Âhiret Ahvali



Mu'tezile ve Cehmiyye'nin hilafına, bize göre kabir azabı vardır.Onlar bunu kabul etmiyorlar ve şahidde de gaibde de görüp müşahede ettiğimize göre, ölü bizim kendisine verdiğimiz acıları hissetmemektedir, diyorlar; Onlara göre ölünün karnına bir tutam saç konsa ve bir süre bırakılsa, yerinden kıpırdamayacaktır. Azab veya başka bir şey sebebiyle kımıldamış olsa yeri değişmiş olacaktı. Bu anlayışlarından dolayı onlar, cansız varlıkların teşbihini, mizanı, sıratı, mü'minlerin ergeç cehennemden çıkacaklarını ve mi'racı inkâr etmektedirler. Biz mahiyetleri itibariyle aklın bunları kavramaktan aciz olduğunu söylüyoruz.

Peygamber (s. a.) "Allah'ın yaratıkları üzerinde düşününüz, yaratan (inzâtı) üzerinde düşünmeyiniz" buyurmuştur. Ya bu aklımızın aczi sebebiyle, demektir. Bana göre bu hadisin Peygamber'e ulaştığı sabit değildir. Bu İbn Abbas'ın (r.a.) sözlerindendir. Keza Hafız Ebu'l-Kasım el-Lalekaî ve diğerleri de bunu rivayet etmişlerdir. Akıl bu konuda aciz ise kişinin aklının idrakinden aciz olduğu şeyleri inkâra kalkışması yakışık almaz.

Siz ey Mu'tezile ve Cehmiyye topluluğu, aklımızın idrakinde kısır kaldığı bu gibi şeyleri inkâr etmeyiniz. Bunlar hakkında varid olan sahih rivayetleri tasdik ediniz. Kabir azabının varlığına delil Allah Teâlâ'nın "onlara iki kere azab edeceğiz"sözüdür. Yani bir kere kabirde, bir kere de kıyamette demektir. Keza "bundan başka bir azab olarak" yani kabir azabından başka bir azab olarak, ayrı "biz onlara en büyük azabın ötesinde yakın azabtan tattıracağız" yani onlara yakın olan kabir azabından tattıracağız, âyetleri de vardır. Bunlar kabir azabının varlığına delalet eden şeylerdir. Sahih hadiste, kabir azabından Allah'a sığınma vardır ki kabir azabının varlığı konusunda nastır.

Keza "Onu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur"yani herşey onu tesbih eder. Burada "in" kelimesi "mâ" kelimesi mânasına gelen olumsuzluk edadıdır. Tıpkı "anneleri ancak onları doğuranlardır''"sizden cehenneme uğramayacak yoktur... " ''biz sadece iyilik yapmak istedik" "onlar Allah'ı bırakıp tanrıçalara taparlar... " "onlar sadece yalan söylerler" âyeti erindeki "in" gibidir. Bu âyet cansız varlıkların teşbih eder. Küçük taş parçalarının Mustafa'nın (s.a.) elinde tesbih ettiği sabittir.Herkes, bütün âlemin lisân-ı hâl ile tesbih ettiği konusunda ittifak etmiştir.

Herşeyde onun tek olduğunu gösteren bir delil vardır.Cansız varlıkların Allah'ı konuşma diliyle teşbih ettikleri konusunda ihtilaf vardır. Tercih edilen görüş herşeyin Allah'ı nutuk (düşünce) olarak teşbih ettiğidir. Çünkü aklen buna mani bir durum yoktur.

Bu âyet buna delalet eder. Keza şu âyetler de böyledir: "Doğrusu biz akşam-sabah onunla beraber teşbih eden dağları, kuşları da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik" "Rahman'a çocuk isnad etmelerinden ötürü nerdeyse gökler paralanacak, yer yarılacak, dağlar göçecekti."

