İnsan Kulluğu Reddederse Tabiatın Bir Parçası Olarak Kalır

İnsan hayatı dediğimiz süreç hem mekanik, hem de organik vakaların bir muhassalası olarak devam eder. Ama iş burada bitmez, bitmiş olsaydı insana küçük âlem demezlerdi, mekanik ve organik yaşama biçimleri içinde insan yalnızca âlem-i kebîrin bir parçası, makrokozmos’un bir kesiti olabilirdi ancak. Ama insanın mekanik ve organik hayatinin ötesinde bir de şahsî hayatı vardır. İnsana küçük âlem olma özelliği veren işte onun şahsı itibariyle yani kasıtlı seçmeleri, iradî kararlan itibariyle kâinattaki yerini kabul edişidir.

Tıpkı bütün kâinatın Allah’ın emirlerine isteyerek uyduğu gibi insan da kendisi için indirilmiş şeriata bile isteye uyarsa âlem-i sagîr’dir, küçük âlem’dir, mikro kozmos’tur: Müslim olmak, teslim olmak kâinat gibi olmaktır. “Sonra göğe ki o bir buhar halinde idi doğruldu da ona ve arza ikiniz de isteyerek veya istemeyerek gelin buyurdu. Onlar da ‘isteye isteye geldik' dediler.” (Fussilet, 11) İnsan kul olmayı reddederse, yani Allah’tan başkasına kulluğu tercih ederse tabiatın sadece bir parçası olarak kalır. Bu haliyle de Allah’ın emirlerine uymak mecburiyetiyle yüzyüzedir. Lâkin ona artık küçük âlem demezler, zira o artık bir şahıs olma gücünü, bünyesinde yaratılmış olan her varlığın kulluk gücünü barındırdığı gerçeğini inkâr etmiş veya unutmuştur.

..Modern insanların anlamakta zorluk çektikleri husus insanın nasıl olup da tabiatın bir parçası olduğu halde tabiat içinde bir bütün olabileceği hususudur. Modern insanlar kendilerini bilen “özne’ kendi dışlarında, karşılarında olan her şeyi de bilinen “nesne” saymakla kendilerinin bir âlem olduğu fikrini reddetmiş oluyorlar. Bilmiyorlar ki kendilerinin “bilen” tarafı da ‘bilinen” özellikte yaratılmıştır. Benim beynim (eğer onunla düşünüyorsam) inorganik maddelerin, bitkilerin hayvanların tâbi olduğu kanunlara tâbidir. Eğer bilmek için kullandığım araç bilinmeye muhtaçsa bildiğimi nereden bilebilirim? Öyleyse ne yapacağım? Ben de bütün kâinat kainatın deveranına biterek ve isteyerek katılacağım. O zaman ben de bir kâinat olduğumu anlayabilirim. Çünkü ben de dağlar gibi, ormanlar gibi, denizler gibi, bütün hayvanlar gibi benim için çizilmiş olan yolda olduğumu, bana tanınmış sınırlar içinde bulunduğumu ‘bilerek yaşar bilerek ölürüm " o. Ama kâfirler parçanın bütünü yönetebilceğini iddia edebiliyorlar. Tabiatın bir parçası olan Ademoğlunun tabiata yön verebileceğini zannediyolar. Bu zan içinde insana mahsus mekân ve zaman tahrip ediliyor.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak

 
Devamını Oku »

Aklı Başında İnsan Olmak

Aklı başında insan denilince dengeli, mantıklı, uyumlu ve davranışlarında aşırılıklar göstermeyen insanı anlarız. Bu haliyle aklı başında adam bulmak zor değildir. Hepimiz aklı başında sayılabiliriz, bu tanım esas alınırsa. Çünkü hepimiz yeryüzünde silahların, tahtların ve borsaların kurdukları denge içinde dengeli, üretim despodluğuyla inşa edilmiş sistemin mantığıyla mantıklı, günlük hayatımızın bizi kıskıvrak sıkıştırdığı ortamda uyumlu ve nihayet boyudları insanın tek başına ulaşamayacağı ölçüde azgınlaşmış bir yaşama atmosferi içinde aşırdıklardan uzağız.

