Allah'ın ve Peygamber'in Rüyada Görülmesi Hakkında



Rüyânın hakikatini bilmiyen kimse rü’yâ kısımlarının hakikatlarını bilmez. Rasûl (A.S.) ve şâir Peygamberleri, ölmüş kimseleri rüyâda görmenin hakikatini bilmiyen kimse de Allah Teâlâ’yı rüyâda görmenin mânâsını bilmez.

Âmî (âlim olmıyan) bir kişi, rüyâsında Allah'ın Rasulünü gören her hangi bir kimseyi hakikaten Peygamberin şahsını, kendisini görmüş olarak tasavvur eder. Nasıl ki zihninde vâki olan bir mânâyı söz ile hikâye ve ifade ederse, zihinde çizilen her nakşı, çizgi ve resmi de hayâl, ona ait bir şekil ve sûret ile temsil eder. Zihin, mânâyı söze, hayâl da şekle bürür.

Rasûl-i Ekrem’i hayâtında hiç görmemiş olan bir adam onu rüyâsında görmek ile hakikaten onun şahsını görmüş olduğunu bilmem ki nasıl tasavvur edebilir?

Rasûl-i Ekrem’in nâşı Medine’deki ravzasına konulmuştur. Bu kabir açılmamıştır. Mübarek vücûdu, uyuyan birinin görebileceği bir yere çıkarılmamıştır. Eğer onun rüyâsında gördüğünü Rasûl-i Ekrem’in kendisi diye kabul edersek o zaman O'nu bir gecede bin adamın uyku halinde bin yerde ve bin türlü şekilde ve sîmâda görebileceğine inanmak lâzım gelecektir.

Halbuki, bir şahsın bir hal ve durumda iki yerde, uzun, kısa, genç, kâhil ve ihtiyar olarak iki şekilde tasavvur edilmesinin mümkün olmadığı hususunda vehim de akla yardım eder.

Her kimin bilgisi, bu tasavvurun bozukluğunu kavramazsa,muhakkak o akıl noksanlığı yüzünden hakikatin ve mânânın berisinde isim ve resim, şekil ve sûret ile kanaat etmiştir. Ona itâp etmek uygun olmadığı gibi hitap etmek, bu meselenin hakikati üzerinde konuşmak da lâyık olmaz.

Olur da belki o, gördüğüne, onun yani Allah’ın Rasûlü’nün misâlidir diyecektir. Bu takdirde ona: onun şahsının misâli mi, yoksa şekil ve sûretten arınmış olan ruhunun misâli midir? denilecektir.

Eğer o, gördüğüne: onun yani eti ve kemiğinin vücûda getirdiği şahsının misâlidir derse, onun şahsı, rûhunda ha- yallendirilmiş ve hissedilmiş, iken şahsına ne hâcet var ki? denilir.

Sonra, her kim rüyâsında Peygamber’in ölümünden sonra onun şahsını ruhsuz olarak görmüş ise, sanki o Peygamberi görmemiş, ancak Peygamber’in (A.S.) hareket ettirmesi ile hareket eden bir cisim görmüştür.

Bu itibarla o adam nasıl olur da Resulü Ekrem’in şahsının misâlini görmekle Peygamber‘in hakikaten şahsını görmüş olur!

Doğrusu sudur; adamın gördüğü, Resul-ı Ekrem'in peygamberlik mahalli olan mukaddes ruhunun misâlidir Onun gördüğü o şekil ve sîmâ, Peygamberin ne ruhudur ne de cevheri. Onun şahsı da değildir. Ancak ve gerçekten onun Peygamberlik misâlidir.

Eğer Rasül-i Ekrem efendimiz hazretlerinin ;


«Her kim beni rüyada görürse hakikaten beni görmüştür, çünki şeytan benim şeklime giremez.''

sözünün mânâsı nedir? denilirse; cevap olarak şöyle deriz: bunun mânâsı, Peygamber olarak gördüğü şekil ve şahıs, ancak Hazreti Peygamber ile kendisi arasında ona hakkı bildiren vâsıtanın bir misâli olmaktır.

Nitekim Peygamberlik cevheri yani Rasül-i Ekrem'in vefatından sonra Peygamberlikten baki kalan mübârek rûhu, renkten, şekilden ve suretten münezzehtir. Fakat bu ümmete kendisini tanıtmaları, şekilli, renkli bir suret alan doğru bir misâl vâsıtası ile oluyor.

