Rızık ve Rızkı Elde Etmenin Sebepleri

Rızık ve Rızkı Elde Etmenin Sebepleri:

Ey İman edenleri Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun İçin bu yıl­larından sonra artık onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse sizi yakında kendi lüfundan zenginleştirir. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir, tam hü­küm ve hikmet sahibidir.(tevbe,28)

………..

Rızık ve Rızkı Elde Etmenin Sebepleri:

 

Bu âyet-i kerimede kalbin rızık hususunda sebeplere taalluk etmesinin ca­iz olduğuna ve bunun tevekküle aykırı olmadığına delil vardır. Her ne ka­dar rızık takdir edilmiş ve Allah'ın emir ve paylaştırması yerini bulacak ise de, Allah rızkı hikmete mebni sebeplere bağlı kılmıştır. Böylelikle yüce Al­lah sebeplere taalluk eden kalpler ile rabblerin Rabbine tevekkül eden kalpleri birbirinden ayırt etsin. Sebebin, tevekküle aykırı düşmediğine dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Eğer siz Allah'a hakkı ile tevekkül edecek olsaydınız, tıpkı sa­bahleyin kursağı boş ve aç gidip de akşamleyin kursağını doldurmuş halde dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sîzi de rızıklandırırdı." Bu hadisi Buhârî ri­vayet etmiştir.[1]

 

Hz. Peygamber bu hadisi ile rızık talebi hususunda sabah gidip öğleden sonra çıkışın gerçek tevekküle aykırı düşmediğini haber vermektedir. İbnü'l-Arabi der ki: Fakat sufi şeyhler derler ki: Kişi ancak itaatler hususunda sa­bah ve akşam yola koyulur. İşte asıl rızkın gelmesini sağlayan sebep budur. Derler ki: Buna delil şu iki husustur: Birincisi, yüce Allah'ın: "Sere aile hal­kına namazı emret, kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemeyiz, sana rızkı Biz veririz" (Tâ-Hâ, 20/132) buyruğudur. İkincisi de, yüce Allah'ın: "Güzel söz O'na yükselir, onu da salih amel yükseltir" (Fatır, 35/10) buyru­ğudur. Yüce Allah'ın rızkını, mahalli olan semadan inmesini sağlayan ancak yukarı doğru yükselen şeydir. Bu da hoş zikir ve salih ameldir. Yoksa, yer­yüzünde çalışıp çabalamak değildir. Çünkü yeryüzünde rızık diye birşey yoktur. Sahih olan ise, buyrukların zahirini kavrayan fukahâya göre sünnetin sağ­lamca ortaya koyduğu husustur. O da dünyevî sebepler gereğince ekip biçmek, pazarlarda ticaret yapmak, malların bakımı, geliştirilmesi, mahsul elde etmeyi sağlayan şekliyle ziraatle uğraşmak gibi yollardır.

 

Asbab-ı kiram da Peygamber (sav) aralarında bulunduğu halde bu şekil­de hareket ederdi. Ebu'l-Hasen b. Battal der kî: Şanı yüce Allah kullarına ka­zandıkları şeylerin hoş ve temiz olanlarından infak etmelerini bir çok âyet-i kerime ile emretmiştir. Ve şöyle buyurmuştur: "Kim mecbur kalırsa, saldır­mamak ve haddi aşmamak şartıyla (yerse) onun üzerine günah yoktur", (el-Bakara, 2/173) Bu buyruğuyla darda kalan bir kimseye kazanmakla ve ken­disi ile gıdalanmakla emretmiş olduğu helal gıdayı bulamaması halinde, haram olan gıdayı ona helal kılmakta, semadan üzerine yiyecek birşeylerin inmesini beklemesini emretmektedir. Eğer gıdasını sağlayacağı şeyleri ara­mak hususunda çalışıp çabalamayı terkedecek olursa, hiç şüphesiz kendisi­nin katili olur.

 

Rasûlullah (sav) da yiyecek birşey bulamadığından dolayı açlıktan kıvranır, bununla birlikte üzerine gökten yiyecek birşey inmezdi. O, kendi aile hal­kı için bir yıllık yiyeceklerini alıkoyardi. Allah fetihleri müesser kılıncaya ka­dar bu böyle devam etti. Enes b. Malik'in rivayetine göre, bir adam Peygam­ber (sav)'ın yanına deve ile gelerek, Ey Allah'ın Rasûlü diye sordu. Onu bağ­layıp mı tevekkül edeyim, yoksa serbest bırakıp mı tevekkül edeyim? Hz. Pey­gamber ona: "Onu bağla ve öylece tevekkül et" diye cevap vermiştir.[2]

 

Derini ki: Sufle ehli mescidde oturup, ziraatle uğraşmayan, ticaret de yap­mayan, kazançları olmayan, mallan bulunmayan fakir kimseler oldukların­dan dolayı bu görüşü savunanların Suffe ehlini kendilerine delil gösterecek­leri bir tarafları yoktur. Çünkü Suffe ehli, beldelerin kendilerine dar gelmesi esnasında İslâm'ın misafirleri idiler. Bununla birlikte gündüzün odun toplar, Rasûlullah (sav)'ın evine su taşır, geceleyin Kur'an okur ve namaz da kılarlardı. Buhârî ve başkaları onları bu şekilde anlatmaktadır.[3] Dolayısıyla onlar, rızkın sebeplerine yapışan kimselerdi. Hz. Peygamber'e bir hediye gel­di mi, onlarla beraber yerdi. Eğer gelen bir sadaka ise, kendisi ona el sür­mez, onlara verirdi. Fetihler çoğalıp İslâm yayılınca da -Ebu Hureyre ve baş­kaları gibi- Suffe'nin dışına çıktılar, emirlik, kumandanlık yaptılar. Yerlerin­de oturmadılar.

