Zaman

ZamanHakikat şu ki, zaman hiç değişiklik göstermeden tekdüze bir biçimde akıp giden bir şey değildir;bu yüzden bugün ge­nellikle modern matematikçilerin düşündüğü gibi, zamanı geometrik olarak düz bir çizgiyle temsil etmek, aşırı bir basit­leştire nedeniyle zaman hakkında tamamen yanlış bir fikir verir. Daha ilerde göreceğiz ki, bir şeyi gereğinden çok basit­leştirme eğilimi de modern kafa yapısının te­mel özelliklerinden biridir. Bu da doğal olarak her şeyi niceli­ğe indirgeme eğilimini beraberinde getirmektedir. Zaman kavramının gerçek temsil edilişi, ancak geleneksel çevrimler anlayışı içindeki temsilidir. Kuşkusuz bu anlayış da özü itiba­riyle "nitelik haline gelmiş" zaman anlayışıdır?

 

Rene Guenon - Niceliğin Egemenliği
Devamını Oku »

Batı İstilası

Batı İstilası'Batı'nın her yeri istilâ ettiği kuşku götürmez bir gerçektir; onun etkisi önce elinin hemen erişebildiği maddi alanda olmuştur. Bunu da kâh zorla elegeçirerek kâh tica­ret yoluyla ya da tüm toplumların doğal kaynakla­rını kendi tekeline alarak başarmıştır. Ama şimdi bu durumlar daha da ileri noktalara ulaşmaktadır. Ta­mamen kendilerine özgü olan kendi dinlerini başka­larına kabul ettirme çabası gereksinimiyle sürekli harekete geçen Batılılar, anti-gelenekşel ve mater­yalist düşüncelerini başkalarına da kabul ettirmeyi belli bir ölçüde başarmışlardır.

İlk istila hareketi, sadece bedenlere ulaşırken, bu hareket akılları, ze­kaları zehirlemekte ve maneviyatı öldürmektedir. Uzun sözün kısası, öyle ki biri diğerini hazırlamış ve onu mümkün kılmıştır, öyle ki Batı her yerde kendini kabul ettirmeyi ancak kaba kuvvetle başarabil­miştir. Zaten başka türlüsü de olamazdı: çünkü Batı uygarlığının tek gerçek üstünlüğâ sadece bunda­dır; öteki bütün görüş açılarından ise, çok aşağıda­dır. Batı istilası bütün biçimleriyle materyalizmin istilası demektir; zaten başka turlüsü de olamaz.

 

Rene Guenon,Modern Dünyanın Bunalımı
Devamını Oku »

Modern Uygarlık Sunî İhtiyaçların Çoğaltılması­nı Amaçlar

Modern Uygarlık Sunî İhtiyaçların Çoğaltılması­nı Amaçlar

Bir an için, tüm ideallerini maddî «huzur»a bağlayan ve bu nedenle modern «ilerlemenin hayatlarına getirdiği bütün düzenle­melere çok sevinen insanların görüş açısına koyalım kendimizi: Aldatılmadıklarından emin olabilir­ler mi? Çok hızlı haberleşme araçlarına ya da bu türden daha başka şeylere sahip oldukları için ve hareketli ve daha karmaşık bir hayatları olduğu için, insanların bugün eskisinden daha mutlu oldu­ğu doğru mudur? Bize öyle geliyor ki, durum bunun tamamen tersidir: Dengesizlik gerçek bir mutlulu­ğun koşulu olamaz; Nitekim bir insanın ihtiyaçları ne kadar çok olursa o kadar da bazı şeylerden mah­rum olacak, dolayısıyla o kadar da mutsuz olacak­tır. Modern uygarlık sunî ihtiyaçların çoğaltılması­nı amaçlar?

Daha önce yukarılarda da söylediğimiz gibi, sürekli olarak doyurabileceğinden daha çok ihtiyaç yaratacaktır, çünkü insan bir kez bu yola kendini kaptırdı mı, artık o yolda durması çok güç­tür ve hatta belirli bir noktada durması için hiçbir neden yoktur. İnsanlar, asla düşünmedikleri ve hiç­bir zaman akıllarına bile getirmedikleri bu tür şey­ler yokken, bunlardan yoksun oldukları için hiçbir ıstırap duymazlardı. Şimdi ise, aksine bu şeyler on­larda eksik olursa zorunlu, olarak acı çekmektedir­ler; çünkü onları zorunluymuş gibi görmeye alıştı­lar, böylece onlar gerçekten kendilerine zorunlu ol­du.

