Kemalizme Göre Asıl Düşman

Yurt düşmanlardan temizlendikten sonra, işimiz bitti diyenlere M. Kemal ''şimdi asıl düşmanla mücadele etmeye başlayacağız", demiştir. " Asıl düşman kara kuvvet dediğimiz şeydir, din değil şeriatçılıktır, medreseci kafasıdır, din adına softa baskınlığının akıl hürriyetini kısıtlamasıdır.'' Şeriatçılık, softacılık, medresecilik gibi sıfatlarla imlenen İslam ve bireyin vicdan alanına ait bilim ve fenne açık İslam'ın 'hakiki' islam karşıtlığının kurulması, Kemalist elitin tariflediği İslam'ın dışındaki bütün İslam ve laiklik yorumlarının birinci kategorideki İslam'a dâhil edilmesi sonucunu doğurmuştu.

Muhafazakar Düşünce - Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Kemalistlerin İslam'a Bakışı, İki Farklı Din Anlayışı

Kemalistlerin İslam'a Bakışı, İki Farklı Din Anlayışı

Diyanet İşleri Başkanlığının tarif ettiği İslam dışında yorum yapmak softacılık, şeriatçılık kısacası gericiliktir. “Bugün bile şeriat ile İslam'ı birbirine karıştıran üniversite diplomalı kimseler var. Tanrıya inanırsınız. Ona karşı görevlerinizi yerine getirirsiniz. Din burada biter, ötesi şeriattır.Şeriatçılık demek, Müslüman toplamların yedinci yüzyıl Hicaz aşiretleri şartlarına sürüklemek demektir’’

İki farklı İslam yorumu arasında ayrım yapanlardan birisi de Afet İnan'dır. İnan'a göre kadının kamusal alandan dışlanıp, özel alana hapsedilmesinin sebebi İslam yasalarının kendisi değil, İslamın Arap ve Fars yorumudur. İslam'ın gerici bir Arap ve Fars yorumu altında yaşayan Osmanlı kadını kâğıt üzerinde sahip olduğu hakları kullanamaz olmuş ve kitlesel bir biçimde kamusal alandan dışlanmıştır’’

Ancak Afet İnan, birçok Kemaliste olduğu gibi İslam'a yönelik gerçek düşüncelerini açığa vurmuştur. Ona göre Türk kadını tarih boyunca İslamiyet'i kabulden önce ve İslamiyet'i kabulden sonra olmak üzere iki büyük devre geçirmiştir

“Türk törelerine göre çeşitli coğrafi bölgelerde yaşamış olan Türk kavimlerinde kadın, hürriyetine, kısmen eşit hak ve mevkiye sahip durumda olmuştur. Ancak, İslamiyeti kabul eden diğer kavimlerle beraber Türklerin ümmet anlayışı içinde toplanmalarıyle töreler birbirine tesir etmiş ve şeriat hükümlerine göre kadın hakları kısıtlanmıştır’’,

Birinci kategorideki İslam anlayışı Türklüğün geri kalmasının asıl sebebidir. Çünkü Türklük İslam ailesine dahil olduğundan beri, hiçbir millet onun kadar dinine bağlı kalmamıştır. İslam ailesinin parçası olan diğer bütün milletler (örneğin Araplar) milliyetçilik etkisine kapılarak ayrılmışken, Türkler daima dinlerine bağlı kalmışlardır. Ancak din onları geri bırakmıştır. Çünkü, "kralların ve padişahların istihdafına dinler mesnet olmuştur. Krallar, padişahlar, halifeler, etraflarım alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış olan teşviklerle, ilahi hukuka istinat etmiştir. Hâkimiyet bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş nazariyesi uy-durulmuştur. Buna göre, hükümdar Allah'a karşı mesul’dür. Kudret ve hâkimiyetin hududu yalnız din kitaplarında aranabilir. ‘’

Bu nazariyeye kuvvetli bir biçimde sarılmış millet olan Türkler, Osmanlı milliyetçiliğinin bir din milliyetçiliği olması sebebiyle kurtuluş yolunu bulamamışlardır. "Tarih bu milliyetçi için, bir Müslüman gâvur kavgasıdır. Osmanlı milliyetçisi Türklüğü de Türkçeciliği de bir soysuzlaşma saymıştır.’’ Birinci kategori içerisine, Kemalist İslam algısıyla İslam'ı algılamayan bütün din yorumları dâhil edilmiş ve düşmanlaştırılmıştır. İslam ve Osmanlı geçmişinin Türkleri geri bıraktığına yönelik söylemi en radikalleştiren Saffet Engin'dir.

"Türk halkının tarihte halkçı, adalet ve tolerans sahibi, mücerret ve tefekkür kabiliyetini haiz olduğunu belirterek kolaylıkla medenileşeceğini savunmuştur. Medenileşmenin önündeki engel ise bizi Türklüğümüzden dolayısıyla medeni kimliğimizden uzaklaştıran Osmanlı-lslam sürecidir.’’

Türk milletinin ta içinde olan düşman, bilim ve fennin ışığı dışında bir ışık arayanlar, hayata bilim ve fennin gösterdiği çerçevede bakmayanlardır. İslamı(Kemalizminkinden başka amaçlarla) siyasi bir araç olarak kullanmaya çalı şanlar, Kemalistler tarafından “mürteci'' olarak görülüyorlardı ve her zaman laik devletin muhalefetiyle karşılaşıyorlardı; oysa İslam'a bir inanç meselesi olarak bakanlar laık cumhuriyet tarafından olumlu bir yaklaşım görüyorlardı.Divison'ın ihmal ettiği nokta, Kemalistlerin sadece İslam'ı siyasal bir araç olarak kullananlara Muhalefet etmekte kalmadıkları,dini siyasal bir araç olarak kullanmasa dahi,Kemalist İslam yorumu dışında İslamı farklı algılayan bütün Müslümanları toptancı bir şekilde, gerici, softacı, şeriatçı olarak kategorize edip ve ötekileştirdikleridir. Birinci kanat İslam içerisinde, Anadolu halk İslam'ı, saray İslam'ı,  şeyhülislam İslam'ı gibi değişik İslam yorumları arasında ayrım yapılmamış ve bu değişik İslam algıları arasındaki farklılıklar dikkate alınmadan hepsi aynı kategoriye dâhil edilmiştir.

İki İslam yorumu arasındaki ayrım yapma ve Kemalist elitin dışında din yorumlan yapanları  ötekileştirme sadece Kemalist elitte değil Mustafa Kemal'de de vardır. "Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar  olmalıdır. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki, Türkiye'ye istiklalini veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, sun'i itikadat-ı batıladan ibaret bir din daha  vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince, tenevvür edeceklerdir. Onlar ziyaya  takarrup edemezlerse, kendilerini mahv ve mahkûm etmişler demektir. Onları kurtaracağız. "

Onları kurtarmak din içerisinde reformlar yapmayı gerekli kılmıştır. Milli irade batıl fikirler ve  inançlarla paslanmış ve büyük ölçüde ortaçağ müesseseleri kadrosunun köleliliği altında idi. Her şeyden önce, bu irade, müspet ilme dayanan ilk eğitim terbiyesi ile, kara inançlardan temizlenerek saf kılınmalı ve hürriyetine kavuşturulmalı idi.” İlk eğitim terbiyesi ile millet, itikadat-ı batıladan kurtarılacak. Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla hakiki İslamı öğrenecektir.

