Fazilet, Sevap ve Tövbe



Nur Suresi,31.Ayet

Bil ki Hak Teâlâ bütün insanlara tövbe etmelerini bu­yurdu:

Yani, her kim kurtulmayı ümit ediyorsa tövbe etsin.

Resulallah (a.s.): "Her kim güneş batıdan doğmadan önce tövbe ederse tövbesi kabul edilir.” dedi.

Resulallah (a.s.): "Pişman olmak tövbedir.” dedi.

Resulallah (as): “Halkın yolu ve uğrağı olan meskenle­rin bulunduğu yerde bazı kimseler olur ki orada durarak ora­dan geçen herkesle eğlenir ve oradan geçen her kadına fuhuş sözleri söyler. Böyle kimseler, cehennem kendisine vacip ol­mayınca oradan kalkmaz. İlla tövbe etsin.” dedi.

Peygamber (a.s.): “Hak Teâlâ hiçbir kulun bir günahta pişmanlığını bilmedi ki onu istiğfar etmeden önce bağışla­mış olmasın.” dedi



Fasıl



Tövbenin herkese vacip olduğunu şöyle bilirsin: Baliğ ve kâfir olan kimseye küfürden tövbe etmek vaciptir. Kişi Müslümansa ve Müslümanlığı da babasını, anasını taklitle yaparsa, dille söyleyip gönlüyle gafil olursa o gafletten tövbe etmek vacip olur. Böylece gönlü iman hakikatinden haberdar olsun. İman hakikatini bilmekten maksat da kelam ilminde zikredildiği şekilde bilmek değildir. Belki maksat, iman sul­tanının gönlünde muzaffer ve galip olmasıdır. Şöyle ki hü­küm onun olsun. Ancak vücutta her ne hareket olursa hepsi iman fermanıyla olur, şeytan fermanıyla olmazsa o zaman hüküm onun olur.

Bil ki vacip iki kısımdır: Birincisi, açık fetvada sıradan insanların derecesinin haddi üzere vacip olsun. Eğer bu mik­tarla olursa âlem viran olmasın. Dünya maişetine kadir ol­sunlar: Vacip o vaciptir ki onları cehennem azabından kur­tarsın. Üçüncüsü, vacip odur ki umum halk onun edasına takat yememesin. Gerçi bu vacibi eda etmemekle cehennem azabını görmezler lâkin kaybettikleri derecelerin özleminin azabından kurtulamazlar. Zira ahirette göklerdeki yıldızlar gibi, kendilerinden yüce olan bir topluluk görseler bu özlem  ve zarar onlar için bir azap olur. Vacip dediğimiz bu tövbe, bu azaptan kurtulmak içindir.

Nitekim bu cihanda akranından birine daha fâzla makam verildiğini ve onun daha çok derece elde ettiğini görse, cihan onun özleminden gözüne karanlık görünür. Gerçi yemeğinin ve malının elinden alınması ve dinin kesilmesi azabından kurtulmuştur. Bu sebeple kıyamet gününe tegabün  derler. Aldatma ve ziyan günü demektir. Kıyamet günü hiç  kimse haram alış verişten ben olmaz: Allaha ibadet etmeyen kimse niçin ibadet etmedim, diye hayıflanır. İbadet eden  kimse niçin daha fâzla yapmadım, diye hasret çeker.

Bu sebeple yemek, haram olmadığı hâlde Rcsulâllah | (s*a.s.) kendini niçin aç tutardı onu bilmiyorum, dedi.

Aişe (r.a.) anlatıyor: “Elimi Resula’llah (salla llahu aleyhi ve sellem)*ın mübarek kamı üzerine koydum. Çok fâzla zayıf  olduğu için merhametim gderek ağladım ve ‘Ya Resula’llah  canım sana feda olsun. Bu dünyada, doyuncaya kadar yemek yeseydin ne olurdu’’ dedim.

Peygamber: ‘Ya Aişe, benim himmet sahiplen kardeşlerim benden ileri gittiler ve kerametler buldular. Eğer dünya­dan nasip alırsam benim derecem onların derecesinden çok aşağı olur diye korkuyorum. Kardeşlerimden geri kalmak tansa çok sabretmem daha hayırlıdır* dedi*

Isa (â.s.) yatınca başının altına bir taş koydu.

İblis ona:

“Dünyayı terk etmemiş miydin, şimdi pişman mı oldun?’’ dedi

“Terkettim ki (niye) pişman olayım” dedi.

İblis:

Başının altına taş koydun, nimetlenmek istedin.”

dedi.

İsa, o taşı başının altından alarak kenara attı ve “Bunu da dünyayla sana bağışladım” dedi.

Peygamber (a.s.) yeni bir takunya kayışı kaplamıştı. Gözü ona takılınca “O eski kayışı getirin.” dedi.

Sıddık (r.a.)’’…Amin.Ey Alemlerin Rabbi’’süt içti ve onda şüphe olduğunu bildi. İstifra etmek için parmağını bo­ğazına kadar soktu öyle ki canı çıkacak gibi oldu. Ne dersin? Sıddık “Bilmiyorum.” dedi.

Umuma ait fetva başkadır, sıddıkların sahası başkadır. Hak Tealinin mahlukatı arasında Hak Tealiyi anlayan ve Hak Tealinin oyununu ve yolunun tehlikesini daha çok bi­len sıddıklardır. Bunun gibilerinin abes yere böyle yaptıklarını zannetme. Sonra, onlara uyarak umuma ait fetvaya sarılma, bu bir diğeridir. Kulun hiçbir zaman tövbeden müstağni ol­madığını da bu cümleden bildik.

Ebu Süleymancı Daranî (rahmetu İlahi aleyh): “Bir kulu hiçbir şeyle hesaba çekmeyip sadece kaybettiği zamanın hesa­bım sorsalar, bu kaygı ölüm anında ona yeter.” dedi.

Bil ki herkesin çok güzel bir mücevheri olsa, o mücevheri kaybedince ağlasa yeridir. Mücevheri kaybetmesiyle de eziyete ve belaya da düşse çok ağlamanın yeridir. Ömürden her nefes bir mücevherdir. Bununla ebedî saadetin avı yapılır.Bir kimse onu günaha harcasa ne dersin? Bu günahtan haber alınca onun hâli nasıl olur? Bu bir musibettir. Ondan öyle bir zamanda haber alır ki hasretin faydası olmaz.

Hak Teâlâ:

Münafikun,10.Ayet

buyurur, dediler. Bu âyetin manası şudur: Kul, ölüm anında ölüm meleğini görünce bilir ki göç vaktidir. Sonra onun gön­lünde nihayeti olmayan bir hasret peyda olur. Der ki:

“Ya Azrail, bana bir gün mühlet ver de tövbe edeyim ve özrümü dileyeyim.”

Azrail:

“Bundan önce çok günler geçti. Şimdi ömrün bitti ve hiçbir günün kalmadı.” der.

O kimse:

“Bari bir saat mühlet ver.” der.

Azrail:

“Bütün saatler bitti ve hiçbir saat kalmadı.” der.

Bu ümitsizlik şerbetini tadınca onun asıl imanı ıztıraba düşer ‘’Allaha sığınarak’’. Ezelde talihsizliğine hükmedilmiş olursa şüphe ve ıztırap ona galip olarak bedbaht olur. Eğer saadetine hükmedilmiş olursa asıl imanı selametle kalsın.