Bu yüzden bütün imkanlarıyla, kendilerine mad­dî doyumların tümünü sağlayacak şeyleri edinmeye çalışıyorlar, tatmin olabilecekleri tek doyum maddî doyumlardır: sadece «para kazanmak» söz konusu­dur, çünkü eşya edinmek ancak parayla mümkün­dür; insan ne kadar çok paraya sahip olursa, o ka­dar çok eşya edinmek ister, çünkü durmadan ken­dine yeni ihtiyaçlar bulur. Böylece bu ihtiras bütün hayatın biricik gayesi olur. Bazı «evrimciler»in«ha­yat kavgası adı altında bilimsel yasa saygınlığına yükseltileri Vahşi rekabet buradan kaynaklanmaktadır; bunun mantıksal sonucuysa, kelimenin en dar biçimde maddî anlamıyla sadece en kuvvetlilerin var olmaya hak kazanmış olmalarıdır. Zengin olmayan­ların zenginlere karşı gıpta ve nefret etmelerinin te­mel nedeni de budur.

Kendilerine «eşitlikçi» kuram­lar vaaz edilen insanlar nasıl olur da kendilerinin en hassas oldukları konularda çevrelerindeki eşitsizli­ği görüp, isyan etmezler? Tabii ki, isyan ederler, çün­kü eşitsizlik en yoğun düzeydedir. Eğer bir gün mo­dern uygarlık, kitlelerde doğurduğu sınırsız istekle­rin baskısı altında çökmek zorunda kalırsa, bunun kendi temel günahının haklı bir cezası olduğunu ya da hiçbir ahlâkî cümle ya da ifadeye başvurmadan söyleyecek olursak, bizzat etkili olduğu alanda ken­di hareketinin bir karşılığı olan «bir şok» olduğunu görmemek için insanın iyice kör olması gerekir.

İn­cilde şöyle denilmektedir: «Kılıçla vuran kılıçla ölür.» Maddenin kaba kuvvetlerini alabildiğine ser­best bırakıp ortaya süren kişi aynı kaba kuvvetler­le ezilip gidecektir, çünkü onları tedbirsizce hare­kete geçirince ve ölümcül gidişlerinde onları kesin­likle zaptedemeyeceğini ileri sürünce artık onlara hakim olamayacaktır.

Rene Guenon,Modern Dünyanın Bunalımı
Devamını Oku »

Modern Uy­garlık Nicel Uygarlıktır

Modern dünyanın kendi tarzında bilim yaptığını iddia ettiği zamanlarda bile, tüm güçleri­ni yoğunlaştırması gerçekte, sanayi ve makinalaşmanın geliştirilmesinden başka hiçbir şey için de­ğildir: Böylece maddeye hakim olmak ve onu ken­di kullanımlarına tâbi kılmak isterken, başta da de­diğimiz gibi, ancak onun kölesi olabildiler:

Sadece entellektüel tutkularını kelimeyi böyle bir durum­da kullanmaya izin varsa  makinalar icat ve inşa ederek sınırlandırmakla kalmadılar, fakat aynı za­manda sonunda kendileri de gerçekten bizzat makina oldular. Gerçekten «işbölümü» adı altında ki­mi sosyologlarca her ne kadar övülse de, uzmanlaş­ma yalnızca bilginlere değil, fakat aynı zamanda teknisyenlere ve hatta işçilere de benimsetilmiştir. Ve tabi işçiler için, her tür zihinsel faaliyet böylece imkansız kılınmıştır. Eskinin zanaatkarlarından çok farklı olarak, artık işçiler sadece makinaların kölesi oldular; adeta makinalarla bir bütün haline geldiler.

En küçük bir zaman kaybını önlemek için, tamamen mekanik bir tarzda, her zaman aynı olan ve aynı tarz­da yapılan, birtakım belirli hareketleri durmadan tekrarlamak zorundadırlar. Kalkınmanın en yük­sek aşamasının temsilcisi gibi gözüken Amerikan yöntemleri en azından böyle istiyor. Gerçekten, sa­dece mümkün olduğu kadar çok üretmek söz konu­sudur.