Nübüvvet cevheri bunlardan münezzeh olunca Hak Teâlanın zâtı da her türlü şekil ve suretlerden onun gibi münezzeh olur. Fakat Allah'ın kula tanıtılması, hiç bir şekil ve rengi olmıyan hakiki ve mânevi cemâle misâl olmaya lâyık olan güzel süratlerden nurâni veya başka türlü mahsus (hissolunan) bir misâl vâsıtası ile olur.

İşte bu vasıf ve kemâldeki misâl Hak Teâlâ’yı tanımakta doğru ve gerçek bir vâsıta olur da uykudaki adam «Ben rüyâda Cenabı Hak'kı gördüm» diyebilir. Onun böyle söylemesinde: «Allah'ın zatını gördüm» demek mânâsı yoktur.

Nitekim «Rüyada Peygamberi gördüm, diyenin sözünde de: «Peygamber'in kendisini ve ruhunu yahut yalnız şahsını gördüm'demenin manâsı yoktur. Ancak bu sözün mâ nâsi: onun rûhunun misâlini görmüş olmaktır.

Eğer, Peygamber’in misli vardır. Fakat Allah Teâlâ’nın hiç bir sûretle misli yoktur. Binaenaleyh; «Allah’ın misâlini gördü» demek hasıl olur? denilirse, şöyle deriz; bu soru, misil ile misâlin farkını bilmemekten ileri gelmiştir Evet, misâl, misilden ibaret değildir. «Misili bir şeyin diğer bir şeye bütün sıfatlarında eşit olması yani tam dengi, eşi ve tıpkısı demektir. Halbuki misâlin, bütün sıfat ve hallerde eşitliğe ihtiyacı yoktur. Bir şeyin bir başkasına aşağı yukarı bazı hal ve sıfatlarda eşit olması, kısacası benzeri demektir, meselâ; aklın bir mânâsı vardır ki o başkası ile benzeşemez. Aklın misli yoktur fakat misâli vardır.

Bize göre, güneş akla misâl sayılabilir. Çünki aralarında tek bir hususta münâsebet vardır. O da şudur; his edilenler yani gözle görülebilecek şeyler güneşin ışığı ile hissolunur. Akıl edilebilenler yani zihnin alabileceği şeyler de akıl ile bilinir. Bir şeye gösterilecek misâl hususunda bu kadar bir münâsebet yeterlidir. Sultan, rüyâda güneş ile temsil olunur. Ay da veziri temsil eder. Halbuki sultan ne şekilde, ne de taşıdığı mânâda güneşe; vezirde görünüşte aya benzemezler. Bunlardaki benzerlik ancak manevi ve tek yöndeki bir münasebettir. Sultanın herkesten üstün bir makamı ve her şeyin üzerinde bir hakimiyeti, umumi bir tesiri vardır, işte güneş de bu hususta sultana bir münasebet arzeder.

Ay da güneşin ziyâsını dünyaya aksettirmekte güneş ile dünyâ arasında bir vâsıtadır. Vezir de bunun gibi sultanın adâlet ve hâkimiyet eserini millete yaymakta bir vâsıta olması itibariyle mütenasiptirler. İşte bu anlattığımız münâsebetler sebebi ile güneş sultanın, ay da vezirin misâli olurlar. Ama biribirlerinin misli değildirler. Hak Teâlâ Kur’an-ı Hakimde; «Allah göklerin ve yerin nurudur. Nurunun misâli bir mişkât (lamba yatağı, abajur) gibidir ki İçinde büyük bir kandil (ampul) vardır, kandil, cam İçindedir. Cam da sanki bir inci yıldız... Mübarek bir ağaçtan tutuşturulur. Bir zeytinden ki ne doğulu, ne de batılıdır. Yağı ateş dokunmasa bile hemen ziya veriverecektir. «Nur üstüne nur….» (Nur 24/35)

Şimdi bu âyette zikredilen mişkât, cam, ağaç ve zeytin yağı İle Cenâbı Allah’ın nurunun nerede benzerliği vardır? düşünülmelidir!

Hak Sübbânehu ve Teâlâ :«Gökten bir su indirdi de vadiler kendi miktarınca sel oldu. Sel de yüze çıkan köpüğü götürdü.» (Ra’d 13/17) buyurdu. Bunu da Kur’an’a misâl olarak zikretti. Halbuki Kur'an ezelî bir sıfattır. Onun asla misli yoktur. O halde nasıl oluyor da su ona misâl teşkil edebiliyor! Neticede: rüyâlar vardır ki,Allah’ın Rasulüne süt veya ip görmek suretiyle» arz edildi de Cenâbı Peygamber bunların neyi temsil ettiğini haber vermek için: «Süt islâmdır, ip ve Kur’an'dır.» dedi.

Kur'an'a misâl teşkil edecek şeyler sayısızdır. Şimdi düşünelim! Süt ile İslâmiyet, ip ile Kuran arasında ne mümâselet yani benzerlik vardır? Bu olsa olsa, sütün hayâtımızı besliyen maddi bir besin;İslamın da iç hayatımızı yaşatan mânevi bir gıda olmasıdır. İp ise; kurtuluş için kendisine yapışılan bir âlet, Kur’an da (manevi hastalık ve felâketlerden) kurtulmak İçin sıkı tutulacak bir nimet oluşudur.

İşte bunların her biri misâldir, misil değildir. Evet hakikaten İslâm'ın da Kur'an'ın da misil yoktur.

Allah Teâlâ’ıiın ise hiç bir misli yoktur. Ama, ona kendi sıfatlarından alınma, akla uygun münâsebetler kurarak bir çok misâller söylenmektedir.

Allah Teâla eşyayı nasıl yaratıyor, onları nasıl biliyor,nasıl kelâm ediyor, kendi zatına mahsus kelâmı nasıl oluyor? Artık biz doğru yolu tutmak isteyene bildirdik ve tanıttık. Bunların hepsini insan ile temsil ettik. Eğer insan kendini bu sıfatlardan tanımamış olsaydı, Hak Teâlâ hakkındaki misâli anlıyamazdı.

Allah Teâlâ hakkında misâl câizdir, fakat misil batıldır. Çünki misâl, bir şeyi açıklıyan, izâh eden söz, manâ veya halden bir şeydir. Misil ise; bir şeyin diğer şeye her bakımdan benzemesidir.

Eğer, söylediğiniz bu tahkik ve gerçekleme Allah'ın rüyada görülmesine izâfe olunmaz, belki Peygamberin rüyada görülmiyeceğinl ifâde edebilir. Çünki hakikaten rüyâda görülen onun aynı, kendisi, değil misalidir. Rasul-i Ekrem'in;Beni rüyâda gören hakikaten beni görmüştür kelâmı bir nevi câiz görülmedir ki manâsı: sanki o beni görmüş ve o görmüş olduğu misâlden işittiğini de âdetâ benden işitmiş gibi demektir, denilirse; Cevap olarak şöyle deriz; «Ben rüyâmda Allah Teâlâ'yı gördüm» diyen kimsenin de demek istediği budur, bundan başka değildir. Ama bu sözü ile: «Ben Hak Teâlâ’nın Zâtını, kendisini gördüm» demek isterse hayır, asla doğru değildir. Çünki Allah Teâlâ’nın mukaddes zâtının görülmeyeceği hakkında bütün din bilginleri ve Islâm filozoflarınca ittifak hâsıl olmuştur.

Halbuki uyuyanın, rüyasında Allah'ın zâtı ve Peygamberin kendisi sandığı bir misâli görmesi câizdir. Bu hal rüyalarda görülüp durmakta iken nasıl inkâr edilebilir?

Gerçi o Peygamberi bizâtihi görmemiş ise de bir topluluğun rüyada Peygamberi görmüş olduğu haberi kendisine tevatür edilmiştir. Yalnız (rüyada görülen ve O'dur diye) inanılan misâl doğru da olabilir, yanlış da.

Doğru olmasının mânâsı: Allah Teâlâ Peygamber ile onu rüyâda görene bazı işleri tanıtmak ve bildirmek için rüyâsının aralarında vâsıta yapmıştır. Evet, Allah Teâlâ'nın kudretinde, kulu ile onu hakkı ulaştıracak olan bu vâsıtanın benzerini yaratmak vardır. Bu hal mevcut iken onu inkâr etmek nasıl mümkün olur?

Eğer, Peygamber'in rüyâda görülmesi câizdir hükmüne varıldığında burada kasdedilen caiz oluş ,peygamber hakkında mutlak mânâda ele alınmalıdır. Allah hakkında ise böyle mutlak olarak ele alınan hususlardan yola çıkarak câizdir hükmü verilemez. Onun hakkında hüküm, ancak izin verilen hususlardadır, denilirse; cevâbımız şudur: Hakikaten Cenâb-ı Hakk’ı rüyâda görmenin ıtlakına, yâni her hangi bir misâl ve şekilde görülmesine izin gelmiştir. Çünki (salâtü Selâm ona olsun) : Allah’ın Resûlü:

«Rabbimi en güzel surette gördüm» demiştir. İşte bu hadîs, Hak Teâlâ’nın hakkında bir şekil ve sûret isbat etmek hususunda gelmiş olan haberlerde ileri sürülen delillerden birisidir.



İmam Gazali,İki Madnun
Devamını Oku »