îbnMâce Peygamber'in (s.a.) şöyle dediğini rivayet etmiştir;

"Hiçbir cin, ins, ağaç, taş, kerpiç yoktur ki müezzinin sesini işitmesin de kıyamet gününde onun lehine şehadet etmesin".

Buhâri'de,Peygamberin huzurunda yemek yenirken o sırada onların, yemeklerin tesbihini işittikleri rivayeti vardır. Müslim'deki bir hadiste de Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur. "Ben Mekke'de bir taş tanıyorum ki peygamber olmadan önce bana selam veriyordu". Hurma ağacının haberi de sabit ve meşhurdur Bu konudaki hadisler çoktur. Bu eşyanın konuştuğu sabit olunca tesbih etmelerinin imkanı da sabit olur. Âyet buna delalet eder, yeter ki zahirine hamlolunsun.

Bizim âlimlerimizden imam Fahreddin er-Râzî ve Mu'tezile'nin çoğunluğu ise cansız varlıklar ile canlılar içinde mükellef olmayanların ancak lisanı hal ile teşbih edebileceklerine kaildirler. Bize göre bu reddedilmiş bir görüştür. Bir gurup ilim adamı tafsile gitmiş ve demişlerdir ki, başkaları dışında her canlı olan ve gelişen varlık teşbih eder. Onlar bu görüşü ibn Abbas'ın Peygamber'den rivayet ettiği şu hadisten istidlal etmektedirler. "Peygamber (s.a.) iki kabre uğramıştı şu söze kadar: "yaş bir çubuk istedi, onu ikiye böldü, her birini bir kabrin üzerine dikti,umulur ki bunlar kuruyana kadar Allah onların azabını hafifletir, buyurdu"." Bunda o çubukların kurumayıp yaş kaldıkları sürece tesbih edeceklerine işaret vardır. Bu görüş Ebu'l-Hasen ve İkrime'den naklolunan görüştür.

Mizanın varlığına şu âyet delalet eder: "Kıyamet günü doğru teraziler kurarız" Onun tartısının mânası, ya sahifelerinin tartışıdır, ya Allah Teâlâ amelleri cisim haline sokacak sonra onları tartacak demektir yahut da a'razlar hakikaten tartılırlar demektir. Gayb âleminde öyle işler vardır ki akla mani değildir. Lakin bunlar duyular âleminde bilinmezler ve kısır akıllar bunları muhal görür olurlar, halbuki bunlar aslında mümkin şeylerdir.

Sonra, hadise göre Ehl-i bid'at ve Ehl-i ehva' cehenneme gideceklerdir. Peygamber'in (s.a.) sözü şöyledir: "İsrailoğulları yetmiş iki fır-kaya ayrılmıştır. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan, benim ve ashabımın yolunda olan biri müstesna diğerlerinin hepsi de cehennemdedir".Biz Ehl-i bid'atı tekfir etmeyiz. Tahâvî'nin Akide'sinde şöyle bir ifade vardır: "Ehl-i kıbleden hiçbirini işlediği bir günah sebebiyle tekfir etmeyiz" Şunu iyi bilmelisin ki günahkar olmalarını gerektiren bid'atları yüzünden Allah onları cehenneme koysa bile bizim kabul ettiğimiz prensiplere göre ebedî kalmayacaklardır.

Cennet ve cehennem yaratılmış durumdadırlar ve bugün mevcutturlar. Bu görüş Mu'tezile'nin aksinedir. Çünkü onlar el'an yaratılmamış olduğu görüşündedirler. Kaderiyye ve Cehmiyye'nin de aksinedir. Onlar da cennet ve cehennemin ehli ile beraber fani olduğuna kaildirler.

Mu'tezile şöyle demiştir: Bizim onların şu anda yaratılmış olduğunu inkârımız, Allah Teâlâ'nın cennet-cehennemi dilediği zaman yaratmaktan aciz olmaması sebebiyledir. Gerektiği zaman yaratır. Aksi takdirde ihtiyaçtan önce onların yaratılmasının bir mânâsı yoktur.

