İndirilen din”, “uydurulan din”

İndirilen din”, “uydurulan din”

Birileri “indirilen din” ve “uydurulan din” sloganını bulmuş. Sınırlarını kendilerinin çizdikleri dine indirilen, buna aykırı gördükleri din yorumuna da uydurulan din yaftasını yapıştırmaktalar.Bunların meşhur olanlarından birisine itiraz sadedinde size göre tarihte İslâm’ı doğru anlayan kimse çıkmamış dediğimde; “Hayır, doğru anlayanlar çıkmıştır. Ancak Ehl-i Sünnet onlara zındık yaftasını yapıştırarak mahkum etmiştir” cevabını vermişti.Ehl-i Sünnet, onlara göre İslâm’a kurulmuş sistemli tuzağın adıdır. Mezhepler birer hurafedir. Hz. Peygamber’in (sas) hadislerini, Müslüman fıkhını, usûl ilimlerini yıpratmak irşat faaliyeti hükmündedir...

Bunların iddialarından ortaya iki ihtimal çıkıyor: Birincisi, İslâm anlaşılması imkânsız bir dindir. Öyle ya, mezhepler, binlerce muhaddis, fakih, müfessir, mütekellim tarih boyunca dini sahih anlayamadığına göre bu din anlaşılması çok zor bir dindir.İkinci ihtimal ise, İslâm’ın anlaşılması aslında zor değil fakat ulema dini heva ve hevesine kurban ederek tahrif etmiş ve yerine yeni bir din uydurmuştur. Bunların iddialarına baktığımda başka bir ihtimal göremiyorum.İşin trajikomik tarafı ise; bunlar, 14 asır sonra dini hem doğru anlayabilmişler hem de öncekilere nasip olmayacak kadar samimi, serdengeçti ve kahraman olduklarından bütün riskleri göze alarak eğip bükmeden bunu topluma anlatabiliyorlar!

Aslında bunların davet ettiği şey, yaşanmış tarihi, rafine edilmiş İslâm disiplinlerini, içtihat birikimini görmezden gelerek uzuun bir tarih atlaması yaparak 2015’ten Kur’an’ın nüzûl ettiği döneme ışınlanmak ve böylece hurafelerden uzak bir İslâm okuması yapmak!Bunların genel karakteristiği Kur’an’a uyduğunu düşündükleri velev ki zayıf ve uydurma rivâyetler olsun kabul etmek, meşrep ve kültürlerine aykırı düşen rivâyetleri de sahih dahi olsa reddetmek.İlmî tutarlılıktan yoksunlar. Zira hadisleri reddederken kişiden kişiye, rivâyetten rivâyete, çağdan çağa değişmemesi gereken her ilim talebesinin uygulayabileceği standart bir usûlleri yoktur. “Kur’an’a arz etme” gibi genel bir iddianın arkasına saklanmakla bu zaafiyet gizlenemiyor.Her asırda yüzlerce ulemanın katkısıyla oluşmuş, tarihin ve yaşanan hayatın test ettiği aslı Kur’an, Sünnet ve sahabe uygulamalarına dayanan usûl disiplinleri özünde standart kaideler içerir. Bunlar tatbik edilirken elbette alimler farklı sonuçlara varabilirler. Ama ortada son derece sistematik ve herkese açık usûl disiplinleri vardır. Bu kıvamda ve tutarlılıkta bir usûl görmek istiyoruz..

Usûl olmazsa İslâm sahih anlaşılamaz. İslâm’ın mukaddes metinleriyle temasa geçilip, varolan hükümler değişen hayata doğru tatbik edilemez. Değişenler ve sabiteler arası denge korunamaz. Ağzı olan konuşur...“Akıl” diyenlere hangi akıl sorusunu sormak gerekir. Tabi muhatabın önce “akıl” nedir, kaç çeşit akıl vardır, aklı ne oluşturur gibi meselelere biraz kafa yorması lazım.Hıristiyan aklı mı, Yahudi aklı mı? Modern akıl mı postmodern akıl mı? Şiî aklı mı Mutezilî akıl mı? Haricî akıl mı? DAİŞ aklı mı? Hangi akıl?İlmî mirası reddedenler, Sünnet’i itibarsızlaştıranlar kendi uydurdukları dine çağırıyor olmasınlar? İslâm’ın merkezî kriterlerini teker teker düşürmeye çalışanlar dine karşı din inşa faaliyetinde olmasınlar? Meşrep ve kültürlerine göre Kur’an’dan anladıklarını İslâm diye dayatanlar, Ümmet’in icmasını tanımayanlar uydurma dine karşı çıkarken kendi uydurdukları bir dine davet etmesinler?Kökü tarihin derinliklerinde olan kimi hurafeleri kendi tenkitlerine kalkan yapıp tarihten ve ilmî gelenekten kopuşa davet edenler aslında Müslümanların dinî hafızasını reddetmektedirler.
2)“İndirilen din, uydurulan din”

