İslamoğlu'nun "salat u selam" problemi

İslamoğlu'nun "salat u selam" problemi.




Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, s.148-151

Kavramlaşan terimler ve "salat u selam" problemi
...Kavramlaşarak anlam genişlemesine ya da daralmasına uğrayan göstergelerin başında Hz. Peygamber'e salat ve teslimiyeti emreden ayette ki "sallû aleyh" ve "sellimû teslîmâ" ibareleri vardır: "Elbette Allah ve melekleri, Peygamber'e salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve onun (örnekliğine) tam bir teslimiyetle katılın." (33.56)
Tefsire dair bize ulaşan ilk eserlerden olan Ebu Ubeyde Ma'mer b. el-Müsenna'nın (ö. 210 h.) Mecazu'l-Kur'an'ı ve Ferra'nın (ö. 207 h.) Meani'l-Kur'ân'ı bu ayeti tefsire muhtaç bulmamışlar. Bunun anlamı, en azından ilk iki yüzyılda bu ayetin anlaşılmasında bir ihtilaf bulunmadığıdır. Fakat şayan-ı hayrettir ki, öncekilerin, tefsirine bir kelimeyle dahi ihtiyaç duymadıkları bu ayet, sonrakilerin üzerinde en çok konuştuğu Kur'an ayetlerinden biri hâline gelmiştir. İbn Kesir'in tefsirinde bu ayet, belki de hakkında en çok söz nakledilen ayetlerden biridir. Bu tefsirde sayfalar boyunca bu ayete ilişkin birbirinden farklı rivayetler nakledilmiştir. Bu rivayetler arasında birbirini destekleyenler olduğu gibi desteklemeyenler, yalanlayanlar bile vardır. İbn Kesir; bu ayet hakkındaki rivayetler arasında zayıf ve şaibeli rivayetleri de aktarır ve onları senet açısından eleştirir.

Bu durumun iki anlamı vardır:

1- Bir konu hakkında şaibeli haberler üretilmesi, o konunun daha önce polemik ve tartışma konusu olduğunun göstergesidir.

2- İlk zamanlar tefsire dahi konu olmayan bir ayet sonraki zamanlarda abartılı bir rivayet halesiyle çevriliyorsa, bu ayeti anlamada, öncekilerle sonrakiler arasında ciddi bir anlama farkı olduğu anlamına gelir.
Bu durumda ayetteki "salat" ve "teslim"in ideomatik (o gün kastettikleri) anlamlarını bulmak için ayetin bağlamına bakmak durumundayız. Bu ayetin içerisinde yer aldığı yedi ayetten oluşan pasaj, içerik, üslup ve biçim olarak birbirinden ayrılamayacak bir bütün teşkil eder. (33.53-59) Pasajın konusu, Hz. Peygamber'i üzüp incitecek tavır ve davranışlardan uzak durmaktır. Bunu özetlersek, "peygamberlik hukukunu korumak" diyebiliriz. Bu pasajda, Peygamber'e ve onun eşlerine mümin çevre tarafından nasıl davranılması gerektiği, yine Hz. Peygamber'in eşlerinin aynı çevreye nasıl davranması gerektiği hakkında birtakım uyarılar yer alır.
Konusu, çevresinin Hz. Peygamberle ilişkisi olan böyle bir pasajda "Peygamber'e salat ve teslim"in anlamı:

  1. Çok alternatifli olamaz.

  2. b. "Yusallûne" fiilinden dolayı, yapılabilecek bir eylem, iş ve oluş ifade etmesi gerekir.

  3. Tarafları Allah, melekler ve müminler olan üç ayrı öznenin şer'an ve aklen mümkün olan "ortak bir eylemi" olması gerekir ki, bunun en güzel şahidi de Allah ve meleklerin "teslim"e ortak olmayıp onun sadece müminlere bırakılmış olmasıdır.

  4. Ayetteki "teslim"in de insanın yapabileceği bir eylem, iş ve oluş olması gerekir.

  5. Son olarak "salat etmek" ile "teslim/selâm" olmak/etmek arasında anlam açısından zorunlu bir bakışımlılık ve tamamlayıcılık olması gerekir.

Bütün bu zorunluluklar ve veriler ışığında "Peygamber'e salat etme"nin en muhtemel karşılığı, ya ereksel anlamından yola çıkarak "Allah ve melekler onun izzet, onur ve kutsiyetini koruyup kolluyorlar; siz de onun izzet, onur ve kutsiyetini koruyup ona esenlik ve mutluluklar dileyin" olur, ya da "Allah ve melekleri onu destekliyorlar; siz de onu destekleyip onun (örnekliğine) tam bir bağlılıkla bağlanın/teslim olun" olur. Bu ikinci anlam (destek: dua, yardım çağrısı) "salat" sözcüğünün etimolojik anlamlarının ortak noktasıdır ve bizce çok daha isabetlidir. Bu sadece mefhumun değil, mantukun da desteklediği bir anlamdır.

Şöyle ki: Burada "salat"ın karşılığı olarak "dua" sözcüğünü yerleştirmekle, kavramlaşmış bir terim olan "salat"ı, yine kavramlaşmış başka bir terim olan "dua" ile açıklamak, bilinmeyeni bilinmeyenle açıklamak gibi olacağından, ilk elde "salât'ın karşılığı olan "dua"nın doğru anlamının "destek" olduğu vurgulanmalıdır. Çünkü "Allah'ın Peygamber'e duası" burada "terahhum" anlamı taşımaz. Peygamber'den kaynaklanan bir kusur ve günahın söz konusu olmadığı bu bağlamda, "bağış ve af" değil, ancak "destek" söz konusudur. Bu terim, Kur'an'da bu anlam alanına ilişkin olarak Tevbe 103'te kullanılır, (krş. 2.157) Burada, Hz. Peygamber'in salatının "sekinet: gönül ferahlığı/iç huzuru" şeklinde bir destek anlamına geldiği ifade buyrulur. İlginçtir, Enfal Suresi'nde, Hz. Peygamber'e"Allah'ın desteği/yardımından" söz eden 40. ayette, bu yardımın somut sonucu olarak yine"sekinet"gösterilmektedir, (krş. 9.26,- 48.26).

Gariptir ki, Türkçe birçok mealde, sanki ayet "yusallune" şeklinde fiil formunda değil de "yakraûne's-salâte" seklinde isim olarak gelmiş gibi, "Peygamber'e salat u selâm okuyun" şeklinde çevrilmiştir. Bu, ayetin asli anlamının sonradan çıkan tartışma ve haberlerin otoritesi altında ezildiği anlamına alınabilir. Bu "dua"nın Hz. Peygamber'in diliyle eyleme dökülmüş biçimi, tahiyyatta okunan "destek duası" (salavat) şeklindeki formülasyondur.(235)
Sözün özü şudur: Hz. Peygamber'e yapılan dualar (salavat) da ona manevi bir destektir ve bu cümleden sayılır. Fakat destek emri sadece dil desteğine indirgenemez,- bu ayette de emredildiği gibi "fiilî" destek olmak durumundadır. Ona yapılacak fiilî destek onunla aynı zamanda yaşayanlar için zaten bellidir. Bizim gibi onunla aynı zamanı paylaşmayanlar için ise, onun misyonunu desteklemek ve örnekliğini yaşatmak anlamına gelir. Onun getirdiği vahye ve o vahyi hayata koyuş tarzına verilecek her destek, ona yapılmış gerçek bir "salat" ve "selâm" olacaktır.

(235)-Tahiyyatta okunan Allahümme salli ve Allahümme barik dualarına, Hz. Peygamberi haberci konumuna indirgemeye çalışan kimi anlayışlar mesnetsiz bir biçimde karsı çıkmışlardır.

İtirazları şudur: "

1- Namaz sadece Allah için yapılan bir ibadettir, o halde Peygamber de olsa Allah'tan başkasının adı anılamaz.

2- Hz. Peygamber kendisi için böyle bir şeyi emreder mi?"

Cevabı basittir: Salli ve Barik dualarında iki isim geçer: Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed. Rasulûllah'ın iman atası Hz. ibrahim'e dua etmesi bir vefa borcudur. Tek başına bu uygulama dahi, bizim de ona namazda dua etmemiz için yeterlidir. Çünkü onun için Hz. ibrahim ne ise bizim için de o odur ve hatta daha fazlasıdır. O halde mevcut uygulama, Hz. Peygamber'in kendisi için yaptığı duayı bizim de aynen onun için yapıyor olmamızdan başka bir şey değildir 2 Namaz, "cami" bir ibadettir, bir çok ibadeti içinde toplar. Ama namaz her şeyin ötesinde bir duadır.

Hz. Peygamber'in kendi namazında kendisine dua etmiş olmasını, namazı duanın ayağa kalkmış hali olmaktan çıkarıp sadece otomatik bir ritüele indirgeyen günümüzün indirgemeci aklı garipseyebilir. Namazda, rükûdan doğrulma sonrası, iki secde arası ve son oturuş, nebevi uygulamada dua mahallidir ve herkes kendisi için de dua edebilir. Kişinin kendisi için dua edebildiği bir ibadette, kendisine vahyi ulaştıran peygambere dua etmesinde anlaşılmayacak hiçbir şey yoktur. (1)



TENKİD:

1-İslamoğlu: Kavramlaşarak anlam genişlemesine ya da daralmasına uğrayan göstergelerin başında Hz. Peygamber'e salat ve teslimiyeti emreden ayette ki "sallû aleyh" ve "sellimû teslîmâ" ibareleri vardır: "Elbette Allah ve melekleri, Peygamber'e salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve onun (örnekliğine) tam bir teslimiyetle katılın." (33.56)

Tefsire dair bize ulaşan ilk eserlerden olan Ebu Ubeyde Ma'mer b. el-Müsenna'nın (ö. 210 h.) Mecazu'l-Kur'an'ı ve Ferra'nın (ö. 207 h.) Meani'l-Kur'ân'ı bu ayeti tefsire muhtaç bulmamışlar. Bunun anlamı, en azından ilk iki yüzyılda bu ayetin anlaşılmasında bir ihtilaf bulunmadığıdır.

Cevap: İslamoğlu'nun verdiği tarihten 50 yıl öncesinde; Hicri 159 yılında tamamlanan Muvatta'da (2) salavat getirme ile ilgili olan ve doğrudan Ahzab 56. suresinin tefsiri niteliğinde olan hadisler İslamoğlu'nun bu polemik denemesini boşa çıkaracak niteliktedir:

Muvatta, Seferde Namazları Kısaltma Kitabı;

  1. Namazda Resulullah'a (S.A.V.) Salavat Getirmek

  2. 66. Ebu Humeyd es-Sâidî anlatıyor: Hz. Peygamber'e:
    «—Ya Resulullah, sana nasıl salavat getirelim?» diye sordu­lar. Şöyle buyurdu: «Allahım, ibrahim (a.s.) ailesine rahmet ettiğin gibi Muhammed'e (a.s.), hanımlarına ve zürriyetine de rahmet et. İbrahim (a.s.) ailesine hayır ve bereket verdi­ğin gibi, Muhammed'e (a.s.), hanımlarına ve onun zürriye­tine de hayır ve bereket ver. Muhakkak ki sen övülmeye en lâyık ve en çok şerefli olansın, deyiniz.»[Buharî, Enbiya, 60/10...]

  3. Ebu Mes'ud el-Ensari anlatıyor: Sa'd b. Ubade'nin meclisinde bulunuyorduk. Resulullah (s.a.v.) geldi. Beşir b. Sa'd kendi­sine:

«— Ya Resulullah! Allah sana salavat getirmemizi emrediyor, nasıl salavat getirelim?» diye sordu. Resulullah (s.a.v.) cevap vermeyerek sustu. Bunun üzerine biz «keşke sormasaydı» diye içimiz­den geçirdik. Daha sonra Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

«—Allahım, İbrahim'e rahmet ettiğin gibi Muhammed'e ve onun ailesine de rahmet et dünyada İbrahim'in ailesine hayır ve bereket verdiğin gibi Muhammed'in ailesine de hayır ve bereket ver. Muhakkak ki sen övülmeye lâyık ve en şerefli olansın, deyiniz. (Salavat bu), selâm da bildiğiniz gibidir.»[Müslim, Salat, 4/65, Ayrıca bkz. Şeybanî, 293.]
68. Abdullah b. Dinar'dan: Abdullah b. Ömer'i gördüm, Resûlullah'ın (s.a.v.) kabri başında durmuş ona salavat getiriyor, Ebu Bekir ve Ömer'e de dua ediyordu.

Resulü Ekrem, selamda bildiğiniz gibi, demekle namazda Tahiyyatta  okuduğumuz selâmı kastetmektedir. O da: «Esselâmü aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu.» dur. Müslim, Salat, 4/65, Ayrıca bkz. Şeybanî, 293. (3)

-------

2-İslamoğlu: Fakat şayan-ı hayrettir ki, öncekilerin, tefsirine bir kelimeyle dahi ihtiyaç duymadıkları bu ayet, sonrakilerin üzerinde en çok konuştuğu Kur'an ayetlerinden biri hâline gelmiştir.

Cevap: a-Tefsire gerek duyulmamasının sebebi;

ya bu meselenin izaha ihtiyaç duyulmayacak kadar açık olmasından kaynaklanmış olabilir veya o müfessirlerin tasarrufu olabilir..Çünkü bazen bir tefsirde bir kaç satır açıklanan bir ayet diğer tefsirde bir iki sayfa açıklanmış olduğunu görebiliyoruz..Bu biraz da hacim problemidir.. Rivayet tefsirleri genelde elde bulunan tüm haberleri naklettikleri için hacimce daha kabarık durmaktadır..Örneğin Kurtubi'nin El Camiul Ahkamul Kur'an Tefsiri Türkçeye çevrilmiş haliyle 20 cilttir..Aynı şekilde İbn Kesir tefsiri de 12 cilttir..Bunun yanında Tefhimu'l-Kuran 7 cilt, Tefsir-i Kebir 23 cilttir..23 ciltlik bir tefsirin konuları ele alış biçimiyle 5-6 ciltlik tefsirin ki aynı olmayacaktır.

b- (Hakkı Yılmaz vs İslamoğlu) vs Ehl-i sünnet: 'Sonrakilerin üzerinde çok konuşmaları' cümleciği sanki "sonrakilerin üzerinde çok ihtilafa düştükleri" gibi bir algı üretmeye çalışmıştır..Böyle bir durum yoktur. Bu konularda ihtilaf üretmeye çalışanlar tam tersine kendisine modernist-yenilikçi ve ya 'kuran müslümanı' diyen 'tersine akım' sahipleridir..Bu tersine akım sahiplerinden biri de Hakkı Yılmaz'dır..Hakkı Yılmaz da ayete İslamoğlu'yla benzer anlamlar yüklemiştir.: ...Bu izahattan sonra konumuz olan ayetin çevirisi şöyle olmalıdır:
(56) Şüphesiz Allah ve doğadaki güçleri/indirdiği Kur’ân ayetleri Peygamber'i destekliyorlar/yardım ediyorlar/arka çıkıyorlar. Ey iman etmiş kimseler! Siz de Peygamber'e destek olun/O'na yardım edin/arka çıkın ve O'nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın!
(Ahzâb/56)

Bu ayetin yer aldığı surede, Peygamberimizin özel hayatı, aile hayatı, sırları, misyonu, eşlerinin konumu, görevleri ve ayrıcalıkları yer alır. Konumuz olan ayeti doğru anlayabilmek için surenin tamamının dikkate alınması gerekir. Surenin, konu ve pasaj bütünlüğü bozulmadan okunması hâlinde hem salâvât kavramı daha iyi anlaşılacak, hem de Allah'ın emri doğrultusunda destek ve güvenlik sağlama görevlerini yapmayarak Peygamber'i üzenlerin akıbeti (57-58. ayetlerde) görülecektir.

Ayette geçen يصلّون [yusallûne] sözcüğü, fiil-i muzâri sîgasıyla vârid olduğundan, ifadeye, Allah ve meleklerin Peygamber için gerekeni, “sürekli yapıp durdukları” vurgusu katar. Dolayısıyla destek olmakla, Peygamber'in güvenliğini sağlamakla, bu işe çaba harcamakla yükümlü olan mü’minlerin, yerlerinde oturmamaları; sürekli görev başında olmaları gerekir. Peygamber bugün aramızda olmadığına göre bu görev [destek ve güvenlik sağlama görevi], toplumda salatı ikame eden [zihnî ve mâlî desteği oluşturup ayakta tutan] kişi ve kurumlara karşı yapılmalıdır.

Bu açıklamalardan sonra bir de, Allah'ın bizden istediği bu iken, ya ihanetten ya cehaletten ortaya atılmış olan rivayetlere uyup,“Padişahım çok yaşa!” benzeri tekerlemeleri söyleyerek salâvât getirdiğini zannedenlerin durumuna bakmakta yarar vardır. Bize göre manzara şudur:

Allah, Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'i destekliyorlar [yardım ediyorlar]. Ey mü’minler! Siz de o'na destek olu [yardım edin] ve o'nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayınız! buyruyor, ama onlar; “Allahumme salli ala muhammed ve sellim… [Ey Allahım! Muhammed'e Sen yardım et, gerekli desteği Sen yap ve o'nun güvenliğini Sen sağla]” diyorlar.

Ne büyük çelişki ve ne iğrenç küstahlık!Hâlbuki Peygamberimize yapılacak salatın niteliği, Kur’ân'da gayet açık olarak belirtilmiştir:

Yine bedevi Araplardan kimi de vardır ki onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri sayar. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah, onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.(Tevbe/99)

Ucube din kapsamında “salâvât getirmek” diye adlandırılan sözler, İsrâîloğulları'nın, Ey Mûsâ! Onlar orada oldukça biz oraya asla girmeyeceğiz. Hadi sen git, Rabbinle birlikte savaşın. Biz şuracıkta oturacağız (Maide/24) şeklindeki sözlerine benzemektedir, ki İsrâîloğulları bunun bedelini çok ağır ödediler. Bu olaylar, Kur’ân'da Mâide sûresi'nde ve Kitab-ı Mukaddes'in Sayılar, 13-14. bölümlerinde anlatılır.

Müslümanlar, salat ve salâvâtı Kur’ân'daki şekliyle anladıkları takdirde, salat kapsamında olan –Enfâl sûresi'ndeki– şu görevi yerine getireceklerdir:

60'Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın.'

Değerlendirme: 

1-Bu cümlelere bakıldığında Hakkı Yılmaz açısından namazda Salli-barik'i okuyan ve sohbetlerine salavatla başladığını söyleyen İslamoğlu da 'çelişki ve iğrenç bir küstahlık' [kelimeler Hakkı Yılmaz'a ait] içerisindedir..

İslamoğlu'nun Ona getireceği tek delil (bkz 235. dipnot) Hakkı Yılmaz'a göre " ihanetten ya cehaletten ortaya atılmış olan rivayetler" den başkası değildir..Bu durumda bizim de İslamoğlu'na getireceğimiz delil de yine aynı rivayetlerdir..Kendisinin Hakkı Yılmaz'a gösterdiği delilleri biz ehl-i sünnetin de ona göstermesini 'anlayışla karşılaması' gerekir..

--------

2-İslamoğlu ve Hakkı Yılmaz ehl-i sünneti eleştirmek ve Kur'an'ın açık ayetini anlam genişletme ve daraltma yoluyla mecrasından saptırmak noktasında tenkitte hemfikirdir..Buna rağmen bu iki ilim insanı tam mutabakat sağlamaları gereken bir hususta derin bir çatlakla bir birlerinden ayrılmıştır..Burada şu soruyu sormak lazım;

Madem ki ayetin mealinde destekleme anlamı vermekte ve ayeti tefsirde temelde hemfikirsiniz, sorunun kaynağını tespitte de aynı görüştesiniz, yani ehl-i sünnetin ayeti çarpıttığını söylemektesiniz..Ve yine sözlükten salavatın doğru anlamını bulup o günün diline ve kullanımına uygun hakiki tefsiri yaptığınızı iddia ediyorsunuz..Bu çatlak niye? Elinizi tutan nedir?

Bu sorunun cevabında Hakkı Yılmaz yine rivayetleri işaret edecek ve rivayetleri toptan reddederek açıklama getirecektir..İslamoğlu'nun durduğu yer ise belirli değildir..O hem rivayetlerde kusur ve çelişki bulmakta, rivayetlerin ayeti 'anlama problemli' hale dönüştürdüğünü savunmakta ve ayrıca kelimenin ideomatik anlamından saptırıldığını söylemekte buna rağmen Hakkı Yılmaz'ın yaklaşımıyla 'Yahudileşme temayülü' göstermektedir (bkz: Ucube din kapsamında “salâvât getirmek” diye adlandırılan sözlerin kaynağına ilişkin açıklama)..Aynı İslamoğlu da ehl-i sünneti Yahudileşme Temayüllü olarak göstermekte idi..Çelişkiler ve tutarsızlıklar içinde debelenen 'yenilikçiler'den hangisinin doğru dediğini tespit etmek oldukça zor...Bu şartlar altında İslamoğlu'nu tercih sebebi ne olabilir? Ayete destek manası vermekse Hakkı Yılmaz da veriyor..Problemin kaynağını tespitse Hakkı Yılmaz da aynı şeye hem de daha dolgun cümlelerle işaret ediyor..

3-İslamoğlu: Bu tefsirde sayfalar boyunca bu ayete ilişkin birbirinden farklı rivayetler nakledilmiştir. Bu rivayetler arasında birbirini destekleyenler olduğu gibi desteklemeyenler, yalanlayanlar bile vardır.

Cevap: Bir önceki yazımızda İbn Kesir'den ayetin tefsiri tam metin olarak aktarılmıştı..Oradaki rivayetlerin değerlendirmesine bakıldığında İslamoğlu'nun çok ucuz bir polemik yaptığını görüyoruz..O yazıdaEfendimiz'e salavat getirilmesinin önemi ve salavatın dindeki yeri, işlevikonusunda en ufak bir tereddüt yansımamaktadır...Dikkati çekilen hususlar ise salavatın müstehaplığı-vacipliği konusundaki görüş ayrılığı, salavatın nerelerde getirilmesinin daha müstehap olduğu, Şia'nın peygamber haricindeki kişilere de salavat getirmesinin yanlışlığı gibi ehl-i sünnet inancı açısından tefrika mevzusu olamayacak hususlardır..

İslamoğlu: 1. Bir konu hakkında şaibeli haberler üretilmesi, o konunun daha önce polemik ve tartışma konusu olduğunun göstergesidir. 2. İlk zamanlar tefsire dahi konu olmayan bir ayet sonraki zamanlarda abartılı bir rivayet halesiyle çevriliyorsa, bu ayeti anlamada, öncekilerle sonrakiler arasında ciddi bir anlama farkı olduğu anlamına gelir.

Cevap: Şaibeli haberler her konuda üretilebilir..Bir yalancının uydurduğu bir hadise bakarak sahih hadisler üzerinde şüphe uyandırmak o yalancının istediği şeylerden biridir..Çünkü o, kendi yalanına işlerlik kazandırmak ve doğruları iptal etmek niyetinde idi..Dahası bunları ehl-i sünnet hafızları ve münekkitleri ayıklamıştır..Pirincin taşı ayıklanmışken halen daha pirinçteki taşa dikkat çekmenin anlamı yoktur..Yazıda bazı zayıf rivayetlerin zayıflığına dikkat çekilmiştir ki bu rivayetlerin İslamoğlu'nun durduğu yer açısından görüşünü destekleme adına bir faydası yoktur..Salavatın önemini vurgulayan rivayetlerin karşısında salavatın önemsizliği veya 'olmazsa da olurluğu' yoktur ki tam bir çelişkiden ve rivayetler içi uyumsuzluktan bahsedilsin..

Örnek olarak ;

İbn Mâce der ki: Bize Cübâre... Abdullah îbn Abbâs'tan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kim, ba­na salavat getirmeyi unutursa, cennet yolunu yitirir. Bu hadisin râvîleri arasında yer alan Cübâre zayıftır.
Değerlendirme: Bu hadisin zayıflığı İslamoğlu'nun argümanların güçlülüğüne işaret etmez..Çünkü bu hadis eğer salavatın ehemmiyetini ve dindeki yerini göstermeye matufsa bu konuda gelmiş sayısız sahih hadisler ve haberler vardır ki bu zayıf rivayete ihtiyaç bırakmaz..Ehl-i sünnetin tek dayanağı bu hadis olsaydı o zaman sayın İslamoğlu bir durum tespiti yapıp ehl-i sünnetin zayıf rivayetlerle yanlış yönlendiğini söyleme hakkı olabilirdi..
Diğer bir hadis: Muhammed İbn İbrahim'den nakletti ki; o, Cabir şöyle dedi, demiştir: Resulullah (s.a.) bize dedi ki: Beni süvarinin su kabı gibi yapmayın. Asacağı her şeyini astıktan sonra suyunu doldu­rup su kabını da asar. Eğer onun abdest almak ihtiyacı olursa abdest alır, su içmek ihtiyacı olursa içer. Olmazsa hepsini döker. Beni duanın başında, ortasında ve sonunda zikredin. Bu hadis garîbdir. Râvîleri arasında yer alan Mûsâ İbn Ubeyd'in hadis rivayeti de zayıftır.

Değerlendirme: Bu hadisin de konunun aslıyla hiçbir ilgisinin olmadığı şekle ait bir detayı vurguladığı açıktır..
Diğer bir hadis: Beyhakî Ebu Umâme ve Ebu Mes'ûd kanalıyla Hz. Peygamberin cum'a günü ve cum'a gecesi kendisine çok salavat-ı şerife getirilmesini emrettiğini rivayet eder. Ancak Ebu Ümâme ve Ebu Mes'ûd'un naklet­tiği her iki hadisin isnadında da zayıflık vardır. Allah en iyisini bilen­dir.

Değerlendirme: Yine aynı şekilde bu hadiste salavatın nasıl olması gerektiği, müminin hayatındaki önemi konularında yani asla-esasa ilişkin bir hüviyet taşımadığı; şekle ait bir detayın vasfına ilişkin bir tavsiye öngördüğü görülmektedir..

