayetler zikrolunacaktır.



8-Yani, "Cibril, gökyüzünün doğu tarafında göründü ve Hz. Peygamber'e (s.a) yaklaşarak havada durdu. Sonra daha da yaklaştı, hatta o kadar yaklaştı ki, aralarındaki iki yay veya ondan daha az bir mesafe kaldı" Müfessirler genelde "" ifadesini iki yay ile karşılamışlardır İbn Mes'ud ve İbn Abbas "Kays" kelimesini "zir'a" şeklinde tercüme etmişlerdir. Yani aralarında iki zir'a mesafesinde bir uzaklık kalmıştır.

"Aralarındaki mesafe iki yay veya ondan daha az idi." şeklindeki ifadeden (neuzubillah) Allah'ın söz konusu mesafeyi hesaplamaktan aciz olduğu anlamı çıkarılamaz. Böyle bir izah tarzı, tüm yayların aynı uzunlukta olmayışındandır. Dolayısıyla bu mesafenin eksik ya da fazla olması mümkündür.



9-"Kuluna vahyettiğini vahyetti" şeklindeki ifadeyi iki şekilde de anlamak mümkündür. Birincisi, "O (Cibril) Allah'ın kuluna vahyettiğini vahyetti." İkincisi O (Allah) kendi kuluna vahyettiğini vahyetti." Birinci anlamı ele alırsak, Cibril'in Allah'ın kuluna vahyettiği anlaşılır. İkinci anlamı ele alırsak, Allah'ın Cibril vasıtasıyla kuluna vahyettiği anlaşılır. Müfessirler bu her iki anlamı da öne sürmüşlerdir. Ancak siyak ve sibak içinde bir değerlendirme yapıldığında, birinci anlamın daha uygun olduğu görülür. Nitekim Hasan Basri ve İbn Zeyd'in bu görüşte oldukları nakledilir. Burada "Hu" zamirinin (Abdihi), başlangıçtan beri isminin zikredilmemesine rağmen Allah'a nasıl izafe edilebileceği sorulacak olursa, şu şekilde bir cevap verilebilir. Şayet o izafe olunan, belli bir şahıs ise, onun zikri geçmese bile, zamir kendiliğinden ona işaret eder. Nitekim Kur'an da bu tür örnekler vardır. Örneğin, "Şüphesiz Allah onu Kadir Gecesi'nde indirdi" ayetinde, açıkça zikredilmemesine rağmen, ayetlerin siyakından (sonrasından) Kur'an'ın kastedildiği anlaşılmaktadır. Yine "Eğer Allah yaptıkları yüzünden insanları hemen cezalandıracak olsaydı, onun üstünde canlı bir yaratık bırakmazdı." (Fatır 45) ayetinde kendisi açıkça zikredilmemesine rağmen kastedilenin yeryüzü olduğu açıkça bellidir.

"Biz ona şiir öğretmedik, bu zaten ona yakışmaz" ayetinin ne öncesinde ne de sonrasında Hz. Peygamber'in (s.a) hiç zikri yoktur. Ama sözün gelişinden Hz. Peygamber'in (s.a) kastedildiği açıkça ortadadır. Rahman Suresi'nde de, "Üzerinde bulunan herşey yok olacaktır" denilirken, ayetin ne öncesinde ne de sonrasında zikri geçmemesine rağmen, yeryüzünün kastolunduğu bellidir. "Biz onları yeniden inşaa ettik." (Vakıa: 35) ayetinde, cennetteki kadınlardan bahsetmesine rağmen, onların ismi zikredilmemiştir. Bununla beraber, yukarıdaki ayetten de Cibril'in kendi kuluna vahyettiği anlamı çıkarılamaz. Dolayısıyla buradan, Cibril'in Allah'ın kuluna vahyettiği ya da Allah'ın Cibril vasıtasıyla kuluna vahyettiği anlaşılır.



10-Yani, Rasûlullah (s.a) O'nu gündüzün aydınlığında gördüğü için, bunun bir cin, şeytan, hayal ya da rüya olduğu şeklinde bir şüpheye kapılmamıştır. Net bir şekilde gördüğünden dolayı da O'nun Allah'dan vahiy getiren Cibril olduğu konusunda bir tereddüt duymamıştır.

Burada insan Hz. Peygamber'in (s.a) bu kadar istisnai bir vakıayı müşahede etmiş olmasına rağmen, gördüğü şeyin, hayal, cin veya şeytan olabileceği şeklinde neden bir şüpheye düşmediğini düşünebilir ve dolayısıyla bunun nedenini sorabilir. Bize göre bu sorunun beş şıkka dayanan bir cevabı vardır:

1-a) Rasûlullah (s.a) bu vakıayı gündüzün aydınlığında görmüştür. Yani, uyku esnasında bir rüya olarak veya yarı uykulu iken ya da derin düşüncelere daldığında değil, tıpkı insanın gündüzün aydınlığında etrafındakileri net bir şekilde gördüğü gibi görmüştür. İnsan bu şekilde her gördüğü şeyden (dağlar, nehirler, evler vs.) şüphe etmiyorsa, Hz. Peygamber (s.a) de apaçık bir hakikat olarak gördüğü bu manzaradan şüphe etmemiştir. Bunu dış (âfâkî) bir neden olarak öne sürebiliriz.

1-b) İçsel (enfusî) diye niteleyebileceğimiz diğer bir neden, içinde bulunduğu haleti ruhiye dolayısıyla, Hz. Peygamber'in (s.a) yanlış bir şey görmediğine inanmasıdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) Cibril'i ruhen uyanık ve musait bir vaziyette görmüştür. Daha önceden zihninde bu tür hayaller kurmadığı için, gördüğü manzarayı hayal olarak nitelememiştir. Aksine O, şuuru yerinde iken O'nu görmüştür.

1-c) Ayrıca karşısındaki varlık, o kadar harikulede bir güzelliğe sahipti ki, Hz. Peygamber (s.a) böyle bir güzelliği tasavvur dahi etmemişti. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a) gördüğü varlığın kendisinin hayallerinin bir ürünü olduğunu veya bu özelliklere sahip bir cinle karşılaştığını düşünmemiştir. İbn Mes'ud'un Rasûlullah'dan (s.a) rivayet ettiği bir hadise göre O, "Ben Cibril'i 600 kanatlı olarak gördüm" demiştir. (Müsned-i Ahmed). İbn Mes'ud'un izahına göre, Cibril'in bir kanadı bile o kadar büyüktü ki, adeta ufku kaplamıştı. Allah bunu "Şedid-ül Guva' ve 'Zu mirre" sıfatlarıyla ifade etmiştir.

1-d) Hz. Peygamber'e (s.a) vahyi aktarmak için görevli varlık, itimat telkin eden ve emin bir şahsiyete sahipti. Rasûlullah'a (s.a) kainatla ilgili öğrendiği ilmi anında aktarıyordu. Aktarılan bu bilgi, onun zan ve hayal sınırlarını aşmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a) önceden edindiği böyle bir bilgi yoktu. Dolayısıyla O, zihninde kendisine bu bilgiyi aktaran varlığın, cin veya şeytan olabileceği ihtimalini düşünmemiş, hatta bu tür bir tereddüde kapılmamıştır. Zira şeytan, şirke rağmen Tevhid, cahiliyyeye rağmen yüksek ahlâk ve fazilet, zulüm ve haksızlığa rağmen ise Allah'ın birliği hakkında bilgi aktarmaz.

1-e) En önemli neden; Allah'ın Peygamberlik görevi gibi yüce bir makama seçtiği kimsenin kalp ve zihnini şek ve şüphelerden arındırmasıdır. Artık o kimse, Allah'ın tevfikiyle her gördüğü ve duyduğu hakikatı "şerh-i sadr" ve "itminan-ı kalb" ile tasdik eder. Kendisine vahiy ilham ve diğer yollarla gelen bilgiler hakkında kuşkuya düşmez. Çünkü Allah tarafından gönderilen mesaja, şeytanın müdahale edemeyeceğini çok iyi bilir. Allah'dan başkasının kelamı karışmış olsa bile, yine de geri çevirebilecek bir şuur ve hissiyat, tüm peygamberlere Allah tarafından verilmiştir. Faraza böyle bir şey olsa hemen fark ederler. Tıpkı balığın yüzmesinden, kuşun uçmasından ve insanın kendi varlığından şüpheye düşmediği gibi, bir peygamber de "Ben Allah'ın elçisi miyim?" şeklinde herhangi bir şüpheye düşmez.



11-Bu, Hz. Peygamber'in (s.a) kendisini asıl suretiyle gördüğü Cibril ile yaptığı ikinci görüşmeye işaret etmektedir. Bu görüşmenin vuku bulduğu yerin adı olarak, "Sidretu'l-Münteha" ifadesi kullanılmış ve yanında da "Cennet'ul- Me'va" olduğu bildirilmiştir.

"Sidretu'l-Münteha", bir sıra ağacın en sonundaki ağaca atfen kullanılır. Nitekim Allame Alusi, Ruhu'l-Meani adlı eserinde bu hususu şöyle açıklar: "Tüm ilimler orada son bulur ve ötede bulunan herşeyi Allah bilir." İbn Cerir de aynı açıklamayı hemen hemen kabul eder. İbn Esir ise, "En Nihaye fi Garibi'l-Hadis" adlı eserinde şöyle bir açıklama yapar: "Bu hususu anlamak, yani maddi dünyanın son sınırındaki "Sidre"nin keyfiyetini bilebilmek çok güçtür." Mahiyeti ne olursa olsun Allah Teâlâ, insanların lisanındaki "Sidre" kelimesini seçip kullanmıştır." Cennetu'l-Me'va' ise lugatte, barınılacak, oturulacak yer anlamına gelir. Hasan Basri'ye göre bu Cennet, mü'minlerin gireceği cennettir. O, bu ayetten yola çıkarak cennetin gökte olacağını söyler. Katede ise bu cenneti şehid ruhlarının gideceği cennet olarak kabul eder. Yani Ahirette verileceği vaad edilen cennet değildir. Nitekim İbn Abbas da aynı kanaattedir. O ayrıca şöyle der: "Ahirette va'd edilen cennet gökte değil, bu dünyada olacaktır."



12-Yani, O'nun keyfiyetini ve niceliğini aktarmak mümkün değildir. İnsanın tasavvur edemeyeceği boyutlarda olduğu gibi izah etmekte mümkün değildir.



17- Göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) taşmadı.13



18- Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanını gördü.14



AÇIKLAMA



13-Yani, Hz. Peygamber (s.a) o kadar çok tahammül sahibi idi ki, orada tecelli eden olaylar, onun gözlerini kamaştırmadı, kendisini rahatsız etmedi ve sakin bir şekilde müşahede etmeye devam etti. Diğer yandan gayet teveccüh, kemal-i zabt ile dikkatini, çevresiyle hiç ilgilenmeden meleklerin çağırdığı maksat üzerinde toplamıştı. Bu meseleyi şöyle bir örnekle açıklamak mümkün: Büyük ve kuvvetli bir hükümdar tarafından, huzura çağrılan bir kimsenin, hükümdarın sarayında ömrü boyunca görmediği müthiş bir debdebe ve ihtişam ile karşılaştığını düşünelim.

Şayet bu kimse yüksek meziyetlere sahip değilse, şaşkınlık ve hayret içinde kalarak, sürekli sağa sola bakacaktır. Fakat yüksek meziyetleri olan ve edep sahibi bir şahıs, ne bir şaşkınlık içine düşer ne de orada gördüğü harikulede manzaradan etkilenir. Aksine vakar içinde, huzura niçin çağrılmışsa, dikkatini ona verir. İşte Rasûlullah'ın (s.a) aynı şekilde hasletleri bu ayette beyan edilmiştir.



14-Ayetten açıkça anlaşıldığı gibi, Hz. Peygamber (s.a) Allah'ı değil, O'nun büyük ayetlerini görmüştür. Siyak ve sibakdan bu olayın ikinci görüşmede vuku bulduğu anlaşılmaktadır. İlk kez onu Ufuku'l-Ala da görmüştü ve bu, Allah değildi. İkincisinde ise "Sidretu'l-Münteha"da görmüştü o da Allah değildi. Rasûlullah (s.a)her ikisinde de Cibril'i görmüşdü. Eğer Hz. Peygamber (s.a) Allah'ı görmüş olsaydı muhakkak bu kadar büyük bir hadiseyi açıkça anlatmış olması gerekirdi. Kur'an'da Hz. Musa, Allah'ı görmeyi arzu ettiğinde Allah Teâlâ kendisine, "sen beni göremezsin" demiştir. Yani Hz. Musa'ya böyle bir şeref verilmemiştir. Şayet bu şeref, Hz. Peygamber'e (s.a) verilmiş olsaydı, Allah onu açıkça beyan ederdi. Ayrıca Kur'an'da, miras hadisesiyle ilgili olarak aynı ifade kullanılmıştır: "O'na (Peygambere) ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye..." (İsra: 1) Söz konusu ayette ise, Hz. Peygamber'in (s.a) Sidret'ul-Münteha'da, Allah'ın büyük ayetlerini gördüğünden bahsedilerek aynı ifadeler kullanılmıştır.

