Şefaat hakkında İslamoğlu ve Okuyan'a reddiye



Hüseyin Avni Hoca



Besmele, hamd, salat ve selamdan sonra…

Selam hidayete tabi olanlara olsun…

Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan!. Size bu mektubumda muhterem kardeşlerim şeklinde hitap edip Rabbim size rahmet etsin ve sizi her türlü musibet ve afetten korusun diye de dua etmek çok isterdim.. Bu hitap ve duama belki sizler muhtaç değilsinizdir; ama insan ve mümin olmanın hazzını yaşamak ve tatmak isteyen biri olarak ben muhtacım.. Ancak ne yazık ki birçok meşru ve makul sebeple bunu yapamadım.. Çünkü sizler ki, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e -Allah’ın O’na salat ve selam edin (Ahzab:56) emrine rağmen- salat ve selam getirip dua etmeyi bile yalakalık sayabildiğinize göre, isimlerinizin başına herhangi bir hürmet ifadesi kullanmaktan ve sizin için dua etmekten, inanın size yalakalık etmekte olduğumu zan ve iddia edebileceğinizden korktum.. İşte o yüzden bundan böyle size sırf isimlerinizle hitap etmekte beni lütfen okuyanlar da mazur görsünler, siz de mazur görün.. Bu hitap tarzım, bedeviliğime ve kaba sabalığıma değil de korku ve endişeme bağlansın..

Mustafa, Mehmet!.. Bir takım genç Mü’minlerden duyduğuma ve yazıya döküp bana getirdikleri konuşma metninizden okuduğuma göre şefaatin -sergilediğiniz mantık olarak- hepsini zımnen, günahların affedilmesi için olan çeşidini ise açıkça inkâr ediyormuşsunuz.. Kitap, Sünnet ve Ümmet’in icmaı ile kesin ve sabit olan bu mana ve muhtevasını doğru anlayamadığınız şefaati kabul eden Mü’minlere de olmadık hakaretler yağdırıyormuşsunuz..

Mustafa, Mehmet!.. Bilenler iyi bilirler ki, geçmişte Mutezile mezhebi imamları, aklı, -çoğu zaman- yerinde ve kaldırabileceği kadar değil de, sahasının kısmen veya tamamen dışında ve lüzumundan fazla kullandılar. Bu yüzden de -ne yazık ki- akılcı akılsızlar sürüsü haline geldiler.. Bunların bozuk anlayışları ve şeytani vesveseleri geçmişte Ehl-i Sünnet uleması tarafında tamamen çöplüğe fırlatılıp atıldı.. Sizler ise şimdilerde o çöplükleri eşeleyip bu vesveseleri çıkarıyor ve kendinize ait düşüncelermiş gibi yaymaya çalışıyorsunuz.. İlmî ve aklî kifayetiniz ile doğru anlama rüştünüzün bulunmaması yüzünden de çürüyüp fosil haline gelen bu bozuk anlayış ve inanışları çok kere yanlış anlamaktasınız.. Bunlar yetmiyormuş gibi ayrıca onlara birçok saçmalıkları ilave etmekle de işi iyice çığırından çıkarmaktasınız.. Ehl-i Sünnet uleması tarafından onlara verilen mufassal ve okkalı cevapları ya okuyamamış veya nadiren okusanız bile yanlış okuyarak hatalı anlayıp anlatmaktasınız..

Veyahut da basbayağı bir ilim hıyaneti içindesiniz.. Kesinlikle biliyorum ki, sizin kendinize ait tek bir fikriniz yoktur.. Çünkü gördüğüm kadar kabiliyet ve gayretiniz fikir imaline hiç de elverişli değildir.. Kullandığınız ifadelerden anlayabildiğime göre dağarcığınız ya müsteşriklerin/oryantalistlerin veyaMutezile’nin paket proğramlarından yer gösterilmeden alınan bilgi ifrazatı/atıkları ile doludur.. Sizin kendinize has olan işiniz ise sadece şu sözü geçen iki zümreyi kör bir şekilde ve cahilce taklit etmekten ibarettir.. Hak yolun imamlarının izinden gitmeyi zül ve ar sayar, reddedersiniz ama azat kabul etmez köleler gibi yoldan çıkmışların peşine takılırsınız.. Çizgilerinden ve gölgelerinden kıl kadar dahi ayrılmazsınız.. Onların düşüncelerini asla münakaşa etmez ve ettirmezsiniz..

Diğer yandan da herkesin sizin önünüzde el pençe divan durmasını, ardınızdan asla ayrılmamasını vücudunuzun bütün zerrelerinizin dilleriyle istersiniz.. Siz peygamber sallallahua leyhi ve sellem bile olsa herkesi münakaşa edebilir bir yana fırlatabilirsiniz ama kendinizi katiyen zerre miktarı tartıştırmaz, burnunuzdan asla kıl aldırmazsınız.. Kendi ithalpaket proğramlarınızı set haline getirip ambalajlayarak cümle aleme cebren ve hile ileyutturmaya çalışırsınız.. Sözün kısası, siz işte bu kadar çaplı ve dürüst kimselersiniz..

Mustafa, Mehmet!.. Mu’tezile’den söz etmişken, onların günahların affedilmesi için yapılacak şefaatleri inkâr ederken delil diye ileri sürdükleri şüphe ve saçmaların birkaç tanesini buraya alalım.. Sonra da Ehl-i Sünnet ulemasının onlara verdiği cevaplardan bir kısmını hulasa edelim..

Birinci şüpheleri: Ancak (Allah’ın) razı olduğu kimseye şefaat edecekler ayeti.. Oysa fasık, razı olunan bir kimse değildir..

İkinci şüpheleri: Çünkü şefaatte, Allah’tan, düşmanını dost, cehennemliği de cennetlik yapmasını istemek manası vardır ki bu güzel görülecek bir şey değildir..

Üçüncü Şüpheleri: Büyük günah sahipleri için şefaatin olduğunu söylemekte günahlara teşvik vardır ki bu caiz değildir..

Dördüncü Şüpheleri: Hiçbir kimsenin, hiçbir kimseden hiçbir şeyi (zarar ve azabı)savamayacağı ve ondan hiçbir şefaatin kabul edilmeyeceği günden sakının(Bakara:48)mealindeki ayet..

Birinci şüphelerinin cevabı.. Kur’an’da geçen mutlak zalim kâfir demektir.. Yani şöyle zalim böyle zalim gibi vasıflarla zikredilmeyip sadece zalim lafzı kullanılmış ise bunun kafir olduğu anlaşılır.. Ancak (Allah’ın) razı olduğu kimseye şefaat edecekler ayetindeki razı olunan kimse de her bir mümindir; çünkü onun imanı ve taatıi vardır. Yine ayetten anlatılmak istenen sadece(Allah’ın) kendisine şefaat edilmesine razı olduğu kimseye şefaat edeceklerdir demektir.. O halde neden ayetin anlaşılmasında zıt görüş bulunmasına rağmen Allah büyük günah sahibinden razı olmaz dediniz?..

İkinci Şüphelerinin Cevabı: Düşmanını dost, yapmasını istemektir sözleri doğru değildir.. Bu dediğinizi mümin büyük günah işlemekle imandan çıkar ve Allah’ın düşmanı haline gelirşeklindeki bozuk temel inancınızın üzerinde kurdunuz.. Bizim temel inancımıza göre ise mümin büyük günahları işlemekle Allah’ın düşmanı haline gelmez.. Ebû Hanîfe rahimehullah el-Âlim ve’l-Muteallim isimli kitabında bu görüş üzerindedir.. Yine mümin büyük günahları işlemekle mutlak olarak cehennemlik olmaz.. Aksine bunda, Allah’ın, kuluna fazlı ve keremi ile muamele etmesinin istenmesi vardır..

Üçüncü Şüphelerinin Cevabı: Büyük günah sahipleri için şefaatin olduğunu söylemekte günahlara teşvik vardır demelerine gelince.. Hayır, öyle değil.. Çünkü biz şefaatin vacipolduğuna hükmetmiyoruz ki kul azaptan emin olsun, şefaate güvenip dayansın ve günahları işlemeye cüret ve cesaret göstersin.. Aksine biz büyük günah işleyen her bir fert için bunun caizolacağına ve tasavvur edileceğine hükmetmekteyiz.. Şefaate nail olmayı umması, af ve mağfiretten de ümit kesmemesi için.. Sizin şefaatin olmaması, affın imkânsızlığı ve büyük günah işleyenlerin ebedi olarak cehennemde kalacaklarına dair dediğiniz sözlerde, insanları ümit kesmeye ve Allah’ın rahmetinden ümitsiz olmaya atmak vardır.. Bu ise küfürdür.. Allah Teala,Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler topluluğu ümit keser (Yusuf:87) buyurmuştur.. (İbnu Kutlubuğa: Haşiyetü’l-Müsayere:217-218)

Dördüncü Şüphelerinin Cevabı: Ehl-i Sünnet alimlerinin Mu’tezile Mezhebinin bu ayetigünahların affı için şefaatin olmayacağı iddialarına delil getirmeleri karşısında verdikleri uzun ve güzel cevaplar vardır..

Birincisi:

-Bu ayetteki hüküm her bir ferdi ve bütün halleri kapsamaz.. (Îcî, Devvânî ve başkaları..)

-Bu sözün zahiri/açığı, hükmün, iki şeyi yani hem fertlerin tamamını hem de hallerin tamamını kapsamayacağıdır. Fertleri kapsamaması, umum sığalarından olan nefiyden sonra nekre ismin bulunması ile düşmüştür.. Yani bu, umum bildirdiğinden fertlerin tamamını kapsar.. Öyleyse doğrusu, şahıslar ve vakitlere nispetle umum bildirmez demektir.. Çünkü lâ teczî/defedemeyecektir, savamayacaktır sözünde devamlılık manasını gösterir bir şey yoktur.. Bu umum ifade etme/fertlerin hepsini kapsaması kabul edilecek olsa bile, (şefaat vardır veşefaat yoktur şeklindeki) delillerin mümkün mertebe tenakuzdan kurtarılması için (bu ifade umum bildirse de) umum kast edilmemiştir, kâfirlerle sınırlıdır denilir .. Onun için buna umum bildirdiğini kabul ettikten sonra bunun kâfirlerle sınırlandırılmasının manası yoktur şeklinde bir itiraz yapılamaz. Aksine biz, delilin delaletsiz olmaya tahsisinin bir manası yoktur deriz.. (Gelenbevî Ale’l-Celal, 2/271)

Mustafa, Mehmet!.. Fahruddin er-Râzî’nin, hiçbir kimsenin, hiçbir kimseden hiçbir şeyi(zarar ve azabı) savamayacağı günden sakının (Bakara:48) ayetini tefsir ederken şefaat hakkında getirdiği delilleri ve Mu’tezile’ye verdiği o güzel ve susturucu cevaplarını hiç mi okumadınız, hiç mi görmediniz, gördüysen hiç mi anlamadınız?..

Mustafa, Mehmet!.. Sözlerinizden okuduğuma ve gördüğüme göre sövdüğünüz ve savaştığınız Mü’minlerin, söz ve yazılarında kullandıkları kelime ve ıstılahlara/terimlere ne mana yüklediklerini, bu meseleye girmeden evvel bizzat onlara soracak yerde bu lafızlara sadece kendi saplantılarınız ve yakıştırmalarınızla mana veriyor ve onlara yakası açılmamış nice hakaretler ediyorsunuz.. Durmadan havayı yumrukluyorsunuz.. Hatta belli ki küfürlerinizin ve hakaretlerinizin mesnedi kalmayabilir endişesiyle ve korkusuyla bunu onlara sormaktan kasıtlı olarak çekiniyorsunuz.. Hep hakaret edebileceğiniz ve kendi o pek sevdiğiniz tabirinizle onları iyice ötekileştirebileceğiniz manalarda çakılıp kalıyorsunuz.. Hasım saydıklarınıza yani bütün bir Ümmet’e ve alimlerine her dem kendi yakıştırma, vehim, yalan ve iftiralarınız üzerinden atış yapıyorsunuz..

Mustafa, Mehmet!.. Evet, sizin bu yaptığınız, cahillikten de öte büyük bir ciddiyetsizliktir.. Birazcık aklı ve ilmi olan ciddi bir kimse, hiç değilse tezyif edeceği ve karalayacağı inanç, söz ve düşüncelerin önce ne olduğunun sınırlarını açık bir şekilde çizer, ne diyecekse ve ne yapacaksa ondan sonra der ve yapar.. Muhataplarının hiçbir şekilde söylemediklerinden hareketle asla gevezelik yapmaz.. Kur’ân ve Sünnet istikametinde şefaate imanı olan Mü’minlere çamur atarken yakışıksız ve saçma tasvirleri ve yakıştırmaları bir yana koyarak siz şu kitabınızdaki yahut konuşmanızdaki veya makalenizdeki şu sözünüzle veya başkalarına ait olup kabullendiğiniz sözlerde ŞEFAAT’a şu manayı yüklüyorsunuz; oysa bu yaptığınız, şu nakli veya akli delile göre yanlıştır, doğrusu ise budur gibi ilmi ifadelerle karşı çıkacak yerde abur cuburlarınızla şamata etmeyi marifet sayıyorsunuz..

Ciddi ilmî bir tenkıdde hasım bilinen kişilerin kelam veya kalem sürçmelerine yahut köşede bucakta kalmış ve taraftarlarınca bile kabul görmeyen şaz ifadelerine sarılmaya bile tenezzül edilmez; aksine daha çok ve asıl asla ve gövdeye bakılır.. Oysa siz böyle bile yapmıyorsunuz.. Sürçme mahsulü ifadelerine de dayanmıyorsunuz.. Daha da ileri giderek onlara sırf iftira ve yakıştırmalarınız üzerinden çamur atıyorsunuz..

Mustafa, Mehmet!.. İslam’ı bilmemenizin yanında aklın ve mantığın kanunlarından da haberiniz olmadığından hatta bu halinizi dahi göremediğinizden gelişi güzel ve saçma sapan konuşmaktasınız.. Büyümekle büyütülmenin farkını bilmediğiniz yahut bilmez gibi yaptığınız için hep zırvalıyorsunuz..

Mehmet, Mustafa!.. Biz size Mü’minlerin kabul ettikleri ve inandıkları şefaatin evvela Kur’ân’dan bazı delillerini getirip sonra da ne olduğunu gösterelim ve çerçevesini çizelim:

Rabbimiz şöyle buyurdu:

{ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ }

“O’nun yanında kimdir şu şefaat edecek olan?!. Ancak, O’nun izni ile (şefaat edecek olan)başka..” (Bekara:255)

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ارْتَضَى }

“Ancak Allah’ın razı olduğu kimseler için şefaat edecekler..”(Enbiya:28

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا }

“Şefaate malik olamayacaklardır; ancak, Rahman’ın katında ahd edinenler başka.”(Meryem:87)

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا }

“O günde şefaat fayda vermeyecektir.. Ancak Rahmanın kendisine izin verdiği ve onun için söz söylemeye razı olduğu kimse başka..”(Taha:109)

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ }

“Onun yanında şefaat fayda vermeyecektir. Ancak, kendisi izin verdiği kimse için olan başka..” (Sebe:23)

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ }

“Ondan başkasına ibadet edenler şefaate malik olmayacaklardır.. Ancak Hakka bilerek şahitlik edenler başka..” (Zuhruf:86)

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ }

“Günahın için ve Mü’min erkeklerle Mü’min kadınlar için mağfiret iste” (Muhammed:19)

Aşağıda da anlatılacağı üzere başkasının günahı için af istemek, aslıda şefaat talep etmek demektir. Buna göre Allah celle celalühu, Resulünden Mü’minlere şefaat etmesini emretmektedir..

Mehmet!.. Sen, bunları ve benzeri nasları sadece sevabın ikiye katlanması için saymakla ayeti hem tahrif etmekte hem de -aşağıda da görüleceği üzere- kendi mantığınızla tezada düşmektesin..

Sonra..

Şefaat ne demektir?

Seyyid Şerif Cürcânî, şefâati şöyle tarif ediyor:

“Şefaat, kendisine karşı suç işlenen kimseden suçu affetmeyi istemektir.” (Tarifat)

Buna göre şefaat, Allah’tan, O’na karşı günah işleyen bir Mü’mini affetmesini istemektir.. Yani onu bağışlaması için Allah’a dua etmektir..

Ancak, Cürcânî’nin bu tarifi, şefaat’in sadece en büyük ve en mühim kısmını teşkil eden günahlar ve azaplar için yapılacak olan şefaat’i içine almakta, sevap artırması ve mükâfat verilmesine dair olacak olan şefaati dışarıda bırakmaktadır.

Şeyhu’l-İslam İbrahîm el-Beycûrî, şöyle diyor:

“Şefaat, lügatte, vesile ve istemek, ıstılahta ise, başkasından bir başkası için hayır istemekdemektir.” (Tühfetü’l-Mürid Şerhu Cevhereti’t-Tevhîd:131, M. Behiyye,1303)

Buna göre şefaat, Allah’tan, bir Mü’min tarafından bir başka Mü’min için gerek sevabının ve ecrinin artırılması ve ona mükâfat verilmesi, gerekse azabının giderilmesi şeklinde olan bir hayrı istemekdemektir.

Yani şefaat, Allah’a bir çeşit dua etmektir..

Görüldüğü gibi Beycûrî’nin bu tarifi, kısa, özlü ve çok dikkatli bir tarif..

Tânevî de bu manadaki şefaati daha açık olarak şöyle tarif etmiştir:

Bir başkasından yine bir başkası için bir hayrın yapılmasını yahut zararın/cezanın terkedilmesini yalvararak istemektir.. (Keşşafu Istılahati’l-Fünûn)

Mustafa, Mehmet!.. Sizin anlayacağınız, Allah’tan istenilen şeyler -bir taksime göre- ikiye ayrılıyor: Kişinin Allah’tan kendisi ve başkaları için istediği şeyler..

Buna göre şefaat, Allah’tan (kendisine değil de) başkasına bir mükâfat vermesi ve günahını affetmesini yalvararak istemek demektir.. Yani Allah’ım!. Şu kuluna şu hayrı ver, veya şu kulunun şu günahını affet diye yalvarması; bunun için yana yakıla Allah’a dua etmesi.. Bu dua dünyada, herkes tarafından, her Mü’min için yapılabilir.. Ancak ahirette yapacak ve yapılacak olan şefaat Allah’ın izniyle olur.. Onun için, şefaat, ahirette bir Mü’min tarafından bir başka Mü’min için bir hayrın temini veya bir şerrin def edilmesi için Allah’a yapılacak olan belli bir duadır..

Mustafa, Mehmet!.. Yani, bir defa daha kısaca tekrar edecek olursak, Allah’a başkası için yapılan duaya şefaat de deniliyor..

Mehmet!.. Konuşmanda bunların anlattığı Âhiret'te ne yaparsanız yapın, nasıl bir hatalar zincirine bulaşmış olursanız olun sizi gelip biri kurtarıyor demekle Mü’minlere iftira ve çamur atıyorsun.. Bunun yanında aslında -belki de farkına varmadan- aklının ve anlayışının kıt olduğunu da ilan etmiş oluyorsun..

Mehmet!.. Nasıl Allah’tan korkmadan ve kullardan utanmadan bunların anlattığı, -ne yaparsanız yapın, nasıl bir hatalar zincirine bulaşmış olursanız olun- Ahiret'te sizi gelip biri kurtarıyor diyebiliyor ve hem yalan söylüyor hem de Kur’ân’da onca ayette imanlı olma ve ilahi izin şartına bağlı olarak vuku bulacağı haber verilen şefaati kabul edemiyorsun?!..

Mehmet!.. Kim demiş ne yaparsanız yapın biri gelip sizi kurtaracak diye?.. Hiçbir kimse.. Çamur atıp karalamaya çalıştığın Mü’minlere göre dinden dönen ve küfre giren ile Allah’ınşefaat için izin vermeyeceğini kimse kurtaramayacak.. Keza kul haklarında da muhtemel çok hususi olan şartlar dışında iş yine böyle olacaktır.. Buna rağmen böyle diyenler için ‘neyaparsanız yapın biri gelip sizi kurtaracak’ diyorlar iddiasında bulunmak yalancılık ve sahtekarlık değil de nedir?.. Evet, yapılan, hem yalancılık hem de sahtekarlıktır..

Mehmet!.. Siz, Allah’ın tanıdığı rahmete mani olmaya yahut sınır koymaya çalışan ve onca bol ve geniş olan ilahi rahmetin taksim amirliğine soyunanlardansınız..

Biliyor musun, Rabbimizin,{ أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَ } /Onlar mıdır Rabbinin rahmetini taksim etmekte olanlar? buyurarak kınadığı müşrikler de sizin gibi yapıyorlardı..

Mehmet!.. Senin Din gününün sahibi sadece Allah’dır. Ve o gün Rabbinizin hiçbir danışmanı yoktur. Dolayısıyla buradan hiçbir kimse Allah'a orada kiminle ne karar vereceğinin dersini veremez şeklindeki bu sözlerin cidden edepsizce ve terbiyesizce sarf edilen açık inkar sözleridir.. Azıcık bir delikanlılığın ve cesaretin varsa, bu onca ayeti inkar manası taşıyan zırvalarını kalabalık bir topluluk karşısında bize söylesen ya!.. Ama sende o yürek ve cesaret ne gezer.. Sen ve senin gibilerin yaptığı, yiğitçe değil hep kaçamak güreşmektir.. Din gününün sahibi olan Allah’ın, nice hikmetlerle münasip gördüğü kimselere şefaat izni vermesini, onu müşavir/danışman mevkııne koyması yahut Allah’ın ahirette -haşa- kiminle ne karar vereceğiolarak anlayabilmek için en azından geri zekalı olmak gerekmez mi?!..

Mehmet!.. Bu sözündeki mantıkla sarf ettiğin şu endazesiz sözler, sevapların katlanmasıiçin de bahis mevzu olmaz mı?. Elbette ki olur.. Öyle ya, şefaati kökünden inkâr eden bir kimse sana, senin kabul ettiğin bu ‘sevapların katlanması’ için yapılacak şefaat da kendi şu mantık ve anlayışına göre bir danışmanlık işi olur; zira günahların affı için olan şefaat ile bunun ne farkı var? dese ona ne dersin?.. Mugalata ve kandırmaca gibi bir maksadın yoksa hiçbir şey diyemezsin.. Çünkü birisi bir şeyin olmasını diğeri de olmamasını sadece Allah’tan istemekdemektir.. İkisi de bir kimse tarafından bizzat hak edilmeyen bir şeyin ona meccanen, karşılıksız, bedelsiz lütfen verilmesini Allah’tan talep etmektir..

Mehmet!.. Bu senin ifadelerinden de açıkça görülmektedir ki, aslında ortadaki sıkıntı sadece cahillik ve imansızlık yahut iman kıtlığı değil, bütün bunlardan daha önce edepsizlik, akılsızlık, idraksizlik ve haddini bilmeme sıkıntısıdır..

Mehmet!.. O, biz Rahman ve Rahim olan Allah'a inanırız. Rabbimiz'in bağışlayıcılığına inanırız. Ama O’nun bağışlayıcılığı üzerinden Allah nasıl olsa Affeder deyip geçerseniz başka bir ayetle yüz yüze gelirsiniz o ayette der ki; Allahu Teala Ey insanlar! Sakın ola şeytan sizi Allah ile aldatmasın sözünle yine halt ettin yani karıştırdın.. Karıştırdın ama bu sefer hakla batılı birbirine karıştırdın.. Biz Rahman ve Rahim olan Allah'a inanırız. Rabbimiz'in bağışlayıcılığına inanırız derken de doğru deyip demediğini bilmiyorum ama sözünün kalan kısmında doğruyu söylüyor lakin doğru demiyorsun.. Doğru demiyorsun, çünkü bu doğruyu batılına mesnet yapacak şekilde sarf ediyorsun..

Mehmet!.. Günümüzde Sünnet taraftarı olan yegane Mü’minlerden kim Allah nasıl olsa Affeder diyor?.. Hiçbir kimse demiyor.. Böyle diyen biri asla yok.. Ben duymadım.. İnanıyorum ki sen de duymamışsındır.. Kimse duymamıştır.. Bu sözü söyleyen varsa ve hangi zındıksa, Allah ona iman versin, değilse canı cehenneme.. Burada böyle bir bahaneyle şefaati inkâr ediyorsun.. Değilse, boş gürültülerle insanları oyalıyorsun.. Üstelik bu görüşlerin sahibi olan sen, Çok aldatıcı olan, sakın ha sizi Allah ile aldatmasın.. ayetinde ikaz edilmene rağmen tezgaha gelenlerdensin.. Ğarûr seni çok feci aldatmış..

Mehmet!.. Hele bir takıma girerseniz, hele bir okulun veya ekolün mensubu olursanız, hele birileriyle anılıyor olursanız zaten isteseniz de cehenneme gidemiyorsunuz.. sözünün buraya kadar olan kısmında kimilerine ve bilhassa kendine göre diyorsan doğru söylemiş olabilirsin.. Dolayısıyla bunları önce kendi mahallende ara.. Hele sakın yanılıp da Ehl-i Sünnet diyarında ve arasında aramaya kalkma.. Bulamazsın.. Boşuna yorulma..

Mehmet!.. Ancak yani biri kurtarıyor; bu kurtarış iddiaları Kur'an'dan referans alamaz.. derken açık bir yalan söyleyip -çok aldatanların insan cinsinden olan bir ferdi olarak- Mü’minleri Allah(ın ayetleri) ile çok kötü kandırıyor ve aldatıyorsun.. Evet, onca şefaat ayetinden anlaşıldığına göre Allah’ımızın şefaat için izin verip bu hususta konuşmasına razı olacağı nebiler ve sâlihler, günahkarları, -sebep olma manasında- kurtaracaklardır.. Evet, kafirler istemeseler de bunu yapacaklardır.. İkinci şahısları, onlar için yapacakları dualarıyla kurtaracaklardır.. Ancak, kendileri için şefaat izni hiçbir zaman verilmeyecek olan kâfirler ile bazen kendileri için birilerine Mevla tarafından şefaat izni verilmeyecek günahkâr Mü’minleri kimse kurtaramayacaktır..

Mehmet!.. Ortaya attığın bu kurtarış iddiaları Kur'an'dan referans alamaz zırvası, sadece Allah’ı, Resulünü ve Kur’ân’ı yalanlama denemeleri, yonttuğunuz ve etrafında pervane olup tapındığınız bir puttur.. Nitekim aşağıda delilleri gelecektir..

Mehmet!. Sana sorulan bu şefaat işi palavra mı? şeklindeki çanak sual karşısında serf ettiğinişte bakın! Dinin, İslam kültürünün çığırından çıkarılmış en önemli kavramlarından üzgünüm biri de budur. Şimdi biz şefaatle ilgili bir şeyler anlatıyoruz diyoruz ki: Şefaatle ilgili konuşacak mısın? Kur’ân’da şefaatle alakalı otuz iki tane ayet var. Otuz ikisini de bilerek konuşacaksın. İkisini bilmekle olmaz bu iş şeklindeki sözlerin aslı ve cevheri bakımından doğru sözler.. Doğruyu söylemişsin; ancak yine doğru söylememişsin.. Çünkü maksadın ve usulün doğru değil.. Yalnız şu kadar var ki, şefaat, asla dinin kültürü, İslam kültürü değildir.. Kültür’ün ne olduğunu bilmediğin için bu ifadeyi kullanmışsın.. Ansiklopedilere bakarsan ve merhum Cemil Meriç’in kültür ile alakalı makalelerini iyi okursan dediğimi anlarsın..

Mehmet!.. Biliyor musunuz piyasada şu an şefaatle alakalı dolaşan kanaatlerin hiçbirinin Kur'an'dan referansı yok derken, şayet kendi piyasalarınızı kastediyorsan yine doğruyu söylüyorsun. Sözüne bir itiraf olmak haysiyetiyle itiraz edilemez. Hatta en büyük delil olarak da kabul edilir.. Ancak bu sözünle Ehl-i Sünnet dairesindeki Mü’minleri ve delillerini murad ediyorsan, bu, mesnedi olmayan süfli bir ithamdır. Böyle bir iddia vehme ve zanna değil, inkar edilemez delile muhtaçtır.. Gördüğümüz kadarıyla elinde çürük zanlarından, vehimlerinden ve asılsız kuruntularından başka bir şey bulunmadığına göre açıkça yalan söylüyorsun.. Nitekim yukarıda ayet delilleri geçti.. Sahih Sünnet delilleri ise hayli çoktur.. Şu kadar var ki onlar sünnetsizleri bağlamayacaklarından sana bu delilleri getirmekte fayda görmedik..

Mehmet!.. Kur'an'ın söylediği şefaatle alakalı beş argüman var. Bu beş tanesi otuz iki ayeti de içeren argümanlardır. Şefaatin kelime anlamını bile değiştirdiler derken hüccet ve delil kelimelerinin gavurcası olan argüman kelimesini kullanmakla şahsiyetinin silikliğini ortaya koyarken şefaatin kelime anlamını bile değiştirdiler demekle de Mü’minlere iftira atıyorsun.. Onlar şefaatin manasını asla değiştirmediler.. Aksine ya sen şefaatin ne olduğunu bilmiyorsun, hatta bilmediğini de bilmemekle mürekkep cehlinin içinde debelenip duruyorsun veya bilerek yalan konuşup onlara iftira atıyorsun ..

Mehmet!.. “Bunlara şefaat sizin anladığınız gibi değil dediğinizde bak, bak, şefaati inkâr ediyor deniliyor” demekle de açık bir mugalata yapıyorsun. Senin için haklı olarak bak, bak, şefaati inkâr ediyor diyenlere şefaat sizin dediğiniz gibi değildir demekle de yalan veya yanlış söylüyorsun.. Birilerini kandırıyorsun.. Zira şefaatin en mühim kısmını kökünden yalanlayan, sevap ve derece ziyadesi çeşidini de budanmış bir şekilde kabul eden, kendisi açıkça yalanlamasa hatta kabul ediyor gibi gözükse de meseleye bakış mantığı yalanlayan bir kimseyeşefaati inkâr ediyorsun pek ala denilebilir.. Şefaatin en büyük ve en mühim çeşidi olan cezaların hafifletilmesi yahut tamamen affedilmesi için olacak olanı inkar edene bak, bak, şefaati inkâr ediyor demişlerse ne olmuş?.. Sonra, doğru bulmadığınız şefaati inkâr etmenizin temelinde yatan mantığınız ile tezat teşkil eden şefaat cennete gitmiş bir adamın cennetteki ödülünün katlanmasıdır şeklindeki -ayıptır söylemesi- kıvırtmanız ne işinize yarar?..

Mehmet!.. Sen bir yanda, yav, şefaati ben nasıl inkâr ederim?!. Otuz iki tane ayet varderken, öte yanda da en mühim çeşidini inkâr ediyorsun. Kalanının da içini kısmen boşaltmakla kalmıyorsun.. Bir de başka şeylerle dolduruyorsun.. Hasılı yalan söylüyorsun.. Öyleyse sana, itibari bir kayıtla ve bir bakış zaviyesiyle şefaati inkâr ediyorsun neden denilemesin?!.. Pek ala denilebilir..

Mehmet!.. Ama senin beklediğin ve içini boşalttığın türde bir şefaat yok. İşin dürüstü şudur: Şefaat cennete gitmiş bir adamın cennetteki ödülünün katlanmasıdır. Ve bunu da Allahu teala melekler vasıtasıyla, ilgili kişileri bildirmesi kurumudur derken de belli ki ne dediğini bilmiyorsun.. Mü’minler şefaatin içini boşaltmıyorlar.. Onlar senin dediğinin aslını inkâr etmiyorlar.. Bununla beraber ziyadeleri bile var. Türkçede buna içini boşaltmak denmez.. Aksine şefaatin içini en büyük ve en mühim çeşidini inkâr etmekle sen boşaltıyorsun, siz boşaltıyorsunuz..

Eğer Mü’minler günahın affı için olan şefaati kabul ederlerken farz-ı muhal hata etmiş olsalardı buna içini boşaltmak değil, muhtevasını tahrif etmek, içini değiştirmekderlerdi.. Belli ki yaptığın işin bir iç boşaltma olduğunu sen de bildiğin ve şuur altına itmiş olduğun ve bunun ayıbından sıyrılmak istediğin için kendi sıfatını başkalarına yamamaya çabalıyorsun.. Ama nafile.. Her akıllı bilir ki, sıkıntıdan kurtulma işi, fayda elde etmek işinden daha önce ve daha mühimdir..

Dolayısıyla asıl iç boşaltma mükâfatın katlanması şeklindeki birşefaati kabul edip sıkıntıların kaldırılması için yapılacak şefaati inkâr etmek ile olur.. Üstelik senin işinde ilave olarak tahrif ve değiştirme de vardır.. Çünkü şefaatin, bu ilavenin melekler vasıtasıyla bildirilmesi şeklinde anlaşılıp anlatılması, Ehl-i Kitabınkine benzer açık bir yakıştırma ve tahriftir.. Kur’ân’da böyle bir ayet yoktur.. Varsa hangisidir?!.. Bunu başta Kur’ân’ı getiren ve beyan/açıklama vazifesi yüklenen peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sonra onun ilk ve en güzel tatbikçileri olan Sahabe radıyallahu anhum, sonra Ümmetin imamları, sonra da bütün bir Ümmet anlayamadı yahut yanlış anladı ama Küfür sisteminin yetiştirmeleri ve beslemeleri doğru anladı öyle mi?!.. Yazıklar olsun..

Mehmet!.. İstidatsızlar, kabiliyetsizler ve gayretsizler için bir daha tekrar edelim: Şefaatin içini, Rabbimizin izin vereceği her nevi şefaati kabul eden Mü’minler değil, batıl tevil ve yakıştırmalarla başka manalara çevirerek bunların hepsini veya en büyük ve mühim olan kısmını reddedenler boşaltmaktadırlar.. Kusura bakılmasın ama akıl almaz sahtekarlıklarla saptırmaca yapılmaya çalışılıyor.. Mü’minler, şefaatin günahların affedilmelerinde de cennette mükâfatların artırılmasında yahut akla ve hayale gelmedik sevapların verilmesinde de olacağını kabul ederlerken Mutezile sapıkları ve bu hususta onların paket programlarını mal bulmuş mağrîbî gibi kapıp alan ve kör taklitçileri olan bu vatandaşlarımızdan hiç değilse birisi sadece cennetteki mükâfatların artırılmasına dair olacak olan şefaati lütfen kabul etmektedirler.. Hangisi şefaatin içini boşaltmaktadır?.. Mü’minler mi, bunlar mı?.. İnsaflı olanlar Allah için söylesinler, hangileri?..

Mehmet!.. Allah aşkına söyler misiniz, ve bunu da Allahu teala melekler vasıtasıyla, ilgili kişilere bildirmesi kurumudur şeklindeki kelime yığınlarının manası nedir?.. Laf ola, torba dola..İlgili kişiler kimler? Şefaat edenler mi, edilenler mi?.. Üçüncü şahıslar mı, kimler?.. Mükâfatı katlamasını yahut katladığını o katlanan kişiye mi bildirecek?.. Bu gibi saçmalamalar için irtikap edilen şu canhıraş feryatlar ve yırtınmalar niye?.. Bunlara ne lüzum var?.. Bu, dinde şüpheler uyandırmak ve gedik açmak için midir?.. Bu saçmanıza haşa mesned olabilecek ayet deliliniz nedir?. Tabii ki yok..

Mehmet!.. Kur'an'ın hiçbir yerinde cehenneme atılmış bir adamın cehennemden çıkarılıp cennete gönderilmesi anlamında bir aracı olan şefaatten asla söz edilmemektedir derken ne demek istiyorsun?. Senin bu ifadelerin açık Sünnet inkârcısı zındıkların ve kâfirlerin sözlerine benzemektedir.. Ne yani, Kur’ân’da açıkça yoksa ama bunu peygamber söylüyorsa ve sabitse kabul etmeyecek misin?.. Kur’ân’da olmamasına rağmen ayetleri açıklamak adına dilinize aldığınız onca abur cubur sözler varken bunu sadece peygambere mi layık göremiyorsunuz?. Bu nasıl bir aymazlık, söyler misiniz bay Mehmet?!. Kaldı ki Kur’ân’da var ama bunu ancak gören gözü olanlar görebilir.. Körler de görecek diye bir şey mi vardı?..