Niteliğe o kadar önem vermiyorlar, önemli olan yalnızca nicelik!. Başka alanlarda yaptığımız saptayımlara bir kez daha dönüyoruz: Modern uy­garlık gerçekten nicel: uygarlık diyebileceğimiz bir uygarlıktır. Bu da, onun maddi bir uygarlık olduğunu söylemenin bir başka biçimi demektir.

Kaynak:

Rene Guenon-Modern Dünyanın Bunalımı

 
Devamını Oku »

Çağdaş İnsanın Bunalımı

Modern insan kendisini hakikat seviyesine yükseltmeye çalışacağı yerde, hakikati kendi seviyesine indirmek istemektedir.Kendilerine"geleneksel bilimler"den veya saf metafizikten söz edildiği zaman, sadece "lâdinî bilim"in ve "felsefe"nin söz konusu olduğunu düşünen bu kadar çok insanın bu­lunması kuşkusuz bu nedenledir. Kişisel kanılar alanında her zaman tartışma olabilir, çünkü insan aklı düzeyi aşa­maz ve çünkü insan hiçbir üstün ilkeye başvurmayınca,bir konuyu "leyh'de ve "aleyh"de savunmak için az ya da çok geçerli kanıtları kolayca bulabilir. Çoğu durumlarda,hiçbir çözüme ulaşmaksızın sürekli olarak tartışmayı sürdürebilir insan.

İşte bu yüzden hemen hemen bütün modern felsefe, iki anlama gelebilen ifadelerden ve çok kötü bir şekilde ortaya konulan meselelerden oluşmuştur.Genellikle sanıldığı gibi, tartışma sorunlara açıklık getirmesi bir yana, çoğu kez sorunları değiştirip başka yöne kaydırmakta ve onları daha da anlaşılmaz kılmak­tadır.

Bunun da en olağan sonucu, herkesin hasmını ikna etmeye çalışarak, kendi kanaatına eskisinden daha çok bağlanması ve eskisinden daha fazla tekelci bir tarzda onda ısrar etmesidir.

Aslında bütün bunlarda, hakikat bilgisine ulaşmak söz konusu değildir. Fakat her şeye rağmen, haklı olmak ya da başkalarını buna inandırmasa  en azından kendisini haklı olduğuna inandırmak söz konusudur. Nitekim bu üzücü bir durumdur, çünkü Batı düşüncesinin en belirgin öğelerinden biri olan "kendi dinini yayma" ihtiyacı işe karışıyor daima. Bazen keli­menin en bayağı ve kötü anlamıyla bireycilik daha be­lirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır:

Böylece bir insanın eserini, o insanın özel yaşamı hakkında bildikleriyle yargılamak isteyen insanları her an görmüyor muyuz? Sanki bu iki şey arasında herhangi bir bağıntı kurula­bilirmiş gibi. Bu arada belirtelim ki, ayrıntı merakına bağlı olarak, "büyük insanların yaşamlarındaki en küçük özel durumlara verilen önem, gösterilen ilgi ve onların yaptıkları her şeyi bir çeşit "psiko-fizyolojik" tahlille açık­lama kuruntusuna kapılma aynı eğilimden doğmaktadır;bütün bunlar, çağdaş zihniyetin gerçekten ne olduğunu anlamak isteyen için oldukça anlamlıdır.

Kaynak:

Rene Guenon-Modern Dünyanın Bunalımı
Devamını Oku »

Anti-modern Olmak Batılı Olmak Değildir

'Deyim ye­rindeyse «antimodern» olmak hiç de «anti Batılı» olmak değildir; çünkü bu aksine Batıyı kendi dü­zensizliğinden kurtarmaya uğraşmak için değerli olabilecek tek çabadır, öte yandan, kendi geleneği­ne bağlı her Doğulu da bu konuyu ancak bizim ele aldığımız gibi ele alır ve konuya başka türlü bak­maz. Hiç kuşkusuz asıl Batının, modern uygarlıkla özdeşleşen Batıdan daha az hasmı vardır, zaten asıl Batıya karşı çıkmak anlamsızdır. Bugün kimileri de «Batıyı savunma»dan söz etmektedirler ki, bu çok gariptir. Oysa ilerde göreceğimiz gibi, gerçekten her şeyi batırmakla, tüm insanlığı kendi düzensiz etkin­liğinin girdabı içine çekmekle tehdit eden Batıdır.

Kaynak:

Rene Guenon-Modern Dünyanın Bunalımı
Devamını Oku »

Tasavvufun Kaynağı Gerçekten Hind, Yunan veya Zerdüşt lük mü?