Akılcı bir yaklaşımla da bunun böyle olması gerektiğini ileri sürebiliriz. Ama akıllı bir insan olmaya doğru birkaç adım attıysak görüyoruz ki bize denge diye sundukları yapı kuvvetin mutlak hâkimiyetinden başka bir şey değil ve mantıktır diye yaşattıkları zihnî işleyiş bir delilik, uyumluluk diye gösterdikleri yollar kullara kulluk, aşırılıklardan sakınma diye övdükleri tutum da kendi budalalığımızın haklılaştırılmasından başka bir şey değildir. Bütün bu çapraşıklık aslında bizim de aklı başında yaratıklar olmadığımızı gösteriyor.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Bilgi Nasıl Ve Nereden Alınır

Acıkanlar yemek yer ve uykusu gelenler uyur. Hiç kimse bir diğerinin yerine karnını doyuramaz, hiç kimse bir başkasının uykusunu uyuyamaz. Bilgi de böyledir. Hiç kimse bir başkasının bildiğini bilemez. Ama iki insan aynı bilgiye sahip olabilirler. Böyle bir olayın gerçekleşmesi için her iki insanın aynı tecrübeyi geçirmiş olmaları zorunludur. Bu durumda bir soru çıkıyor karşımıza: Bilgi bir insandan diğerine aktarılamaz mı? Şahsî tecrübemize dayanarak bu soruya olumlu cevap veririz. Öğrendiklerimizin çoğunu başka insanlardan edinmişizdir. Ama yalnız insanlardan mı? Gökyüzünden, ırmaklardan, karıncalardan ve kitaplardan da birçok şey öğrenmişizdir. Yalnız buradaki iki şeye dikkat etmeli: Bilgimizin türü o bilgiyi edinmek için başvurduğumuz kaynakla ve o bilgiye varmak için uyguladığımız yöntemle kayıtlıdır, bu bir. İkincisi, hangi türden ve hangi yoldan edinmiş olursak olalım bilgi sadece kendimizde, bir bakıma ruhumuzdadır.

Hayat tecrübemizin bizde kendimize mahsus bir mevcudiyet oluşturduğunu hissediyoruz:. Hayat bizim hayatımız, gövdemiz de ruhumuz da bizim, lâkin yine de bilgimizin nerede olduğunu anlayamıyoruz. Kendi hayatımızın bile kendi içimizde son bulmadığını anlayabiliyoruz. “Ben” dediğimiz şeyin yerini tesbitte karşılaştığımız zorluk “anlam”a yaklaştığımızın bir işaretidir.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Teknolojinin Toplumu Hakim Kıldığı Bir Mantık Vardır

Çoktandır insanın kendi türettiği alet karşısında küçüldüğü ve bu Frankeştay'nın sonunda sahibini boğazlayacağı söyleniyor. Kimbilir bunları söyleyenler böylesi bir boğazlama eyleminin olup bittiğini bile farketmiyorlardır belki.

Zira teknolojinin topluma hakim kıldığı bir mantık vardır ve bu mantık şartlanmasının dışına çıkamadığı için gerçekte neler olup bittiğini kavramaktan da aciz olabilir. Eşya karşısında takınılan tavır nasıl günümüz teknolojisini doğurmuşsa, günümüz teknolojisi de kendine mahsus bir bakış açısını insana aşılamıştır. Böylelikle insan uyanmak için uyku ilacı alan bir hastaya benzemektedir. İnsan önce tabiatı mağlup etmek üzere giriştiği savaşın aleyhine döndüğünü anlayınca aynı yöntemlerle yıkılanları tamire girişmiştir. Ama bu bir öpücüğün geri alınması için teşebbüse geçmek gibi bir şeydir.

Uzayda yürümeyi başaran insan bir bakıma güçlüdür, çünkü imkânlarını kendini çevreleyen şartları hâkimiyeti altına almak üzere kullanabilmiştir. Ama onun görünürdeki gücü tıpkı kimyevî bir elementin bir diğerinden üstünlüğü gibi bir şeydir. Yani insan kendini eşyaya ait kılmış, eşyanın şartlarını kendi şartları olarak benimsemiştir. Böylelikle kendine Allah'ın verdiği hasletleri basite irca etmiş, kapasitesinin altında kullanmıştır. Dış görünüşüyle güçlü insanlık kendini algılamakta gösterdiği yalınkatlık yüzünden süflî durumdadır.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Batıya Boyun Eğmek

Günümüzdeki Batı hâkimiyeti bir zapt etme hâkimiyeti değil, bir düzenleme, ayarlama, yola sokma hâkimiyetidir.