Mehmet!.. Rabbimiz, Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmeyecektir; bundan aşağı olan(günah)ları da dileyeceğine affeder buyururken ‘Allah nasıl affeder? Allah affedemez..’ diye birileri kuduruyor.. Ya Hû!. Kime ne?. Bize mi yahut size mi, onlara mı kalmış?.. Yoksa kendinizi Allah’ın amiri olarak mı görüyorsunuz?.. İster, tevbe ile affeder, ister tevbe etmeden affeder.. İsterse şefaat etmesine izin vereceği kimselerin şefaati ile affeder.. İster şefaatsiz affeder.. İster cehenneme atmadan affeder, isterse attıktan sonra affeder.. Size ne?!.. Elinizde bunlara mani bir ayet veya hadis mi var?.. Hatta en küçük bir akli delil mi var?.. Kâfirlerin cehenneme girdikten sonra çıkmayacaklarına dair inen ayetleri tahrif edip bu zırvanıza delil yapmaya kalkmayın, Allaha iftira etmeyin.. Bu inkârınıza mesned olarak görebileceğiniz ve ileri sürebileceğiniz -putlaştırdığınız nefsani arzu ve taleplerinizden başka- hangi burhanınız yahut zayıf deliliniz var?.. Yoookkk.. Üstelik olacağına dair kesin deliller var..

Mehmet!.. Anlayışı kıt olanlara bir tekrar daha yapalım: Kur'an'ın hiçbir yerinde cehenneme atılmış bir adamın cehennemden çıkarılıp cennete gönderilmesi anlamında bir aracı olan şefaatten asla söz edilmemektedir derken hiç utanmıyor musun?.. Rahman ve Rahim olan Rabbimizin Şirkin aşağısındaki günahları dileyeceği kimselere bağışlayacağını haber verirken bunun zamanını ve mekanını sınırladığına ve tayin ettiğine dair bir ayet mi var?. Yoksa bunu sana mı soracak?.. Cehenneme atılacak kâfirler için olan oradan bir daha çıkmamaya dair gelen ayetleri, Ehl-i Kitap gibi yerlerinden oynatarak Mü’minlere de şamil görüp göstermenin sizi kurtaracağını mı zannediyorsun.. Rahman ve rahim olan Allah’ımız isterse dünyadayken, isterse kabirdeyken, isterse mahşer meydanındayken, isterse en büyük panik anında, isterse tam cehenneme atılacağı zaman, isterse cehenneme atıldıktan sonra bağışlar.. Yoksa bunun sınırlandırılmasının yetkisi sana ve senin gibilere mi verildi?.. Ğaffar olan Mevlamız dileyeceği zamanda ve zeminde Mü’minleri affeder, bize mi yahut size mi kalmış?.. Bu sınırlandırmayı buna delaleti kat’i ve tartışmasız olan hangi ayetle yapacaksın?.. Yok böyle bir şey.. Siz bir Mü’min hassasiyetiyle sadece Allah’a yalan iftira etme ihtimalinden değil, açık bir şekilde iftira atmaktan korkmayan, kullardan da utanmayan kimselersiniz!.

Mehmet!.. Evet, evet,{ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ }/“Onlar cehennemden çıkmayacaklardır”(Bakara:167) gibi ayetler sizin deliliniz olamaz.. Çünkü mesela bu ayetin hemen önceki “İnsanlardan bazıları da vardır ki, Allah’tan başkalarını (Allah’a) denkler edinirler…”(Bakara:165) mealindeki ayette bunların müşrikler olduğu bildirilmektedir..

Mehmet!.. Keza, { فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ }/“Artık onlara şefaatçilerin şefaati de fayda vermeyecektir” (müddesir: 489 ayeti de senin delilin olmaz.. Aksine Mü’minlerin şefaat delili olur.. Çünkü ondan evvelki, ayetlerde Mevla teala{وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ} / “Yakîn(ölüm) bize gelene kadar din gününü (Ahiret gününü) yalanlıyorduk” buyurmakla bu şefaat vermemenin kâfirlerle alakalı olduğunu anlatıyor. Yoksa sırf kafirleri zikretmesinin bir manası olmazdı.. Mehmet!. O halde bu açık hakikati sen de anlamalısın..

Sonra, Kur’ân’da böyle bir ayet yok derken ne demek istiyorsun?!.. Hadis seni kesmiyor mu?. Kesmiyorsa, neden?..          Alimlerin, sahihliği üzerinde söz birliği ettiği hadisleri seçemiyorsan neden?.. Aşağıda gelecek ilimle uzaktan yakından alakası bulunmayan süfli gerekçelerle mi?

Mehmet! Hem, sen Sünneti inkâr etmediğini, fakat doğru olanları seçtiğini iddia ederken bu hususta onca sahih hatta meşhur, hatta birçoklarına göre tevatür mertebesine ulaşmış hadisleri inkâr ederken hangi tartışılmaz esasa ve inkar edilemez kat’î hüccet ve burhana dayanmaktasın?.. Vallahi, şeytan ve şeytanlaşmış insan kılıklıların vahiy ve vesveselerinden başka hiçbir şeye dayanmamaktasın..

Mehmet!.. Rabbimiz, birilerine şefaat izni vereceğini kendisi haber verdiğine ve bununsevap katlamak ile sınırlı olduğuna dair bir ayet bulamadığına hatta bu şefaatin cezaların affını da içine alacağını bildiren sahih hadislerin beyanları bulunduğuna göre bu şefaatin her zaman ve zeminde olmasına geriye hangi mani kalır?.. İnkarcılıktan veya kör inattan başka..

Mehmet!.. Sonra, ne demek bu? Nasıl bir algı? Cehenneme atan Allahu teala. Şimdi bir yargıç düşünün zanlıyı hapse mahkûm etti. Sonra biri geldi dedi ki: Ben açarım hapishanenin kapısını bunu buradan çıkartırım. Kim güçlü? O yargıç mı güçlü yoksa onu çıkaran mı? Çıkaran güçlü değil mi? Çünkü onun dediği oluyor. Allah cehenneme atıyor, peygamber çıkartıyor. Kim güçlü? Peygamber mi güçlü? moloz yığını şeklindeki suallerini ve bilhassa sonra ne demek bu? sualini şayet iyi niyetli olarak ve adam gibi soruyorsan, güzel dinle:

Şefaatçi olmak demek, Ey Ğaffar, Rahman, Rahîm ve hakîm olan Rabbimiz!.. Sen sonsuz rahmetin ve hikmetinle sevdiklerin ve dostların olan Nebilere, âlimlere, şehidlere ve hafızlara, bazı kulların için suçların affı veya sevap için şefaat izni vereceğini vadettin.. Ben de şimdi sana geldim.. Senin yanında bir hatırım varsa senden, bu kulunun şu günahını affetmeni yahut ona şu mükâfati vermeni istiyorum..Zaten kullarının affedilmesi için dua etmemizi onca ayetle bize söyleyen sensin gibi Allaha yalvarmak demektir. Allah dilerse bunu kabul eder dilerse etmez..

Vasıtasız da affedecek olan Rabbimiz, şefaat vesilesiyle affetmesi yahut mükâfatlandırması, belki de kendilerine şefaat izni verilecek olan kimselere Mü’min kullarca muhtaç olunacak zaman ve zeminlerin ileride mutlaka geleceğinin unutulmaması, iyi düşünülmesi ve ona göre ayakların denk alınması ve hareket edilmesi veya şefaatçilerden olma gayretinin güdülmesi ve çabasının hasıl olması yahut onların hukukunun iyi gözetilmesi ve başka bir takım illet veya sebep yahut hikmetleriyledir..

Mehmet!.. “Cehenneme atan Allahu teala. Şimdi bir yargıç düşünün zanlıyı hapse mahkûm etti. Sonra biri geldi dedi ki: Ben açarım hapishanenin kapısını bunu buradan çıkartırım. Kim güçlü? O yargıç mı güçlü yoksa onu çıkaran mı? Çıkaran güçlü değil mi? Çünkü onun dediği oluyor. Allah cehenneme atıyor, peygamber çıkartıyor. Kim güçlü? Peygamber mi güçlü?” derken çocukların bile yapmayacağı kıyaslarla, ar damarı çatlamayanları utandıracak, kargaları bile güldürecek birçok cahillik ve anlayış kıtlığı sergiliyorsun..

Sadece birkaçı:

Birincisi: Bir kere Allah, kullarına kıyas edilmez.. Allah kanunu koyan, kulu olan hakim ise bu kanuna göre hüküm veren.. Allah’ın affetme hakkı var ama kulu olan hakimin kendine ait olmayıp başka kulların ve Allah’ın hakkını affetme hakkı yok.. Ortak bir yan olmamasına hatta fârık’a yani ayrı kılan temel vasfa rağmen yapılan cahilce bir kıyas yapıyorsun.. Senin bu anlayış seviyendeki kimseler mi vahyi doğru anlayacaklar?.. Vah başımıza gelenlere!..

İkincisi: Rabbimizin lütuf ve ihsanıyla vadettiği şefaate inanan Mü’minler, bunu Allah’ın verdiği cezayı, O’na rağmen birilerinin gelip affedebileceğini iddia etmiyorlar ki şefaatçinin ben açarım hapishanenin kapısını bunu buradan çıkartırım demek istediğini söylesinler.. Ne alakası var?.. Bu nasıl bir şeytani kıyas?.. Bu kadar bir saptırma, inanın akıl kıtlığı ile de izah edilemez.. Bunun için inanılmaz bir kast-ı mahsusaya da ihtiyaç vardır.. Bir yanda bu iş için Allahtan müsaade ve izin istenecek, O da dilerse ve izin verirse bağışlayacak.. Diğerinde ise Allah’ın verdiği cezayı zorbalıkla iptal edecek bir kimse var.. Bunlar birbirine benziyorlar, öyle mi?.. Böyle bir kıyas ve muhakeme, sığırlara yakıştırılsa ve de onlar bundan haberdar olsalar, öyle zannederim ki, buna çok üzülürler ve çok içerlerler..

Üçüncüsü: İzin Allah’tan, dileme O’ndan, affetme O’ndan; ama sadece izin dairesinde af talebi yani bir başkası için dua, şefaatçiden, dilediği takdirde bu talebi reddetme yine Allah’tan; fakat buna rağmen bu durumda şefaatçi O’ndan daha güçlü olmuş oluyor, öyle mi?.. Rabbim aklımızı zayi etmesin.. Akıl ne güzel nimet!.. Bu denli süfli bir demagoji olabilir mi?.. Asla..

Mehmet!.. Birilerinin belki kıramayacağı bir ricada bulunacak sözüne karşı Bakın bu son derece sıkıntılı bir benzetme. Şimdi buradan Ankara'ya gitseniz filanca bir bakan ile bir işiniz olsa o bakanla görüşmek için onun tanıdığı birini aracı koyarsanız daha iyi olmaz mı? Kardeşim sen yalanını dinleştirme. O bakan veya kim olursa olsun senin tanımadığı için araya birini koyuyorsun peki orada araya koyduğun varlık seni Allah'tan daha iyi mi tanıyor?

Sen kimi Allah'a kimin aracılığıyla tanıtacaksın? diyebiliyorsun.. Artık Şirretlikte sınır tanımaz bir noktaya gelmişsin.. Bu saçma kıyas, Allah’ın lütfettiği ama senin kabul edemeyip reddetmekte olduğun şefaata inanan iman sahiplerine ait olamaz.. Olsa, olsa ancak yalanlarını din haline getiren, Allah’ın hükmüne razı olamayan, kafasına göre bir şeyler uyduran ve onlara tapınan müşrik kafalı kimselere ait olabilir. Mü’minler böylesi şeytani bir kıyastan şark ile garp kadar uzaktırlar..

Mehmet!.. Din ile alakası olmadığını kendi itiraf eden birinin peki diyelim ki ben cehenneme gittim Hz. Muhammed'in de Allah katındaki yeri belli, en sevdiği peygamberi sözüne karşı, o cümle yanlış, en sevdiği peygamber yok, hepsini seviyor nasıl diyebilirsin?!. Akıllı bir kimse böyle diyebilir mi?!.. Şu mantık zırvasına bakmaz mısınız?.. Ali velinin en sevdiği kimsedirdiyene O söz yanlış, Veli, Ali’den başkalarını da seviyor demek kadar insicamsız, düşüncesizce ve mantıksızca söylenen bir söz olabilir mi?.. Bilemem.. Olsa bile ihtimal ki az olur.. Ya Hû!.

Önümüzde on tane âlim bulunsa, birisi için bunların en alimi şu kimsedir diyene öyle deme, onların hepsi alim demek, ne manaya gelir?.. Bu ne demektir? Diğerlerinin âlimliğini inkâr eden mi var?.. Ortada tıbbi bir rahatsızlık mevcut veya karşımızda üç yaşında çocuk aklı taşıyan bir kimse var demek, değil midir? Dil bilen çocuklar bile bilirler ki, en kelimesi belli bir vasıfta ortak olan birden fazla fertlerden birindeki diğerlerine olan o vasıftaki fazlalık içindir.. Demek ki, bizim birinci derdimiz ve ihtiyacımız önce kendi dilimizle beraber Kur’ân’ın dilini, ondan sonra da mantık fennini öğrenmek.. Diğerleri daha sonra.. Dediğinin ve duyduğunun ne demek olduğunu bilemeyecek bir seviyede olan biriyle neyi, nasıl konuşabileceğiz?.. Bu, aslında totem haline getirilen ahmak ve cahillerin uydurdukları peygamberler arasında her hangi bir tafdîl yoktur saçmasına dayandırılan bir neticedir.. Oysa Rabbimiz, { تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ}/ “Bunlar resûllerdir; kimisini kimisinden üstün kıldık..” (Bakara:253) ve كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ }{/“Siz, insanlar için çıkarılan en hayırlı ümmet oldunuz.”(Âli İmran:110) buyurmaktadır..

Şu halde, Kur’ân’ı gönderen Rabbimiz Resullerden kimisini kimisinden üstün kılmış Ümmet-i Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i de en hayırlı Ümmet yaptığını haber verdiğine göre Mü’minler, en hayırlı ümmetin Resulünün üstün kılınanların en üstünü olduğunu anlamakta zorlanmazlar..

Mehmet!.. Bunun yanında Mü’minlere göre bu mevzuda Sünnet’in verdiği haber de son derece mühimdir.. Onların elenmesini ve kabul görmemesini gerektirecek olan delil nedir?.. Biliyorum, aslında böylesine bir aklî dibe vuruş ve iflastan sonra konuşmanın bir manası kalmamıştır; lakin biz başkalarını düşünerek yine de devam edeceğiz.. Bu itirazlar Ehl-i Kitab gavurları karşısındaki aşağılık kompleksi, onları razı etme düşüncesi ve çorba bedeli ile şahsiyet heyelanı esasına dayandığında artık kimsenin şek ve şüphesinin bulunmaması gerekir..

Mehmet!.. Bazı ulemanın tafdîle bir cihetle yaptıkları itirazlarının altında yatan sebep ve inceliklerin tahlil ve tafsilinin yeri ise burası değildir. Ancak biz şu kadarını söyleyelim:

Onlar, tafdıl yoktur değil, tafdıl yapmamız lazım dediler.. Zira tafdîl yoktur demek ayrı,tafdıl yapmamız doğru olmaz demek ayrı şeylerdir.. Tafdîl mutlaka vardır ve onu Allah yapmıştır; bu, ayetle sabit olup inkâr edilmesi ayeti reddetmek olacağından küfürdür.. Ancak kullar tarafından yapılacak olan muayyen bir nebinin diğerlerinden üstün gösterilmesi bazı alimler tarafından münasip görülmemiştir.. Bunun sebebi ise şimdiki şahsiyet müflislerinin yaptıkları gibi Yahudilere, Hıristiyanlara, müsteşriklere yahut bunların uşakları olan yeni lüterlere ve calvinlere şirin görünmek ve yalakalık etmek değildir.. Aksine kulların -ayet ve hadis olmadan- şu nebi, bu nebiden üstündür demeleri, Allah bunların birini diğerine üstün tuttu demek olabilir korkusudur..

Bu da Allah’a bilmeden yanlış bir şey yakıştırmaya sebep olabilir endişesidir.. Böyle bir düşüncede Beni diğer nebilere üstün tutmayın ve benzeri hadislerden kalkılmıştır. Oysa bu, diğer yanda ben adem oğlunun efendisiyim rivayeti de gelmiştir ve aralarında bir tezat ve tenakuz da yoktur.. Zira biraz ince düşünüldüğü takdirde kolayca anlaşılabileceği gibi Beni şuna üstün tutma sözü Ben ondan üstün değilim manasına gelmeyebilir.. Öyle ki: Bir kimse, birini diğerinden üstün tutarken -ikisi de büyük olduğu halde- birini küçük görebilir..

Bu bilhassa avamı izdiraya yani küçümsemeye götürebilir.. Bir büyüğün diğer büyükten daha büyük olması ile birinin mutlak küçük olması arasındaki farkı bilhassa günümüzün bücür nesli nereden bilsin?!.. Selefimiz demek ki bu günün seviyesizliğini ta o zamanlardan görebilmiş.. Peygamberlerinin hiçbirinin arasını ayırmayız ayetini tahrif etmeye yeltenen zavallı cahiller, burada ne bakımdan ayırmayız denildiğini nereden ve nasıl bilsinler?.. Her bakımdan mı, her hususta ona tabi olup olmamak bakımından mı, birini diğerinden üstün görme ve gösterme bakımından mı, yoksa iman edip etmeme bakımından mı?.. Bunların tamamı -harici akli ve nakli deliller hesaba katılmazsa- elbette ki farklı derece ve mertebelerde muhtemeldir.. Lakin şöyle bir düşünelim..

-Her bakımdan olamaz.. Çünkü.. Kimisi bir kavme kimisi ise bütün kullara, kimisi sadece insanlara, kimisi de hem insanlara hem cinlere gönderilen.. Kimisi kendinden sonra peygamber bekleyen kimisi de kendinden sonra hiçbir peygamber gelmeyecek olan ahır zaman peygamberi.. Kimisi, kitabında ve şeriatındaki ameli hükümlerin bir kısmı gelecek peygamberlerin kitabında ve şeriatında değiştirilecek olan, kimisi ise hükümlerinin hepsi kıyamete kadar devam edecek olan..

-Her hususta ona tabi olmakta da olmaz.. Çünkü kitapların ve bazı hükümlerin Allah teala tarafından değiştirildiğini inkâr etmek Kuranı ve diğer kitapları inkâr etmek olur.. Dolayısıyla geçmiş peygamberlere sonradan değiştirilen hükümlerinde uyulmaz ama herkes kendi nebisine her hükmünde uymaya mecburdur..

-Birini diğerinden üstün görme bakımından dahi olamaz.. Zira yukarıdaki ayette(Bakara:253) de görüldüğü gibi bazılarının diğerlerinden daha üstün olduğunu bizzat Allah buyuruyor..

-Şu halde iman etmek hususunda peygamberlerden hiçbirisinin arasını ayırmayız; hepsine birer nebi olarak iman ederiz.. Nitekim bu Peygamberlerinin hiçbirinin arasını ayırmayız sözü aynı ayette (Resul ve müminlerden) her biri……. (Allah’ın) resullerine de iman ederler kelamının hemen ardında gelmiştir..

Mehmet!.. Bir yanda peygamberlerin arasını kimisini diğerlerinden üstün görme işinde ayrılmayacağını iddia ederken, diğer yanda iman etme hususunda ayırıp Ehl-i Kitab’ın Âhir zaman Nebisine inanmasa da cennete gidebileceğini iddia edenlerin ayeti inkar eden kafirler olduğunu açıkça söyleyemiyorlar.. Hatta bazıları cennete gidebileceklerini iddia edebiliyorlar.. Nitekim sana bunu sorduğumda kafir olur diyememiş idin.. Hani sana Mümin olup cennete gidebilmek için son peygambere ve kitabına iman etme şartı var mıdır yok mudur diye sorduğumda Müslümanlar için şarttır demiştin.. Şimdiki Ehl-i Kitab’ın İslam’a girmese bile cennete girebileceğini söyleyenleri savunmuştun.. İman etme mezuunda peygamberlerin arasını ayıran kimseleri müdafaa edebilirken ayetlerle ve hadislerle sabit olan tafdıli inkar etmek ne ile izah edilebilir?.. Bu bir çifte terazili olmak değil de nedir?!..

Mehmet!. Sana Hepsini seviyor ama Hz. Muhammed biraz daha yakın diye biliniyor. Bütün Âlemi onun için yarattığı söylenmiyor mu? diyen bir vatandaşa o da korkunç bir hata dedikten sonra, Peki Hz Muhammed gitse Allah'a bunu cehenneme attın bir sürü günahı da var doğru ama bu özünde iyi bir adam sende biliyorsun gel şunu affedelim dese olmaz mı? demesi üzerine,Bak…! Böyle bir şey olmaz. Allah'ın kızdığını peygamberimiz savunamaz.. Allah'ın gazap ettiğine peygamberimiz avukatlık yapamaz.. Haşa Allah mı daha merhametli peygamberimiz mi daha merhametli? Kim kimi kimin elinden kurtarıyor? Peygamber'imizin sevgisini biraz daha abartalım derken haşa Allah'ı sevgisiz bir kudret olarak tanıttığımızı unutuyoruz.

Yani peygamberimiz birilerini Allah'ın elinden mi alacak? Rahman ve Rahîm olan Allah'dır. Allah'ın merhameti başkasının merhametiyle boy ölçüştürülemez. Hiç kimse Allah'ın kulunu sevdiği gibi sevemez.. Biz peygamberimizi tabi ki seviyoruz. Onun Mü’minlere merhametli olduğunu tâbî ki biliyoruz. Ama Fatiha'nın 4. ayetinde ‘Din gününün sahibi benim’ diyen Allahu teala hiçbir kimsenin fikrini alarak cennete ve cehenneme birini göndermez.. derken aklını azıcık da olsa kullanmak hiç mi o aklına gelmiyor?.. Yoksa, ne var ki, neyi kullanayım mı diyorsun?.. İşte orasını bilemem, belki de haklısındır..

Burada da akıl (İlim demiyoruz; çünkü bu meselede akıldan ilme sıra gelmemiş bir hal var) sıkıntısıyla başı dertte olan malum karakterli birilerinin seviyesiz ve dibe vurmuş laf ebelikleri var..

Mehmet!.. Sana soruyoruz: Allah’ın, kızdığı bir Mü’min’i bazen affettiği ve bağışladığı olur mu, olmaz mı?..

-Şayet, olmaz, diyorsan, Allah’ı yalanlayan bir kafir haline gelirsin, seninle bu noktada konuşacak bir şey kalmaz.. Çünkü bu takdirde sen, “Şüpheniz olmasın ki: Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz; bunun aşağısındaki günahları dileyeceği kimselere bağışlar” ayeti gibi nice ayetleri inkar etmektesin..

Mehmet!.. Şayet bazan günah işleyen bir kulunu bağışladığı olur diyorsan,

Sana soruyorum:

-Bu bağışlamayı, hiçbir talep olmadan kendi affı ile bağışladığı olduğu gibi, bu bağışlama günahkarın kendisinden veya bir başkasından gelecek bir istiğfarla yani af talebiyle de olur mu, olmaz mı?..

-Eğer, “Olmaz” diyorsan, sana bu noktada ve bu hususta iman et demekten başka diyecek bir şey kalmamıştır; zira artık sen, Allah’ı ve aşağıdaki ayetlerini açıkça inkâr eden bir kimsesin..

Nitekim Rabbimiz şöyle buyurdu:

{ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذِينَ آمَنُوا }/“Ey Rabbimiz!..Bizi ve imanla bizden önce geçen kardeşlerimizi bağışla”(Haşr:10)

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا}/“Senin için Rabbimden bağış isteyeceğim, dedi.”(Meryem:47)

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ }/“Kendi günahın için de Mü’min erkeklerin ve Mü’min kadınlar(ın günahları) için de istiğfar et (Allahdan bağışlamasını iste..)”(Muhammed:10),

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ }/“Resûl de onlar için af isterse”(Nisa:64)

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللَّهَ }/“(Biat etmek için sana gelen) kadınlar için Allah’tan mağfiret bağış iste” Mumtehine:12)

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ}

“Ve onlar için istiğfar et (Allah’tan onları affetmesini iste”(Ali İmran:159),

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ قَالُوا يَاأَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا إِنَّا كُنَّا خَاطِئِينَ قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي}/“(Yusuf aleyhisselam’ın kardeşleri babaları Yakub aleyhisselam’a) Dediler ki: Ey babamız!. Bizim için (Rabbimiz’den)günahlarımızı bağışlamasını iste; çünkü hiç şüphesiz ki biz günah işleyenler olduk.. O, sizin için Rabbimden af isteyeceğim, dedi.”(Yusuf:97-98),

Rabbimiz yine şöyle buyurdu:

{ رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ}/“Ey bizim Rabbimiz!. Hisabın olacağı günde, beni, anamı, babamı ve bütün Mü’minleri bağışla” (İbrahim:41)gibi nice ayeti inkar etmektesin..

Mehmet!.. Şayet bu ayetlere iman eder ve olur; Mü’min, Allah’tan kendinin veya başka bir Mü’minin günahını affetmesini isteyebilir diyorsan, sana soruyorum:

-Bu ayetlerdeki Peygamberlerin veya peygamber olmayanların Allah’tan kendilerinin veya Mü’min başkalarının günahlarını af etmesini istemeleri, Allah’ın gazap ettiğine kendileri veya başkaları adına avukatlık veya savunma yapmaları manasına gelir mi, gelmez mi?..

Şayet:

-Evet, ‘Allah’ın gazap ettiğine kendileri veya başkaları adına avukatlık veya savunma yapmaları’ manasına gelir dersen, yine soruyorum:

-(Bu dediğiniz, edepsizlikve terbiyesizlik olmakla beraber tenakuz dahi bulundurmakta ise de biz yine sualimizi tamamlayalım:) O halde ne yapacaksınız, yanlışınızı kabul edip tevbe edebilecek misiniz, etmeyecek misiniz?..

Edecekseniz, güzel.. Etmeyecekseniz, neden?

Şayet:

-“Bu manaya gelmez; çünkü avukat, hâkime, hatırlayamadığı bazı kanunları ve gözden kaçırdığı hususları hatırlatmak yahut hedef saptırtmak ve ne şekilde olursa olsun müdafaa yaptığı kişiyi kurtarmak için bir savunma yapar; bunlar ise bir Mü’mine göre Allah için düşünülemez” dersen..

Bu da güzel..

Mehmet!.. Sana son bir sual daha:Peki, kıyamet gününde Allah’ın müsaadesi ve izniyle, Ey Rabbim!.. Sana yalvarıyorum.. Senden lütfedip şu kulunu yahut şu günahını bağışlamanı istiyorum demiş olmaktan ve bir başkası için yapılan bir çeşit dua olmaktan başka hiçbir manası bulunmayan şefaati avukatlığa ve Allah’ın gazap ettiği kimseyi kurtarma işine benzetmeyi nasıl becerebildin?..

Mehmet!.. Senin anlayacağın, elinde günahların affı için Şefaat etme işini inkâr edebilmekte mesnet olabilecek Kur’ân’dan ve Sünnet’ten tek bir delil bulunmadığı gibi, en zayıf bir akli burhan dahi mevcut değildir. Senin şu itirazların aslında sadece Allah’a ve Resulüne olduğu gibi, savaşın da en önce onlarladır; sonra da Mü’minlerle..

Mehmet!.. Günahların affı veya azabın kaldırılması için yapılacak olan şefaati inkâr ederken ve Mü’minlere vesvese vermeye çalışırken Haşa Allah mı daha merhametli peygamberimiz mi daha merhametli? Kim kimi kimin elinden kurtarıyor? şeklinde de bir sual soran sen, yukarıdaki ilahi fermanlar gereği Allah’ım! Şu kulunun günahını affet, bağışla diye dua eden bir peygamberin veya başka bir Mü’min kimsenin Allah’tan daha merhametli olduğuna, onu Allah’ın elinden kurtardığına mı inanmaktasın?

Değilse:

-Sen, Allah’ın izni ile Kıyamet gününde günahın bağışlanmasının istenmesi için yapılacak bir duaolan şefaati böyle nasıl anlayabiliyor ve anlatabiliyor?.. Sen Kur’ân bilgisi iddiasından evvel bir doktora görünüp muayene olsan, vallahi hem senin hayrına hem de vesveselerinle şaşırttığın sazanların hayrına olacak..

Mehmet!.. Sen, Peygamber'imizin sevgisini biraz daha abartalım derken haşa Allah'ı sevgisiz bir kudret olarak tanıttığımızı unutuyoruz. Yani peygamberimiz birilerini Allah'ın elinden mi alacak? demekle kendini ve yoldaşlarını kast ediyorsan bir şey diyemem.. Sen bilirsin.. Değilse kendinin veya başkasının günahını affetmesi için Allah’a dua eden ve yalvaranbir Mü’minin, Allah'ı sevgisiz bir kudret olarak mı tanıtıyor, onun kendini veya birilerini Allah'ın elinden alacağına mı inanıyorsun? Aksi takdirde Allah’ın izni ile Kıyamet gününde bir başkasına ait günahın bağışlanmasının istenmesi için yapılacak bir çeşit dua olan şefaati böyle nasıl anlayabiliyor ve anlatabiliyor?..

Bu nasıl bir akıl?..

Mehmet!.. Şefaati inkâr edebilmek için Rahman ve Rahîm olan Allah'dır; Allah'ın merhameti başkasının merhametiyle boy ölçüştürülemez diyebilecek kadar aklını kullanamayan bu vatandaşımız olarak sen, kendinin veya bir başkasının günahını affetmesi için Allah’a dua eden ve yalvaran bir Mü’minin, Allah’ın Rahman ve Rahim olduğuna inanmadığını ve Allah'ın merhametini kendinin veya başkasının merhametiyle boy ölçüştürdüğünü mü düşünüyorsun?.. Değilse bir kimse tarafından Allah’ın izni ile Kıyamet gününde bir başkasına ait bir günahın bağışlanmasının istenmesi için yapılacak bir dua olan şefaati böyle nasıl anlayabiliyor ve anlatabiliyorsun?.. Aklın bu kadar mı dibe vurdu, yoksa inadına bir iş mi yapıyorsun, birilerine bir iş mi görüyorsun?..

Mehmet!.. Sen Hiç kimse Allah'ın kulunu sevdiği gibi sevemez.. derken, doğruyu söylüyorsun ancak asla doğru söylemiyorsun.. Belli ki akletmeyi hepten unutmuşsun.. Zira Allah’ın nice gazap ettiği ve hiç sevmediği Allah düşmanları vardır ki, kendileri gibi diğer Allah ve din düşmanları onları çok severler.. Allah’ın hiç mi hiç sevmediği İslam düşmanı müsteşrikleri vardır ki, Müslüman ve din alimi gibi zannedilen nice zındıklar onları çok severler ve hep onların gübreliğinde eşelenirler.. Evet, şayet sevmemeli demek istiyorsan, bak, işte bu doğru.. Lakin bunu şefaat için söylüyorsan bu söz maksadını aşan cehalet ve düşünememekten doğan süfli bir söz..

Mehmet!.. Sen, Rahman ve Ğaffar olan Rabbimiz tarafından günahların affı için izin verilenşefaati inkâr edebilmek için çırpınan ve yırtınan bir vatandaşımız olarak, Biz peygamberimizi tabi ki seviyoruz. Onun Mü’minlere merhametli olduğunu tâbî ki biliyoruz. Ama Fatiha'nın dördüncü ayetinde ‘Din gününün sahibi benim’ diyen Allahu teala hiçbir kimsenin fikrini alarak cennete ve cehenneme birini göndermez.. derken Din gününün sahibi benim diyen Allahuteala’nın Dilediğime ve razı olacak olduğum kimselere dilediğim kimseler için şefaat izni veririm; kime ne? dahi buyurabilecek olduğunu Kur’ân’daki onca ayetten okumadın mı, Allah’ın sana verdiği hiç değilse kendini mükellef kılacak kadar akılla akledemedin mi, anlayamadın mı?

Mehmet!.. Bu senin yaptığın, Allah’ın ayetleriyle oynamak, onları nefsani arzularını ve batıl düşüncelerini desteklemek için kullanıp Allah’a söylemediğini yakıştırmak ve iftira etmek.. Başka değil..

Mustafa!. Hadisleri inkâr ettiğimi söyleyenlere kapak olsun diye bir şey okuyayım mı burada? Peygamberimizin tam vefat günü vefatına 1, 2 saat var. Artık vefat edeceğini de anlamış ve başucuna sevdiklerini topluyor. Teker teker onlara şöyle hitap ediyor kızına olan hitabını vereyim: Kızım Fâtıma Allah'ın elinden kendi eylemlerinle kendini satın al; vallahi Allah'ın elinden seni ben bile alamam kapak olsun hani biz hadisleri inkâr ediyormuşuz ya! Böyle diyen bir Allah Rasul'ü var orda.Peki biz ne yaptık? Torpilin adını şefaat koyduk. Aliya İzzet Begoviç’in dediği gibi: ‘Tenbelliğin adını da mehdi koyduk’ ve yatıyoruz; kitle olarak bekliyoruz. Sen gel de torpilsiz bir toplum kur. Torpili dinine ithal etmişsin. Sen torpili din edinmişsin ona îman etmişsin sen torpil olmadan nasıl bir toplum kuracaksın? derken birçok noktada çok kötü tökezlemişsin..

Kapakçı Mustafa!.. Görüyorum ki kapak olmak yahut kapak yapmak gibi yenilerde birilerinin kullandığı artistik lafları kendine mal etmekten, pek de maharet gösteriyor ve sonsuz zevk alıyorsun.. Olanca cahilliğine rağmen şüpheniz olmasın ki, insan, kendini istiğna eder (ben bana yeterim başkalarına muhtaç değilim der) halde görüyor diye elbette azıp durmaktadır (Alak:7) ayetinde de ifade edildiği gibi işine yarayacak müspet mezhep ittibasından veya taklitçiliğinden müstağni olmasına rağmen menfi taklitçiliklerden son derecede haz duymaktasın..

Bay Kapakçı Mustafa!.. Sen hadis ilimlerinden hiç anlamadığın için sahih rivayetleri bırakıpBezzar’ın ve Beyhakı’nin zayıf olan bir isnadla rivayet ettikleri metni bir yerlerden alıp laubali bir tercümesiyle tahrif etmişsin..

Kalkmışsın {يا فاطمة بنت رسول الله اشتري نفسك من الله إني لا أملك لك من الله شيئا} şeklindeki bir metni, belki de çok daha inandırıcı olması için yeminler de ilave ederek göreceğiz ne hale sokmuşsun..

Oysa bu rivayetin doğru tercümesi:

“Ey Resulüllahın kızı Fatıma!.. Kendini Allahtan satın al.. Şüphesiz ki ben, senin için Allah’tan (O’ndan sana gelebilecek azabı savma babından) hiçbir şeye malik olamayacağım..”

Metinle karşılaştıranlar görecektir ki, neler ilave edilmiş neler çıkarmış.. Belli ki bu tahrifi ve iftirayı hakikaten kapak olsun diye yapmışsın.. Görüldüğü gibi, rivayete, Allah'ın elinden kendi eylemlerinle.. ve Vallahi Allah'ın elinden seni ben bile alamam sözlerini kendi kesenden ilave etmiş. Kendini satın al ifadelerine neleri eklemiş!.. Adeta roman veya tiyatro yazmış.. Ancak Allah’ın ve Resulünün kullanabileceği Allah'ın eli gibi müteşabihattan olan bir tabiri nasıl da rahatça kullanabilmişsin; değil mi?..