Bu cihetten Hak Teâlâ:

Nisa Suresi,18.Ayet

buyurdu. Yani kötülük yapıp da ölüm vaktine geldiklerinde tövbe edenlerin tövbeleri makbul değildir.

Hak Teâlânın kuluyla iki sim vardır, demişlerdir. Biri şudur: Kul, anasından doğunca Hak Teâlâ ona “Seni temiz ve düzenlenmiş olarak yarattım ve ömrünü sana emanet ver­dim. Gözünü aç da Ölüm vaktinde emaneti hangi yüzle tes­lim edeceğini düşün.” der. Diğeri de şudur: Ölüm vaktinde der ki “Ey benim kulum o emaneti ne yapan? Eğer koruduysan onun karşılığım bulacaksın şayet kaybettiysen cehenneme hazır ol ki cehennem seni beklemektedir.”



Tövbenin Kabul Olması



Bil ki tövbe, şartlarıyla olursa zaruri olarak makbul olur. Tövbe ettiğin zaman şartlarıyla oldu mu olmadı mı, kabul olur mu olmaz mı diye şüphe etme. Her kim âdemoğlunun gönlünün hakikatinin ne olduğunu, onun bedenle alakasının nasıl olduğunu, hazret-i uluhiyetin münasebetinin nasıl oldu­ğunu ve hazret-i uluhiyetten utanmanın nasıl olduğunu bilse günahın utanılacak hâl sebebiyle olduğundan tövbenin de o utanmayı ortadan kaldırdığından şüphe etmez. Tövbenin kabulü de utanılacak şeyi ortadan kaldırmaktan ibarettir. Zira âdemoğlunun gönlü aslında temiz bir cevherdir. Melekler cev­her cinsindendir ve şu ayna gibidir ki onda hazret~i uluhiyet görünür. Bu illetlerden kurtulduğu zaman onu pas tutmamış olursa işlediği her günah, bir karanlık olup onun gönlünün aynasına yerleşir. Her ibadetiyle gönlünün aynasına bir aydın­lık ulaşır ve o aydınlık, karanlık günahını ondan uzaklaştırır. Aydınlık her zaman ibadetin, karanlık da günahın eseridir. Gönül aynasına biri birinin ardı sıra düşer. Karanlık çoğal­dığı zaman tövbe edilirse ibadetin aydınlığı o karanlığı orta­dan kaldırır. Gönül aslında olan saflığa ve yeniliğe muhabbet eder. Şayet kir pas sebebiyle aynanın özelliğini kaybetmesi gibi çok günah işlemekten dolayı oluşan pas, gönlünün cevherine ulaşıp orada yer etmiş olursa artık ilacı kabul etmez. Bunun gibi gönül, diliyle tövbe ettim dese de tövbeyi kabul etmez.

Resulallah (a.s.): “Kul, bazen günahı sebebiyle de cen­nete girer.” dedi.

“Bu nasıl olur ya Resulallah?” diye sordular.

“Bir kimse günah işler, sonra da o günaha pişman olur ve o pişmanlık cennete girinceye kadar onun gönlünden gitmez.” dedi.

Bu pişmanlık şurasında bazen öyle olur ki iblis (Allah’ın laneti onun üzerine olsun) “Keşke ben onu günaha sevk et­memiş olsaydım.” der, demişlerdir.

Resulallah (a.s.): “Suyun kaftanın kirini gidermesi gibi iyi ameller, günahları yok eder.” dedi.

Fudayl ıyaz (rh.): “Hak Teâlâ peygamberlerinden birine günahkârları müjdele, eğer tövbe ederlerse tövbelerini kabul ederim ve sıddıklara da korku ver ki eğer adaletimle amel eder­sem hepsini cezalandırırım, buyurdu.’’ dedi

Talak bin Habip (rahmetullahi aleyh): ‘Hak Teâlanın hukuku bu sebeple daha büyüktür ki ona kıyam etmeye ta­kat göstermek gerekir. Her zaman tövbeden beri olmamak gerekir’’ dedi.

Ebu Talib-i Mekki (r.h.), Kûtul-Kulûb adlı kitabı yaz­dığı zaman ağızdan ağıza nakledilen bütün bilgileri ve sözleri topladım. On yedi tane büyük günah buldum, dedi Bunların dördü gönüldedir: Biri küçük günah da olsa küfür ve kötü­lükte ısrara olmaktır. Öyle ki kötü bir işi yaptıktan sonra on­dan tövbe etmek asla hatırına gelmez. Biri de Hak Tealinin rahmetinden ümit kesmektir Buna kunut derler. Diğeri de Hak Teâlanın mekrinden emin olmaktır, öyle ki ben bağış­lanmışım, diye gönlü emin olsun.

Dördü de dildedir: Bunların biri yalana şahitliktir. Bu­nunla bir hak, bâtıl olur. İkincisi bir Müslüman a şeri ceza ge­rektiren zina sözleriyle sevmektir. Üçüncüsü yalan yere ant içmektir. Böyle yaparak haram bir malı yahut bir kimsenin hakkım almış olur Dördüncüsü büyücülüktür Bu da keli­melerle yapılır ve dille söylenir.

Üçü karındadır: Bunların biri şarap içmektir Sarhoşluk veren bütün şeyleri içmektir. Biri de yetim malım yemektir Diğeri de faiz yemektir

İkisi de ferçtedir: Zina ve livaradır

İkisi de eldedir: Adam öldürmek ve hırsızlık yapmaktır ki bir yönüyle şeri ceza verilmesi vaciptir.

Biri de ayaktadır: Kafirle yapılan savaştan kaçmaktır. Şöyle ki bir Müslüman’ın iki kâfirden kaçması yahut on  Müslüman’ın yirmi kafirden kaçması uygun değildir. Fakat  kâfirler çok fazla olursa kaçmak uygun olur.

Biri de bütün bedendedir: Bu da anaya ve babaya incinmektir.

Şeri ceza gerektiren yahut Kur’ân’da onun için korkunç tehdit âyeti bulunan kabahatler, büyük günahlardır. Büyük  günahların ayrıntısında bazı tasarruflar vardır ki bunlar İhyâ  kitabında zikredilmiştir. Bu kitap onları zikretmeye yetecek  hacimde değildir. Bu ayrıntıyı bilmekten maksat da büyük gü nahlardan çok sakınmak gerektiğinin bilinmesidir. Ayrıca küçük kabahatlerde ısrar etmek de büyük günahlardandır. Gerçi küçük kabahatlere farzlar kefaret olur, demiştik.

Nitekim ibadet, devamlı olursa gönlü aydınlatmada bunun tesiri büyük olur.

Bu sebeple Resula’liah (a.s.): “Amellerin en güzeli her  ne kadar az da olsa devamlı yapılanıdır.” dedi Bunun misali şu su damlası gibidir ki bir taşın üzerine damlaya damlaya o taşı deler. Eğer suyu bir taraftan o taşın üzerine dökseler tesir etmez.

Hadiste anlatılır ki, mümin kendi günahını muallakta I duran ve üstüne düşecek diye korktuğu şu büyük dağlar gibi görür. Münafik ise günahını tene konan ve kalkan şu sinek gibi görür.