Biz buna karşı şöyle deriz: Onların hazırlanmış olmalarının hikmeti şudur: Sana itaat eden kuluna ikram edeceğin şeyi, sana isyan edeni de korkutacağın şeyi görmesi için hazır bulundurman iyidir. Nitekim en beliğ korkutma şekli hazırlanmış olanın karşısındakidir. Günlük hayatta bile şu tarz konuşmaları müşahede etmez misin? Biri diğerine, "şunu şöyle yap, elimin altındaki bu kurulu güzel ev senin içindir, yahut da, şu elimde gördüğün ve karşı geleni cezalandıracağım sopanın korkusuyla, şöyle yapma" der. Bu söyleyiş tarzı, "şöyle yap, ben de sana güzel bir ikram yapacağım, yahut da hazırlayıp cezalandıracağım sopanın korkusuyla şöyle yapma" şeklindeki söyleyiş tarzından daha beliğdir. Bu aklî delil olarak cennet ve cehenneme giriş vaktinin gelme- sinden önce onların yaratılmış olmasının iyi bir şey olduğunu gösterir.

Cennet ve cehennemin yaratılmış oldukları konusunda bir başka delilimiz de şu âyettir: "...sakınanlar için hazırlanmıştır "Onların görüşleri Allahın verdiği bu haberi yalanlama sonucuna götürür. Çün- kü yaratılmamış olsalar hazırlanmış olmazlar. Cennet ve cehennem bir "şey" dir. Yani mevcuttur. Kıyamet ise şey diye isimlendirilemez. Çünkü o henüz mevcut değildir. Bu,Mu'tezile'nin görüşü hilafmadır. Onlar kıyametin yaratılmış ve fakat henüz ortaya çıkmamış olduğu, insan öldüğü zaman ortaya çıkacağı ve o kişiye malum olacağı görüşünddirler. Çünkü Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kira ölürse onun kıyameti kopmuştur". Keza Akide 'nin sahibi de bu hadisi merfu olarak zikretmiştir, ama ben öyle görmüyorum. Bize göre, ölenin kıyametinin kopması demek onun saadet veya şekavet halinin ortaya çıkması demektir.

Sonra, cennet ve cehennem onlara göre, yani Cehmiyye ve Kaderiyye'ye göre, fanidir. Çünkü her ikisi de bir maksad için konulmuşlardır. Bunlardan maksad ise, amellerin sevabıdır. Bu da sonludur. O halde cennet ve cehennem de sonludurlar. Nitekim her ikisi de amellerin mükafatı veya cezasıdır. O halde amellerin ölçüsündedirler.

Allah Teâlâ'nın .şu âyetlerindeki ifadeler ise bizi destekler. "Onlara kesintisiz ecir vardır" "...bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen... ". Onların "amellerin sevabıdır" sözü de doğru değildir.Doğru söyleyen ve doğruluğu da tasdik edilmiş olan Peygamber'in (s.a.) de ifade buyurduğu gibi hiçbir kimse (sadece) ameliyle cennete girmeyecektir.

Eğer, cennet ve cehennemin fani olmadığı görüşünün Allah'a beka konusunda ortaklık sonucuna götüreceği, yani sonsuz olan ebedî bekada cennet ve cehennemin Allah'a şerik olacağı sonucunu doğuracağı ifade edilirse şöyle deriz:

Bu sonucu doğurmaz. Bilakis cennet ve cehennem ile Allahın bekası arasında bariz bir fark vardır. Çünkü her ikisi de yok iken var ol-muşlardır. Allah'ın bekası ise ezelîdir, daimîdir.




M.Said Yeprem,Maturidi'nin Akide Risalesi ve Şerhi
Devamını Oku »

Namazın 50 Vakitten 5 Vakite İndirilmesi Hakkında



Miraçta Hz Peygamberin 50 Vakit Namazı 5 vakit namaza indirilmesine ''Pazarlık yapması’’ olarak niteleyenlere cevap

Süleyman Ateş ve Hüseyin Atay, Hz Peygamber sav’in,Hz Musa a.s’nın önerisiyle bu 50 vakit namazı Yüce Allah’ın azaltmasını talep etmesini Allah ile Peygamber arasındaki bir pazarlık olarak nitelendirmektedirler.