Mustafa!.. Oya bu rivayetin, Müslim, Tirmiz, Nesai ve başkaları tarafından rivayet edilen sağlam şekli ise şöyle:

أَنْقِذِى نَفْسَكِ مِنَ النَّارِ فَإِنِّى لاَ أَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا }[بنت محمد ]{يَا فَاطِمَةُ

“Ey [Muhammed’in kızı] Fâtıma!.. Kendini ateşten kurtar; şüphesiz ki ben, senin için Allah(teala tarafından sana gelebilecek zararı ve azabı savma babın)dan hiçbir şeye malik olamayacağım..”

Mustafa!.. Alay eder bir üslupla,hani biz hadisleri inkâr ediyormuşuz ya! demekle -ayıptır söylemesi- kıvırtıyorsun.. Evet, sen başka konuşmalarında ve videolarında Kur’ân ve Sünnetdiyen kimselere sokak ağzıyla yüklenerek saldırıyorsun.. Kur’ân’ın yanında Sünnet’in yer almasına karşı çıkıyorsun..

Mustafa!.. Kur’ân’ı uydurma olarak kabul eden Müşrikler ve Ehl-i Kitap bile işlerine geldiği yerlerde Kur’ân’dan deliller getiriyorlar.. Nitekim Siz Kıtab’ın bir kısmına inanır bir kısmını inkâr mı edersiniz?!(Bakara:85) ayeti bu hakikati haber vermektedir.. O yüzden Kapakçıların işine gelen zayıf rivayetler işlerine gelmediğini zannettikleri sağlam rivayetlerden önce gelir ve alınıp kullanılabilirler.. Müsteşrikler de öyle yaparlar; İslam’ı tahrif edip Müslümanların içindeki beslemelerinin ellerine tutuşturdukları kitaplara bir göz atın, dediğimizin misallerini bol miktarda göreceksiniz.. Mesela azılı İslam düşmanı Yehudi Müsteşrik Yusuf Şaht’ın Usul-i Fıkhına bakarsanız Kur’ân’ı çürütmek için Kur’ân’dan nasıl deliller bulup getirdiğine şahit olacaksınız.. Bildiğinizi zannetmem ama bu, -şayet kandırmak için değil de dürüst olarak yapılırsa- mantıktaki delil çeşitlerinden biri olan ilzami delildir.. Yani kaba ifadesiyle bir kimsenin -kendi kabul etmese bile- hasmını kendi kabul ettiği şeylerden hareketle vurması nevinden bir delildir..

Mustafa!.. Kısacası, burada yapılmakta olan, delikanlıca olmayan kaypak ifadelerle bir yerlere yani şefaat inkârına varma gayreti..

Mustafa!.. Sen, peki biz ne yaptık? Torpilin adını şefaat koyduk derken hem yalan söylüyor, hem de Allah’a reddiye yapıyorsun.. Tam manasıyla bir mugalata yapıyorsun. Kur’ân’ı itham edip Mü’minleri kandırmaya çalışıyorsun.. Çünkü torpil hak edilmeyen bir şeyi elde etmek için, para, mal, siyaset veya nüfüz gücünü kullanarak yapılan haksız bir kayırma demek.. Böyle bir benzetme, bizzat Allah’ın tanıdığı hakkı, yani izin verdiği ve vadettiği bir kimse namına kimi Mü’minler tarafından Allah’a yalvarma ve dua etme demek olan şefaat işini bu torpile benzetmek, çöreği tezeğe benzetip atmak akılsızlığından daha akılsızca veya tezeği çöreğe benzetip yemek iğrençliğinden daha iğrenç bir iş.. Allah’tan, dilediğini cezalandırma, dilediğini de dilediği yollarla affetme hakkını gasbetme zalimliği.. Doğrusu, Mustafa, Şefaatin adını torpilkoymuş ve edep sınırını taşmış..

Mustafa!.. Sen hakikaten dediğin gibi yaptıysan ve torpilin adını şefaat koydu isen, bu, Kur’ân’ın diliyle kötü bir şefaat olmuştur. Rabbimiz,}{وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً/“Kim de kötü bir şefaat yaparsa, onun için ondan bir pay olur.”(Nisa:85) buyuruyor. Ancak, Mü’min’ler, Allah’ın, dileyeceği kimselerin affı için bir çeşit dua etme izni vereceği kimselerin O’ndan o günah işlemiş kimsenin suçunu bağışlamasını istemesini, böyle bir torpil düşüklüğüne benzetmeye asla cesaret edemezler.

Mustafa!.. Sonra, şefaat senin bu mantığına göre hakikaten bir torpil ise, mükâfatların cennette katlanacak olması da torpil olmuş olmaz mı? Aralarındaki mantık farkı nedir?. Yok, yok.. Siz Kur’ân’ı Kur’ân’ı açıkça inkar ediyorsunuz..

Mustafa!.. Şayet birileri, bu senin dediğin gibi, hakikaten Tenbelliğin adını mehdi koydu ve yatıyorlar; kitle olarak bekliyorlar ise ve sen yalan değil de doğru söylüyorsan, sözünü ettiğin kimseler bu düşüklükten derhal vaz geçmelidirler.. Yine, birileri, Mehdinin adını tenbellik koyma sapıklığını ve şerefsizliğini işlemişlerse, onlar da bundan hemen tevbe etsinler.. ÇünküTenbelliğin adını mehdi koymak ne kadar alçaklık ise, geleceği manen mütevatir Sünnetle sabit olan Mehdinin adını tenbellik koymak da en az o kadar şerefsizlik ve alçaklıktır..

Mustafa!.. Sen… Torpili dinine ithal etmişsin; sen torpili din edinmişsin ona îman etmişsin; sen torpil olmadan nasıl bir toplum kuracaksın? deyip Allah’ı ve peygamberini yalanlayan, kendi sapık ve düşük düşüncelerini dine ithal etmeye çalışan Lüter veya Calvin ikizi Mustafa!.. Biz bir dua edelim de beraberce âmin diyelim; olmaz mı?:

Kim Torpili dinine ithal etmiş; torpili din edinmiş ve ona îman etmiş ise, Allah onu tövbekâr etsin, ona iman versin; bu mukadder değilse belasını versin, başına lanet yağsın.. Kim de Kur’ân ve Sünnet’in getirdiği şefaate bu damgaları vuruyorsa, onu tövbekâr etsin; bu mukadder değilse belasını versin.. Âmîn…

Mehmet!.. Diyorsun ki:

Üstelik Bakara 254. Ayette rağmen:

{يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفَاعَةٌ}/Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın.

Ve Zumer 44. Ayet : {قُل لِّلَّهِ الشَّفَاعَةُ جَمِيعًا }/“Şefaatin tamamı Allaha aittir.”

Şefaat, biri iki yapmak demektir vetr bir, şef iki demektir. Bu da cennetteki ödülün ikiye katlanması demektir. Diğer âlemde peygamberlerle, sıddıklar ile şehitler ile salihler ile bir üst derecede ağırlanma kurumunun adını, cehennemden adamı kurtarıp cennete postalama kurumuna dönüştürdüler.

Mehmet!.. Kafadan atıyorsun.. Şu halde, şefaat demek sevabın ikiye katlanması sebebiylebiri iki yapmak imiş, o yüzden ona bu isim verilmiş imiş.. Mehmet, saçma sapan bir yakıştırma yapıyorsun.. Belki de Allah’a iftira ediyorsun.. Ne biliyorsun, belki iki değil, yirmi iki, hatta iki milyon, yahut iki yüz milyar kat yapacak.

Oysa Kur’ân’da şöyle buyrulmadı mı?:

{ مَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍ وَاللَّهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَاءُ }

“Mallarını Allah yolunda harcamakta olanların misali yedi başak bitiren bir dane misali gibidir. Her bir başakta yüz dane vardır. Allah dileyeceği kimseye katlar”(Bakara:261)

Kur’ân’da yine şöyle buyrulmadı mı?:

{ مَنْ ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةٌ }

“Kimdir o Allaha güzel bir borç verecek olan ve Allah’ın kendisine onu çok fazla kat be kat olarak katlayacak olduğu kimse?!..”(Bakara:245)

Mehmet!.. Evet, şefaat lügatte kelime manası olarak biri, ikilemek, iki yapmak demektir.. Ancak, sevabı ikiye katlamak manasında biri iki yapmak değil.. Çünkü yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı üzere Allah isterse sevabı dileyeceği kadar fazla katlar.. Aksine, sevabı veya günahı sebebiyle sanki tek kalan bir kimsenin yanına bir başka kimsenin (onun için bağışlanma talebiyle)gidip durmasıyla onu iki yapması yüzünden bu işe şefaat ismi verilmiştir.. Nitekim en-Nibras sahibi böyle demiştir..

Şu ayet üzerinde iyi düşünelim:

{ مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصِيبٌ مِنْهَا وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَا }

“Kim güzel bir şefaat ederse, onun için ondan bir nasip olur.. Kim de kötü bir şefaat ederse, onun için de ondan bir pay olur.” (Nisa:86)

Buna göre, kim bir kimseye iyiliği ikiye katlarsa mı, yoksa kim bir kimse için bir başkasından ona iyilik yapmasını istemekle onu tek iken yanında yer durarak iki yaparsa mı?

Yine, kim bir kimseye kötülüğü ikiye katlarsa mı, yoksa kim bir kimse için bir başkasından ona kötülük yapmasını istemekle onu bir iken yanında durarak iki kişi yaparsa mı?

Mehmet!.. Diyelim ki sen ve senin gibiler, şefaat ayetlerini -inadına değil de- samimi bir şekilde dediğin gibi anladınız.. Mü’min’ler de benim dediğim gibi anladı.. Demek ki, aranızda bir niza yani çekişme var.. Bu halde Kur’ân’ın { فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ }/“Eğer her hangi bir şeyde çekişirseniz onu Allaha ve Resule çevirip götürün” emrine uyarak, bir de Resulüllah sallallahu teala aleyhi ve sellem Efendimiz’e götürseniz ve O’na sorsanız olmaz mı?.. Ne kaybedersiniz?. Bu ayetlerin manasını belirleyen onca sahih rivayete teslim olmayıp illa da senin gibi bir zavallının yontup put haline getirdiği düşüncelere tapınmak, onlarda ısrar etmek en azından yobazlık olmaz mı?..

Mehmet!.. Yukarıdaki iki ayet üzerinde iyi düşünecek olan bir Mü’min kolayca anlar ki: Kıyamet gününde hiçbir satma (ve satın alma) yoktur. Çünkü satma işinin olmadığı yerde tabiatıyla satın alma da olmaz. Peki, dostluk ve şefaat da yok mudur? Evet, bu ayete göre o günde Hiçbir dostluk ve şefaat da yoktur.. Ancak makbul bir imanı, biraz bilgisi ve azıcık aklı olan bir kimse, bu ayetlerin yanında o günde, muttakılerin (Mü’min’lerin) dışındaki dostların kimisi kimisine düşman(olacaklar)dır”(Zuhruf:67) ve de ki: Şefaatin tamamı Allah’a aittir”(Zümer:44) ayetlerini de göz önünde bulundurarak ve tefsirlerdeki manalarına bakarak anlar ki:

Mehmet!.. Şefaat, hem (kafirler için ve izin çıkmayanlar için) yoktur, hem de (kâfir olmayanlar için) vardır ve tamamı Allah’a aittir.. Çünkü şefaat olmasaydı, şefaatin tamamının Allah’a ait olmasının ve yapılan istisnaların hiçbir manası olmazdı.. Mü’min’e göre Allah’ın kelamında tezat bulunmayacağına göre bunun izahı, Kur’ân’a, onu getiren Resul sallallahu aleyhi ve sellem’e ve Ashab’ı radıyallahu anhum’a ve bir de imanın nuruyla ve ilimle önünü görebilen selim akla sorulur:

Mehmet!.. Demek ki, kâfirlere hiçbir şekilde şefaat edilmez. Onlar için hiçbir şefaat yoktur.. Ancak, günahkâr olsun olmasın Mü’min’lerden Allah’ın, razı olacağı ve izin vereceği kimselerin, yine O’nun dileyeceği kimselere şefaat etmesi haktır. Bu, kimi     -apaçık sapmışların iddia ettikleri gibi- bir torpil yani hakkedilmeyen bir kayırma da demek değil; aksine bir çeşit dua ile Allah’ın affedip bağışlaması veya ecir, sevap ve mükâfat vermesidir.. Bana dua edin/benden isteyin, bende icabet edeyim (Ğâfir:60) buyuran Rabbimizin af ve mağfiretine hangi zalim ve hangi fasık ambargo koyabilir?!. Hiçbir kimse..

Mustafa, Mehmet!.. Sizinle sırf ayetlerle konuştum.. Şefaat için sadece ayetlerden delil getirdim.. Aradığınıza ve hevanıza uymadıkça da sizi bağlamayacağı için hadis delillerine temas etmedim.. Sakın yanlış anlamayın, bu hususta ayet bulunmasaydı ve şefaat sadece hadislerle sabit Sünnet bulunsaydı biz Mü’minlere o da yeterdi.. Çünkü ben iman ediyorum ki, Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Allah’ın kitabını benden çok daha iyi anlar.. Hatta bu ibare darlığıyla malul ifadelerim bile kısmi bir edepsizliği ifade eder..

Zira Onun yanında benim anlayışım bir hiçtir.. Yine Allah’a nihayetsiz hamdolsun sözleriyle açıkça veya iş ve tavırlarıyla da zımnen Kur’ân’ı ben peygamberden iyi anlarım iddiasında olan terbiyesiz ve edepsizlerden değilim.. Bir ayeti, kitap suretindeki paçavralarında onlarca sayfada sözüm ona anlatıp daha anlaşılır kılmaya çalıştığı halde bu işi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e çok gören terbiyesiz zındıklardan olmadığıma sonsuz şükürler olsun.. Rabbim bu nimetini elimden almasın, daimi kılsın..

Mustafa, Mehmet!.. Evet, ben o terbiyesizlerden nasıl olurum, buna nasıl cesaret edebilirim?!.

Hele, Rabbimiz, Kitab’ında Musa aleyhisselam’dan haber vererek bana şöyle buyuruyorken:

{ وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَاقَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَنِي وَقَدْ تَعْلَمُونَ أَنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ فَلَمَّا زَاغُوا أَزَاغَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ }

“Hani Mûsâ, kavmine, Ey benim kavmim!. Bana neden eziyet ediyor, beni incitiyorsunuz.. Halbuki biliyorsunuz ki, ben Allah’ın size gönderilen bir elçisiyim dedi.. İşte ne zaman ki bu (eziyetleri) yüz(ün)den kayıp yoldan çıktılar, Allah da kalplerini (düşünce ve inanışlarını) kaydırdı..” (Saff:5)

Bir peygambere açıkça veya hal diliyle Allah’ın kitabını anlamakta ve anlatmakta senin yetkin yoktur ama benim vardır veya bu hususta ben senden üstünüm yahut Allah’ın dininde senin söz hakkın yok ama benim var demek ona eziyet değil de nedir?.. O halde böyle bir densizlik Allah tarafından düşünce ve inanç heyelanlarıyla, kaymalarıyla cezalandırılma neticesini getirecektir.. Nitekim karşımızdaki manzaranız da bundan ibarettir.. Sünnet karşısındaki laubalilikler, şirretlikler ve yer yer inkarcılıklar peygamberi incitecek, inanç ve düşünce sapmalarına sebep olacaktır.. Açık olan Kur’ân’dan ben böyle anladım.. Ne o, itirazı olan mı vardı?!..

Mustafa, Mehmet!.. Beyninde ve yüreğinde böyle kaymalar meydana gelenler Allah’ın ayetlerini nasıl doğru anlayabilir.. İslami olmayan bir zeminin yaralı bereli mahsulleri olan bizler, Kur’ân’ı bu kafalar ve yüreklerle nasıl aslına uygun anlayabiliriz!.. Kur’ân’ın akletseniz ya fermanıyla amel etmeye çalışsak ve işi bizim belamızdan ve musibetimizden selamette olan eslafımıza yani gerçek erbabına havale etsek ya!..

Mustafa, Mehmet!.. Dipsiz bir kuyu misali köküne varılamayan ve ulaşılamayan bir cehaletinizin yanında şeytanda bile bulunmayan bir kibrin sahipleri Kur’ân’ı nasıl doğru anlayabilirler?!.. Asla...

Nitekim Rabbimiz şöyle buyuruyor:

{ سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ }

“Yer yüzünde haksız yere kibirlenenleri ayetlerimden çevireceğim….”(A’raf:146)

Hangi ayetlerden?!.. Her çeşidinden… Kâinat ayetlerinden, mucizelerden ve Kur’ân ayetlerinden… Ayetlerin nesinden?!.. Onlara iman etmekten yahut anlamaktan veya yaşamaktan veya öğrenmekten yahut hepsinden.. Unutmayalım ki, Kur’ân’ı anlama şansımız Allah’ın ve kullarının karşısında nefislerimizi sıfırlayabildiğimiz nispette olacaktır.. O’nun rızasında fani olduğumuz ölçüde tahakkuk edecektir..

Mustafa, Mehmet!.. Binaen aleyh yaptığınız yanlışlıklar ve işlediğiniz günahlar size ne yazık ki, pek de süslü gösterilmiş ve siz onları artık güzel görmektesiniz.. İşte bu çok kötü..

Nitekim Rabbimiz şöyle buyuruyor:

{ زُيِّنَ لَهُمْ سُوءُ أَعْمَالِهِمْ }

“Onlara kötü işleri pek de süslü gösterildi..”(Tevbe:37)

Rabbimiz yine şöyle buyuruyor:

{ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ }

“İşte böylece müsriflere yapmakta oldukları pek süslü gösterildi.”(Yunus:12)

Rabbimiz yine şöyle buyuruyor:

{ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ }

“İşte böylece kâfirlere yapmakta oldukları pek süslü gösterildi.”(En’am:112)

Rabbimiz yine şöyle buyuruyor:

{ أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ }

“Rabbinden bir beyyine uzere olan kimse hiç kötü ameli kendine pek süslü gösterilen ve nefislerinin şiddetli arzularına uyanlar gibi olur mu?!..” (Muhammed:14)

Rabbimiz yine şöyle buyuruyor:

{ أَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَنًا فَإِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ }

“Kötü işi kendine pek süslü gösterilen ve bu yüzden onu güzel gören yok mu?!.. Çunkü şüphesiz ki Allah dileyeceğini şaşırtır dileyeceğine de hidayet eder..” (Fâtır:8)

Mustafa, Mehmet!.. Evet, -bizim yerli ve öz tabirimizle- sahasında erbab-ı salahiyet, -sizin kültürlülük damlayan ‘söylem’inizle de- otorite olan ulemayı, ikinci derecede numunelerimiz olan Ashab radıyallahu anhum’u ve hatta birinci derece ve en güzel numunemiz olan Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi devre dışı bırakmak gibi kötü işleriniz size pek de süslü püslü gösterilmiş.. Ve işin daha da kötüsü bunu harbiden bir de güzel görmeye başlamışınız...

Mustafa, Mehmet!.. Bu süslü ve güzel göstermeyi bazen -sebep olma yoluyla- şeytanların insan cinsinden olanlar ve Allah’a koşulan ortaklar yapar.. Allah’ın ve Resulü sallallahu aleyhi ve sellem’i dinleyecek yerde Goldziher gibi İslam düşmanı müsteşrikleri veya onların gübreliklerinde yetiştirilen beslemeleri dinlediniz... Kur’ân’ı onlardan öğrenmeye kalktınız.. Onlar da yaptıklarınızı size son derece süslü göstermiş ve ne yazık ki artık siz onları güzel görmeye başladınız..

NitekimRabbimiz şöyle buyuruyor:

{ وَكَذَلِكَ زَيَّنَ لِكَثِيرٍ مِنَ الْمُشْرِكِينَ قَتْلَ أَوْلَادِهِمْ شُرَكَاؤُهُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ دِينَهُمْ }

“İşte böylece müşriklerden bir çoğuna (Allah’a koştukları) ortakları, çocuklarını öldürmeyi, onları (helake) yuvarlamaları ve dinlerini onlara karmakarışık hale sokmak için son derece güzel gösterdi...”(Enam:137)

Rabbimiz yine şöyle buyuruyor:

{ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ }

“Şeytan onlara yapmakta olduklarını pek de süslü gösterdi...”(Enam:43)

Rabbimiz yine şöyle buyuruyor:

{ وَإِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ }

“Hani şeytan onlara amellerini pek süslü gösterdi…”(Enfal:48)

Mustafa, Mehmet!.. Bu süsleme işini yaratma ve icat etme yönüyle tabii ki Rabbimiz yapar..

Nitekim Rabbimiz şöyle buyuruyor:

{ كَذَلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ أُمَّةٍ عَمَلَهُمْ }

“İşte böylece biz her bir topluluğa amelini son derece süslü gösterdik”(Enam:108)

Mustafa, Mehmet!.. Hasılı, ayetlerdeki bu hakikat ve vakıalar sebebiyle sizler Kur’ân’ı ve İslam’ı asla doğru anlayamazsınız; buna gücünüz yetmez.. O yüzden de Kur’ân üzerindeki konuşmalarınız tahriften başka bir mana ifade etmez ve bu gidişle de asla etmeyecektir.. Lütfen, artık akıllı olun, Allah’ın diniyle ve Kitabıyla oynamayın!.. Din düşmanlarına bilerek veya bilmeyerek yardımcı olmayın!..

Selam hidayete tabi olanlara olsun.

Son sözümüz salat ve selam, son duamız da Alemlerin Rabbine hamddir.

https://darusselam.com/reddiyeler/sefaat-meselesi-hakkinda-islamoglu-mustafa-ile-okuyan-mehmete-mektub-1.html?print=print
Devamını Oku »

Sünnete Muhalefette Sevap Ümidi Yoktur...

Sünnete Muhalefette Sevap Ümidi Yoktur...
el-Mebsût isimli kitapta Yahya ibn Yahya'dan[1] nakledilmiştir;

O, A’raftan ve A'raf ehlinden söz ettikten sonra bir âh çekti ve innâ lillah ve innâ ileyhi râcîûn deyip şöyle dedi: Bunlar öyle bir topluluktur ki iyilik yapmak için bir yol tutturmak isteyen fakat bunda isabet etmeyenlerdir.

Yahya ibn Yahya'ya denildi ki:

Ey Ebû Muhammed! Bununla beraber onların gayretleri sebebiyle kendileri için bir sevap var mıdır? Dedi ki:

Sünnete muhalefette sevap ümidi yoktur.

Bid'at sahibinin güvenlik ve himayeden mahrum kalacağı ve kendi nefsinin emrine terk edileceği meselesine gelince bununla ilgili rivayetler daha önce geçmiştir ve manası da gayet açıktır. Çünkü Allah Tealâ Hz. Muhammed'i (s.a.), yüce Kitabında belirttiğine göre bize âlemlere rahmet olarak gönderdi. Bu büyük nurun doğumundan önce biz yolumuzu şaşırmış ve az bir kısmı hariç dünyevi maslahat­larımızı tam olarak bilemez bir halde idik. Uhrevi maslahatlarımızı ise az veya çok hiç bilemiyorduk. Üstelik herkes içerisinde ne olursa olsun nefsinin hevasına biniyor ve başkasının hevasını/istek ve arzularını bir kenara atıyor ve ona iltifat etmiyordu. Bu sebeple aralarında özel ve genel manada ihtilaf ve kargaşa hiç eksilmiyordu. Nihayet şüphe ve karışıklıkların zail olması ve insanlar arasındaki ihtilafların ortadan kalkması için Allah Teala Peygamberini (s.a) gönderdi.

Nitekim Allah Teala şöyle buyurdu:

"İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. İnsanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler, Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilaf ettikleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir."[2]

"İnsanlar sadece bir tek ümmet idi. Sonradan ayrılığa düştüler."[3]

O Peygamber ihtilaf ettikleri şeylerde insanlar arasında sadece onların dağınıklıklarını düzene koyacak, birlik ve bütünlüklerini sağlayacak şeyleri getirmek suretiyle hükmediyordu. Onun getirdiği şeyler, onlar hangi yönde ihtilafa düşmüşlerse onunla ilgiliydi ve bu da; sonuçta onların hem dünyadaki hem de âhiretteki iyiliklerini temin ediyor ve bozulmayı onlardan kesin olarak defediyordu. Kaynakları âlimlerce bilinen yöntemlerle dinler, canlar, akıl, nesiller ve mallar, korunuyordu. İşte bu, Peygambere (s.a) söz, fiil ve takrir olarak inen (yüce kitap) Kurandı. Onların kendi kendilerini idareden âciz oldukları, kendi maslahatlarının/menfaatlerinin nerede olduğunu tek başlarına bilemeyecekleri Allah tarafından bilindiği için kendi hallerine bırakılmadılar. Bid'atçi bu büyük bağışları ve bereketli hediyeleri terk eder de nefsinin ve dünyasının ıslahı için şer'i bir delil olmaksızın kendi nefsine sarılırsa himayeye ve bu rahmetin altına girmeye nasıl lâyık olur? O, himaye ipinden elini salmış ve nefsinin tedbirine sığınmıştır. Artık o, rahmetten uzak kalmayı hak etmiştir.

Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın."[4] Allah Teala bunu:

"Allah'tan O'na yaraşır şekilde korkun"[5] dedikten sonra söylemiştir.

Böylece Allah Teala kendi ipine sarılmanın Allah'tan O'na lâyık şekilde korkmak anlamına geldiğini ve ondan başkasına yapışmanın da tefrika olaca­ğını bildirmiştir. Tefrika bid'atçinin en kötü vasıflarından birisidir. Çünkü o, Allah'ın hükmünden dışarı çıkmış ve müşlümanlarm cemaatinden uzaklaşmıştır.

Abdullah ibn Humeyd, Abdullah'tan rivayet eder:

Allah'ın ipi cemaattir.

Katade ise şu yorumu yapar:

Allah'ın sağlam ipi şu Kur'an'dır, O'nun sünnetleridir ve kullarına yüklediği sorumluluktur. Allah, onlara Kur'an'daki iyiliklere bağlanmalarını, O'nun ipine sımsıkı sarılmalarını ve diğer şeyleri emretmiştir. Şu ayet-i kerime de buna işaret eder:

"Allah'a sımsıkı sarılın. O sizin mevlânızdır."[6]

Dipnotlar:

[1] Yahya ibn Yahya: İbn Kesir ibn Veslâs ibn Şemlal: Büyük bir imam. Endülüsün fakihi. Künyesi Ebû Muhammed el-Leysi el-Berberi el-Endelûsi el-Kurtubi'dir. 152 yılında doğdu. İmam Malik'i dinledi ve ondan Muvatta'ı rivayet etti. Ayrıca Ziyad ibn Abdirrahman, Leys ibn Sa'd. Sufyan ibn Uyeyne ve diğer kişilerden hadis dinledi. Kendisinden de oğlu Ubeydullah. Muhammed ibn el-Abbas, İlin Veddah, Baki ibn Mahled ve diğer bir grup rivayette bulundu. Endülüs'te ilim adamlarından hiç kimsenin ulaşamadığı bir saygınlığa ve büyük bir mertebeye ulaştı. 234 yılının Recep ayında vefat etti. (Siyeru A'lami'n-Nübelâ. 10/519; Tehzibü't-Tehzib. 11/300; Şezerat, 2/82; Şeceratü'ıı-Nûr ez-Zekiyye. 63, 64)

[2] Bakara: 213.

[3] Yunus: 19.

[4] Âli İmran: 103

[5] Âli İmran: 102

[6] Hac: 78
Devamını Oku »

Bid'atlerin Kötülenmesi ve Bid'atçilerin Kötü Akıbetleri





Akıllı bir kimsenin bid'atler üzerinde düşündüğü zaman onun kötü bir şey olduğunu bileceği gayet açıktır. Çünkü bid'atlere uymak demek, sırat-ı müstakimden çıkmak ve cehalette ileri gitmek demek­tir. Bunu hem aklî ve mantıki delillerle hem de genel şer'î ve nakli delillerle açıklamak mümkündür,

Akli olarak bid'atın kötülüğünü ortaya koymaya gelince bunun çeşitli yönleri vardır:

1-Dünyanın başlangıcından bu güne kadar yapılan deney ve tecrübeler göstermiştir ki tek başına akıl kendi yararına olan şeyleri celbetmeye ve zararına olan şeyleri def etmeye yeterli değildir. Çünkü maslahatlar ve mefsedetler ya dünyevîdir veya uhrevidir.

Dünyevi olanları akıl, daha başlangıçta Allah tarafından ilk konuluşlarında tek başına ayrıntılı olarak elbette bilemez. Daha sonra ortaya çıkmış ve çıkacak olanları da tam olarak bilemez. Çünkü nelerin maslahat, nelerin mefsedet olduğu başlangıçta ancak Allah'ın bildirmesiyle bilinmiştir.

Çünkü Adem (a.s.) yeryüzüne indirildiği zaman dünyevi masla­hatlarını/menfaatlerini nasıl celbedeceğini biliyordu. Ancak kimileri de şöyle demektedir:

"Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti"[1]ayetine göre Âdem başlangıçta bunları bilmiyordu. Bu isimleri öğrendikten sonra bilir hale geldi. O halde bu esnadaki öğrenme akla dayan­mayan bir öğrenmedir. Sonra onun neslinden gelenler de bu bilgileri ondan topluca miras olarak aldılar. Fakat akıllar bu ilk bilginin köklerinden yeni yeni bilgiler türettiler de bu bilgileri (sanki önceden ortada hiçbir şey yok iken) kendileri ürettiklerini zannettiler.

Başlangıçta Hz. Adem'e öğretilen temel bilgilere araya fetret, dönemleri girdikçe yeni yeni bilgiler ilave edildi: Çünkü fetret dönemlerinin maslahatları aynı istikamette cereyan etmedi. Çünkü o dönemlerde fitneler, karışıklıklar vardı, çeşitli yönlerden bozulmalar ortaya çıkmıştı.

Şayet Allah Teala peygamberler göndermek suretiyle insanlara iyilik yapmasaydı onlar düzenli bir hayata ulaşamazlardı ve menfa­atlerine (mashalatlarına) en uygun olan bir durumda bulunmazlardı, öncekilerin ve sonrakilerin haberleri üzerinde düşünmekle bunu öğrenmek mümkündür. Uhrevi maslahatlara gelince, sebeplerinin ortaya konuluşu yönünden akıl ile kavranılmaları en zor olanlar şunlardır. Meselâ ibâdetler böyledir. Onlar, değil ayrıntılı olarak özet olarak (icmali) bile akılla bilinemezler.

Ahiret yurdunu, mutlaka bir gün o yurda gidileceğini ve onun, amellerin karşılığının görüleceği bir yurt olduğunu düşünüp tasavvur etmeye gelince akıl bunu duyularla hissetme imkanından uzaksa da, soyut olarak idrak edebilir.

Akıl sahipleri, âhiret ahvalinin şer'i naslara bakmaksızın mücer­ret akılla idrak edilebileceğini iddia eden felsefecilere aldanmasınlar. Mesele aslında onların dilleriyle iddia ettikleri gibi değildir. Çünkü insanoğluna her zaman peygamberler vasıtasıyle dinler ve şeriatler gönderilmiştir. Peygamberler ve peygamberlerin mesajını insanlara ulaştıranlar tarih boyunca her zaman bol miktarda var olmuşlardır. Bu süreç  Adem (a.s) ile başlamış ve Hz. Muhammed'in getirdiği bu şeriate kadar devam etmiştir.

Ancak şeriatın/dinin izleri silinmeye başladığı zaman Allah Teala insanlara yaratılış gayelerini -ki Allah'a kulluktur- beyan etmek üzere yeni bir peygamber göndermiştir. Şeriatin izlerinin kaybolmaya başladığı zaman ile daha sonra yeni bir şeriatin gönde­rilmesi zamanı arasında önceki şeriatten bilinen bazı esasların (bilgi veya inanç olarak) varlığını devam ettirmiş olması kaçınılmazdır.

İşte felsefeciler bu esaslara ulaştılar, onları veya onların bir kısmını yakaladılar ve bunları akıllarına uygun bir şekilde ortaya sürmek istediler, bu bilgileri dinin değil, aklın bir ürünüymüş gibi gösterdiler. Halbuki durum hiç de onların iddia ettikleri gibi değildir.

Akıl elbette bağımsız değildir. Temeli olmaksızın herhangi bir şeyi inşa edip ortaya koyamaz. O ancak istisnasız olarak önceden var olan bir temel üzere bilgiyi inşa eder, Ahiret ahvali hakkında önceden var olan bilgilerin vahiyden başka bir kaynağa dayanması mümkün değildir.

İleride inşaallah bu konunun açıklaması gelecektir.

Genel olarak, akıllar vahy olmaksızın kendi maslahatlarını tek başlarına kavrayamazlar. Bid'at çıkarmak bu esasa aykırıdır. Çünkü varsayımlar şer'î bir dayanak olamazlar.[2] Bid'atçilerin akla dayana­rak iddia ettikleri şeylerden başka ortaya koydukları bir şey yoktur.

Bid'atçi bid'atle amel etmesi sebebiyle bunun karşılığında arzuladığı sevabı elde edeceğinden emin değildir. Bu sebeple bid'at abesle iştigaldir/boş ve faydasız bir amel gibidir.

Şeriat kulların maslahatlarını korumak için gelmiştir, dersek bu böyledir.

Diğer görüşe göre ise bid'atçinin eline hiçbir şey geçmeyeceği daha da kesindir. Çünkü o zaman bid'at sadece bir ibadettir ve âmir tarafından memurun mecbur edilmesidir (Yani bid'atçinin kendisini şâri yerine koymasıdır.) Usûl ilminde açıklandığına göre aklın bu alanda yetkisi yoktur. Üstelik bid'atçi bir de, büyük arzularını gerçekleştirmede elindeki güvenilir olan bir yolu bırakıp güvenilmez bir yolu izlemektedir.

2-Şeriat, eksiklik ve fazlalığa tahammülü olmayan bir mükem­mellikte gelmiştir.

Çünkü Allah Teala bu konuda şöyle buyurmak­tadır:

"Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim."[3]

İrbâd İbn Sâriye[4] hadisinde şöyle anlatılmaktadır:

Bir gün Rasulullah (s.a) bize gözleri yaşartan, kalpleri yerinden oynatan bir öğüt verdi. Biz dedik ki:

Ya Rasulallah! Sanki bu bize veda eden birisinin öğüdü gibi geldi. Bize tavsiyen nedir? Şöyle buyurdu:

"Size öyle aydınlık bir yol bırakıyorum ki onun gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra o yoldan sapan mutlaka helak olur. Benden sonra yaşayanlar pek çok ihtilaflar göreceklerdir. Ben size benim sünne­timden ve benden sonraki râşit halifelerin sünnetinden öğrendik­lerinizi tavsiye ediyorum."[5]

Hz. Peygamber'in (s.a) ölmeden önce din ve dünya işi konu­sunda"[6] ihtiyaç duyulan her şeyi açıkladığı kesindir. Bu konuda ehl-i sünnet arasında farklı görüşte olan hiç kimse yoktur.

Hal böyle olunca bid'atçi sanki lisan-ı hal ile şöyle der gibidir:

"Şeriat tamam olmamıştır. Şeriatta telâfi edilmesi/düzeltilmesi gere­ken şeyler vardır veya bunlar düzeltilse daha iyi olur."

Çünkü o şeriatın hiçbir yönden eksiğinin olmadığına, tam ve mükemmel oldu­ğuna inanmış olsaydı bid'at çıkarmaya ve onu düzeltmeye kalkış­mazdı.  Böyle bir şey söyleyen kimse sırat-ı müstakimden sapmış olur.

İbn el-Mâcişûn[7] der ki:

Malik'in şöyle dediğini duydum: Kim İslam'da bir bid'at çıkarır da onu güzel görürse Hz. Muhammed'in (s.a) risalete ihanet ettiğini iddia etmiş olur.

Çünkü Allah Teala: "Bugün size dininizi tamamladım." buyurmaktadır. O halde o gün bir başka din olmamıştır. Bu gün de başka bir din yoktur.

