Kurban Keserken Tekbir Getirmenin Manası


Tekbir getirince kurbanlık koç gibi alemden çıktılar. Ey ulu tekbirin manası şudur:
Yarabbi huzurunda kurbanız. Koyun keserken “ Allahu ekber-Allah uludur” dersin ya o geberesi nefsi keserken de bu söz söylenir. Allahu ekber de,de o şom nefsin başını kes, kes de can, mahvolmaktan kurtulsun. Ten İsmail’e benzer can Halil’e can bu semiz bedeni yaptırdı da tekbir getirdi mi,
Ten kesilir, şehvetlerden hırslardan kurtulur. Besmeleyle kesilmiş temiz bir kurban haline gelir. Kıyamette olduğu gibi Hak huzurunda saf kurulur, hesaba, Allah ile konuşup görüşmeye girişilir. Allah huzurunda, gözyaşları dökerek ayakta durmak, kıyamet gününde kabirden kalkıp mahşer yerinde dikilmeye benzer.
Hak, “ Sana bunca zamandır mühlet verdim, bana ne getirdin? Ömrünü neyle bitirdin, verdiğin gıdayı, ihsan ettiğim kuvveti ne uğruna mahvettin, gözünün nurunu nerelerde tükettin, beş duygunu nerelerde yıprattın? Gözünü, kulağını, aklını, arşa ait bütün cevherlerini harcadın. Ferş aleminden bunlara karşılık ne satın aldın?
Sana kazma ve bal gibi el ve ayak verdim. Onları sana bizzat ben bağışlamıştım, ne yaptın onları?” der. Hak’tan buna benzer seni dertlere uğratan yüz binlerce haberler gelir. Kıyamdayken kula gelen bu haberlerden kul utanır, iki büklüm olur, rükua varır. utanmadan ayakta durmaya kudreti kalmaz, rükuda Allahı tespih eder.
Allahdan “ Başını kaldır, rükudan kıyama dön de Allahnın sorgularına birer, birer cevap ver” fermanı gelir. O utanan kul, rükudan başını kaldırır. Fakat olgun bir iş yapamamış olduğundan bu sefer yüzüstü düşer. Yine emir gelir: “ Başını kaldırır ama yine yılan gibi yüzüstü düşüverir! Allah, tekrar “ Başını kaldır da şöyle. Kıldan kıla yaptıklarını araştırmak istiyorum” der. Artık ayakta durmaya kuvveti kalmadığından, Allahnın heybetli hitabı, canına tesir etmiş olduğundan;
O ağır yükün altında, yere oturur. Allah “ Söyle bana sana nimet verdim, nasıl şükrettin? Sermaye verdim, hadi göster kazandığını!” der. Kul, sağ yanına dönüp peygamberlere, o ululara selam verir; “ Padişahlar, bu kötü kişiye şefaat edin. Ayağım da balçıkta kaldı, kilimim de” der.
Peygamberler, “ Çareye başvuracak gün geçti. O orada yapılacak bir şeydi, elde alet oradaydı, orada kaldı! A bahtsız kişi, git oradan sen vakitsiz öten bir horozsun. Bırak bizi, kanımıza bulaşma!” derler. Bunun üzerine sol tarafa baş çevirir, hısımından akrabasından yardım ister. Onlar da “ sus,”
Allaha kendin cevap ver. Bizi kim oluyoruz ki? Bizden el çek!” derler. Ne bu yandan bir çare olur, ne o yandan. O biçarenin canı da yüz parça olur! Herkesten ümidini keser de ellerini açar, duaya başlar: yarabbi, herkesten ümidim kesildi. Evvel de sensin, ahır da sen; senden başka önü, sonu olmayan yok, diye niyaza koyulur.
Namazdaki bu hoş işaretleri gör de bunun eninde sonunda böyle olacağını bil! Namaz yumurtasından civcivi çıkara gör yerden tane toplayan yolsuz yordamsız kuş gibi yere başvurup durma!
(Hz.Mevlana, Mesnevi)
Devamını Oku »

Kıyamet günü; Her şeyin Hakk'a arz edileceği gündür.





Kıyamet günü, her şeyin Hakk’a arz (sunmak) edileceği gündür. O günde, İnsanî vakfelerini yapmış olanlar, temiz ve faziletli kişiler, kendilerini göstermek isterler.

O kendini gösterme gününde, kötü işler yaparak yüklerini karartmış kişiler, artık kendilerini gidilemeyecekler ve rezil olacaklardır.

Güneş gibi parlak yüzü olmayan ve günahlarla yüklerini karartmış kişiler elbette kendi kirliliklerini göstermemek için gecenin karanlığı ile perdelenmek, gizlenmek isterler.

O günahkârın diken gibi olan vücûdunda bir gül yaprağı bile yoktur. Bu sebeple ilkbaharlar, gül yetiştirmeyen dikenlerle dolu fidana ve onun gizlediği sırlara düşmandır.

Fakat baştan aşağı gül gibi ve süsen çiçeği gibi güzel ve hoş olan kişi için bahar, görür ve gösterir iki göldür.

Mânâsız ve faydasız olan diken, gül bitirmediğinden, gül bahçesinde yan gelip oturmak için güz mevsimini ister.

Güz mevsimini ister ki, o mevsim, gülün gürelliğini örtsün, gizlesin de kendinin çirkinliğini, ayıbını kimseye göstermesin; böylece sen ne bu gülün rengini, güzelliğini görürsün, ne de dikenin çirkinliğini.

Bu yüzdendir ki gür (sonbahar) mevsimi, diken için bahardır, hayattır; çünkü o mevsimde, kara taşla yakut bir görünür.(1)

Ama bahçıvan, gül müdür, diken midir? Bunu güz mevsiminde de bilir ve görür. Onun görüşü cümle âlemin görüşünden üstündür Zâten dünyâ, ondan ibârettir. O, kendinden geçmiş, gerçeğe dalıp gitmiş kişidir. Geri kalanlar, hep ona bağlıdırlar. Gökteki yıldızların hepsi de, Ay'ın cüzüdürler.(2)

Gülsüz dikenler gibi bahardan korkmayan güzel çiçekler, müjde, müjde bahar geliyor, diye sevinirler.

Çiçek, parlak bir zırh gjyinmiş gibi kalıp dökülmedikçe, meyveler varlıklarını nasıl gösterebilirler?

Çiçekler dökülünce, meyveler baş gösterir; beden de kırılınca can baş gösterir. Çiçek şekilden, suretten ibârettir. Meyve de mânâdır. Çiçek bir müjdecidir, meyve ise Allah'ın nimetidir.

Çiçek dökülünce meyve belirir O dökülüp kaybolunca meyve çoğalır.

------

(1)Bu beyitlerde geçen diken günahkar insanları, küfür ehlini; gül de iyi insanları, iman sahibi kişileri göstermektedir. Günahkarlar öteki âlemdeki bahara nisbetle güz mevsimi olan dünyayı severler. Çünkü hurda günahlarını gizlemeyi başarırlar, ne olduklarını meydana çıkaracak olan Ahiret baharının geldiğini istemezler. (2)Yukarıdaki beyitte geçen bahçıvan, her şeyi görüp anlayan kâmil insanı göstermektedir. Metinde ebleh kelimesi ile gösterilen kişi, kendinden geçmiş, gerçeğe dalmıştır. O serden, kötülüklerden arınmış; hayrı, iyi işleri tabiat edinmiştir. O niçin? neden? gibi akim sormak istediği sorulardan gafildir. O Hakk'ı akıl yolu ile değil, gönül yolu ile bulmuş, saf gönüllü üstün kişidir, işte böyle üstün bir insanın, insan-ı kamilin görüşü diğer insanların görüşünden, anlayışından üstündür.


(Şefik Can,Mevlana Mesnevi Tercümesi,cilt:1-2,syf;185-186)
Devamını Oku »