Batı medeniyeti günümüzdeki ''barışçı" düzen koyucu üstünlüğünü elde etmeden önce hakimiyetini zora başvurarak tesis etmişti. Geçtiğimiz yüzyılda Batı bir toplumu kıskıvrak yakalayabilmek için önce o toplumun yöneticilerini ve ileri gelenlerini Batılı değerlerle donattı. Bir toplumun yönetici kesimi Batı'ya ruhen köle olduktan sonra toplumun diğer kesimlerini Batı çıkarları doğrultusunda ''kullanmak'' zor değildi. Böylece Batı davet edildiği her bölgeye rahatlıkla yerleşti, nüfuz etti. Ama Batı asıl gücünü kültürel cazibesinden almıyordu. Batı’ya tartışmasız üstünlüğünü sağlayan unsur onun ateşli silahlarla desteklenmiş ticarî yağmacılığıdır. Bu ticarî yağmacılık iştihasıyla Batı davet edilmeden girdiği her yerde kendine bir hayat sahası açmaktan geri durmadı. XIX. yüzyıl boyunca dünyanın dört kıtası Batı medeniyetinin ajanları tarafından kandırmaca, tehdit, yerli halkın birbirine kırdırılması, katliamlar yoluyla ve çoğu zaman silah zoruyla yağmalandı. Dünya edebiyatının “roman” zevki Batılının yağmalama zevkine çok şey borçludur.

Roman yazmayan ve roman okumayan milletler, Batı tehlikesi ile yüzyüze geldikleri zaman önlerinde iki yol vardı: Boyun eğmek veya karşı koymak. Boyun eğenleri iki kısma ayırmak mümkündür. Bir kısım insanlar Batı medeniyetiyle menfaat birliği içindedir. Bunlar şu veya bu sebeple Batı’yı davet etmiş olabilir veya gelen batılıyla anlaşıp menfaat teminini uygun bulmuştur. Boyun eğenlerin ikinci kısmı Batı’nın hâkimiyetinden menfaat sağlamayan, hatta bilakis zarar gören insanlardan oluşabilir. Bunlar dünyanın aldığı yeni şekli kaçınılmaz gören, gerekli sayan, yerinde kabul eden insanlardır. Yanı Batı medeniyeti bir ileriliği temsil ettiği için onunla birilikte olmak gereklidir. Eğer Batı hâkimiyetinin yerli topluma zarar veren yönleri varsa bunlar, yerlilerin uzun vadede Batı medeniyeti içinde erimeleri sonucunda ortadan kalkacaktır.

Müslümanların yaşadıkları ülkelere Batı müdahalesinin siyasî sonucu olarak Avrupa’dakinden farklı bir sağ ve sol ortaya çıkmıştır. Batı medeniyetine boyun eğen zümreler arasındaki menfaat farkı bu görüş ayrılığının temelidir. Sağ Batı’ya. boyun eğmenin kısa vadeli çıkarlarını temine gayret ederken, sol aynı teslimiyetin uzun vadede doğacak menfaatlerine taliptir. Nitekim son iki yüzyılın Türkiyelinde siyasî zıtlaşmalar bu minval üzere cereyan etmiştir.

Peki, Batı hâkimiyetine karşı koyanlar? Onlar ya Amerika Kızılderilileri veya Afrikalı Zulu’lar gibi beyazlar tarafından tamamen yok edilmişler ya da Batı’ya boyun eğen yerli güçler tarafından bastırılmış ve etkisiz hale getirilmişlerdir. Müslümanların hikâyesi bu karmakarışık romanın en önemli bölümü sayılır. Hele bu romanın son cildinin henüz yazılmadığını düşünürsek.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Kaybettiğimiz Değerler

Benim görüşüme göre Müslüman toplumlar olarak kaybettiğimiz değerler geçmişte yaşanılan cihangirlik, debdebe ve ihtişamla ilgili değildir. Bizim asıl kaybettiğimiz veya tamı tamına kaybetmesek bile günden güne daha büyük bir hızla kaybetmekte olduğumuz değerler,bizleri Batı dünyasının bütün azgınlığına rağmen günümüze ulaştıran, günümüzde bile bütün Müslümanları kâfirler gözünde heybetli kılan değerlerdir.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Müslümanla Kafirin Arasında Ki Hür Olma Farkı

Bizim özümüz Rabbimız tarafından bize verilmiş bir cevherdir. Eğer biz onun değerini bilir ve korursak gürleşir, özgür oluruz. Ama önce özümüzü tanımaz, tanıdıktan sonra da onun sağlığına elverişli tutumumuz olmazsa insan vasıflarımız zaafa uğrar, bundan kainat da zarar görür, biz de zararlı çıkarız, özümüzü kaybetmek ve onu yeniden bulmak mümkündür, ama birden fazla özümüz olamaz. Halbuki kâfirlerin hürriyet anlayışı böyle değildir. Eğer bir odada yaşamak zorunda iseler daha az hür, iki katlı müstakil evde daha fazla hür olduklarına inanırlar. Uçakla seyahat etmek onlar için at arabasıyla seyahat etmekten daha hür olmak demektir. Daha hür olabilmek için toprağın derinliklerine inmek gerektiğine, gökyüzünün ötesine geçmek gerektiğine inanırlar. Ne kadar alete hükümran iseler o kadar hürdürler. Köpek büyüklüğünde at yetiştirmek veya taneleri ceviz büyüklüğünde olan üzüm salkımları elde etmek onların en çok hür olduklarının delilidir. Kısacası kâfirlerin hürriyeti marjinal, sınıra ilişkin bir hürriyettir ama hangi sınırda durması gerekeceği hususunda onların da bir bilgisi yoktur.