3-Bid'atçi, şeriate karşı inatçıdır ve ona muhalefet eder. Çünkü Şâri, kuldan istenilen şeyler için özel şekillerde özel yollar belirlemiştir. Emir ve nehiy ile vaad etme ve korkutma ile bu yolları sınırlamış ve hayrın bu yollarda, şerrin de bu yolların dışına çıkmakta olduğunu haber vermiştir. Çünkü Allah bilir, biz bilmeyiz. O, Rasulullah'ı (s.a) sadece âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Bid'atçi bunların hepsini reddetmektedir. O, daha başka yolların da olduğunu, Allah'ın bu yollara sınır koymadığını ve belirlemediğini iddia eder. Sanki Allah bilir, biz de biliriz, demektedir. Hatta Şâriin belirlediği yollara ilaveler yapmasından, belki de -hâşâ- Şâriin bilmediği şeyleri dahi onun bildiği anlaşılmaktadır.

Şayet bid'atçinin maksadı bu ise şeriate ve Allah'a karşı bir küfürdür, maksadı bu değilse o zaman da apaçık bir sapıklıktır.

Ömer İbn Abdülaziz (r.a) Adiy İbn Ertae'ye[8] yazdığı mektupta bu manaya işaret etmektedir. Adiy, ona bazı kaderiyeciler hakkında fikir danışmıştı. Ömer ibn Abdilaziz şunları yazdı:

"İmdi, ben sana Allah'tan korkmayı, O'nun emrinde orta yolu tutmayı,  Peygamber'in (s.a) sünnetine uymayı,  sünnetinin yürür­lükte ve yeterli olduğu konularda bid'atçilerin uydurdukları şeyleri terk etmeyi tavsiye ederim. Sünnete sımsıkı sarıl. Çünkü sünneti, aksine davranışlardan hangi tehlikelerin, hangi ayak kaymalarının, hangi ahmaklıkların ve hangi aşırılıkların doğacağını en iyi bilen kişi ortaya koymuştur. Kavmin (ashabın) kendileri için razı oldukları şeye sen de kendin için razı ol. Çünkü onlar derin bir ilme, keskin bir görüşe sahiptiler. (Günahlardan) kendilerini alıkoyarlardı. Onlar her şeyin içyüzünü en iyi şekilde bilirlerdi. Onlar sahip oldukları fazilete lâyık idiler. Eğer, onlardan sonra yeni bir durum ortaya çıkmıştır dersen, bunu ancak onların yolundan gitmeyen ve kendilerini onlara tercih edenler çıkardılar. Onlar (sahabiler) öncüdürler; yeterli mik­tarda    konuşurlardı ve faydalı şeyleri anlatırlardı. Onların yaptıklarını yapmayanlar kusurludur, fazlasını yapmaya kalkışanlar bitkin ve yorgun düşerler. Kimisi eksik bıraktı, kimisi aşırı gitti.[9] Onlar (sahabeler) bu ikisi arasında doğru bir yol üzerinde idiler." Sonra mektup Adiy'in sorunuyla ilgili bükümle sana erdi. Ömer ibn Abdilaziz'in "Sünneti, aksine davranışların nelere sebep olacağını en iyi bilen (Hz. Peygamber) koymuştur" sözü, işte üzerinde durduğumuz konunun delilidir.

4-Bid'atçi kendisini Şârie benzer bir konumda görmektedir. Çünkü şeriatleri koyan ve halkı o şeriatlerin yolundan gitmekle yükümlü tutan Şâri'dir/Allah'tır. O'ndan başka bu işi yapacak kimse yoktur. Çünkü anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında o hüküm verecektir. Eğer şeriat koyma işi insanların yapabileceği şeylerden olsaydı, şeriatler indirilmezdi, insanlar arasında ihtilaf kalmazdı ve peygamberlerin gönderilmesine de ihtiyaç olmazdı.

İşte Allah'ın dininde bid'at çıkaran kişi, kendisini Allah'a ortak ve benzer yapan kişidir.  Çünkü Şâri ile beraber şeriat koyuyor, ihtilafa kapı açıyor, Şâriin yegane şeriat koyucu olduğunu reddediyor. Halbuki O, buna kâfidir.

5-Bid'at çıkarmak, hevâ ve hevese uymak demektir. Çünkü akıl, şeriate tâbi olmadığı zaman geride hevâ ve şehvetten başka birşey kalmaz. Sen de bilirsin ki heva ve hevese tâbi olmak apaçık bir sapıklıktır.

Görmüyor musun Allah Teâla şöyle buyuruyor:

"Ey Dâvud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık. O halde insan­lar arasında adaletle hükmet, heva ve hevese uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır."[10]

Allah Teala bu ayet-i kerimede hükmü -üçüncüsü olmaksızın- iki şeye hasretti: Hakka tâbi olarak hüküm vermek, heva ve hevese uyarak hüküm vermek. Aklı, hüküm vermekten tecrit ederek uzaklaştırdı. Çünkü akıl, genellikle heva ve hevese uyarak hüküm verebilir.

Başka bir ayet"i kerimede Allah Teala şöyle buyurdu:

"Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız ve işinde aşırı giderek hevesine kapılan kimseye uyma."[11]

Burada da durumu iki şey arasında sınırlandırdı: Zikre yani Kur'an'a tâbi olmak, ikincisi hevâ ve hevese tâbi olmak.

Diğer bir âyette de şöyle buyurdu:

"Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir?[12]

Bu ayet de kendisinden öncekiler gibidir. Bu âyeti iyi düşünü­nüz. Çünkü bu âyet, nefsinin arzusuna (hevasına) uyarak Allah'ın hidayetine tâbi olmayan kimseden daha sapık hiç kimsenin olma­dığını açıkça ifade etmektedir.

İşte bid'atçinin durumu da budur. Çünkü o, Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevâ ve hevesine uymuştur. Allah katından gelen yol gösterici Kur'an-ı Kerim'dir.

Şeriatin beyan ettiğine ve âyetin ortaya koyduğuna göre hevâ ve hevese tâbi olmak iki kısımdır.

Birincisi,heva ve hevesin Allah'ın emrine ve yasağına uymasıdır. Bu kötü değildir. Sahibi de sapık değildir. Nasıl sapık olsun ki önce Allah'tan bir yol gösterici gelmiş, hevâsının yolunu onunla aydınlat­mıştır. Takva sahibi mü'minin durumu böyledir.

Diğeri,hevâ ve hevesin esas gaye kabul edilerek öne alınmasıdır. O zaman Allah'ın emri ve yasağı, hevâ ve hevese nisbetle tâbi durumundadır (yani ikinci plandadır) veya (hiç bir şekilde dikkate alınmıyacak biçimde) tâbi durumunda değildir. Kötülenen de budur.

Bid'atçi nefsinin hevasını Allah'ın hidayetinin önüne geçirendir. Bu sebeple o, kendisinin hidayet üzere olduğunu zannettiği halde insanların en sapığı olmuştur.

Burada dikkat çekilmesi gereken bir mana ortaya çıkmıştır. O da söz-konusu âyetin şer'i hükümlerde tâbi olmak için iki tane yol belirlemiş olmasıdır:

Birincisi şeriattır. Şüphesiz şeriatte ilim, hak ve hidayet vardır.

İkincisi hevâ ve hevestir. Bu ikinci yol kötülenmiştir. Çünkü Allah Teala Kur'an'da heva ve hevese uymayı sadece kötüleme bağlamında zikretmiştir. Ondan başka bir üçüncü yol zikretmemiştir. Kim âyetleri araştırırsa bunun böyle olduğunu anlar.

Sonra benim referans verdiğim ilim ve övgüyle sözü edilen hak, Kur'andır ve Allah'tan indirilen şeylerdir.

Nitekim Allah'ın âyetlerin­de şöyle buyuruluyor:

"De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz, bana ilimle söyleyin."[13]

"Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları saptır­mak için Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zâlim kim vardır!"[14]

Bir diğer âyette şöyle buyurulur:

"Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı Allah'a iftira ederek (kadınlara) haram kılanlar muhakkak ki ziyana uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğru yolu bulacak da değillerdir."[15]

Bunların hepsi Allah'tan bir yol gösterici olmak­sızın yasa koymada kendi heva ve heveslerine uymaktadır..

Bir âyeti-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah kulağı çentilen, salıverilen, erkek dişi ikizler doğuran, on defa yavrulamasından ötürü yük vurulmayan hayvanların adanmasını emretmemiştir; fakat inkar edenler Allah'a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmezler."[16]

Bu, teşride/yasa koymada heva ve hevese tâbi olmaktır. Çünkü bu gerçekte Allah'a karşı iftira etmektir.

Allah Teala şöyle buyur­maktadır:

"Hevâ ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katın­daki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir?"[17]

Yani Allah'tan başka hiçbir şey onu doğru yola eriştiremez. Bu, başka şeyle değil, şeriatle olur. Bu da hidayettir.

Bu sabit olduğuna ve durum, şeriatle hevâ ve heves arasında deveran ettiğine göre aklın kendi başına vereceği hüküm sarsın­tılıdır. Sanki aklın, heva ve hevesin etkisi altında kalmaksızın bu meydanda söz söylemeye mecali yok gibidir. O halde hüküm koymada sadece akla dayanmak doğrudan hevâ ve hevese tâbi olmak demektir.

Sırf akıl ile kavranabilen konulardaki aklî düşünceyi bir tarafa bırak, çünkü burada ondan söz edilecek değildir. Bu konularda ehil olanlar da bid'at çıkarmakla hata etmiş sayılıyorlarsa bunun sebebi ilahi hitabın artık gelmiş olmasından ya da teşri/hüküm koyma yönündendir. Bu sebeple peygamberler gönderilmeden önce bütün insanlar mazurdurlar. Yani peygamberler gelinceye kadar akli konulardaki ve teşrii/yasama konularındaki hatalarında mazurdur­lar. Peygamberler geldikten sonra artık hiç kimsenin sığınacağı bir bahanesi kalmaz.

"İnsanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir hüccetleri/mazeretleri olmaması için müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik."[18]

En üstün hüccet/delil Allah'ındır.

Düşünen kimsenin bu makamda aklında tutması gerekli kaide budur. Usûlün konusu da olsa bunlar Allah'ın Kitabından çıkartılmış nüktelerdir.[19]


Bid'at Ve Bid'at Çıkarmanın Kötülüğü Hakkında Âyet Ve Hadisler


Bu konudaki nakli deliller birkaç gruptur:

Birincisi, Allah'ın dininde bid'at çıkaranın kötülüğüne i genel olarak delâlet eden Kur'an âyetleridir:

Bunlardan birisi şu âyet-i kerimedir:

"Size Kitab'ı indiren O'dur, O'nun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir."[20]

En büyük delillerden birisi bu âyettir. Hadisi şerifte bu âyet tefsir edilmiştir.

Hz. Âişe'den sahih olarak rivayet edildiğine göre o şöyle anlatmak­tadır:

Ben Hz. Peygamber'e (s.a);

"Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih âyetlerin peşine düşerler" ayetini sordum.

O şöyle buyurdu: "Sen onları gördüğün zaman kendilerini tanırsın."[21]

Yine Hz. Âişe'den gelen sahih bir rivayete göre o şöyle demiştir:

Hz. Peygamber'e (s.a) "Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun bazı âyetleri muhkemdir..." âyeti hakkında soru soruldu. Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu:

“Bu Kitab'ın müteşabih âyetlerinin peşinden gidenleri gördüğünüz zaman işte Allah'ın (kalplerinde eğrilik olanlar diye) isimlendirdiği kimseler bunlardır ve bunlardan sakınınız."[22]

Bu tefsir mübhemdir/kapalıdır. Fakat yine Hz. Âişe'den gelen bir rivayette o şöyle demektedir:

Hz. Peygamber (s.a) "Sana kitab'ı indiren O'dur, onun bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar kitab'ın esasıdır..." âyetini okudu ve şöyle buyurdu:

"Müteşabih âyetler hakkında tartışmaya girenleri gördüğün zaman işte Allah'ın kas­tettiği kimseler bunlardır, bunlardan sakının."

Bu rivayet daha açıktır. Çünkü âyet kalplerdeki eğriliğin alâmeti olarak Kur'an hakkındaki tartışmayı gösteriyor.   Bu tartışma müteşabihlerin peşinden gitmekle mukayyettir.

O halde kötülemenin muhatabı, Kitabın anası ve büyük bir kısmı olan muhkem âyetleri terk ederek onun müteşabıhlerine uymak suretiyle Kur'an hakkında tartışmaya girenlerdir. Fakat bunun da daha açık bir yoruma ihtiyacı vardır.

Hazevver isimli Ebû Galipten[23] rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:

Şam'da bulunu­yordum. Mühelleb[24] Hâricilerden yetmiş kişinin kafasını gönder­mişti. Şam yolu üzerine bunları diktiler. Ben o esnada evimin damında bulunuyordum. Ebû Uraame[25] geçti. Aşağıya indim ve onun peşinden gittim. Kafataslarının yanına vardığında gözleri yaşardı ve şöyle dedi:

"Sübhanallah! Sultan bu Adem oğulların a ne yapmış! -Bunu üç defa söyledi- Cehennemin köpekleri, cehennemin köpekleri, gökkubbenin altında öldürülenlerin en kötüleri- Bunu da üç defa tekrarladı- Bunların öldürdükleri kimseler, maktullerin en hayırlısıdırlar. Ne mutlu bu adamları öldürenlere ve ne mutlu bu adamların öldürdüklerine!" Sonra bana döndü ve şöyle dedi:

"Ey Ebû Gâlib, sen onların çok oldukları bir yerde yaşıyorsun. Allah seni onlardan korusun." Ben dedim ki:

Ama ben senin onları gördüğün zaman ağladığını gördüm. Dedi ki:

"Ben onların ehl-i İslamdan olduklarını gördüğüm zaman kendilerine acıdığım için ağladım. Sen Âli İmran sûresini okuyor musun?" Ben:

Evet, dedim,

Ebû Umame şu ayet-i okudu:

"Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir." Sonra şu âyeti okudu:

"Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Birtakım yüzlerin ağaracağı ve birtakım yüzlerin de kararacağı günde büyük azab onlaradır. Yüzleri kararanlara inandıktan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkar etmiş olmanızdan ötürü tadın azabı! denilir. Yüzleri ağaranlara gelince onlar Allah'ın rahmeti içindedirler; orada ebedi kalacaklardır."[26] Dedim ki:

Ey Ebû Umame bunlar onlar mı?

Evet, dedi. Dedim ki:

Bunu kendin mi söylüyorsun, yoksa Rasulullah'tan (s.a) bir şey mi işittin? Dedi ki:

"Kendim söylersem bu bir cüretkârlık olur. Bilakis bunu ben Rasulullah'tan işittim; bir değil, iki değil, üç değil, yedi defa işittim." Sonra şöyle dedi:

"İsrailoğulları yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bu ümmet de yetmiş iki fırkaya ayrılacak. Sevâd’ı a'zam (büyük cemaat, ehl-i sünnet cemaati) hariç, bunların hepsi cehennemliktir."[27] Dedim ki:

Ey Ebû Umame, onların ne yaptıklarını biliyor musun? Ebu Umame şu âyetle cevap verdi:

"De ki: Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, O peygamber, kendisine yüklenenden siz de kendinize yüklenenden sorumlusunuz. Eğer ona itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz. Peygambere düşen sadece, apaçık tebliğdir.”[28]

Bu rivayeti İsmail el-Kâdı[29]  ve başkaları tahriç etmişlerdir.

Başka bir rivayette râvi der ki:

Ebû Galib, Ebû Umame'ye sordu:

İçlerinde sevâd-ı a'zam'ın olduğu fırka hakkında ne dersin? Bu olay Abdülmelik'in[30] halifeliğinin başında olmuştu. O zaman cinayetler ortaya çıkmıştı. Ebu Umame dedi ki:

"Onlar kendilerine yüklenen­den siz de kendinize yüklenenden sorumlusunuz."

Bunu muhtasar (kısa) olarak Tirmizi tahriç etmiş ve hasen hadistir demiştir. Bu hadisi bazı farklı lafızlarla Tahavi[31] de tahriç etmiştir.

Tahavi'nin rivayetinde Ebû Umame'ye şöyle denilir:

Ey Ebu Umame! Onlar hakkında hem böyle söylüyorsun, hem de ağlıyorsun! Yani öldürü­lenlerin en kötüleridir, diyorsun. Ebû Umame cevap olarak dedi ki:

"Onlara acıyorum. Çünkü onlar ehl-i İslamdılar, sonra İslamdan çıktılar." Sonra şu âyeti sonuna kadar okudu:

"O size Kitab'ı indirendir..."   Sonra:

Bunlar onlardır (yani kalplerinde eğrilik olanlardır) dedi. Sonra:

"O gün nice yüzler vardır bembeyazdır, nice yüzler de vardır, simsiyahtır."

Ayetini[32]  sonuna kadar okudu. Sonra şöyle dedi:

"Bunlar onlardır."  yani ahirette yüzleri simsiyah (olanlardır.)

el-Âcûrrî[33] Tâvus'un[34] şöyle dediğini anlattı:

İbn Abbas'a[35] Hariciler ve onların Kur’an okunurken takındıkları tavır anlatılmıştı.

İbn Abbas şöyle dedi:

Onlar Kur'an'ın muhkemine inanıyorlar, müteşabihlerinde sapıtıyorlar. İbn Abbas sonra şu âyeti okurdu:

"Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek bir seviyeye erişenler ise: Ona inandık, hepsi Rabbimiz katından gelmiştir, derler."[36]

Bu yorumla birlikte âyette sözü edilen kalplerinde eğrilik olan kimselerin bid'atçiler olduğu kesin olarak anlaşılmıştır. Çünkü Ebû Ümame (r.a) Hâricileri âyetin genel hükmü içerisine dahil etti ve onlar hakkında nazil olduğunu söyledi. Onlar ilim adamlarına göre bid'at ehlindendirler. Ancak kimilerine göre bid'atçilikleri yüzünden ehl-ı İslamın dışına çıkmışlardır, kimine göre de ehl-i İslamın dışına çıkmamışlardır.

İkinci görüşte olanlara göre bunlar kalplerinde eğrilik olanlardır, bu sebeple sapıtmışlardır. Her ne kadar âyetin lafzı hem onları hem de bu vasfı taşıyan diğerlerini içine alacak genellikte ise de bu vasıf bütün bid'atçilerde mevcuttur.

Biliyorsunuz, bu sûrenin başları Necran Hıristiyanları[37] ve onların Hz. İsa (a.s) hakkındaki inançları konusunda Hz. Peygamber (s.a)   ile yaptıkları tartışma hakkında nazil olmuştur. Onlar, Rasulullah'a karşı Hz. İsa'nın ilah olduğunu veya Allah'ın oğlu olduğunu veya üçün üçüncüsü olduğunu birbirine benzer yorumlarla tevil ediyorlardı ve siyer kitaplarının naklettiğine göre Hz. İsa'nın kulluğu konusundaki apaçık gerçeği terk ediyorlardı! Sonra âlimleri Hâriciler gibi âyetin lafzının hükmünün altına giren sorunları ve sorumlularını da buna göre yorumladılar ki âyetin genel anlamı buna da uygundur.

Sonra Ebû Ümame diğer âyeti okudu:

"Kendilerine apaçık belge­ler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın..."

Diğer ayeti tefsir ettiği şekilde bu ayeti de tefsir etti. Ayet-i kerime bu vasıfları taşıyan kimselere karşı bir tehdit ve korkutmadır, müminlerin de onlar gibi olmalarını nehiydir/yasaklamadır.

Abîde[38] Humeyd ibn Mihran'dan[39] rivayet, etti; Humeyd şöyle dedi:

Hasan'a (el-Basri) sordum: Bu habis hevâ ehli Âli İmran süresindeki "Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra paçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın." ayetini ne yaptılar? Hasan şöyle cevap verdi:

Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki onlar bu âyeti arkalarına attılar.

Yine Ebu Ümâme'den rivayet edilmiştir ki o şöyle dedi:

Onlar Harûrilerdir.

İbn Vehb dedi ki:Mâlik'i şöyle derken duydum:

Allah'ın kitabında ihtilafa düşen hevâ ehli hakkında "O gün nice yüzler vardır bembeyazdır, nice yüzler vardır simsiyahtır... yüzleri simsiyah olanlara inandıktan sonra kâfir mi oldunuz? O halde inkar etmiş olmanızdan ötürü tadın azabı! denilir." âyetinden daha ağır bir âyet yoktur. Mâlik dedi ki:

Hangi söz bundan daha açıktır? Onun bu âyeti hevâ ehli için (heva ve hevesine uyanlar için) tevil ettiğini gördüm.

Bunu İbn el-Kasım[40] da rivayet etti ve şu ilaveyi yaptı: Mâlik bana dedi ki:

Bu âyet, ehli kıble (yani müslümanlar) hakkındadır. Onun âyet hakkında söylediğini birden fazla kişi nakletmiştir.Katâde'den[41]  rivayet edilmiştir:

"Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler" bid'atçilerdir.İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir:

"O gün nice yüzler vardır bembeyazdır, nice yüzler vardır simsiyahtır" ayetindeki beyaz yüzler ehli sünnet, siyah yüzler ehl-i bid'attir.

Bid'ati ve bid'at çıkarmayı kötüleyen âyetlerden birisi de şu ayeti kerimedir:

"Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”[42]

Ayette geçen sırat-ı müstakim/dosdoğru yol, Allah'ın çağırdığı yoldur ve sünnettir. Diğer yollar ise sırat-ı müstakim'den sapan ihtilaf ehlinin yoludur ki bunlar bid'atçilerdir. Diğer yollardan kastedilen, günahkârların yolları değildir. Çünkü masiyetler birer masiyet oluşları yönüyle şeriate benzemek üzere sürekli gidilen bir yol ortaya koymazlar. Bu nitelik, sadece sonradan uydurulan bid'atlere mahsustur.

İsmail'in Süleyman ibn Harb'ten yaptığı rivayet de bu manaya delâlet eder:

Süleyman ibn Harb şöyle demiştir:

Bize Hammad ibn Zeyd, Asım ibn Behale'den o da Vâil'den, Vâil de Abdullah'tan[43] rivayet etti:

Abdullah şöyle dedi:

Bir gün Hz. Peygamber (s.a) bize uzun bir çizgi çizdi. Süleyman ibn Harb de aynı çizgiyi bizim için çizdi. Rasulullah (s.a) sonra bu çizginin sağma bir çizgi, soluna bir çizgi daha çizdi. Sonra dedi ki:

"Bu Allah'ın yoludur." Sonra ortadaki çizginin sağına ve soluna birçok çizgiler çizdi ve dedi ki:

"Bunlar yollardır. Bunlardan her birinin üzerinde o yola çağıran bir şeytan bulunur." Sonra şu âyeti okudu:

"Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır."[44]

Bekr ibn el*Alâ dedi ki:

Sanırım Hz. Peygamber (s.a) insan şeytanlarını kastetti. Allahu a'lem bu yollar da bid'atlerdir. Bu hadis çeşitli yollarla rivayet, edilmiştir.[45]

Amr ibn Seleme el-Hemedâni'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Mescid'de Batha[46] denilen yerde henüz kum serilmeden önce Abdullah ibn Mes'ud'un ders halkasında oturuyorduk. Ubeydullah ibn Ömer ibn el'Hattab bir gazi olarak gelmişken ona dedi ki:

Sırat-ı müstakim nedir ey Ebû Abdurrahman?[47] Abdullah ibn Mes'ud dedi ki:

Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki, sırat-ı müstakim, senin babanın cennete gidinceye kadar üzerinden hiç ayrılmadığı yoldur. Sonra bir dost olarak onun böyle olduğuna üç kere yemin etti. Sonra toprağın üzerine eliyle bir çizgi çizdi ve o çizginin etrafına başka çizgiler çizdi ve dedi ki:

Peygamberiniz sizi bu yolun bir ucunda bıraktı. Yolun diğer ucunda cennet vardır. Kim bu yoldan sapmadan giderse cennete girer. Kim şu yollara saparsa helak olur.

Bir başka rivayette şöyle geçer:

Ey Ebû Abdurrahman, sırat-ı müstakim nedir? Abdullah ibn Mes'ud dedi ki:

Rasulullah (s.a) bizi o yolun aşağısında bıraktı. Yolun diğer ucu cennettedir. Yolun sağında ve solunda başka yollar vardır. Bu yolların üzerinde birtakım adamlar yanlarından geçen kimselere: Haydi gel, haydi gel! diye kendi yanlarına çağırırlar. Kim bu yollarda onlara yapışırsa ken­dilerini cehenneme kadar götürürler. Kim de ortadaki en büyük yoldan giderse o yol da onları cennete kadar götürür. Abdullah İbn Mes'ud, daha sonra şu âyeti okudu:

"Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır..."

"Başka yollara uymayın" âyeti hakkında Mücâhid'in[48] şöyle dediği rivayet, edilmiştir:

Bid'at ve şüphelere uymayın.

Aburrahman ibn Mehdi'den[49] şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Mâlik ibn Enes'e sünnetin ne olduğu soruldu. O şöyle cevap verdi:

Kendisine sünnetten başka bir isim verilemiyecek şeydir. Ve şu âyeti okudu:

"Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır."

Bekr ibn el"Alâ dedi ki:

İmam Mâlik -inşaallah- İbn Mes'ud'un 'Peygamber (s.a) bir çizgi çizdi" şeklindeki hadisini kastediyordur. Sonra bu hadisi anlattı.

Bu tefsir, âyetin bid'at yollarının herhangi birini değil tamamını kapsamına aldığına delâlet eden bir tefsirdir.

Bid'ati ve bid'at çıkarmayı kötüleyen âyetlerden birisi de şudur:

“Yolun doğrusu Allah'ındır. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.”[50]

Ayette geçen "kasdü's-sebil" hak yol demektir. Onun dışındaki yollar haktan sapan yollardır ve bunlar bid'at ve sapıklık yollarıdır. Allah Tealâ fazlı ve keremiyle bizi o yol­lara düşmekten korusun. Yolun eğrisi demek, ondan sakındırmak için yeterlidir. Âyetin akışı sakındırma ve yasaklamaya delâlet ediyor.

İbn Veddâh anlattı:

Âsim ibn Behdele'ye soruldu ve denildi ki:

Ey Ebû Bekir (Asim'ın künyesi)! "Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi." âyeti hakkında görüşün nedir? Dedi ki:

Bize Ebû Vâil anlattı; o da Abdullah ibn Mes'ud'dan nakletti ve şöyle dedi:

Abdul­lah ibn Mes'ud düz bir çizgi çizdi, sonra onun sağına ve soluna başka çizgiler çizdi ve dedi ki:

Rasulullah (s.a) de böyle çizmiş ve (ortadaki) düz çizgi için "bu, Allah'ın yoludur." demiş, sağındaki ve solundaki yollar için de "bunlar değişik/parçalanmış yollardır, bunlardan her birinin üstünde şeytan vardır, bu şeytan insanları oraya çağırır." demiştir. Sebil kelimesi müşterek bir anlama sahiptir, (yani hem doğru yolu, hem eğri yolu ifade eder.) Allah Teala şöyle buyurur:

"Bu benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun. Başka yollara uymayın..."

Tüsterî'den[51] şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Yolun doğrusu" sünnetin gösterdiği yoldur; "yolun eğrisi" cehenneme götüren yoldur. Bu da bid'atler ve (batıl) inançlardır.

Mücahidden şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Kasdu's-sebil" (Yolun doğrusu), aşırılık ve eksiklik arasındaki orta yoldur. Bu, câir (eğri yol) kelimesinin de aşırı ve eksik anlamına geldiğini ifade eder. Her ikisi de, yani aşırılık ve eksiklik ise bid'atin niteliklerindendir.

Hz. Ali'nin[52] bu âyette geçen "ve minha câir" ibaresini "fe minkum câir"[53] diye okuduğu rivayet edilir.

Dediler ki, o zaman âyetin anlamı: Sizden, yani bu ümmetten doğru yolun dışına çıkanlar vardır. Sanki bu âyet daha önceki âyetle aynı manayadır.

Bid'ati ve bidatçiliği kötüleyen bir diğer âyet şudur:

"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiç bir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.[54]

Bu âyetin tefsiri Hz. Aişe yoluyla gelen bir hadiste geçmektedir.

Hz. Aişe şöyle demektedir: Rasulullah (s.a) buyurdu ki:

"Ey Âişe! "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar kimlerdir?" Dedim ki:

Allah ve Rasûlü bilir. Dedi ki:

"Onların bu ümmetten hevâ ve hevesine uyanlar, bid'at çıkaranlar ve sapıtanlardır. Ey Aişe! Her günahın tövbesi vardır. Sadece hevâ ve hevesine uyanların ve bid'atçilerin tövbesi olmaz. Onlar benden beridirler, ben onlardan beriyim.”[55] 

İbn Atiyye[56] dedi ki:

"Bu ayet, heva ve hevesine uyanları, bid'atçileri, şer'î-amelî konularda kural dışına çıkanları ve bunlardan başka aşırı şekilde tartışmaya düşkün olanları, Kelâma fazlaca dalanları içine alır. Bunların hepsinin hataya düşme ve bozuk inançlara kapılma tehlikesi vardır."[57] İbn Atıyye teferruatla ilgili (Şer'i-ameli) konu­ların içine fazlaca dalanlar derken -Allah bilir ya- herhalde Ebû Amr ibn Abdilberr'in[58] "Câmiu Beyani'l-İlim"[59] isimli kitabında rey ile (sadece akılla) hüküm vermenin kötülenmesi bölümünde söyledik­lerini kastetmektedir. İnşaallah bunun açıklaması ileride gelecektir.

İbn Battal,[60] Buhâri[61] Şerhinde Ebû Hanife'den[62] şöyle dedi­ğini nakleder:

Mekke'de Ata ibn Ebi Rabah[63] ile karşılaştım. Ona bir mesele sormuştum. Bana dedi ki:

Nerelisin? Dedim ki:

Kuleliler­denim. Ata dedi ki:

Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanların bulunduğu yerden misin? Dedi ki:

Sen hangi gruba mensupsun? Dedim ki:

Ben selefe sövmeyen, kadere inanan ve hiç kimseyi günahından dolayı tekfir etmeyenlerdenim. Bunun üzerine Âtâ dedi ki:

İyi bildin, bu yoldan ayrılma. Hasan'dan nakledilmiştir. O şöyle dedi:

Hz. Osman ibn Affan bir gün karşımıza geçti ve bize hitab etmeye başladı. Fakat onun sözünü kestiler ve Batha denilen yerde akşam oluncaya kadar tartıştılar. Hasan dedi ki:

Hz. Peygamberin zevcelerinden birisinin odasından bir ses duyduk. Bu sesin müminlerin validesinin sesi olduğu söylendi. Hasan devamla şöyle dedi:

İşittiğimiz sesin sahibi şöyle diyordu:

Dikkat edin! Peygamberiniz, dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlardan uzaktır. Ve şu âyeti okudu: "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, sen onlardan berisin."Kâdî İsmail dedi ki:

Zannediyorum bu rivayette sözü edilen müminlerin validesi Ümmü Seleme'dir, Çünkü bu esnada Hz. Âişe hacda bulunuyordu.

Ebu Hureyre'den bu âyetin bu ümmet hakkında indiği 'rivayet edilmiştir. Ebû Ümame'den ise bunların Hâriciler olduğu rivayet edilmiştir. Kâdî (İsmail) dedi ki:

İster Haricilerden olsun, ister başkaların­dan olsun dinde bid'at çıkaran herkesin bu ayetin hükmü altına girdiğine Kur'an açıkça delalet etmektedir.

Bir diğer ayet'i kerime şudur:

"Dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşrik­lerden olmayınız."[64]

Ayette geçen "ferrakû dinehum (dinlerinde ayrılığa düşenler)" ibaresi "fârekû dinehum (dinlerinden uzaklaşanlar)" diye de okun­muştur. Ebû Hureyre'den bunların Hâriciler olduğu rivayet edilmiş­tir. Ebû Umame bunu menfi olarak rivayet etmiştir.

Bunların hevâ ve heveslerine uyanlarla bid'atçiler olduğu rivayet edilmiştir. Bunu Hz. Aişe'nin merfû olarak yani Hz. Peygamber'e nisbet ederek rivayet ettiğini söylediler. Çünkü İsmail el-Kadi'nin dediği ve önceki âyette geçtiği gibi bid'atçilerin durumu böyledir. Bid'atçiliği kötüleyen âyetlerden birisi de şudur:

"De ki: Allah'ın sizin üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye ya da sizi fırka fırka ayırıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter.”[65]

İbn Abbas, "sizin fırka fırka ayrılmanız" hevâ ve hevese uyarak farklı görüşlere sahip olmak demektir, demiştir. Buna göre "kiminize kiminizin hıncını tattırmak" demek onların birbirlerini tekfir etmeleri hatta birbirleriyle savaşmaları demektir. Nitekim ehli sünnet ve'l-cemaatin dışına çıkan Hâriciler böyle yapmışlardır.

Ayette geçen ve "sizin fırka fırka ayrılmanız," diye terceme ettiğimiz "ev yelbisekum şiyean" bölümünün ihtilaftan dolayı meydana gelen bir karışıklık anlamına geldiği de söylenmiştir.

Mücahid ve Ebu'I-Âliye[66] dediler ki:

Bu âyet Muhammed ümmetiyle ilgilidir. Ebu'l Âliye dedi ki:

Bunlar dörttür. İki tanesi Hz. Peygamber'in (s.a) vefatından yirmi beş sene sonra ortaya çıkmıştır. Fırka fırka ayrılmışlar ve kiminize kiminizin hıncı tattırılmıştır. Geriye ikisi kalmıştır. Bu ikisi de mutlaka ortaya çıkacaktır. Hasf (yere batma) ayaklarınızın altından gelecek azaptır. Mesh, yani hayvanlara benzeme ise üstünüzden gelecek azaptır. Bütün bunlar heva ve hevese uyarak ihtilafa düşmenin çirkin, sevimsiz ve kötülenmiş bir şey olduğunu açıkça göstermektedir.

"Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler. Zaten Rabbin onları bunun için yarattı."[67] âyeti hakkında Mücahid'den şöyle dediği nakledilmiştir:

İhtilafa düşmeye devam edecek olanlar, bâtıla uyanlardır. Rabbinin merhamet ettikleri ise hakka uyanlardır, Çünkü onların içinde ihtilaf olmaz.

Mutarrif ibn eş-Şıhhir'den[68] şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Şayet heva ve hevesine uyanlar tek bir grup olsalardı o zaman belki onların hak üzere olduğunu bir kimse söyleyebilirdi. Bunlar parça parça, grup grup olduğuna göre her akıl sahibi bilir ki "gerçek/hak asla parçalanamaz" İkrime'den[69] rivayet edilmiştir:

"Onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler" yani heva ve heveslerine uyarken ihtilaf edecekler. "Rabbinin merhamet ettikleri müstesna" maksat ise ehl-i sünnete mensup olanlardır.

Ebû Bekir Sabit el-Hatib Mansûr ibn Abdillah ibn Abdirrahman'dan,[70] şöyle dediğini nakletmiştir:

Hasan-ı (Basri)'nin yanında oturuyordum. Arkamda da bir adam oturuyordu. Adam beni "Rabbi­nin merhamet ettikleri müstesna onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler" âyeti hakkında Hasan'a soru sormaya teşvik ediyordu. Hasan dedi ki:

Evet onlar çeşit çeşit dinler üzere "İhtilaf etmeye devam edecekler", "Sadece Rabbinin merhamet ettikleri" ihtilafa düşmeyecek.

İbn Vehb, Ömer ibn Abdilaziz' den ve Mâlik ibn Enes'ten kendi­lerine merhamet edilenlerin ihtilafa    düşmeyeceklerini rivayet etmiştir.

Bu âyetin açıklaması inşaallah daha sonra gelecek.