Genel Değerlendirme: İşte İslamoğlu'nun çelişki, polemik ve hadislerin birbirini yalanlaması dediği hususlar bunun gibidir..Burada asla-esasa ve usule ilişkin herhangi bir çelişkiden ziyade fere, detaya ilişkin uygulama farklılığı mevcuttur..Buradan 'bu konunun varlığı hususunda daha önce polemik ve tartışma konusu olduğunun gösteren' herhangi bir ipucu elde etmek mümkün değildir..Uygulama ve detaydaki bir kısım cüzi meseleleri gösterip külliyi, alt başlıklardaki farklılıkları gösterip ana başlığı inkar etmek aynen 4 mezhebin fıkhında namazın teferruatına ait uygulama farklılığını gösterip sünnetten bize ulaşan namaz kılma şekillerin hepsini reddetmek gibidir..Oysa İslamoğlu bile Hanefi fıkhını takliden namaz kıldığını söylemektedir..

--------

3-İslamoğlu: Bu durumda ayetteki "salat" ve "teslim"in ideomatik (o gün kastettikleri) anlamlarını bulmak için ayetin bağlamına bakmak durumundayız. Bu ayetin içerisinde yer aldığı yedi ayetten oluşan pasaj, içerik, üslup ve biçim olarak birbirinden ayrılamayacak bir bütün teşkil eder. (33.53-59) Pasajın konusu, Hz. Peygamber'i üzüp incitecek tavır ve davranışlardan uzak durmaktır. Bunu özetlersek, "peygamberlik hukukunu korumak" diyebiliriz. Bu pasajda, Peygamber'e ve onun eşlerine mümin çevre tarafından nasıl davranılması gerektiği, yine Hz. Peygamber'in eşlerinin aynı çevreye nasıl davranması gerektiği hakkında birtakım uyarılar yer alır.

Cevap: Aynı cümleleri Hakkı Yılmaz da sıralamaktadır..Hatta pasajın devamı da Hakkı Yılmazla birebir uyum içindedir..Adeta 2. yazan kimse (bilmiyorum) o birinciden intihal etmişçesine benzer ifadeler ve yorumlar vardır (İslamoğlu araya süs/edebi sos niyetine kattığı 'ideomatik' ve 'formülasyon' kelimelerini saymazsak..) Sonuçta vardıkları noktada nasıl birbirlerini yalanladıklarını yukarıda göstermiştik..Şaibeden, dünyevi polemikten, mugalatadan, nefsin mırıltısından uzak yol ehl-i sünnetin aydınlık yoludur..

-----------

  1. İslamoğlu: c.Tarafları Allah, melekler ve müminler olan üç ayrı öznenin şer'an ve aklen mümkün olan "ortak bir eylemi" olması gerekir ki, bunun en güzel şahidi de Allah ve meleklerin "teslim"e ortak olmayıp onun sadece müminlere bırakılmış olmasıdır.

Cevap: Ortak eylem ilk yazıda verilmişti..O da övmektir:

(56) — Şüphesiz Allah ve melekleri peygamberi överler. Ey iman edenler, siz de onu övün ve onun için selâmet di­leyin.
Bu övmenin vasfı ve şekli yukarıda naklettiğimiz hadislerde gösterilmişti.(Örneğin Muvatta hadisi)

*

(1) Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, s.148-151
(2) http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=1968&BID=33
(3) http://www.konevider.org/file/muvatta-son.pdf
(bkz: 135. hadis)
(4) http://www.istekuran.com/index.php?page=ahzab
(5) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/08/ibn-kesir-ahzab-56-ayet-tefsiri.html

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/08/islamoglunun-salat-u-selam-problemi.html



Devamını Oku »

Salavat İle İlgili Hadisin Değerlendirmesi

Salavat İle İlgili Hadisin Değerlendirmesi


“Bana bir kez salavat getirene Allah on kez; bana on kez salavat getirene Allah yüz kez, bana yüz kez salavat getirene Allah bin kez salavat getirir (o kulu rahmetiyle kuşatır). Bana salavat getirmeyen kimsenin kalbinde -cennete girse bie- ziyandan başka bir şey kalmaz.” İbn Teymiye’ye göre(el-Fetâvâ’l-kübrâ,II,375.)Hz. Peygamber’den sahih olarak sadece hadîsin “Bana bir kez salavat getirene Allah on kez salavat getirir”(Müslim,Salat,70) bölümü sabit olmuştur. Ayrıca “Bir topluluk bir mecliste toplanıp da Allah’ı zikretmeyip bana salat getirmezseler kıyamet günü onlar ziyan içinde olacaklardır”(Tirmizi,Da’avat,8) hadîsi de salavatın faziletini ortaya koymaktadır.

Bu noktada günümüzde salavatı farklı değerlendirenlere de temas etmek faydalı olacaktır. Salât kelimesi çok çeşitli anlamlara gelmektedir. Dua, namaz, yardım ve destek bu anlamlardan bir kaçıdır. Kur’an’ı anlamak için biraz tefsir ilminden de haberdar olmak gerekiyor. Kur’an’da bir kelime bazen çok çeşitli anlamlara gelebilir. Siz bağlamına göre o kelimeye anlam vermelisiniz.Ayrıca Allah Resûlü’nün o kelimeye yüklediği anlamı da bilmelisiniz. Salata “dua’’ anlamı verip namazı terk etmek isteyen türediler de olmuştur. Günümüzde özellikle salâtın yardım, destek anlamında olduğunu, dolayısıyla salavâtın bir takım lafızları tekrar etmek, dille söylemek anlamına gelmediğini; bir de selâmın “güvenliği sağlamak” manasına geldiğini söyleyenler vardır. Böyle düşünenler Ahzap Sûresi 56. ayetini de buna göre çevirmişlerdir. Bu meal şöyledir:

“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi destekliyorlar/ ona yardım edi­yorlar/ onun için gerekeni yapıyorlar. Ey mü’minler! Siz de ona destek olun ona yardım edin/onun için gerekeni yapın ve onun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayınız!”