Onu işleyen kimseye önemsiz görünen ve o günahkârın HB keşke bütün günahlarım böyle olsa, dediği günah, mağfiret edilmeyen günahtır, demişlerdir.

Peygamberlerden birine vahiy geldi: “Günahın küçüklü­ğüne bakma, benim buyruğuma muhalefet ettin.”

Kul, Hak Tealanın celâlinden ne kadar haberdar olursa kabahat olan küçük günah onun katında daha büyük görür.

Velhasıl Hak Tealinin gazabı günahlarda gizlidir. Senin önemsiz gördüğün o günahta gazap olması mümkündür.

Nitekim Hak Teâlâ:

Nur Suresi,15.ayet

buyurdu. Yani lâtif manası siz onu önemsiz görürsünüz ama o Hak Teala katında büyüktür, demektir.

Bil ki önceki büyükler: “Müslümanın günahı başkası­nın gözüne kolay göstermekten daha büyük pisliği yoktur, demişlerdir.

Biri de günahı işleyen kimsenin halkın örnek aldığı bir âlim olmasıdır. Onun hâlim gören başkaları da o günaha cü­ret ederler ve derler ki eğer bu günahı işlemek caiz olmasaydı bu âlim onu yapmazdı. İbrişim giyen, sultanların huzuruna varan, onların malım alan, mübahlarda dilini şefaat edip tut­mayan ve akranını ayıplayan bu âlim gibi bütün talebeleri de onu görüp ona uyarlar, kendileri de üstatları gibi olur ve ta­lebelerinin talebeleri de üstatlarına uyarlar ve bunların hep­sinin vebali örnek almana olur

Bu yüzden, Öldüğü zaman günahları da kendisiyle ölen kimse bahtlıdır, demişlerdir. Bir kimse yukarıda zikredilen âlim gibi olursa onun günahtan kendinden bin yıl sonra da baki kalır.

Bu yüzden âlimler bu işin tehlikesi hakkında “Pek çok kimsenin günahının biri, bin yazılır ve ibatlederinin de biri, bin yazılır. Zira onlara uyanların sevabından da kendilerine hasıl olur.” derler. Bu cihetten âlime vacip olan şudur ki gü­nah işlemesin. Bir âlimin hatasını başkalarına anlatmak bü­yük günahtır. Çünkü bu yüzden çok kimse dalalete düşer ve günah işlemeye cüret eder. Herkesin hatasını örtmek vacip­tir ancak âlimlerin hatasını örtmek daha vaciptir.


Fasıl

Tövbenin Şartları



Tövbenin aslı pişmanlıktır ve bunun neticesinde irade­ler ortaya çıkar. Pişmanlığın alâmeti şudur: Kendinde da­ima gam ve hasret olmalı ve hâline ağlayıp inlemelidir. Zira bir kimse kendisinin helâk olacağını bilse hasretten nasıl beri olur. Onun hasta bir oğlu olsa ve kâfir bir tabip ona “Bu has­talık tehlikelidir ve bunda ölüm riski vardır.* dese hiç şüphe­siz onun canına korku ve gam ateşi düşer. Şu da malumdur ki kendi nefsi öz oğlundan da azizdir.

Hakleâlâ ve Resulallah (sallallahu aleyhi ve sellem) kâfir tabipten de sadıklardır. Ahirette helâk olma korkusu ölüm korkusundan da büyüktür. İsyankârlığın Hak Teâlânın gaza­bına delalet etmesi, hastalığın ölüme delalet etmesinden de açıktır» Bu cümleden olmak üzere korku ve hasret zahir olmuyorsa günahın âfetine henüz inanmamıştır. Bu korku ateşine kadar çok olursa tesiri günahların kefaretinden daha fazla olur. Zira bu pas ve karanlık, isyankârlıktan ortaya çıkıp onun kalbine yerleşmiştir. Bunlar, pişmanlık ateşinden başka şeyle ortadan kaldırılamaz, bununla gönül hassas olmaya başlar.

Hadiste anlatılır ki "Tövbe edenlerle sohbet edin ki on­ların kalbi hassas olur.” Kulun kendine gereken şeri cezayı versinler diye sultanın huzurunda günahını söylemesi vacip değildir. Belki o günahı yalanlayıp ona tövbe etmeli, güna­hını araştırmalı ve küçük günahlardan olan her şey için de çok ibadet etmelidir.

Gerisi bunun gibidir. Mesela namahreme baksa, elini Kurân’a abdestsiz tutarsa veya mescide cenabet girse ya da saz dinlese bunların her birine zıddıyla kefaret etmeli ki onu or­tadan kaldırsın.

HakTeâlâ:

Hud Suresi,114.ayet

buyurur. Yani günahtan sonra sevap işlemek günahı mah­veder. Gerçi her sevap, günahı yok eder. Lâkin zıddı olanın tesiri daha fazla olur. Saz dinlemenin kefareti Kur'ân dinle­mekle olur. Şarap içmenin kefareti, gönlünün arzu ettiği helâl içkiyi içmeyip fukaraya sadaka vermekle olur.

Her karanlık, bir günahtan hasıl olmuştur. Her sevap­tan bir aydınlık hasıl olup onu yok etsin.

Bil ki bir müminin çektiği her eziyet, ayağına diken bat­ması da dâhil, onun günahına kefaret olur,

Resula’llah (a.s.): “Günahlardan bazısı vardır ki keder­den başka bir şey ona kefaret olmaz” dedi.

Bir rivayette de çoluk çocuk gamından ve maişet kaygı­sından başkası ona kifayet etmez, denmiştir.

Aişe (radıya’llahu anha): “Bir kulun günahı çok olur ve kefaret olacak miktarda ibadeti olmazsa Hak Teâlâ onun gönlüne bir kaygı verir ki bu onun o günahına kefaret olur.” dedi.

Şöyle zannetme ki bu onun ihtiyarıyla değildir. Dünya gayesiyle kaygılı olma ihtimali vardır. Dünya için kaygılan­mak hatadır. Ne şekilde günaha kefaret olur demesin. Ger­çek durum, senin zannettiğin gibi değildir. Gerçi senin seçi­minle değilse de senin gönlünü dünyada rahatsız eden her şey belki senin için hayırlıdır. Belki de o kaygı karşılığında gön­lüne sevinç dolup muradın hasıl olsaydı dünya senin cenne­tin olurdu.

Hazret-i Yusuf (salavatu İlahi aleyhi ve sellemehu), Ceb­rail (a.s.) e:

“O kederli yeri nasıl buldun, yani Yakub (a.s.) u nasıl buldun?” dedi.

Cebrail (a.s.):

“Onu oğulları ölmüş yüz ananın kederiyle buldum.” dedi.

Yusuf (a.s.);

“Onun bu kederinin karşılığı ne olur?” dedi.

Cebrail (a.s.);

Yüz  şehidin sevabı olur“ dedi.



İşlenen günahlarda kul hakkını da gözetmek gerekir. Kul, herkesle olan muamelelerini hesap etmelidir. Belki de halkla sohbetinde onlarla ne konuştuysa bunların hepsini göz önünde bulundurarak helâllik almalıdır. Gıybet hususunda herkesten helâllik almak zordur. Helâllik almak için herkesi çağırmak mümkün olmaz

Bundan dolayı şimdi çok ibadet edip o kadar ibadet top­lanmalı ki bu hukuku kıyamet günü kendinden aldıkları za­man kendisi için kifayet miktarı sevap kalsın.



