Kıyamet ve Öldükten Sonra Diriliş Nasıl Gerçekleşecek?



*Okuyacağınız bu bölüm aşağıdaki ilk iki âyetin tefsiridir.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Haşir münasebetiyle bir suâl: Kur’ân’da mükerreren

1 اِنْ كَانَتْ اِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً
hem
2 وَمَاۤ اَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ

fermanları gösteriyor ki, haşr-i âzam bir anda, zamansız vücuda geliyor. Dar akıl ise, bu hadsiz derece harika ve emsalsiz olan meseleyi iz’an ile kabul etmesine medar olacak meşhud bir misal ister.

Elcevap: Haşirde ruhların cesetlere gelmesi var; hem cesetlerin ihyası var; hem cesetlerin inşası var. Üç meseledir.

BİRİNCİ MESELE

Ruhların cesetlerine gelmesine misâl ise, gayet muntazam bir ordunun efradı istirahat için her tarafa dağılmışken, yüksek sadalı bir boru sesiyle toplanmalarıdır.

Evet, İsrâfil’in borusu olan sûru, ordunun borazanından geri olmadığı gibi, ebedler tarafında ve zerreler âleminde iken, ezel cânibinden gelen,

3 اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ
hitabını işiten ve
4 قَالُوا بَلٰى

ile cevap veren ervahlar, elbette ordunun neferatından binler derece daha musahhar ve muntazam ve mutîdirler. Hem değil yalnız ruhlar, belki bütün zerreler dahi bir ordu-yu Sübhânî ve emirber neferleri olduğunu kat’î burhanlarla Otuzuncu Söz ispat etmiş.

İKİNCİ MESELE


Cesedlerin ihyasına misâl ise, çok büyük bir şehirde, şenlik bir gecede, birtek merkezden yüz bin elektrik lâmbaları âdeta zamansız bir anda canlanmaları ve ışıklanmaları gibi, bütün küre-i arz yüzünde dahi, birtek merkezden yüz milyon lâmbalara nur vermek mümkündür.

Madem Cenâb-ı Hakkın elektrik gibi bir mahlûku ve bir misafirhanesinde bir hizmetkârı ve bir mumdarı, Hâlıkından aldığı terbiye ve intizam dersiyle bu keyfiyete mazhar oluyor. Elbette, elektrik gibi, binler nuranî hizmetkârlarının temsil ettikleri hikmet-i İlâhiyenin muntazam kanunları dairesinde, haşr-i âzam tarfetü’l-aynda vücuda gelebilir.

ÜÇÜNCÜ MESELE

Ecsâdın def’aten inşasının misâli ise:

Bahar mevsiminde, birkaç gün zarfında, nev-i beşerin umumundan bin derece ziyade olan umum ağaçların, bütün yaprakları, evvelki baharın aynı gibi, birden mükemmel bir surette inşaları ve yine umum ağaçların umum çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsulâtı gibi, berk gibi bir sür’atle icadları…

Hem o baharın mebde’leri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin birden, beraber intibahları ve inkişafları ve ihyaları, hem kemiklerden ibaret olarak, ayakta duran emvât gibi bütün ağaçların cenazeleri, bir emirle def’aten “ba’sü bâde’l-mevt”e mazhariyetleri ve neşirleri, hem küçücük hayvan taifelerinin hadsiz efratlarının gayet derecede san’atlı bir surette ihyaları, hem bilhassa sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa daima yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezafeti ihtar eden ve yüzümüzü okşayan, göz önündeki kabilenin bir senede neşr olan efradı, benî Âdemin Âdem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu halde, her baharda sair kabilelerle beraber birkaç gün zarfında inşaları ve ihyaları, haşirleri, elbette kıyamette ecsâd-ı insaniyenin inşasına bir misâl değil belki binler misâldirler.

Evet, dünya dârü’l-hikmet ve âhiret dârü’l-kudret olduğundan, dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbî gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece tedrici ve zamanla olması, hikmet-i Rabbâniyenin muktezası olmuş.

Âhirette ise, hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için, maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan, birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda, bir lemhada inşasına işareten, Kur’ân-ı Mucizü’l-

Beyan
5 وَمَاۤ اَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ أَقْرَبُ
ferman eder.