Buhari'de Ömer ibn Mus'ab'tan[71] şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Babama "De ki: Size yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi?" âyetinde kastedilenlerin Harûrîler mi olduklarını sordum. Dedi ki:

Hayır; onlar Yahudiler ve Hristiyanlardır. Yahudiler Hz. Muhammed'i (s.a) yalanladılar. Hıristiyanlar da orada yemek içmek yoktur diyerek cenneti yalanladırlar. Harû­rîler ise "Söz verip bağlandıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar." Ayetinde anlatılanlardır. Şûbe onları fasıklar olarak isimlendirmişti."[72] Sa'd ibn Mansur[73] tefsirinde Mus'ab ibn Sa'd'den şöyle dediğini rivayet, etmiştir:

Babam Sa'd b. Ebî Vakkas'a "İyi işler yaptıklarını zannettikleri halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimseler"[74] Harûrîler midir? diye sordum. Dedi ki:

Hayır; bunlar manastırlarda yaşayan rahiplerdir. Harûrîlere gelince onlar şu âyetin hükmüne girerler:

"Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı.”[75]

Abd ibn Humeyd tefsirinde, Mus'ab ibn Sa'd'den gelen başka bir lafızla bu manaya ulaşmıştır. Mus'ab ibn Sa'd "De ki:

Size yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi?

Onlar iyi işler yaptıklarını zannettikleri halde dünya hayatındaki çabaları boşa giden kimselerdir" ayetine gelince:

Bunlar Harûrîler mi? diye sordum. Dedi ki:

Hayır! Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlardır. Yahu­diler Muhammedi (s.a) inkar ettiler. Hıristiyanlar ise cenneti inkar ettiler ve orada yemek içmek yoktur, dediler. Harurilere gelince: "Onlar söz verip bağlandıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri koparırlar ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar.[76] âyeti onlar hakkındadır. Çünkü birincisi onlar Rasulullah'ın (s.a) şehadetiyle hak yoldan çıkmışlardır, fasit (bozuk) tevil yapmaktadırlar. Bid'atçiler de böyle yaparlar; tevil, onların hak yoldan çıkarken girdikleri bir kapıdır/başvurdukları bir yoldur, ikincisi onlar Kur'an'ın ve sünnetin hükümleri üzerinde böylece tasarrufta bulunmaktadırlar.

Hâricilerden ehl-i Havra ve diğerleri "Hüküm sadece Allah'ındır.[77]âyetiyle, "Buna içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder"[78] ayetiyle ve diğer âyetlerle ilişkilerini kesmişlerdir, (yani Allah'ın hükmünün dışına çıkarak kendi akıllarınca hüküm vermişlerdir.)

İleride sana anlatılacağı gibi, bid'atçiler de böyle yapmışlardır.

Amr ibn Muhacir'in[79] şöyle dediği rivayet edilir:

Ömer ibn Abdilaziz'e Gaylan el-Kaderi'nin[80] kader hakkında ileri geri konuştuğu haberi ulaşır. Ömer ibn Abdilaziz kendisine haber gönderir. Gaylan günlerce ondan gizlenir ve görünmez. Sonra Ömer ibn Abdilaziz'in huzuruna getirilir. Ömer ona der ki:

Ey Gaylan! Bana senin hakkında ulaşan bilgiler nedir? (Doğru mudur?) Amr ibn Muhacir der ki:

Ben kendisine bir şey söylememesi için işaret ettim. Fakat Gaylan dedi ki:

Evet ey Mü'minlerin Emiri! Allah Teâla şöyle buyuruyor:

"İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz uzun bir zaman geçmemiş midir? Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır, onu deneriz; bu yüzden, onun işitmesini ve görmesini sağlamışındır. Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük."[81] Ömer ibn Abdilaziz der ki:

Sûreyi sonuna kadar okusana:

"Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah bilendir, hikmet sahibidir. Dilediğini rahmetine sokar. Zâlimlere de acı bir azap vardır."[82] Sonra dedi ki:

Peki bu âyete ne diyorsun ey Gaylan? Gaylan şöyle dedi:

Ben derim ki, ben kör idim, benim gözümü açtın; Sağır idim, bana işittirdin; sapıtmıştım, bana hidayet ettin. Ömer ibn Abdillaziz şöyle dedi:

Allah'ım, kulun Gaylan eğer doğru söylüyorsa (ne âlâ), yoksa onun hakkındaki hükmünü ver. Amr ibn Muhacir der ki:

Gaylan kader konusunda bir daha konuşmadı, dilini tuttu, Ömer ibn Abdilaziz de onu Şam'da darp­hanenin başına getirdi. Ömer ibn Abdilaziz vefat edip hilafet makamına Hişam[83] geçince Gaylan kader konusunda yine konuşmaya başladı. Hişam, üzerine adam gönderdi ve elini kestirdi. Adamın birisi yanından geçerken Gaylan'ın elinin üzerinde bir sinek görünce ona dedi ki:

Ey Gaylan! İşte kaza ve kader budur. Gaylan dedi ki:

Vallahi sen yalan söylüyorsun; bu ne kazadır, ne de kaderdir. Bunun üzerine Hişam kendisini çarmıha gerdirdi.

"....Allah'a verdikleri sözü bozarlar... ve yer yüzünde fesat çıka­rırlar." âyetinin Harurilere işaret ettiğinin üçüncü delili de onların, Allah'ın kullarına karşı kılıç çekmiş olmalarıdır. Yeryüzünde en büyük fesatçılık/bozgunculuk budur. Bid'atçiler tarafından bu yaygın olarak yapılan bir iştir. Onlar ayrıca müslümanlar arasında çeşitli yollarla kin ve düşmanlık yayarak da bozgunculuk yaparlar.

Müellifin, başta Harûriye olmak üzere sapıklık ve kalplerinde eğrilik olanları tanıtmak üzere sıraladığı bu üç vasıf, Kur'an ve Sünnetin insanları uyardığı sapık bir fırkada bulunması gereken vasıflardır.

Nitekim şu âyetlerde bu uyarı yapılmaktadır:

"Kendile­rine apaçık belgeler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın."(Al-i İmran-105) "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, sen onlardan berisin." (Enam: 159)

Hadis-i Şerifte şöyle ifade buyurulmuştu:

Bu ümmet yetmiş küsur fırkaya ayrılacak.

Mus'ab ibn Sad'a ait birinci rivayetteki bu tefsir de sözü edilen anlam üzerinde babasıyla uyum göstermektedir.

Sonra Said ibn Mansur'un rivayetinde Sâd ibn Ebi Vakkas:

Bu, Harurilerin kalplerindeki bir eğrilik sebebiyledir, şeklinde yorum yapmıştır.

"Onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştır."

ayeti de onlar hakkındadır demiştir. Bu âyet, Âli İmran süresindeki "Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih âyetlerin peşine düşerler" âyetiyle ilgilidir. Sa'd ibn Ebi Vakkas (r.a) Harûrîleri, her iki âyetin mana kapsamının içine dahil etmiştir. Bu âyetlerden birisinde sadece zeyğ/sapıklık yani hak yolun dışına çıkma vasfı zikredilmiştir.

Diğer iki Vasıf yani Kur'an ve sünnetin ahkamında tasarrufta bulunma ve fitne-fesat çıkarma vasıfları öteki ayette zikredilmiştir. Bu vasıfların üçü de Harürilerde mevcuttur. Âli İmran süresindeki âyet lafzıyla onları kapsamına almaktadır. Çünkü onun lafzı lügat olarak genel bir manayı gerektirir.

Bu âyeti özel olarak kâfirlere yorsak da, usûlde beyan edildiği üzere zikredilen vasıfları taşıyanlara verilecek ceza yönünden, Harüriler hakkında da âyetin hükmünün geçerli olduğunu söyleye­biliriz. Saf süresindeki âyet, de böyledir. Çünkü bu âyet Musa'nın (a.s.) kavmi ile ilgilidir. Bundan dolayı Sa'd ibn Ebi Vakkas Harurileri de fâsıklar olarak isimlendirmiştir. Çünkü âyetin anlamı onlar hakkında da geçerlidir. Âyetin sonunda "Allah fâsıklar toplu­luğunu doğru yola iletmez." Denilmektedir. Sapıklık/zeyğ Harürilerde de vardır. O halde "Onlar yoldan sapınca Allah da onların kaplerini saptırmıştı." âyetinin anlamı içine Harüriler de girerler. Bundan hareketle âyetin, bid'at sahiplerinden sadece Harurileri değil, temelinde sapıklık olan bu vasıflarla vasıflanmış herkesi kapsadığı anlaşılır. Sapıklık da heva ve hevese uyarak haktan ayrılmak demektir. Sa'd ibn Ebi Vakkas, âyeti sadece Harüriler olarak yorumlamıştır. Çünkü -Allahu âlem- kendisine sadece onlar sorulmuştur ve Allah'ın dininde ilk defa bid'at çıkaranlar da onlardır. O halde ayeti sadece onlara tahsis etmek gerekmez.

Sâd ibn Ebi Vakkas'a sorulan ilk ayete gelince -ki Kehf süresin­deki âyettir- o bu ayetin Harurileri kapsamadığını söylemiştir.

Hz. Ali'den gelen bir rivayete göre o da, 'Taptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanlar"ı Harüriler olarak tefsir etmiştir.

Abd ibn Humeyd[84] İbn Tufeyl'den[85] şöyle dediğini rivayet etti:

İbn el-Kevva[86] Hz. Ali'nin huzurunda ayağa kalktı ve dedi ki:

Ey Mü'minlerin Emiri! İyi işler yaptıklarını zannettikleri halde dünya hayatında çabalan boşa gidenler kimlerdir? Dedi ki:

"Onlar ehl-i Havra'dır."

Bu, Süfyan es-Sevri'nin[87] tefsirinde de nakledilmiştir.

İbn Vehb'in Câmi' inde rivayet edildiğine göre ibn el-Kevvâ Hz. Ali'ye bu âyeti sorar. Hz. Ali ona der ki:

Yanıma çık da sana söyleyeyim. -Hz. Ali o esnada da minberdedir- İbn el-Kevvâ iki basamak çıkınca elindeki asası ile onu yakalar ve dövmeye başlar. Sonra ona der ki:

O âyette sözü edilenler sen ve arkadaşlarındır. Yine Abd ibn Humeyd, Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'ım[88] den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Evdoğullarından bir adam bana haber verdi:

Hz. Ali Irak'ta insanlara hitab ediyordu. Bu adam da onu dinleyenler arasında bulunuyormuş. Mescidin en uzak köşesinden ibn el-Kevvâ ona seslendi ve dedi ki:

Ey Mü'minlerin Emiri! "Yaptıkları işler bakı­mından en çok ziyana uğrayanlar" kimlerdir? Hz. Ali dedi ki:

Sensin. İbn el Kevva Haricilerle yapılan savaşta öldürüldü. Bazı tefsirciler, ibn el-Kevvâ'nın bu soruyu Hz. Ali'ye sorduğu zaman onun şöyle cevap verdiğini naklettiler:

"Siz ehl-i Havra'smız, ehl-i riyasınız ve yaptığınız iyiliği başa kakarak boşa çıkaranlarsınız." Birinci rivayet, âyetin ehl-i Havra'yı da kapsamına aldığına delâlet eder.

Allah Teala onları anlatırken "Dünya hayatında çabaları boşa gidenler"[89]  dediği zaman, onlar kendilerinin hidayette olduklarını zannetmelerine rağmen Allah Teala onları sapıklıkla nitelendir­miştir. Bu, genel olarak  bunların, amellerinde bid'at  çıkaranlar olduğuna delalet eder. Bunlar da öncelikle ehl-i kitaptır/yani Hıris­tiyanlar ve Yahudilerdir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) "Her bid'at bir sapıklıktır."   buyurmuştur. Allah'ın  izniyle  bunun   izahı   ileride gelecektir. Âyet-i kerimeyle ilgili olarak her iki tefsir de yapılmıştır: Sa'd ibn Ebî Vakkas, bunların Yahudiler ve Hıristiyanlar olduğunu söylemiş, Hz. Ali de bunların bid'atçiler olduğunu söylemiştir. Çünkü hepsi de bid'at çıkarmada ittifak etmişlerdir. Bu sebeple Sa'd ibn Ebî Vakkas, Hristiyanların küfrünü, cenneti gerçeğinden farklı olarak tevil etmeleridir diye tefsir etmiştir. Hıristiyanların bu tevili reye dayanan/kafadan bir tevildir. Netice olarak her üç âyet de Bid'atin kötülüğü üzerinde birleşmiştir. Sâd ibn Ebi Vakkas'ın sözü her bir âyetin, bid'atçinin vasıflarından bir vasfı iktiza ettiğini bildirmek­tedir. Âyetlerde, ya lafzın genel kapsamlı oluşuyla veya vasıf anlamıyle  (yani aynı vasfı taşımaları yönüyle) bidatçiler kastedilmiş­lerdir.

İbn Vehb'in rivayetine göre Rasulullah (s.a), üzerinde yazı yazılı bir kürek kemiği getirdi ve dedi ki:

"Bir toplumun peygamberinin kendilerine getirdiği şeyden yüz çevirip başka şeye yönelmeleri veya kendi kitaplarından başka kitaplara yönelmeleri ahmaklık -veya sapıklık- olarak onlara yeter.”[90]

Bunun üzerine şu âyet-i kerime nazil oldu:

"Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?[91]

Abdülhamid[92]el-Hasen (Basri)'den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (s.a) buyurdu ki:

"Kim benim sünnetimden yüz çeverirse benden değildir." Sonra şu âyeti okudu:

"Rasulüm! De kî: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahla­rınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir."[93]

Yine Abdulhamid ve daha başkaları Abdullah ibn Abbas'tan rivayet etmişlerdir:

"İnsanoğlu ne yaptığını ve ne yapmadığını görür."[94] ayeti hakkında Abdullah ibn Abbas şöyle dedi:

Bu âyette geçen "mâ kaddemet" kişinin hayır veya şer yaptığı amellerdir, "ve mâ ahharat" ise kişinin kendisinin açıp da kendisinden sonrakilerin izledikleri çığırdır. Bu tefsirin de tefsirine ihtiyaç vardır.

Abdullah ibn Abbas'tan rivayet edildiğine göre onun bu âyet hakkında şöyle dediği rivayet edilir:

Allah kişinin ölmeden önce yaptığı iyilikleri ve geride bırakıp da insanların ondan görüp uyguladıkları iyi bir çığırı bilir. Onun açtığı bu güzel yoldan gidenlerin sevabından hiçbir şey eksilmeksizin aynısı ona da vardır. Kötü bir yol açarsa o yoldan gidenlerin günahlarından da hiçbir şey eksilmeksizin aynısı ona da vardır. Bu rivayeti Abdullah ibn el'Mübarek ve daha başkaları rivayet etmişlerdir. Süfyan ibn Uyeyne, Ebu Kılâbe[95] ve daha başka kimselerin şöyle dedikleri nakledilmiştir:

(Alimet nefsun mâ kadde-met ve ahharat)[96] ayetinde kastedilenler bütün bid'atçiler ve alçakça iftira edenlerdir.

Bu görüşü ileri sürenler şu âyeti delil getirirler:

"Buzağıyı (tanrı) edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız."[97]

İbn Vehb, Mücahid'den nakletmiştir:

"Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi ve bıraktıkları her izi yazarız."[98] âyeti hakkında Mücahid şöyle demiştir:

Bu onların ölmeden önce yaptıkları iyilikleri ve kendilerinden sonraki insanlara bıraktıkları sapıklıkları yazarız anlamındadır.

Yine İbn Vehb, İbn Avn'dan[99] o da Muhammed ibn Şirin'den[100] nakletmiştir:

Muhammed ibn Şirin şöyle demiştir:

"Ben, mürtedliğe doğru en hızlı koşanlar olarak hevâ ve hevesine uyan kimseleri görüyorum."

İbn Avn dedi ki:

İbn Şirin şu ayet-i kerimenin hevâ ve hevesine uyanlar hakkında olduğu görüşünde idi:

"Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa artık o zâlimler topluluğu ile oturma."[101]

El-Âcurrî, Ebû'l-Cevza[102] den nakletti:

Ebu'l Cevza, heva ve hevesine uyanlar hakkında şöyle dedi:

Canımı kudretinde tutan Allah'a yemin olsun ki, evimin maymunlarla ve domuzlarla dolması benim için onlardan bir adamla komşu olmaktan daha sevimlidir.'[103] Onlar şu ayetin hükmüne dahildirler:

"İşte siz öyle kimselersiniz ki! onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz bütün kitaplara inanırsınız! onlar ise sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler; kendi başlarına kaldıklarında da size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki kininizden kahrolup geberin! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir."[104]

Bid'atçilerin kötülüğüne işaret eden ve onların durumuna düşmekten sakındıran pek çok âyet vardır. Biz bu zikrettiklerimizle yetinelim. İnşaallah öğüt almak isteyenler için bunlarda yeterince öğüt ve kalplerindeki hastalıklara yeterince şifâ vardır.[105]



Fasıl



Nakli delillerin ikincisi Rasulullah'dan (s.a) gelen hadislerdir. Bunlar sayılamayacak kadar çoktur. Fakat biz burada bunlardan zikredemediklerimize de kolayca delâlet edenleri ve -Allah'ın izniyle-en sağlam olanlarını zikredeceğiz.

Bunlardan birisi Hz. Aişe'den (r.a) sahih olarak rivayet edilen şu hadistir.

Hz. Aişe Rasullullah'ın (s.a) şöyle buyurduğunu naklediyor:

"Her kim bizim şu işimizde (dinimizde) ondan olmayan bir şey ihdas (icad) ederse o (icad) reddedilmiştir." Müslim'in rivayetinde bu hadis şöyle geçer:

"Her kim bizim dinimizde olmayan bir iş yaparsa o iş (amel) reddedilmiştir."[106]

Bu hadisi âlimler İslamın üçte biri olarak kabul etmişlerdir. Çünkü bu hadis, Rasulullah'ın (s.a) emrine yönelik her türlü muhalefeti -ister bid'at şeklinde olsun, isterse mâsiyet şeklinde olsun- hedefine almaktadır.

Müslim'in Câbir'den rivayet ettiğine göre,Rasulullah (s.a) hutbesinde şöyle derdi:

“Emmâ bâ'dü; sözün en hayırlısı Allah'ın Kitabı'dır. Hidayetin/yolun en hayırlısı Muham med'in yoludur. İşlerin en kötüsü (dinde olmadığı halde) sonradan icad edilenlerdir/bid'atlerdir. Ve her bid'at de bir sapıklıktır.”[107]

Bir başka rivayette Câbir şöyle der:

Hz. Peygamber (s.a) insanlara hitab ederken Allah'a lâyık olduğu şekilde hamdeder, sena eder, sonra şöyle derdi: "Allah kime hidayet ederse onu saptıracak yoktur, kimi saptırırsa ona da hidayet edecek yoktur. Sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. Hidayetin en hayırlısı Muhammed'in hidayetidir/gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilendir. Her ihdas (icad) edilen şey ise bid'attir."

Nesâi'nin rivayetinde ise şu ifade yer alır:

Her ihdas edilen şey bid'attir, her bid'at (sahibi) cehennemdedir.

Hz. Ömer'in de bu hutbeyle hutbe okuduğu bildirildi. İbn Mes'uddan mevkuf ve merfû olarak şöyle dediği rivayet edildi:

İki şey vardır: Söz ve hidayet. En güzel söz Allah'ın sözüdür, en güzel hida­yet Muhammed'in hidayetidir. Dikkat edin, sonradan ortaya çıkan şeylerden sakının. Çünkü işlerin en kötüsü sonradan uydurulan­lardır. Sonradan ihdas edilen her şey bid'attir.

(İbn Mes'ud'dan rivayet edilen) lafızda şu ifadeler de vardır:

"Ancak siz ileride bid'atler çıkaracaksınız ve bid'atlerle karşılaşacaksınız. Sonradan ihdas edilen her şey bid'attir. Her bid'at (sahibi) de cehennemdedir." İbn Mes'ud, her perşembe bu sözlerle öğüt verirdi.

Yine İbn Mes'ud'dan gelen başka bir rivayette şöyle denmek­tedir:

Söylenecek iki şey vardır. Hidayet ve söz: Sözlerin en faziletlisi -veya sözlerin en doğrusu- Allah'ın sözüdür. Hidayetin en güzeli Allah'ın ve Muhammed'in hidayetidir (gösterdiği yoldur). İşlerin en kötüsü sonradan icad edilen iştir. Sonradan icad edilen her şey bid' attir. Dikkat edin, üzerinizden çok zaman geçmeden kalpleriniz katılaşacak. Boş bir ümitle oyalanmayın. Zira gelecek olan her şey yakındır. Dikkat edin, uzak olan, gelmeyecek olan şeydir.

Yine ondan gelen başka bir rivayette şöyle der:

En güzel söz Allah'ın Kitabıdır. En güzel hidayet etme usulü, Muhammed'in (s.a) hidayet usulüdür. İşlerin en kötüsü sonradan icad edilenlerdir. "Size vaad olunanlar mutlaka geleceklerdir, siz onu asla önleyemez­siniz."[108]

İbn Mâce, İbn Mes'ud'dan merfû olarak Rasulullah'ın (s.a) şöyle dediğini rivayet etti:

“Sonradan icad edilen şeylerden sakının. Çünkü işlerin en kötüsü sonradan icâd edilenlerdir. Sonradan icad edilen her şey bid'attir. Her bid'at de bir sapıklıktır."

Bu rivayetin İbn Mes'ud'a ait mevkuf bir haber olduğu meşhur olmuştur.

Sahih’te[109] Ebû Hureyre'den şöyle dediği nakledilir: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu:

“Kim hidayete çağırırsa kendisine uyanların hepsinin alacağı sevab kadar o da sevap alır. Bununla beraber hidayete uyanların sevabından da bir eksilme olmaz. Kim sapıklığa çağırırsa kendisine uyanların yükleneceği günahların tamamı kadar kendisine de günah yüklenir. Bununla beraber sapık­lığa uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez,"[110]

Yine Sahih'te Rasulullah'tan (s.a) şöyle dediği rivayet edilir:

"Kim hayır yolunda iyi bir çığır açarsa, kendisine hem bu işlediği hayrın sevabı, hem de kendisinden sonra bu yoldan gidenlerin sevabının tamamı kadar sevabı verilir. Bununla beraber onun açtığı hayırlı yoldan gidenlerin sevabından da hiçbir şey eksiltilmez. Yine kim şer yolunda kötü bir çığır açarsa, kendisine hem bu işlediği kötülüğün günahı yüklenir, hem de bu yoldan gidenlerin günahı kadar günah yüklenir. Bununla beraber onların günahlarından da hiçbir şey eksiltilmez."[111]

Tirmizî, Ebû Davud ve daha başkaları İrbad ibn Sâriye'den şöyle dediğini rivayet etmektedirler:

Rasulullah (s.a) bir gün bize namaz kıldırdı, sonra bize yöneldi ve gözleri yaşartan, kalpleri yerinden oynatan çok etkili bir öğüt verdi. İçimizden birisi dedi ki:

Ya Rasulallah! Sanki bu bize veda eden birisinin öğüdü gibi geldi. Bize tavsiyen nedir? Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

"Size Allah'tan korkmanızı, dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Başınıza yönetici olarak Habeşli bir köle bile geçse ona itaat etmelisiniz. Çünkü sizin içinizden benden sonra yaşayanlar pek çok ihtilaflar göreceklerdir. Onun için benim sünnetime, hidayete ermiş, doğru yolda olan râşit halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın. Azı dişlerinizle ısırıp bırak­mayın. Sonradan icad edilmiş (İslama aykırı) işlerden sakının. Çün­kü sonradan icad edilmiş her şey bid'attir, her bid'at bir sapıklıktır."

Bu hadis çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.

Sahih'de[112] Huzeyfe'den rivayet edildiğine göre o şöyle dedi:

Ey Allah'ın Rasulü! Bu hayırdan sonra şer var mıdır? Rasulullah (s.a) şöyle dedi:

"Evet, bir takım insanlar gelecekler, benim yolumun (sünnetimin) dışında bir yola girecekler, benim hidayetimden başka bir hidayeti tercih edecekler."  Huzeyfe dedi ki:

Bu serden sonra bir ser daha var mıdır? diye sordum. Rasulullah şöyle buyurdu:

"Evet, cehennem ateşinin üstünde davetçiler olacak, kim onların dâvetine uyarsa onlar onu cehenneme fırlatıp atacaklar." Dedim ki:

Ya Rasulallah! Onları bana tarif et. Buyurdu ki:

"Derileri bizim derimiz gibidir. Bizim dilimizden konuşurlar.” Dedim ki:

Peki ben o zamana yetişirsem ne yapmamı tavsiye edersin? Dedi ki:

"İşte o zaman Müslüman topluluklarından ve liderlerinden ayrılma!" Dedim ki:

Ya onların cemaati ve lideri olmazsa? Dedi ki:

"O zaman tüm fırkalar­dan uzaklaş; hatta bir ağacın kökünü ısırarak (yiyerek yalnız) yaşayabilirsen, Ölüm sana gelinceye kadar öyle kal."

Buhari bunu başka bir şekilde rivayet etti.[113]Sahife hadisinde[114] denir ki:

"Ayr'dan Sevr1 a kadar olan bölge[115] Medine'nin haram bölgesidir. Kim bu konuda bir bid'at çıkarırsa veya bir bid'ate sığınırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir. Kıyamet günü Allah Teala onun farz ibadetlerini de nafile ibadetlerini de kabul etmeyecektir."

Bu hadis[116] genel bir bağlamdadır. Şeriate aykırı olarak ihdas edilen her bid'ati kapsar. Bid'at, sonradan ihdas edilen şeylerin en çirkinidir. İmam Malik bu hadisi (başka) bir meselede delil olarak getirmiştir. İnşaallah ileride temas edilecektir. Hadis, her ne kadar Medine ile ilgili olsa da başka şeyler de onun ifade ettiği anlama dâhildir.

Muvatta, Ebû Hureyre'den şu hadisi nakleder:

Rasulullah (s.a) bir gün mezarlığa gider ye şöyle der:

"Esselâmu âleyküm ey mümin­ler topluluğunun diyarı. İnşaallah biz de size kavuşacağız..." Hadisin devamında şu vardır:

"(Kıyamet gününde) bir grup adamlar, tıpkı sahipsiz develerin havuz kenarından kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havzımdan uzaklaştırılacaklar.

Ben onlara:

Gelin buraya, nereye gidiyorsunuz, gelin, gelin!" diye sesleneceğim. Bunun üzerine denilecek ki, onlar senden sonra (dini) değiştirdiler.

Ben de diyece­ğim ki:

"O halde onlar benim havzımdan uzak olsunlar! Uzak olsun­lar! Uzak olsunlar!"[117]

Alimlerden bir grup bu hadiste kastedilen kişilerin bid'atçiler olduğu yorumunu yaparken bir başka grup da bunların İslam'dan çıkan mürtedler olduğu yorumunu yapmışlardır.

Hayseme ibn Süleyman'ın[118] Yezid er Rukâşi'den[119] naklettiği hadis birinci görüşün delilidir.

Rukâşi dedi ki: Enes ibn Malik'e sordum ve dedim ki:

Şu şu adamlar bizim küfrümüze ve müşrikliğimize hükmediyorlar, havzı ve şefaati de inkar ediyorlar. Rasulullah'tan (s.a) bu konuda bir şey duydun mu? Dedi ki:

Evet! Rasulullah'ı (s.a) şöyle derken işittim:

"Kul ile küfür veya şirk- arasında namaz vardır. Namazı terk ettiği zaman şirk koşmuş olur.[120] Benim Havz'ım Eyle[121] ile Mekke arası gibidir. Sürahileri gökteki yıldızlar gibidir -veya gökteki yıldızların sayısı kadardır, dedi. Cennetten gelen iki oluğu vardır. Havz'da su eksildikçe bu oluklardan takviye edilir. Ondan bir yudum içen kimse artık bir daha ebediyen susuzluk çekmez. Nice dudakları kurumuş kimse onun yanına gelecek fakat ondan bir damla bile tadamayacak. Bugün onu inkâr edenler o gün ondan hiçbir şey içemeyecekler."

Bu hadis onların ehl-i kıble (yani müslüman) olduklarına delalet eder. Ehl-i İslamı tekfir etmeleri Haricilerin niteliklerindendir. Havz'ı inkar etmeleri ise Mutezilenin ve diğerlerinin niteliklerindendir. Muvatta hadisinde Rasulullah'ın "Haydi gelin, gelin!" sözü olmasına rağmen bunun sebebi onları ümmetinin özelliklerinden olan yüzlerinin nûruyle ve abdest azala­rının parlaklığıyla tanıdığı içindir. Şayet onlar ümmetin mensup­larından olmasaydı sözü edilen alametlerle onları tanıyamazdı.

İbn Abbas'tan sahih olarak rivayet edilen bir hadiste o şöyle demektedir:

Rasulullah (s.a) öğüt vermek üzere içimizde ayağa kalktı ve söyle dedi:

"Siz (kabirden dirilip kalktığınızda) ayağınız çıplak, vücudunuz üryan ve sünnetsiz olarak haşrolunacaksınız (mahşer yerine toplanacaksınız)” Sonra şu âyeti okudu:

"İnsanları ilk yarat­maya başladığımız gibi va'dettiğimiz şekilde yeniden yaratacağız. Şüphesiz biz sözümüzü yerine getiririz."[122] Sonra şöyle dedi:

“Kıyamet günü ilk elbise giydirilen kişi ibrahim'dir. Yine kıyamet günü ümmetimden bazı adamlar çağrılacak ve sol tarafa (cehenneme) götürülecekler. Bunun üzerine ben tıpkı sâlih kul (Hz. İsa)'un dediği gibi şöyle diyeceğim: "Ben onların içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin. Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar Senin kullarındır, (diledi­ğini) yaparsın. Eğer onları bağışlarsan şüphesiz Sen izzet ve hikmet sahibisin"[123] Bunun üzerine şöyle denilecek:

"Sen onlardan ayrıldı­ğından beri hep geriye dönüyorlar."[124]

Muvatta' hadisinde olduğu gibi bu hadiste de bid'atçilerin kastedilmiş olması ve Hz. Peygamber'den sonra dinden çıkanların kastedilmiş olması muhtemeldir.

Tirmizi'de Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da bir o kadar fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacak."

Bu hadis hasen sahihtir.[125]

Bu hadisin başka rivayetleri de vardır. İnşaallah ileride bunlar da zikredilecek ve anlatılacaktır. Fakat buradaki fırkalar âlimlerin çoğunluğuna göre ehl-i bid'at fırkalarıdır.

Sahih'te Rasulullah'ın (s.a) şöyle dediği geçmektedir:

"Allah Teala ilmi insanların kalbinden mahvetmek ve hafızala­rından silip unutturmak suretiyle birden çekip almaz. Fakat âlimlerin ruhunu alarak ilmi ortadan kaldırır, hiçbir âlim bırakmaz. Böyle bir durumda insanlar câhillerin peşinden giderler, soracak­larını onlara sorarlar. Bunlar ise bilmeden cahilce fetvalar vererek hem kendileri sapıtırlar, hem de onları saptırırlar."[126]

Bu hadis Buhari’ de ve diğer kaynaklarda pek çok yoldan gelmiştir.

Müslim'de İbn Mes'ud'un şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Kim yarın (kıyamet günü) Allah'a müslüman olarak kavuşmaktan hoşla­nırsa ezan okunduğu zaman şu namazlara devam edin. Şüphesiz Allah Tealâ sizin Peygamberinize (s.a) hidayetin yollarını göstermiş­tir. Namazlar da hidayetin yollarındandır. Eğer siz cemaatten uzak durup evinde namaz kılan kişi gibi namazlarınızı evlerinizde kılarsanız, Peygamberinizin sünnetini terk etmiş olursunuz. O sünneti terk ederseniz dalâlete düşersiniz."[127]

Sünneti terk etmenin nasıl bir sapıklık olarak nitelendirildiğini iyi düşününüz!

Başka bir rivayette de:

"Peygamberinizin sünnetini terk ederseniz küfre düşersiniz"  Denilmektedir ki bu daha şiddetli bir uyarıdır.

Onda (Sahih-i Müslim'de) geçtiğine göre Rasulullah (s.a) şöyle buyurmaktadır:

"Size çok kıymetli iki şey bırakıyorum; Birin­cisi Allah'ın Kitabıdır, onda hidayet ve nur vardır. (Başka bir rivayettte: Onda hidayet vardır, denilir). Kim ona sarılır ve tutunursa hidayet üzere olur. Kim onu terk ederse sapıtır,"  

Bir başka rivayette;

"Kim ona uyarsa hidayet üzere olur, kim onu terk ederse dalâlet üzere olur."[128] denilir.

Bu konuda gelen şeylerden birisini de İbn Veddah tahriç etmiş­tir. Onun bir benzerini İbn Vehb, Ebû Hureyre'den rivayet etmiştir.

Ebû Hureyre bu rivayetinde Rasulullah'ın (s.a) şöyle dediğini nakletmiştir:

"Ümmetimin içinde deccaller ve yalancılar olacaktır. Bunlar size, ne sizin ne de babalarınızın duymadığı hadisler uyduracaklar. Onların sizi fitneye düşürmesinden sakının."[129]

Tirmizi'de Rasulullah'ın (s,a) şöyle dediği rivayet edilir:

"Kim ölmüş bir sünnetimi benden sonra diriltirse, o sünnetle amel eden­lerin kazanacakları sevabın aynısı ona da verilir. Diğerlerinin sevabından da hiçbir şey eksilmez. Kim Allah ve Rasülünün razı olmadığı bir bid'at çıkarırsa o bid'ati işleyenlerin günahlarının aynısı ona da yüklenir. Bununla beraber diğerlerinin günahından da hiçbir şey eksilmez."

Bu hasen bir hadistir.[130]

İbn Veddah ve başka kişilerin Hz. Aişe'den rivayet ettikleri şöyle bir hadis vardır:

"Kim bid'at sahibine' saygı gösterirse, İslamın yıkımına destek vermiş olur."[131]

el-Hasen'den (Basrî) Rasulullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

"Şayet sırat köprüsü üzerinde bir an bile olsun durdurul­madan cennete girmek istersen, Allah'ın dininde kendi görüşüne göre bir şey icad etme."

Yine el-Hasen'den Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir:

"Kim bana uyarsa bendendir. Kim, benim sünnetim­den yüz çevirirse benden değildir."[132]

Tahâvî, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle dediğini nakletti:

"Altı kişi vardır ki ben onlara lâ'net ediyorum, Allah'ın laneti onların üzerine olsun. Peygamberlerin duası da kabul edilir. Bunlar:

1- Allah'ın dinine ilave yapan,                                              

2-Allah'ın kaderini inkar eden,                                            

3- Zorbalıkla insanlara egemen olup Allah'ın aziz/şerefli kıldığını zillete düşüren, Allah'ın alçalttığını yücelten,

4- Benim sünnetimi terk eden,                                             

5- Allah'ın haram kıldığını helal sayan,

6- Benim soyumdan gelip de Allah'ın haram kıldığını helâl sayan kimse."[133]

Ebû Bekir ibn Sabit el-Hatib'in rivayetinde de şu ifade vardır:

"Allah'ın lanet ettiği ve benim de kendilerine lanet ettiğim altı kişi vardır."