Fasıl



Her kimden tövbe arasında bir günah ortaya çıkarsa he­men kefaret edip tövbeyle onun tedariğine meşgul olsun.

Bazı hadiste anlatılır ki: “Günah işleyen kimse iki rekât namaz kılar, ondan sonra yetmiş kere istiğfar eder, yüz kere ‘sübhana’llahi’l-azim ve bihamdi’ der, olduğu kadar sadaka verir ve bir gün oruç tutarsa günahına kefaret olur.

Yunus B.Veli - Konuşma Adabı

(Büyüyenay Yayınları)
Devamını Oku »

Dilin Âfetleri



Dilin Âfetleri

Bil ki söz, dört kısımdır: Bir kısım vardır ki tamamı za­rardır. Bir kısım vardır ki bunda hem zarar hem yarar vardır. Bir kısım da vardır ki bunda ne yarar ne zarar vardır. Bunlar; fuzuli sözlerdir. Zaman kaybettirmesi, fuzuli sözlerin zararı için yeter. Dördüncü kısım odur ki yalnız yarardır, hiç zararı yoktur. Semin üç kısmı söylenmemek, bir kısmı söylenmeli­dir. Nitekim Hak Teâlâ buyurdu:

Yani sadaka ve ihsan için söylenilmiyorsa çok konuşmak uygun değildir. Bu sözün aslı şudur. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):

‘’Her kim ki sükût ettk kurtuldu.” demiştir.

Sessiz olmanın ademini bilmediği için dilin âfetlerini de bilmezsin. Biz dilin âfetlerini beyan edelim yüce Allah'ın izniyle.



Fasıl



Birinci âfet: Peygamber (salla’lahu aleyhi ve sellem): ….

dedi. Yani önemli olmayan şeyi terk etmek, kişinin İslâmının güzelliğindendir.

Bir kavimle oturup yolculuk ettiğini söyleşmek; şehir­leri, dağlan, bostanları ve bağlan hikâye etmek önemli olma­yan söz gibidir. Gerçi fazla ve eksik söylemezsen de bunun gibi sözler fuzulidir. Bu sözleri terk etmek mümkündür ve terk etmenin zararı yoktur. Bir kimseye önemli olmayan bir şey sormak bu türdendir. Şu durumda bizim dediğimiz âfet olur: Mesela birine “Oruç tutar mısın?” diye sorarsan o kimse “Tutarım.” derse ibadetini göstermiş olur, eğer yalan söylerse günahkâr olur ve sen onun günahına sebep olmuş olursun ve bu da uygun değildir. Gerisi bunun gibidir: Meselâ “Nereden geliyorsun?” veya “Ne yapıyorsun?” diye sorsalar açık söyle­meme, yalan söylemeye düşkün olma ihtimali vardır. Böyle olursa söylenen söz fuzuli olmaz bâtıl olur, zira içinde hiçbir bâtıl8 olmayan söze fuzuli derler.

Anlamlar ki Lokman bir yıl aralıksız Davudim (salavatullahi aleyhima) yanına vardı. Davud, zırh yapardı. Lokman, Davudun yaptığının ne oluğunu bilmek isterdi. Ama sabredip sormazdı. Nihayet Davud (salavatullahi aleyh) zırhı ta­mamlayıp sırtına giydi ve:

“Cenk için güzel elbisedir.” dedi.

Onun ne yaptığını bildi ve:

"Sessiz olmak hikmettir ama kimse buna rağbet etmez.” dedi.

Buna benzer fuzuli sözden feragat etmenin ilacı şudur: Kişi bilsin ki ölüm önündedir. Her teşbih ve her zikir hazır bir hazinedir. Bu hâzineyi kaybeden zarar etmiş olur. İlmî ilacı budur. Pratik ilacı ise şudur: Ya halktan uzak dursun ya­hut ağzında bir taş tutsun.

Sahih hadiste nakledilir ki Uhud savaşında bir yiğit şe­hit oldu. Onu buldular. Açlıktan karnına bir taş bağlamışa. O yiğidin anası, onun yüzünden tozu silerdi ve yani sana cennet mübarek olsun derdi.

Peygamber (salla’llahu aleyhi ve sellem):

"Ne biliyorsun belki oğlun kendine lazım olmayan bir şeye cimrilik etmiştir yahut kendine mühim olmayan bir söz söylemiştir” dedi.

Bunun manası şudur ki, bu hususların hesabını ondan sorarlar.

Bahtlı, hesapsız ve zahmetsiz cennete giren demektir.

Bir gün sallaIlahu aleyhi ve sellem:

"Şu anda cennet ehlinden bir kimse geliyor.” dedi.

Sonra Abdullah bin Selam kapıdan içeriye girdi; Ona sordular;



“Senin amelin nedir ki Resulallah senin hakkında böyle dedi.”

Abdullah:

“Benim amelim azdır lâkin bana lazım olmayan bir işi yapmam ve yaratılmışlara yararlı olmaz sanmam.” dedi.

Mutarrif bin Abdullah:

“Hak Teâlanın celali sizin gönlünüzde ondan daha büyük olmalı ki onun adını her olur olmaz sözde anasınız” dedi.

Nitekim durana ve gidene Rabb’i şöyle şöyle etsin, diyesin.

Resulallah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Sözünün fazlasını terk eden ve malının fazlasını ve­ren yani keseden bağı çözüp diline bağlayan kimse bahtlı­dır.” dedi

ikinci: Günah olan söz söylemek; bidat şeylerden ve sa­habenin bunlarla ilgili konuşmalarından bahsetmektir. Gü­nah, başkalarına kendinin fısk ve fesadını hikâye etmektir. Şa­rap ve fesat meclislerini hikâye etmek, yahut fuhşa ait hâller hikâye etmek, tamamen günah olur; daha önce zikredilen âfet gibi olmaz. O, birinci derecedir.

Üçüncü: Karşı çıkmak ve tartışmaktır. Buna ikiyüzlü­lük derler. Bazı kimse olur ki onun âdeti, her kim bir söz söylese o sözü reddeder ve “Öyle değildir” der. Bunun ma­nası şudur ki:

“Sen ahmak ve cahilsin, ben akıllı ve anlayışlıyım.”

Bu söz helâk eden iki sıfata kuvvet vermiş olur: Bu sıfatların biri kibirlenmedir diğeri de vahşi hayvanlar gibi doymaktır. Bir kıskançlık eder. Bu sebeple bütün sünnet eh­linin ilk rehberleri tartışmadan men etmişlerdir. Lâkin bir bidat ehli gelince Kuran âyetleriyle ve hadisle onunla inat- sız konuşmuşlardır. Sözü uzatmak fayda vermiyorsa ondan yüz çevirmişlerdir.

Dördüncü: Husumettir. Kadı önünde yahut bir başka yerde olsa da bu husumetin âfeti olur.

Peygamber (salla’llahu aleyhi ve sellem):

“Her kim ilimsiz bir kimseyle husumet ederse, sakit olun­caya dek Allah Teâlânın gazabından olur.” dedi.

Husumeti olan herkesin eğer kadirse bundan vazgeç­mesi önemlidir. Buna gücü yetmezse bari doğru söylesin ve çok konuşmasın. Bunların hepsi dini helâk eder.