Şu halde yine Kur’andan hareketle bu olayın bir pazarlık olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini ve Kur’anın bu tür olaylara nasıl baktığını ortaya koymak durumdandayız.

Aşağıda zikredeceğimin örnekler bu konuyu daha sağlıklı değerlendirmemizde yardımcı olacaktır:

Melekler örneği:

Kur’an'da meleklerin birçok özellikleri meya-nında şöyle buyurulmuştur: "Ondan (Allahtan emir almadan) önce konuşmazlar Onlar sadece Onun emri ile hareket ederler. Allah onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bi­lir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar Allah korkusundan titrerler

Ne var ki melekler, Yüce Allah (c.c)'ın "Ben yer­yüzünde bir halife yaratacağım, buyurmasına karşılık olarak "Lebbeyke ve sa'deyke" diyeceklerine "Bizler hamdinle seni teşbih ve takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanımı halife kılıyorsun?' demişlerdir.

Bu mukabele, meleklerin Kur'an'da pek çok ayette zikredilen özelliklerine uyuyor mu, uymuyor mu?

Hz, Zekeriyyâ (a.s) örneği:


Kuran, Hz. Zekeriyyâ (a.s) hakkında şöyle diyor: Zekeriyya Rabb'ine dua etti: 'Rabbim! Bana tarafın­ıdan hayırlı bir nesil hağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin' dedi. Zekeriyya mabedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: "Allahın sana kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik''

Burada ve ilgili diğer ayetlerde anlatıldığına göre Hz. Zekeriyyâ (a.s) yaşlanmıştır ve kendisinden sonra yerine geçecek birisini istemektedir. Yüce Allah (c.c) kendisine bir oğul ihsan edeceğini haber verdiği halde Hz. Zekeriyyâ (a.s) bu ilahi haberle yetinmiyor, kendi­sinin yaşlı, hanımının da kısır olduğunu; bu durumda Yüce Allah’ın bu vadinin nasıl olupta gerçekleşe­bileceğini soruyor.

Bu kadarla da kalmıyor, Yüce Allahtan bu vadin gerçekleşmesi konusunda alamet is­tiyor. Efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler.’’Zekeriyya, "Rabbîm" dedi, ‘bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir?" Allah şöyle buyurdu: ‘İşte böyledir; Allah dilediğini yapar" Zekeriyya, "Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alamet göster’dedi, Allah buyurdu ki, 'Senin için alamet, insanlara üç gün işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam.

Oysa Allah’ın kulları arasından seçip peygamber olarak görevlendirdiği bir kimsenin Yüce Allah (cc)ın gücünün herşeye yettiğini unutmuş görünmesi ve kendi­sine İlahî vaat geldiği halde bununla yetinmeyip, bu va’din nasıl yerine getirileceği konusunda istifham izhar etmesi, peygamberlik vasfıyla bağdaşır mı, bağdaşmaz mı?

Hz Musa Örneği

Yüce Allah (cc),Hz Musayı,Firavuna gönderdiği zaman kendisine şöyle emir buyurmuştur;

"Firavun'a git! Çünkü o pek azdı. Ona de ki; "Arınmayı ve seni Rabbimin yoluna iletmemi ister misin?Böylece O’ndan korkarsın.’’

Hz. Musa (a.s)ın cevabı ise şudur; "Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm. Beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum’’

Allah bir kimseyi peygamber olarak seçecek ve kendisine tebliğ görevi yükleyecek. 0 kimse ise, daha önce başına gelen bir hadiseyi ileri sürerek kendisini öldürmelerinden korktuğunu beyan edecek!

