Bedenim Benim Kendi Meselemdir

Her-Seyin-Bir-Anlami-Var


Vücudum benim kendi mese­lemdir. Kimse bana nasıl görün­mem gerektiğini veya güzel mi, çirkin mi olduğumu söyleyemez. Ben, bundan daha önemli işlerim olduğunun farkındayım.”

Bu sözleri, Kanada yurttaşı, başı örtülü genç bir hanım söylü­yor. O ve onun gibi düşünen çok­ları için örtünme, yirmibirinci yüzyılın tüketimci kapitalist kül­türünde bedenin nesneleştirilme- si ve metalaştırılmasına karşı güçlü bir direniş aracı. Kadınları yalnız­ca dış görünüşleriyle değerlendi­ren, onlara erkek bakışı’na göre şe­kil veren, güzellik oyununda başka kadınlara benzemeye çağıran, na­rinlik istibdadı’ ile ruhlarını ezerek çeşitli ruhsal hastalıklara duçar ol­malarına yol açan tüketim ideolo­jisine hayır demenin bir yolu.

Ör­tünmek, o halde bazı kadınlar için bilinçli bir seçimdir: Eylem ve ki­şilikleriyle öne çıkmak, görüntüleriyle değil düşünceleriyle konuşmak güzellik hurafesine başkaldırmak isteyen kimi kadınlar bu şekilde giyinmeyi seçebilir. Yine de özsaygılarını giydikleri şeyden devşiremeyeceklerini, gerçek üstünlüğün iç olgunluğuyla sağlanabileceğini bilirler.

Uzun yıllardır kadın bedeni üzerinden bir ideolojik itiş \ kakış izliyoruz. Bu görüşlerin bir kısmı oryantalist klişeleri tekrar ediyor. Başörtülü Müslüman kadınlar, zamanın içinde donup kalmış, köleleşmiş, bilinçli tercihleri olma­yan, sesi kısılmış, kendi adına konuşamayan ve ozgürleştirilmeleri gereken bir topluluk olarak tanımlanıyor. Nasıl or­yantalizm Doğuya baktığında gerilik içinde kalmış, özgürlük/eşitlik/demokrasi gibi modern ideallerin trenini kaçır­mış ve bu yüzden ehlîleştirilmesi gereken bir uygarlık görü­yorsa, oryantalist klişelerle başörtüsüne bakanlar da orada kurtarılmayı bekleyen mazlum bir grup görüyor. Sömürge­ciliğin hoş bir tanımı var: ‘kahverengi adamları kahverengi adamlardan beyaz adamların kurtarması.’

Türkiye’de de ide­olojik taraftarlığın iyiden iyiye bağnazlaştırdığı bazı insanlar, kendi selametlerini ötekinin değiştirilmesinde ve kendi­sine benzetilmesinde buluyor. Tuhaf bir korku. Bana sorar­sanız, oryantalist klişeleri tekrar edenler, eğer başörtülü ka­dınlar kendilerine benzetilmezse kendilerinin onlara benze-yebileceğinden korkuyor. Bu korku ideolojisi, anlama değil çatışma üzerine kurulu. “Boyun eğdiremezsen boyun eğer­sin” düşüncesi, hakikatin türlü görünüşlerinin olduğu ço­ğulcu dünyada arkaik ve baskıcı kalıyor.Örtünmeyi kadınların esareti olarak gören indirgemeci yorum kendi seçimleriyle bu şekilde giyinen kadınların sos­yal dünyalarım görmezden geliyor. Onların yaptıkları şeyi bilinçli bir tercihle değil de geçmiş çağların zincirlerini kıra­madıkları için yaptıklarını söylemek, öznel dünyalarım hiçe saymak ve hikâyelerini geçersizleştirmek anlamına geliyor.

Dünyanın değişik yörelerinde çok farklı biçimlerde örtüne- bilen, dünyaya ve hayata karşı çok farklı duruşlar gösterebi­len Müslüman kadınları sadece giyim kuşamları ekseninde tanımlamak, onları tektipleştirmeye yarıyor.

Eğer kadınları merhamete ve kurtarılmaya muhtaç olarak tanımlıyorsak, onları sadece bir şeyden değil, bir şey için de kurtarmayı görev edinmişiz demektir. Onları farklı bir dün­ya için kurtarmak istiyoruz, değil mi? Peki onlara vermek is­tediğimiz bu yeni dünya ve hayatın üstünlüğü nereden men­kul? Başka kadınları kurtarma ve onları çağdaşlaştırma’ öde­vi, Batıkların üstünlük duygusuna yaslanır ve sonunda bu duyguyu pekiştirir. Burada üstünlük taslayan, tahakküm eden, boyun eğdirmek isteyen bir kibrin izleri vardır.

Dünyada başka bilme biçimleri vardır. Başka sevmeler vardır. Başka patikalar. Diğer insanların tercih ve öncelikle­rine saygı duymayı bilmek gerekir. Farklılığa saygı duymak gerekir. Üstelik özgürleşme, eşitlik, haklar gibi modern söy­lemler dünyanın başka bölgelerindeki kadınlar için uğru­na savaşılacak idealleri temsil etmeyebilir. Siz yanlış bulsa­nız da, o ‘başka’ kadınlar sağlam ilişkileri olan sıcak bir aile­de, Tanrıya yakın, barış içinde yaşamayı hayatlarının önce­liği olarak tanımlayabilirler.

Her şeyden önce, kadınların bedenlerini nasıl örtecekleri meselesini erkeklerin tepişme mevzuu olmaktan çıkarmaları gerekir. Bir bakış nesnesine, görüntüye dönüştürülen kadın, erkeklerin teftiş alanından çıkmalıdır. “Bedenim benim me­selemdir! diyebilen kadınlar, hemcinslerini kurtarma mis­yonu yerine, dayanışma ve birlik ahlâkıyla bu fitili ateşleye­bilir.

Kaynak:

Kemal Sayar-Herşeyin Bir Anlamı Var
Devamını Oku »