Beşinci: Edepsiz konuşmaktır.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Edepsiz konuşan herkese cennet haramdır.” dedi Bil ki cinsel ilişki çoğunlukla cima söasü konuşmakla olur. Bunlar ibadetlerini kötü ederler. Nitekim bu fesat eh­linin âdetidir.

Altıncı: Lânet etmektir. Bil ki lânet etmek ayıplanmıştır. Gerek davara olsun gerek hayvana, gerek halka, kaftana olsun ve gerek başka şeylere olsun.

Peygamber (salla llahu aleyhi ve sellem):    '

Mümin, lânetten sakınır.” dedi. Ama bir kimseye lânet

senin üzerine olsun yahut lânet falan kimsenin üzerine olsun.

Demek, o kimsenin Firavun ve Ebu Cehil gibi küfür üzere helâk olduğunun şeriatla bilinmesi hâlinde uygun olur. Bir Yahudiye lânet senin üzerine olsun demekte tehlike vardır. Zira onun Müslüman olması (veya Müslüman olarak ölmesi ihtimali) vardır.



Fasıl



Yedinci: Şiir ve türkü söylemek haram değildir. Zira Peygamber (salla’llahu aleyhi ve sellem)’in önünde şiir okun­muştur. Haşan a onların hicvinden kâfirlere cevap vermesini buyurdu. Ama yalan olan, bir Müslümanın hicvi olan ya da Müslümanları öven ve içinde yalan olan böyle şiirleri okumak uygun değildir. Ama o şiir, latife yoluyla olursa ve şiirin sa­natlarından olursa gerçi yalan suretinde olursa da haram ol­maz. Zira ondan kastedilen bu değildir böyle inansınlar. Zira Peygamber (salla’llahu aleyhi ve sellem)’in huzurunda bu ni­telikte Arapça şiir okumuşlardır.



Fasıl



Sekizinci: Latife etmektir. Peygamber (salla’llahu aleyhi ve sellem) latife etmekten men etmiştir. Lâkin az latife etmek ara sıra olması, latif ve güzel olması şartıyla helâldir. Yalnız bunu âdet ve sanat edinmesinler ve haktan başka şey söyle­mesinler. Zira latife çok zaman kaybettirir ve çok güldürür. Çok gülmekten gönül kararır. Ayrıca çok gülmek, erkeğin vakarını ve heybetini giderir.

Peygamber (sailallahu aleyhi ve sellem):

“Bir sözü halk gülsün diye söyleyen bazı kimseler vardır. Lâkin yer ile gök arasından fazla kendi derecesinden aşağı dü­şer. İnsanı çok güldüren her şey kötüdür. Tebessümden fazla gülmek uygun değildir.” dedi.

Peygamber (salla’llahu aleyhi ve sellem):

“Benim bildiğim şeyi siz bilseydiniz az gülerdiniz, çok ağlardınız.” dedi.

Ömer b.-Azîz:

“Allah Teâlâ’dan korkun ve latife etmeyin. Latife gönle kir getirir ve bundan çok kötü işler ortaya çıkar. Bir yerde oturduğunuzda Kurandan konuşun, eğer Kurandan ko­nuşmaya kadir değilseniz büyüklerin hâllerini ve özellikle­rini konuşun.” dedi.

Ömer (radıyallahu anhu):

“Her kim bir kimseyle latife etse onun gözü aydınla­nın” dedi

Bütün ömründe Peygamber (aleyhis-selam11)’den iki üç ke­lime latife nakledilmiştir: Bir kadına Peygamber (salla’llahu aleyhi ve sellem):

“Yaşlı kadınlar cennete girmez.” dedi.

Kadın, Peygamber’in bu sözünü duyunca ağladı.

Peygamber (a.s.):

“Gönlünü karıştırma. Kadınları önce yiğit ederler on­dan sonra cennete korlar.” dedi.

Bir kadın, Peygambere:

“Kocam seni okuyor” dedi.

Peygamber (aleyhis-selam):

“Senin kocan, gözünde akı olan kişi midir?” dedi. Kadın:

“Hayır, benim kocamın gözünde akı yoktur.” dedi. Peygamber (a.s.):

“Gözünde akı olmayan kimse var mıdır?” dedi.

Bir kadın:

“Ya Resulallah beni deveye bindir.” dedi.

Peygamber (a.s.):

“Seni deve yavrusuna bindireyim.” dedi.

O kadın:

“İstemem, zira beni düşürür.” dedi.

Peygamber (a.s.).

“Deve yavrusu olmayan hiç deve yoktur.” dedi. Peygamber “Bir kimsenin gönlünü inciten yahut hey­bet gideren latifeler, latife değildir.” dedi.

Bu miktarı sünnettir lâkin âdet edinmek uygun değil­dir.



Fasıl



Dokuzuncu: Bir kimseyi onun sesiyle taklit etmek, onun işini ve sözünü hikâye etmek, onu maskara edip gülmektir.

Bunu işiten kimseye gülme isteği gelir ve o kişi bu hususlardan huzursuz olursa bunların tamamı haramdır.

Hak Teâlâ:

Hucurat Suresi,11.Ayet

buyurmuştur.

Onuncu: Yalan vadedir. Peygamber (a.s.) “Üç şey vardır ki kimde bu üç şeyden biri varsa o kişi namaz kılar, oruç tu­tarsa da münafık olur: Yalan söyleme, vade verip bunda dur­mama, emanete hıyanet etme.”

On birinci: Yalan sözdür bu büyük günahlardandır.

Resulallah (s,a.s.) “Yalan söylemek nifak kapılarından bir kapıdır.” dedi.

Peygamber (a.s.) “Yalan söyleyen bir köleye varıncaya kadar Hak Teâlâ katanda yalancı yazarlar.” dedi.

Resulallah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Mümin kul ya­lan söyleyince melekler, onun kokusundan uzak olmak için bir mil uzağa kaçarlar.” dedi. Bu sebeple, aksırmak doğru söy­lemeye müjdedir, şahittir derler. Zira hadiste anlatılır ki aksır­mak melektendir ve esnemek şeytandandır; Söylenen söz, yalan olsaydı melek orada hazır olmazdı ve aksırmak gelmezdi.

Peygamber (a.s.) “Her kim bir yalanı bilir ve hikâye ederse yalancılardan biri olur” dedi.



Ibn-i Semmak (rahmetullahi aleyh) “Bana yalan söy­lemekten sevap yazılmaz zira âdet ettiğim için yalan söyle­mem.” dedi.

Yalan, belki gönüle tesir edip gönlün suretini bozduğu ve gönlü kararttığı için haramdır.

Lâkin, yalana ihtiyaç duyulup önemli bir iş için söyle­nirse ve bu istemeyerek söylenirse haram olmaz. Zira isteme­yerek söylediği için onun gönlü yalanın etkisini kabul edip eğrilmez. Çünkü hayır kastedip söylediği için gönül karar­maz. Şüphe yoktur ki bir Müslüman kardeşin bir zalimden kaçmış olursa onun nerede olduğunu söylemek uygun değil­dir. Belki yalan söylemek o zaman vaciptir.