Böyle yorum yapanlar şüphesiz iyi niyetle Hz. Peygamber’e gerçekten salât etmenin onun mesajını yaşamak olduğunu söylemektedir. Ancak Hz. Peygamber’in sünnetini gerçek anlamda yaşamak mezkûr ayeti o şekilde çevir­mekle mi mümkün olacaktır? Bir mü’minin o ayeti hem dua manasında alıp salavâtı lafızlarıyla tekrar etmesi hem de sünneti bütüncül olarak yaşaması müm­kün değil midir? Ya da şöyle soralım: Salât kelimesinin içinde hem dua hem yardım anlamını birlikte düşünmek daha isabetli olmaz mı? Dua etmek yardım etmeyi dışlar mı? Hayır, ama sadece yardım etme manası verirseniz dua etmeyi dışlarsınız. Şimdi hangisi daha bütüncül? Duanın içinde muhakkak sünneti ya­şamaya karşı da bir özlem ve bir kararlılık vardır. Bugün salâtı sadece dilleriyle yapıp İslam’dan uzak yaşayanları bir tarafa koyalım. Hem salâtı dille telaffuz edip hem de sünneti yaşayarak Resûlullah’ı yaşatanları esas almak gerekir. Böyle bir anlayışı ve yaşayışı esas alırsak salâtı sadece yardım etmeye indirgemek doğru olur mu? Ki, ayete böyle bir mana verilmesi durumunda mananın tarihsel kılı­nacağı da akıldan çıkarılmamalıdır. Zira öyle anlaşılıyor ki, ona yardım onunla birlikte olup onu korumak, onunla birlikte savaşmak vs. anlamına gelmektedir. Böyle bir mana ayeti tarihsel kılar. Bu çelişki görüldüğü için Hz. Peygamber’e destek olmak bugün onun mesajını yaşamak vs. şeklinde yorumlanmıştır.

Bu söylediğimi bir başka hadîsle izah etmeye çalışayım. Zira şeklen ben­zer özellikler göstermektedir. Allah Resûlü şöyle buyurur: “Allah’ın 99 ismi var­dır. Kim bunları (ezbere) sayarsa cennete girer.”(Buhari,Da’Avat,68) Burada Allah’ın isimlerininsayılarak, ezberlenerek tekrar edilmesi halinde cennet müjdesi vardır. Peki bu sayma sırf bir telaffuz mudur? Oturalım, esma-ı hüsnayı sayalım veya ezberden okuyalım. Sırf bu eylemimiz bizi maksada ulaştırır mı? Allah Resûlü’nün maksa­dı bu muydu? Elbette sırf onları saymanın bile fazileti vardır. Zira başka bir şeyi değil, Allah’ın isimlerini sayıp tekrar ediyorsunuz. Fakat Allah Resûlu esasen on­ların sayılması yoluyla içselleştirilmesini, o isimlere bezenmeye çalışılmasını, on­ların her birini kabiliyetimiz oranında hayatımıza aktarmamızı, hayatımızı esma-ı hüsnaya göre inşa etmemizi kastediyor ve istiyordu.

Tersinden söylersek, o ki, Hz. Peygamber’in maksadı buydu, o halde onları telaffuz etmeye, ezberleyerek öğrenmeye gerek olmadığını söyleyebilir miyiz, daha doğrusu böyle söylemeye gerek var mıdır? Bize göre buna gerek yoktur. Zira onları saymak, ezberlemek, onları yaşamaya, onların gereğine göre hareket etmeye mani değildir. Hem on­ları ezberler, sayarız hem de Allah’ın isimlerini ahlak haline getiririz. Ama sadece onları yaşamayı, ahlak haline getirmeyi, başka bir şeye gerek olmadığını id­dia edersek, onların ezberlenmesini, okunmasını, sürekli tekrar edilip zihinlerin canlı ve dipdiri tutulmasını dışlamış oluruz. İşte buna gerek var mıdır? Aynen burada olduğu gibi salât olayında da mesele budur. Doğrudur, sırf telaffuzla yetinmemek gerekir, sünneti yaşamak, çağa taşımak lazımdır.

Ancak bunun için salâtın içinden dua manasını, belirli lafızları tekrar etmek suretiyle bir nebze de olsa Resûlullah’ı hatırlama ameliyesini çıkarıp atmanın kime ne faydası vardır? Her iki ameliyeyi, hem lafızları tekrar ederek Resûlullah’ı hatırlamayı, ona dua etmeyi, insanların efendisini methetmeyi hem de ona dua edip onu hatırlamak suretiyle diğer sünnetlerini de aklımıza getirmeyi, ardından hayatımıza ve gön­lümüze yerleştirmeyi birlikte düşünmek daha isabetli bir yol değil midir?

Yavuz Köktaş-Günümüz Hadis Tartışmaları
Devamını Oku »

Resul-i Ekrem'e Salat-u Selam Getirme Hakkında



Resul-i Ekrem'e Salat-u Selam Getirmenin Farz Oluşu ve Fazileti

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey îmân edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.» (1)

Salât, Resûlullah'ın Değerini Yüceltmektir

Abdullah ibni Abbâs bu âyet-i kerîmeyi şöyle tefsir etmiştir:

“Allah Teâlâ Resûl-i Ekrem’e daha fazla hayır ve bereket vererek onun değerini yüceltir; melekler de Resûlullah’ın değerini yüceltmesi için Allah’a duâ ve niyâz ederler.”(2)

Ayetteki “Allah ve melekleri Peygambere salât ederler” ifâdesini şu şekilde açıklayanlar da olmuştur: Allah Teâlâ, Resûlünün üzerine rahmetini daha fazla indirir; melekler de onun huzûrunda daha fazla mütevazı davranırlar.

Salât, Şefkat ve Merhamettir


Arap dili âlimi Müberred de (v. 286/900) bu kelimeyi şöyle açıkı

“Salât, şefkat ve merhamet anlamındadır. Allah’ın salât etmesi merhamet etmesi demektir; meleklerin salât etmesi ise şefkat gösterme?* Cenâb-ı Hakk’m rahmetini niyaz etmesi demektir.

Ve Hadîs-i şeriflerde meleklerin; hasta ziyâret edenlere, namaz için mescidde bekleyenlere, ilim öğrenenlere, cömert kimselere, sadaka verenlere duâ ettikleri belirtilmektedir. Bu konudaki bir hadîs-i şerif şöyledir: “Bir Müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için duâ ederse, mutlaka melek ona, Âmîn. Aynı şeyler sana da verilsin’ diye duâ eder”(3)

Şu âyetler, meleklerin bizim dostumuz olduğunu göstermektedir:

“Rabbimiz Allah’tır, deyip de dosdoğru olanlara ise melekler inerler ve ‘Korkmayın ve üzülmeyin. Size vadedilen Cennet’le sevinin! Biz dünya hayatında da, âhirette de size dostuz’ derler’ (4)

Şu âyetler de yine meleklerin mü’minlere duâ ettiklerini göstermektedir: “Arş’ı taşıyan ve onun etrafında bulunan melekler Rablerini hamdederek teşbih eder, Ona îmân eder ve mü minlerin bağışlanmaları için duâ ederler” (5)

“Melekler hamdederek Rablerini teşbih ediyorlar ve yerdekiler için bağışlanma diliyorlar.”(6)

Melekler Nasıl Salât Eder?

Hadîs-i şerifte, mescitte oturup namazı bekleyen kimseye meleklerin nasıl salât ettiği anlatılmış, Peygamber Efendimiz meleklerin: “Allah’ım onu bağışla! Allah’ım ona merhamet eyle!” dediklerini söylemiştir. İşte meleklerin bu sözleri bir duadır.