Bu bapta biraz da çağdaş sûfîlere bakalım. Görebildiğimiz kadarıyla tasavvu­fun menşei konusuyla ilgilenmiş ve bu hususta daha tatmin edici şeyler söylemiş bir XX. yüzyıl sûfîsi -üstelik Hind ve diğer Doğu mistisizmlerinin çok iyi tanıyan- Rene Guenon’dur. Bir eserinde yer alan İslâm tasavvufu konulu makalesinde; İs­lâm’ı içinde sahih geleneği barındıran bir din olarak gördüğünü belirterek önemli şeyler söyler. Bu zemin üzerinde dikkat çekici tespitlerini sıralayarak verelim:

-Tasavvuf hem tarikati, hem hakikati araç ve amaç olarak içerir (s. 30).

-Tasavvuf teriminin Batı dillerine en doğru aktarımı “initiation” (inisiasyon)’dur. “Sufizm” tabiri uydurmadır, (s. 30) Tasavvuf her gerçek inisiasyon gi­bi “ezoterik”tir (s. 34).

-Tasavvuf yoluna giren herkes için eriştiği şey ne olursa olsun “mutasavvıf’ terimi kullanılabilir, fakat “sûfî” kelimesi bu yolda en üst mertebeye ulaşanlar için kullanılmalıdır (s. 31).

-Sûfîlik İslâm öğretisine sonradan eklenmiş, dışarıdan gelmiş bir şey değildir (s. 32).

-İslâm tasavvufunun mistisizm ile uzaktan yakından ilgisi yoktur (s. 33-34).

Bu tespitler, mühtedî bir batılının konuyla ilgili olarak ulaştığı tefekkür sevi­yesini göstermesi açısından çok dikkat çekicidir. Guanon öncelikle tasavvuf te­riminin Batı dilerindeki doğru karşılığının ne olması gerektiği üzerinde kafa yormuştur ki, bu bizim için de önem taşır. Çünkü neredeyse bütün münevverle­rimiz Batılı terminoloji üzerinden düşünmekte ve yazmaktadır.

Batılı kavramlarla düşünen bir kafa için inisiasyon ve ezoterizm ile sufizm arastadaki alâkasızlık, konuyla ilgili bir tefekkür eksikliğine yol açmaktadır. Buna mistizm kavramının Türkçedeki muğlaklığı da eklenince durum daha da vahim bir hal almaktadır. Herkes, mistisizmi tasavvuf kavramıyla müteradif olarak kul­lanmaktadır. Necip Fazıl’ın Tanrı Kulundan Dinlediklerim adlı eserinin “Misti­sizm” başlıklı bölümlerinde dile getirdikleri aslında bu boşluğu doldurma yolun­da bir tefekkür cehdidir. Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu adlı eserinde de ko­nuya değinmiştir. Necip Fazıl, Guanon’u okumamıştır ve söyledikleri tam olarak onunla aynı değildir elbette ama konuyla ilgili yerli düşünce dünyamızda nere­deyse tek dişe dokunur tefekkür çabasıdır. Tabii Rasim Özdenören’in Kafa Ka­rıştıran Kelimeler''inde yer alan konuyla ilgili bölümler de bu bapta oldukça ay­dınlatıcıdır ve hemen akla gelmelidir.Guenon’un görüşleri özellikle Necip Fazıl’ın mistisizm hakkındaki görüşleriyle karşılaştırılabilir de.

Guenon’un en ikna edici olarak ortaya koyduğu husus tasavvufun İslâm dı­şında bir kökünün olup olmadığı meselesidir. Bu husus gerçekten İslâm dünya­sında çok sık söz konusu edilen bir husustur ve tasavvuf karşıtları da bir tür ko­laycılıkla, zaten sevmedikleri tasavvufun Hint, Yunan, İran menşeli olduğunu id­dia ederek düşüncelerine bir tutamak bulmuş olurlar. Oysa Guenon, tasavvuf de­nen şeyin İslâm’ın özüne ilişkin bir parça olduğunu ve bunsuz İslâm öğretisinin, ana ilkeleri konusunda bile eksik kalacağını vurgulamıştır (s. 32). Ayrıca İslâm tasavvufuna özgü anlatım biçimleri, Arap dilinin yapısıyla sıkı bir biçimde iliş­kili olması da bu düşünceyi geçersizleştirmektedir. Eğer diğer öğretilerle benze­tişen yönler varsa “varsayımlı ‘alıntılar’a başvurmadan kendiliğinden” açıklanabi­lir….