Peygamber (a.s.) “Yalana üç yerde izin vardır: Biri, sa­vaşta düşmanına kendi azmini olduğu gibi dememesine, iki kimsenin arasını bulmak için her birinden diğerine (o sözü söylememişse de) diğeri hakkında güzel sözler söylemesine ve iki hanımı olanın bunların her birine ‘Seni daha fazla se­viyorum.’ demesine.” dedi. Zira şerefli şeriat kötü işleri gizle­yin, buyurmuştur. Sözün kısası, niyetin sahih olması hâlinde yalan söylemek uygun olur. Evla olan ise doğrusu ortadayken zaruret olmadıkça yalan söylememektir yalemullah.



Fasıl



Bil ki büyüklerin yalan söylemeye bir ihtiyacı olsa hileyle bir söz bulurlardı ki söyledikleri doğru olsun ve muhatap olan kimse ondan kendinin istediği başka bir şey anlasın. Böyle söze muhalif derler.

Nitekim Mutarrif (rahmetullahi aleyh) bir Bey’in ya­nma vardı. Bey:

“Niçin bize az geliyorsun?” diye sordu.

Mutarrif:

“Bey’in yanından gittim, bir yanımı yerden kaldıramadım.”

Özellikle o şeye Hak Teâlâ kuvvet verdi, öyle ki Mutar­rif hastalanmış sandı. Bu gerçi doğru söz idi. Lâtife için ya­lan söylemiş olsa günah derecesine varmaz lâkin iman dere­cesinin kemali düşer.

Peygamber (a.s.) “Onu halka ve kendine uygun gö­ren kişinin imam dürüsttür, o lâtifeden ve yalandan el çek­sin.” dedi.

Onun gönlünü hoş etmek için “Yüz kere seni istedim ve kapına geldim.” tarzında söylenen sözler haram derecesine varmaz. Zira bilirler ki bu sözden kastedilen, adet beyan et­mek değildir. Gerçi dedikleri kadar yoksa da bu türden sözü belki çokluk göstermek için söylerler. Fakat bir kimse çok is­temediği hâlde bu sözü söylerse yalan olur.

On ikinci: Gıybet etmektir. Gıybet etmek bütün dillere galip olmuştur ve Hak Teâlâ dilemedikçe hiçbir kimse bun­dan kurtulamaz. Gıybetin vebali büyüktür. Hak Teâlâ gıybet etmeyi Kur anda, ölmüş kardeşinin etini yemeye benzetir.

Peygamber (a.s.) “Gıybetten uzak durun ki gıybet zi­nadan beterdir. Zina için yapılan tövbeyi kabul ederler, gıybet edilen kimse helâl etmeyince gıybet için yapılan tövbeyi kabul etmezler.” dedi.

Peygamber (a.s.) buyurur ki “Her kim ki yaptığı gıybet için tövbe edip ölürse cennete en son girer, eğer tövbe etme­den ölürse cehenneme ilk giren o olur.”



Fasıl



Doğrusunu söylemiş olsan da bir kimsenin özel hâllerini konuşmak, o kişi duyduğunda onu huzursuz edecekse gıybet dediğimiz budur. Ama eğer yalan söylemiş olursan ona asıl­sız söz ve iftira derler. Bir kimsenin gerek teni gerek nispeti gerek kaftanı gerek diğer emlâki olsun eksik yönlerini söyle­diğin her şey gıybet olur. Gıybetin haddi odur ki o kimseye iğrenç gelsin. Bu sözlerin hepsi de kendine iğrenç gelir. Bu sözleri söylemekte fayda yoksa söylememek gerekir.



Fasıl



Bil ki gıybet hep bunun gibi, dille olmaz. Belki göz ile el ile işaretle ve yazmakla da olan gıybetin hepsi haramdır. Bir kimse dese ki Hak Teâlâ inayet eylesin falan kimsenin ba­şına bir olay geldi Onun niyeti bu olayı başkalarının da bil­mesidir. Bazen bir kimseden haber verirken “Hak Teâlâ bize tövbe etmek için gün versin.” der. O kimsenin bir günah işle­diğini bilsinler ister. Bunların hepsi gıybettir. Lâkin bu yolla gıybet ederse buna nifak da karışmış olur. Güya bunu sofu­lukla ve gıybet etmeyen biri olarak göstermiş olur ve onun günahı iki olur. Kendi cahilliğinden gıybet etmediğini sa­nır ve günah olur. Bir kimse gıybet eder ve ona “Konuşma, gıybet etme." derler ancak bunu gönülden çirkin görmez­ler böylece hem münafık olurlar hem de gıybet etmiş olur­lar zira dinleyen, söyleyen ile ortaktır. Oysa ki gönlünden de bunu inkâr etmelidir.



Fasıl



Bil ki gönül ile gıybet etmek, dil ile gıybet etmekte olduğu gibi haramdır. Nitekim bir kimsenin noksanını bir başkasına demek uygun değildir. Bunun yanında kendi nefsine demek de uygun değildir. Gönül ile gıybet etmek, bir kimseye kötü zanda bulunmak demektir ve mümin, kötü zandan arınmış değildir. Lâkin onun selameti şudur ki kendi gönlünde onu gerçek olarak kabul etmesin, güzel bir sebebe bağlasın.



Fasıl



Bil ki gıybete hırslı olmak insanın gönlünde bir hasta­lıktır. Buna ilaç vermek vaciptir ve bunun ilacı iki şeydir: Biri gıybet hakkında söylenen hadisleri düşünsün. Gıybet, hissi­yatı yok eder, bazen kişiyi müflis eder. Zira Peygamber (a.s.) “Gıybet, ateş korunun odunu yok etmesi gibi kabul olmuş hasenatı yok eder.” buyurmuştur.

tidnci ilacı ise şudur: Kişi kendi ayıbını düşünsün eğer kendinde bir ayıp bulursa o kimseyi, kendini mazur say­dığı gibi mazur saysın eğer kendinde hiçbir ayıp bulamazsa şöyle bilsin ki kendi ayıbım kendinden gizleyen cahilliğidir.

Cahillik de bütün gıybetlerin en fazlasıdır. Ayrıca kendinde ayıp bulunmadığı gerçek ise murdar olanları yemekten kötü ayıp yoktur.
Gıybete İzin

Bil ki gıybet etmek, haramdır. Bir özür olmadıkça da mübah olmaz. Bu özürlerden biri tazallümdür yani bir kim­senin zulmünden kadı yahut sultan huzurunda şikâyet et­mektir ve bu caizdir. Bir kimsenin yanında ondan yardım dilemek de caizdir. Ancak ondan fayda ummadığı bir kim­senin yanında zalimin zulmünü hikaye etmek, mazluma uy­gun değildir.

Biri de bir yerde, bir kimsede gördüğü fesadı, onu o fe­sattan alıkoyması için yetkili bir memura söylemektir.

Fetva sorulduğunda hanımım, babam ya da falan kişi şöyledir desin. Ancak evla olan şudur ki “falan kimse şöyle yapsa, onun hakkında ne dersiniz” diye fetva sormaktır.

Diğeri ise bir kimsenin şerrinden birinin korunmasını is­teyince mesela bir kimse bidat ehli olsa yahut hırsız olsa ve bir başkası bunu bilmeyerek ona itimat etmek istese veya bir zevce almak ya da bir köle almak istese bunun ayıbını demediğinde ona zarar verecekse onların ayıbını demek, daha iyidir.