Aslında Kur'an'ın bu ayetlerinden, Hz. Peygamber'in (s.a) Allah'ı değil, O'nun ayetlerini gördüğü açıkça ortadadır. Fakat bu ihtilaf, bir takım hadisler yüzünden meydana gelmiştir. Bunun için de, biz, çeşitli sahabelerden bu konuyla ilgili rivayet edilen hadisleri aşağıda nakletmeyi istedik:

1-a) Hz. Aişe (r.a)'dan gelen rivayetler.

Hz. Mesruk şöyle beyan etmiştir: "Bir defasında ben Hz. Aişe'ye, "Ya validemiz! Hz. Peygamber (s.a) Allah'ı gördü mü?" diye sorunca, o: "Senin bu sorun tüylerimi ürpertti" diye cevap verdi. "Şu üç şeyi iddia edenin yalan söylemiş olduğunu nasıl unutursunuz!" İlk olarak Hz. Peygamber'in (s.a) Allah'ı görmediğini söyleyip, şu ayetleri okumuştur. "Gözler onu görmez", "Allah bir insanla konuşmaz, ancak vahiyle yahut perde arkasından veya bir elçisini gönderip dilediğini vahyeder." Daha sonra da şöyle dedi: "Rasûlullah (s.a) Cibril'i iki kez asıl suretinde gördü." (Buhari, Kitabu'l-tefsir.)

Aynı hadisi, Buhari, "Kitabu't-Tevhid" ve "Kitab'u Bidau'l-Halk" bablarında yine Hz. Mesruk kanalıyla şöyle nakletmiştir: Hz. Aişe'nin bu cevabı üzerine kendisine "Sonra yaklaştı, sarktı" ayetinin anlamını sordum. Bunun üzerine o, "Bununla Cibril kastedilmektedir. O her zaman Rasûlullah'a (s.a) insan şeklinde geliyordu, ama bu sefer asıl suretinde gelmiş ve tüm ufku kaplamıştır" dedi.

İmam Müslim "Kitabul-İman Sidretu'l-Münteha'nın zikri" babında Hz. Aişe ile Hz. Mesruk arasındaki konuşmayı şu şekilde nakletmiştir. Ancak bu rivayette dikkat edilecek nokta, "Kim Allah'ı gördüğünü iddia ederse, o Allah'a iftira etmiştir." şeklindeki ifadedir. Nitekim Hz. Mesruk şöyle anlatıyor: "Ben arkama yaslanıyordum, aniden dik oturdum ve "Ey mü"minlerin annesi! acele etmeyin. Allah, "Onu yüksek ufukta iken gördü" ve "Andolsun onu bir kez daha inerken gördü" diye buyurmamış mıdır? dedim. Hz. Aişe şöyle cevap verdi: "Ümmetin içinde Hz. Peygamber'e (s.a) bu konuda ilk soruyu ben yönelttim. O da "Bununla Cibril kastolunuyor. Ben onu iki kez Allah'ın yarattığı asıl suretinde gördüm. İkisinde de gökten iniyordu. Öyle ki, görüntüsü tüm ufku kaplamıştı" diye cevap verdi bana.

İbn Merduye yine Hz. Mesruk kanalıyla, ilgili rivayeti şu şekilde nakletmiştir. "Hz. Aişe, herkesden önce Hz. Peygamber'e (s.a.) "Rabbini gördün mü?" diye ben sordum. O da, "Hayır, Ben Cibril'i gökten inerken gördüm" diye cevap verdi demiştir."

1-b) Abdullah b. Mes'ud'dan (r.a) gelen rivayetler:

Zir bin Humeyş'in, İbn Mes'ud'dan rivayet ettiğine göre, O "fe kâne kabe kavseyni ev edna" ayetini şöyle tefsir etmiştir: "Rasûlullah (s.a) Cibril'i 600 kanatlı olarak görmüştür" (Buhari, Kitabu't-Tefsir, Müslim, Kitabu'l-İman, Tirmizi, et-Tefsir).

İmam Müslim'in naklettiği başka bir rivayete göre, İbn Mes'ud "O'nun gördüğünü kalbi yalanlamadı" ayetini de aynı şekilde tefsir etmiştir.

Müsned-i Ahmed'te İbn Mes'ud'un bu tefsiri Zir b. Hubeyş'in dışında ayrıca Abdurrahman b. Yezid ve Ebu Vayl tarafından da rivayet edilmiştir. Ayrıca yine Zir bin Hubeyş'den nakledilen iki rivayet daha vardır. Hubeyş İbn Mes'ud'dan şöyle rivayet eder: "İbn Mes'ud, O'nu Sidret'ul-Münteha'nın yanında gördü. " ayetini tefsir ederken Rasullah. "Ben Cibril'i Sıdretu'l-Münteha'da 600 kanatlı olarak gördüm" dedi, demiştir" İmam Ahmed, aynı konudaki başka bir rivayeti, Şakik b. Seleme kanalıyla nakletmiştir. Bu rivayete göre İbn Mes'ud, "Rasûlullah, Cibril'i Sidretu'l-Münteha'da asıl suretinde gördü." demiştir.

1-c) Ata b. Ebi Rebiha, "Andolsun onu birkez daha inerken gördü." ayeti hakkında Ebu Hureyre'ye sorduğunda O, "Hz. Peygamber (s.a) Cibril'i görmüştü" diye cevap verdi (Müslim, Kitabu'l-İman)

1-d) İmam Müslim, Ebu Zer'den, Abdullah b. Şakik kanalıyla gelen iki rivayeti, Kitabu'l-İman'da şu şekilde nakletmiştir: 1) Ebu Zer, Hz. Peygamber'e (s.a) "Ya Rasûlullah, Rabbini gördün mü?" diye sormuş, O da "Ben O'nun nurunu gördüm" diye cevap vermiştir 2) "Ben sadece nur gördüm" demiştir. Bu hususu İbn Kayyım, Zadu'l-Mead'da şöyle izah eder. "Birinci ifadenin anlamı ", Ben Allah'ı değil, O'nun nurunu gördüm şeklindedir."

Nesei ve İbn Ebi Hatim, Ebu Zer'in sözünü, "Rasûlullah (s.a) Rabbini gözleriyle değil, kalbiyle gördü" şeklinde nakletmişlerdir.

1-e) İmam Müslim, Kitabu'l-İman'da, Ebu Musa el-Eşari'den bir rivayeti şu şekilde nakletmiştir: "Mahlukun gözleri Allah'a kadar ulaşamaz."

1-f) Hz. Abdullah İbn Abbas'dan gelen rivayetler:

İmam'ı Müslim'in İbn Abbas'dan naklettiği bir rivayete göre, "Rasûlullah (s.a) Rabbini iki defa kalbiyle görmüştür." (Aynı rivayet Müsned-i Ahmed'de de kayıtlıdır.)

İbn Merduye, Ata bin Ebi Rebiha kanalıyla İbn Abbas'ın şu sözünü nakletmiştir. "Rasûlullah (s.a) Rabbini gözleriyle değil, kalbiyle görmüştür."

Nesei, İkrime kanalıyla İbn Abbas'ın şu sözünü nakleder: "Niçin hayret ediyorsunuz? Allah, Hz. İbrahim'i dost edindi, Hz. Musa ile konuştu ve Hz. Muhammed'e kendini gösterdi." (Hakim de aynı sözü nakleder ve sahih olarak kabullenir.)

Tirmizi, Şa'bi kanalıyla İbn Abbas'ın bir mecliste şöyle söylediğini nakleder: "Allah, Ruyeti ve Kelamı Hz. Musa ile Hz. Muhammed (s.a) arasında taksim etmiştir. Hz. Musa iki kez Allah ile konuşmuş ve Hz. Muhammed de (s.a) iki kez Allah'ı görmüştür. Bu konuşmayı işittikten sonra Hz. Mesruk, Hz. Aişe'nin yanına giderek O'na, "Rasûlullah (s.a) Allah'ı gördü mü?" diye sormuştur. Hz. Aişe, "senin bu sorun tüylerimi ürpetti" dedikten sonra, aralarında yukarıda zikrettiğimiz konuşma geçmiştir.

Tirmizi, İbn Abbas'dan rivayet edilen üç görüşü şu şekilde nakleder.

1) Rasûlullah (s.a) Allah'ı görmüştür.

2) Allah'ı iki kez görmüştür.

3) Allah'ı kalbiyle görmüştür.

Müsned-i Ahmed'de İbn Abbas'dan bir-iki rivayet daha nakledilir. O, Rasûlullah'ın (s.a) "Ben Allah'ı gördüm" dediğini söyler. Diğer rivayette ise şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a) "Bu gece Rabbim bana en güzel şekilde geldi" diye buyurduğunda, ben, Rasûlullah'ın (s.a) Allah'ı rüyasında gördüğünü anladım."

Taberani ve İbn Merduye, İbn Abbas'tan başka bir rivayeti şu şekilde nakletmişlerdir: "Rasûlullah (s.a) Rabbini iki kez gördü. Birinde gözleriyle, diğerinde ise kalbiyle"

1-g) Muhammed b. Kaab el-Kurzî'nin nakline göre, bazı sahabiler Hz. Peygamber'e (s.a); "Ya Rasûlallah! Sen Allah'ı gördün mü?" diye sormuş ve o da "Ben O'nu iki kez gördüm" demiştir. (İbn Ebi Hatım) İbn Cerir ise aynı sözü şu şekilde nakleder: "Ben O'nu gözlerimle değil kalbimle gördüm."

1-h) Şerik bin Malik kanalıyla Hz. Enes b. Malik'den miraç hakkında şöyle bir rivayet bulunmuştur. "Rasûlullah (s.a) Sidretu'l-Münteha'ya ulaştığında, Allah O'na yaklaştı ve üstüne sarktı, hatta o kadar yakınlaştı ki aralarında iki yay veya ondan daha az bir mesafe kaldı. Ondan sonra emirlerden bir emirle 50 vakit namazı farz kıldı. Bu hadise, İmam Hattabi, Hafız b. Hacer, İbn Hazm ve el-Cami Beyne'l-Sahiheyn sahibi hafız Abdulhak, senet ve metin yönünden itiraz etmişlerdir. Onların itiraz ettikleri en önemli nokta, sözkonusu hadisin metninin Kur'an'ın açık ifadelerine ters düşmüş olmasıdır. Çünkü Kur'an her iki Ruyeti de zikreder ve ikisinin de, biri Ufuku'l Ala'da, diğeri Sidretu'l-Münteha'da olmak üzere ayrı zaman ve mekanlarda vuku bulduğunu söyler. Fakat yukarıdaki hadislerde her iki Ruyeti birbirine kavuşmuştur. Dolayısıyla bu hadisi kabul etmek mümkün değildir.

Son tahlilde yukarıda zikrettiğimiz rivayetlerin sıhhatli olanlarının İbn Mes'ud ve Hz. Aişe'den gelenler olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu iki kişi de, Rasûlullah'ın (s.a) Allah'ı değil, Cibril'i gördüğünü ittifak ile söylemişlerdir. Ayrıca bu rivayetler, Kur'an'ın ifadeleriyle de mutabakat arzetmektedir. Ayrıca Ebu Zer'den ve Ebu Musa el-Eşari'den nakledilen hadisler bu hususu teyid ediyorlar. Bunların aksine İbn Abbas'dan gelen rivayetler karma karışıktır ve çelişkilerle doludur. Nitekim bu rivayetlerin hiçbiri Hz. Peygamber'e (s.a) kadar ulaşmaz. Bu konudaki istisnalar içerisinde de, Kur'an'da zikredilen, "Ru'yet" hakkında bir açıklama yoktur. Ancak bir rivayette açıklama bulunuyor, onda da "Benim anladığıma göre Rasûlullah (s.a) Allah'ı rüyada görmüş" denilmektedir. Dolayısıyla bu rivayetlerin İbn Abbas'a ait olduğu şeklindeki iddialar güven verici değildir. Muhammed bin Ka'b el-Kurzi'nin naklettiği rivayete gelince, hangi sahabilerin soru yönelttikleri zikredilmemiştir. Yine o, Hz. Peygamber'in (s.a) Allah'ı gördüğü şeklindeki iddiayı reddeden başka bir rivayeti nakletmiştir.

***

(1) http://www.suleymaniyevakfi.org/roportajlar/isra-ve-mirac.html

(2) https://www.youtube.com/watch?v=5KcoZ4Y7Wl4&t=14&t=28m33s

(3) http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/mirac-hadisesine-kuranda-yer-veriliyor-mu-bu-isin-asli-nedir.html

(4) http://www.istekuran.com/index.php?page=necm

(5) https://www.youtube.com/watch?v=rhe7ZByTSgo&t=41m30s

(6) http://www.mustafaislamoglu.com/yazar_487_8_mirac-ilerleme-mitine-karsi-yucelme-hakikati-.html
Devamını Oku »

İslamoğlu: Şafii'ye göre Kur'an sünneti neshedemez , sünnet Kur'an'ınesh eder

İslamoğlu: Şafii'ye göre Kur'an sünneti neshedemez , sünnet Kur'an'ı nesh eder


Allah Allah...Allah Allah!