Eğer haşrin gelmesini gelecek baharın gelmesi gibi kat’î bir sûrette anlamak istersen, haşre dair Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Söze dikkatle bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmazsan, gel, parmağını gözüme sok!


Amma Bir Dördüncü Mesele olan mevt-i dünya ve kıyamet kopması ise:

Bir anda bir seyyare veya bir kuyrukluyıldızın emr-i Rabbânî ile küremize, misafirhanemize çarpması, bu hanemizi harap edebilir: On senede yapılan bir saray bir dakikada harap olması gibi.
Bu haşrin dört meselesinin icmali şimdilik yeter. Yine sadedimize dönüyoruz.




(Şualar | İkinci Şua | Sf. 28)

******
Ayet Mealleri:

1 : “Kıyamet işi, tek bir sayha ile olacak!” Yâsin Sûresi, 36:29
2 : “Kıyâmetin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadardır…” Nahl Sûresi, 16:77
3 : “Ben Sizin Rabbiniz değil miyim?” A’raf Sûresi,7:172
4 : “Onlar da ‘Evet!” diye ikrar etmişlerdi.” A’râf Sûresi, 7:172
5 : “Kıyâmetin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77
Devamını Oku »

Çürümüş kemikleri kim diriltecek?



Bismillahirrahmanirrahim

Zeylin Dördüncü Parçası

قَالَ مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ وَهِىَ رَمِيمٌ – قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِۤى اَنْشَاَهَاۤ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ


Yâni, insan der: “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” Sen, de: “Kim, onları bidayeten inşa edip hayat vermiş ise o diriltecek.”

Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatının Üçüncü Temsilinde tasvir edildiği gibi: Bir zât, göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, “Şu zât, efradı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar; tabur nizamı altına getirebilir.”

Sen ey insan, desen: “İnanmam”; ne kadar divanece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi, hiçlikten, yeniden ordumisal bütün hayvânat ve sâir zîhayatın, taburmisal cesedlerini kemâl-i intizamla ve mîzan-ı hikmetle o bedenlerin zerratını ve letâifini emr-i كُنْ فَيَكُونُ ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hatta her baharda rûy-i zeminde yüz binler ordu-misâl zevi’l-hayatın envâlarını ve tâifelerini îcad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur-misal bir cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrât-ı esasiye ve eczâ-yı asliyeyi bir sayha ile Sûr-u İsrâfil’in borusuyla nasıl toplayabilir? İstib’ad sûretinde denilir mi? Denilse, eblehcesine bir divâneliktir.

Bediüzzaman Said Nursî

(Sözler)
Devamını Oku »

Haşirde sizi ihyâ edecek Zât öyle bir zâttır ki



Bismillahirrahmanirrahim




Hem, Kur’ân, kâh oluyor ki, Cenâb-ı Hakkın âhiretteki harika ef’âllerini kalbe kabul ettirmek için ihzariye hükmünde ve zihni tasdike müheyyâ etmek için bir idadiye suretinde, dünyadaki acaib ef’âlini zikreder.

Veyahut istikbalî ve uhrevî olan ef’âl-i acîbe-i İlâhiyeyi öyle bir surette zikreder ki, meşhudumuz olan çok nazireleriyle onlara kanaatimiz gelir. Meselâ, اَوَلَمْ يَرَ اْلاِنْسَانُ اَنَّاخَلَقْناَهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَخَصِيمٌ مُبِينٌ tâ sûrenin âhirine kadar… İşte, şu bahiste, haşir meselesinde, Kur’ân-ı Hakîm, haşri ispat için yedi sekiz surette, muhtelif bir tarzda ispat ediyor.

Evvelâ neş’e-i ûlâyı nazara verir, der ki: Nutfeden alâkaya, alâkadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-i insaniyeye kadar olan neş’etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki neş’e-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz? O onun misli, belki daha ehvenidir. Hem Cenâb-ı Hak insana karşı ettiği ihsânât-ı azîmeyi اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا kelimesiyle işaret edip der: Size böyle nimet eden bir Zât sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.

-Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib’âd ediyorsunuz.

