Kîni Dine Tercih Edenler

Anlaşılıyor ki kadın ve erkek farkı gözetmeden hepimiz “boynu­muzda bükülmüş iplerden oluşan” bir halat taşımaktayız. Yani potan­siyel olarak iyi ve kötü adına her türlü zıddıyeti/polariteyi/zevciyeti içimizde bulunduruyoruz. Her zaman diliminde “kîni dine tercih edenler” ve peygamber mirasının tebliğcilerine düşmanlık besleyerek vahyî hakikatlerin duyulmasına/yayılmasına mânî olanlar bu âyetin kapsamı içerisindedirler. Allah “Bezm-i Elest'’ de kendisine verdiğimiz söze sâdık kalmamızı bizden istiyor. “Ahde vefâ”ya sadâkat göstere­rek hakikati basit menfaatlerle değiştirmeyin diyor. Böyle yapanları da “Yeminleri bozmada, ipliğini kuvvetle eğirdikten sonra bozup par­çalayan kadın gibi olmayın'' âyetiyle uyarıyor.

Necmettin Şahinler,İpler Kopmadan
Devamını Oku »

Hayatın Anlamı Üzerinde Durabilmek

modern

İçimizdekini değiştirmedikçe, dışımızın da değişmeyeceğini bir türlü düşünemiyoruz. Ne zaman yakınımızdan ve ailemizden birini -kendi mantığımıza göre- “zamansız” kaybettiğimizde kırmızı ışıkta bir dakika durma süresi kadar değişmez gerçekle karşı karşıya geliyoruz, ama bu da yetmiyor. Çünkü yeşil ışık yandığında arkada birikmiş arabaların ısrarlı klaksonları bizi hemen harekete geçmeye zorluyor. Modernizm, hayatın anlamı üzerinde durmak, düşünmek ve ibret almak için bir boşluk tanımıyor bize. Güçlü bir selin önünde hızla yuvarlanıyoruz, sığınacak bir kaya, tutunacak bir dal ve bizi buradan kurtaracak güçlü bir ele/ipe ihtiyacımız var.'

Necmettin Şahinler, İpler Kopmadan
Devamını Oku »

Modern Dünyadan Çıkış Yolu

Modern Dünyadan Çıkış Yolu

Yaşadığımız dünyâ sanallığa doğru büyük bir hızla gidiyor. Yedi­ğimizden içtiğimize, duyduğumuzdan gördüğümüze neyin sahte neyin gerçek olduğunu anlayamıyoruz. Çağdaş dünyânın sihirbazları,sıkı dumanın sihirbazlarına göre gözlerimizi boyamada, aklımızı  çelmede çok daha hünerli ve marifetli. Dev alışveriş merkezleri, parlak neon ışıkları, bitmek bilmeyen ihtiyaçlar, cazip elektronik eşyalar, doyumsuz zevkler, krediler, tatil programları, lüks evler, model model arabalar büyülemiş bizi. Fareli köyün kavalcısının flütünün peşinden koşar gibi koşuyoruz bunların peşinden. Modern sihirbazların vehim ve hayâli zorlayan ipleri her yanımızı sarmış. Büyülü ve sahte bir rüyadan uyanmaya hiç, niyetimiz yok. Tılsımlı bir hayatın kapsama alanı içerisindeyiz her an.

Bugün hakikatin asasına acil ihtiyacımız var. Bize, bu görünenle­rin sanal bâtıl olduğunu gösterecek, bizi kendimize getirecek, yaldızlı eşyanın makyajını dökecek, taklitten tahkîke yöneltecek, doğru zan­nettiklerimizi unutturacak, mâsıvâya bağlı iplerimizi yutacak, yeniden îman ettirecek, eşyanın gerçeğiyle tanıştıracak, kısaca Allâh ve O’nun Resulü ile tekrar barıştıracak bir asaya. Ama eğer bu asâ ile buluşama­mışsak ve halâ sihirli dünyânın bağlayıcı ipleri bize daha sevimli geli­yorsa, işte o zaman şu âyeti -yeniden iniyormuş gibi- tekrar tekrar okuyalım.