Atay, Atatürk'ün bir din reformcusu olduğunu söylemekle kalmayacak kendisini de bir din reformcusu yerine koyacaktır. Ona göre Kemalizm, ibadetler dışındaki bütün ayet hükümlerini kaldırmıştır. Ataya göre, insan aklı nesih hakkını farzlar üzerine de götürebilir "Zekat, kazanış ve gelir vergilerinin bulunmadığı bir devrin mirasıdır. Hac, Kabe'den Mekkelilerin Müslümanlığını sağlamak için konmuştur ve bu döviz çağında Hicaz dışındaki hiçbir yabana Müslüman halkı buna zorlanamaz. Namaz şeklide iskemle olmayan entarili bir halkın yaşayışına uygundur. Pantolon, etek ve hele başkasının ayağı değen yere yüz değdirmeyi yasak eden hijyen devrinde yürüyemez.Cenaze namazını neden ayakta kılıyoruz? Caminin dışında olduğu için! Bugünkü hijyen anlayışına göre caminin içi ile dışı arasında fark yoktur’’

Ataya göre, gelışen teknoloji ve bilimin ve fennin gereği olan hijyen çağında İslam'ın farzlarının var olan şekliyle varlığını sürdürmesi rasyonel değildir. Yukarıdaki paragraf,özelde Atayın genelde Kemalistlerin İslam'a bakışının en net resmini verir. Sadece şeriatçı olan Müslümanlar değil, İslam farzlarının eskisi gibi uygulanmasını savunanlar, hijyen çağının gereksinimlerini anlayamamış olmakla itham edilmiştir.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Takriri Sükûn Kanunu Değerlendirmesi

Takriri Sükûn Kanunu'nu Adıvar şöyle değerlendirmiştir: "Ordu akabinde Kürt bölgelerini yatıştırdı ve mahkemeler muhalefeti sindirip yaklaşık iki yıl süren bir terör devri başlattı. Bu şekilde oluşturulan diktatörlük, Türkiye'de hiçbir zaman kendini bu isimle anmadı. Diktatörlük bir meclis tarafından kabul edilmişti. Fakat, uzun baskı ve hafiyelik geleneği hemen yeni rejimin parçası oldu.Basın, Takrir-i Sükûn Kanunu yasalaşmadan önce hükümeti eleştiren önde gelen gazetecilerin tutuklanmasıyla yıldırıldı, ihtilalci yasanın muhtelif hallerde geçmişe yönelik uygulaması (parlamenter dokunulmazlığa sahip) muhalefet partisi üyelerinin tutuklanmaları ve idamları bir yana bu terör devrinin ahlaki sorumluluğu TBMM'deki çoğunluğa aittir’’

Kanun, sadece isyanın bastırılması için çıkarılmış olmayıp,hükümete muhalif ne kadar kurum varsa, bunları susturmanın aracı olmuştur.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Türkiye'de Etnik İhtilafları Çözmek

Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanmış olan ve bugün hala varlığını çok güçlü bir şekilde hissettiren etnik ihtilafların sebebi, Türk milliyetçiliğinin etnisist boyutudur. Osmanlı ve İslam geçmişinin muzafer Türk'ün tarihinde bir kaza olarak görülüp ötekileştirilmesi îse bu problemleri daha da müzminleştirmiştir. Türkiye'de etnik ihtilafları çözmenin temel koşulu, cumhuriyet modernleşmesinin etnisist milliyetçiliğinin tasfiyesiyle mümkündür. Yurtdışında yaşayan ancak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan Türklerden söz edilirken kullanılan soydaşlarımız kelimesı (üstelik soydaşlarımız kavramının devletin önemli yerlerini işgal edenler tarafından kullanılması) Türk milliyetçiliğinin etnisist yönünün açık göstergesidir. Türkiye'nin resmi ideolojisi olan tek-parti dönemi Kemalizminin esin verdiği siyasal aktorlerce hazırlanmış raporlarda, modem demokrasilerde bireyin özel alanı olarak tariflenen evlilik gibi konulan merkezi politikanın bir aracı haline getirmek, Kemalizmde totaliterizme kapı açıldığının göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Kamusal ve özel alan ayrımının yapılamıyor olması, resmi dil ile gündelik dilin ayırt edilememesi gibi bir sonuç doğurmuştur. Bunun uzantısı olarak Türk dili denildiğinde, her zaman resmi dili aşan gündelik dil anlaşılmıştır.