Biri de bir kimse bir adla meşhur olsa, o ad da kör gibi topal gibi ayıplı olsa ve bunlardan başka ne varsa o bundan huzursuz olmazsa bunlar söylenebilir.

Bir diğeri ise, namertler ve meyhane düşkünleri gibi bir günahı açıktan işleyenlerin günahım söylemek uygundur.


Gıybet Etmenin Kefareti

Bil ki gıybetin kefareti, tövbe etmektir. Gıybet eden tövbe etsin ki zulümden kurtulsun.

Resulallah (a.s.) “Kimin bir kimsenin ırzında veya malında bir haksızlığı varsa o gün gelmeden önce ondan helâlliğini istesin. O gün elde ne akçe ne para ve ne de altın vardır. Onun hasenatından başka şey yoktur ve onun hasena­tını gıybet ettiği kimseye bedel olarak verirler. Gıybet ettiği kimseye mağfiret talep etsin ve helâlliğini istiyorum, desin. Ne söylediğimi bana söyle. Zira bilinmeyen sözden incinmek uygun değildir.” dedi.

Biri de kovculuktur. Hak Teâlâ: buyurdu. Yani musibet kovcularadır.



Fasıl



Bil ki kovculuk illa sözle olmaz. Bir kimse herhangi bir şeyi ortaya çıkardığında bir kimse bundan huzursuz olursa o kişi kovcudur ve kovcunun naklettiği söze itimat etmemek gerekir zira kovcu fesatçıdır. Hak Teâlâ “Fesatçının sözünü dinlemeyin ” demiştir.

Hucurat Suresi,6.Ayet

Biri de iki düşmanın arasında, bunların her birine “hoş geldin" diyerek ikiyüzlülük etmektin Bazen birinin sözünü diğerine ve öbürünün sözünü buna naklederek her birine "Ben sana dostum” açıklamasını yapar. Bu kovculuktan da beterdir.

Biri de halkı överek meddahlık etmektir. Bunda altı âfet vardır. Dördü söyleyendedir, ikisi dinleyendedir. Din­leyen, övülen kimsedir. Medhedenin âfeti şudur ki abarta­rak yalan söyler.

Hadiste anlatılır ki kim halkı överken ölçüyü kaçırırsa kıyamette onun dili o kadar uzansın ki yerde sürünsün, aya­ğıyla onun üzerine basıp onu düşürsün.

Biri de bazen gerçekten bilmediği bir şeyi söylemektir. Nitekim bunlara benzer ne varsa zahit ve sofa derler.

Peygamber (a.s.): “Şayet bir kimseyi övmek gerekirse ‘Zannederim ki şöyledir.’ desin. ‘Bir kimseyi Allah Teâlâya karşı aklamam. Onun hesabı Allah Teâlâya dönecektin de­sin. Böyle demek de gerçekten, şüphe ederse doğru söylerse o zaman caiz olur.” dedi

Üçüncüsü şudur: Övdüğü kimsenin zalim olma ve onun Övgü sözlerinden sevinme ihtimali vardır. Zalimi sevindir­mek uygun değildir.

Peygamber (a.s.): “Günahkârı övseler Hak Teâlâ hışma gelir.” dedi. Ancak övülürse iki yönden ziyan vardır: Biri odur ki, onda büyüklenme ve kendini beğenmişlik ortaya çıkar.

İkincisi ise, iyilikle ve ilimle onu övseler gelecek zamanda yapacağı tahsilde yaşı geçmiş kimse olur ve ben de kemale eriştim, der. Tabi bu âfetlerden gereken yer olursa, olmazsa medhetmek güzeldir, der.



Peygamber (a.s.) ashabını övmüştür. Bir kimseyi med- hettikleri zaman onun kibirden sakınması ve akıbetinin kötü olup olmayacağını düşünmesi gerekir. Zira hiç kimse akıbetinin nasıl olacağını bilmez. Bir kimse cehennem­den kurtulmamışsa domuz ve köpek ondan daha erdem­lidir. Hiçbir kimse kendinin kurtulduğunu bilemez. Övü­len kimsenin bunu düşünmesi gerekir. Ayrıca öven kimse onun bütün sırlarını bilseydi onu övmezdi. Bundan dolayı şükretsin ki Hak Teâlâ onun içini o öven kimseden gizledi. Kendini överken de tiksinmesi gerekir. Bunu belki gönlüyle de iğrenç görmelidir.



Öfke ve İyi Hâl



Bil ki insanın öfkesinin galip olması kötü sıfattır.

Peygamber (a.s.) dedi. Yani öfkelenme. Pey­gamber (a.s.) “Sirkenin balı zayi etmesi gibi öfke de imam zayi eder.” dedi. Bu yüzden öfkenin giderilmesi önemlidir.

Allah Teâlâ:

Al-i İmran,134.Ayet

buyurdu. Yani Allah Teâlâ öfkelerini gideren ve halkın günahlarını affeden kimseleri övdü.

Peygamber (a.s.): “Her kim öfkesini yutarsa Allah Teâlâ azabını ondan uzaklaştırır ve her kim dilini tutarsa Hak Teâlâ onun ayıplarını gizler’’- dedi.

Peygamber (a.s.): “Öfke yudumu gibi hiçbir yudum yoktur. Bir kul, öfke yudumunu içmezse mutlaka Hak Teâlâ onun gönlünü imanla doldurur” dedi.



Fasıl



Bil ki insanda öfkeyi, onun silahı olması için ve insana zararı olan her şeyi insandan defetmesi için yarattılar. Nite­kim insanın aleti olsun diye şehvet yaratmışlardır. Faydalı olan her şeyi yesin ve kendine alsın. İnsana bu iki şeyden yani öf­keyle şehvetten kurtuluş yoktur. Bu yüzden kuvvet gerekir.

Öfke ne az ne çok olsun, aklın ve dinin gösterdiği şekilde ol­sun. Öfke kötülenmiştir. Bu sebeple “İnsanın öfkesi aklının feryadıdır.” demişlerdir. Bazen insanın öfkesi zayıf olur ve bu da kötüdür. İnsanın haremini koruma gayreti ve kâfirlerin di­nini koruma gayreti onların hışmından ortaya çıkar.



Fasıl



Bil ki öfkeye ilaç yapıp nefse hakim olma gücü vermek farzdır. Zira öfke çoğu halkı cehenneme götürür ve öfke yü­zünden çok fesat ortaya çıkar.

Öfkenin ilacı iki cinstir: Biri şu müshil ilacı gibidir ki öfkenin kökünü ve özünü keser. İkincisinin misali balla sir­kenin terkibinden elde edilen şerbet gibidir. Sakinleştirir ve mayasını kesmez. Ama bunu kolaylaştıran şudur: Kendine  baksın ve içindeki öfkenin sebebi nedir bunu bilsin ve o se­bebin kökünü kessin. Bilinsin ki bir kimsenin kendi öfkesini zapt etmesinden daha büyük mertlik olmaz.

Öfkesini zapt etmek, evliyanın ve enbiyanın sıfatıdır. Öfkelenmek Kürtlerin, Türklerin, Arapların, yırtıcılara ve hayvanlara yakın olan kimselerin sıfatıdır. O hâlde büyük­lük, evliya ve enbiya sıfatı üzere olmakta mı yoksa ahmaklar ve akılsızlar sıfatı üzere olmakta mıdır?