Bu altı kişiyi sayarken Rasulullah (s.a) şöyle der:

"Benim sünnetimden yüz çevirip bid'ate yönelen kişi"

Tahâvî'nin rivayetinde Rasulullah (s.a) şöyle buyurur:

"Her ibadet edenin bir coşkulu dönemi, her coşkunun da bir gevşeme dönemi vardır. Bu gevşeme ya sünnete doğru olur ya da bid'ate doğru olur. Kimin gevşemesi benim sünnetime doğru olursa o doğru yolu bulmuş olur. Kimin gevşemesi de başka şeye doğru olursa o da helak olur"[134]

Beğavî'nin Mu'cem'inde Mücahid'den şöyle dediği nakledilir:

Ben ve Ebû Yahya ibn Cu'de Rasulullah'ın ashabından Ensarlı bir zâtın yanına girmiştik. Bu zât şunu anlattı Rasulullah'ın (s.a) yanında Abdulmuttalip oğullarının azatlısı bir kadından söz edildi. Dediler ki:

Bu kadın geceleri ibadetle, gündüzleri de oruçla geçiriyor. Bunu duyan Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu:

"Fakat ben hem uyur, hem namaz kılarım, hem oruç tutar, hem de iftar ederim. Kim bana uyarsa o bendendir. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. Her amel edenin bir coşkulu, sonra da bir gevşeme dönemi vardır. Kimin gevşemesi bid'ate doğru olursa o sapıtmıştır. Kimin gevşemesi sünnete doğru olursa o da doğru yolu bulmuştur"[135]

Ebû Vâil'in Abdullah'tan rivayetine göre Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu:

"Kıyamet gününde en şiddetli azabı görecek kişiler, bir peygamberi öldüren veya peygamber tarafından öldürülen, sapıklığa önderlik eden ve müslümanlara müsle yapan kişidir.”[136] Hayseme'nin Süleyman'dan, onun da Abdullah'tan rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Benden sonra birtakım idareciler gelecek ve onlar namazları vaktinden tehir edecekler ve bid'atler çıkaracaklar." Abdullah ibn Mes'ud dedi ki:

Onlara yetişirsem ne yapayım? Rasulullah (s.a)  dedi ki:

"Ey Abdullah'ın annesinin oğlu, ne yapacağını soruyorsun öyle mi? Allah'a isyan eden kimseye itaat edilmez"[137]

Tirmizi'den Ebu Said el-Hudri'nin şöyle dediği nakledilir: Rasu­lullah (s.a) şöyle buyurdu:

"Helal ve temiz şeyleri yiyen, sünnete uygun amel eden ve şerrinden insanların emin olduğu kişi cennete girer."

Bir adam dedi ki:

Ya Rasulallah! Bu gün insanlar içinde (böy­lesi) pek çoktur. Hz. Peygamber (s.a) dedi ki:

"Benden sonraki asır­larda (bu özelliği taşımayan kimseler) olacak. "

Bu hadis gariptir.[138]

Tahâvî'nin kitabında Abdullah ibn Amr ibn el-As'tan nakledilir:

Rasulullah (s.a) parmaklarını birbirine geçirerek şöyle buyurdu.

"Pek yakında iyi insanların gidip, geride sözleri ve emanetleri şu parmak­larım gibi birbirine karışmış değersiz insanların kaldığı bir zaman gelecektir. İşte o zaman sizin haliniz nice olur?" Dediler ki:

Ya Rasu­lallah! O zaman bize ne tavsiye edersiniz? Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

"Tanıdığınızla ilişkilerinizi devam ettirir, tanımadığınızdan uzak durursunuz. Seçtiğiniz iyi kimseleri kabul eder, kötü kimseleri ve avamı terk edersiniz."[139]

İbn Vehb, mürsel olarak Rasulullah'ın (s.a) şöyle buyurduğunu tahric eder:

"Şiâb'tan sakının!"

Şiâb nedir ya Rasulallah? Dedik­lerinde:

"Hevâ ve hevesine uyanlardır." dedi.[140]

Yine Vehb şu hadisi tahric eder:

"Allah Tealâ, sımsıkı sarıldığı sünnetle bir kulu cennete sokar."[141]

El-Acurri'nin Kitabu's-Sünne'sinde el-Vehd ibn Müslim'in[142] Muaz ibn Cebel'den şöyle dediği rivayeti vardır:

Rasulullah (s.a) şöyle dedi:

"Ümmetimin içinde bid'atler ortaya çıktığı ve ashabıma küfredildiği zaman, âlimler ilimlerini ortaya döksünler. Eğer âlimler bildik­lerini açıklamazlarsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerine olsun.”[143]

Abdullah ibn el-Hasen[144] dedi ki: el-Velid ibn el-Müslim'e dedim ki:

Bilginin açıklanması ne demektir? Dedi ki:

Sünnetin açıklanması demektir.

Bu konuda daha pek çok hadis vardır.

Burada zikredilen bazı hadislerin sahih derecesinde olmadıkları malumdur. Bunlar sadece muhaddislerin teşvik ve sakındırma hadis­lerinde temel kabul ettikleri prensip uyarınca zikredilmişlerdir.[145] Çünkü Bid'atlerin ve bid'atçilerin kötülüğü artık Kur'an'a ve sahih sünnete dayanan kesin delillerle sabittir. Buna ilaveten diğer delillerin getirilmesinde inşaallah bir sakınca yoktur.[146]



Fasıl



Nakli delillerin üçüncüsü selefi sâlih dediğimiz sahabeler ve tabiilerden -Allah onlardan razı olsun- bid'atin ve bidatçinin kötülü­ğü konusunda gelen sözlerdir.

Sahabe sözlerinden birisi, Hz. Ömer ibn el-Hattab'tan gelen şu rivayettir.

Hz. Ömer bir gün insanlara hitab eder ve şöyle der:

"Ey insanlar! Size farzlar ve sünnetler bildirildi ve siz apaçık bir yolda bırakıldınız." Daha sonra ellerini birbirine vurarak: "Ancak insanları sağa sola saptırmanıza bir şey diyemem. Sizin recim âyeti yüzünden helâk olmamanızı tavsiye ederim. Recm (taşlama) cezasını Kur'an'da bulamadık demekten sizi sakındırırım. Rasulullah (s.a) recm cezasını tatbik etti, biz de bu cezayı tatbik ettik...."[147]

Sahih'te, Huzeyfe'den[148] şöyle dediği rivayet edilir:

Ey âlimler topluluğu! İstikamet üzere olunuz. İstikamet (doğruluk) üzere olur­sanız tam bir önder olursunuz. Sağa sola yalpa yaparsanız büyük bir sapıklığa düşersiniz."[149]

Huzeyfe'den başka bir yolla gelen rivayete göre (bir gün) o, mes­aide girer, halkın önünde durur ve şöyle der:

"Ey âlimler topluluğu! Doğru bir yoldan gidiniz. Eğer böyle yaparsanız tam bir önder olursunuz. Eğer sağa sola yalpa yaparsanız tamamen sapıtırsınız."

İbn el-Mübarek'in rivayetinde:

"Allah'a yemin olsun ki şayet siz istikamet üzere olursanız, tam anlamıyle önderler olursunuz" ifadesi vardır.

Yine Huzeyfe'den şöyle rivayet edilmiştir:

"İnsanlar hakkında en içok iki şeyden korkarım: "Gördüklerini bildiklerine tercih etmeleri ve farkında olmadan sapıklığa düşmeleridir."

Süfyan der ki:

Bu, bid'atçinin durumudur.

Şu anlatılan da Huzeyfe'den rivayet edilmiştir:

Huzeyfe eline iki taş aldı ve birini diğerinin üzerine koyduktan sonra arkadaşlarına şöyle dedi:

Bu iki taşın arasında bir ışık görüyor musunuz? Dediler ki:

Ey Ebû Abdillah (Huzeyfe'nin künyesidir)! Bu iki taşın arasında biz çok az bir ışık görmekteyiz. Huzeyfe dedi ki:

Canımı elinde tutan Allah'a yemin olsun ki öyle bid'atler ortaya çıkacak ki, hakikatin nurundan ancak şu iki taşın arasındaki ışık kadarı görünebilecek. Vallahi bid'atler o kadar yayılacak ki, onlardan birisi terk edildiği zaman Sünnet terk edildi, diyecekler.

Şu söz de Huzeyfe'den nakledilmiştir:

Dininizden ilk kaybedece­ğiniz şey emanet, son kaybedeceğiniz şey de namazdır. İslamın bağ­ları birer birer çözülecektir.[150] Kadınlarınıza hayızlı iken yaklaşıla­cak. Sizden öncekilerin yollarını tıpatıp aynen izleyeceksiniz. Onların yolundan hiç şaşmayacaksınız. Nihayet, pek çok fırkadan iki fırka kalacak ve bunlardan birisi diyecek ki:

Namaz niçin beş vakit oluyor ki? Bizden öncekiler hata etmişler.

Allah Teala sadece: "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl”[151] buyurur. Böylece onlar günde sadece üç vakit namaz kılarlar.[152] Diğerleri de şöyle derler:

Allah'a iman edenlerin durumu meleklerin imanı gibidir. Onların içinde ne kafir bulunur, ne de münafık.[153] Deccal ile birlikte bu iki grubu haşr etmesi Allah'ın üzerine bir haktır.

Bu rivayetin anlamı, Ebu Râfi'in Hz. Peygamber'den rivayet ettiği şu hadisin anlamıyle de örtüşür:

"Sizden birinizin koltuğuna yaslanmış bir haldeyken[154]  benim bir emrim veya yasağımla karşılaşınca- Bilmiyorum, bilmiyorum,' tâbi olduğumuz Allah'ın Kitabında biz böyle bir şey görmedik, dediğini duymayayım."[155]

Sünnet, Kur'an'ın açıklayıcısı olarak gelmiştir. Kim sünneti bilmeden Kur'an'la amel etmeye kalkarsa Kur'an'dan da sünnetten de dışarı çıkar. Bu sebeple yukarıdaki namazla ilgili sözü söyleyen kişi gibi "bizden öncekiler hata etmişler..." der.

Huzeyfe'den yapılan bütün bu rivayetler İbn Veddah tarafından tahriç edilmiştir.

Yine, İbni Veddah Abdullah ibn Mes'ud'un şöyle dediğini tahriç etmiştir:

"Bizim söylediklerimize ve yaptıklarımıza tâbi olun, bid'at çıkarmayın, bu size yeter."[156]

İbn Vehb de Abdullah ibn Mes'ud'un şöyle dediğini tahriç etmiştir:

"Ortadan kalkmadan ilme sarılmalısınız. Onun ortadan kalkması ilim sahiplerinin yok olup gitmesidir. İlme sarılınız; çünkü siz ona ne zaman muhtaç olacağınızı bilemezsiniz. Öyle insanlarla karşılaşacaksınız ki, Kur'an'ı arkalarına attıkları halde, sizi Allah'ın Kitabı'na çağırdıklarını iddia edecekler. İlme sarılınız! Bidatleri ortaya çıkarmaktan uzak durunuz. Çokça araştırmaktan, derinlere dalmaktan da uzak durunuz. Eskiye sarılınız.[157]

İbn Vehb yine ondan tahriç etmiştir:

"Bundan sonra her geçen yıl bir öncekinden daha kötü olacak. Ben daha yağmurlu, daha bereketli veya yöneticisi daha hayırlı olan bir yıldan söz etmiyorum. Fakat ben diyorum ki, sizin âlimleriniz ve iyileriniz gidecekler, sonra birtakım insanlar gelecekler ve kendi kafalarından hüküm verecekler. Böylece İslam sarsılacak ve körelecek/sönükleşecek."[158]

Yine İbn Mes'ud söylemiştir:

İçinde büyüğün ihtiyarladığı, küçü­ğün yetişip büyüdüğü bir fitneye karıştığınız zaman haliniz nice olur? Böyle bir zamanda insanlar fitneyi/kötülüğü sünnet olarak anlatmaya başlarlar. Kötülük değiştirildiğinde de; bu bir kötülüktür, denilir.

Yine Abdullah ibn Mes'ud söylemiştir:

Ey insanlar! Bid'at çıkar­mayın, çokça araştırmayın (ince eleyip sık dokumayın) fazla derin­lere dalmayın. Eskiye sarılın, güzel gördüğünüz şeyi alınız, çirkin olan şeyi bırakınız.

Şu şöz de ondan nakledilir:

Sünnette orta bir yolu tutmak bid'atta var gücüyle çaba sarfetmekten daha hayırlıdır.[159]

Mânâ yönüyle Rasulullah'a ait olan şu söz de ondan rivayet edilmiştir:

"Sünnete uygun olarak yapılan az bir amel, bid'ate uygun çok amelden daha hayırlıdır."[160]

Kasım ibn Esba'ın tahriç ettiğine göre şu sözü de Abdullah ibn Mes'ud söylemiştir:

"Kıyamet gününde en şiddetli azabı çekecek olan kişiler, Allah'ın indirmediği şeylerle insanları saptıran sapık önder­ler, ressamlar, peygamberi öldüren veya peygamber tarafından öldürülen kişilerdir."[161]

Hz. Ebü Bekir es-Sıddık'tan (r.a) rivayet edilmiştir; O şöyle demiştir:

Hz. Peygamber'in (s.a) yaptığı hiçbir şeyi ben terk etmedim, mutlaka ben de onu yaptım. Onun emrettiği bir şeyi terk edersem sapıtacağımdan korkarım.[162]

İbn el-Mübarek[163] Ömer ibn el-Hattab'tan (r.a) tahric etmiştir:

Yezid ibn Ebi Süfyan türlü türlü yemekler yerdi, Hz. Ömer onun Yerfe' denilen azatlısına dedi ki:

Yezid'in akşam yemeği hazır olunca bana haber ver. Yezid'in akşam yemeği hazır olunca Yerfe, Hz, Ömer'e bildirdi. Hz. Ömer Yezid'e geldi, ona selam verdi ve izin iste­di. Yezid izin verince Hz. Ömer içeri girdi. Yezid akşam yemeğine doğru yaklaştı. Et, tiridi getirmişti. Hz. Ömer de onunla birlikte bu yemekten yedi. Sonra (sofraya) kızartılmış et getirildi. Yezid, elini ona da uzattı, fakat Hz, Ömer ondan yemedi. Sonra Ömer şöyle dedi:

Yemekten sonra bir yemek daha mı ey Yezid ibn Ebi Süfyan? Ömer'in canını elinde tutan Allah'a yemin olsun ki siz onların sünnetine muhalefet ederseniz (başkaları da) size bakarak onların yolundan dışarı çıkarlar.[164]

İbn Ömer'den rivayet, edilmiştir:

Yolculukta namaz iki rekattır. Kim sünnete muhalefet ederse küfre düşer.[165]

El- Acurri, es-Sâib ibn Yezid'den rivayet etmiştir:

Ömer ibn el- Hattab gelmişti. Ona dediler ki:

Ey Müminlerin Emiri'[166] Biz Kur'an'ın tevilini soran bir adamla karşılaştık. Hz. Ömer dedi ki:

Ey Allah'ım, o adamla beni karşılaştır. Râvi der ki:

Bir gün Hz. Ömer insanlara yemek verirken üzerinde elbisesi ve başında sarığı olan bir adam çıkageldi yemeğini yedi. Nihayet yemeğini bitirince şöyle dedi:

Ey Mü'minlerin Emiri! ne demektir? Hz. Ömer:

Demek o sensin ha? diyerek ayağa kalktı. Adamın kollarını açtırdı ve başından sarığı düşünceye kadar ona dayak attı. Sonra şöyle dedi:

Canımı elinde tutan Allah'a yemin olsun ki seni tıraş olmuş halde bulsaydım kafana da vururdum. Bu adamın elbisesini giydirin, bir deveye bindirin, sonra çıkarın ve memleketine gönderin. Sonra ayağa kalksın ve insanlara şöyle hitab etsin:

Ey ahali! Subeyğ ilim öğrenmek istedi, fakat yanlış yaptı. Bu sebeple kavminin içinde seviyesi düştü, hatta helak oldu. Halbuki kavminin efendisi idi.[167]

İbn el-Mübarek ve daha başkaları Übeyy ibn Kâ'b'dan nakle­derler, Übeyy şöyle demiştir:

Size Allah'ın yoluna ve sünnete bağlanmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü yeryüzünde Allah'ın yolunda ve sünnet üzere olup Allah'ı zikreden ve Allah korkusundan gözleri yaşaran hiç kimseye Allah Teala azap etmez. Yine yeryüzünde Allah yolunda ve sünnet üzere olup, gönlünden Allah'ı zikreden ve Allah korkusundan tüyleri ürperen hiçbir kul yoktur ki onun durumu, yaprakları kurumuş bir ağacın durumu gibi olmasın: O ağaca şiddetli bir rüzgâr isabet ettiğinde yaprakları dökülür. Tıpkı o ağacın yapraklarının dökülüşü gibi böyle bir kulun da günahları dökülür. Allah yolunda ve sünnette itidal üzere olmak, Allah yoluna ve sünnete muhalefette aşırı çaba sarfetmekten daha hayırlıdır, ister itidal üzere olsun isterse aşın gayretler sonucu ortaya çıksın, yap­tığınız amellerin peygamberlerin metotlarına ve onların sünnetlerine uygun olmasına bakın.[168]

İbn Veddah İbn Abbas'tan tahriç etti: İbn Abbas şöyle dedi:

İn­sanların başına öyle bir dönem gelecek ki onlar o dönem içinde bid'at uydurup sünneti öldürecekler. Bid'atler dirilip, sünnetler ölecek.[169] Ondan şöyle dediği rivayet, edilmiştir:

Sünnete ve nakle sarılınız. Bid'atlerden sakınınız.[170]

İbn Vehb de ondan şu sözü tahriç etmiştir:

Kim Allah'ın Kitabın­da olmayan ve Rasulullah'ın sünneti tarafından da onaylanmayan bir görüş ileri sürerse Allah'a kavuştuğu zaman durumunun ne olacağını bilemez.

Ebû Davud ve başka kimseler Muaz ibn Cebel'den tahriç etmiş­lerdir:

Muaz ibn Cebel bir gün şöyle demişti:

"Sizin arkanızdan fitne­ler olacaktır. O zaman mal çoğalacak, Kuran açılacak, mümin, mü­nafık, erkek, kadın, hür, köle küçük, büyük, herkesin elinde Kur'an olacak, içlerinden biri şöyle diyecek:

Ben Kur'an okuduğum halde yine de kimse bana uymuyor. Anlaşılan o ki, ben Kur'an'dan başka bir şeyi onlara uydurmadıkça bana uymayacaklar. Böyle bir kişinin uydurduklarına tâbi olmaktan sakının! Zira onun ortaya attıkları dalâlet ve sapıklıktır. Ben sizi bilgili kimselerin ayaklarının sürçme­sine karşı uyarıyorum. Çünkü şeytan, ilim sahiplerinin dili ile dalâ­let ve sapıklığa davet edecektir. Münafık da hazan doğru söz söyleyebilir."

Râvi der ki:

Muaz'a şöyle dedim: Allah sana merhamet etsin ey Muaz! Ben, bilgili kişinin sapık söz söylediğini ve münafığın doğruyu söylediğini nasıl bileceğim? O bana şöyle cevap verdi:

Sen bilgili kişinin o şöhret kazanmış sözlerinden sakın ki, o sözler seni kaydırıp yanıltmasın. Kim bilir, belki o bilgili kişi bu sözlerinden döner. Sen hak ne ise onu kabul et, onun üzerinde ol, çünkü hakkın üzerinde nur vardır.[171]

Bir başka rivayette, "şöhret kazanmış sözler" yerine "ne kastettiği belli olmayan kapalı sözler" ifadesi geçer. Muaz -Allahu a'lem- bununla dış görünüşü itibariyle sünnete uygun olmayan ve bu sebeple kalplerin hoşlanmadığı ve insanların:

Bu da nedir? dedikleri sözleri kastediyor olsa gerek:

Bu ileride de anlatılacağı gibi âlimin ayağın kaymasından sakındırmakla ilgili bir sözdür.[172]

Sahabeden sonra gelen tabiilerin bu konuda söyledikleri şeylere gelince, bunlardan birisi İbn Veddah'ın el-Hasen'den naklettiği şu sözdür:

Bid'at sahibi kişi, ne kadar çok oruç tutmaya ve namaz kılmaya çalışırsa Allah'tan da o kadar çok uzaklaşır.

İbn Vehb, Ebû İdris el-Havlânî'den tahriç etmiştir:

O şöyle demektedir:

Mescidde söndüremeyeceğim bir yangın görmem, orada değiştiremeyeceğim bir bid'ati görmemden daha hayırlıdır.

Fudayl ibn 'Iyaz'dan[173] rivayet edilmiştir:

Hidayet yoluna tâbi ol; o yoldan gidenlerin azlığı sana hiçbir zarar vermez. Sapıklık yolların­dan uzak dur. O yollardan helak olanların çokluğu seni aldatmasın.

el-Hasen'den (Hasan-ı Basri) rivayet edilmiştir:

Hevâ ve heve­sine uyan kişiyle bir arada bulunma; şayet onunla beraber olursan kalbine öyle bir şey atar ki ona uyarsan helak olursun, uymazsan kalbin hastalanır. Yine ondan rivayet edilmiştir:

"Oruç, sizden öncekilere farz kılın­dığı gibi size de farz kılındı.”[174]

âyeti hakkında o şöyle dedi:

Allah Teâlâ orucu kendilerinden öncekilere farz kıldığı gibi, müslümanlara da farz kıldı. Yahudiler onu inkar ettiler, Hristiyanlar ise ona on gün daha ilave ederek daha kolay tutabilecekleri zamanlara tehir ettiler. Hasan-i Basri bunu anlatırken şöyle demişti:

"Sünnete uygun az bir amel, bid'ate bulaşmış çok amelden daha hayırlıdır."

Ebû Kılâbe'den:

"Hevâ ve heves sahipleri ile beraber olmayın ve onlarla tartışmaya girmeyin. Çünkü ben onların sizi de kendi sapık­lıklarına daldırmalarından ve bildiğiniz şeylerde aklınızı karıştırma­larından korkarım." Sözü nakledilmiştir.

Eyyub şöyle dedi:

Allah'a yemin olsun ki o (yani Ebu Kılâbe) akıllı fakihlerdendi. Yine ondan rivayet edilmiştir:

"Heva ve hevesine uyanlar (ehl-i heva) dalalet ehlidirler/sapıktırlar. Onların akıbetlerinin cehennem­den başka bir şey olacağını zannetmiyorum."

Hasan-ı Basri'den nakledilmiştir:

Bid'at sahibiyle beraber bulun­ma. Çünkü o, senin kalbini hastalandırır.

Eyyub es-Sahtiyanı'den[175] rivayet edilmiştir: O şöyle diyordu:

Bid'at sahibinin gayret ve çabası arttıkça Allah'dan uzaklaşması da artar.

Ebû Kılâbe'den nakledilmiştir:

Bir kişi bid'at çıkardıkça kılıç ona helal olur (öldürülmeyi hak eder).

Eyyüb es-Sahtiyâni, bid'at sahiplerini Hâriciler diye isimlen­dirdi. Hâriciler isimde farklı olsalar da kılıca sarılmada birleşmişler­dir, derdi.

İbn Vehb, Süfyan'dan tahric etti: Süfyan şöyle dedi:

Fakih (anlayışlı, bilgili görgülü) bir adam şöyle derdi:

Bütün insanlara hidayet edip bir kişiyi sapıklıkta bırakmayı arzu etmem (yanı tek bir kişinin bile sapıklığa düşmesine gönlüm razı olmaz).

İbn Vehb yine ondan şöyle dediğini tahriç etti:

Söz, ancak amelle düzgün olur. Söz ve amel ancak niyetle düzgün olur. Söz, amel ve niyet ise ancak sünnete uygun olduğu zaman düzgün olur.

El-Âcurri, İbn Sîrîn'in heva ve hevesine uyan kimseleri en çabuk dinden çıkan kimseler olarak gördüğünü anlatır.[176]

İbrahim'den[177] rivayet edilmiştir:

Onlarla konuşmayın; kalple­rinizin dönmesinden korkuyorum.

Hişam ibn Hassan şöyle dedi:

Allah Tealâ bid'at sahibinin ne namazını, ne orucunu, ne haccını, ne cihadını, ne umresini, ne sadakasını, ne köle azat etmesini, ne tövbesini, ne de fidyesini kabul eder.

İbn Vehb, ondan rivayetle şu ilaveyi de yaptı:

İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki o zaman hak ile bâtıl birbirine karışacak. Böyle olduğu zaman hiçbir duanın faydası olmaz. O dua ancak boğulmakta olan kimsenin duası gibidir. (Yani isyan ve günah içinde bir hayat sürüp boğulacağı sırada Allah'ı hatırlayan kimsenin duası gibi faydasız bir duadır.)

Yahya ibn Ebi Kesir'den[178] şöyle dediği rivayet, edilmiştir:

Bid'at sahibiyle bir yolda karşılaşırsan hemen yolunu değiştir. Seleften birisi şöyle dedi:

Kim bid'at sahibi ile bir arada bulunursa artık masum olmaktan çıkar ve kendi haline bırakılır.

El-Avvam ibn Havşeb'ten[179] rivayet edilmiştir: O, oğluna şöyle derdi:

Ey İsa, kalbini düzelt ve malını azalt ve şöyle derdi:

Allah'a yemin olsun ki İsa'yı bid'atçilerin meclisinde görmektense, çalgıcıla­rın, şarapçıların ve bâtılın meclisinde görmeyi tercih ederim.

İnsanlar Ebû Bekir ibn Ayyaş'a[180] dediler ki:

Yâ Ebâ Bekir sünni kimdir? Dedi ki:

Heva ve hevesine uyanlara kızdığı kadar başka bir şeye kızmayandır.

Yunus ibn Ubeyd[181] dedi ki:

Sünnet kendisine gösterildiği zaman garip olan kişi onu kabul eder. Ondan daha garibi de sünnete tâbi olandır.

Yahya ilm Ebi Ömer eş-Şeybâni[182] şöyle dedi:

Denilmiştir ki Allah bid'atçinin tövbesini kabul etmez. Bid'atçî bir bid'atten vazgeçtiği zaman ondan daha kötüsüne intikal eder. Ebu'l-Âliye' den:

İslamı öğreniniz. Onu öğrendiğiniz zamanda ondan vazgeçip yüz çevirmeyiniz. Sırat-ı müstakim'den ayrılmayın; Çünkü o, İslamdır. Sağa sola meyletmeyin. Peygamberinizin sünne­tine ve onun ashabının -arkadaşlarını öldürmeden ve yaptıklarını yapmadan önceki- sünnetlerine sarılın. Onlar arkadaşlarını öldürmeden ve yaptıklarını yapmadan önce biz Kur'an'ı okumuştuk. İnsanlar arasında düşmanlık ve kin saçan şu heva ve heves sahiplerinden de sakının! Bu sözler Hasan-ı Basri'ye anlatılınca şöyle dedi:

Allah rahmet eylesin, doğru söylemiş ve öğüt vermiş.

Bunu ibn Veddah ve daha başka kişiler tahriç etmişlerdir.

Mâlik, şu beyti çok söylerdi:

Din işlerinin en hayırlısı sünnete uygun olanlardır.

İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulan bid'atlerdir.

Mukatil ibn Hayyan'dan[183] şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Bu hevâ sahipleri, Muhammed ümmeti için bir âfettir. Bunlar Peygamber'i ve onun ehl-i beytini anarlar ve cahil insanların yanında bu güzel sözleriyle başkalarını avlarlar ve onları tehlikelere atarlar.[184] Bunlar bal diye acı şeyleri, panzehir diye zehiri içenlere ne kadar da çok benziyorlar! Onlara iyi bak, çünkü sen su denizinde olmasan da hevâ ve heves denizinin içindesin. Bu deniz daha derin ve daha tehlikelidir. Yıldırımları daha çoktur. Bu denizden ve içindeki tehli­kelerden kurtulmak daha zordur. Seni sapıklık denizinde boğulmak­tan kurtaracak olan yegane gemi sünnete bağlılıktır.

İbn el'Mübarek'ten:

Bil ki ey kardeş sünnet üzere Allah'a kavuşan her müslüman için ölüm bir keramettir. Çünkü biz Allah'a aidiz ve yine O'na döneceğiz. Üzüntümüzü, kardeşlerimizin yok olup gitmesini, yardımcılarımızın azlığını ve Bid'atlerin ortaya çıkışını Allah'a şikayet ederiz. Âlimlerin ve sünnete bağlı kişilerin göçüp gitmesi ve Bid'atlerin ortaya çıkması sebebiyle ümmetin başına gelen büyük felâketleri de Allah'a şikayet ederiz.İbrahim et-Teymi[185] şöyle derdi:

Allah'ım! Dinini ve Peygambe­rinin sünnetini hak konusundaki ihtilaflardan, hevâ ve hevese tâbi olmaktan, sapıklık yollarından, şüpheli şeylerden, yanlışlık ve düşmanlıklardan koru. Ömer ibn Abdilaziz yazdığı mektuplarda şöyle derdi:

Ben sizi hevâ ve heveslerin meylettiği şeylerden ve büyük sapmalardan sakındırırım.

İnsanlar kendisine biat ettikleri zaman Ömer ibn Abdilaziz minbere çıktı. Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle, dedi:

"Ey insanlar! Peygamberinizden sonra başka Peygamber gelmeyecek, Kitabınızdan sonra başka kitab yok. Sünnetinizden sonra başka sünnet, ümmetinizden sonra başka ümmet de yok. Dikkat, edin, Allah'ın Kitabında, peygamberinin lisanı üzere haram kıldığı şeyler kıyamete kadar haramdır. Dikkat edin ben bid'at çıkarıcı değilim, ben tâbi olucuyum. Dikkat edin, ben hüküm koyucu değilim, konulan hükmün uygulayıcısıyım. Dikkat edin, ben sahip ve mâlik değil, bir yöneticiyim. Dikkat edin, ben sizin en hayırlınız değilim, fakat yükü ve sorumluluğu en ağır olanınızım. Dikkat edin. Yaratıcıya isyan konusunda yaratılana itaat yoktur." Ömer ibn Abdilaziz bunları söyledikten sonra minberden indi.[186]

Urve ibn Üzeyne, babası Üzeyne'nin[187] Ömer ibn Abdilaziz hakkında şu şiiri söylediğini nakletti:

İslamda ilmi ve sünneti sen ihya ettin.

Bidat çıkarmadın kötü bir hüküm vermedin.

Her gün bir bidati yıktın

Yerine bizim için sünneti bina ettin

Ömer ibn Abdilaziz'in söylediği, âlimlerin ezberlediği ve İmam Mâlık'in de çok hoşuna giden sözlerinden birisi de şudur:

"Rasulullah (s.a) ve kendisinden sonra gelen halifeler bir sünnet ortaya koymuş­lardır. Onların koydukları sünnete uymak, Allah'ın Kitabını tasdik etmek, O'na itaati tamamlamak ve Allah'ın dinini desteklemek demektir. Hiç kimsenin onları değiştirmek ya da yerine başkasını koymak veya onlara muhalif bir görüş üzerinde durmak yetkisi yoktur. Kim onlarla amel ederse, o hidayet üzeredir. Kim onunla yardım isterse yardım görür. Kim sünnete muhalif olursa mümin­lerin yoluna değil, başka bir yola tâbi olmuş olur, Allah onu gittiği yolda bırakır ve cehenneme sokar; o ne kötü bir yerdir."

Alimler onun bu sözlerini beğenmekte haklıdırlar. Çünkü bu sözler sünnete ait temel esasları en güzel şekilde özetlemektedir. Bunlardan birisi de bizim üzerinde durduğumuz konudur:

Çünkü "hiç kimse sünneti değiştiremez, tebdil edemez ve ona aykırı bir şeyi aklından geçiremez" sözü, bid'at çıkarma konusunu toptan engelle­mektedir. "Sünnet ile amel eden hidayete erer." diye başlayıp devam eden sözler ise sünnete tâbi olan kimseyi övmekte ve ona aykırı davrananı da buna delalet eder bir delil ile yermektedir.

Bu delil şu âyettir:

"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygam­bere karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir."[188]

Ömer ibn Abdilaziz'in sözlerinde işaret edilen sünnete ait esaslardan birisi de Hz. Peygamberden sonra gelen râşit halifelerin çizdiği yoldur. Bu da sünnettir ve onda asla bid'at yoktur. Allah'ın Kitabın­da ve Peygamberinin (s.a) sünnetinde (bir konuda) belirlenmiş bir hüküm bulunamamışsa özellikle onların sünneti (sözleri ve fiilleri) delil olarak kabul edilir. Genel manada buna işaret eden deliller vardır.

Irbaz ibn Sâriye'den gelen şu hadis bu konuda belirleyici bir özelliğe sahiptir:

"Benim sünnetime ve hidayete ermiş râşid halifelerin sünnetine sarılın. Ona sımsıkı sarılın, azı dişlerinizle ısırıp bırakmayın. Sonra­dan icad edilmiş işlerden uzak durun."[189]

Hz. Peygamber (s.a) bu hadisinde râşit halifelerin sünnetini kendi sünnetine bitiştirmiş, onların sünnetine tâbi olmayı kendi sünnetine tâbi olmak olarak görmüş ve bunlara aykırı olarak sonradan icad edilen şeylerin hiçbir değerinin olmadığını söylemiştir. Çünkü Allah hepsinden razı olsun onlar tuttukları yolda ya Peygamber'in bizzat sünnetine uymuşlardır veya onun sünnetinin bütünü içinde başkalarına gizli kalıp da sadece kendilerinin anladıkları bir manaya uymuşlardır. Buna ilave edile­cek başka bir şey yoktur. Açıklaması da inşaallah ileride gelecektir.

Ebû Abdillah el-Hâkim[190] Yahya ibn Âdem'den[191] selefi salihın şöyle bir tâbirini nakleder:

"Ebû Bekir ve Ömer'in sünneti".

Bunun anlamı şudur:

Hz. Peygamber'in (s.a) de bu sünnet üzereyken vefat ettiği bilinmektedir. Peygamber'in sözüyle birlikte başka hiç kimse­nin sözüne ihtiyaç yoktur. Selef-i sâlihin kullandığı tâbir aslında doğrudur ve Irbaz hadisinin taşıdığı anlamlardan birisi de budur. O halde burada Peygamber'in sünnetine bir ilave söz konusu değildir. Şu kadar var ki Peygamber'in sünnetinin yine ona ait başka bir sünnetle neshedilmiş olmasından endişe edilebilir. Bu sebeple âlim­ler, Hz. Peygamber'in vefatı esnasında söz konusu sünnetin hâla geçerliliğini koruyup korumadığını bilmek için kendisinden sonra gelen râşit halifelerin uygulamalarına bakmak ihtiyacını hissederler. Çünkü onlar en yeni/en son sünnet ile amel ederler. Hz. Peygam­ber'in emri, en son söylediğidir. İmam Mâlik de, sünnetler/hadisler birbiriyle çeliştiği zaman yapılagelen ameli delil olarak alırken ve onu tercih ederken mezhebini bu düşünce üzerine bina etmiştir.

Ömer ibn Abdilaziz'in sözlerinin ihtiva ettiği esaslardan birisi de emir sahiplerinin (yani halifelerin) sünnetlerinin ve uygulamalarının Allah'ın Kitabını ve Peygamberin sünnetini tefsir etmesidir.

Çünkü o şöyle diyordu:

"Emir sahiplerinin uygulamalarını ve sünnetlerini almak, Allah'ın Kitabını tasdik etmek, Allah'a olan itaati tamam­lamak ve Allah'ın dinine destek vermek demektir."

Bu, başka yerlerde de takrir edilen bir esastır. Ömer ibn Abdilaziz'in sözleri pek çok güzel esası ve önemli faydaları ihtiva etmektedir.

Ebû İlyas el-Elbâni'ye nisbet edilen sözlerden birisi şudur: Üç şey vardır ki bunları tırnağa bile yazmak mümkündür ve dünya ve âhiretin hayrı da bu üç şeyin içindedir:

Tâbi ol, bid'at çıkarma; mütevâzi ol, gururlu olma; kim Allah'tan korkarsa genişlik/ferahlık bulur. Bu konudaki rivayetler daha pek çoktur.[192]



Dipnotlar:

[1] Bakara: 31

[2] Şer'i dayanak hükmün ispatında kendisine dayanılan ve Kur'an, sünnet, kıyas ve icmâdan alınan delil demektir.