Guenon, tasavvuf tarihçilerinin ‘tasavvuf kavramının ortaya çıkışı ve Arap­ça’da erken veya geç bir dönemde var olmuş olması üzerindeki tartışmalarını da an­lamsız bulur: ‘Tasavvuf pekâlâ, tasavvuf kelimesinden çok önce, ister başka bir ad altında ister ona bir ad verme ihtiyacı duyulmadan mevcut olabilir. (...) Gelenek açıkça belirtmektedir ki, hem zahirî yollar hem Bâtınî yollar doğrudan Hz. Peygam­ber’in eğitim ve öğretiminden çıkmaktadır” (s. 33). Dolayısıyla aslında “(..,) bu ka­darı, konuya dışından bakmayan biri için, meseleyi çözmesinde yeterlidir.”

Guenonun açıklamaları son derece yalındır ve kolayca anlaşılabilmektedir. Çünkü bu konularda kafası nettir ve üstelik o, ‘konuya dışarıdan bakmayan’ bi­ridir.. Oysa ‘yerli’ düşünce dünyamızdaki birçok isim konuya maalesef dışarıdan bakmaktadır.Bakarken de tamamen,Guenon’un önemle dikkat çektiği kavram kargaşasına düşmektedir.

Tercüme yoluyla da olsa Türkçede mistisizm-tasavvuf karşıtlığını Guénon kadar net açıklayan bir ikinci düşünüre rastlanmaz. O Hıristiyan mistisizmini de çok iyi tanımaktadır ve alandaki yetkinliğiyle yine son derece yalın bir biçimde konuyu açıklığa kavuşturur: “Her şeyden önce, mistisizm tamamen Hıristiyanlı­ğa özgü bir şeydir” (s. 34). İşte mistisizm kavramını uluorta kullanan intelijansiyamızın öncelikle dikkatinden kaçan nokta budur. Bu husustaki açıklamaları tek kelimeyle harikadır; özetleyecek olursak şunları yazabiliriz:

Mistisizm tamamen dinî (religieux) alana aittir; sadece zahirle bağlantılıdır. Mistik sürekli bir “edilgenlik” içindedir. ‘Mistik tarikat’ diye bir şey olamaz. Mis­tik sürekli yalnız yaşayan biri olduğundan manevî etkiyi (bereket) kendisine ulaş­tıracak bir “silsile”den mahrumdur. Oysa bu aktarım, tasavvufu karakterize eden şeydir. Amaçlarının değişikliği bir yana “mistik yol” ile “tasavvufi yol” kökten bağdaşamayacak iki tarzdır. Mistik, çeşitli bilgi dallarıyla da meşgul birisi değil­dir. Ayrıca mistisizm kavramını Arapçada yaklaşık da olsa karşılayabilecek bir te­rim yoktur ve dolayısıyla bu kavram İslâm geleneğine büsbütün yabancıdır.

İmdi, burada özetlenen görüşlerin bir de kitaptan ayrıca okunması gereklili­ğine dikkat çekerek İslâm tasavvufuna dair sureta bilgi ve yargılarla değerlendirilemeyecek bir derinlik taşıdığını belirtmeliyiz. Bir kere Guénon Doğu ve Batı kaynaklarıyla birlikte klasik İslâm kaynaklarını bütünüyle hazmetmiş bir kişilik­tir, böyle bir zeminden konuşmaktadır. Diğer yandan İslâm dünyasında doğup yetişmiş birçok kimse dahi tasavvufu sürekli yalnız yaşamak (bir lokma bir hır­ka) zannetmekte, inzivanın da bir geçiş evresi olduğundan haberi bulunmamak­tadır. Sûfîyâne yolculuğun nihayetine varıldığında orada kalınmaması; tekrar halka dönülmesi gerektiği gibi ayrıntılardan ise hepten bihaberdir. Guénon -baş­ta da vurguladığımız gibi- tasavvufun sadece zahirden ibaret olmadığını, bâtınla zahiri bir arada içerdiğini kabul ederek konuşmaktadır.

Yusuf Turan Günaydın, Hece Dergisi,İslam Medeniyeti Özel Sayı
Devamını Oku »