Hadîs-i şerifin tamamı şöyledir: “Bir kimsenin câmide cemaatle kıldığı namaz, işyerinde ve evinde kıldığı namazdan yirmi beş derece daha sevaptır. Şöyleki bir kişi güzelce abdest alır, sonra başka hiçbir maksatla değil,sadece namaz kılmak üzere câmiye gelirse, câmiye gidinceye kadar attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir ve bir günahı bağışlanır. Câmiye girince de, namaz kılmak için orada durduğu sürece, tıpkı namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Biriniz namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, kimseye eziyet etmediği ve abdestini bozmadığı müddetçe melekler: Allahım! Ona merhamet et! Allahım! Onu bağışla! Allahım! Onun tövbesini kabul et! diye ona duâ ederler.” (7)

Mâliki âlimlerinden Bekir el-Kuşeyrî (v. 344/955) şöyle demiştir: “Allah’ın mü’minlere salât etmesi, onlara rahmet etmesi demektir. Peygamber Efendimiz’e salât etmesi ise onun şerefini dile getirmesi ve ona daha çok ikramda bulunması demektir. ”

Kadı İyaz,Şifa-i Şerif,cilt:2

KAYNAKLAR;

1)Ahzâb 33/56.

2)Taberî, Câmiu’l-beyân (Şâkir), XX, 320

3)Müslim, Zikir 86-88, nr. 2732-2733; Ebû Dâvûd, Vitir 29, nr. 1534.

4)Fussılet 41/30-31.

5)Mümin 40/7.

6)Şûra 42/5.

7)Buhârî, Salât 87, nr. 477, Büyü’ 49, nr. 2118; Müslim, Mesâcid 272, nr. 649.

Resûl-i Ekrem'e Salâtü Selâm Getirmeyenlerin Yerilmesi

Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Yanında adım anıldığı hâlde bana salâtü selâm getirmeyen kimse perişan olsun. Ramazân-ı şerife girip de bu ay çıkmadan kendini Cenâb-ı Hakka bağışlatamayan kimse perişan olsun.(1) Anne ve babası yaşlılık günlerini yanında geçirip de, onları hoşnut ederek Cennet’e giremeyen kimse perişan olsun. ”

Burada kendilerine “perişan olsun” diye beddua edilen kimseler, tembelliği veya unutkanlığı yüzünden salâtü selâm getirmeyenler değil, Allah’ın Resûlune salâtü selâm getirmeyi önemsemeyen ve umursamayan saygısızlardır.(2)

Ebû Hüreyre’nin talebesi Saîd ibni Satd el-Makburî’den bu hadisi duyup rivâyet eden Abdurrahman ibni İshâk el-Kureşî, Ebû Hüreyre’nin bu rivayetin sonunda ne söylediği husûsunda tereddüt etmiş, onun ya: “anne babası yaşlılık günlerini...” veya “anne veya babasından biri yaşlılık günlerini.--” şıklarından birini söylemiş olabileceğini belirtmiştir.

Bu konuyla ilgili âyet-i kerîmedeki emir şöyledir: “Onlardan biri veya her ikisi yaşlanıp eline bakarsa onlara ‘öf’ bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle!”(3)

Hadis ilminde böyle tereddütlü ifâdeye “râvinin şek-ki” denir. Burada, “Şöyle mi idi veya böyle mi idi” diye şüphe eden, Ebû Hüreyre radıyallahu anhın talebesidir.

Bâzen sahâbî râvinin de, “Peygamber Efendimiz şöyle mi demişti, yoksa böyle mi demişti?” diye şüphelendiği de olur.

Peygamber Efendimiz Bu Duâlara Âmin Dedi

Bu konudaki bir başka hadis de şöyledir:

Bir gün Peygamber Efendimiz minbere çıkmaya başladı ve “Amini” dedi. Bir basamak çıktı, yine “Âmin!” dedi. Bir basamak daha çıktı, tekrar “Âmin!” dedi. Ashâb-ı kiramdan Muâz ibni Cebel neden üç defa “Âmin!” dediğini sorunca, Resûl-i Ekrem şu cevabı verdi:

“Cebrâil aleyhisselâm bana geldi ve: ‘Ey Muhammedi Yanında senin adın anıldığı hâlde sana salâtü selâm getirmeyen kimse, ölünce Cehennem’e girsin ve Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın! Haydi benim bu duâma âmin dedim.(4) Ben de “Amin!” dedim. Ramazan ayına ulaştığı hâlde orucu kabul edilmeyen kimse için de aynı şekilde beddua etti. Ardından, anne ve babasına veya onlardan birine yetişip de kendilerine iyi davranmayan kimse hakkında da aynı şekilde beddua etti.(5)

Cimri Kimdir?

Ali bin Ebî Tâlib radıyallahu anhın Peygamber Efendimiz’den rivayet ettiğine göre Allah’ın Elçisi şöyle buyurmuştur:

«Cimri, yanında adım bana salâtü selâm getirmeyen kimsedir.(6)

Hz. Hüseyin’in torunlarından Ca’fer-i Sâdık’ın (v. 148/765), babası Muhammed el-Bâkır’dan (v. 114/733) rivayet ettiğine göre Resûlullah aleyhisselam şöyle buyurmuştur:

Benim adım anılıp da bana salâtü selâm getirmeyen Kimse, Cennet’e giden yolu bulamaz.”(7)

Ali bin Ebî Tâlib radıyallahu anhın Peygamber Efendimiz’den rivayet ettiğine göre Allah’ın Elçisi şöyle buyurmuştur:

“Yanında adım anılıp da bana salâtü selâm getirmeyen"kimse, cimrinin tekidir.”(8)

Bîr Yerde Oturup da Salâtü Selâm Getirmemek

Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bir topluluk bir yerde oturur da, orada Allah Teâlâ’yı anmadan, Peygamber aleyhisselâma salâtü selâm getirmeden dağılıp giderse, o yer onlar için bir pişmanlık sebebi olur. Allah dilerse onlara azâb eder, dilerse onları bağışlar.”(9)

Bu hadîs-i şerifte anlatılan şudur: Bir yerde oturup da Allah’ı zikretmeden, Resûl-i Ekrem’e salâtü selâm getirmeden dağılıp gidenler, bu tutumlarından dolayı ne büyük kayba uğradıklarını kıyâmet gününde öğrendikleri zaman, “Âh! Bizler neden Allah’ı anmadan, Resûlullah’a salavât getirmeden oturduk ki!” diye pişmanlık duyarlar.

Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre, Resû-lullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bana salâtü selâm getirmeyi unutan kimse, Cennet’in yolunu da unutur.”(10)

Bu hadis; Şifâ-i Şerifte “Cennetin yolunu unutur şeklinde rivâyet edilmekle beraber, Sünen-i İbni Mâcede ve diğer kaynaklarda “Cennete giden yolu bulamaz» şeklinde rivâyet edilmiştir. Esasen unutanın unutulacağı Kur’ân-ı Kerîm’de de belirtilir ve münâfık erkekler ile kadınlardan söz edilirken «Onlar Allah’ı unuttukları için Allah da onları unutmuştur» buyurulur.(11)

Tabiîn müfessirlerinden Katâde bin Diâme es-Sedûsî’den (v. 117/735) rivâyet olunduğuna göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:

“Bana yapılan eziyetlerden biri de, bir kimsenin yanında adım anıldığında, onun bana salavât getirmemesidir. ”(12)

Ashâb-ı kirâmdan Câbir ibni Abdillah radıyallahu anhümânın Peygamber aleyhisselâmdan rivâyet ettiğine göre Allah’ın Elçisi şöyle buyurmuştur:

«Bir topluluk bir mecliste oturur, sonra da Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme salavât getirmeden dağılıp giderse, etrafa leş kokusundan daha berbat bir koku yayarak dağılırlar.»

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhın rivayetine göre Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar bir yerde oturup da, orada Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme salavât getirmezlerse; Cennet’e girseler bile, salâtü selâm getirenlerin kazandığı, kendilerinin ise kaybettiği sevâbı görerek, o toplantıdan dolayı büyük bir pişmanlık duyarlar.”

İmâm Tirmizî’nin naklettiğine göre ilim ehlinden biri şöyle demiştir:

“Bir kimse bir mecliste bir defa salâtü selâm getirirse, o mecliste bulunduğu sürece, getirdiği o salâtü selâm yeterlidir.”

Peygamber Efendimiz’in adı her anıldıkça salâtü selâm getiren kimse, getirdiği her salâtü selâm için sevap kazanır.

Burada söz konusu edilen, bir mecliste bir defa j | salâtü selâm getirenin o sorumluluktan kurtulacağıdır.Ünlü muhaddis ve Hanefî fakihi Ebû Cafer et-Tahâvî de (v. 321/933) bu görüştedir.

Bir mecliste bir defa salâtü selâm getirenin sorumluluktan kurtulacak olması, Kur'an Kerîm okuyan kimsenin, bir mecliste birden fazla secde âyeti okusa bile, yapacağı bir secdenin ona yeterli olmasına benzemektedir.

Kadı İyaz,Şifa-i Şerif,cilt:2


KAYNAKLAR;

1)Aliyyü’ 1-Kârî, Şerhu’ş-Şifâ, II, 139.

2)Tirmizî, Daavât 101, nr. 3545; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, II, 254.

3)İsrâ 17/23.

4)Bir Müslümanın Resûl-i Ekrem’e salâtü selâm getirmediği için Cehennem’e girmesi, Allah’ın Elçisi’ne kasten salâtü selâm getirmemenin büyük günah olduğunu göstermek-tedir.

5) Buhân, el-Edebü’l-müfred (Elbânî), s. 222, nr. 644; Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, Müsned (Esed), X, 328, nr. 5922; İbni Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), III, 188, nr. 907.

6)Tirmizî, Daavât, 101, nr. 3546; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 201.

7)Beyhakî, Şuabü’l-îmân (Zağlûl), II, 215, 1573.

8)Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân (Zağlûl), II, 213, nr. 1565.

9)Tirmizî, Daavât 8, nr. 3380. Aynca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 26, 98, nr. 4855, 5059; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, II, 446.

10)İbni Mâce, İkâmet 25, nr. 908. Tevbe 9/67.

11) Tevbe 9/67

12)Abürrezzâk, el-Musannef (Azamî),2,317,nr.3121

13)Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ (Bündârî-Kisrevî), VI, 109, nr. 10244. Ebû Dâvûd, Edeb 26, nr. 4855. Süneni Ebî Dâvût rivâyete göre, bir meclisten Allah Teâlâ’yı anmadan kalkanlar için Resûl-i Ekrem buyuruyor;: “Onlar, eşek leşi gibi bir pisliğin yanından kalkmış gibi olurlar.”buyurmuştur.

14)Nesâî, es-Sünenü’l-kübra, VI, 108, nr. 10242. Aynca bk. Ahmed ibni Hanbel, Müsned, es-Sahîh (Arnaût), II, 351-352, nr. 590-592.

15)Tirmizi,Daavat 101,nr.3545
Devamını Oku »

Resulullah'a Salât ve selamın hikmeti



Bismillahirrahmanirrahim

Sual:
Salâvatın bu kadar kesretle hikmeti ve salâtla beraber selâmı zikretmenin sırrı nedir?

Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma salâvat getirmek, tek başıyla bir tarik-i hakikattır. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir. Çünkü, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardır. Nihayetsiz istikbalde, ebedü’l-âbâdda, nihayetsiz ahvâle mâruz ümmetin, bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir.

-Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan, ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki: Ubudiyet halktan Hakka gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. bunu es-salât ifade eder. Risalet Haktan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrâsına muvaffakıyet ister ki, selâm lâfzı onu ifade ediyor.

-Hem biz seyyidinâ lâfzıyla tabir ettiğimizden, diyoruz ki: Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَرَسُولِكَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ (Allah’ım, Senin kulun ve resulün olan efendimiz Muhammed’e ve onun bütün âl ve ashabına salât eyle.)

Bediüzzaman Said Nursi

(Barla Lâhikası)
Devamını Oku »

Resul-i Ekrem (Asm) Salâvata Bir Anda Vakıf Olur



Bismillahirrahmanirrahim

İ’lem eyyühe’l-aziz!


Cam, su, hava, âlem-i misal, ruh, akıl, hayal, zaman ve saire gibi, tecellî-i timsal akislere mahal ve mazhar olan çok şeyler vardır. Maddiyat-ı kesifenin timsalleri hem münfasıl, hem ölü hükmündedirler. Çünkü, asıllarına gayr oldukları gibi, asıllarının hâsiyetlerinden de mahrumdurlar.

Nurânîlerin timsalleri ise, asıllarıyla muttasıl ve asıllarının hâsiyetlerine mâlik ve asıllarına gayr değillerdir. Binaenaleyh, Cenâb-ı Hak, şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsaydı, senin elindeki ayinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı.

Çünkü, o, timsalinde oldukça harareti, ziyası, renkleri olurdu. Hararetiyle hayat bulurdu. Ziyasıyla şuurlu olurdu. Renkleriyle de duygulu olurdu. Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi. Bu sırra binaendir ki, Resul-i Ekrem (a.s.m.), kendisine okunan bütün salâvat-ı şerifeye bir anda vakıf olur.

Bediüzzaman Said Nursî

(Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
Devamını Oku »