De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”

Necmettin Şahinler,İpler Kopmadan
Devamını Oku »

Dinlerini Oyun-Eğlence Yapanlar

Dinlerini Oyun-Eğlence YapanlarVay haline o gün yalanlayanların.Ki onlar, daldıkları bir batak (bâtıl)da oynayıp duruyorlar.O gün onlar cehennem ateşine itilip kakılacaklar (Onlara): "İşte yalanlayıp durduğunuz ateş budur" (denilecek).

Ayette geçen Nâr-ı Cehennem” yani ''Cehennem ateşi'' ifâdesi, hakikati yalanlayanların katlanmak ve dayanmak zorunda kalacakları İlâhî bir cezâdır. Çünkü bu onların kendi yaptıkları tercihlerinin so­nucudur. Cehennem, inkâr edenleri çepeçevre kuşatacak bir gerçek­liktir. Ve yedi kapısıyla, sönmeyen sürekli ateşiyle, doymak bilmeyen özelliğiyle, kaynarken çıkardığı sesiyle, yüzleri yala­yan, dişleri sırıtan aleviyle, boyunlarında halkalar ve zincirler olan günahkârları bir elbise gibi saracaktır. Ve bu durumdan ne za­man kurtulmaya çalışsalar, onlara şöyle seslenilecektir: ''Tadın (bu) yakıcı azâbı [sonuna kadar]''

Yine âyette ''boş şeyler” olarak çevrilen “fî havdın” ifâdesi, gerçek karşılığı ile “hayâlı/sanal yaşam” demektir. Allah’ı hesaba katmayan, manevî değerleri hiçe sayan, insânlığın hayrı yerine sadece şan-şöhret ve dünyevî mal-mülk için çabalayan inşânın fayda sağlamayan yaşamı. Böyle bir yaşamla oyalanmak, deniz kıyısında saatlerce uğraşarak kumdan kuleler yapan çocukların oyunu gibidir. Sonunda küçük bir dalga/bir dokunuş onu kolaylıkla yıkacak ve ona eşlik eden hayâller bir anda sönecektir. Veya Kur’ân’ın bir başka benzetmesiyle, onların yapıp-ettikleri şiddetli rüzgârın savurduğu kül gibi uçup gidecektir:

“Rablerini inkâra şartlanmış olanların yapıp-ettikleri, fırtınalı bir günde rüzgârın hışımla saçıp savurduğu küle benzemektedir; böyleleri kazandıkları [iyi şeylerden de âhirete hiçbir yarar sağlayamazlar; çunku Allah’a karşı sergiledikleri bu ¡inkârcı tutum] sapıklıkların en kötüsüdür. ”

Sanal/hayâl bir yaşamın sonu hüsranla biten oyalanması yerine, Allah’a ve O’nun Resûlü’ne inanmanın mutluluğu ile örülmüş bir ya­şamı tercih edenler için “gökler ve yer kadar geniş bir cennet" hazır­lanmıştır. Bu, sonsuz lütuf sahibi olan Allah’ın dilediği kullarına ba­ğışladığı bir nimettir. Ve Allah bizden bu güzelliğe koşmamızı iste­mektedir.

Nisyanın en tehlikelisi insanın kendi Asl'ını unutmasıdır. İnsanın kendi Asl'ını unutması bir anlamda Allah’ı unutması, Allah’ı unutması da kendi zatiyetinin idrakini terketmiş olması, unutmasıdır. Kur’an bunu kendi üslûp güzelliği ve özelliği içinde verirken şu ifadeleri kullanır: “Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu” (Tevbe/67). Nisyanın karşıtı ve nisyandan kurtulmanın yolu “zikir”dir ki, o da, hatırda tutmak için anmak demektir. Allah’ı unutmamanın yolu Allah’ı zikretmek yani anmaktır.