-Hem semâvât ve arzı halk eden, semâvât ve arzın meyvesi olan insanın hayat ve memâtından âciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terk etmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhude yapar mı zannedersiniz?

Der: Haşirde sizi ihyâ edecek Zât öyle bir zâttır ki, bütün kâinat Ona emirber nefer hükmündedir; emr-i كُنْ فَيَكُونُ ’a karşı kemâl-i inkıyadla serfurû eder.

Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona ehven gelir. Bütün hayvânâtı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır. Öyle bir Zâta karşı مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ deyip kudretine karşı tâcizle meydan okunmaz. Sonra, فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ tabiriyle, herşeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitabın sahifeleri gibi kolayca çevirir, dünya ve âhireti iki menzil gibi bunu kapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelâldir.

Madem böyledir. Bütün delâilin neticesi olarak وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ yani, kabirden sizi ihyâ edip, haşre getirip huzur-u kibriyâsında hesabınızı görecektir. İşte, şu âyetler, haşrin kabulüne zihni müheyyâ etti, kalbi de hazır etti. Çünkü nezâirini dünyevî ef’âl ile de gösterdi.



Bediüzzaman Said Nursî


(Sözler)
Devamını Oku »

Herşeyden Kendini Gösterecek Pencereler Açmış



Bismillahirrahmanirrahim


Otuz Üçüncü Söz – Otuz Üç Penceredir



Bir cihette Otuz Üçüncü Mektup ve bir cihette Otuz Üçüncü Söz



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

سَنُرِيهِمْ اٰيَاتِنَا فِى اْلاٰفَاقِ وَفِىۤ اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ شَهِيدٌ )1


SUAL: Şu iki âyet-i câmianın ifade ettiği vücub ve vahdâniyet-i İlâhiye ve evsâf ve şuûnât-ı Rabbâniyeye, âlem-i asgar ve ekber olan insan ve kâinatın vech-i delâletlerini, mücmel ve kısa bir surette beyanlarını isteriz. Çünkü münkirler pek ileri gittiler. “Ne vakte kadar

2) وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ deyip elimizi kaldıracağız?” diyorlar.

Elcevap: Yazılan bütün otuz üç adet Sözler, o âyetin denizinden ve ifaza ettiği hakikat bahrinden otuz üç katredir. Onlara baksanız, cevabınızı alabilirsiniz. Şimdilik, yalnız o denizden bir katrenin reşehâtına işaret nev’inden şöyle deriz ki:

Meselâ, nasıl ki bir zât-ı mu’ciznümâ, büyük bir saray yapmak istese, evvelâ temellerini, esaslarını, muntazaman, hikmetle vaz eder ve ilerideki neticelerine ve gayelerine muvafık bir tarzda tertip eder. Sonra menzillere, kısımlara maharetle tefrik ve tafsil ediyor. Sonra o menzilleri tanzim ve tertip ediyor. Sonra nukuşlarla tezyin ediyor. Sonra elektrik lâmbalarıyla tenvir ediyor. Sonra, o muhteşem ve müzeyyen sarayda maharetini, ihsânâtını tecdit etmek için, herbir tabakada yeni yeni icadlar, tebdiller, tahviller yapıyor. Sonra, herbir menzilde kendi makamına merbut bir telefon raptedip birer pencere açarak, herbirinden onun makamı görünür.

Aynen öyle de, وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى Sâni-i Zülcelâl, Hâkim-i Hakîm, Adl-i Hakem ve bin bir esmâ-i kudsiye ile müsemmâ Fâtır-ı Bîmisal, şu âlem-i ekber olan kâinat sarayının ve hilkat şeceresinin icadını irade etti. Altı günde, o sarayın, o şecerenin esâsâtını desâtir-i hikmet ve kavânin-i ilm-i ezelîsi ile vaz’ etti. Sonra ulvî ve süflî tabakata ve dallara ayırıp, kaza ve kader desâtiriyle tafsil ve tasvir etti. Sonra, her mahlûkatın her taifesini ve her tabakasını, sun’ ve inâyet düsturuyla tanzim etti. Sonra, herşeyi herbir âlemi, ona lâyık bir tarzda, meselâ semâyı yıldızlarla, zemini çiçeklerle tezyin ettiği gibi, süslendirip tezyin etti.