[3] Maide: 3

[4] Büyük bir sahabî olan İrbad İbn Sâriye es-Sülemi, Suffe ehlinin ileri gelenlerindendir. Humus şehrine yerleşmiş ve Rasulullah'dan (s.a) pek çok hadis rivayet etmiştir. Hicri 75 yılında vefat etmiştir. (Tabakat ibn Sa'd. 4/276; el-Cerhu ve't-Ta'dü, 7/39; el-Hılye, 2/13: Tehzib, 7/174; Şezerât, 1/82; Siyeru A'lami’n Nubelâ, 3/419)

[5] Bu hadisi şu kaynaklar rivayet etmiştir: Ahmed, Müsned, 4/126, 127; Ebû Dâvud, K. Sünne. B. Lüzûmü's-Sünne h.no:4607; Tirmizi, K. İlim, h.no: 2676 (Tirmizi, hadisin hasen-sahih oldu­ğunu söyledi); Dârimi, Ebu Âsim yoluyle, c.l, s.44, îbn Mâce, Mukaddime, 42,43 (Abdurrahman ibn Amr es-Sülemi yoluyle). ibn Mâce Yahya ibn Ehi'l-Muta'dan şöyle dediğini rivayet eder: Ben İrbad İbn Sâriye'den şöyle  dediğini işittim: "Bir  gün Allah Rasulü (r.a.) bize gözleri yaşartan, kalpleri yerinden oynatan son derece güzel ve etkili bir öğüt verdi.

Biz dedik ki:

Ya Rasulallah! Sanki bu bize veda eden birinin öğüdü gibi geldi. Eğer öyle ise bize bir tavsiyede bulun.

Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu:

"Size Allah'tan korkmanızı, dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Başınıza yönetici olarak bir köle bile geçse ona itaat etmelisiniz. Çünkü benden sonra yaşayanlar pek çok ihtilaflar göreceklerdir. Onun için benim sünnetime, hidayete ermiş, doğru yolda olan raşid halifelerin sünnetine benden sonra sımsıkı sarılın. Azı dişlerinizle' sımsıkı tutun. Sonradan icad edilmiş (İslam'a aykırı) işlerden uzak durun. (Çünkü sonradan icad edilmiş her şey bid'attir.) Her bid'at da dalalettir (sapıklıktır)

[6] Şeyh Muhammed Reşid Rıza eH'tısam'a yazdığı ta'likında (dipnotta) şöyle der: Hz. Peygamber din konusunda ayrıntılı bilgiler getirmiş, dünya konusunda da her zaman ve her şartta geçerli olan icmali ve genel kurallar koymuştur. Mesela Şûranın meşruiyeti, ilim sahiplerine içtihat ve istinbat ederek çıkardıkları hükümlerde itaat edilmesi, kolaylaştırma kuralları, güçlüğün kaldırılması, zaruret prensipleri gibi.

[7] İbn el-Mâcişun; "Büyük âlim, fakih, Medine müftüsü Ebû Mervan Abdülmelik ibn el-İmam Abdilaziz İbn Abdillah ibn Ebi Seleme ibn el-Mâcişun et-Teymi" Teymlîlerin azatlısıdır. Medinelidir. Mâliki mezhebindendir, İmam Malik'in öğrencisidir. Az sayıda rivayeti olmasına rağmen hadiste sikadır/güvenilirdir. Gözleri âmâdır. Hicri 213 yılında, bir rivayete göre 214 yılında vefat etmiştir. (Tabakât İbni Sa'd, 5/442; el-Cerhu ve't-Ta'dil, 5/358; Tehzih et-Tehzib. 6/408: Şezeratü'z-Zeheb, 2/28; Siyeru A'lami'n-Nubelâ, 10/359)

[8] Adiy ibn Ertae el-Fezari ed-Dimeşki, Ömer ibn Abdilaziz’in Basra valisidir. Yezid ibn Muhalleb’in oğlu tarafından bir toplulukla birlikte hapsedilerek hicri 102 yılında öldürüldü. (el-Cerhu ve’t-Ta’dil, 7/3, Şezerat, 1/124; Tezhib,7/164; Siyeru A’lami’n-Nubela,5/53)

[9] Şeyh Reşid Rıza ta’likinde şöyle dedi: Bazı kimseler, Hz. Peygamber (s.a) zamanında mevcut olan bazı şeyleri terk etmek suretiyle dinde eksiltmeler yaptılar, bazı kimselerde olmıyan bazı şeyleri ilave yaparak, dinde bid'at çıkardılar ve aşırı gittiler. Bu sıratı müstakim üzere olan vasat ümmettir.

[10] Sâd: 26

[11] Kehf 28

[12] Kasas: 50

[13] Enam: 143

[14] En'am: 144

[15] En:am: 140

[16] Maide: 103

[17] Câsiye: 23

[18] Nisa: 165

[19] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 1/57-64.

[20] Ali îmran: 7

[21] Bu hadisle ilgili olarak aşağıdaki rivayetlerin dipnotlarına bakınız.

[22] Buhari,  K. Tefsir-Tefsiru Ali İmran, h.no:4548; Müslim, K. İlim, B. en-Nehyi an ittibâi Müteşabihil-Kur'an h.no: 2665; Tirmizi, K.Tefsir, Fi Tefsiri Sürati Âli İmran, h.no:2996; Ebu Dâvud,  K. Sünnet, B. en-Nehy ani'l-Cidal ve't-Tibâil-Müteşabih mine'l-Kur'an, h.no:4598.

Bu rivayetlerin hepsi lafizlarındaki küçük farklılıklara rağmen aynı manadadır.

[23] Ebû Gâlib; Hazevver el-Basri'dir. Bâhile'nin mevlâsı ve sahabi Ebû Umame'nin arkadaşıdır, onun râvisidir. (Tezhibet-Tehzib, 12/197.)

[24] el-Mühelleb: Kahraman emir, Ebû Said el'Muhelleb ibn Ebi Sufre Fetih günü doğdu. Abdullah ibn Amr ibn el-As'tan. ibn Ömer ve diğer sahabilerden hadis rivayet etti. Semmak ibn Harb ve diğerleri ondan hadis rivayet, ettiler. Hicri 82 yılı zilhicce ayında Merverrûz'da gazi olarak vefat etti. (Siyeru A'lami'n-Nubelâ, 4/383; Tarihu't-Taberi, 6/354; el-Cerhu ve't.-Ta'dil, 4/369: Tehzib et-Tehzib, 10/329; Şezerat. 1/90

[25] Ebû Umame- Büyük bir sahabidir. İsmi, Ebû Umâme el-Bâhili Suday ibn Aclân'dır. Humus'a yerleşmiştir. İlim ve keramet sahibidir. Hz. Ömer Muaz ve Ebû Umame'den hadis rivayet etmiştir. Tabiinden pek çok kişi de kendisinden rivayette bulunmuştur. (Siyeru A'lamî'n-Nubelâ, 3/359; el-Cerhu ve't-Ta'dil, 4/454; Meşahiru Ulemai'I-Emsar, 328; el-Bidaye ve'n-Nihaye, 9/73, Tehzib, 4/420; Şezerat, 1/96)

[26] Ali İmran: 105-107

[27] Bu hadisin lafzı, tahriei ve taliki müellifin, kitaba yazdığı mukaddimede mevcuttur

[28] Âli İmran: 105-107

[29] İsmail el-Kâdi: Büyük bir âlim, el-İmam el-Hafiz Şeyhu’l-İslam Ebu İshak İsmail bin İshak Ezdlilerin azatlısıdır. Basralıdır. Mâliki mezhebindendir. Bağdat kadısıdır. Pekçok eseri vardır. Hicri 199 da doğmuştur. Küçüklüğünden itibaren ilme önem vermiştir. Fıkhı Ahmed ibn el-Ma'zil'den, hadisi çağdaşları gibi İbn el-Medîni'den almıştır. Pek çok kimse ondan rivayette bulunmuştur. el'Beğavi, es-Saffar, ibn Keyyan ve daha başkaları ondan rivayette bulunan­lardandır. H.282'de vefat, etmiştir. (Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, 13/339; el-Cerhu ve'’t-Ta'dil, 2/158; el-Bidaye ve'n-Nihaye. 11/72; Şezerat. 2/178.)

[30] Abdulmelik ibn Mervan Halife, fakih, Ebu'l-Velid el-Emevi. Hicri 26 yılında doğdu. Sahabeden Hz Osman, Ebû Hureyre. Ebû Said ve diğerlerinden rivayette bulundu. Geniş bilgi sahibidir. Çok sayıda insan kendisinden hadis rivayet etmiştir. Babasından sonra Şam'ı, Mısır'ı daha sonra da Irak'ı ele geçirdi. Hicri 86 yıhnda yaklaşık 60 yaşlarında vefat etti, (Siyeru Alamin-Nubelâ, 4/2461 el-Bidaye ve'n-Nihaye, 8/260; Tehzib, 6/422, Şezerat, 1/97)

[31] et-Tahavi: Büyük âlim hâfız-ı kebir Mısır diyarının muhaddis ve fakihi Ebû Cafer Ahmed ibn Muhammed ibn el-Hanefi, Mısır bölgelerinden Tahâ kasabası sakinlerinden olup çok sayıda eseri vardır. Hicri 239 da doğmuştur. Hadis ve fıkıh ilimlerinde kendini göstermiş h.321 yılında vefat etmiştir. (el-Bidaye ve'n-Nihaye, 11/174; Şezerat, 2/288; Siyeru A'lâmin-Nubelâ, 15/27)

[32] Ali İmran: 106

[33] el-Âcurrî: Örnek bir hadis imamıdır. Harenri Şerif şeyhidir. İsmi ve künyesi: Ebû Bekir Muhammed ibn el-Huseyn îhn Abdillah el-Bağdadî el-Aeurri'dir. Pek çok eserin sahibidir. Çok doğru, hayırlı, âbid, zâhid, âlim ve sünnete bağlı bir kişidir. Hadiste sika dır/güvenilir. Hicri 360 yılında seksen yaşlarında Mekke'de vefat etmiştir (el-Bidaye ve'n-Nihaye, 11/270: Şezerat. 3/35; er-Risaletül-Müstadrafe, 42,43; Siyeru A'lami'n-Nubelâ, 16/133)

[34] Tâvûs: Ebû Abdurrahman Tavus ibn Keysan el'Fârisi el-Yemeni el-Cündi, Yemen âlimi, örnek bir fıkıhçı ve hadiscidir. Hz. Osman'ın halifeliği döneminde doğmuştur. Zeyd ibn Sabit. Hz. Aişe. Ebu Hureyre ve diğer sahabilerden hadis dinlemiş, Atâ, Mücahid ve akranı olan pek tabii ondan hadis nakletmiştir. İbn Abbas onun hakkmda: Sanırım cennetliktir, demiştir. H.106'da vefat etmiştir, (el-Cerh ve'f Ta'dil, 4/500: Hılyetül-Evliya, 4/3; Tehzib, 5/8! Şezerat. 1/133: Siyeru Alamin-Nübola, 5/38)

[35] İbni Abbas: Abdullah ibn Abbas. Bu ümmetin en büyük âlimi, asrının fıkıhçısıdır, tefsirde imamdır. Hz, Peygamber'in amcazâdesidir. Hicretten üç sene ünce doğmuş, yaklaşık otuz ay Rasulullah'ın sohbetinde bulunmuştur. Rasulullah'tan ve Ömer, Ali. Muaz. Abdurrahman îbn Avf, Ebû Süfyan ve Ebû Zer gibi pek çok sahabiden hadis rivayet etmiştir. Tabiinden pek çok kişi de ondan rivayette bulunmuştur. Hicri 68 veya 67 de vefat etmiştir. Rivayete göre 71 yıl yaşamıştır. (Siyeru A'lami'n-Nubela. 3/3311 Tabakat ibn Sa'd, 2/365; el-Bidaye ve'n-Nihaye, 8/295; Tehzib, 5/276; el-Cerhu ve’t-Ta'dil, 5/116; Hilyetul-Evliya,'l/314)

[36] Ali İmran: 7

[37] Necran Hıristiyanları, Yemen beldelerinden Necran'da oturan Hıristiyanlardır. Hz. Peygamber (S.A) Medine'de iken bunlar bir heyet halinde onun huzuruna çıkarak Hz. İsa hakkında onunla tartışmaya girdiler.

[38] Abide ibn Humeyd ibn Suheyb et-Teymi Ebu Abdirrahman el-Kûfi, el-Hizâ diye bilinir. Kendisi Humeyd ibn Mihran, A'meş, Yahya ibn Said ve daha başka kişilerden rivayette bulun­muş? İmam Ahmed, Sevrî, Ebû Şeybe'nin iki oğlu ve pek çok kişi kendisinden rivayette bulunmuşlardır. Sikadır/güvenilir doğrudur. Hicri 190 yılında 81 yaşında vefat, etmiştir. Tehzib, 7/71

[39] Humeyd ibn Mihran: Humeyd ibn Ebî Humeyd et-Tavil Ebû Ubeyde el-Basri. Babasının isminde ihtilaf edilmiştir. H.68'de doğmuştur. Enes ibn Mâlik, el-Hasen, Ebu'l-Mütevekkil, İkrime ve daha başkalarından hadis işitti; Asım ibn Behdele. Şube, iki Süfyan. ibn Cureyc. ibn Hammad ve diğer pek çok kişi kendisinden rivayette bulunmuştur. H.143'de vefat etmiştir. (Siyeru A'lami'n-Nubelâ. 6/163; el-Cerhu ve’t-Ta'dil, 3/221; Meşâhiru Ulemâi'l-Emsar, 93: Şezerât, 1/211

[40] İbn el-Kâsım: Abdurrahman ibn el-Kasım, Mısır diyarının âlimi, müftisi Mısırlıların azatlısı, İmam Mâlik'in arkadaşıdır. İmam Malik'ten ibn Şureyb'ten. Nafi el'Makkarî'den ve başkalarından rivayette bulunmuştur. Esbağ, el-Haris İbn Miskin, Suhnun ve daha başkaları ondan rivayette bulunmuşlardır. Mal ve dünyalık sahibidir. Bunu ilim yolunda harcamıştır. Sika'dır, güvenilir. Fıkıhçıdır, Hicri 132'de doğmuş, 191'de vefat etmiştir. (Tehzib, 6/2521 Şezerât, 1/329; Siyeru A'lâmin-Nubelâ, 9/120)

[41] Katâde ibn Diâme es-Sudûsi Ebû Hattab el Basri ed-Darir. Asrının hadis hafızıdır. Örnek bir müfessir ve muhaddisdir. Hicri 60 yılında doğmuştur. Enes ibn Mâlik'ten, Said ibn el-Museyyeb'den, el'Hasen el-Basri'den ve daha başka kimselerden rivayette bulunmuştur. Eyyûb es-Sahtiyanı, ibn Ebî Arûbe, Ma'mer. Evzâî, Şube ve Cerir gibi îslamın önderleri ondan rivayette bulunmuşlardır. Hüccet oluşunda icmâ vardır. Hicri 118 yılında vefat etmiştir. (Siyeru A'lami"n-Nubela, 5/269; al-Cerhu ve't-Ta'dil, 7/133; Tehzib. 8/351, Şezerat, 1/153)

[42] En'am: 153

[43] Abdullah: Abdullah ibn Mes'ud ibn Gâfîl. Büyük bir âlimdir. Ümmetin fakihidir. Künyesi Ebu Abdirrahman el'Huzeli el-Mekkidir. Muhacirdir. Bedr'e katılanlardandır. Beni Zührenin müttefikidir. İlk öncülerdendir. Soylu bir kişidir. Kendisi pek çok ilmi rivayet etmiştir. Sayısız menkıbesi vardır. Sahabe ve tabiinden pek çok kişi kendisinden rivayette bulunmuştur. Kuvvetli görüşe göre hicri 32 yılında vefat etmiştir. (Siyeru A'lami'n-Nubelâ, 1/461; el-Cerhu ve't-Ta'dil, 5/149; Meşâhiru Ulemâil-Emsar, 2li Hüye, 1/124; Tehzib, 6/27; Şezerat, 1/38)

[44] Enam: 153

[45] İbn Mâce, Mukaddime, B. İttibaı sünneti Rasülülah (s.a) h.no:11, Câbir ibn Abdillah rivayeti; Dârimî. Mukaddime, B. Kerahiyetu Ahzi'r-rey, h.no: 202; Hâkim, Müstedrek, 2/317; Ahmed. Müsned. 1/435, Abdullah ibn Mes'ud rivayeti ve 3/397, Câhir ibn Abdülah rivayeti.

[46] Batha: Sellerin aktığı yumuşak topraklı yer. Burada Mescid-i Haram'ın o sırada henüz çakılla kaplı olmadığı kastedilmiştir.(el-Lisan, 1/299.)

[47] Ebû Abdirrahman: Abdullah ibn Mes'ud'un künyesidir.

[48] Mücahid İbn Cebr, imam, Şeyhu'l'Kurra, müfessir. Ebu'l-Haeeac el-Mekki el-Esved İbn Abbas'tan en çok ve en iyi rivayette bulunan odur. Kur'an, tefsir ve fıkıh ilmini ondan almıştır. Ebû Hureyre, Aişe. Sa'd ibn Ebi Vakkas, İlin Ömer ve pek çok sahabiden rivayette bulunmuş­tur. İlin Kesir, Ebû Amr ve İbn Muhaysın gibi pek çok kişi ona Kur'an okumuşlardır. îkrime. Tavus. Amr ibn Dinar, Ebu'z-Züheyr ve çnk sayıda tabiin ve tebei tabiin ondan rivayette bulunmuştur. Tercih edilen görüşe göre h.I03 yılında vefat etmiştir. (el'Bidaye ve'n'Nihaye 9/224; Tehzib et-Tehzib, 10/42; Şezerat, 1/125; Siyeru A'lami'n-Nubelâ, 4/449; Hılye, 3/279.)

[49] Abdurrahman ibn Mehdi: Tenkitçi bir âlim, seyyidu'l huffaz, Ebû Said el-Âhberi el-Basri, 135'dft doğdu. Başka kişilerden hadis dinlemiştir. Ibn el'Mübarek( îbn Vehb -ki bu ikisi onun hocalarındandır- Ali ibn el-Medine, Yahya ibn Main, Ahmed ibn Hanbel ve daha başka kişiler kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. îlim ve amelde örnek bir imamdır. 198'de Basra'da vefat etmiştir. (Siyeru A'lam'in-Nübela, 9-192; el-Cerhu ve't-Ta'dil, 1/251; Hılye, 9/3; Tehzib, 6/279; Şezerat. 1/355)

[50] Nahl: 9

[51] Tüsteri: Sehl ibn Abdillah et-Tüsteri Ebû Muhammed es-Sûfi ez-Zâhid. Ariflerin Şeyhi. Sün­nete bağlı, akidesi düzgün ve vera/takva sahibi bir kişidir. Meşhur sözleri ve örnek bir ahlâkı vardır. 283'de vefat etmiştir. (Hılye, 10/189; Şezerat 2/182, Siyeru A'lami'n-Nubelâ, 13/330)

[52] Ali ibn ebi Tâlib: Mü'minlerin emiri. Hz. Peygamberin amcazadesi, dördüncü halifedir. Hayatı ve kişiliği hakkında çok sayıda eser yazıldı. Bu konuda son zamanlarda okuduğum eserlerin en güzeli, büyük âlim Ebi'l'Hasen en Nedvi'nin kaleme aldığı "el'Murteza" isimli araştırmadır. Daru'l-Kalem tarafından hicri 1409 yılında Şam'da basılmıştır.

[53] İbn Kesir'in dediğine göre bu kıraatin doğrusu "fe minkum" değil "ve minküm" dür ve bu İbn Mes'ud'un kıraatidir. Her ikisi de aynı manaya gelir, yani İslam ümmetinin içinden bu vasıfla vasıflanan kişiler vardır, bunlar doğru yolun dışına çıkanlar ve kalplerinde eğrilik olanlardır. (Tefsiru Ibn Kesir, 2/544)

[54] En'am- 159

[55] İbn Kesir bu hadisi naklettikten sonra şöyle dedi: Bu hadisi ibn Merduyeh rivayet etmiştir. Garip bir hadistir. Merfû bir hadis olması doğru değildir. îbn Kesir daha sonra şöyle dedi: Aye­ti kerime, Allah'ın dininden, ayrılan ve ona muhalefet eden herkesi içine alacak şekilde genel bir anlama sahiptir. Çünkü Allah Teala Peygamberini hidayetle ve bütün dinlere üstün olsun diye hak bir dinle göndermiştir. Onun şeriatı tektir, onda ihtilaf ve ayrılık yoktur. Kim onda ihtilafa düşüp, hevâ ve hevisine uyanlar ve sapıtanlar gibi "parça parça gruplara ayrılır" sa Allah Teala Peygamberini (S.A) ondan beri kılar. (Tefsir ibn Kesir, 2/187).

Ben derim ki: Hadisten elde edilen mana doğrudur ve âyetin doğru bir şekilde anlaşılmasıyle de örtüşür. Gariplik, hadîsin (manasında değil), ibn Kesir'in sözünden anlaşıldığına göre isnadındadır. İbn Kesir bundan başka iki rivayet daha nakletmiştir. Birisi İbn Abbas'tan, diğeri Ebû Hureyre'den gelen bu iki rivayetin de zayıf olduğunu söylemiştir. Sözün özü şudur: İlim adamları âyet"i kerimenin bid'atçiler ve sapıklar konusunda nazil olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu bid'atler ister itikat, ister şeriat ve ahkâm isterse furû konularında olsun, âyet hepsini içine alır.

[56] İbn Atıyye: Büyük âlim, iyi bir eleştirmendir. İsmi ve künyesi: Ebû Bekir Galip İbn Abdirrahman Ibn Galip ibn Temmam ibn Atıyye el-Muharibi el-Endelüsi el-Gırnâti. Müfessirlerin piri. "el-Muharraru'l'Vetiz fi Tefsiri’l-Kitabilaziz" isimli tefsirle meşhur oldu. Babasından Ebû Ali el-Gassani'den ve daha başkalarından rivayette bulundu. Tefsirde ve Arapçada önderdi. Zeki, akıllı ve kavrayışlı idi. Kendi evlatları Ebu'l'Kasım ibn Hubeyş, Ebû Muhammed ibn Ubeydullah ve daha başkaları ondan rivayette bulundular. Hicri 541 yılında vefat etti, (Siyeru A'lami'n-Nübelâ. 19/5871 Şeeeratu'n-Nüru'z Zekiyye 1/129.)

[57] Bu ayetin ibn Atiyye tarafından yapılmış olan tefsiri en kapsamlı ve en faydalı tefsirdir.

[58] İbn Abdilberr: Mağrîb ülkesinin büyük âlimi. Ebû Anır Yusuf ibn Abdillah ibn Muhammed ibn Abdilber ibn Âsim en-Nemrî el-Endelûsî  el-Kurtubi  el-Mâlikî. Büyük eserlerin sahibidir. Abdullah ibn Muhammed ibn Abdilmürnin'den, Muhammed ibn Abdilm elik'ten, Abdulvâris ibn Süfyan'dan ve daha başkalarından ilim dinlemiştir. İbn Hazm, ed-Dilâi, Ebû Ali el-Gassânî ve pek çok kişi kendisinden rivayette bulunmuştur. Fıkıhçı, hadisci ve kıraat âlimidir. Alimler arasındaki ihtilaf konularını bilir. Hadis ilimlerine ve rical ilmine/biyografilere   âşinâdır. Fıkıhta Şafii'nin görüşlerine meyyaldir. 95 sene ömür sürmüştür. 463 yılında vefat etmiştir. (Şezeratü'z-Zeheb, 3/314; er-Risaletü'l-Mustadrafe,  15; Şeceratü’n Nûr. 1/119; Siyeru A'lami'n-Nubelâ. 18/153

[59] Bu kitabın ismi "Câmiu Beyâni'l-İlm ve Fadlihi vema Yenbeği fi Rivayetihi ve Hamlihi" dir. Sözü edilen konu kitabın e.2 ve 133. sahifededir.

[60] İbn Battal: Büyük âlim Ebu'l-Hasen Ali ibn el-Halef İbu Battal el-Bekri el-Kurtubi, Ibn el-Leccam diye de bilinir. Sahihi Buhari'nin sarihidir, ibn Afif Ebu’l-Mutarrif, Ebi Amret-Talmenki ve daha başkalarından ilim almıştır. İlim ve marifet ehlindendir. Maliki fıkıhçılarının büyüklerindendir. Hicri 449 yılında vefat etmiştir. (Şezerat, 3/283; Şeceratu'n-Nuru'z-Zekiyye, 1/115; Siyeru A'lami'n-Nubelâ, 7/17)

[61] Buharî: Buhara'ya nishet edilerek bu ismi almıştır. Hadis ilminde müminlerin emiridir. İsmi Muhammed ibn İsmail ibn İbrahim el-Câmiu’s-Sahih'in müellifi. Alimler onunla ilgili sayısız eserler yazmışlardır. Bu konuda araştırma yapmak isteyen kimseler İbn Hacer el-Askalani'nin Sahihi Buharı üzerine yazdığı Fethu'l-Bari isimli şerhinin Hedyu's-Sâri isimli mukaddimesine ve şu kaynaklara müracaat etsinler; Siyeru A'lami'n Nübela, 12/391; el-Cerhu ve't-Ta'dil, 7/191; Şezeratü'z-Zeheb, 2/134. Hicri 256'da vefat etmiştir.

[62] Ebû Hanife: İmam-ı Âzam Ebû Hanife Numan ibn Sabit et-Teymi el-Kûfi. 80 yılında doğdu. Sahabi Enes ibn Mâlik'le karşılaştı. Ata ibn Ebi Rabah, Şâbi, Tavus, Nâfi, Katade ve daha başkalarından rivayette bulundu.  Zehebi'nin de dediği gibi onu anlatmak ancak ciltlerce kitapla mümkündür. Muhammed Ebû Zehra'nın onun hakkında yazdığı kitab benim çok hoşuma gitti. Gerçekten bu konuda önemli ve faydalı bir eserdir.  Ebu Hanife h.150'de 70 yaşında iken vefat etmiştir.  (Siyeru A'lami'n-Nubelâ,  6/3901 el-Bidaye ve'n-Nihaye, 10/107; Tehzili et-Tehzib, 10/449; Şezerat,. 1/227)

[63] Atâ ibn Ebi Rabah: İmam,  Şeyhu'l-İslam, Harem-i Şerif müftüsü,  Ebû Muhammed el-Kuraşi, Mekkelilerin azatlısı, Âişe, Ümmü Seleme, Ebû Hureyre, İbn Abbas, İbn ez-Zübeyr gibi pek çok sahabiden ve Urve,  İbn el-Hanefiyye ve Ubeyd ibn Umeyr gibi büyük tabiilerden rivayette bulunmuştur. Mücahid,  Ebu'z-Zubeyr Mataru'l-Verrak ve Eyyub es-Sahtiyani gibi pek çok kişi de ondan rivayette bulunmuştur. 115 yılında 88 yaşında vefat etti. (Siyeru A'lami'n-Nübela, 5/78; el-Cerh ve't-Ta'dil. 6/330; Şezerat, 1/147)

[64] Rum: 32

[65] Rum:32

[66] Ebu'l-âliye Rafi ibn Mihran, Kıraat İmamı, hadis hafızı, müfessir ve büyük bir âlim, Ebu'l-Aliye er-Riyâhi el-Basri. Riyahoğullarından bir kadının azatlısı. Hz. Peygamber'in (s.a) zamanına genç bir yaşta iken yetişmiş, Hz. Ebû Bekir'in hilafeti esnasında da müslüman olmuştur. Ali, Ömer, Ebu Zer, İbn Mea'ud ve pek çok sahabiden ders dinlemiştir. Kur'an'ı ezberlemiş ve Ubey ibn Kava Kur'an okumuştur. Güvenilir ve sağlamdır. 90 yılında vefat etmiştir. (el-Mearifi 454; el-Cerhu ve't-Ta'dil, 3/510; el-Hılye 2/2171 Tehzib 3/274; Şezerat, 1/202)

[67] Hûd:119

[68] Mutarrif ibn Abdillah ibn eş-Şıhhir. Örnek bir imamdır. Bir sahabi olan babasından, Ali'den, Ammar'dan, Osman'dan, Aise'den, Muaviye'den ve pek çok sahabiden hadis almış, ondan da Hasen-ı Basri, Sabit. el-Bunânî, Katade, Gaylan ve daha pek çok kişi rivayette bulunmuştur. 86 yılında vefat etmiştir. (Hılye, 2/198; Tehzib, 10/173; el-Bidaye ve'n-Nihaye, 9/69; Şezerat. 1/110; Siyeru A'lami'n-Nubela, 4/187)

[69] İkrime: Büyük âlim, hadisçi ve müfessir. Ebû Abdillah el Kuraşi, İbn Abbasın azatlısı, îbn Abbas'tan, Aişe'den, Ebu Hureyre'den, İbn   Ömer'den, İbn Amr'dan, Hz. Ali'den ve bazı sahabilerden rivayette bulunmuştur. Nehai, Şa'bî, İbn Dinar ve pek çok kişi de ondan rivayette bulunmuştur. 104 yılında vefat etmiştir. (el-Cerhu ve't-Ta'dil, 7/7; Hılye, 3/326; Tehzib, 7/263; Şezerat, 1/130; Siyeru A'lam'in Nubela, 5/12)

[70] Mansûr ibn Abdurrahman el-Gaddâni: Ebû İshak es Subey'i, Âmir eş-Şa’bi, Hasan-ı Basri ve daha başkalarından rivayette bulunmuştur. el-Hakem el-Belhi, Şube ibn el-Haccac, Bişr ibn el-Mufaddal ve pek çok kişi ondan rivayette bulunmuştur. Hadiste sikadır/güvenilir. (Tehzib, 10/311)

[71] Bu isimde bir yanlışlık var. Çünkü   Buhari'de   .... Amr'den, o da Mus'ab'dan rivayet etmiştir." İfadesi geçer. Doğrusu bu kişi Mus'ab ibn Sa'd'dir. Biyografisi aşağıda verilecektir, (el Fethu'l-Bârî, 8/278)

[72] "Şube onları fasıklar olarak isimlendirmişti."  Cümlesi yanlıştır.  Bu cümlenin Buhari de geçen şekliyle doğrusu şöyledir: "Sa'd onları fasıklar olarak isimlendirmişti." Sa'd Mus'ab in babası olan Sa'd ibn Ebi Vakkas'tır. Büyük bir sahabidir. (el-Fethul-Bâri. 8/278) Bu hadisi Buhari, Kitabu't-Tefsir'de ve "De ki size yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi?" âyeti babında rivayet etmiştir. Sözü edilen âyet Kehf Sûresi 103. âyettir.

[73] Saîd ibn Mansûr: Şeyhu'l-Haram Ebû Osman el-Horasani el-Mervezi el-Mekki. Büyük âlim ve Kitabü's-Sünen isimli eserin müellifi. Horasan'da, Hicaz'da, Irak'da, Mısır'da. Cezire'de ve daha başka yerlerde Malik ibn Enes'ten,  el-Ley's ibn  Sa'd'den, Ebû Avane'den  ve  diğer insanlardan (hadis ve rivayet) dinledi. Ahmed ibn Hanbel, Ebû Sevr, Müslim, Ebû Dâvûd ve daha pak çok kişi ondan hadis rivayet etti. 227 yılında vefat etti. (Tehzib, 8914; Şezerat, 2/62; er-Risaletu'l-Mustadrafe, 34; Siyeru A'lam'in-Nubelâ, 10/586)

[74] Kehf 104

[75] Saf 5

[76] Bakara: 27

[77] En'am: 57

[78] Maide: 95

[79] Amr ibn el-Muhacir Bel ibn Ebi Müslim. İsmi Dinar el-Ensari Ebû Ubeyd ed-Dimişki (Ashabtan) Enes'i ve Vâile'yi gördü. Babasından ve Ömer ibn Abdulaziz'den yaptığı rivayetler vardır. Ömer ibn Abdilazizin koruma görevlisi idi (Gaylan el-Kaderi kıssasını bunun için o anlattı) Abbas el-Lahmi ve diğerlerinden de rivayette bulundu. Ondan rivayet, edenler ise kardeşi Muhananed, ibn el-Alâ, ibn Ayyaş ve diğerleridir. Sikadır, güvenilir. 74 yılında doğdu 139'da vefat, etti. (Tehzib, 8/107)

[80] Gaylan İbn Enes el-Kelbi Ebu Yezid ed-Dımişki. Ömer ibn Abdilaziz, İkrime, Ebû Seleme ibn Abdirrahman, Kasım ibn Abdirrahman ve daha başkalarından rivayeti vardır. İbn Mâin'in dediğine göre kendisinden Evzâi rivayette bulunmuştur. (Tehzib, 8/252)

Gaylan, insanın fiillerinden hür olduğunu ve kadere bağımlı olmadığını iddia eden ve kaderin inkarına yönelik sözler söyleyen ilk kaderiyeddir: Çeviren.

[81] İnsan: 1-3

[82] İnsan: 30-31.

[83] Hişam ibn Abdilmelik ibn Mervan Ebu'l-Vehd el'Kuraşi.  Emevi halifesidir. 70 yılında doğdu. 105 yılında halife oldu. 54 yaşında vefat edinceye kadar o makamda kaldı. (Tarihu1-Taberi, 7/200; el-Bidaye Ve'n-Nihaye, 9/351; Şezerat, 1/163; Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, 5/351)

[84] Abd ibn Humeyd: Ebû Muhammed Abd ibn Humeyd ibn Nasr el'Kissî (veya el-Keşşî). 170'’de doğdu. Ali ibn Asım el-Vâsıtî'den. Muhammed ibn Bişr el-Abdi'den, ibn Ebi Fudeyk'ten. Yezid ibn Harun'dan ve daha başkalarından rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Müslim, Tirmizi, Buhari (talik yaparak) ve daha pek çok kişinin rivayeti vardır. 249 yılında vefat etmiştir. (Tehzib. 6/455; Şezerat. 2/120; Siyeru A'lâira'n-Nubelâ, 12/235)

[85] İbn et-Tufeyl- Şeyhu'l-Müsned ve sikadır/güvenilir. Künyesi. Ebu'l-Kâsım Abdurrahim ibn Yusuf Hibetullah ibn Mahmud ibn Tufeyl ed-Dımişki. Önce Şam'da bulunmuş, sonra Mısır'a yerleşmiştir. Ehl-i tasavvuftur. Şam'da Ebu'l-Muzaffer el-Feleki'den, Ebul-Mekârim ibn Hilâl den ve Ebû Tâhir es-Selefi'den (İskenderiye'de) ve daha pek çok kişiden sema (işitme) yoluyla hadis almış, kendisinden de el-Münziri, ibn Beleban, İbn el'Şirâzi ve daha başkaları hadis içilmişlerdir. 637 yılı zilhicce ayının dördünde "vefat etmiştir. (Siyeru A'lami'n-Nubela. 23/43: Şezerat, 5/184)

[86] İbn el-Revva; Abdullah ibn Evfâ el-Yeşküri, İbn el-Kevvâ diye bilinir. Kendisi Haricilerden olup ehl-i Hak içine sızmış birisi idi. Bu sebeple Hz. Ali kendisini öldürtmüştü. (Bk. Tarihu’t. Taberi. 1.4 ve 5. Ciltlerin muhtelif yerlerinde)

[87] Süfyan es-Sevri: Şeyhu’l-İslâm. İmam, hafız, kendi zamanında ilmiyle âmil âlimlerin efendisi. İsmi ve künyesi Ebû Abdillah es-Sevri el-Kufidir. Müctehiddir. Kitâbül-Câmi'in müellifidir. 97yılında doğmuştur. Kulübü sitte müellifleri kendisinin rivayetlerini eserlerine almışlardır. Hocaları sayılamyacak kadar çoktur. Hatta sayılarının 600'den fazla olduğu söylenir. Kendisinden de yirmi binden fazla kişinin rivayette bulunduğu söylenir. 161 yılında vefat etmiştir. (Siyeru Alami'n-Nubelâ, 7/229! el-Cerhu ve't-Ta'dil. 1/55; 4/222; Meşâhiru Ulemai’l-Emsar. 169; Hılye. 6/356, 7/144; Tehzib, 4/111: Şezerat, 1/250)

[88] Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'un. Künyesi Ebû Said. Büyük bir fakihdir. Babası büyük sahabilerden. Babasından, Ömer'den ve İhn Abbas'tan rivayetleri var. Çocukları Ömer, Said ve İbrahim ile Amr ibn Dinar, Zühri ve diğer Medinelilerin ondan rivayetleri var. Ömer ibn Abdilaziz'in, bir rivayete göre Abdülmelik'in hilafeti zamanında vefat etti. (Tehzib. 9/91: el-Bidaye ve'n-Nihaye. 9/18; Siyeru Alamin'Nübela, 4/544).