Kur'an, son peygamber bağlılarını hem unutmanın doğuracağı bozukluklara karşı uyarmak, hem de onların unutma illetinin sonuçlarından ilahi bir rahmetle korunduklarını göstermek üzere, bağlılarına şu duayı önerir: “Ey Rabbimiz! Unutur veya hata edersek, bizi bundan hesaba çekme”

Kurân, dünyâ hayatına aldanarak Allah'ın âyetlerini inkâr eden ve dinlerini bir eğlenceye/oyuna çevirmiş olanların, Hesap Günü’nü unuttuklarını söylemektedir. Bu unutuş, hesap günü gelip çattığında bu imânların karşısına Allâh tarafından unutulmak olarak çıkacaktır.

Dinlerini oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatının kendilerini aldattığı kimseleri bırak! Bu vesile ile şunu da ihtar et ki: «Bir kimse yaptıkları yüzünden azabın pençesine düşmeye görsün, o zaman Allah'ın yüce huzurunda O'ndan başka ne bir koruyucu, ne de bir şefaatçi bulunur. Her türlü fidyeyi denkleştirse bile kabul edilmez. Onlar azabın pençesine düşmüş kimselerdir. Nankörlük ettiklerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve gayet acı bir azap vardır.

Allâh için unutmak söz konusu olamayacağına göre, buradaki unutmak "göz ardı’’ edilmek anlamındadır. Yani Allâh, bu kişileri o gun dikkate almayacak, onlara unutulmuş muamelesi yapacaktır, in­sinin böyle bir duruma düşmesi şüphesiz çok trajik bir sonuçtur. Hal­buki Allâh, insânı yeryüzünde hiç de sahipsiz bırakmamış, Rahman oluşundan kaynaklanan yönüyle her türlü rızkı önüne sermiştir. Üstelik bunun yanında insâna ezelde verdiği sözü unutmaması için peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Ama bütün bu çağrılara, Allâhın verdiği nimetleri kullanmasına rağmen insan, Ona şükür etmemiş; sanki hiç ölmeyecekmiş, hesaba çekilmeyecekmiş vurdumduymazlığı İle dünya hayatının aldanış, çarklarına kendisini kaptırmıştır. Şimdi ise ahiret gününün unutulmuşları arasına girerek yalnızlığı yaşar hâle gel­miştir. Artık kalem kırılmış, mürekkep kurumuş, kabul edilebilir bir özür imkânı ortadan kalkmıştır.

İnsânın düşeceği bu unutulmuşluk durumunun nedeni, yukarıda verdiğimiz âyetin devamında şöyle verilmektedir: “Çünkü Biz, gerçekten de onlara, inanacak bir toplum için bir doğru yol, içinde bil­giye dayalı ayrıntılı açıklamalarda bulunduğumuz bir kitap ulaştırmıştık.

Anlaşılıyor ki bütün bu olumsuz sonuçları yaşamanın en önemli nedeni, insânların kendilerine bir rahmet/hidâyet rehberi olarak gön­derilmiş olan Kitab'a, olması gereken ilgiyi göstermemeleridir. Âyetin “Kitâbin fassalnâhü ‘ala ilmin” ifâdesinden bu Kitabın hem ilme da­yalı, hem de ayrıntılı açıklamaları içinde bulunduran bir kitap oldu­ğunu öğreniyoruz. Ama gözü sadece dünyevî zevkleri gören insân, kendisine ulaşan bu kitabı ugöz ardı etmiş, âyetlerini inkâr yoluna sapmıştır.