Müslümanlar sınırları ne bir hürriyet, ne de bir özgürlük meselesi olarak anlarlar. Yani haram ve helâl bize sadece azgınlığımızı zaptetmek için konulmamıştır. Gerçi helâl içinde kalmak ve haramdan uzaklaşmak bizi yoldan çıkmaktan korur, bizi azgınlıktan kurtarır ama bu bizim elimizin erdiği alanın dışında bir sonuçtur. Biz, bize verilen sınırlar içinde kaldıkça bizim için sağlanan faydalara kavuşuruz. Helâl ve haram sınırlan biz yeryüzünde yaşadığımız hayatın anlamını kavrayalım diye, mevcudiyetimizin sebebine yaklaşalım diye vardır.

Eğer bu sınırları kaybedersek kimliğimizi, kişiliğimizi, varoluşumuzun anlamını kaybederiz. Ama bu bizim zalim, cahil, nankör ve günahkâr yaratıklar olmamızı önlemez. Ancak, biz kâinatta tuttuğumuz yerin değerini bize konulmuş sınırlarla kavrayabiliriz.

İşte çok benimsediğimiz örneğin ölçüsünde birer müslüman olamasak bile bizi özgür kılabilecek husus bizim doğru ve yanlış, helâl ve haram, meşrû ve gayr-i meşru olan hakkındaki şuurumuzdur. önce özgür olmalıyız, yani müslüman olduğumuz ve bizi müslim kılan ayrıcı vasıflar hakkında kesinliklere, sarahate ve vuzuha ulaşmalıyız. Bu bizim özümüzü gür, zihnimizi selim, bedenimizi küfrün tasallutundan bağımsız kılacaktır.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Kurtuluşumuz Haddimizi Bilmekle Mümkündür

Özgürlüğünü bilmeyen insan şeytanî ve hayvani hayatında bir fasit daire içinde dönüp durur. Oyalanmak için birçok imkâna sahiptir. Hür olma isteği ve ihtimali, hür olmanın avantajları işte bu imkânlardandır. Hâlbuki özgür olmak sadece bizi insan kılan bilgiden nasibimizi almakla mümkün olabilir. Bizi insan kılan bilgi ise yalnızca Vahy yoluyla peygamberlere ulaşmış ve onlar vasıtasıyla bizim istifademize sunulmuş olan bilgidir. Yani biz Vahy’in temin ettiği bilgi ile aslımızı tanımak, insan olmamızın şartlarını öğrenmek, insan kalmayı başarmak yoluna gireriz. Bu yol bizi asla dünya cennetine götürmez. Çünkü Vahy ile öğrendiğimiz hususlar bizim içinde bulunduğumuz şartlarda kurtuluşumuzu temin içindir, insanoğlu yeryüzüne inen İlâhî bilgiden istifade eder etmez kurtuluş kapısına varır. Kurtuluşumuz, ne olduğumuzu hatırlamakla, görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmekle, kısaca haddimizi bilmekle mümkündür.


Vahy dışında hiçbir bilgi yolu bize aslımızın ne olduğunu, ne yapmamız, neyi yapmamamız gerektiğini, hangi sınırlarda insan kalabileceğimizi söyleyemez. Bu yüzden Kur’ân ve Sünnet özgürlük bilgisidir. Aklederek ve akıllıca bir tutumla kendimizi tanıma yolunun muhkem âyetlerden ve Sünnet-i Seniyye’den geçtiği noktasına varabiliriz.