başlıklı son yazım üzerine epey e-mail ve mesaj aldım. Bunların bir kısmı itiraz sadedindeydi. İtiraz edenler de ikiye ayrılıyordu. Birinci kesim, “İslâm sadece Kur’an’dır, gayrisi hurafedir” diyen muhaliflerdi. Ezberlerini tekrarlayıp durdular. Bir misal olsun diye uzun bir reddiyeden şu beylik cümleyi aktarayım:“Bilindiği üzere Peygamberimiz ve 4 halife döneminde Kur’an dışında dini bir kaynak yoktu ve insanlar mezheplere bağlı olmadan doğrudan Kur’an’a bağlıydılar. Kur’an’ın belirttiği şekilde dini yaşar, Kur’an’ın serbest bıraktığı konularda da kendi beğeni, örf ve alışkanlıklarına göre hareket ederlerdi..”“Bilindiği üzere” ifadesine dikkat çekerim. Böylesi bir ifade herkesin malumu olan bir kabûlden bahsediyor olsa gerek.

Oysa bütün rivâyetler, bütün mezhepler, bütün bidat fırkaları Efendimiz’in dini tebliğlerinin bağlayıcılığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Aksini gösteren bir delil yoktur. Bilinenin aksini bilinen diye göstermek bu olsa gerek! Ezberini hakikat sanan bu okurum biraz zahmet edip bu iddiasının tarihi arkaplanını araştırsa iddiasının bir dayanağının olmadığını görecektir.İkinci kesim ise; “Tarihimizde İslâm’a mal edilmiş uydurma akide esasları, amel ve rivâyetler yok mudur?”, itirazını yöneltiyordu. Bunlara özet olarak cevap vermek gerekir. Zira bir gazete köşesinin sınırları içinde bütün meramı anlatmak mümkün değildir.İslâm tarihinde hicri 40 yılları sonrasında ağır ağır hadis uydurma faaliyetleri başlamış sonraki dönemlerde de çoğalmıştır. Bu uydurma rivâyetler akidede, amelde, siyasi ve gelecek tasavvurumuzda İslâm’a paralel bir din idrakı oluşturma tehlikesi taşıdığından ulemâ kısa sürede ayaklanmış, bunun önüne geçmek üzere hadisleri tedvin etmiştir.

Tedvin edilen rivâyetler arasında Hz. Peygamber’e (sas) ait olmayan sızma rivâyetleri de ayıklayacak senet ve metin tenkidini ihtiva eden ve tarihte sadece İslâm Ümmet’ine has gurur kaynağımız biricik usûl disiplinlerini geliştirmişlerdir.Kendisiyle amel edilecek makbul rivâyetler sahih hadis literatüründe, makbul derecesine ulaşmayan zayıf ve uydurma rivâyetler de “mevzuat literatüründe” toplanmıştır. Buna rağmen hadis külliyatında yer alan ve fakat reddedilmesi gerekenler de olabilir ve vardır. Bu sonuca da yine aynı usûlü işleterek ulaşırız.Müslüman ilim mirasına diğer din ve kültürlerden sızmalar da olmuştur. Yine akide, fıkıh ve tasavvuf literatüründe bunun örnekleri vardır. Farklı din ve medeniyetlerin birçok öğretileri İslâm futûhatıyla birlikte hemen ortadan kalkmamış yeni formlar içinde devam edebilmiştir. Meselâ Mecusî ritüellerinin önemli simgelerinden olan Nevruz kutlamaları.Bu ve buna benzer sızmalardan, bidat ve hurafelerden Müslümanlar kendilerini nasıl koruyacaklar?

Bu soruya verilecek cevap hadislerin bağlayıcılığını inkârdan yahut itibarsızlaştırmaktan geçmez. Müslümanların usûl, tefsir, hadis, fıkıh ve kelam gibi ilim disiplinlerini reddetmekten de geçmez.Bunu yapanlar akıntıya karşı kürek çekmekte, kendilerine ve Ümmet’e zaman kaybettirmekteler. Hem kendilerini hem de Ümmet’i yormaktalar. Oysa Müslüman coğrafya ateş çemberinden geçmektedir. Enerjimizi istif, dikkatlerimizi terkiz edeceğimiz asıl meselemiz işgal altındaki topraklarımız, zulüm altında inleyen kardeşlerimiz ve bize karşı kurulan tuzaklar olmalıdır.Bunları yaparken önce zihinlerimizi modern, postmodern, kökü tarihte olan bidat ve hurafelerin işgalinden kurtarmamız gerekir. Bunu da Kur’an, Sünnet, icma ve usûle bağlı içtihat geleneğimizle sağlayabiliriz. Aksi taktirde yeniden medeniyet inşa iddiamızı anlamsızlaştırırız.

Serdar Demirel
Devamını Oku »

Üç insan tipolojisi



 

Çok genç yaşta üç karakterde insan tipolojisi nazarlarıma takılmaya başladı. Sonraki yıllarda farklı karakterler de dikkatimi çekti ama bahsedeceğim bu üç insan tipolojinin evrensel tipolojiler olduğuna bulunduğum uluslararası ortamlarda da şahitlik ettim. Buradaki evrensellik değer atfetme manasında değil, tüm farklı ırklarda da mevcut olduğuna vurgu yapmak içindir.

Birincisi. Eleştirmeyi mizaç hâline getirmiş ve insanda sanki eleştirmek için yaşayan varlık hissi uyandıran insan tipi. Çevrelerinde pek sevilmeyen, girdikleri her ortamda niza çıkaracak konu bulmakta zorluk çekmeyen cinsten “Bay Muhalefet” kişiler.

İlk tanıştığınız insanlarla ortak noktaları keşfetmek ve müşterekler üzerinden muhatabınızı anlamaya çalışmak daha sürdürülebilir bir ilişki için önemlidir.

Bunlar ise ihtilaflı konuları tesbitle işe başlarlar. Muhataplarını zora sokmak, rencide etmek bunlara özel bir haz verir. Tartışma çıkartıp yenme psikolojisi hâkimdir. Yendik dedikleri kişileri ballandıra ballandıra anlatmayı çok severler.

Her şeye muhalefet ederek farklı ve üstün olduklarını düşünürler. Etraflarındakileri aşağılamayı bir marifet bilirler. Kendileri allame, muarızları ise bilgi ve hikmet fukarası!

Genelde indirgemeci, genellemeci ve de subjektiftirler. İnsanlar çoğu zaman bunların yaralayıcı dilinden kurtulmak için karşılarında susmayı tercih ederler. Bunlar ise yeni bir zafer kazanmanın hazzına gark olurlar.

İkincisi. Bu sınıfa giren insan karakteri ise, ortada durmayı bir değer sanan neme lazımcı tipler. Kendisini hep sağlama almaya çalışan, riskin olduğu yerde durmayan, dünyevî maslahatlarını her daim önde tutan kendilerince çok akıllı insanlar.

Doğruluğuna inandıkları bir meselede risk varsa objektif olma bahanesiyle tarafsız kalmayı tercih ederler. Bu tarafsızlık bir kanaate ulaşamamanın sonucu değil, vardığı kanaatin bedelini ödeyememenin bir gereğidir.
Bunların sabit fikirleri yoktur. Siyasi ve ideolojik olarak durdukları yeri değiştirmekte zorlanmazlar.

Reel politik, dünyanın kahrolası gerçekleri ve indi maslahat yorumları meşrulaştırılamazları meşrulaştırabilir. Hayatı ideallere göre yorumlamak ve ideallerle buluşturarak yaşamak yerine idealleri reele feda etmeyi gerçekçi olmak diye tanımlarlar.

Bunların sık kurdukları cümlelerden birisi de; “Siz hâlâ orada mısınız?”dır. Bedeli ödenmiş, muhakemesi ve muhasebesi yapılmış bir fikri dönüşüm değildir bu cümlede anlatılmak istenen. Reel olana teslim olmamanın üstünü örtme çabasıdır.

Üçüncüsü. Bu kesim insanlar ise, bal arısı gibidirler. Her biri kendi kapasitesine göre farklı çiçeklere konarak yapacakları bala öz toplarlar. Zorlukları iş yapmamaya gerekçe göstermek yerine zorluklara rağmen iş üretmeyi beceren kişilerdir bunlar. Çevrelerine güven vermeyi ve bulundukları ortamlarda sinerji üretmeyi bilirler.

Gerektiğinde eleştiren ama eleştirmeyi daha iyisini bulup amele dökmek için yapan insanlardır bunlar. Bunların sayısı azdır. Hasbidirler. Amatör ruhla profesyonel iş yaparlar. Bunlara iş verdiğinizde arkanıza dönüp bakma gereği hissetmezsiniz.

Merhum Necip Fazıl üstadın “Gençliğe Hitabe”sinde dillendirdiği bir kıvamdır bu üçüncü karakter: “Kim var!”diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “ben varım!” cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...

Eleştirmek kolay, tarafsız kalmak mümkün ama yol göstermek zordur. Yıkmak kolay, işten kaçmak bir tercih ve fakat inşa etmek ise zordur. Zoru başaranların kıymetini bilmek gerek..
Türkiye 16 Nisan halk oylamasıyla yeni bir merhaleye geçti. Bunun etkilerini yakında daha net göreceğiz. Sistem ne kadar iyi olursa olsun nihayetinde insan faktörüne dayanır. İnsan iyi olunca sistem çok daha iyi sonuç verir. Siyasette, eğitim ve bürokraside emanet âdil ve liyakat sahibi, kök değerlere bağlı insanlara teslim edilmelidir.

Prof.Dr.Serdar Demirel
Devamını Oku »