Ey insân! Allah, yarattığı hiçbir varlığa zulüm ve haksızlık et­mez. Teklifi de ancak inşânın kaldıracağı kadardır. Başına ge­lenler ve gelecek olanlar kendi tercihlerinin sonucudur.“Tabağına ne doğramışsan, kaşığına o gelecektir. Hangi ağacı silkelemişsen, önü­ne o ağacın meyvesi dökülecektir. Bu yolda sevmeyeni sevmezler, görmeyeni görmezler, merhamet etmeyene merhamet etmezler, el tutmayana el vermezler, ağlamayana ağlamazlar, kısaca unutanı da unuturlar.

Necmettin Şahinler,İpler Kopmadan
Devamını Oku »

Allah İnsanın Şah Damarından Daha Yakındır

Allah İnsana Şah Damarından da Yakındır

Kur'ân, Allah'ın adı ile başlayan ve son kelimesi nâs/insânlar ile biten bir kitaptır. Bu demektir ki Kur’ân, Allah ile insân arasında en anlamlı bir diyaloğun adıdır. Ama bu diyalog mutlu bir sonla değil, insâna önemli bir uyarı ile noktalanmaktadır. İşte Felâk ve Nâs sûre­leri Kur’ân’ın bu son uyarısının işâretlerini taşımaktadır.

Ey insân! Son sûrelerime geldiğin şu anda her şeyin bittiğini, her şeyin güllük gülistanlık/tozpembe olduğunu sakın düşünme. İçinde ta­şıdığın nefsten de kendini güvende hissetme. Kıyâmet sabahına kadar usta bir sihirbaz olan nefsinin oyunlarından/üflemelerinden emin de­ğilsin. O, hayrı da, şerri de senin aleyhinde kullanmakta o kadar ye­teneklidir ki bunu kolay anlayamazsın. Bu konuda yapacağın en gü­zel duâ,“Ey Allahım! Gözümü açıp kapatıncaya kadar beni nefsime bı­rakma" olmalıdır. “Gerçek şu ki, insânı biz yarattık ve nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.’’.

Yaratıcı ile yarattıkları arasındaki yakınlık, yaratılan ile nefsi arasın­daki yakınlıktan daha önceliklidir. Çünkü yaratılanın ayakta kalması bizzat kendinden değildir, yaratıcısının kudreti iledir. Allâh kuluna şah damarından daha yakındır. Ama insân önce şah damarını bulma­lı, yani Allah’ı uzaklarda değil, kendinde başlayıp kendinde biten bir yolda aramalıdır. Yûnus’un, “Bir ben var bende, bende içeri” deyişi bunun içindir.

Vahyin soluğu/nefesi/ışığı/nûru ile değil de nefsinin fısıltılarıyla yetinen insan, Kur’ân’a göre şah damarı kopmuş, aklî ve kalbî mele­keleri dumura uğramış ölü bir insândır. Şah damarının beyin ve kalp arasında uzanması da “akıl-kalb” dengesini ortaya koyma adına çok anlamlıdır. “Biz insâna şah damarından daha yakınız” âyetinin bir başka anlamı da, “Biz insân üzerinde kudret yürütüp tesir meydana ge­tirmede daha yakın, kendisine daha çok mâlik ve tasarruf sahibiyiz” demektir.

Necmettin Şahinler,İpler Kopmadan
Devamını Oku »

Ahde Vefa

Ahde VefaAhlâkî anlamda insân, “ahdine vefâ gösteren, sözünde duran var­lık” diye tanımlanabilir. Mükemmel insânın tanımı ise tamamen budur. Hz. Peygamber diyor ki: “Ahdine vefâsı olmayanın imam da ola­maz.” Bir yerde de şöyle buyuruyor: “Ahdine vefâsı olmayanın dîni de olamaz." Sözünde durmayan, her şeyden önce aldatan biridir. Ve Hz. Peygamber: “Aldatan, bizden değildir.” buyurarak, Muhammedi bir benliğin belirgin niteliğinin söze sadâkat, ahde vefâ olduğunu be­lirtmiştir.

Necmettin Şahinler,İpler Kopmadan
Devamını Oku »