Kaynak:


İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak

Devamını Oku »

Akılcı İnsan

Akılcı insanlar acılara son vermek istiyorlar veya kendi haklılıklarını ancak bu yolla savunabiliyorlar. Diyorlar ki insanoğlu yoksulluğun, hastalıkların, mahrumiyetlerin kıskacında kaldıkça kendisinden beklenen gelişmeyi gösteremez. Bununla zımnen şunu söylemiş oluyorlar: İnsanlar maddî refah içinde olmakla, vücut sağlığını korumakla ve elinin erdiği, gözünün gördüğü, özlemini çektiği nesneleri hizmetine sokmakla kurtuluşa ererler. Yani kurtulmuş olanlar bir bakıma zengin, sağlıklı ve tatmine ulaşmış bulunanlardır. Örneklerini şimdiden gördüğümüz bu tip insanların pek de kurtulmamış olduklarını bildikleri için de refahın sıhhatin, tatmin vasıtalarının bütün insanlara teşmil edildiği zamanları gerçek hedef olarak gösteriyorlar. Bu akıla yaklaşımın sonucu aklımız hep ızdıraplara takılı kalıyor ve aklımızı başımıza bir türlü alamıyoruz.

Akıllı insanlar da ızdırabın aklı baştan aldığını biliyorlar. Ama onlar aklı başa getirmenin yolunun yoksulluğu, hastalığı ve mahrumiyeti kökten yok etmekle sağlanamayacağını bildiklerinden yoksulluktan öğrenmek, hastalıktan öğrenmek, mahrumiyetten öğrenmek yolunu benimsiyorlar. Akılcı insanların yoksullukta öğrenilecek bir şey bulamayışları, onların yoksulluk ortadan kalktıktan sonra boşlukta kalmalarını getiriyor.

Aklımızın başımızda olması insanın nihaî iyinin, nihaî doğrunun ne olduğu hususunda yeterli bilgilere sahip olmasıyla mümkündür, insanlar hele yoksulluğu, hastalığı, mahrumiyeti geride bıraksınlar, sonra akılları başlarına gelir demek bütün bilgi kaynaklarını yok etmekle âlim olunabileceğini iddia etmek gibidir. Öyle de olmuyor mu zaten?

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Kulluk Görevinin Bilinmesi

İslam’ın kendine mahsus yapısıyla yeniden yaşanması, yeniden hayat veren bir güç olarak insan hayatında yer tutması mümkün. Bu imkânın hiç kullanılmaması için yapılanlar Islâm’ı bir yönüyle ele alıp bütün olarak kurucu vasfını gizlemeye matuftur. Yaradılış itibariyle zayıf olan insan yeryüzü hayatı içinde birer oyalanma, birer avuntu olabilecek hedefleri zaman zaman İslâm’ın hedefleriyle karıştırıyor olabilir. Her ne kadar bu anlayış devamlı olmasa da hepimize vakit kaybettirir, kuşaklar boyunca birçok acıya sebep olabilir.

O halde ilk yapacağımız iş, İslâm’ın gerçek hedeflerini yanı yaradılışımızın, insan oluşumuzun sebeplerine matuf hedefleri tanımak olacaktır. Kulluk konusunda bize düşenin ne olduğunu anladığımız zaman İslâm’ın hedeflerini de açık seçik görebileceğiz.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

İslam'ın Hayatiyetine Bağlanmamız Gerekmektedir

İslâm’ı mevcut şartlara adapte etmek İslâm’dan uzaklaşmaktan başka sonuç vermez. İslâm’ın bir uyarlanma yolu olup olmadığını söylediğimiz zaman bazıları bir açmazla karşı karşıya olduğumuzu kabul edecek, öyle ya, Müslümanlar olarak Hıristiyanlaşmamıştır, Hıristiyanlık Avrupalılaşmıştır. Bu bakımdan Yahudilik Hıristiyanlıktan bir derece avantaj sahibidir çünkü Yahudiler dinlerini değil, kendilerini adapte etmişlerdir. Yani Musevilik, normları ve iç işleyişi itibariyle sabit kalmış, buna karşılık ve bir bakıma bunun temini uğruna Yahudi ferdler ve gruplar yeni doğan şartlara uyum sağlamışlar, kendi konumlarıyla Yahudiliklerini birbirinden ayrı telakki etmişlerdir. Netice itibariyle Yahudilik ve Hıristiyanlık yeryüzünde yalnızca birer mazeret ve bahane olarak varlıklarını korumaktadırlar. Bir din ve inanç olarak bütün canlılıklarım kaybetmişlerdir.

Eğer biz de İslâm’ı yeryüzündeki istifadeye açık imkânlar için bir mazeret ve bahane olarak algılayacak olursak dinimizin canlı özelliklerine darbe indirmiş oluruz. Gerçi İslâm’ı ölü bir din durumuna geçirmeye hiçbir mahlûkun gücü yetmez. Biz İslâm’ın hayatiyetine bağlanamaz isek, Allah bu bağı ika edecek yeni Müslümanlar halkeder.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »