Sultan II.Abdülhamid Kızıl Sultan mıydı?

Sultan II.Abdülhamid Kızıl Sultan mıydı?
Bu iddia, Albert Vandal adlı bir Fransız yazar tarafından ortaya atılmıştı. Atılış sebebi de, Abdülhamid'in Ermeni isyanlarını bastırtmış olmasıdır. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa kamuoyunda Abdülhamid'in kan dökücü bir padişah olduğu propagandası başlatıldı. İşte "Kızıl", yani kan döken Sultan lakabı bu sırada asıldı boynuna. Hadi Ermenilerin böyle demesini anladık; iyi ama bir tekini bile idam ettirmemiş olan Abdülhamid'e Jön Türkler neden "Kızıl Sultan" dediler? 1915'te yüzbinlerce Ermeni'yi tehcir ettirecek olanlar, 25 yıl önce Ermeni propaganda ordusunun neferleri olmakta sakınca görmemişlerdi.

Mustafa Armağan
Devamını Oku »

Sultan 2.Abdülhamid'in Büyüklüğü

Sultan 2.Abdülhamid ve Talat Paşa

Tarihte önemli rol oynamış devlet adamlarının başarıları önceden görme ve önceden tahmin etme kaabiliyetlerine dayanır. Devlet adamının varsayımları küçük ve hayali düşüncelere dayanıyorsa, olayların analizinden çıkmıyorsa, bunun kaçınılmaz zararlarına katlanmak zorunda kalan bütün bir toplum olacaktır.

Şimdi bir mukayese yapmak istiyorum: Talat Paşa anılarının ikinci bölümünde (Talat Paşa'nın Anıları, Say Yayınları) Türkiye iç yönetimini örgütlemek, ticaret ve sanayiini geliştirip koruyabilmek için, kısaca yaşaya- bilmek ve varlığını koruyabilmek için öteden beri devlet gruplarından birine katılmak üzere bir imkan aramıştı. Fakat devletlerden hiçbiri buna razı olduğunu bildirmemişti. Bu sırada Almanya Türkiye ile eşit şartlar altında bir anlaşma yapmak istediğini bildirdi. Biz hemen bu teklifin bir savaş tehlikesin­den doğduğunu anladık. Bir devletin zayıf Türkiyeyi kendi bağlaşıkları arasına almak istemesi için bu derece önemli bir sebebin varolması gerekeceğini de  tabii buluyorduk. Fakat bizim düşüncemiz bir genel savaşın çıkmayacağı ve bizim de bir kere bu anlaşmaya girmekle, artık devletimizi her türlü tehlikeden  korumuş olacağımız yolundaydı" diyor.

Bir de Sultan II. Abdülhamit Hanın görüşüne bakalım, Abdülhamit  Hanın Hatıralar kitabını bulamadığım için alıntı yapamıyorum. Sultan eserinde özetle şöyle diyor: Tahta geçer geçmez uygulamaya başladığım ve sonuna kadar kimseye sezdirmediğim politikanın temelleri büyük bir dünya savaşının kesin olarak çıkacağı düşüncesine dayalıydı. Biz bu savaşın dışında kalamazdık. O halde kimin yanında olmalıydık? Güçlü bir kara ordusuna ihtiyacı olan devletin yanında olmamız gerekirdi. Bu devlet de dünyanın en büyük deniz gücüne sahip olan İngiltere idi. İngiltereyi safımıza çekebilmek için, Bağdat Demiryolunu yapma hakkını Almanlara verdim. Amacım Alınanlardan yana olduğum görün­tüsünü vererek İngilterenin dikkatini çekmek ve gözdağı vermekti. Ayrıca donanmayı kızağa çektim. Çünkü donanmanın bütün personeli İngilizler'den ibaret olduğu gibi, çıkacak savaşta donanmaya da ihtiyacımız olmayacaktı. Donanmaya yapılacak masrafı kara ordusuna aktarmak, güçlenmesine katkıda bulunmak da böylece mümkün olacaktı. Ne var ki Talat Paşa ve avanesi benim düşüncelerimin tam tersini uyguladı.

Evet böyle diyor büyük Sultan. Şimdi iki devlet adamının arasındaki kalite farkını görüyor musunuz? Birisi kırkyıl öncesinden büyük bir genel savaşın çıkacağını görüyor ve ona göre tedbirler alıyor, öbürü tehlike çanları çaldığı, savaş gözle görülür bir hal aldığı halde bizim düşüncemiz bir gene! savaşın çıkmayacağı yolundaydı diyor. Ve Almanya'nın oyununa gelerek ülkeyi savaşa sürükleyip perişan ediyor.

Alaaddin Özdenören,
Devamını Oku »

Osmanlı’nın Cumhuriyete mirası borç muydu, servet mi?

Osmanlı’nın Cumhuriyete mirası borç muydu, servet mi?
Hemen belirteyim: Yakın tarih konusunda vicdanlar hâlâ özgür değil. Bir taraftan yasaklar sıkıştırırken, öbür taraftan hepimizin üzerinde tek taraflı bir propagandanın baskısı var.Her türlü devlet imkânıyla donanmış resmi tarih tezi ile özgür tarih anlayışı soluk soluğa çatışıyor. Bu kavga ortamında gerçeklerden ziyade spekülasyonlar konuşuluyor.

Din ve tarih dâhil, her şey bir ikilem içinde ele alınıyor Türkiye’mizde. Bu yüzden hem her şey muğlak kalıyor, hem de tartışmalar çabucak kavgaya dönüşüyor…
Aslında tarih, resmi mülâhazaların giremeyeceği iki alandan (ilki din) biridir. Hazin ki en çok bu alanlara girmiş, görüş bildirmiş, hükümler vermiştir… (Düşünün: Ord. Prof. Enver Ziya Karal bile bu gerçeği açıkça itiraf etmekten kendini alamıyor)
Sadece totaliter rejimlerde rastlanabilen bu anlayış, Türkiye Cumhuriyeti’nin yakasını hiç bırakmamıştır…

Tabii “ifrat”, “tefrit”i doğurmuş. Her ifrat kendi alternatifini üretmiş. Meselâ, “resmi tarih”in (ki ders kitaplarında somutlaşır) “Kızıl Sultan” dediği Abdülhamid Han, alternatifinde “Ulu Hakan” olarak selamlanmış, resmi tarihin “vatan haini” ilan ettiği Sultan Vahdettin, (doğrusu Vahidüddin) “büyük vatansever” olmuştur.
Etraflarında saflaşmalar meydana gelmiş, iki tarafın bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmuş fanatikleri, tarihi kişilerle olaylara salt tarih ilmi açısından yaklaşan dürüst tarihçiyi konudan uzak tutmuş, dolayısıyla gerçek Abdülhamid’le gerçek Vahdettin, tarihimizin diğer bazı “gerçek”leri gibi, kaynayıp gitmişti.
Tarihe siyaset karıştırmanın, tarihi, güncel ideolojik çatışmaların kaynağına dönüştürmenin böyle mahzurları oluyor… Ve bu mahzurlarla malul hale gelmiş milletler bir türlü dirilemiyorlar. (Faşist ve komünist ülkeler örneğinde görüldüğü gibi).

Güncel siyasetin icabatından tarihe bakma alışkanlığı, açıkça ifade etmeliyim ki, tarihi kirletmiştir. Osmanlı’nın hem kuruluş, hem de yıkılış devresini siyasi iktidarların arenası yapmıştır. Siyasi beklenti gerçeğin önüne geçtiği için de maalesef gerçek güme gitmiş, uydurma şayia ve efsaneler gerçeğin yerini almıştır.
Bu şayialardan biri de “Osmanlı’dan kalan borçları Cumhuriyet Türkiye’sinin ödediği” yolundaki söylentidir.

Gerçek şu ki, “Osmanlı Türkiyesi”, “Cumhuriyet Türkiyesi”ne devrettiği borçları rahatça karşılayabilecek miktarda da nakit para bırakmıştır.

Üstelik Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı para miktarı, ödemek zorunda olduğu Osmanlı borçlarından fazladır.

Çünkü borçların toplam tutarı o günkü parayla 150 milyon lira, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kalan nakit para tutarı ise 161 milyon liradır.

Bu miktar, kâğıt para bazında (bozuk paralar hariç), ödenmesi gereken borçtan tam 11 milyon lira fazladır.

Açıkçası Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı borçlarını Osmanlı hazinesinden devraldığı paralarla ödemiş, ayrıca da 11 milyon lira kâr sağlamıştır.

Üstelik kalan meblâğ nakit, ödenecek borç ise taksitlendirilmiş borçtur. (Borcun faiz ödemelerine 1929’da başlanmış, müteakip yıllarda Cumhuriyet Türkiye’si ekonomisi iflasa sürüklendiği için ödemelere çaresiz ara verilmiş, ardından alacaklı devletlerle görüşmeler başlamış, bu görüşmeler 1932’ye kadar sürmüş, 1933 yılında ise borcun düzenli olarak ödenmesine başlanmıştır).

Sonra ödeme yeniden başlamış, düzenli borç ödemeleri 1954 yılına kadar devam etmiştir.

Yani Osmanlı borçları, Adnan Menderes’in Başbakanlığa geldiği Demokrat Parti iktidarı döneminde uygulanan ekonomi-politika sayesinde dışa açılan Türk ekonomisinin bulduğu kredilerle kapatılmıştır.

Osmanlı’dan Cumhuriyete kalan 11 milyon Türk Lirası, ekonomiyi bilen yöneticilerin elinde kalkınmanın dinamosu olarak kullanılabilseydi, Türkiye iflasını ilan etmek zorunda kalmaz, en azından ekonomisini Nazi Almanyası’na endekslemezdi.

Bu tespitler karşısında bazıları pekalâ feryad-u figân edebilir: Çünkü bize Cumhuriyetin 1950’ye kadarki bölümünde ekonominin tümüyle bağımsız ve bağlantısız yürüdüğünü öğrettiler. Hepimiz hayatımızın belli dönemlerinde bu ideolojik propagandanın etkisine girdik. Ancak artık propagadanın izlerini silip gerçeklerle kucaklaşma vaktidir.

Zira uzun süre kimse tarihi gerçekleri değiştiremez!

Hatırlanması gereken diğer bir nokta da, borç ertelemeleri (kalan 11 milyon liranın ne olduğunu, nerelerde kullanıldığını bilmiyoruz) ile birlikte dış kredi itibarımızın sıfırlandığıdır.

O kadar ki, İngiltere Türkiye’nin İngiltere’de tahvil satmasını yasaklamıştır (1920). İsmet Paşa’nın başbakanlık yaptığı Türk hükümeti çaresizlik içinde ABD’ye başvurmuş, Avrupalı tahvil alacaklılarının bastırması sonucu ABD’den de eli boş dönmüştür.

Yavuz Bahadiroğlu - Yeni Akit

Devamını Oku »