Batı Hala İnsanlığın Sorumluluğunu Üzerine Alamamıştır

İnsanlığın son çağlarda birbirleriyle sıkı temaslar içinde bulunan topluluklardan oluştuğu, yeryüzünün her yerine uzanan bir standardizasyondan etkilendiği bir gerçek. Ama bu sonuçtan kalkarak böyle bir standardizasyonu doğuran kuvvetin başlangıçta iyi niyetlerle  bezendiği kolayca ileri sürülemez. Belki tersini de kesinlikle ileri sürmek mümkün değil. Bilimin varlığı bizatihi bir kötülük olarak algılanamaz. Anlaşılması gereken her zaman diliminde ve her toprak parçasında insanların spesifik meselelerle bağımlı olduklarıdır. Evet, Batı Avrupa'da doğan bilim, teknik, medeniyet ve insan anlayışı günümüz dünyasında kesin bir yaygınlık kazanmıştır, fakat yine de tarihin bir döneminde, dünyanın bir bölgesinde yaşayan insanların bütün insanlığın meselelerini çözmek üzere harekete geçmiş olduklarını iddia edemeyiz.

Edemeyiz, çünkü, Batı'da doğmuş makinalı medeniyet bugün bütün yeryüzünü egemenliği altına almış olmakla birlikte halen insanlığın sorumluluğunu yüklenmeye bile yanaşmamaktadır. Hatta bu medeniyet, açlık, savaş, hastalık, eşitsizlik gibi kendine düşman ilân ettiği ve fakat gerçekte kendinin türettiği kötülüklere karşı bile etkili olamamaktadır. Üstelik teknolojik imkânların bu kötülükleri ortadan kaldırmak üzere mevcut olduğu, hatta bu imkânı da elinde tuttuğu medeniyetin müdafiileri tarafından öne sürülmektedir. Ama bu medeniyet ayakta kalabilmek için insanlığın çözülemez meseleleri bulunduğuna halkı gizliden gizliye inandırmak zorunda olduğunu biliyor.

Kaynak:

İsmet Özel-Zor Zamanda Konuşmak
Devamını Oku »

Osmanlı Ve Demokrasi

Çağdaş demokratik toplumlarda suç sayılan unsur düşünce değil "eylem" dir. Aşırı bir örnek verecek olur­sak şunları söyleyebiliriz. Bir insanın "hırsızlık etmek bir toplumda fena bir davranış değil, tersine iyi ve faydalı bir davranıştır" gibi bir tezi savunması demokratik ve hür bir toplum örgütlenmesi içinde suç sayılmaz. Ama aynı insanın fiilen hırsızlığa kalkışması suçtur ve cezayı müstelzimdir. Bu yaklaşımı bütün alanlara teşmil etmek de mümkündür. Eylemin suç sayılmasının dayanağı da bellidir: Toplum güvenliği. Eylemin her türlüsünü bir insanın başka insanlar üzerine kurmaya kalkıştığı bas­kıyla bağlantılıdır. Eylemin yasaklanması başka bireyleri olduğu kadar, toplum teşkilâtlarını ve devletin kendini korumasıyla da ilgili olabilir.

Bugün son derece ileri, demokratik, hür gibi görü­nen bu yaklaşım gerçekte müslüman topluluklarda en son da Osmanlı Devleti bünyesinde yaşanmıştır. Yani Osmanlı toplumu çağdaş toplumların pek özendikleri düşünce hürriyeti ve ferdin dokunulmaz temel hakları hususunu fiilen yaşamış ve durumunu yıkılışının son demlerine kadar korumuş toplumdu. Hünkâr İskelesi Anlaşması sırasında İngiliz elçiliğine gizli polis gerekti­ğinde İstanbul'un müslüman ahalisi böyle bir ajanlık teklifi karşısında şunları söylüyorlardı: "Kur'ân-ı Kerim ve bizim karakterimizin dürüstlüğü bizlerin espiyonlar haline gelmemize izin veremez. Biz gavurların özel hayatına hürmet ederiz. Nasıl kendi haremlerimizin içine saygı duyulmasını bekliyorsak onların da haneleri­ne karışmayız. Evlerinin dördüncü duvarı içinde canlan ne isterse söyleyebilir, dillerinin ucuyla İslâm'ı ortadan kaldırabilir veya Halife'yi öldürebilirler, bunların bizce önemi yok, ama bir değnekle dahi olsa otoriteye karşı çıkmak üzere meskenlerinin eşiğini aşacak olurlarsa onları nizama sokmayı biliriz. Onların sırlarını gizlice çalma hakkına sahip değiliz, böyle yapmaktansa yol kesip açıktan haydutluk yapmayı daha şerefli addede­riz".

İslâm'ın gizliliğe ruhsat tanımamış olması halkın ru­hunda temiz ve yiğitçe değerler doğurmakla yankısını bulmuştur. Bu sonuç düşünce suçunun toplumca kabul edilmesini de önlemiştir. Aynı biçimde mesken dokunul­mazlığı, herkesin inanç alanında mutlak serbestisi gibi unsurlar aynı anlayışın tabii sonuçlan olarak doğmakta­dır.

Hiç gözden uzak tutmamak gerekir ki,Osmanlı top­lum düzeninde düşünce suçuna yer olmamasının sebebi doğrudan doğruya halkın kendine güveni olduğu kadar, toplumda "nomos" hakimiyetinin bulunmasıdır. Eğer  halkın İslâm'a olan bağlılığı gevşek, yönetimden şikayeti  vahim derecede olsaydı kuşku yok ki hem İslâm aleyhtarlarının söz hürriyetinden, hem de otoriteye karşı gö­rüşlerin hayat hakkından çok uzaklaşılmış olacaktı. Nitekim, Osmanlı yönetiminin yetersizliği ile yasalarının sertleşmesi sonraki yıllarda birbirine paralel olarak artmıştır.

Kaynak:

İsmet Özel-Zor Zamanda Konuşmak
Devamını Oku »

Müslümanlar İnançları İçin Savaşır Ve Kazanır Şark İse Sadece Savaşır

Düşmanına verecek bir şeyi olmayan kimse mutlaka kötü, haksız ve canice bir savaş yürütüyordur.

Evet olumlanacak olan savaş savaştığı tarafa kurtuluş götürmeyi amaçlayan, en azından kendinden bir şeyler vermeyi gözönünde tutan kişilerin yaptığı savaştır. Müslümanlar her savaştıkları alanda din yayıcılığı yapmışlardır. Kendileri için iyi bildiklerini, onlarla savaşanlara da vermekten çekinmemişlerdir. Bu yüzden müslümanların girdikleri her yer müslümanlaşmıştır. Osmanlı orduları Balkanlara kendileri için güzel olanı aşılamıştır. Kore'de bile müslümanların mevcudiyetinin orada çarpışan Türk askerlerinden ötürü gerçekleşmiş olması başka türlü nasıl açıklanır?

Müslümanlar inançlarının bayrağı altında dövüşürler. Şarkıları ile dövüşür ve kazanırlar. Yani müslümanların savaşları ne sanatı alçaltan insanların, ne de muhayyileyi inkâr edenlerin savaşıdır.

Düşmanını kurtarmayı öngörmek, sanatı bile geride bırakan bir yüce duygunun, sınırları geniş bir umudun erleri tarafından, gaza erleri tarafından yüklenilebilir üstünlükte bir anlayıştır. Bereket budur.

Kaynak:

İsmet Özel-Zor Zamanda Konuşmak

 
Devamını Oku »