Fasıl



Bu zikredilen ilaç müshil olan ilaçtır. Ona kastetsin, öf­kenin özünü kessin. Şayet öfkenin özünü kesmeye gücü yet­mezse hiç olmazsa öfke ateşi alevlendikçe teskin etsin ve onun teskini sikencübini, ilmin şirinliğiyle ve sabrın açlı­ğıyla karıştırsın.

Bütün güzel ahlâkın ilacı, ilimdir ve ilim macunuyladır. Gazabı kınama ve gazabım yenen kimselerin sevabıyla ilgili şu âyetleri ve şu hadisleri fikretmek de ilimdir.



Fasıl



Bil ki bir kimse zulmetse ya da bir sert söz söylese evla olan cevap vermemektir. Lâkin her zaman sessiz olmak da va­cip değildir ve her cevaba da izin yoktur. Sövmek karşılığında, bir üslupla sövmek ve her gıybetin karşılığında bir şekilde gıy­bet etmek uygun değildir. Böyle yapanları azarlamak gerekir.,



Fasıl



Bil ki her kim öfkeyi kendi ihtiyarıyla ve dindarlıkla gi­derirse ona o mübarek olur. Kim öfkeyi aciz ve zaruretle hazmetse veya Öfke içinde toplansa mayalanıp kin olur.

Peygamber (a.s.):’’Müslüman kin tutmaz.’’

dedi.

Akaya bin Amir anlatıyor: Peygamber (a.s.) benim elime yapışıp dedi ki “Ya Akaya seni dünya ehli ve ahiret ehli halk­larının efdaline vakıf edeyim mi? Bu nedir dersen her kim senden bağını koparırsa sen ona ulaşasın ve her kim seni mahrum ederse sen ona ihsanda bulunasın ve her kim sana zulmederse sen onu affedesin.”

Peygamber (a.s.): “Her kim bir zalime beddua ederse kendi hakkını almış olur” dedi.

Muaviye: “Öfke anında kahretmeyin. Daha çok firsat bulduğunuzda gücünüz yetince affedin.” dedi.

Esirlerden bir topluluğu Abdul-melik Mervanın önüne getirdiler ve büyüklerden biri dedi ki: “Ya Abdumelik Hak Teâlâ sevdiğin kimseyi sana verdi ki bu zaferdir. Sen de Hak Tealaya onu ver ki Hak Teâlâ onu sever ve o gafurdur.”


Fasıl

Hasedin Âfetleri

Bil ki Öfke kine sebep olur ve kin hasede sebep olur. Ha­set, kötü ve günah olan işlerdendir.

Hazret-i Peygamber (a.s.): “Haset, ateşin odunu yediği gibi güzel huyu yer” dedi       .

Peygamber (a,s.): “Üç şey vardır ki kimse bunlardan beri değildir: Kötü zan, yaramaz fal ve haset. Bunların ilacı­nın ne olduğunu size öğreteyim: Kötü zan geldiğinde bunu kendi nefsine tahkik edip üzerine sabit olsun. Yaramaz fal gördüğünde yürü git, buna itimat etme. Haset ortaya çıktı­ğında dilinizi ve elinizi haset üzere muamele etmekten ko­ruyun.” dedi.


Hasedin Hakikati



Bil ki haset, bir kimseye bir nimet ulaştığında onu görüp onun yok olmasını dilemektir ve bu söylenen hadislerin kıla­vuzluğuyla haramdır. O delille ki bu iğrençlik Hak Teâlanın kazasıdır ve içerisinin kötülüğüdür. Zira sana kolay olmayan şu nimeti başkalarından istemek kötülükten başka şeyle ol­maz. Hiçbir yerde nimeti iğrenç görmek yoktur.

Yalnız bir zalime ve bir fasıka bir nimet verilmiş oldu­ğunda, o nimeti zulme ve fişka alet edinmiş olduğunda iğ­renç görmek uygundur.


Hasedin İlacı



Bil ki haset, gönlün büyük hastalığıdır. Bunun ilacı da ilim ve amel macunuyladır. İlim olan ilaç şudur: Şöyle bilsin ki haset, dünyada ve ahirette kendinin ziyanıdır ve haset et­tiği kimsenin dünyada ve ahirette faydasınadır. Öyleyse her­kes hasedin katilin zehri olduğunu bilsin ve eğer aklı varsa ha­sedi kendinden uzaklaştırsın. Mesela eğer haset ona “Ayıpla.” derse dua etsin, “Kibirlen.” derse alçak gönüllülük göstersin, “Onun nimetinin yok olmasına çalış.” derse ona yoldaşlık et­sin. Bunun gibi tesirli bir ilaç olmaz ki arkasından ona dua etsin, takdir etsin, o işittiği zaman gönlü hoş olsun. Onun

gönlü hoş olduğunda onun ışığı bunun gönlüne düşüp bu­nun da gönlü hoş olarak düşmanlığı kesilsin.



Fasıl



Bil ki nefsini yenmeye uğraşırsan kuvvetli bir ihtimalle seni huzursuz eden kimseyle seni dost tutunan kimsenin arasında gönülde fark bulursun. Bunların her birinin ni­meti ve mihneti senin katında bir olmaz. Düşmanının ni­mette olmasını mizacında kötü görürsün. Sen buna mü­kellef değilsin ki huyunu yaratılıştan değiştirebilesin. Zira sende buna kudret yoktur ama iki şeye mükellefsin: Biri, iş ile ve söz ile bu durumu göstermeyesin. Biri de o sıfatı kendinde de iğrenç göresin ve onu maksat edinesin ki bu sıfat senden kaybolsun. Bunu yaparsan haset vebalinden kurtulursun.



İsar



Bil ki Ali: “O kimse ki altı şeyi yerine getirdiğinde cen­neti istemekten ve cehennemden kurtulmaktan hiçbir şey baki kalmamış olur: Herkes Hak Teâlayı bilsin ve ona itaat etsin, şeytanı bilsin ve ona muhalefet etsin, hak nesne han­gisidir bunu bilerek onu elde etsin, bâtıl nesne hangisidir bunu bilerek ondan el çeksin, dünyayı bilerek ondan vazgeç­sin ve ahireti bilerek onun talebine kıyam göstersin.” dedi.



Hikâye



Bir gün Lokman, oğluna: “Ey oğul dünyayı ahirete sat. Böylece her ikisinden fayda görürsün ve ahireti dünyaya satma ki ikisinden de zarar edersin.” dedi.

Ebu îmame’i Bahali Dede: “Peygamber (aleyhi’s-selam)’i gönderince iblise askerleri ‘Böyle peygamber gönderdiler.’ dedi iblis ‘Dünyayı severler mi ?’ diye sordu. Onlar da ‘Severler.’ dedi, ‘öyleyse kayırmayın.’ dedi. ‘Puta tapmazlarsa da ben onları dünya muhabbetiyle öyle ederim ki aldıkları şeyi hak ile almazlar, verdiklerini hak ile vermezler, sakladıklarım hak ile saklamazlar ve günahların hepsinin başı bu üçüdür.'” dedi Fudayl “Eğer bütün dünyayı helâl ve hesapsız bana verselerdi onu almaya sizin murdarı almaktan ar ettiğiniz gibi ar ederdim.” dedi.

-------------

Yunus B.Veli-Konuşma Adabı

(Büyüyenay Yayınları)
Devamını Oku »