İslamoğlu: Şafii'ye göre Kur'an sünneti neshedemez , sünnet Kur'an'ı nesh eder..Allah Allah..Allah Allah.."(1)

Hakikaten Allah Allah..Bu kadar basit bir fıkhi meseleyi hem bilmemeye Allah Allah, hem bilmeyip te konuşmaya Allah Allah..

İslamoğlu, bu uydurma bilgiyle İmam Şafii'ye söylemediği şeyi izafe ediyor.. Doğrusu şudur:

Şafiî ispat ediyor ki, nesih Kitapta da olur. Sünnette de olur. Ki­tabın neshi Kitapla olur, Sünnetin neshi de Sünnetle olur. Yani Kitabı Kitap, Sünneti de Sünnet nesheder. Kitapla Sünnet, Sünnetle Kitap ara­sında nesih cereyan etmez.

Şafii Kitabın neshini beyana başlayarak diyor ki: "Allâhu Teâlâ onlara bildirdi ki, Kitaptan neşrettiklerini ancak Kitapla neshetmiştir. Sünnet Kitabı neshedemez. Sünnet Kitaba tabi'dir, Allâhu Teâlâ'nın mücmelen inzal ettiklerinin manasını açıklar."

Bu sözleriyle Şafii, Sünnetin Kitabı neshetmesinin mümkün olmadı­ğını ispat ediyor. Sünnet haber-i hassa değil, haber-i amme de olsa, hat­tâ haber-i vâhid değil de mütevâtir dahi olsa Kitabı neshedemez. (2) [Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.] (2)

*
(1) http://www.youtube.com/watch?v=qh9p3OC0u4M
(videonun 6.30. dakikası)
(2) http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=2014&BID=34
Devamını Oku »

Mustafa İslamoğlu'nun İmam Evzai'ye iftirası

Mustafa İslamoğlu'nun İmam Evzai'ye iftirası

İmam Azam'a Hücumlar Neden İleri Geliyordu?

Onun hakkında ihtilaflar acaba neden ileri geliyordu. Bu­nun sebepleri ne idi? İleride yeri gelince bu bahse temas edeceğiz. Ancak bur da o sebeplerden birini, diğerlerinin esası sayılabilecek olanını hemen açıklayalım ki, o da şudur: Ebu Hanife haiz ol­duğu şahsi nüfuz ve ilmî kudreti ile fıkha öyle bir istikamet verdi ki, bu ders halkasının hudutlarını aştı, hatta kendi muhitini geçe­rek diğer islâm ülkelerine yayıldı, islâm devletinin birçok yerlerinde onun görüşünden ve düşüncelerinden bahsedilir oldu. Bun­lar muvafık, muhalif herkesçe duyuldu. Muhalif olan beğenmiyor­du, muvafık olan ona taraftar çıkıyordu. Yalnız naslara bağlanıp başka şeye bakmayan birinci grubu muhalifler, dinde re'y ve kıya­sı mutlak olarak bid'at sayıyorlar, bunları şiddetle inkâr ediyor­lardı.

Çok defalar vera' ve takva sahibi olan o büyük imamın kail olmadığı şeyleri onun görüşü hilafına dahi olsa, öyle imiş gibi he­sap edip ona ezbere hücum ediyorlar, delilini ve söyleyenini bil­meden, bidat görüşü diye dil uzatıyorlardı. Belki de İmam-ı Azam'ı görseler, onun delilini ne veçhile olduğunu bilseler, hücum eden bu keskin diller biraz hafiflerdi. Hatta belki onu takdir edip ona muvafakat ederlerdi. Bu hususta şunu rivayet ederler: Ebu Hanife ile çağdaş olan Suriye'li fakih Evzâî bir defa Abdullah b. Mübârek'e sordu:

— Kûfe'de çıkan ve Ebu Hanife denen bu bidatçi kimdir?

İbni Mübarek buna cevap vermedi. Yalnız gayet ince ve müşkil bazı meseleleri ortaya atıp onların anlaşılış tarzını, fetvalarını arz etti. Evzâî'nin bunlar hoşuna gitti ve:

— Bu fetvaları veren kim? diye sordu. O da :
— Irak'ta gördüğüm bir üstat, dedi. Evzâî:
— Bu, üstatların en şereflisi; git, onunla çokça görüş, dedi. O zaman îbn-i Mübarek:
— İşte Ebu Hanife budur, cevabını verdi.

Sonraları Ebu Hanife ile Evzâî Mekke'de buluştular, görüştü­ler. İbni Mübârek'in zikrettiği bazı meseleleri müzakere, mübahase ettiler. Ebu Hanife onlar hakkındaki görüşünü açıkladı. Ay­rıldıktan sonra Evzâî, Abdullah b . Mübârek'e : «Doğrusu ben, bu zatın ilminin çokluğuna, aklının üstünlüğüne hayran kaldım. Ona gıpta ettim. Allah'tan af dilerim, ben onun hakkında gayet yanılı­yormuşum. Sen ondan ayrılma, o bana eriştirdiklerinden çok bambaşka imiş» [İbn-i Hacer Heysemi, Hayrâtu'l-Hisan, s. 33.] dedi. Ebu Hanife Hazretleri, kuvvetli şahsiyeti, derin tesiri, geniş nüfuzu ile beraber aynı zamanda fetva verme ve hüküm çıkarmada, Hadisleri anlama ve onlardan ahkâm alma hususunda yeni bir tarz ve buluş sahibiydi. Bu usulünü talebeleri arasında olduğu gibi onlarla görüşenler içinde de otuz seneden fazla bir müddet yaymağa gayret etti. Böyle bir durumda olan kimse elbette ki, acı tenkitlere hedef olacaktır, hatta şahsına hücumlar yöneltilecek, görüşleri tez­yif olunacak aleyhinde bulunanlar çıkacaktır. (1)
***

Evzâî (Ö. 157)

Ebu Hanife'nin muasırlarından olan İmam Evzâî de, onu hadise muha­lefetle suçlamıştır. O şöyle der:

"Biz Ebu Hanife'yi rey ile hüküm verdiğin­den dolayı ayıplamayız. Nitekim hepimiz rey ile hüküm veririz. Fakat biz onu, kendisine bir hadis ulaştığı halde başka bir görüşle hadise muhalefet ettiğinden dolayı kınıyoruz". [1] Ahmet b. Hanbel de, Evzâi’nin Ebu Hanife'den hiç rivayet almadığını, çünkü bu konuda onu ayıpladığını söyler.[2] Evzâî ile Ebu Hanife ve talebeleri arasındaki ilmî çekişme maruftur. İmam Muhammed'in, Ebu Hanife'den rivayet ettiği, "es-Siyerü's-Sağîr" isim­li kitabı Evzâî'ye ulaşınca, kitabın kime ait olduğunu sormuş, İmam Muhammed'in olduğunu öğrenince de:
"Iraklılar nerede, bu konuda bir kitap tas­nif etmek nerde" diyerek onları küçük görmüştür.[3] Çünkü ona göre Hicaz ve Şam dururken daha sonra fetholunmuş olan Irak ehlinin, Hz. Pey­gamber ve ashabının siyer ve meğâzisi konusunda kitap yazacak bir bilgiye sahip olmaları beklenemezdi. Evzâî'nin bu sözü kendisine ulaşan İmam Muhammed, buna kızarak, "es-Siyerü'l-Kebîr'i" tasnif etmiştir.[4] Ayrıca Ebu Yusuf un, Evzâi'nin Siyer'ine yazdığı reddiye de meşhurdur.[5]

[1] İbn Kuteybe, Tevil, (Türkçesi), 71-72.
[2] Ahmed b. Hanbel, Kitabu'l-İlel, II, 202.
[3] Ebu Yusuf, er-Redd (Afgani'nin girişi) 2.
[4] Age.,2-3.
[5] Bkz. Ebu Yusuf, er-Redd Alâ Siyeril-Evzâî, Beyrut, t.y. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 232



Evzai'nin İmam Azam'ı tadili:

Evzaî, "meselelerin zor­luklarını insanlar içinde en iyi bilen o idi" [Tehânevî. Kavaid,199.] demektedir. Ebu Hanife ile Evzâî arasında geçtiği bildirilen meşhur münazara da bu hususu teyit etmektedir: "Süfyan b. Uyeyne rivayet ediyor: Ebu Hanife ve Evzâî, Mekke'de Dârü'l-Hannatîn (buğdaycılar çarşısı)'de buluştular. Evzâî, Ebu Hanife'ye hitaben:

Siz rükûya varırken ve rükûdan kalkarken niçin ellerinizi kaldırmıyor­sunuz? Diye sordu. Ebu Hanife şöyle cevap verdi:

Çünkü bu konuda Resulullah (s.a.v.)'dan gelen sahih bir şey yok. Evzâî:

Nasıl sahih bir şey olmaz. Zührî, Sâlim'den, o babasından, o da Resu­lullah (s.a.v.)'dan rivayet etti ki, "Hz. Peygamber, namaza başlarken, rükûya varırken ve rükûdan kalkarken ellerini kaldırırdı" deyince, Ebu Hanife şöyle karşılık verdi:

Hammad, İbrahim'den, o Alkame ve Esved'den, onlar da İbn Mes'ud'dan rivayet ettiler ki, "Hz. Peygamber sadece namaza başlarken elle­rini kaldırırdı ve bundan fazla bir şey yapmazdı". Evzâî dedi ki:

Sana, Zühri’den Salim ve babası yoluyla gelen bir hadis rivayet ediyo­rum, sen, "bize Hammad, İbrahim'den rivayet etti" diyorsun. Ebu Hanife şöyle cevap verdi:

"Hammad, Zührî'den, İbrahim'de Salim'den daha fakih idiler. Alkame fıkıhta İbn Ömer'den geri kalmazdı. İbn Ömer'in sahabilik fazileti varsa, Esved'in de birçok faziletleri var. Abdullah b. Mes'ud'a gelince, o, Abdullah'dır" dedi ve bunun üzerine Evzâî sustu.[Mekkî, Menâkib, 113-114; Zebîdî, Ukudü’l-Cevâhir, I. 43.]



İmam Ezvai(r.a.) İmam Azam'ın (r.a.) Vefat Haberine Sevindi mi..!?

Bu başlık altında tabiinin büyük âlimlerinden Evzaî’ye, Ebu Hanîfe’nin ölüm haberi geldiğinde ne söylediği ile ilgili rivayeti ele alacağız.

İbn Rızk> İbn Selâm> Hasan b. Ali>Ebu Tevbe > Seleme İbn Külsüm. “Ebû Hanîfe’nin ölüm haberi Evzaî’ye geldiğinde, ‘elhamdülillah, o, İslamı adım adım tahrip ediyordu’, dedi.”(Hatîb, Tarih Bağdat, cilt 13, sayfa 398.)



Senedin İncelenmesi

Senetteki İbn Rızk, hicri 412 yılında vefat etmiştir. İbn Selâm’ın ismi Ahmed b. Cafer’dir. Hicri 278 ile 365 yılları arasında yaşamıştır. Hatîb el-Bağdâdî, kendisinden kitabında hadis uyduran bir yalancı olarak bahsetmektedir.(Hatip,Tarihi Bağdat,cilt 4,sayfa 59) Ebbâr’ın ismi, Ahmed b. Ali’dir. İbn Hazm, Ebbâr hakkında meçhuldür ifadesini kullanmıştır.(İbn Hacer, Lisânü’l-Mizân , cilt 1, sayfa 231.) Seleme b. Külsüm ile ilgili olarak Darekutnî, “yanılması çok” demiştir.(Darekutnî, el-Ilel,sayfa 23; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, cilt 4,sayfa 136.)

Rivayetimiz senet açısından kabul edilebilecek durumda değildir. Çünkü senet içerisinde hadis uyduran, çok yanılan ve meçhul olan raviler bulunmaktadır. Buradan hareketle, Ebu Hanîfe’nin vefatı üzerine Evzai’nin söylediği iddia edilen ifadelerin sahih bir dayanağının olmadığını söyleyebiliriz. Evzai, Şam’ın fakihidir. Ebu Hanife ile aynı yıllarda biri Şam’da, diğeri Kufe’de yaşamışlardır. Birbirleriyle karşılaşılıncaya kadar Evzaî, Ebu Hanife hakkında menfi düşüncelere sahiptir. İki büyük âlim, Mekke’de karşılaşmışlardır.