Sonra, o kavânin-i külliye ve desâtir-i umumiye meydanlarında esmâlarını tecellî ettirip tenvir etti. Sonra, bu kanun-u küllînin tazyikinden feryad eden fertlere, Rahmânü’r-Rahîm isimlerini hususî bir surette imdada yetiştirdi. Demek, o küllî ve umumî desâtiri içinde hususî ihsânâtı, hususî imdatları, hususî cilveleri var ki, herşey, her vakit, her hâceti için Ondan istimdat eder, Ona bakabilir.

Sonra, her menzilden, her tabakadan, her âlemden, her taifeden, her fertten, herşeyden kendini gösterecek, yani vücudunu ve vahdetini bildirecek pencereler açmış. Her kalb içinde bir telefon bırakmış. Şimdi, şu hadsiz percerelerden, elbette haddimizin fevkinde olarak bahse girişemeyeceğiz. Onları ilm-i muhit-i İlâhîye havale edip, yalnız âyât-ı Kur’âniyenin lemeâtı olan Otuz Üç Pencereyi, Otuz Üçüncü Sözün Otuz Üçüncü Mektubunun, namazdan sonraki tesbihatın otuz üç aded-i mübarekine muvafık olmak için Otuz Üç Pencereye icmâlî ve muhtasar bir surette işaret edip, izahını sair Sözlere havale ederiz.

Ayet Mealleri:

1) Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. “Onlara, gerek içinde yaşadıkları âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz tâ ki Kur’ân’ın hak olduğu onlara iyice açıklanmış olsun. Rabbinin herşeye şahit olması yetmez mi?” Fussılet Sûresi, 41:53

2) “O herşeye kàdirdir.” Mülk Sûresi, 67:1.


Bediüzzaman Said Nursî


(Sözler)
Devamını Oku »

Sen Kendine Bak: Ne Kadar Eşyaya Muhtaçsın



Bismillahirrahmanirrahim


Birinci Pencere



Bilmüşahede görüyoruz ki, bütün eşya, hususan zîhayat olanların pek çok muhtelif hâcâtı ve pek çok mütenevvi metâlibi vardır. O matlapları, o hâcetleri, ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden, münasip ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor. Halbuki, o hadsiz maksudların en küçüğüne, o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz.

Sen kendine bak: Zâhirî ve bâtınî hasselerin ve onların levazımatı gibi, elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. İşte, bütün onlar, birer birer vücub-u Vâcibe şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcibü’l-Vücudu, bir Vâhid-i Ehadi, hem gayet Kerîm, Rahîm, Mürebbî, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir.

Şimdi, ey münkir-i cahil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmâneyi, basîrâneyi, rahîmâneyi neyle izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz, câmid esbabla mı izah edebilirsin?


Bediüzzaman Said Nursî

(Sözler)
Devamını Oku »

Herbir Yüz Sâni-i Hakîmin Vücuduna Şehadet Eder



Bismillahirrahmanirrahim

İkinci Pencere



Eşya, vücut ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken, birden bire gayet muntazam, hakîmâne öyle bir teşahhus vechi veriliyor ki, meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebnâ-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i farika o küçük yüzde bulunduğu ve zâhir ve bâtın duygularıyla, kemâl-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz, gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu ispat eder.

Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni-i Hakîmin vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.

Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklit olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i samediyeti hangi destgâha havale edebilirsin?


Bediüzzaman Said Nursî

(Sözler)
Devamını Oku »

Demek Ki Hiçbir Parmak Karışamıyor

Bismillahirrahmanirrahim

Üçüncü Pencere


Zeminin yüzünde, dört yüz bin muhtelif taifeden (HAŞİYE) ibaret olan bütün hayvânat ve nebâtat envâının ordusu, bilmüşahede ayrı ayrı erzakları, suretleri, silâhları, libasları, talimatları, terhisatları, kemâl-i mizan ve intizamla, hiçbir şey unutulmayarak, hiçbirini şaşırmayarak, bir surette tedbir ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki, hiçbir şüphe kabul etmez, güneş gibi parlak bir sikke-i Vâhid-i Ehaddir.

Hadsiz bir kudret ve muhit bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki, o hadsiz derecede harika olan şu idareye karışsın?

Çünkü, şu birbiri içinde girift olan envâları, milletleri, umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa, elbette karıştıracak.

Halbuki, فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرىٰ مِنْ فُطُورٍ sırrıyla, hiçbir karışık alâmeti yoktur. Demek ki hiçbir parmak karışamıyor.


(HAŞİYE) Hattâ o taifelerden bir kısım var ki, bir senedeki efradı, zaman-ı Âdem‘den kıyamete kadar vücuda gelen bütün insan efradından ziyadedir.


Bediüzzaman Said Nursî


(Sözler)
Devamını Oku »

Tohumlar Tarafından Edilen Duaların Makbuliyeti



Bismillahirrahmanirrahim


Dördüncü Pencere



İstidat lisanıyla bütün tohumlar tarafından; ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla bütün hayvanlar tarafından; ve lisan-ı ıztırarî ile bütün muztarlar tarafından edilen duaların makbuliyetidir.

İşte, bu nihayetsiz duaların bilmüşahede kabul ve icabeti, herbiri vücuba ve vahdete şehadet ve işaret ettikleri gibi, mecmuu, büyük bir mikyasta, bilbedâhe, bir Hâlık-ı Rahîm ve Kerîm ve Mücîbe delâlet eder ve baktırır.


Bediüzzaman Said Nursî

(Sözler-33. Söz)

Devamını Oku »

Eşya Âni Bir Zamanda Vücuda Gelir



Bismillahirrahmanirahim

Beşinci Pencere



Görüyoruz ki, eşya, hususan zîhayat olanlar, def’î gibi âni bir zamanda vücuda gelir. Halbuki, def’î ve âni bir surette, basit bir maddeden çıkan şeyler gayet basit, şekilsiz, san’atsız olması lâzım gelirken, çok maharete muhtaç bir hüsn-ü san’atta, çok zamana muhtaç ihtimamkârâne nakışlarla münakkâş, çok âlâta muhtaç acip san’atlarla müzeyyen, çok maddelere muhtaç bir surette halk olunuyorlar.

İşte, bu def’î ve âni bir surette bu harika san’at ve güzel heyet, herbiri bir Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna şehadet ve vahdet-i rububiyetine işaret ettikleri gibi, mecmuu, gayet parlak bir tarzda, nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm bir Vâcibü’l-Vücudu gösterir.

Şimdi, ey sersem münkir! Haydi, bunu neyle izah edersin? Senin gibi sersem, âciz, cahil tabiatla mı? Veyahut, hadsiz derece hata ederek, o Sâni-i Mukaddese “tabiat“ ismini verip, onun mu’cizât-ı kudretini, o tesmiye bahanesiyle tabiata isnad edip, bin derece muhali birden irtikâp etmek mi istersin?

Bediüzzaman Said Nursî

(Sözler-33. Söz)
Devamını Oku »

Her şey ayrı lisanla birtek Rububiyeti gösteriyor








Bismillahirrahmanirrahim

Altıncı Pencere

اِنَّ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِى تَجْرِى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَاۤ اَنْزَلَ اللهُ مِنَ السَّمَاۤءِ مِنْ مَاۤءٍ فَاَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَاۤبَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاۤءِ وَاْلاَرْضِ َلاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ




Şu âyet, vücub ve vahdeti gösterdiği gibi, bir İsm-i Âzamı gösteren gayet büyük bir penceredir. İşte şu âyetin hülâsatü’l-hülâsası şudur ki: Kâinatın ulvî ve süflî tabakatındaki bütün âlemler, ayrı ayrı lisanla birtek neticeyi, yani birtek Sâni-i Hakîmin rububiyetini gösteriyorlar. Şöyle ki:


Nasıl göklerde -hattâ kozmoğrafyanın itirafıyla dahi- gayet büyük neticeler için gayet muntazam hareketler, bir Kadîr-i Zülcelâlin vücud ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir. Öyle de, zeminde, bilmüşahede -hattâ coğrafyanın şehadetiyle ve ikrarıyla- gayet büyük maslahatlar için, mevsimlerdeki gibi gayet muntazam tahavvülâtlar dahi, aynı o Kadîr-i Zülcelâlin vücub-u vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.


-Hem nasıl berde ve bahirde kemâl-i rahmetle rızıkları verilen ve kemâl-i hikmetle muhtelif şekiller giydirilen ve kemâl-i rububiyetle türlü türlü duygularla teçhiz edilen bütün hayvânat, birer birer yine o Kadîr-i Zülcelâlin vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla, gayet geniş bir mikyasta azamet-i ulûhiyetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir. Öyle de, bağlardaki muntazam nebâtat ve nebâtâtın gösterdikleri müzeyyen çiçekler ve çiçeklerin gösterdikleri mevzun meyveler ve meyvelerin gösterdikleri müzeyyen nakışlar, birer birer yine o Sâni-i Hakîmin vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, külliyetleriyle, gayet şâşaalı bir surette cemâl-i rahmetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.


-Hem nasıl cevv-i semâdaki bulutlardan mühim hikmetler ve gayeler ve lüzumlu faideler ve semereler için tavzif edilen ve gönderilen katreler, katreler adedince yine o Sâni-i Hakîmin vücubunu ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir. Öyle de, zemindeki bütün dağların ve dağlar içindeki madenlerin, ayrı ayrı hâsiyetleriyle beraber, ayrı ayrı maslahatlar için ihzar ve iddiharları, dağ metanetinde bir kuvvetle, yine o Sâni-i Hakîmin vücub ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.


-Hem nasıl sahrâlarda ve dağlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri, herbiri bir Sâni-i Hakîmin vücubuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla haşmet-i saltanatını ve kemâl-i rububiyetini gösterir. Öyle de, bütün otlarda ve ağaçlardaki bütün yaprakların türlü türlü eşkâl-i muntazamaları ve ayrı ayrı vaziyetleri ve cezbekârâne mevzun hareketleri, yapraklar adedince, yine o Sâni-i Hakîmin vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.


-Hem nasıl bütün ecsâm-ı nâmiyede, büyümek zamanında muntazaman hareketleri ve türlü türlü âlâtla teçhizleri ve çeşit çeşit meyvelere şuurkârâne teveccühleri, herbiri ferden ferdâ yine o Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret eder; ve heyet-i mecmuasıyla, gayet büyük bir mikyasta, ihata-i kudretini ve şümul-ü hikmetini ve cemâl-i san’atını ve kemâl-i rububiyetini gösterir. Öyle de, bütün hayvanî cesetlerde kemâl-i hikmetle nefislerini, ruhlarını yerleştirmek, türlü türlü cihazatla kemâl-i intizamla teslih etmek, türlü türlü hizmetlerde kemâl-i hikmetle göndermek, hayvânat adedince, belki cihazatları sayısınca, yine o Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ve işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, gayet parlak bir surette cemâl-i rahmetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.


-Hem nasıl bütün kalblere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatleri bildiren, hayvan ise her nevi hâcetlerinin tedarikini öğreten bütün ilhâmât-ı gaybiye bir Rabb-i Rahîmin vücudunu ihsas eder ve rububiyetine işaret eder. Öyle de, gözlere kâinat bostanındaki mânevî çiçekleri toplayan şuâât-ı ayniye gibi zâhirî ve bâtınî bütün duyguların ayrı ayrı âlemlere herbiri birer anahtar olmaları, yine o Sâni-i Hakîm, o Fâtır-ı Alîm, o Hâlık-ı Rahîm, o Rezzâk-ı Kerîmin vücub-u vücudunu ve vahdet ve ehadiyetini ve kemâl-i rububiyetini güneş gibi gösterir.


İşte, şu yukarıda geçen on iki ayrı ayrı pencerelerden, on iki vecihten bir pencere-i âzam açılıyor ki, on iki renkli bir ziya-yı hakikatle Cenâb-ı Hakkın ehadiyetini ve vahdâniyetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir. İşte, ey bedbaht münkir! Şu daire-i arz kadar, belki medar-ı senevîsi kadar geniş olan şu pencereyi neyle kapatabilirsin? Ve güneş gibi parlak olan şu maden-i nuru neyle söndürebilirsin? Ve hangi perde-i gaflette saklayabilirsin?



Bediüzzaman Said Nursî


(Sözler-33. Söz)
Devamını Oku »