 

Diğer taraftan kendileri vasıtasıyla rızkın talep edildiği sebepler (yollar) akı türlüdür denilmiştir:

 

1- Bunların en üstünü, Peygamberimiz Muhammed (sav)'ın kazanç şeklidir. O şöyle buyurmuştur: "Benim rızkım mızrağımın gölgesi altına yerleş­tirildi, Zillet ve küçülmüşlük de emrime muhalefet olana yazıldı." Bu hadi­si Tirmİzî rivayet etmiş ve sahih olduğunu ifade etmiştir.[4] Yüce Allah, böy­lelikle Peygamberinin rızkını -faziletli olması dolayısıyla- kendi kazancına bağ­lı kılmış ve özel olarak ona kazanç türlerinin en faziletlisini ihsan etmiştir ki, bu da düşmana galip gelmek ve onu yenik düşürmek suretiyle rızkı almak şeklidir. Çünkü bu yol, en şerefli bir yoldur.

 

2- Kişinin kendi el emeğinden yemesi: Hz. Peygamber şöyle buyurmuş­tur: "Kişinin yediği en hoş şey, elinin emeğinden (yediği) dir. Ve şüphesiz Al­lah'ın Peygamberi Dâvud kendi el emeğinden yerdi." Bu hadisi de Buhârî ri­vayet etmiştir.[5] Kur'an-ı Kerimde de (Hz, Dâvud hakkında) şöyle buyurul-maktadır:  "Biz ona sizin için giyecek (zırh) yapmak sanatını öğrettik." (el-Enbiya, 21/80) Hz. İsa'nın da annesinin eğirdiği yünün gelirinden yediği ri­vayet edilmektedir.

 

3- Ticaret. Bu da ashab-i kiramın çoğunun yaptığı işti. Özellikle de Mu­hacirlerin (Allah hepsinden razı olsun). Kur'an-ı Kerim ticaretin önemine bir­den çok yerde delâlet etmektedir.

 

4- Ziraat ve ağaç dikmek. Biz buna dair açıklamalarımızı el-Bakara Sûre­si'nde (2/205. âyetin tefsirinde) açıklamış bulunuyoruz.

 

5- Kur'an okutmak, Kur'an öğretmek ve Kur'an İle tedavi (rukye) buna da­ir açıklamalar da Fatiha Sûresi'nde (Fazileti ve İsimleri bölümü, 4. başlıkta.) geçmiş bulunmaktadır.

 

6- Muhtaç düşmesi halinde ödemek suretiyle borç almak. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Kim ödemek isteğiyle başkalarından mal alırsa Allah ona ödetir. Kim de o malı telef etmek niyetiyle alırsa, Allah da onu telef eder." Bu hadisi Buhârî, Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayet [6]etmektedir.[7]

--------------

[1] Buhârî'de tesbit edemedik. Tirmizi, Zühd 33; İbn Mâce, Zühd U; Müsned, I, 30, 52.

 

[2] Tirmizt, Sıfatu'l-Kıyâme 60.

 

[3] Buhârî, Mevâkît 41.

 

[4] Buhârî, Cîhad 88; Müsned, II, 50, 92. Tirmizî'de tesbit edemedik.

 

[5] Buharî, Buyû' 15. Sadece elinin emeğinden yediğini belirten bölümü: Enbiyâ 37; Müsned, II, 314.

 

[6] Buhari, Zekât 18, İstikraz 2; İbn Mâce, Sadakat 11; Müsned, II. 361, 417.

 

[7] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/180-183
Devamını Oku »

Müşrikleri Öldürün" Emrinin Mahiyeti

 

Müşrikleri Öldürün" Emrinin MahiyetiYüce Allah'ın: "Artık o müşrikleri... öldürün" buyruğu, bütün müşrikler hakkında umumi olmakla birlikte sünnet, bunlar arasından daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/190. âyet 1. başlıkta) açıklaması geçtiği üzere kadın, ra­hip, çocuk ve benzeri kimseleri tahsis etmiş (bu genel hükmün dışında bı-rakmıştır. Nitekim yüce Allah kitap ehli hakkında da: "Cizye verinceye ka­dar..." (et-Tevbe, 9/29) diye buyurmaktadır. Ancak "müşrikler" lafzının ki­tap ehlini kapsamına almaması da mümkündür. Bu da cizyenin puta tapan­lardan ve diğerlerinden -ileride açıklanacağı üzere- alınmamasını gerektirir. Şunu bilmeli ki, yüce Allah'ın: "Müşrikleri öldürün" buyruğundaki mutlak ifade, herhangi surette olursa olsun onları öldürmenin caiz olmasını gerek­tirmektedir. Ancak, Hz. Peygamberden müsleyi yasaklayan haberler varid ol­muştur.