İbnü’l-Mübârek’in söylediği bazı meseleleri müzakere ettiler. Ebu Hanife, bu meseleler hakkındaki görüşlerini açıklamıştır. Ayrıldıktan sonra Evzaî, Abdullah b. Mübârek’e (181/803), “doğrusu ben bu zatın ilminin çokluğuna, aklının üstünlüğüne hayran kaldım. Ona gıpta ettim. Allah’tan af dilerim, ben onun hakkında yanılıyormuşum. Sen ondan ayrılma. O, benim duyduklarımdan çok farklı demiştir.(el-Heytemi, İbn Hacer, Hayrâtü’l-Hısân, s.33)

Buradan, Evzaî’nin görüşme öncesi hayatında imam hakkında farklı düşündüğü ortaya çıkmaktadır. Daha önceki düşünceleri ve söyledikleri hakkında Allah’tan af diliyor. Bu kişinin, Ebu Hanîfe’nin vefat haberini duyduğunda rivayetimizde geçen ifadelerini kullanması mümkün değildir. Aktarmış olduğumuz rivayetin hem senet, hem de metin açısından kabul edilemeyeceğini göstermektedir. (2)

Zâhid Kevserî: 'Ebû Hanîfe’yi cerh edici rivayetler ehl-i bidat mensuplarının gayretiyle uydurulmuştur.'

Mevcut kaynaklara göre Ebu Hanîfe’yi tenkit edenlerin başında Buhârî gelmektedir. Buhârî el-Câmiu’s-sahîh’inin bab başlıklarında isim zikretmeden, “Kale ba‘zu’n-nâs” (insanlardan biri şöyle dedi) ifadesini kullanarak Ebu Hanîfe’yi tenkit etmiş (Buhârî, “Îmân”, 36; Vehbi Süleyman Gavecî, s. 203-265), diğer eserlerinde de onun İslâm dinine zarar veren Mürcie’ye mensup olduğuna ilişkin rivayetleri zikretmiştir (et-Târîhu’l-kebir, VIII, 81; M. Rıza el-Hakîmî, s. 343). Hadisçilerden İbn Hibbân, Ebu Hanîfe’nin aleyhindeki zayıf rivayetleri naklettikten sonra hakkında görülen rüyalara dayanıp onu akidesi bozuk bir kişi olarak göstermeye çalışmıştır (Kitâbü’l-Mecrûhîn, III, 63-72). Muhaddislerin Ebu Hanîfe’yi eleştirmesinde, nakil yanında akla da başvurmasının etkili olduğu kabul edilmektedir. Esasen bunların, yalancılıkla itham edilen râvilerin nakillerine dayanarak Ebu Hanîfe’yi kötülemeleri kendi metotlarına aykırıdır, rüyalara başvurmalarının ise hiçbir ilmî değeri yoktur. Zâhid Kevserî, bu rivayetlerin Ebu Hanîfe’ye muhalif olan ehl-i bid‘at mensuplarının gayretiyle uydurulup yayıldığını kabul eder (et-Terhîb, s. 299-307). (3)
***

Mustafa İslamoğlu'nun İmam Evzai Antipatisi

M. İslamoğlu: İmam Azam'ın ölüm fermanını imzalıyor bunlar..İdeolojik hadisçiler. Kim imzalıyor? İdeolojik hadisçi Evzai..Ölüm fetvası veriyor İmam Azam'a....Bunu söyleyenleri size hazreti falan diye okutuyorlar farkında mısınız? (4)

Cevap:

1. a-Kaynaklarda İmam Evza'inin İmam Azam'ı hem cerh ettiği hem de tadili geçmektedir..İmam Azam'ın biyografisinde cerh ve tadil olarak nakledilenlerin birçoğunun şüpheli olduğunu yukarıdaki örnekte görmüş olduk..Mustafa İslamoğlu'nun olayları tek taraflı nakletmesi ve tadilden bahsetmemesi ilme ihanettir..Biz ilme ihanet etmeme adına Evza'iye nispet edilen cerhi bütünüyle alıntıladık..Alıntılanan kısımda da görebileceği gibi İmam Evzai'nin İmam Azam'ı tekfir ettiği ve ölüm fermanını imzaladığı iddiası Mustafa İslamoğlu'nun zihnindeki bir kurgudan ibarettir..İslamoğlu'nun zikrettiği isimlerden sadece Süfyan es-Sevri'den böyle bir rivayet gelmiştir (5)..Ve bu rivayetlerin de güvenilmez olduğunu Kevseri'den naklen yukarıda ifade ettik..Öyle ki Sevri'den
meşhur olan rivayet İmam Azam'ı tadil etmesidir:

Yahya b. Main (ö.233) zamanına kadar Ebu Hanife'nin cerhe uğramadığı [ki Süfyan-ı Sevri bu tarihten çok önce (ö. 161 ) vefat etmiş bulunuyordu] , ancak Ahmed b. Hanbel mihnesi, yani halk-ı Kur'an meselesinden sonra muhaddislerin gruplara ayrılmasıyla, bu konuda herkesin önüne geleni söylediği belirtilmektedir.[Keşmîrî, Feyzul-Bârî, I, 169.]

Kendi döneminde veya ondan kısa bir süre sonra, Ebu Hanife aleyhin­de konuştuğu bildirilen birçok kimsenin, aynı zamanda onun için övücü sözler sarf ettikleri nakledilir. [Maalesef Mustafa İslamoğlu gibiler bu rivayetleri tek taraflı ve genelde cerh merkezli olarak vermektedir..Oysa Süfyan'dan tadil de mervidir.] Mesela İmam Malik, Sufyân-ı Sevrî, Süfyan b.Uyeyne, Şu'be, Yahya b. Main ve daha birçok kimsenin her iki türden ifadeleri nakledilmiştir. Bunun gibi, Hatib Bağdâdi'nin, "Tarih"inde, Ebu Hani­fe aleyhine konuşanlar listesine aldığı bazı kimseler [Bu çalışması nedeniyle Hatib Bağdâdi çok büyük bir takdiri (?) hak ediyor..Ne de olsa dedikodu nakli bu. Her alim yapamaz!], onun şeyhinin şeyhle­rinden olan İbnu'd-Dahîl'in listesinde methedenler safındadır.[Krş. Bağdadi, Tarih, XIV, 369-370 ve Te'nîb, 33.]

Ebu Hanife'yi, muasırlarından ve kendi dönemine yakın yaşamış kim­selerden ta'dil edenleri ihtiva eden bu geniş listeyi burada zikretmek yerin­de olacaktır:

1- Ebu Ca'fer Muhammed el-Bakır
2- Hammad b. Ebî Süleyman
3- Mis'ar b. Kidam
4- Eyyüb es-Sahtiyânî
5- A'meş
6- Şu'be,
7- Süfyan es-Sevrî
8- Süfyan b. Uyeyne
...
67- Yahya b. Nasr. [Te'nîb, 33; el-İntika 122-137. İbn Abdilberr bu listede yer alan isimlerden 26 sının Ebu Hanife hakkındaki övgülerini kendisine ulaşan senedleriyle birlikle zikretmiştir. Ayrıca bu listeyi ona şeyhi Hakem b. Münzir'in, Ebu Yakub Yusuf b. Ahmed b. Yusuf el-Mekkî (İbnu'd-Dahil) den naklettiği, adı geçen şahsın bu isimleri kendisine ait "Fedâilu Ebi Hanife ve Ahbârihi" isimli kitabından derle­diğini belirtmiştir. (Bkz. el-İntika, I37)Ebu Hanife'yi övenlerin bir listesi için ayrıca bkz. Târihu Bağdad, XIII, 336-348; et-Tabakatu's-Seniyye, I, 95-105.]

Bu listeye kitabında yer veren Kevserî, ne İbnu'd-Dahîl'in, ne de İbn Abdilberr'in Hanefi mezhebinden olmadıklarını belirtir.[Te’nîb, 34.] Ebu Hanife'yi ta'dil edenler arasında, Şu'be, Süfyân-ı Sevrî, Yahya b Main, Yahya b. Saîd el-Kattan gibi, ravileri cerhde sertlikleriyle tanınan [Bkz. Laknevî, er-Refu ve’t-Tekmil 275, 306] kimselerin yer alması dikkat çekicidir. Üstelik Şu'be, Irak'ta hadis ricali üze­rinde ilk konuşan ve daha sonra cerh ve ta'dil konusunda alem kabul edilen bir kimsedir.[Tehânevî, Kavâid, 195 (2 nolu dipnot).]... İmam Buhari'nin:

"Ondan başka kimsenin yanında kendimi küçük gör­medim" [Tehânevî, Kavaid, 197.] dediği şeyhi Ali İbnü'l-Medînî de Ebu Hanife'yi ta'dil edenler­dendir. O şöyle der:

"Ebu Hanife sikadır ve raviliğinde bir beis yoktur. On­dan Sevrî ve İbn Mübarek rivayet etmişlerdir".[Tehânevî, Kavaid. 191.]..

İbn Hacer'in naklettiğine göre, Süfyân-ı Sevrî şöyle demiştir:

"Ebu Hanife'nin önünde, şahin önündeki serçeler gibiyiz. O gerçekten alimlerin efendisidir." [Tehânevî, Kavaid. 199]..Nitekim Ebu Yusuf, "Sevri’nin Ebu Hanife'ye bağlılıkta ken­disinden ileride olduğunu" belirtmiştir. (6)[Tehânevî, Ebu Hanife, 34.] (7)

b-İslamoğlu'nun iki Süfyan dediği alimlerden diğeri Süfyan bin Uyeyne'dir..
Ondan İmam Azam hakkında yukarıda zikredilene ilave olarak şu övgü mervidir:

Süfyan b. Uyeyne'nin meclisinde bulunan Ebu Hanife ashabından Bişr b. Velid el-Kâdî, zor bir mesele ile karşılaşıldığı zaman, Süfyan'ın;

"Burada Ebu Hanife ashabından kimse var mı?" diye sorduğunu, kendisine işaret edilince de, "haydi cevap ver" dediği­ni ve kendisinin de cevap verdiğini belirtir. Bunun üzerine Süfyan:

"Dinde kurtuluş, fukahaya teslim olmaktır" demiştir.[Tehanevî, Kavâid, 201]

c- Hammad b. Seleme, İslamoğlu'nun dediği gibi Buhari'nin hocası değildir..
Ayrıca diyelim ki iki Süfyan'dan İmam Azam'ın küfre düştüğüne dair rivayet herhangi bir kitapta; örneğin Ahmed bin Hanbel'in el-İlel'inde geçmiş olsun..İslamoğlu, bu rivayeti iki açıdan kullanamaz..İlk olarak bu kişilere nispet edilen meşhur rivayet cerh değil tadildir..İslamoğlu, rivayetler içinden neye göre tercih yapmış ve tadile ilişkin olanları görmemiştir? İkinci olarak, bu gibi hem metin hem de sened itibariyle zayıf olan rivayetleri Buhari ve Müslim sahihlerini kabul etmeyen kişiler delil mahiyetinde kullanamaz..
Kullandıkları an kendileriyle çelişkiye düşmüş olurlar..



2. İslamoğlu'nun İmam Evzai hakkındaki antipatisi aşikar..Peki, neden? Bu antipatinin sebebi olarak İmam Azam'ın cerh edildiği -çoğu uydurma olan- rivayetler sanılmasın..Bence mesele başka:

İslamoğlu: Evzai alim olmasına alimdi. Ama devlet kapısının alimi olunca Gaylan ed-Dımaşki'nin ölüm fetvasını Evzai verdi. (8) Evet ızdırabın nedeni, İmam Azam'dan ziyade, sapıkların önde gidenlerinden biri olan Gaylan ed-Dımaşki'dir.



3. Mustafa İslamoğlu'nun ateş püskürdüğü, ideolojik hadisçi, saray uleması dediği, onun bunun hakkında idam fermanını imzalayan biri olarak takdim ettiği İmam Evzai ehl-i sünnetin büyük alimlerinden biridir:

Zehebî, Ebu Hanife, Malik, Evzâî ve Sufyan'ı zikrettiği beşinci ta­bakanın sonunda da şöyle der: “Bu tabakadaki insanların zamanında İslam ve müslümanlar tam bir izzet içinde ve yoğun bir ilim atmosfe­rinde idiler... Bu dönemde Ebu Hanife, Malik ve Evzâî gibi fakihler ge­lip geçmiştir.” [Tezkiretu'l-Huffâz, 1/244]...Zehebî, İmam Mâlik'in terceme-i halinde İmam Şafiî’nin 'ilim üç kişinin etrafında dönmektedir: Malik, Leys ve İbn Uyeyne' dediğini naklettikten sonra şöyle söyler:

“Ben de derim ki: Bilakis ilim, onlarla beraber yedi kişinin etrafın­da döner: Evzâî, Sevrî, Ma’mer, Ebu Hanife, Şube ve iki Hammad (Hammâd b. Seleme ve Hammad b. Zeyd) [Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/94.]...İbn Teymiyye Minhâcu's-Sunne adlı eserinin başka bir yerinde şöyle söyler:

“...Malik, Sevrî, Evzâî, Leys b. Sa'd, Şafiî, Ahmed, İshak, Ebu Hanife, Ebu Yusuf gibi dinde imamlıkla tanınan İslam alimleri...” [Minhâcu's-Sunne, 1/215-6]...Yine bir yerde de şöyle söyler:

“...İşte bu, Malik b. Enes, Sevrî, Leys b. Sa'd, Evzâî, Ebu Hanife, Şafii, Ahmed b. Hanbel, İshak, Davud, Muhammed b. Huzeyme, Mu­hammed b. Nasr el-Mervezî, Ebu Bekr b. Munzir, Muhammed b. Cerîr et-Taberî gibi kendilerine tabi olunan imamların ve öğrencilerinin görüşüdür.” [Minhâcu's-Sunne, 1/173]

İmam Evzai, çağdaşı âlimler arasında saygın bir yere sahip olmuş, Şam (Suriye) bölgesinin fıkıh otoritesi sayılmıştır. Evzâî döneminin ve sonraki nesillerin fıkıh âlimleri ve imamları tarafından bağımsız fıkıh ekolü, ictihad usulü, re’y ve fetvaları bulunan bir müctehid ve imam olarak benimsenmiş, görüşleriyle amel edilmiş ve fıkıh tarihi içinde Süfyân b. Uyeyne, Hasan-ı Basrî, Süfyân es-Sevrî, Leys b. Sa‘d, İshak b. Râhûye, İbn Cerîr et-Taberî, Dâvûd ez-Zâhirî ve Ebu Sevr gibi mutlak müctehidler arasında yerini almıştır. (9)
***
(1) http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=1907&BID=32
(2) https://islamkalesi.wordpress.com/category/mezhep-imamimiz-ebu-hanifera/
(3) http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c10/c100126.pdf
http://yusufsevkiyavuz.com/?p=57
(4) https://www.youtube.com/watch?v=w7IKc4Rw_eE
(Videonun 3. ve 4. dakikası)
(5) http://www.davetulhaq.com/tr/forum/index.php?topic=13207.0
(6) Ahmednazif'ten İslamoğlu'na, sevgilerimle...
(7) Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 222-230
ayrıca bkz: https://kafdergisi.wordpress.com/ebu-hanife-aleyhtarligi-ve-hadis-ilmindeki-yeri/
(8) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/07/sapk-mutezile-imamlarndan-gaylan-ed.html
ayrıca bkz: http://neyaziyoruzbiz.blogspot.com.tr/2014/10/mustafa-islamoglu-ebu-hanife-anlaysna.html
(9) http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php?idno=110546
Devamını Oku »

İslamoğlu ve bilerek terkedilen namazın kazası hususundaki çelişkileri

İslamoğlu ve bilerek terkedilen namazın kazası hususundaki çelişkileri
Soru: Hocam araya kendi küçük anlamı büyük bir sorum var. Bile bile ve şartları müsaitken bırakılan "namazın" kazası olur mu? İnsanlar sonra kılarım diye namazı terk ediyor (rahmetli babam gibi). Kılınması için sunulan kolaylıklar ve hassasiyetler bana "bile bile bırakıldığı zaman kazası olamaz" izlenimi uyandırıyor. Sizin görüşünüz bizim için çok önemli.Sonsuz hürmetlerimi sunarım.

Cevap: Evet, İmam İbn Teymiyye, hocası İbnu'l-Cevzi, büyük talebesi ibn Kayyım el-Cevziyye "Bile bile terk edilen namazın kazası olmaz" demişler. Buna da Peygamberimizin hayatında böyle bir örnek yok. Onun yaptığı kazalar ya Hendek gününde olduğu gibi cihadın namazın önüne geçip efraz olduğu için kılamadı namazların kazası; ya da iki kez gerçekleştiği gibi uyuya kalındığı için geçirilen sabah namazının kazası...

İmdi:

1. Efendimiz el-İslam yecibbu ma kableha (İslam kendisinden öncesini siler, süpürür, temizler) buyurur. Eğer bir insan kendini namaz kılmadığı yıllarında mümin ve müslüman olarak görmüyorsa, ona kaza gerekmez. Bu hadis gereği.
2. Ama müslüman olarak görüyor ve namaz kılmamışsa gerekir. Günümüzde sokaktaki müslümanın namazı "kasten" değil "ihmallikten" terk ettiği kanaatindeyim. Bu "bile bile"nin ölçüleri nedir, ihmallikle kastı ayıran sınır nedir, ihmallikle kasıt bir tutulur mu? bu soruların cevapları yok. Benim görüşüm ihmallikle terk edilen namaz kaza edilmelidir. Kesinlikle.

 Tenkit:

1. a-Öncelikle islamoğlu'nun kullandığı "Benim görüşüm ihmallikle terk edilen namaz kaza edilmelidir. Kesinlikle." cümlesinden başlayayım..İbadetlerle ilgili konularda pek çok yerde Sünneti "Yahudileşme temayülü" etiketiyle by-pass edip Kuran'a atıf yapmasıyla tanıdığımız İslamoğlu ne hikmetse burada Kuran'ı referans gösterememiş..Ama durun!.Konu Kuran'da geçmiyor mu yoksa? Kuran'da olmayan ve hadisin zahirinde bulunmayan bir husus için görüşünü hangi Şeri kaynak veya delile dayandırmış? Acaba Peygamberin Sünnetine bile Şeri delil kıymetiyle bakamayan İslamoğlu kendi ilhamlarını, -pardon görüşünü- Kuran'ın yanında Şeri delil mi ilan ediyor?..İslamoğlu'na göre şeri deliller iki midir yoksa?:

1. Kuran
2. "Benim Görüşüm"

b-Sistem şöyle işliyor: Yenilikçilik adına sahih hadisleri inkar eden İslamoğlu burada dengeleme yapıyor olmalı..Her bir şeyde muhalif görüş beyan etse "kendini ehl-i sünnet zanneden" avam tabaka içinde tutunacak bir mecra bulmaz..

c-İbadetin alanına giren ve aklın-kıyasın işlemediği, taabbudiliğin hükmettiği bir sahada içtihat yapıyorsan bunun bencesini-sencesini, aklıma-karnıma sordumcasını değil Şeri delilini getirmek zorundasın..Hangi Şeri kaynaktan konuşuyorsun? Kitap, Sünnet, İcma mı veya Kıyas mı? (Son 3 ünü İslamoğlu -mutlak manada- kabul etmese de) ? ..İslamoğlu'nun şeri emirlerde ve yasaklarda tek kaynağı Kuran olarak gördüğünü biliyoruz..Bu konuda Kurandan ne bulabilmişse onu aktarması gerekirdi..Bundan ötesi kendisiyle çelişmesi demektir.

d- 'Tek kaynağımız Kuran' görüşünü savunduğunuza göre 'fetvanızın' yerini Kuran'dan göstermek zorundasınız..İşimize gelmediği zaman hadisleri Kuran'a arz metoduyla inkar edip keyfimiz istediğinde Kuran'da olmayan bir şey için kendi görüşümüze "kesinlik" atfetmek çelişkinin babasıdır..Namaz gibi bir konuda Kuran ve Sünnete dayanmıyorsa senin görüşünü kim ne etsin? Ne bağlayıcılığı var?..Eğer Kuran ve Sünnetten istidlal ediyorsa nassı söyleyip fetvayı öyle vermesi gerekirdi..



2. İslamoğlu : "Hz. Peygamber şari değil müteşerridir. Haram koymaz" (2)Yani Sünnet vahiy değildir..Tek vahiy varsa o da Kuran'dır(?)..Kuran'ın haricinde sünnetin otoritesinden ve bağlayıcılığından bahsetmek mümkün değildir.(?)

a- Hz. Peygamberin bile Şari olamadığı yerde -kusura bakma ama- senin görüşünün sinek vızıltısı kadar bir ehemmiyeti olmamalı..

b- Meseleye Mustafa İslamoğlu'nun mukallitleri açısından bakarsak; İslamoğlu güya mukallitlerini tek ve asıl kaynak Kuran'a yönlendiriyor ve 'Kuran İslamı'nı tervic ediyor..Bunu yaparken de hadisleri ve Sünnet-i Seniyyeyi Fazlurrahman'dan kotardığı yaklaşımla ekarte ediyor (3)..Çok güzel!..Çok güzel de şimdi nereden çıktı bu "senin görüşün"..Hem de namaz konusunda senin görüşün!..Şari misiniz? Gerçi Fazlurrahman'ın sünnet görüşü "benim görüşüm"lere açık bir anlayış..İslamoğlu mukallitleri, neyi taklit/takip ettiklerini bilseydi bari..


3. İslamoğlu :"Eğer sünnete müracaat edecekse orada da şu sözü karşısına çıkar: İçtihadın usul açısından değerlendirilmesi: Bu ictihad bizzat Hanefi ve maliki usullerine göre problemlidir. Zira bu mezheplerde kefaret ve hudud alanlarında kıyasla hükmü genişletmek caiz değildir. Ama burada hüküm kıyasla genişletilmiş, cinsel münasebetle ilgili bir yasağa kasten yeme içme de dahil edilmiştir."(4)

Namaz gibi çok önemli bir ibadet konusunda Kur'an'da "Hayızlı iken namaza yaklaşmayın" diye bir ayet ve sünnette merfu olarak "Hayızlı kadın namaz kılmasın, namaza yaklaşmasın" gibi bir hadisin bulunmuyor oluşu çok çok manidardır. (5) cümlelerini hatırlatarak Bayındır Hoca'nın İslamoğlu'na çelişki izafe etme hakkı doğar.

Aynı şekilde Edip Yüksel veya başka bir mealci İslamoğlu'na yine İslamoğlu'nun "Nebi vahiyden bağımsız bir tavır geliştiremez: Son Saat, Zulkarneyn gibi sadece uhrevi soruları değil, hayız, ganimet, ayın evreleri ve dağlar gibi dünyevi soruları da vahiy cevaplamaktadır. Adeta vahiy Nebi’nin önüne geçmekte, Nebi’nin vahyin önüne geçmesi engellenmektedir. Hz. Peygamber’in vahiy inmeden hattuhareket tayin ettiği için kınanmıştır. Bunun örnekleri arasında; Abese 2-3, Âl-i İmran 128, Bakara 272, Tevbe 43, En’âm 65, Enfal 67, Nisa 105, Ahzab 1, En’âm 116, İsra 73-75, Nahl 126, Tevbe 80, 84, 113 gibi birçok ayet yer alır." veya "Hz. Peygamber kendisi hüküm vermez, hükmü vahye bırakır: Nisa 7, Nisa 95, Nisa 176, Bakara 218, Bakara 223, Bakara 229, Bakara 256, Hûd 114 ve daha birçok ayetin nüzul sebebi bu hakikati ortaya koyar."(6) cümleleriyle itiraz etse İslamoğlu'nun verecek cevabı yoktur..İslamoğlu'nun yolu yüksek dozda çelişki/tenakuz ve had safhada duruma göre yön değiştirme içeriyor..

***
(1) http://www.mustafaislamoglu.com/HD193_bilerek-terkedilen-namazin-kazasi.html
(2) http://www.mustafaislamoglu.com/yazar_2129_24_sunnet-tasavvurumuz.html
(3) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2015/03/fazlurrahmann-yasayan-sunnet-kuram-2-en.html
(4) http://www.mustafaislamoglu.com/HD308_oruc-keffareti.html
(5) http://www.mustafaislamoglu.com/HD472_adetlinin-orucu.html
(6) http://www.mustafaislamoglu.com/yazar_2129_24_sunnet-tasavvurumuz.html



http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2015/04/islamoglu-ve-bilerek-terkedilen-namazn.html
Devamını Oku »

İslamoğlu'nun Mütevatir Hadisleri İnkar Etmesi ve Bir SamimiyetsizlikÖrneği: Cessase Rivayeti



İslamoğlu'nun Mütevatir Hadisleri İnkar Etmesi ve Bir Samimiyetsizlik Örneği: Cessase Rivayeti



İslamoğlu'nun çelişkileri:

1-İslamoğlu:(Cessase Rivayeti) Deccal rivayetlerinin en güçlülerindendir.(1)

Cevap: Hadisin senedine bir kulp bulunamıyor ama metin tenkiti yapılıyor..Güya metinde bazı müşkil veya kabul edilemez noktalar varmış..Buhari-Müslim'in ortaklaşa rivayet ettiği bir hadis nakledelim:

İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem herkesin yanında deccâlden söz ederek şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ tek gözlü değildir. Şunu unutmayın ki, deccâlin sağ gözü kördür. Onun bu gözü üzüm salkımından dışarı fırlamış üzüm tanesi gibidir.”
Buhârî, Fiten 26, Tevhîd 17; Müslim, Îmân 274. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 60

Şimdi İslamoğlu'na soralım: Sened sağlam mı ? Sağlam..Metinde kapalı gelen, akla münafi, tenkit edilecek bir husus var mı? Yok..Bu duruma göre hadisi ne ile inkar edeceksin?