Cumhuriyetçi elitin temel korkularından belki de en önemlisi olan ulusal hareketlerin bir yönünü sosyalist enternasyonalizm oluşturuyorsa da, diğer yönünü de İslam'ın ümmet anlayışından kaynaklı tehlike algısı oluşturur. İslam'ın milli sınırlan aşan öznesi olarak Müslüman ümmeti korkusu, Kemalizmi milli bir din inşa etmeye sevk etmiştir. Milli din inşasının bir yönünü ümmet anlayışı korkusu oluştururken, diğer yönünü ise dinlerin çağının kapandığına yönelik pozitivist bilimselcilik anlayış oluşturur. Kemalist elit, Osmanlı'nın çöküşünü İslam'ın Osmanlı'da egemen olan Arap ve Fars yorumuna bağladığı için, bu yorumun dışında bir İslam yorumu yapılmaya çalı şılmıştur.

Türkiye laikliği din ve devlet işlerinin ayrımı ve vicdan özgürlüğü üzerine değil, devletin dini denetlemesi üzerine kurulu olduğu ve devlet belli bir dini görüşün savunuculuğunu yaptığı için, problemlidir. Kemalistlere göre iki tane İslam vardır: Birincisi akıl, ilim ve fenle barışık milli İslam, diğeri ise şeriatçı, gerici, softacı, ümmetçi İslam'dır. Milli din yorumu dışında bir İslam yorumu yapmaya yeltenmek, gericilikle suçlanmaya vesile olur. Bu iki İslam arasında yapıları keskin ayrım, Türkiye'de sivil bir din anlayışının gelişmesine engel olmaktadır. Yalnızca devletin yaptığı İslam yorumunu benimseyenlerin varlığının meşru görülmesi, Türkiye'deki farklı dini yorumlamalar yapanların, ancak devleti ele geçirirsek varlığımızı kabul ettirebiliriz gibi bir algıyla hareket etmelerine sebebiyet vermektedir. Devletin dini kuşatması ve denetlemesinden, ancak dinî karakterli hareketlerin devleti kuşatması vesilesiyle kıırtulunabilir algısını besleyen, Türkiye laikliğinin denetimci, kontrolcü ve dayatmacı boyutudur.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Modernleşmenin Sonucu

Modernleşme toplum içinde farklılaşmaya yol açarken aynı zamanda daha farklı bir boyut ve şekilde birleşmeye de yol açmaktadır. Farklı insanlar aynı organik toplumun parçaları haline gelmektedir. Modernleşme bireyin aklı ile kendi dışındaki otoritelerden özgürleşmesi iken birden insanın aklı ile içinde olduğu bir genel iradeye teslim olmakta ve denetimi kendi içindeki otorite olan akıl tarafından sağlanmaktadır. Yani insan aklının ve genel iradenin tartışmasız, eleştirisiz kulu olmaktadır, insan bireyselleşirken birden tam olarak kavrayamadığı soyut bir bürokrasiye ve/veya ilişkilere teslim olabilmektedir. İnsan doğayı evcilleştirirken birden bunun için geliştirdiği makinelere tabi olabilmektedir.

(van Der Loo ve van Rejien, 2006)
Devamını Oku »

Kemalizm'in Altı Oku

'Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır. Resmî dili, Türkçedir. Makam, Ankara şehridir", (Teşkilatı Esasiye Kanunu, 10.01.1945).

İslam'ı devlet dini olarak açıklayan daha önceki cümlenin kaldırılması değişikliğinin bu maddeye etkisi, bununla birlikte, ulusal toplumun bütünlük ilkelerini ifade etmek eğilimiydi.

Fakat Kemalist programın kullandığı sıfatlar, biraz açıklanmaya gerek duvar. "Cumhuriyetçi", elbette siyasî örgütlenmenin doğasına işaret eder. "Milliyetçi", özellikle Ziya Gökalp'in Türkçülüğü ile ülkede ve toplumda kurulan Türk birliğini ifade eder. Yine, "halkçılık", yüksek ahlakî bilinç ve ulus vicdanı olarak görülen toplum idealini yansıtır. Kısaca bu Durkheim'ın "ahlakî olgucundaki yerleşik değerlerin bir dışavurumudur (1924). Devletçilik, bazı Avrupa uluslarının ileri sürdüğü totaliter ilkelere değil, aksine devlet toplumu içinde bireylerin özellikle ekonomik düzeyde bütünleşmesine işaret eder. Yine, devlet toplumun laik (Fr. laique) doğasının vurgulanması, Durkheim ve Gökalp'in akıl yürütmesine uygundur. Atatürk'ün din ve sosyo- politik işler ayrımı, Durkheim'dan sonra Gökalp'in toplumdan kutsalın çekilmesi koşullarında olduğu gibi, Avrupa uluslarının bazısını karakterize eden ruhban karşıtlığı ve ikon kırma ruhunda çok fazla üstlenilmemiştir.

İslam, Türk vatanseverliğinin yükselişiyle gerileyecektir. Sonuncu olarak devrimcilik ilkesi vardır. Kemalist anlamda devrim, başarılmış bir olgu olduğu için, bunu yorumlamak daha kolaydır. Fakat Türk devrimcilik ilkesi, reforma veya etkin bir değişime işaret eder. Çıkarım, tekrar idealleştirilmiş Türkçülük ruhuna ve Batı'dan kurumları alan Türkiye ve toplumunun onları bütünüyle Türk özellik ve yapısında düşünmek zorunda olduğu noktasına geri döner (Duda 1948:99-100; Heyd 1950: 78-81).

Kemalist ideolojinin bu sözde altı ilkesi gözden geçirildiğinde, buradakinin devlet sosyalizminin bir başka biçiminden biraz daha fazlası olduğu görülebilir. Bu devlet sosyalizmi, İngiliz İşçi Partisi'ninkiyle, hatta daha iyi Fransa veya İtalya'nın sosyalist partilerinin tasarımlarıyla, belki daha az sevimli olarak, Nazizmin acımasız devletçiliği ile karşılaştırılabilir. Fakat bu değerlendirmelerin hiçbiri Türk gelişmesine adil değildir. Doğrusu, nihaî ürün, sosyalizm veya totalitarizme benzeyebilir. Fakat Durkheim'ın bütün önceliği topluma verdiği ve bireyin değerini önemsemediği hatırlatılmak zorundadır. Türkler, bu anlayışı korurlarken, kollektif eylemin keyfî olmadığını ve Hegelci diyalektikte dile getirilmediğini savunurlar. Türkiye'de devletçilik, kollektif iradenin belirtisi olarak yorumlanır. Türkiye, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında tedrici olarak sanayileşip, yurt dışından sürekli yardım alıcısı olmuşken, devletin toplumsal eylem mantığı Durkheim'ın fikirlerine geri dönmüştü. Gerek devlet toplumu bütünleşmeyi başarırken, gerekse toplumsal yapı ve toplumsal yapı ve toplumsal eylem işlerken, kollektif bilincin yüce idealleri doğar ve ekonomik batılılaşma gelişimini sürdürebilir.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Millet Garbîleşmekle Değil, Dîn-i Mübîn-i İslâma Sarılmak Sûretiyle Mevcudiyetini Kurtardı

Yanlış Batılılaşma politikası hakkında Kazım Karabekir şu düşünceleri ileri sürmektedir:

"... Batılaşmak veya Batılılaşmak adımlarımızı, hemen 100 yıldır halktan kaçmak ve onları kendi âlemlerine bırakmak suretiyle heder ettiğimizi bugün bile anlayamıyoruz! Daha doğrusu anlatamıyoruz!...”

Şu değerlendirmeler de ona aittir: "Milletin bazı esas sedyelerini terk ederek Batınınkini aynen almak isteyenler var. Bu bizi insanlığımızdan çıkaracaktır bana göre, özellikle Batılı gibi tüketmek, Batı mallarını tüketmek ekonomimize zarar verir...

Kazım Karabekir

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Türkler için Türkiye Anlayışı

Kemal Atatürk'ün diktatörlüğü, Mussolini, Hitler ve Stalin'in de geldiği aynı ortam çerçevesini ortaya koyar. Belki paralellik, iyi algılanır. Çünkü I. Dünya Savaşı'nı izleyen belalı ara, orada burada lider esasında çıkış bulan, Avrupa boyunca canlanmış bir milliyetçiliğe yolu açmıştı. Modern Türk tarihinde Atatürk rolünden kazanılan izlenim, acımasız ve ezici iktidar izlenimidir. Lider, bir kez dümene geçmişse, Türklerin onun yürürlüğe koyduğu reformlarla birlikte gitmekten başka hiçbir alternatifi yoktu. Fakat Türkiye Cumhuriyetinin yöntemleri, ulusal amaç ve özlemleri, İtalya'ya, Almanya'ya veya Sovyetler Birliği'ne ait olanlardan kesinlikle farklıdır. Ne Lebensraum arayışı ne de moral veya tarihsel üstünlüğün görev yapılan özlemleri şeklindeki Avrupa'nın totaliter diktatörlüklerinin emperyalizmi, Türkler tarafından paylaşılmaz.

Gerçekten, Türkiye'nin sultanlar yönetimindeki imparatorluk acılan, dış adanmışlıklardan kaçınmak için yeterli bir kural olarak görünmüştür. Komşu devletlerle bir dizi saldırmazlık antlaşması şeklindeki Atatürk'ün dış politikası, devrimin hedefinin iç değişim ve gelişmeye yönelik olduğunun bir göstergesidir. Nitekim bu, en azından siyasî ve askeri olarak uzaktan, dışarıda benimsenmişti. Mussolini'nin faşizm havariliğinin, Hitler'in ırkçılığının veya Stalin'in gerekirciliğinin Türkiye'de dengi yoktur. "Türkler için Türkiye", farklı bir bağlamda, Durkheim'den alınan bir görüş açısından Atatürk'ün desteğinde  oluşturulmuş bir anlayıştır.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Batı Tipi Milliyetçilik

Aydınlanma” dönemi ve sonrasında Batı’da doğan bütün ideolojilerin özelliği, dine karşı olumsuz tavırda olmaktır. Temeli materyalizm olan bu ideolojilerin en tesirlisi de, hemen hemen diğer bütün ideolojilerin de içine sızmış olan sözde milliyetçiliktir. Batı tipi milliyetçilik diyebileceğimiz bu ideoloji, ilkel toplumlarda görülen kavmiyetçiliğin, “modern” Avrupa’da “bilimsel” bir görünüm verilmiş halinden başka bir şey değildir. İslamiyet’in şiddetle reddettiği bu cahiliye dönemi âdeti, ''aydınlık'' sevdasına düşmüş bir avuç okumuş tarafından maalesef bizim memleketimizi de yaygınlaştırılmıştır.

Kaynak:

Hüseyin Dayı-Milliyetçiliğin Dinle Kavgası

Devamını Oku »

İttihat Ve Terakki'nin Fikri Temelleri

“Muasırlaşma" ihtiyacı askeri yenilgiler üzerine başladığı için ilk ‘“muasır” eğitim de askerî okullarda verilmiş ve böylece “aydınlanmacı hürriyetçilik” de ilk önce askerî okullarda zemin tutmuştur. Bu yüzden de İttihat ve Terakki, önce Askerî Tıbbiye talebeleri arasında gizli bir örgüt olarak kurulmuş, önce “cemiyet” diye nitelendirilmiş, daha sonra ise “fırka” (parti) haline dönüştürülmüştür.

Bu cemiyetin fikri temelleri “aydınlanma” kavramından da anlaşılacağı gibi, din karşıtlığıdır. XIX. Yüzyılın biyolojik materyalizmi Askeri Tıbbiye’de yerleşmiş bir anlayıştı. Bu okuldaki öğrenciler, kendilerine okutulan derslerden dolayı hayatı, Allah’ın iradesine değil, biyolojik fizyolojik süreçlere bağlıyorlardı.

Kaynak:

Şerif Mardin-Türk Modernleşmesi-syf;99-100
Devamını Oku »