 

Bununla birlikte Ebu Bekr es-Sıddik (r.a)'ın irtidad edenleri ateşle yakma­sı, taşla öldürmesi, dağların tepelerinden atması, başaşağı kuyulara atması şek­lindeki öldürmelerine de âyetin umumi ifadesini kendisine delil almış olabilir. Aynı şekilde Ali (r.a)'ın, irtidat eden birtakım kimseleri yakarak öldür­mesini de bu görüşe meyletmesi ve lafzın genel oluşuna dayanarak bunu yap­mış olması ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.[1]

 

Müşriklerin Bulundukları Yerde Öldürülmelerinden İstisnalar:

 

"O müşrikleri nerede bulursanız..." buyruğu, her yer hakkında umumi­dir. Ebu Hanife -Allah ondan razı olsun- ise, dalıa önce el-Bakara Sûresi'nde (2/191-192. âyetler, 3. başlıkta) geçtiği üzere Mescid-i Haramı istisna etmiştir, Bununla birlikte (hükmün mensuh olup olmadığı hususunda) ilim adam­ları arasında görüş ayrılığı vardır. el-Hüseyn b. el-Fadl der ki: Bu âyet-İ ke­rime, Kur'an-ı Kerimde yüzçevirmekten ve düşmanların eziyetlerine sabre­dip katlanmaktan söz eden bütün âyetleri nesli etmiştir.

 

ed-Dahhâk, es-Süddî ve Ata da şöyle demektedir: Bu âyet-i kerime yüce Allah'ın; "Bundan sonra ister karşılıksız serbest bırakın, ister fidye alın" (Muhammed, 47/4) buyruğu ile nesli edilmiştir ve hiçbir esir eli kolu bağlı öldürülmez demişlerdir. Esir ya karşılıksız serbest bırakılır, yahut fidye karşılığın­da bırakılır.

 

Mücahid ve Katade ise derler ki; Bilakis bu âyet-i kerime yüce Allah'ın: "Bundan sonra ister karşılıksız serbest bırakın, ister fidye alın" (Muhammed, 47/4) buyruğunu neshetmekte ve müşrik olan esirler hakkında öldürülmelerinden başka bir uygulama caiz bulunmamakladır.

 

îbn Zeyd her iki âyet de muhkemdir demektedir ki, doğru olan da budur. Çünkü, karşılıksız serbest bırakmak, öldürmek ve fidye almak, müşriklerle yaptığı İlk savaş olan -önceden de geçtiği üzere- Bedir gününden itibaren uy­guladığı hükümler olagelmiştir. Yüce Allah'ın: "Onları yakalayın" buyruğu da buna delildir. Yakalamak ise esir almaktır. Esir almak da, imamın uygun göreceği tercihe göre ya öldürmek için, yahut fidye almak için veya karşı­lıksız bırakmak için olur.

 

"Onları alıkoyun" buyruğu ise, sizin topraklarınızda tasarrufta bulunma­larını ve yanlarınıza girmelerini engelleyin; ancak, siz onlara izin verirseniz eman ile yanınıza girebilirler, demektir.[2]

 

Müşriklerin Geçit Yerlerini Tutmak:

 

"...onların bütün geçit yerlerini tutun" buyruğunda geçen ve "geçit yeri" diye meali verilen; kelimesi, kendisinde düşmanın gözetlendi­ği yer, demektir. "Filanı gözetledim, gözetlemekteyim," denilir. Buyruk, onların gözetlenebilecekleri ve gafil yakalanabilecekleri yer­lerde onlar için oturun (pusu kurun) demektir. Âmir b. et-Tufeyl der ki:

 

"Ben kesin olarak biliyorum ve hiç de unuttuğumu sanmayın: Genç delikanlıyı ölümün gözetleyip durduğunu,"

 

Şair Adiy de şöyle demektedir:

 

"Ey Âzile, (hanımının adı) şüphesiz ki bilgisizlik genç olanın zevkin (e düşkünlüğün) den ötürüdür Ve hiç şüphesiz nefisler için ölümler gözetlemededir."

 

Bu buyrukta davette bulunmadan önce müşrikleri gatîl avlamanın caiz ol­duğuna delil vardır, ": Bütün" kelimesi zarf olarak nasbedilmiştir. ez-Zec-câc'ın tercihi de budur. Mesela; "Bir yolda gittim denildiği" gibi, "Her yolda gittim" denilir (ve "bütün, her" anlamındaki ke­lime nasbedilir). Yahut da bu kelime cer eden kelimenin düşürülmesinden ötürü de mansub gelmiş olabilir, İfadenin takdiri şöyle olur: "Bütün geçit yerlerinde, üzerinde gözetlemede bulunun" demek olur. Böylelikle ": Geçit yerleri" kelimesi geçtikleri yolun adı kabul edilir.

 

Ebu Ali ise, ez-Zeccâc'ı , "yol" kelimesini zarf kabul etmekte hatalı bulur ve şöyle den Yol, ev ve mescid gibi özel bir yerin adıdır. Dolayısı ile semaî olarak hazfın varid olduğu haller müstesna, bundan cer harfinin hazfedilme-si caiz olamaz. Nitekim Sibeveyh "Şam'a girdim, eve girdim" şeklindeki kullanışları nakletmektedir. Şu mısra da buna benze­mektedir:

 

"Tilkinin yolda sallanarak koşması gibi..."[3]

 

Müşriklerle Savaşmanın Hedefi:

 

"Eğer tevbe edip" yani, şirkten vazgeçip "namaz kılar ve zekât verirler­se, yollarını serbest bırakın" âyet-i kerimesi üzerinde dikkatle durup dü­şünmek gerekir. Çünkü yüce Allah önce öldürülme sebeplerini şirke bağlamakta, daha sonra da: "Eğer tevbe edip..." diye buyurmaktadır. Asıl kaide de şudur: Öldürme, eğer şirk dolayısıyla sözkonusu ise, şirkin zevali ile bu emir de zail olur. Bu da namazın kılınmasını, zekâtın verilmesini gözönün-de bulundurmaksızın mücerred tevbe etmekle öldürme emrinin ortadan kalkmasını gerektirir. İşte bundan dolayı, namaz vaktinden ve zekât verme zamanından önce mücerred tevbe etmek dolayısıyla öldürme hükmü de or­tadan kalkmıştır. Bu ise, bu yönüyle gayet açıkça anlaşılan bir konudur. Şu kadar var ki: Şanı yüce Allah, tevbe etmekle birlikte iki şart daha sözkonu-su etmiştir ki, bunları boşa çıkarmanın imkânı yoktur. Hz. Peygamberin şu buyruğu da buna benzemektedir; "Ben insanlarla lâ ilahe illallah deyinceye, namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bunu yapacak olurlarsa, benden kanlarını da mallarını da korumuş olurlar. Onun hakkı ile olması hali müstesna hesapları ise Allah'a aittir."[4]

 

Ebu Bekr es-Sıddik (r.a) da şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim, na­maz ile zekât arasında ayırım gözetenlerle mutlaka savaşacağım. Çünkü ze­kât mahn hakkıdır." İbn Abbas da: Allah Ebu Bekir'e rahmet eylesin. O, ne kadar da fakih bir kimse idi demiştir.

 

İbnü'l'Arabî der ki: Böylelikle Kur'an ve Sünnet aynı gerçekleri dile ge­tirmiş olmaktadır. Namazı ve sair farzları helal kabul ederek terkedenin kâfir olduğu hususunda müslümanlar arasında görüş ayrılığı yoktur. Sünnetle­ri önemsemeyerek terkeden de fasık olur. Nafileleri terkeden için ise bir ve­bal yoktur. Ancak, nafilenin faziletini inkâr ederse kâfir olur. Çünkü o, bu tu­tumu ile Rasûluilah (sav)'m getirip haber verdiği bir hususu reddetmiş olmak­tadır. Ancak farz olduğunu inkâr etmeksizin ve terkini de helal kabul etmek­sizin namazı terkeden kimsenin hükmü hususunda ilim adamlarının farklı gö­rüşleri vardır. Yunus b. Abdulalâ dedi ki: Ben, İbn Vehb'i şöyle derken din­ledim: Malik dedi ki: Allah'a iman edip, rasûlleri tasdik eden, fakat namaz kıl­mayı kabul etmeyen kimse öldürülür. Ebu Sevr de; Şafiî mezhebinin bütün alimleri bu görüştedir, der. Hammad b. Zeyd, Mekhul ve Veki'in görüşü de budur. Ebu Hanife der ki: Böyle bir kimse hapse atılır, dövülür ama öldürül­mez. Bu, İbn Şihab'ın da görüşüdür. Davud b. Ali de bu görüştedir. Bunla­rın delilleri arasında Hz. Peygamberin şu buyruğu da vardır: "Ben insanlar­la la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu diyecek olurlarsa, -onun hakkı İle olması müstesna- benden kanlarını ve mallannı korumuş olurlar."[5]

Bu görüşü kabul edenler derler ki: Onun hakkı ise, Hz. Peygamberin bir başka hadisinde şöylece dile getirilmiştir: "Müslüman bir kim­senin kanı ancak üç şeyden birisiyle helal olur: İmandan sonra kâfir olmak, yahut muhsan olduktan sonra zina etmek, ya da bir başka nefse karşılık ol­maksızın birisini öldürmek."[6]

 

Ashab-ı kiram ve tabiinden bir topluluğun görüşüne göre kasti olarak ve özrü bulunmaksızın vakti çıkıncaya kadar tek bir namazı terkeden ve onu eda etmeyi de kaza etmeyi de kabul etmeyip namaz kılmam, diyen bir kimsenin kâfir olduğu, kanının da malının da helal olduğu, müslüman mirasçılarının ondan miras alamayacağı ve tevbe etmesinin de istenmeyeceği görüşünde­dirler. Eğer (kendiliğinden) tevbe ederse mesele yok. Aksi takdirde öldürü­lür. Ve malının hükmü de mürtedin malı ile aynıdır. Bu, aynı zamanda İshak'ın da görüşüdür. İshak der ki: İşte Peygamber (sav)'dan şu günümüze kadar ilim ehlinin görüşü böyledir.