Efendim "Kıyamet alametlerinin topu İsrailiyattır (2) , tamamı uydurmadır" derseniz biz de deriz ki ;

Madem kıyamet alametleri meselesi bu dine ait bir mesele değil neden tek bir rivayet üzerinde 20 dk durup lafı uzatıyorsunuz? Madem ki "bu dine ait değil", madem ki "uydurma veya sokuşturma"..Fazla uzatmadan bütününü inkar etmeniz ve dahası asıl meseleye gelip sonrasında bu malzemeyi dine sokuşturana açıktan savaş açmanız gerek..Bu dine ait olmayan bir meseleye taalluk eden bir hadisi metin tenkiti yoluyla uzun uzadıya çürütmeye kalkarsanız aynı yöntemi uygulayamayacağınız, -örneğini verdiğim hadis gibiler- karşınıza çıktığında başa sarıp :"Bu Kıyamet alametleri meselesi bu dine ait değil" diye sözü kestirip atmak zorunda kalırsınız..Biz de diyoruz ki madem ki geri planda bu itikada sahipsiniz ve madem ki Kıyamet alametleri tamamıyla güvenilmez boş yere detaya girmeye çalışmayın..Bu hadisleri kitaplarına alan Buhari, Müslim başta tüm hadisçilere daha etkin bir mücadele başlatın.. Eğer samimi iseniz..Ve eğer dediklerinizin arkasında iseniz. Öyle "imam" demekle olmuyor bu işler.



2-İslamoğlu :"Buhari ve Müslim 2 hadis imamımız.."

Cevap: Sırf Kıyamet alametleri ve Allah Resulünün (s.a.v.) gelecekten haber vermesi açısından bile baksak (toplamda) yüzlerce uydurmayı, başka dinin meselelerini bu dine aktarıp dinin temiz pınarını bulandıran kişilere hangi sebeple "İmam" diyorsunuz ? Aynı fikirde ben olsam demezdim..İmam, ilimde peşinden gidilen kişidir..İlimde eleştirinin baş hedefi yapılan kişiye imam demek çelişkidir..



3-İslamoğlu:Hızırla ilgili bir tek sahih rivayet yok. (3)

Çelişki: Nüzul-ü İsa, Kıyamet Alametleri, Mehdinin ve Deccalin Çıkışı.... ile ilgili yüzlerce sahih rivayet var da ne oldu? Hepsini aynı inkar parantezine almadınız mı? Hakkında hadis ilminin verilerine göre sahih hadis olmayan konuları hadis tenkit metoduna göre çürütürken aynı metoda göre sahih hatta mütevatir olan hadisleri inkar etmek çelişkinin babası değil mi? Çelişkiden kurtulmak için yapmanız gereken hadisleri toptan reddetmektir. Yoldaş Edip Yüksel'e kulak verin .(4)



4-İslamoğlu :(Efendimizin) Özel halinde abdestsiz Kuran'a dokunmasını yasaklayan bir delil bilmiyorum. Tabi ki Sahih delil(i kastediyorum). (5)

Cevap: Bilsen ne fark ederdi ? Kuran'a, akla, hevaya, arz edip hadisi veya hadisleri inkar etmenin önünde ne engel var ? Eğer Kuran tek bağlayıcı delil ise boş yere hadislerin bağlayıcılığından veya şeri delil olmasına inanırmış gibi yapmaktan vazgeçelim..



5-İslamoğlu:(Şu şu şu sebeplerden dolayı) Buhari Cessase hadisini almamıştır..(1)

Eleştiri: Sanki Buhari herhangi bir hadisi Sahihine alsa bir şey fark edermiş gibi yapmaktan vazgeçmeniz gerekiyor..Yüzlerce Sahih Buhari hadisini reddeden ve yüzlercesi üzerinde de şüphe uyandırmaya çalışan bir geçmişiniz varken burada Buhari almış veya almamış üzerinden yorum yapmanız samimi gelmiyor.



6-İslamoğlu:Resulullah ashabı camiye toplamış..Bu hadisin (ashabın) bir çoklarından aktarılması gerekirdi..Buna rağmen ahad kaldı .(1)

Eleştiri: Bu da yine samimi olmayan tenkitlerden biridir..Sanki hadisi nakleden 4 sahabi değilde 40 sahabi olsa bir şey fark edermiş gibi yapılmaktadır. İşte Mehdi hadisi tam 20 sahabi nakletmiş..Deccal hadisini aynı şekilde..Hem bu hadisler hem Müslim'de hem Buhari'de nakledilmiş (6) ..Cessase hadisi gibi sadece Müslim'de değil..Ayrıca bunlar tek değil belki 50 tane hadisle nakledilmiş itikadi konular..İşte Mucizeler (Bütün Mucizeleri ve bunlarla ilgili hadisleri aldığımızda bunların sayısı binlere yaklaşır ve yüzlerce sahabi tarafından nakledilmiş olduğu görülür), Kabir Azabı (Kabir azabını ashabtan 26 kişi nakletmiş olup mütevatir meselelerdendir), Nüzul-i İsa (7) konuları hepsi mütevatir ve onlarca (toplamda yüzlerce) sahih hadis onlarca Sahabi tarafından nakledilmiş konular..Bunları kim inkar ediyor: İslamoğlu. (8) Madem ki böyle inkar etme konusunda oldukça sağlam bir duruşunuz ve istikrarlı çizginiz var.. Öyle Buhari'de geçmiyormuş, 4 tane sahabe nakletmiş, Metninde müşkil varmış gibi meseleleri açıp sanki bunların aksi olsaydı inkardan imana dönecekmiş gibi bir görüntü vermeyiniz..Rica ederim biraz daha samimi olunuz.

devamı: http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2015/05/tevaturle-sabit-hukumleri-inkar-etmek.html

***

(1) https://www.youtube.com/watch?v=wPBFjPtc3vg
(2) https://www.youtube.com/watch?v=0rS5RvWd7vA&index=6&list=PLt6VPVrC50mDlSFcSr7kjX1UkvSodwNdV
(3) https://www.youtube.com/watch?v=8L0AUsShbjE&list=PLt6VPVrC50mDlSFcSr7kjX1UkvSodwNdV&index=8
(4) https://www.youtube.com/watch?v=RxZBkqdqths

(5) https://www.youtube.com/watch?v=bZvuXQxbUz8&index=10&list=PLt6VPVrC50mDlSFcSr7kjX1UkvSodwNdV
(6) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2015/05/mehdi-ve-deccalle-ilgili-hadisler.html

(7) http://www.sapitanlar.com/delilleriyle-nuzul-u-isa-aleyhisselam-meselesi/

(8) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2013/08/uc-mustafa-bir-tasavvur-iki-gercek_6.html

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2013/05/imam-i-azam-ebu-hanifeye-gore-mustafa.html





Devamını Oku »

İslamoğlu, Sahabi Neslinin Efdaliyetini Kabul Etmiyor

İslamoğlu, Sahabi Neslinin Efdaliyetini Kabul Etmiyor


İslamoğlu: Efdaliyyet "kabile" sınırında da kalmadı. Bu kez "nesil" kutsallaştırıldı 292
292 Ahmed b. Hanbel, 5/357. Efendimiz buna karşı da tedbir almış ve ashabını "efdaliyyet" tuzağına düşmemelerini temin için bazı haberler vermişti: "Benden sonra ümmetim içinden beni pek çok seven toplumlar çıkacak." Ahmed b. Hanbel, 5/156.(1)

Tenkit: İslamoğlu'nun verdiği hadis Sahabi neslinin ve ondan sonraki iki neslin genel efdaliyetine engel değildir..İslamoğlu külli fazilet ile cüzi fazileti karıştırmıştır..[Bazı rivayetlerde vardır ki, “Bid’aların revacı hengâmında ehl-i iman ve takvadan bir kısım suleha, Sahabe derecesinde veya daha ziyade efdal olabilir” diye rivayetler vardır. Bu rivayetler sahih midir? Sahih ise hakikatleri nedir? Elcevap: Enbiyadan sonra nev-i beşerin en efdali Sahabe olduğu, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin icmâı bir hüccet-i katıadır ki, o rivayetlerin sahih kısmı fazilet-i cüz’iye hakkındadır. Çünkü cüz’î fazilette ve hususi bir kemalde, mercuh, râcihe tereccuh edebilir. (2)] Hadisi ilgisiz yerde kullanması hatasından daha fecisi türedi kriterlerine göre aşağıdaki hadisleri onaylayan kişinin Yahudileşme Temayülü gösterdiği sonucu çıktığıdır.:

*
Buhari, Şehadet-9:

16-.......İmrân ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
"Sizin hayırlı asrınız, benim içinde yaşadığım zamandır. Sonra be­nimle yaşayanlara yakın olanlardır. Daha sonra onlara yakın olanlardır" buyurdu. İmrân: Peygamber kendi asrından sonra ha­yırlı asır olarak iki asır mı, yoksa üç asır mı zikretti; bilmiyorum, de­miştir.

Peygamber (S) devamla şöyle buyurdu: "Sizden sonra bir ka­vim gelecektir ki onlar hıyanet edecekler, kimse bunlara i'timâd et­meyecek, bunlar şehadet etmeleri istenmeden şahitlik edecekler; yine bunlar adak adayacaklar, fakat adaklarını yerine getirmeyecekler. Ar­tık bunlar arasında (tıka basa yemek içmek) semizlenmek meydana çıkar (yani onlara göre hayatın gayesi bu işlerden ibaret olur)"

17-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R)'dan (şöyle demiştir): Peygam­ber (S) şöyle buyurdu: "İnsanların hayırlısı benim asrım(daki sahabilerim)rdir. Sonra onlara yakın olan(tabii)lardır. Sonra onlara yakın olanlardır (yani tabiilerin tabileridir). Sonra bir takım kavimler ge­lir ki, onlardan herhangi birinin şehadeti yemininin önüne, yemini de şehadetinin önüne geçer".
İbrahim en-Nahaî: Biz çocuk iken velilerimiz bizi: "Eşhedu billahi" ve "Allah-ile ahdim olsun" sözlerini söylediğimizden dolayı döverlerdi, demiştir

*
Buhari, Fezailu'l-Ashab -1

1-....... Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Cabir ibn Abdillah(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Bize Ebu Saîd el-Hudrî (R) tahdîs edip şöyle dedi: Resulullah (S) şöyle buyurdu:
"İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, o zamanda insanlardan bir cemaat gaza eder. Onlara:
— İçinizde Peygamber'le sohbet eden kimse var mıdır? diye sorarlar.
Onlar da:
— Evet vardır! diye cevap verirler.
Nihayet (ordu içindeki sahabeye hürmeten zafer kapısı) onlara açılır.
Sonra insanlar üzerine bir zaman daha gelir. İnsanlardan bir gu­rup daha gaza eder. Onlara da:
— İçinizde Peygamber'in sahabeleriyle görüşen kimse var mıdır?
diye sorulur. Onlar da:
— Evet var! diye cevâb verirler; onlara da fetih müyesser olur. Sonra insanlar üzerine bir zaman daha gelir, yine bir topluluk harb ederler. Onlara da:
— İçinizde Peygamber'in sahabilerini gören ile görüşen tabii kim­se var mıdır? diye sorulur.
Bu defa onlar da:
— Evet vardır! derler; onlara da fetih müyesser olur"
*
2-.......Ebu Cemre şöyle demiştir: Ben Zehdem ibn Mudarrib'den işittim, şöyle dedi: Ben İmrân ibn Husayn(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Resulullah (S): "Ümmetimin hayırlısı, benim asrımdır. Sonra onlara yakın olan(tab'ii)lardır. Sonra onlara yakın olanlardır" bu­yurdu.
İmrân: Resulullah, kendi asrından sonra (hayırlı olarak) iki asır mı, yoksa üç asır mi zikretti bilmiyorum, demiştir.

Resulullah devamla: "Sizden sonra bir kavim gelecektir ki, bunlar şehadet etmeleri istenmeden şehadet edecekler, bunlar hıyanet ede­cekler, kendilerine i'timâd edilmeyecek, yine bunlar adak adayacak­lar, fakat adaklarını yerine getirmeyecekler. Artık bunlarda (aşırı yemek içmek hayatın gayesi olduğundan) semizlenme meydana gelecektir" buyurmuştur.

3-.......Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan: Peygamber (S) şöyle bu­yurmuştur: "İnsanların hayırlısı benim asrımdır. Sonra onlara ya­kın olanlardır (yani tabiîler'dir). Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra bir kavim gelir ki, onlardan birinin şehadeti (ihtiras ile) yeminine; yemini de şehadetinin önüne geçer".
Hadisin ravîlerinden İbrahim en-Nahaî: Bizler çocuk iken velî­lerimiz bizi "Eşhedü billahi..." gibi şehadet sözlerimizden ve "Al­lah ile ahdim olsun" şeklindeki ahd sözlerimizden dolayı döverlerdi, demişti..

*
Buhari, Rikak-7
16-.......Zehdem ibnu Mudarrib şöyle demiştir: Ben İmrân ibnu Husayn(R)'dan işittim ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
— "Sizin hayırlı olanlarınız, benim asrımda yaşayanlarınızda. Sonra onların ardından gelenlerdir. Sonra onların ardından gelenler­dir".
İmrân: Ben Peygamber'in, kendi asrından sonra hayırlı nesiller olarak iki nesil mi, yâhut üç nesil mi zikrettiğini bilmiyorum, demiş­tir. Peygamber devamla şöyle buyurdu:
— "Onlardan sonra öyle bir kavim olur ki, onlar kendilerinden şahitlik yapmaları islenilmeden şâhidlik yaparlar, hıyanet ederler, bun­lara güvenilmez. Bunlar nezr ederler, fakat nezirlerini ifa etmezler. Bun­lar arasında (çok yemek yemek) semizlik, şişmanlık meydana çıkar (hayatın gayesi bu olur)..

17- Bize Abdan, .... Abîde'den; o da Abdullah ibnu Mes'ûd(R)'dan tahdis etti. Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "İnsanla­rın hayırlısı benim asrımdır. Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra onların ardından bir kavim gelir ki, onlardan her birinin şehadetleri yeminlerinin, yeminleri de şehadetlerinin önüne geçer!"
*
Buhari, Eyman-27

70-.......Zehdem ibnu Mudarrib tahdîs edip şöyle dedi: Ben İmrân ibn Husayn(R)'dan işittim; o, Peygamber(S)'in şöyle buyurdu­ğunu tahdîs ediyordu:
— "Sizin en hayırlılarınız, benim içinde bulunduğum nesildir. Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra, onlara yakın olanlardır".
İmrân: Peygamber (S) kendi asrından sonra hayırlı kam olarak iki karn mı, yoksa üç karn mı zikretti, bilmiyorum, demiştir. Peygamber devamla:
— "Sonra bir kavim gelir ki, onlar nezrederler ve nezirlerini ye­rine getirmezler; hıyanet ederler ve kendilerine i'timâd edilmez; bun­lar şâhidlik yapmaları istenmediği hâlde şâhidlik ederler. Bunlar arasında (bol bol yemek içmek hayatın gayesi olduğundan) şişman­lık ve semizlik meydana çıkacaktır"

*
Müslim, Fezailu's-Sahabe-214

214- (2535) Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr hep birden Gunder'den rivayet ettiler. İbni Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Ebu Cemre'den dinledim. (Dedi ki) : Bana Zehdem b. Mudarrib rivayet etti. (Dedi ki) : İmran b. Husayn'i rivayet ederken dinledim. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Sizin en hayırlılarınız benim asrımdır. Sonra onların peşinden gelen­ler. Daha sonra onların peşinden gelenler, daha sonra onların peşinden gelenlerdir.» buyurmuşlar. İmran : Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi asrından sonra iki defa mı dedi, üç mü bilemiyorum demiş :
«Onlardan sonra bir kavm gelecek ki, şâhid çağrılmadıkları halde şehadet edecekler. Hıyanet edecekler. Emniyet olunmayacaklar. Nezredecekcek, yerine getirmeyecekler. Aralarında şişmanlık zuhur edecektir.» buyur­muşlar.

*
Hadisin Diğer Kaynakları:

4332 - İmran İbnu Huseyn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir. İmran radıyallahu anh der ki: "Kendi asrını zikrettikten sonra iki asır mı, üç asır mı zikretti bilemiyorum." bu sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki kendilerinden şahitlik istenmediği halde şahitlikte bulunurlar, onlar ihanet içindedirler, itimat olunmazlar. Nezirlerde (adak) bulunurlar, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık zuhur eder." Bir rivayette şu ziyade var: "Yemin talep edilmeden yemin ederler."
Buhari, Şehadat 9, Fezailu'l-Ashab 1, Rikak 7, Eyman 27; Müslim, Fezailu's-Sahabe, 214, (2535); Tirmizi, Fiten 45, (2222), Şehadat 4, (2303); Ebu Davud, Sünnet 10, (4657); Nesai, Eyman 29, (7, 17, 18).
*
Son sözü büyük İmam Ahmed bin Hanbel Söylesin, İslamoğlu dinlesin:

“Allah Teâlâ; kulların kalplerine baktı, Muhammed'in kalbini kulların kalplerinin en hayırlısı buldu; onu Kendine ayırdı ve peygamber olarak gönderdi. Muhammed'in kalbinden sonra kullarının kalplerine bir daha baktı, onun ashabının kalplerini kulların kalplerinin en hayırlısı buldu, bunun üzerine onları Peygamber'inin vezirleri yaptı.” [ Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 379]
*
(1) Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü , 197.
(2) http://www.erisale.com/?locale=tr&bookId=1&pageNo=657#content.tr.1.657

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/07/islamoglu-sahabi-neslinin-efdaliyetini.html
Devamını Oku »

İslamoğlu'nun garip çıkarımlarına bir örnek -İlmin Yok Olup Gitmesi veUlema-i Su

İslamoğlu'nun garip çıkarımlarına bir örnek -İlmin Yok Olup Gitmesi ve Ulema-i Su


İslamoğlu: Ebu'd-Derda (r), Hz. Nebi'nin bir keresinde bu ümmeti bekleyen ehl-i kitaplaşma tehlikesini düşünerek hüzünlendiği sırada şahit olduklarını şöyle nakleder: "Nebi ile birlikteydik. Bir ara gözlerini göğe dikti ve dedi ki: "Gün gelir, ilim insanları terk eder. İnsanların onda hiç nasibi kalmaz." Ziyad b. Lebid el-Ensari sordu: İlim bizi nasıl terk edebilir ki? Biz Kur'an'ı okuyoruz ve bundan böyle de vallahi okuyacağız, hanımlarımıza, oğullarımıza okutacağız." Resul cevap verdi: Anan seni kaybetsin ey Ziyad! Ben de seni Medinelilerin en akıllılarından zannederdim. Yahudilerin ve Hristiyanların elinde de Tevrat ve İncil yok muydu?" Tirmizi,İlim, 5: ibn Mace, Fiten, 26; Ahmed b. Hanbel, 4/160; Darimi, Mukaddime, 26/246. Bu haberde de görüldüğü gibi Allah Resulü, Kur'an'ın elde bulunuyor olmasını ümmetin ehl-i kitaplaşmayacağının garantisi olarak görmemiştir.(1)

İslamoğlu'nun verdiği dipnottaki hadisler:

a-Hadisin Sünen-i Tirmizi'deki lafızları şöyledir:

2653- Ebû’d Derdâ (r.a.)’den rivayete göre, şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte bulunuyorduk gözleri semaya dikti ve şöyle buyurdu: “İlim insanlardan aşırılıp kaybolacağı zaman ilim adına hiçbir şeye güçleri yetmeyecektir.” Bunun üzerine Ziyâd b. Lebîd el Ensari dedi ki: Kur’ân-ı devamlı okuduğumuz halde ilim bizden nasıl aşırılıp yok edilecektir? “Allah’a yemin ederim ki Kur’ân-ı mutlaka okuyacağız, kadınlarımıza ve çocuklarımıza da okutacağız.” Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ey Ziyâd annen senin hasretinle yansın. Ben de seni Medine halkının hukukçularından saymakta idim. İşte Tevrat ve İncil Yahudi ve Hristiyanların elindedir. Onlara ne faydası oluyor ? Cübeyr diyor ki: Sonra Ubâde b. Sâmit’le karşılaştım ve kardeşin Ebû’d Derdâ nelerden bahsediyor işitmedin mi? Ebû’d Derdâ’nın söylediklerini kendisine haber verdim. Ubâde b. Sâmit şu cevabı verdi: Ebû’d Derdâ doğru söylemiştir. İstersen insanlardan kaldırılacak ilk ilmi sana haber vereyim mi? “Huşu” dur. Belki de büyük bir mescide gireceksin ve orada huşu içerisinde bir adam bulup göremeyeceksin.” (Müslim, İlim: 5; İbn Mâce, Mukaddime: 1)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Muaviye b. Salih hadisçiler yanında güvenilen biridir. Yahya b. Saîd el Kattan’dan başka onun hakkında söz edeni bilmiyoruz. Muaviye b. Salih’den de bu hadisin bir benzerini rivayet edilmiştir. Bazıları da bu hadisi Abdurrahman b. Cübeyr b. Nüfeyr’den babasından, Avf b. Mâlik’den rivayet etmişlerdir.

***
Tirmizi'nin aynı konu başlığı altında bu hadisten bir önce sunduğu hadis ise şudur:

2652- Abdullah b. Amr b. As (r.a.)’den rivayete göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah ilmi insanların kafalarından söküp çıkaracak kaldıracak değildir. Fakat ilmi, ilim adamlarını ortadan kaldırmak suretiyle kaldıracaktır. Sonunda hiç âlim kalmayacak ve insanlar cahil bilgisiz kimseleri kendilerine önder lider ve kurtarıcı seçecekler ve onlara dini ve ilmi meseleler soracaklar onlar da cahilce fetva vererek hem kendileri sapıtmış hem de başkalarını saptırmış olacaklardır.” (Müslim, İlim: 5; İbn Mâce, Mukaddime: 1)

Bu konuda Aişe ve Ziyâd b. Lebid’den de hadis rivayet edilmiştir.
*
b-Hadis Sünen-i İbni Mace'de şu lafızlarla geçer:

26- Kur'an Ve (Dini) İlmin Gidip Yok Olması Babi 4048)

"... Ziyad bin Lebid (Radıyallahu anh)'den; şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir şey anlatarak: Bu, ilmin gitmesi (yok olması) zamanında olur, buyurdu. Ben: Ya Resulullah! Kur'an'ı okuduğumuz, evladımıza onu okuttuğumuz ve evladımız da kıyamete kadar kendi evladına onu okutacağı halde ilim nasıl gider (yok olur)? dedim. Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :
Anan seni kaybedesiye (yani Hayret sana) Ziyad! Ben muhakkak seni Medine'de fıkhı en iyi bilen adamlardan görürdüm. Şu yahudiler ve hristiyanlar Tevrat ve incil'i okuyup da bu iki kitapta bulunan hukumlerden hiç bir şeyle amel etmez değiller mi? buyurdu.

Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup ravileri güvenilir Kişilerdir. Fakat sened munkatıdır (yani raviler zinciri kopuktur).

İzahı

Zevaid nevinden olan bu hadisi Ahmed de rivayet etmistir. Hadisteki ilimden maksad dini ilimdir.
Yani Kur'an-i Kerim ve Hadis ilmi ile, bunlarla ilgili ilimlerdir. Tuhfe yazarının beyanına gore el-Kari bu hadisin izahi bölümünde şöyle demistir: Yani yahudiler ve hristiyanlar Tevrat ve İncil'i okudukları halde bu kutsal kitablarla amel etmedikleri için hiç bir yarar elde edemedikleri gibi müslümanlar da Kur'an-ı Kerim ile amel etmedikten sonra bunu okumaları ve okutmaları bir yarar sağlamayacaktır. Önemli olan, Kur'an'ın hükümlerini uygulamaktır, onunla amel etmektir.
[Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/282.]

***
c-Hadis Darimi'de şu lafızlarla geçer:

246. “Bize Musa b. Hâlid haber verip (dedi ki) bize Mu'temir b. Süleyman, el-Haccâc'dan, (o) Avf b. Mâlik'den, (o) Abdurrahman b. Yezîd'in âzâdlısı el-Kasım Ebû Abdirrahman'dan, (o) Ebu Ümâme'den, (o da) Resûlullah'dan -sallalla­hu aleyhi ve sellem- (naklen) haber verdi ki o (yani Resûlullah) şöyle buyurdu:
"İlmi, yok olup gitmesinden önce alı­nız!". (Orada bulunan bazı sahâbiler);
"Ey Allah'ın Peygamberi, biz­de Allah'ın Kitabı olduğu halde ilim nasıl yok olup gider?" dediler. (Ebu Umâme) dedi ki; bu söz üzerine, -Allah kızdırmasın!- o, kızdı ve şöyle buyurdu:
"Analarınız sizi kaybedesiceler! Tevrat ve İncil, İsrailoğullarının elinde ve, onlara (buna rağmen) hiçbir fayda vermemiş değil miydi? Şüphe yok ki ilmin yok olup gitmesi, onun (hükümlerini uygulayan) taşıyıcılarının yok olup gitmesidir. Şüphesiz ilmin yok olup gitmesi, onun (hükümlerini uygulayan) taşıyıcıların yok olup gitmesidir.”
[Ahmed b.Hanbel 5/266; Mecmeu'z-Zevâ'id, 1/199-200; İbn Mâce, Mukaddime, 17 (1/83). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/313-314]
*
Darimi'nin Sünen'inde aynı bölümde bir önceki hadis şudur:
245. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki) bize Hişâm, ba­basından, (o da) Abdullah b. Amr'dan (naklen) haber verdi (ki Abdullah) şöyle dedi:” Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-şöyle buyurdu:

"Allah ilmi, onu insanların (kafa ve göğüslerinden) çekip sökmek (silmek) suretiyle alıp yok etmez. Fakat ilmin yok edil­mesi alimlerin yok edilmesi, (ölmesi ile olacaktır). Neticede (Allah) hiçbir alim bırakmayınca halk cahil başkanlar edinir ve (meseleler) onlara sorulur. Onlar da ilimsiz fetva verirler. Böylece hem kendileri sapıtır, hem de (halkı) saptırırlar." [Kitâbu'z-Zühd, İbnü'l-Mübarek, 281; Buhâri, İlm, 34 (1/33-34); İ'tisâm, 7 (8/148) Müs­lim, İlm, 13, 14 (4/2058- 2059); Tirmizi, İlm, 5 (5/31); İbn Mâce, Mukaddime, 8 (1/20); Ahmed b. Hanbel, 2/162, 190, 203. Bkz. 97. ve 145. hadislerin "Açıklamaları. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/313]

***
Temayül İthamcısının Hataları:

1."Hz. Nebi'nin bir keresinde bu ümmeti bekleyen ehl-i kitaplaşma tehlikesini düşünerek hüzünlendiği sırada" kısmı tamamen müellifin hayalinden çıkmıştır..Hz. Resulullah'ı (s.a.v.) kendi keyfine "düşündürmek" kimin haddine?