Bu da yetmezmiş gibi Allah ile pazarlığa oturup'’ kardeşinin de kendisine yardımcı olarak tayin edilmesini isteyecek!

Böyle birşey Allahın peygamber olarak seçtiği bi­risinden sadır olur mu, olmaz mı?

Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Ancak bu kadarla meramın hasıl olacağı kanaatindeyiz.

İmdi, yukarıda zikrettiğimiz olaylar -bilfarz- Kuranda geçmemiş olsaydı da hadisler kanalıyla bize intikal etmiş bulunsaydı, herbir madde altında yaptığı­mız yorumlara benzer şeyler söylenerek bu olayların gerçek olamayacağı, çünkü Kur'an’a aykırı olduğu, do­layısıyla bu olayları anlatan hadislerin uydurulmuş olması gerektiği söylenmeyecek miydi?

Bu tür ayetleri bir bütün olarak ele aldığımızda Mirac hadisesinin ve buna bağlantılı olarak ‘pazarlık’ diye nitelendirilen hususun Kur'an'a aykırılığı iddialarının Kur'an açısından herhangi bir kıymetinin bulunup bulunmadığını okuyucunun takdirine bırakıyoruz.

Biz, burada maddeler hakkında ortaya koyduğumuz yaklaşımla, sadece "bakış açısı"nın önemini vur­gulamaya çalıştık. Yoksa gerek bu ayetlerde haber veri-len hususların, gerekse Miraç hadisesinde meydana geldiği sahih haberlerle bize intikal etmiş hususların hak ve gerçek olduğuna inanırız.

ÖZTÜRK'ün ve Miraç konusunda kendilerinden yukarıda zikrettiğimiz pasajları alıntıladığı zevatın "pazarlık” dediği husus, bir peygamberin Yüce Allah (c.c)'tan dua, niyaz ve talebinden; Yüce Allah (c.c)ın da bunu kabul etmesinden ibarettir. Biz meseleye böyle ba­kıyor ve burada zikrettiğimiz üç örnekten —ve benzerle­rinden- hareketle Yüce Allah (c.c)'ı ve Hz. Peygamber (s.a.v)’i, pazarlık yapma konumunda takdim etmenin sakat bir bakış açısı olduğunu söylüyoruz.

Bizim inancımıza göre -ki cumhur-u ulema da aynı kanaattedir— îsra ve Miraç Hz. Peygamber (s.a.v) uyanıkken, ruh ve bedeniyle ve bir kere vuku bulmuştur. 5 vakit namaz bu yolculukta farz kılınmıştır. .Buradaki "urûc" [yükseliş], beş duyuyla idrak edilebilen duyusal bir yükselme değildir. Esasen Allah'a yaklaşmak, göklere yükselmekle olmaz. Çünkü Kur'an’da ’’Secde et ve yaklaş’’,"Nereye dönerseniz Allah'ın vechi oradadır’’,

‘’Nerede olursanız O sizinle beraberdir.’’buyurulmaktadır. Bunlar ve benzeri tenzih ayetleri Yüce Allah Allah'a yön isnadına geçit vermez.

Bu bahsi, ÖZTÜRK'e ve onun şahsında ATEŞ ve ATAY'a yönelik birkaç soru ile kapatalım:

Kaynaklarda sahih senetlerle aktarılan Miraç hadisesi asılsız ise, Yüce Allah (c.c)'ın Hz. Peygamber (s.a.v)’e gösterdiği ve insanlar için bir fitne yapıldığı bildirilen o görüntüler(İsra,60) nedir? Zikrettiğiniz “bazı büyük ayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.v) dışındaki insanları ilgilendiren şeyler varsa bunlar açıklanmış mıdır? Açıklanmışsa nerede açıklanmıştır? Açıklanmamışsa, insanları ilgilen eli ren bu ayetler insanlardan niçin gizli tutulmuştur?

Eğer bunlar insanları ilgilendirmiyorsa, insanlar için bunların birer fitne kılınmış olmasının anlamı nedir?

Namazın önce 50 vakit takdir edilmesi, daha sonra Hz Musa (a.s)’nın önerisi üzerine Hz. Peygamber (s,a.v)’in Rabb'inden bu sayının azaltılması talebinde bulunması üzerine namazın 5 vakte düşürülmesi hakkında ‘Allah sözünü değiştirmez. Bir lahza sonra değiş­tireceğini bildiği bir şeyi de emretmez" diyorsanız;

a- 'Biz bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak, mutlaka daha iyisini ve benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah herşeye kadirdir!’ "Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bı­rakır. Bütün kitapların aslı O'nun yanındadır' ayet­leri hakkında,

b- 4/en-Nisâ, 15-16 ayetlerinde öngörülen cezanın muvakkat oluşu ve 24/en-Nûr, 2 ayetiyle bu cezanın yürürlükten kalktığını dile getiren ifadeleriniz(Kur'anın Temel Kavramları,664-5)hakkında ve aynı surede birbiri ardınca gelen,

c-Ey peygamber! Mü'minleri savaşa teşvik et, Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, ikiyüz (kâfir galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olan­lardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlama­yan bir topluluktur’’

"Şimdi Allah yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulu­nursa (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer siz­den bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelir. Allah sabredenlerle beraberdir. ayetleri hakkında neler söyleyeceksiniz? Bu ayetler Yüce Allah (c.c)'ın, müminlere olan rahmet ve merha­metinin ifadesi olarak "sözünü değiştirdiğini" ve "bir lahza sonra değiştireceğini bildiği” birşeyi, inzal bu­yurduktan sonra değiştirdiğini göstermiyor mu?

Miraç ile ilgili sahih rivayetlerde Yüce Allah (c.c)'ın Arş'ın üzerinde olduğu konusunda herhangi bir ifade mevcut değilken, ÖZTÜRK ve ATAY, yukarıya al­dığımız pasajda "Allah'ı Arştan indirdi, bir insan gibi misafirini karşılattı, konuştular, sonra ayrıldılar.’’demekle Allah'ın mekânsal olarak Arşın üstünde yerleşmiş bulunduğunu söylemiş olmaktadır. Böyle bir iti'kat, yukarda birkaçını zikrettiğimiz-tenzih ayetleri ile açık bir çelişki teşkil etmesi bir yana, raviler hakkında kullanılan ‘Allah dokuz defa inip çıktımı misafirini karşılamak için, yoksa geleceğini bildiği için orada bekledi mi?" gibi ithamlarla bariz bir tutarsızlık sergi­lemiyor mu? Bir diğer deyişle siz, Allah'ın, misafirini karşılamak için yukarıdaki bir mekândan aşağıdaki bir mekâna inip inmediği hakkındaki soruyu, ravileri itham etmek maksadıyla soran kimseler olarak, Allah'ın Arş üzerinde mekânsal anlamda yer tuttuğunu, yerleştiğini nasıl söyleyebiliyorsunuz?

ÖZTÜRK, ATAY'ın Miraç konusunu bize akta­ran raviler hakkında kullandığı "cahil, gafil, kafasız raviler ve destekleyicileri", Miraç hadisesine inanarak bu olayı rivayetler kanalıyla bize kadar nakledenler hakkında kullandığı, "cahil, gafil ve sığ kafalı kimse­ler, İslam'a soktukları buna benzer uydurma hadisler ile İslam'ı bozmuş ve Kur'an'ı arkalarına atmışlardır" gibi ifadeleri, onun görüşlerine, katılarak aktarırken, haklarında bir sürü övgü ifadesi kullandığı Sahabe ve Tabiun, müçtehid imamlar ve diğer İslam alimlerinin bu ithamdan hissedar kılınmasını sükutla karşılarken nasıl bir ruh haleti içindedir?

Ebubekir Sifil, Modern Düşüncenin Tenkidi 1.cild
Devamını Oku »