 

İbn Huveyzimendad der ki: Bizim mezhep alimlerimiz, namazı terkeden kişinin ne vakit öldürüleceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Kimisi, na­mazın kılınması için uygun görülen vaktinin sonunda öldürülür derken, ki­misi de zaruret vaktinin sonuna kadar bırakılır demişlerdir. Bu konuda sahih olan görüş budur. Bu zaruret vakti de şöyledir: İkindi namazı vaktinden gü­neşin batacağı zamana kadar dört rekat kılabilecek bir süre, yatsı namazının çıkış vakti olan gecenin bitimine dört rekat kala, sabah namazı vaktinin bi­timi olan güneşin doğuşundan önce iki rekat kılacak kadar bir zamandır. İs­hak der ki: Vaktin gitmesinden maksat ise, öğle namazını güneşin batışına, ak­şam namazını da tan yerinin ağarması vaktine kadar ertelemesi demektir.[7]

 

Gerçek Tevbe Ne İle Anlaşılır:

 

Bu âyet-i kerime "tevbe ettim" diyen kimsenin, fiilleri arasına tevbenin muhakkak olduğunu ortaya koyan hususlar da eklenmedikçe, bu sözüyle yetinilmeyeceğine delildir. Çünkü yüce Allah burada tevbe etmekle birlikte namaz kılmayı ve zekât vermeyi de şart koşmaktadır ki, bunların yerine geti­rilmesiyle tevbenin gerçekten yapıldığı ortaya çıksın. Faizi yasaklayan âyet-i kerimede de: "Şayet tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir" (el-Bakara, 2/279) diye buyurmaktadır. Bir başka yerde de: 'Tevbe edenler, ıslah eden­ler ve açıklayanlar müstesna..." (el-Bakara, 2/l60) diye buyurmaktadır, el-Bakara Sûresi'nde bu anlamdaki açıklamalar (2/160. ayetin tefsirinde) geç­miş bulunmaktadır.[8]

---------------

[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/131-132.

 

[2] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/132.

 

[3] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/132-133.

 

[4] Buhâri, iman 17, Salat 28, Zekât 1, İ'tisâan 2, 28; Müslim, İman 32-36; Ebû Dâvud, Cihâd 95; Tirmizî, Tefsir 88. sûre; Nesaî, Zekât 3; İbn Mace, Fiten 1; Darimi, Siyer 10; Müs-ned, IV, 8.

 

[5] Buhâri, iman 17, İ'tisâm 28; Müslim, îman 34-36; Tirmizî, îman 1, Tefsir 88. sûre; Ne-sai, Cihâd 1, Tahrîmu'd-Dem 1; tbn Mâce, Fiten 1...

 

[6] Buhûri, Diyat 6; Müslim, Kasâme 25, 26; Ebu Dâvûd, Hudûd 1; Tirmizi, Hudûd 1.5, Diyât 10; Nesaî, Kasâme 6,14, Tahrîmu'd-Dem 5, 11, 14; İbn Mace, Hudûd 1; Dârimi, Sîyer U; Müsned, 1, 61, 63...

 

[7]İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/133-135.

 

[8] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/135.
Devamını Oku »

Yüce Allah'ın Kalpler Üzerindeki Tasarrufu

 

Yüce Allah'ın Kalpler Üzerindeki Tasarrufu

Yüce Allah'ın; "Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer..." buyruğu ile ilgili olarak şöyle denilmiştir. Yüce Allah'ın bu nassı, O'nun, kulları hakkında küfrü ve imanı hükmetmiş olmakla birlikte, kâfir kişi ile kendisine yeri­ne getirmesini emretmiş olduğu iman arasına girip, bunun sonucunda kâfi­re iman etme kudretini vermediği takdirde o imanı kazanamayacağını, ak­sine, onun zıddı olan küfre güç ve kudret verdiğini ortaya koymaktadır. Ay­nı şekilde mü'min için de böyledir, onun ile küfür arasına engel olmaktadır. Bu nass ile şanı yüce Allah'ın, hayrı ve şerri, kulun bütün amelini yaratan ol­duğu açıkça ortaya çıkmaktadır. İşte Hz. Peygamberin: "Kalpleri evirip çe­viren hakkı için hayır..."[1]  buyruğunun anlamı budur. Yüce Allah'ın bu fii­li, saptırdığı ve yardımından mahrum bıraktığı kimse hakkında adaletinin bir tecellisidir. Zira Allah, onlardan kendilerine vermekle yükümlü olduğu bir hakkı engellemiş olmuyor ki, O'nun adalet sıfatı zail olsun. O, kendilerine lütuf olarak vermek imkânına sahip olduğu birşeyi vermemiştir. Yoksa, ken­disinin onlara vermesi gereken haklarını esirgemiş değildir.

 

es-Süddî der ki: Kişi ile kalbi arasına girer ve böylelikle kişi O'nun izni olmaksızın iman edemez. Yine O'nun izni, yani meşîeti olmaksızın küfre sapamaz. Kalp, düşüncenin mahallidir. Buna dair açıklamalar, daha önce el Bakara Sûresi'nde (2/7. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Kalp Allah'ın elindedir. O, ne zaman dilerse  kalbi akletmesin diye kul ile kalbi arasına vereceği bir hastalık, yahut bir afet sebebiyle girer. Bunun da anlamı şudur: O halde, aklınızın zail olması ile buna imkân bulamayacak hale gelmeden önce Allah'ın ve Peygamberinin çağrısına uymakta elinizi çabuk tutunuz.

 

Mücahid de şöyle demektedir: Yani, Allah, kişi İle onun kalbi arasına yap­tığını bilemeyecek hale gelene kadar girer. Nitekim Kur'an-ı Kerimde de şöy­le buyurulmaktadtr: "Muhakkakki bunda, kalbi olan... kimse için elbette bir öğüt vardır." (Kaf, 50/37) Burada kalpten kasıt akıldır.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Allah, kişi ile kalbi arasına ölüm ile girer ve bu du­rumda artık geçmiş olanlarını telafi etme imkânı kalmaz. Bir diğer açıklama da şöyledir: Müslümanlar, Bedir günü düşmanların çokluğundan korkuya ka­pıldı. Şanı yüce Allah, kişi ile kalbi arasına girdiğini ve bunu da onların kor­kularını güvenliğe değiştirmek suretiyle buna karşılık düşmanlarının gü­venlik duygusunu da korkuya dönüştürmek suretiyle gerçekleştirdiğini on­lara bildirdi.

 

Şöyle de açıklanmıştır. Yani, yüce Allah işleri bir halden bir başka hale evi­rip çevirir. Bu da kapsamlı bir açıklamadır.

 

Taberînin tercih ettiği açıklama şekli bunun, şanı yüce Allah'ın, kulların kalplerine kendisinin onlardan daha çok hâkim olduğunu ve dilediği takdir­de kendileri ile kalpleri arasına girerek, yüce Allah'ın dilemesi müstesna insanın hiçbir şey idrâk etmesine imkân vermeyeceğini haber vermektedir.

 

"Ve muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız" buyruğu, önceki buyruğa atfedilmiştir. el-Ferrâ der ki: Eğer bu buyruk, istinaf (bir cümle ba­şı) olarak okunursa; Ve muhakkak..." buyruğundaki hemzenin esreli okunması gerekecektir. Ancak üstün okunuşu da doğrudur.[2]

 

 
25;Bir de İçinizden yalnızca zulmedenlere erişmekle kalmayan bir fitneden sakının. Hem bilin ki Allah, şüphesiz azabı çetin olandır.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:[3]

 

 

1-Kötülüklere Karşı Tepki Göstermemenin Cezası:

 

 

îbn Abbas der ki: Yüce Allah mü'minlere, aralarında münkerin yayılma­sını kabul etmemelerini emretmekte, aksi takdirde azabın onların tamamını kuşatacağını bildirmektedir. ez-Zübeyr İbnü'l-Avvâm da bu buyruğu böyle­ce te'vil etmiştir. Çünkü o, Cemel olayı günü otuz altı yılında cereyan etmiş­ti- şöyle demişti: Ben, bu âyet-i kerime ile bizlerin kastedilmiş olduğunu an­cak bugün öğrenmiş oldum. Ve ben, bu âyet-i kerimenin yalnızca o dönem­de muhatap alman kimseler hakkında olduğunu zannediyordum. Hasan-ı Basrî, es-Süddî ve başkaları da âyeti böylece te'vil etmişlerdir. es-Süddî der ki: Bu âyet-i kerime özel olarak Bedir'e katılanlar hakkında nazil olmuştur. Ce­mel vakası günü fitne onlara isabet etti ve birbirleriyle çarpıştılar.

 

İbn Abbas (r.a) da der ki: Bu âyet-i kerime Rasûlullah (sav)'ın ashabı hak­kında nazil olmuştur. İbn Abbas devamla der ki: Yüce Allah mü'minlere ken­di aralarında münkerin yaşamasını kabul etmemelerini emretmektedir. O tak­dirde Allah onların hepsini kuşatacak bir azap gönderir.

 

Huzeyfe b. el-Yeman'dan da şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Ashabımdan bir gurup arasında fitne baş gösterecektir. Al­lah, bana olan sohbetleri sayesinde bunu kendilerine bağışlayacaktır. Fakat onlardan sonra bu hususta bazı kimseler onların izinden gideceklerdir, Al­lah ise bu sebepten dolayı onları ateşe koyacaktır."[4]

 

Derim ki: Sahili hadislerin desteklemiş olduğu teviller işte bunlardır. Müslim'in Sahihinde Zeynep bint Cahş dan gelen rivayete göre Rasûlullah (sav)'a şöyle sormuş: Ey Allah'ın Rasûlü, salih kimseler aramızda bulundu­ğu halde helak edilir miyiz? Hz. Peygamber: "Evet, kötülük yaygınlaşacak olur­sa" diye cevap vermişti.[5]

 

Tirmîzinin Sahih (Sünen'inde de "İnsanlar, zalimi görüp de elini (zulüm­den) alıkoymayacak olurlarsa, aradan fazla zaman geçmeden, Allah onların hepsini kendi nezdinden göndereceği bir azaba duçar eder."[6]  Bu hadis-i şe­rifler daha önceden geçmiş idi.

 

Buhârî'nin Sahih'i ile Tirmizî'de en-Nu'man b. Beşir'den gelen rivayete gö­re Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın hududu üzerinde duran (onları aşmayan) ile onların içine düşen (aşan)ın misali, bîr gemi içinde (yerlerini) kur'a ile paylaşan bir topluluğun misaline benzer. Onlardan kimisine ge­minin üst tarafı, kimisine de alt tarafı düşer. Geminin alt tarafında kalanlar, su almak istediklerinde üstlerinde bulunanların yanından geçtikleri için araların­da şöyle derler: Eğer biz, kendi payımıza düşen bölümde bir delik açıp da yu­karımızda duranlara eziyet vermesek (daha uygun olmaz mı)? Şayet (üstteki­ler), onları istekleriyle başbaşa bırakacak olurlarsa hep birlikte helak olurlar. Eğer onlara engel olurlarsa, onlar da berikiler de hep beraber kurtulurlar.[7]

 

Bu hadis-i şeriften de belli kimsenin günahları sebebiyle herkesin azaba duçar edileceği anlaşılmaktadır. Yine bu hadis-i şeriften, emr bil maruf, nehy anil münkerin terkedilmesi dolayısıyla cezaya hak kazanılacağı da anlaşılmaktadır.

 

İlim adamlarımız derler ki: Fitne eğer yaygın bir etki gösterecek olursa her­kes helak olur. Bu ise masiyetlerin açıkça ortaya çıkması, münkerin yayılması ve bunların değiştirilmemesi halinde sözkonusu olur. Eğer, münker değiş­tirilmeyecek olursa, bu münkere kalpleriyle karşı çıkan mü'minlerin, o beldeden uzaklaşmaları ve oradan kaçmaları îcabeder. İşte, bizden önceki üm­metler hakkında da hüküm böyle idi. Nitekim, Cumartesi yasağını çiğneyen­ler ile ilgili kıssada da onlar, isyankârları terkedip onlardan ayrılmış ve; biz sizinle aynı yerde oturup kalkmayız, demişlerdi.

 

Selef -Allah onlardan razı olsun- de bu görüşü ifade etmişlerdir. İbn Ve-hb, Malik'den şöyle dediğini rivayet eder: Münker'in açıkça işlendiği yerden hicret edilir ve orada kalınmaz. O, bu görüşüne açıktan açığa faiz işleyerek, altından bir maşrapanın gerçek ağırlığından daha fazla bir miktara satılışına cevaz vermesi üzerine Muaviye'nin bulunduğu bölgeden (Suriye'den) Ebu'd-Derdâ'nın çıkıp gitmesini[8]  delil göstermektedir. Bunu, Sahih de rivayet et­miştir, Buhârî de İbn Ömer'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah  (sav) buyurdu ki: "Allah bir kavme azap indirdi mi, azap, onlar arasın­da bulunanların hepsine isabet eder, sonra da amelleri üzere diriltilirler."[9]

 

İşte bu, umumi helakin kimisinin, mü'minler için bir arındırma ve temiz­lik, kimisinin de fasıklardan intikam için gönderildiğine delil teşkil etmek­tedir.

 

Müslim'in Abdullah b. ez-Zübeyr'den rivayetine göre, Âişe (r.anhâ) şöy­le demiştir: Rasûlullah (sav) uykuda iken bazı organları hareket etti. Ben, ey Allah'ın Rasûlü ! Uykunda daha önce yapmadığın bir şeyi yaptın dedim, şöyle buyurdu: "Hayret ettiğim şu ki, ümmetimden bîr topluluk, Kureyş'ten bu Beyt'e sığınmış bîr adamı almak için gelecekler. Nihayet el-Beydâ denilen yere vardıklarında onların hepsi yerin dibine geçirilmiş olacaklar. Bunun üzerine biz: Ey Allah'ın Rasûlü dedik. Yol dolayısıyla (çeşitli maksatlı) insan­lar bir arada bulunabilir. Şöyle buyurdu: "Evet, aralarından bu işe bilerek ge­lenler var, mecbur kaldığı için gelenler var, yolcu olanlar var. Fakat onlar, tek bir kîşi imiş gibi helak edilecekler, fakat değişik hallerde geleceklerdir. Yü­ce Allah onları niyetlerine göre diriltecektir."[10]

 

Denilse ki: Yüce Allah: "Günah yükü taşıyan hiçbir kimse bir başkası­nın günahını yüklenmez” (elEn'âm,6/164,Fatır, 35/18); "Her bir kişi kazan­dıkları karşılığında rehin alınmıştır" (el-Müddesİr, 74/38); "Kazandığı iyilikler onun lehine, yaptığı kötülükler de aleyhinedir" (el-Bakara, 2/286) diye buyurmuştur. Bunlar ise, herhangi bir kimsenin başka bir kimsenin gü­nahından dolayı sorumlu tutulmamasıni, cezanın yalnızca günahkâr kimse ile ilgili olmasını gerektirmektedir.

 

Buna cevap şudur: İnsanlar, açıktan açığa münker İşleyecek olurlarsa, onu gören herkesin o münkeri değiştirmesi bir farzdır. Eğer buna ses çıkarmaya­cak olursa, hepsi de isyankâr olur. Birisi, o münker fiilî işlemekle, diğeri de ona razı olmakla. Yüce Allah ise, hükmü ve hikmeti gereği mûnkerin işlen­mesine rıza göstereni bizzat onu işleyen gibi değerlendirmiştir. O bakımdan, münkere razı olan da işleyenin cezasına katılmış olur. Bu açıklamayı İbnü'l-Arabi yapmıştır. Bu ise, belirttiğimiz gibi hadis-i şeriflerin muhtevâsıdır.

 

Âyet-i kerimenin anlatmak istediği de şudur; Zalime isabet etmekle kal­mayıp salih olana da olmayana da isabet eden bir fitneden korkunuz, çeki­niniz.[11]

 

2-Mûnkerin İşlenmesi Dolayısıyla Azap Kimlere İsabet Eder:

 

Nahiv bilginleri "Erişmekle kalmayan" buyruğundaki "nûn" har­finin gelişini farklı şekilde açıklamışlardır. El Ferrâ der ki: Burdaki ifade, se­nin birisine; "Bineğin sırtından in, seni yere düşürme­sin," demene benzemektedir. Buna göre bu, nehiy lafzında emrin cevabıdır. Yani, eğer sen bineğin sırtından inersen, o da seni yere yıkmayacaktır. Bu­nun bir benzeri de yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Yuvalarınıza girin... sizi ;çiğneyip ezmesin." (en-Neml, 27/18) Yuvalarınıza girecek olursanız, o da si­zi çiğneyip ezmez, demektir. Burada "nûn" ceza anlamı dolayısıyla gelmiş­tir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bu "nûn"un geliş sebebi, buyruğun kasem gibi bir mana ifade edişi dolayısıyladır. Nûn ise, ancak nehiy fiili veya kasemin ce­vabı halinde gelir Ebu'l-Abbas el-Müberred de der ki: Bu buyruk emirden sonra bir nehiydir, Yani, buradaki nehiy, zalimlere yöneliktir. Bu da, siz zul­me yaklaşmayınız anlamındadır. Sibeveyh de; Seni burada ke­sinlikle görmemeliyim, ifadesinin kullanıldığını nakletmektedir. Yani Bura­da bulunma, demektir. Çünkü ben, burada kim varsa onu görürüm.

 

el-Cürcânî de der ki: Buyruk, özel olarak zalimlere isabet eden bir fitne­den (azaptan) sakının, demektir. Buna göre "Erişmekle kalmayan" buyruğu, nekireye sıfat mahallinde bir nehiydir ki, bunun da te'vili, zulme­denlere bu fitnenin isabet edeceğini haber vermek şeklindedir.

 

Ali, Zeyd b. Sabit, Ubey ve İbn Mes'ud ise elif siz olarak ve “Zul­medenlere erişecek bir fitne..." anlamını verecek şekilde okumuşlardır, el-Mehdevî der ki: Bu şekildeki okuyuşun, elifli  okuyuşundan elifin kasredilmiş ve; dan hazfedildiği gibi, bundan da hazf edilmiştir. O, ma­na itibariyle "Ama hayır, Allah'a yemin ederimki mutlaka ya­pacağım," ifadelerinde ve benzerlerinde olduğu gibi.

 

Aynı şekilde bunun cemaatin kıraatine muhalif bir kıraat olması da müm­kündür, o takdirde mana: Bu fitne özel olarak zalim olanlara isabet eder, an­lamını verir.[12]

 

[1] Buhârî. Kader 14, Tevhid 11; Tirmizi, Nüzûr 13; Nesai, Eymân 1; Darimî, Nüzûr 12; Muvatta; Nüzûr 15; Müsned, II, 26, 67, 68, 127.

 

[2] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/12-13.

 

[3] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/13.

 

[4] Aynı manada nisbeten farklı lafızlarla: el-Heysemî, Mecmau'z-Zeuûid, VII, 233-234, "se­nedinde münker rivayetleri bulunan İbrahim b. Ebi'l-Feyyâd'ın bulunduğu” kaydıyla.

 

[5] Buhâri, Enbiyâ 7, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1, 2; Tirmizi, Fiten 21, 23; tbn Mâce, Fl-ten 9; Muvatta, Kelâm 22; Müsned, VI, 428, 429.

 

[6] Tirmizî, Fiten 8, Tefsir 5. sûre 17; Ebû Dâvûd, Helakim 17; İbn Mâce, Fiten, 20; Müsned, I, 25"

 

[7] Buhâri, Fiten 6; Tirmizi, Fiten 12; Müsned, IV, 268, 269, 270.

 

[8] Nesai, Buyu' 47; Muvatta', Bııyû' 33- Muvatta'Ğa kaydedildiği üzere olay kısaca şöy­ledir: Muâviye, belirtilen şekilde bir alış-verişi yapınca Ebu'd-Derda Allah RasûhTnün böyle bir alış-verişi yasaklamış olduğunu bildirir. Mııaviye bunda bir sakınca olmadı­ğını belirtir Ebu'd-Derdâ da ona: "Senin bulunduğun bir yerde ben olmam” diyerek, Hz, Ömer'e gider, durumu ona bildirir, Hz. Öıner de Muâviyeye bu tur bir alış-veriş yap­mamasını söyler.

 

[9] Buhârî, Ficen 19; Afüsned, II, 110.

 

[10] Buhâri, Buyu’ 49; Müslim, Fiten 4, 8; Ebû Dâvûd, Mehdi 11; Tirmizl, Fiten 10; İbn Mâce, Zühd 26; Müsned, VI, 105.

 

[11] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/13-16.

 

[12] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/16-17.
Devamını Oku »