2-Verilen hadis metinlerinde yazarın dayattığı şekliyle ne Yahudileşme ne de Hristiyanlaşmayı destekleyecek bir veri yoktur..

İslamoğlu, kitabın ismini ve içindeki itham dozu yüksek fikirleri alakasız hadislere onaylatmaya çalışmıştır..Bu amaçla içinde Yahudiler ve Hristiyanlar geçen hadisleri yerli yersiz kullanmıştır..Hadisin içeriğinde Yahudileşmeden değil ilmin kalkmasından bahsetmektedir..Bunun nasıllığına en canlı örnek te yine ehl-i Kitaptan verilmesi çok yerindedir..Burada kitabın içeriğini ve farz edilen Yahudileşme temayüllerini örnekleyecek bir yön yoktur.

3-Kitapta tespit edilmiş sapmaların bir kısmı doğrudur..Ancak bu sapmaların "Yahudileşme Temayülü" altında gruplandırılması yersizdir..Şu hadislerdeki ana fikir; kitabın olmasının yetmeyeceği kitapla amelin gerekliliği iken, İslamoğlu bu hadisten çıkacak fikirlerin yönünü faraziyatlarına döndürmüştür. Kitabındaki sapmalara yine kendi örnek olmuştur..

4-Kaynak olarak verilen hadis kitaplarında aynı bab başlığı altında verilen ve "Fakat ilmin yok edil­mesi alimlerin yok edilmesi, (ölmesi ile olacaktır). Neticede (Allah) hiçbir alim bırakmayınca halk cahil başkanlar edinir ve (meseleler) onlara sorulur. Onlar da ilimsiz fetva verirler" uyarısı ne kadar da manidardır..

5-İslamoğlu: Bu haberde de görüldüğü gibi Allah Resulü, Kur'an'ın elde bulunuyor olmasını ümmetin ehl-i kitaplaşmayacağının garantisi olarak görmemiştir..

Tenkit: Hadisten "amel edilmeyen kitabın kişiye faydası yoktur" sonucu çıkmaktadır..Sırf içinde ehl-i kitap geçiyor diye bunu da ehl-i kitaplaşma diye bir varsayıma bağlamak vehmdir..Hadislerin bu kadar ucuz bir şekilde tevehhümlere alet edilmesi 4. maddemizin şerhi niteliğindedir.

6- Tirmizi'de hadisin devamı şöyledir: İşte Tevrat ve İncil Yahudi ve Hristiyanların elindedir. Onlara ne faydası oluyor ? Cübeyr diyor ki: Sonra Ubâde b. Sâmit’le karşılaştım ve kardeşin Ebû’d Derdâ nelerden bahsediyor işitmedin mi? Ebû’d Derdâ’nın söylediklerini kendisine haber verdim. Ubâde b. Sâmit şu cevabı verdi: Ebû’d Derdâ doğru söylemiştir. İstersen insanlardan kaldırılacak ilk ilmi sana haber vereyim mi? “Huşu” dur. Belki de büyük bir mescide gireceksin ve orada huşu içerisinde bir adam bulup göremeyeceksin..

Bu devamdan da anlaşılacağı gibi İslamoğlu paragrafın ana fikrini saptırmıştır..Bu anlatımdan "Yahudileşme" çıkarmak taşı sıkıp suyunu çıkarmaktan daha zordur..

Alim, yazar okuyucularının güvenini emanet almış kişidir..Emanete sahip çıkan alimlere hürmetlerimle!
*
(1) Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü, Düşün Yayıncılık , 214-5.

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/07/ilmin-yok-olup-gitmesi-ve-ulema-i-su.html
Devamını Oku »

Mustafa İslamoğlu'nun Hadisçiliği

Mustafa İslamoğlu'nun Hadisçiliği

İslamoğlu, Üç Muhammed: "Ebu Bekir, Rasulullah'la birlikte mağaradayken susadı. Rasulûllah sallalahu aleyhi vesellem ona dedi ki: 'Mağaranın girişine doğru yürü ve oradan iç.' Ebu Bekir mağaranın girişine kadar gitti, orada baldan daha tatlı, sütten daha beyaz, miskten daha güzel kokan bir sudan içti ve döndü. Rasulûllah dedi ki: 'Allah, Firdevs Cenneti'nin ırmaklarıyla görevli meleğe senin içmen için bir nehir kazmasını emretti."(1)

Bu rivayeti nakleden Süyuti'nin, kitabındaki "Onda muteber olmayan rivayetlere hiç yer vermedim" iddiasını hatırlamanın tam sırası. Ve tabiki, Rasulûllah'ın Hicret yolculuğuna çıkmadan, azığı kimin getireceğinden izleri kimin kapatacağına varana dek en ince ayrıntısına kadar bir göç planı yaptığını hatırlamanın da... Problem, yukarıda naklettiğimiz Allah'ın eşya için koyduğu değişmez yasalar yerine, eşyanın yasasının ve tabiatının olmadığı sonucuna götüren "imkân" ve "cevher-i ferd" kuramına dayalı anlayış.
Hasais,1/187 (1)

Tenkit:

1..Suyuti, kitabında 'tam olarak' muteber olmayan rivayetlere yer vermediğini iddia etmez. Aksine, kitabında zayıf rivayetlerin olduğuna kendisi de dikkat çeker: "Bu kitapta, bahislerle ilgili gelen bütün haberleri toplamaya çalıştım. Uydurma ve merdûd rivayetlerden nezih kalmasına da büyük bir dikkat gösterdim. Sened itibariyle zayıf olan rivayetleri destekleyen çeşitli rivayet yollarını da esaslı bir şekilde araştırıp tespit ettim... Bütün bu bilgi ve rivayetleri, birbirini takip eden bölümler hâlinde düzene koyup yazdım. Ve neticede kitabımız, Allah'a hamdolsun, saha­sında olgun bir eser hâline geldi.."

2..a-Diyelim ki İmam Suyuti kitabına muteber rivayet almayacağını söylediği halde bu rivayeti gözünden kaçırmış..Bu hata Suyuti'ye ait küçük bir hata sayılsın..Burada esas anlaşılmaz olan tavır İslamoğlu'na aittir..O bazen rivayetlerin sıhhat derecesini hadis usulünün belirlediği kaideleri ve hadis imamlarının değerlendirmelerini önemser edayla yazmakta; buna rağmen çoğu zaman da geleneğin diline; hadise, hadis imamlarının cerh ve tadiline, tashih ve tazifine yani sıhhat durumuna tamamen kayıtsız kalarak bir çırpıda en sahih hadislerden onlarcasını ve hatta yüzlercesini tek kalemde çizebilmektedir..Bunun bir örneği Mucizeler konusuna giren Sahiheyn hadisleridir. Bu konuya ilişkin Buhari-Müslim Sahihlerinde farklı varyantlarla beraber belki yüz tane sahih hadis bulunabilir..Buna rağmen İslamoğlu " Bizim bu kitabı ona indirmiş olmamız size mucize olarak yetmedi mi? ayet mealini esas alıp sahih olsun, zayıf olsun tüm rivayetlere karşı kayıtsız kalmaktadır..(2) Bu hadisleri Kur'an'a arz etmek te gerekmez çünkü Kur'an, hem Mucizeleri hem de Allah Resulünün gaybtan haber verebilmesini destekler..

b-Bana göre; Bu seçicilik açıkça bir çelişki oluşturmakta, hadis malzemesinden keyfi-gelişigüzel bir faydalanma görüntüsü uyandırmakta ve Sünnetin Hücciyetini kabul etmeyen Mealciler veya Kuraniyyun akımları yanında daha tutarsız görünmektedir..

3..Yine aynı sorunlu/ikircikli/gayr-ı samimi yaklaşım Üç Muhammed kitabının 139. sayfasında şöyle tezahür ediyor: "Rasulûllah'ın yüceliğini, Kur'an dururken kimisi zayıf, kimisi mesnetsiz birtakım şaibeli haberlerle ispata kalkışmak, aslında Kur'ân'ın eleştirdiği kadim Arap aklının geleneğine eklemlenmek anlamına geliyordu. Kaldı ki, bir kişiyle çıktığı yolda, 23 yılda Batı Avrupa büyüklüğünde bir coğrafyanın insanını vahye boyun eğdirmek, yukarıda aktarılan şaibeli rivayetlerin hepsinden daha büyük bir mucize değil midir?"

Değerlendirme: Hemen aklıma gelen soru; 'kimisi zayıf, kimisi mesnetsiz' değil de hepsi sahih, hepsi müttefekun aleyh, istidlale elverişli hadisler olsa İslamoğlu için ne fark ederdi? Sırf bu cümleye baktığımızda İslamoğlu rivayetlerin sahihine ve zayıfına aynı konumu vermediğini sanabiliriz..Oysa aynı kitapta pek çok sahih hadisi, zayıfından ve sakiminden ayırmadan aynı torbaya koyduğu bir çok alt başlık bulunmakta..(3) Madem öyle, İmam Suyuti'ye veya başka bir hadisçiye zayıf hadis üzerinden eleştiri yöneltmenin ne anlamı var? Okuyucu bu eleştirileri hangi mantık örüntüsünde birleştirecektir? Eleştirinin dışı 'Kur'an dururken zayıf rivayete ne gerek vardı ?' diyor..Halbuki kitabın geneli sahih olsun veya olmasın bu rivayetlere ne gerek vardı der gibi..

4..Mucize ile ilgili hadisler, kabir azabı, Hz. İsa'nın (a.s.) Nüzulü, Efendimizin (s.a.v.) gelecekten haber vermesi gibi pek çok kapsamlı konuda tevatür niteliği kazanmış yüzlerce hadisi görmezden gelebilen İslamoğlu kendi görüşüne uygun bulduğu ahad-tekil hadisler mevzu bahis olunca birden; sıhhat değerlendirmesini ve sünnetin hücciyetini, rivayetin otoritesini, hadis imamlarının ilmini hatırlayabilmekte ve hiç bir şey yokmuş ve pek çok konuda yüzlerce Buhari-Müslim hadisine muhalefet koyan; onlarca icma konusunu ve yine onlarca mütevatir hadisleri reddeden kendisi değilmiş gibi standart-geleneksel bir alim kisvesiyle sanki bir İbni Hibban veya İbni Ebi Şeybe veya Evzai (rh.a) gibi alimlerin diliyle konuşan biri görünümüne bürünebilmektedir..
İşte çok çarpıcı bir örnek..Bu örnekte İslamoğlu hasen-garip bir hadisi sahihlemeye çalışmaktadır:

Hadisin kritiği: Tirmizi bu hadise "hasen-garibtir der. Garip olmasına gösterdiği gerekçe ise hadisin ravileri arasında bulunan Semmak b. Harb'tir. Ravilerin hayatını anlatan kitaplar bu zatın ömrünün sonunda bunadığını kaydeder. Bu hadise gelen eleştirilerin dayandığı tek nokta budur. Fakat aynı hadisin başka bir silsileyle gelmesi hadise getirilen tüm eleştirileri boşa çıkarmıştır. Bu silsileyi delil gösteren ibn Hibban hadise "sahih hadistir." hükmünü koymuştur. (4)

*
(1) Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, s.141.
(2) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/08/islamoglu-bizim-bu-kitab-ona-indirmis.html
verilen başlıkta 20 ye yakın Buhari Müslim hadisi reddedilmektedir..
(3) Bir örnek olarak: http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/07/hz-peygamberin-sav-gelecekten-haber.html
(4) Yahudileşme Temayülü, 64.

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/08/islamoglunun-hadisciligi.html
Devamını Oku »