[89] Kehf:104

[90] Hadisin ibaresi Darimi'nin Sünen'inde, Mukaddime bölümünün 42. Babında 478 numara­dadır. Hadis mürseldir ve zayıf olduğuna işaret edilmiştir.

[91] Ankebut:51

[92] Abdulhamid ibn Dinar el-Basri, ez-Ziyadi'nin arkadaşıdır. Enes'ten, Ebû Raca el-Atâri'den, Hasen-i Basri'den ve Sabit el-Bünânî'den rivayetleri vardır. Ondan da Şube, Mehdi, Hammad ilm Zeyd ve îbn Aliyye gibi kişiler rivayette bulunmuşlardır. Sikadır. (Cerh ve't Ta'dil, 6/12; Tehzib, 6/114; Siyeru A'lami n-Nübelâ, 6/148)

[93] Âli İmran:31

[94] İnfıtar: 5

[95] Ebu Kılâbe: İmam, hafız, örnek insan, âbid, Basra muhaddisi. Abdulmelik ibn Muhammed ibn Abdillah ibn Muhammed ibn Abdilmelik  İbn  Müslim  er-Rukkaşi  el-Basri,  190  yılında doğdu. Yezid ibn Harun, Ravh ibn Ubade, Avn ibn Amara gibi kişilerden rivayeti vardır, ibn Mâce, Huceyıni, Ebu Bekir eş-Şâfii gibi kişiler de ondan rivayet etmişlerdir. 276 yılında vefat etmiştir.   (el-Cerhu  va't-Ta'dil,   5/329;  Tehzib,  6/419;  Şezerat,  2/170;   Siyeru A'lami’n-Nubela,13/177)

[96] İnfitar: 5

[97] A'raf- 152

[98] Yasin: 12

[99] İbn Avn: Abdullah ibn Avn ibn Eratban, Künyesi Ebû Avn el-Müzeni. Basra âlimi örnek imam. Ebû Vail, Şâbî, Hasen, ibn Şirin. Mücahid ve îbn Cübeyr gibi pek çok kişiden rivayeti var. Süfyan, Şube, ibn el-Mubarek ve ibn el-Aliyye gibi pek çok kişi ondan rivayette bulundu. İlim zühd ve takva yönünde kendi zamanında bir eşi daha yoktur.  151 yılında vefat etti. (Tehzib. 5/346; el-Cerhu ve't-Ta'dü, 5/130; Hılye, 3/37 Şezerat, 1/230; Siyeru A'lami'n-Nübelâ, 6/364)

[100] Muhammed ibn Şirin: Şeyhu'l-İslam, Ebû Bekir el-Ensâri el-Basri Hz. Peygamber'in (s.a) hizmetçisi olan Enes İbn Malikin azatlısı. Hz. Osman'ın halifeliğinin son yıllarında doğdu. Ebu Hureyrei İmran İbn Husayn, İbn Abbas, İbn Ömer, Ubeyde, Enes ibn Mâlik ve daha pek çok kişiyi dinlemiştir. Katade, Eyyub, İbn Avn ve daha başkalarının ondan rivayetleri vardır. 110 yılında vefat etmiştir.  (el-Bidaye ve'n-Nihaye, 9/267; Tehzib, 9/214; Şezerat,   1/138; Siyeru Alami’n-Nubela. 6/364)

[101] Enam: 68

[102] Ebu'l-Cevzâ; Evs ibn Abdillah er-Rub'i el-Basri, Tabiin âlimlerinin büyüklerinden. Âişe, ibn Abbas. ibn Ömer ve diğerlerinden rivayetleri var. Utâridi, el-Bekri, ibn Meysere ve daha başkaları da ondan rivayet etti. Haccae'a başkaldıranlardan. Rivayete göre Cemacim savaşında öldürüldü. (Hilye, 3/78; Tehzib, 1/383; Şezerat, 1/93)

[103] Bakz. Hılye, 3/78. Burada ibn el-Cevzâ'a ait güzel sözler bulursun.

[104] Ali İmran: 119

[105] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 1/65-84.

[106] "Her kim bizim dinimizde olmayan bir iş yaparsa o iş reddedilmiştir" hadisini Buhari "Bir idareci veya hâkim bir ilme dayanmaksızın ictihad eder de Rasulullah'a ters düşerek yanılırsa onun verdiği hüküm reddedilir. Çünkü Hz. Peygamber, bizim dinimizde olmayan bir iş yaparsa o iş reddedilmiştir." Bâbında ta'lik olarak rivayet etmiştir. Bu hadis Buhari. Kitabu'l-İ'tisam, Bab:20'dedir.

Buhari bu hadisi Hz. Aişeden mevsul olarak da rivayet etmiştir. Buhari'nin bu mevsûl rivayeti lütabu's-sulh'taki 2697 numaralı hadistir ve lafzı şöyledir. "Her kim bizim şu işimizde (dinimizde) ondan olmayan bir şey ihdas (icad ederse) o (icad) reddedilmiştir.

Buhari bu hadisi Kitabu'Htisam'daki lafzıyle ayrıca Kitabu'l-Buyû. Bâbu'n-Neceş'te yine talik olarak nakletmiştir.

Müslim bu hadisi Kitabu'l-Akziye. Babu Nakzı'l-Ahkâmi'l-Bâtıle'de 1718 numaralı hadis olarak nakletmiştir.

İbn Mâce, Mukaddime'de, Babu Tazimi Hadisi Rasulillah'ta 14 numarada Müslim'in-lafzıyle rivayet etmiştir.

Ebû Dâvud, Kitabu's-Sünne'de, Babtı lüzûmi's-Sünne'de 4606 numarada nakletmiştir.

Malumdur ki lafzı, lafzından daha kapsamlı ve daha güzeldir. Bununla beraber bütün rivayetler hep aynı şeyi söylemektedirler'ki o da şudur; İster söz, ister amel isterse takrir olsun, dinde sonradan icad edilen her bid'at reddedilmiştir, şiddetle sakındırılmıştır ve bunları yapan kimseler tehdit edilmiştir ve kınanmıştır.

Yine malumdur ki din işi kitap ve sünnete bağlıdır. Her kim kitap ve sünnette olmayan bir şey icat ederse veya onların gerektirdiği şeye muhalefet ederse o reddedilmiştir. Ümmet Ritab ve Sünnete sımsıkı sarılırsa sapıklıktan ve fitneye düşmekten emin olur. Çünkü Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Size iki şey bıraktım; Onlara sarıldığınız müddetçe benden sonra asla sapıtmazsınız: Allah'ın Kitabı ve sünnetim."

[107] Bu hadisi Buhari, K. El'tisam, B. El-İktidâu bi süneni Rasulullah (s.a), 7277 numarada Abdullah ibn Mes'ud'un sözü olarak rivayet etmiştir ve bu rivayette "Her bid'at bir sapıklıktır" sözü yoktur.

İbn Hacer'in Fethu'l-Bari, 13/266'da da dediği gibi Buhari'deki bu rivayet mevkuf cinsindendir. Fakat içerisindeki "hidayetin en hayırlısı Muhammed'in hidayetidir" bölümü merfû hükmündedir. Çünkü bu Hz. Peygamber'in (s.a) bir niteliğini anlatmaktadır. Her ne kadar buna dikkat edenler az da olsa bu da merfuun bölümlerinden birisidir. Bu hadis, Hz. Peygamber'in (s.a) şemaili hakkındaki sadece merfu hadisleri Buharı ve Müslim naklettiği için müttefekun aleyh olan bir hadis gibidir. Bu hadislerin pek çoğu Rasulullah'ın (s.a) yüzü ve saçı gibi fiziki yapısıyle, yumuşak huyluluğu ve affediciliği gibi ahlâki yapısıyle ilgilidir. Bu hadis de aynı konuyle ilgili olarak kabul edilebilir. Bununla beraber söz konusu hadis yine İbn Mes'ud kanalından, fakat merfûluğu açıkça belirtilerek de rivayet edilmiştir. Ayrıca bu hadis aşağıdaki yerlerde de geçmektedir-

  1. Buhari, ibn Mes'ud'dan yine mevkuf olarak, Kitabu'l-Edeb, Babu'l-Hedyi’s-Sâlih, h.no: 6098.

  2. Müslim, K. Cumua, B. Hutbetihi (s.a) fi'l-cumua. Câbir ibn Abdillah'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir' Rasulullah (S.A) hutbe okuduğu zaman gözleri kızarırdı. Ve şöyle derdi Emma ba'dü; Şüphesiz sözün en hayırlısı Allah'ın Kitabıdır. Hidayetin (gidilecek yolun) en hayırlısı Hz. Muhammed'in hidayetidir, işlerin en kötüsü sonradan icad edilenlerdir ve her bid'at bir sapıklıktır. Sonra şöyle derdi: .... vs.Bunun arkasından Müslim benzeri bir hadis daha rivayet etti.

Hadisin birinci bölümü daha önce de beyan ettiğimiz gibi Rasulullah'ın hutbesindeki halini vasfettiği için her ne kadar merfu hükmünde ise de mevkuftur. İkinci bölümü ise merfûdur ve Resulullah'a (S.A) nisbet edilmiştir. Müslim. K. Cum'a, h.no: 876.

III. İbn Mâce, Mukaddime, Babu ictinabi'l-Bid'a, ve'l-Cedel h.no: 45, Câbir ibn Abdillah rivayeti, Hadisin bir bölümü Babu ittiba sünneti'r-Râşidin, 42 no'da geçmektedir.

  1. Ebû Davud, K. Sünnet, B. Lûzumu's-Sünnet, h.no: 4607,

  2. Terinizi, K. İlim, B. el-Ahzu bis-Sunne, h.no: 46p7.

  3. Tirmizi, K. İlim, B. El-Ahzu bis-Sunne, h.no: 2678.

  4. Nesei, Kitâbü'l-İdeyn. Nesei'de şu ilave vardır: Her ihdas edilen şey bid'attir, her bid'at de cehennemdedir.

VII. Ahmed ibn Hanbel, Cabir'den aynı lafızlarla 3/319, 371. sh'ler.

VIII. Dârimi, Mukaddime, Babu Kerahiyetü Ahzi'r-Re'yi, h.no: 206. Yine Cabir'den ve aynı lafızlarla rivayet edilmiştir.

[108] Enam: 134,

[109] Müellif "Sahih" sözüyle Müslim'i kastediyor olmalıdır. Çünkü Buhari'de bu rivayet mevcut değildir.  Mağribliler ve Şâtıbi  (r.a) sıhhat  derecesi  yönünden  Müslim'i  Buhari'den önde görürler.

[110] Müslim, K. İlim, B. Men Senne Sünneten haseneten h.no:2674; Tirmizi, K. İlim. Bâbu fîmen deâ ile'l-hüda. h.no:2676; İbn Mâce, Mukaddime. Bâbu men senne sünneten haseneten. h.no:206.

[111] Müslim bu hadisi Cerir ibn Abdullah'tan nakletti: Îlim, Babu men senne sünneten haseneten bölümündedir. Hadisin lafzı meâlen: "Kim İslam'da güzel bir çığır açar da kendisinden sonra insanlar o yoldan giderlerse..." şeklindedir. Müslim bu hadisi K. Zekat, Babu'l-Hassi ale's sadaka bölümünde de nakleder. Bu hadisi Ahmed'in Müsned'inde 4/357, el" Münzir. İbn Cerirdenl 4/360. Cerir ibn Abdülah'tan ve 4/36l'de Ebû Vail'den o da Cerir'deıı nakleder. İbn Mace; Mukaddime, Bâbu men senne sünneten haseneten ev seyyieten bölümünde Cerir ibn Abdillah'tan zayıf bir senetle 207 no'lu hadis olarak nakledilir. Neseî, K. Zekat, Babu't-Tahriz alessadaka'da nakledilir.

[112] "Sahih" tabiriyle bu defa zannediyorum hem Buhari, hem Müslim kastediliyor. Çünkü inşaallah biraz sonra da açıklayacağımız gibi bu hadis ikisinde de mevcuttur.

[113] Bu hadisi Buhari Kitabü'l-Fiten Babu Keyfe'l-Emru İza lem tekim cemaatün (cemaat olmadığı zaman durum nasıl olur babı)  h.nn-7084'de nakledilmiştir.  Ben derim ki: Hadisin tamamı Buhari'nin bu rivayetidir. Ancak Şâtibi rivayetin başlangıç kısmını düşürmüştür. Hadis bu lafızlarla Müslim'de de geçer. Buhari’de Huzeyfe'den rivayet eden râvi ile Müslim'de Huzeyfe'den rivayet eden râvi aynı kişidir ve Ebû İdris el-Havlâni'dir. Müslim bunu Kitabut İmare Babu Vücûbi Mülazemeti Cemaati’l-Müslimininde zuhuri’l-fiten'de zikretmiştir. Ebû Davud Kitabu'l-Fiten ve'l-Melâhim Babu Zikri’l-Fiten'de 4246 numarada, Ebu Huzeyfe'den aynı manada bir hadis rivayet etmiştir. İbn Mâce, K. Fiten, B. Uzlet'de 3981 no'da özet olarak rivayet etmiştir. Ahmed, Huzeyfe'den 5/386'da nakletletmiştir.

[114] Sahife hadisi: Müellif Müminlerin Emiri Hz.Ali'nin minberde hutbe esnasında elinde bulundurduğu sahifeye işaret ediyor.  Bu sahife,  ahkamı ve hadisi şerifleri ihtiva eden bir sahifedir. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim'e mushaf, sahih hadisleri ve hükümleri toplayan kitaba sahife denir, Çoğulu suhuf ve sahâif gelir. Hadisin ibaresi de buna delalet, etmektedir.

[115] Ayr ve Sevr veya Air ve Sevr: Her ne kadar bazı sarihler Medinelilerin Sevr denilen bir dağı bilmediklerini, Sevr'in sadece Mekke'de bulunduğunu iddia etseler de meşhur olan görüşe göre bunlar Medine'yi kuşatan iki dağdır. Doğrusu her iki dağ da Medine'dedir. Medine'deki Sevr. Uhud'u arkasından kuzeye kadar daire şeklinde sarmıştır. Kırmızıya çalar rengi vardır. Lügatte de şafak kırmızısı demektir, (bk. Mealimü's-Sünen, 2/530; Lisanü'l-Arab, 1/521 Fethu'l' Bari 4/99)

[116] Buhari. K,  Fedailü'l-Medine.  Bâbu Harami'l-Medine. h.no:l870; Bu rivayette Hz. Ali'den şöyle dediği nakledilir: "Benim yanımda Allah'ın Kitabından ve Hz. Peygamber'den gelen şu şahifeden başka bir şey yoktur: .... bölge Medine'nin haram bölgesidir....." Buhari. K. Feraiz. B. Ismu men teberrae min mevâlihi. h.no: 6755, aynı lafızlarla. Buhari, K. Cizye ve’l-muvadea. B. Zimmetü'l-Müslimin, h.no: 3172; aynı lafızlarla. Buhari, K. İ'tisam bi’l-Kitabi ve’s-Sünne. B.Mâ yukrahu mine't-Teammuki ve't-Tenazui ve'l-Guluvvi fid-Dini ve'l-Bid'e, h.no:7300. -Araştır­manın konusu budur.- Müslim, K. Hac, Babu Fadlu'l-Medine ve Duaü'n-Nebiyyi fiha bil-Beraketi. Tirmizi. el-Vela ve'l-Hibe, Babu Fımen tevellâ ğayra mevâlihi, h.no:2210. Tirmizi, hu hadis hasen-sahihtir der. Ebû Davud, K. Menâsik'il'Hat; B. Fi Tahrimi'l-Medine, h.no:2034. Ahmed. Müsned: Ali ibn Ebî Tâlib, 1/126, 151 ve Müsned: Ebi Hureyre. 2/398.

[117] Bu hadisi İmam Malik Muvatta'da, Kitabu't-Tahara, Bâbu Câmiu’l-Vüdû h.no: 6911'de Ebu Hureyre'den şu şekilde rivayet etti: Rasulullah (S.A) bir gün mezarlığa girer ve şöyle der:

“Esselâmü aleykum ey müminler topluluğunun diyarı! İnşaallah biz de size kavuşacağız. Kardeşlerimizi görmüş olmayı çok arzu ederdim.”   Dediler ki:

Yâ Rasulallah! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?

Dedi ki:

“Hayır siz benim ashabımsınız, kardeşlerimiz henüz gelmediler. Ben onlardan önce havzımın başına geleceğim.”

Dediler ki:

Ya Rasulallah, ümmetinden seriden sonra gelenleri nasıl tanıyacaksın?

Dedi ki:

"Ne dersin, bir adamın siyah ve koyu renkli atların içinde alnı çakal, ayakları sekili bir atı olsa onu tanıyamaz mı?"

Dediler ki:

Elbette tanır, ya Rasulallah!

Dedi ki:

"İşte onlar da kıyamet gününde abdest izlerinde dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları sekili olarak gelecekler. Havzın yanına ben onlardan önce geleceğim. Bir grup adamlar, tıpkı sahipsiz develerin havuz kenarından kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havzımdan uzaklaştırılacaklar. Ben onlara "gelin buraya, nereye gidiyorsunuz, gelin, gelin!" diye sesleneceğim.

Bunun üzerine denilecek ki: Onlar senden sonra dini değiştirdiler.

Ben de diyeceğim ki "O halde (havzımdan) uzak olsunlar, uzak olsunlar, uzak olsunlar!"

Buhari bu hadisi aynı şekilde Kitabu'r-Rikak, Babun fi'I-Havz, h.no:6575'de Ibn Mes'ud'dan, 6576'da yine Ibn Mes'ud'dan; 6577'de ibn Ömer'den; 6579'da yine ibn Ömer'den; 6580'de Enes ibn Mâlik'ten; 6582'de yine Enes ibn Mâlik'den; 6583'de Sehl ibn Sa'd'den; 6584'de yine Sehl ibn Sa'd'den; 6585, 6586 ve 6587'de Ebû Hureyre'den; 6589'da Cündüb'ten; 6593'de Esma İbni Ebi Bekir'den (R.A) rivayet etmiştir.  Bu rivayetin hepsinin lafızları farklı farklıdır. Sadece imam Malik'in rivayeti tam olarak zikredilmiştir. Çünkü bu rivayet diğerlerinin büyük bir kısmını veya aynısını ya da benzerini almıştır.

Buhari bu hadisi Kitabu'l-Fiten, "Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz." Babı, hadis no: 7048'de Esma'dan, 7049'da ibn Mes'ud'dan; 7050 ve 7051'de Sehl ibn Said'den; Kitabu't-Tefsir,  Babu Tefsiri Sureti'l-Kevser'de rivayet etmiştir.   Sözü uzatmamak için burada zikretmiyorum. Ebu Dâvud, K. Sünne, B. Fi'l-Havz, h.no:4745, 4746, 4747, 4748'de rivayet etmiştir. Müslim, K. Fedâil, B. Isbatı Havzı Nebiyyina, h.no: 2299, İbn Mâce, K. Zühd, B. Havz, h.no: 4306da Ebû Hureyre'den Muvatta'dakine yakın lafızlarla rivayet etmiştir. îbn Mâce'nin başka yerlerinde de bu hadis vardır. Havz hadislerini kırk tane sahabi rivayet etmişlerdir. İbn el-Kayyim,  bunların hepsini Münziri'nin Ebû Dâvud Muhtasarını şerhederken (7/135) ve Avnu'l-Mâbud'un Zeylinde (13/73) Kütübti Sitte'deki rivayetlere de atıflar yaparak zikretmiştir. Ahmed ibn Hanbel ise bu hadisi çeşitli yerlerde zikretmiştir. Bunlardan bazıları, şunlardır: 1/257, 384, 403, 2/408, 3/17, 4/313, 5/41, 48.

[118] Hayseme ibn Süleyman; Uzun ömürlü, güvenilir bir imam, Şam muhaddisi, künyesi Ebu'l-Hasen Hayseme ibn Süleyman İbn Haydera el-Kuraşi eş-Şami el-Etrablusi. "Fedâili's- Sahabe" nin yazarı. Çok yolculuk yapan, çok dolaşan bir hadiscidir. 250 yılında doğdu. Ebû Utbe el-Hicâzi. Muhammed ibn İsa el-Medâini, ibrahim el-Kısar ve daha başka kişilerden hadis dinlemiştir. Ebû Ali ibn Mâruf, Abdul Vehhab el-Kilâbi, Ibn Mende ve daha başka kişiler kendisinden rivayette bulunmuşlardır. 343 yılında vefat etmiştir. (Siyeru A'lami'n-Nübelâ, 15/412; Şezerat, 2/365.)

[119] Yezid er-Rukâşi: Yezid ibn Ebân er-Rukâşi el-Basri. Zâhid bir kişidir. Babasından, Enes ibn Mâlik'ten, Hasen Basri'den ve başka kişilerden hadis rivayet etmiştir. Ondan da oğlu Abdunnûr, yeğeni el-Fadl ibn İsa ibn Ebân, Salih ibn Keysan, Â'meş ve daha başkaları rivayette bulunmuştur. Bazıları onun zayıf olduğunu söylemişlerdir. Şube, ibn Maîn, Ebû Hatim ve Yakub ibn Süfyan onu zayıf görenlerdendir. İbn Adiy onun hakkında şöyle demiştir: Onun Enes'ten ve daha başka kişilerden rivayet ettiği sahih hadisler vardır, umarım güvenilir kişilerden rivayet ettiği hadislerin bir sakıncası yoktur. Onun hakkında verilecek hüküm şudur; Salih, zâhid ve doğru bir kişidir, ancak güvenilir kişilerden rivayet ettiklerinin dışındaki rivayetlerine güvenilmez. 110 yılında vefat etti. (Tehzib, 11/309)

[120] Bu hadis şu kaynaklarda geçmektedir: Müslim, K. iman, Babun Itlak İsmi’l-Küfri alâ men Tereke's-Salât, Câbir'den rivayet etmiştir. Tirmizi, Kitabu'l-İman, Babu fi Terki’s-Salât, h.no: 2621. Ebû Dâvud, K. Sünne. B. Fi Reddi’l-İrcâ, h.no: 467-8, Câbir ibn Abdillah'tan. İbn Mâce, K. Fi İkameti’s-Salat, B. Fî men Terake's-Salat, h.no: 1078. Nesei, K. Salât, B. El-Huküm fi Târiki's-Salât, h.no: 465, Hattabi Meâlimü’s-Sünen alâ sünen-i Ebi Dâvud, 5/58'de özet olarak şöyle demektedir: Namazı terk etmenin de çeşitleri vardır. Namazı inkar ederek terk etmek ümmetin icmâı ile küfürdür. Unutarak terk etmek ümmetin icmâi ile küfür değildir. İnkar etmeden kasıtlı olarak terk etmeye gelince birinci hükümde âlimlerin ihtilafı vardır. Ben derim ki bunun yeri hadis şerhleri ve fıkıh kitaplarıdır.

[121] Eyle: Hadiste zikri geçen bir Arap kasabasıdır. Büyük bir ihtimalle Mısır ile Şam arasında meşhur bir beldedir. (Lisanül-Arab, 1/191)

[122] Enbiya: 104

[123] Maide: 117.118

[124] Bu hadisi Buhari, Kitabu Ehâdisi'l-Enbiya'da, Nisa,  125, Nahl:  120. Tevbe:  114 âyetleri ilâhında. İbn Abbas'tan 3349 no'lu hadis olarak rivayet etti. Ayrıta: Meryem: 16 âyet. Babında 3447 no'lu hadis olarak rivayet etti: Ayrıca Buhari'nin: Kitabu'r-Rikak, Babu'l-Haşr,  h.no:6524, 6525, 6526'da ibn Abbas'tan;6527'de hz. Aişe'den; Kitabu't-Tefsir, Mâide 117,  âyeti'nin tefsiri babı, h,no:4625'de İbn Abbas'tan;   Maide 118. âyetinin tefsiri babı, h.no: 4626'da.  İbn Abbas'tan ve Enbiya 104. ayetinin tefsiri babı h.no:4740'da rivayet edilmiştir. Müslim, yine İbn Abbas'tan ve aynı lafızlarla Kitabu'l" Cennet, Bâbu Finai'd-Dünya ve Babu'l Haşr yevme'l-Kıyame'de ve aynı babın diğer  rivayetlerinde nakletmiştir. Tirmizi, Kitabu'l-Kıyamede, İbn Abbas'tan 2539 no'lu hadis olarak rivayet etmiştir. Nesâî, Kitabu'l-Cenâiz. Bâbu evveli men yüksâ'da İbn Abbas'tan; Ahmed, Müsned'de îbn Abbas'tan çeşitli yerler de rivayet etmiştir. Bunlar arasında 1/223. 229, 235 ve 253'de ki rivayetler de vardır.

[125] Bu hadis ile ilgili notlar önceki sayfalarda geçti.

[126] Buhari, K. İlim. B. Keyfe yukbezu'ilm. h.no:100; K. İ'tisam, B.Mâ yüzkeru min zemmi'r Re'y ve Tekellüfi'l-Kıyas. h.no: 7307. Abdullah ibn Amr'dan Müslim, K.ilim B. Rafu'l İlim ve Kabzuhu. Abdullah ibn Amr'dan İbn Mâee. Mukaddime, B. İctinabi'r-Re'y ve'l-Kiyas. h.no:52. Abdullah ibn Amr'dan. Ahmed Müsned. 2/162, 100, 203, Abdullah ibn Amr'dan Dârimi. Mukaddime. Babu Zehâbi'l-İlm, h.no:239. Abdullah ibn Amr'dan.

[127] Sahihi Müslim'de Abdullah ibn Mes'ud'dan nakledilen bu ibarenin tamamı şöyledir. Abdullah ibn Mes'ud dedi ki: Kim yarın Allah'a müslüman olarak kavuşmaktan hoşlanırsa ırzını okunduğu yerde şu namazlara devam etsin. Şüphesiz Allah Teala Peygamberinize (s.a) hidayetin yollarım göstermiştir. Namazlar da onlardan birisidir. Eğer siz cemaatten uzak durun evinde namaz kılan kişi gibi namazlarınızı evlerinizde kılarsanız Peygamberinizin sünnetini terk etmiş olursunuz. O sünneti terk ederseniz dalâlete düşersiniz. Herhangi bir müslüman tertemiz ve mükemmel bir abdest alıp da bu mescitlerden birine gitmek üzere yola çıkarsa. Allah ona. attığı her adıma karşılık bir sevab yazar, bir derece yükseltir, bir de günahını düşürür. Bizim zamanımızda nifakı bilinen münafıktan başka hiçbirimiz cemaatı terk etmiyordu. (Hatta hasta olan bir kimse) iki kişi arasında; bacakları yerde sürünerek (mescide) getirilir de safa durdurulurdu (Müslim. K. Mesacid) ve Mevadiu’s-Salat. B. Fadlu Salâti'l-Cemaa) îbn Mâce, K. Mesâcid ve'l-Cemaat. B. El-Meşyu ile's-Salat, no:777. Ahmed. Müs'ned, îbn Mes'ud'dan, 1/372. 414. 914. 455. Nesâi, K. İmame. B. el-Muhafazatu ale's-Salavat. Ben derim ki bu rivayette, cemaati terk edene karşı şiddetli bir uyarı ve kuvvetli bir tehdit vardır. Çünkü bu terk ediş, bir mazerete dayanmıyorsa ve insan bunu bir alışkanlık haline getirmişse şüphesiz bir bid'attir.

[128] Bu hadisi Mâlik, Muvatta'da muhtelif lafızlarla rivayet etmiştir. Hadisi Mâlik'ten rivayet eden kişi şöyle demiştir: Rasulullah'ın (s.a) şöyle dediği Mâlik'e ulaşmıştır: "Şüphesiz ben size kendisine sarıldıkça asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: Allah'ın Kitab'ı ve Peygamberinin sünneti." Babu'n-Nehyi anil-Kavli bi’l-Kader. Müslim bu hadisi Kitabu Fedâilu's-Sahabe, Babu Fedâilu Ali ibn Ebi Tâlib bölümünde Zeyd ibn Erkam'dan rivayet etmiştir. Zeyd ibn Erkam'm rivayetinde Hz. Peygamber'in Mekke ve Medine arasındaki Hum suyunun yanında verdiği hutbe vardır ve orada Rasulullah (s.a): "..... Size çok kıymetli iki şey bırakıyorum..." buyurur.

Müslim, bu hadisi Zeyd'den üç defa sevk eder. (h.no:2408) Ebû Dâvud, K.Menâsik. B. Sıfatu Hacceti'n-Nebiyyi (s.a) h.no:1905. Câbir ibn Abdillah'tan, Câbir, Muhammed ibn Ali ibn el-Huseyn'in sorusuna cevap olarak Hz. Peygamber'in haccını anlatmış ve onun Nemire mesridindeki hutbesini nakletmiştir. O hutbesinde Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştu: "Ben size sımsıkı sarıldığınız takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız bir şey bırakmış bulunuyorum: Allah'ın Kitabı size benden sorulacak, o zaman ne diyeceksiniz?..." İbn Mace, biraz önce işaret edilen bu hutbenin metnini Kitabü'l"Menasik, Babu Hacceti Rasulullah (S.A) bölümünde h.no:3074 rivayet etmiştir. Ahmed ibn Hanbel, Müsned'inde Ebû Said el-Hudri'den şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (S.A) şöyle buyurdu: "Size çok önemli iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür ki O Allah'ın gökten yere uzatılmış ipi niteliğindeki kitabıdır. Diğeri ehl-i beytim olan yakınlarımdır. Bu ikisi Havzıma gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaklardır." (Müsned, 1/14, 1/17, 1/26; Ebû Said'den ve 4/367'de Zeyd ibn Erkam'dan Müslim'deki gibi) Dârimi, Zeyd ibn Erkam'dan şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (s.a) bir gün bizim yanımızda ayağa kalktı ve bize bitab etti. Önce Allah'a hamd ve sena etti, sonra şöyle dedi: "Ey insanlar! Şüphesiz ben bir beşerim. Rabbimin elçisi (Azrail) pek yakında bana gelecek, ben de kendisine icabet edeceğim. Size çok önemli iki şey bırakıyorum: Birincisi Allah'ın kitabıdır. Onda hidayet ve nur vardır. Allah'ın Kitabına sımsıkı sarılın ve ona yapışın." Hz, Peygamber insanları buna teşvik etti ve sonra şöyle dedi: "Diğeri ehl-i beytimdir ve ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım." Bunu üç defa tekrarladı. (Darimi, K. Fedaîli'l-Kur'an, B. Fadlu men Karae'l-Kur'an, h.no:3316.)

[129] Bu hadisi Müslim Ebû Hureyre'den rivayet etmiştir. Ebû Hureyre şöyle demektedir: Ahir zamanda deccallar ve yalancılar olacak. Size işitmediğiniz ve babalarınızın da işitmediği hadisler getirecekler. Onların sizi saptırmasından ve fitneye düşürmesinden sakının. (Müslim, Mukaddime, Babu'n-Neh'yi ani'r-Rivayeti ani'z-Duafa....) Ebû Davud, Kitabu'l-Fiten ve'l-Melâhim, Babu Zikril-Fiten ve Delâiliha, h.no:4252. Bu rivayette şöyle bir ifade var: "....Benim ümmetimin içinden otuz tane yalancı çıkacak..."

[130] Bu hadisle ilgili açıklama notu daha önce geçti.

[131] Belki de bu, mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin kendi sözüdür

[132] Ben hadisi bu lafızlarla bulamadım. Fakat Buhari'de: "Kim benim sünnetimden yüz çevirse benden değildir." kelimeleriyle Enes ibn Malikten rivayet edilmiştir. Rivayette üç kişiyle ilgili bir olay anlatılır fakat senedinde Hasan-i Basri yoktur. (Buharı, K. Nikah, B. et-Terğib fin-Nîkah, h.no:5063) Müslim de Enes'ten nakletmiştir ve senedinde Hasan-i Basri yoktur. İfadeler Buhari'dekinin aynısıdır. (Müslim, K. Nikah, B. İstihbâbin-Nikah) Ahmed'in Müsned'inde 2/158'de Abdullah ibn Amr ibn eI"Âs tarafından rivayet edilir. Rivayet, ibn Ömer'in evliliği, hanımıyle olan münasebeti, hanımının, eşini babası Ömer'e şikayet etmesi ve ikisi birlikte Hz. Peygamber'e gitmeleri hakkmdadır. Hz. Peygamber (s.a.) onlara şöyle cevap vermiştir: "Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." Bu rivayetin senedinde de Hasan'i Basri yoktur. Ahmed bu hadisi ayrıca Buharı ve Müslim'in rivayeti gibi Enes'ten de rivayet etmiştir; 3/241, 259, 285. Ahmed'in Ensarlı bir adamdan yaptığı rivayete gelince onda işte yukarıdaki ifade geçer: ".... kim bana uyarsa..." Fakat bunda da Hasan'i Basri yoktur. 5/409. Nesâi'de de Enes'ten gelen rivayet vardır 6/60 ve Buhari'nin rivayeti gibidir. Dârimi, Sâ'd ibn Ebi Vakkas'tan rivayet etti. Bu rivayette Osman ibn Maz'un'un karısıyla (cinsel ilişkiyi) terke karar vermesine Rasulullah'ın şöyle cevap verdiği anlatıhr: ",... Kim benim sünnetimi terk ederse benden değildir." (Dârimi, K. Nikah, B. en. Nehyu ani't-Tebettül, h.no-:2168)

[133] Bu hadisin bir kısmını Dârimi, Mukaddime, B. İttibai's Sünne, no: 97'de B. Teğayyûri'z-Zeman ve mâ yahdüsü fihi no:186. 187'de rivayet etmiştir. Ahmed'in Müsned'inde de hadisten bir bolümü nakledilmiştir. 2/229, 506

[134] Bu hadisi Ahmed ibn Hanimi, Müsned'inde Abdullah ibn Amr ibn el-As'tan nakleder: 2/158. 165. Şeyh Reşit Rıza (elinizdeki) Kitaba yazdığı dipnotta bu hadisin üzerinde durur ve şöyle der:  Beyhaki bu hadisi benzeri bir bağlamda Abdullah ibn Amr ibn el-Âs'tan merfû olarak rivayet eder. Celâlûddîn es-Suyuli, ei-Câmiu's-Sağîr'de bu rivayetin yanma "sahih"tir işareti koyar. Hadis "Her amelin bir coşkulu dönemi vardır." diye başlar. Devam eden sayfada bir diğer  hadiste  ".... Her amel edenin bir coşkulu  dönemi vardır..."   ifadesi   geçer. Öyle zannediyorum ki Tahavi hadisinde  “amel eden" yerine “ibadet eden"  kelimesi yanlışlıkla girmiştir. Tirmizi Ebû Hureyre'den bu hadisin ilk iki cümlesini rivayet etmiş olup kalan kısmı bizim konumuzla ilgili değildir.

[135] Ahmed, Müsnedinde bu hadisi Ensar'dan bir zâtın rivayetiyle Mücahit'ten nakletmiştir.(2/409)

[136] Ahmed ibn Hanbel bu hadisi Ebû Vâ'il ve ibn Mes'ud kanalından rivayet, etmiş (1/407) ayrıca biraz farklı lafızlarla Ebû Hureyre'den rivayet etmiştir (2/492).

Müsle yapmak,  maktulün uzuvlarını kesip parçalamak ve bundan sadistçe bir zevk almak demektir, (çeviren)

[137] Bu hadisi Ahmed. Müsned'inde İbn Mes'ud'un rivayetinden şu lafızlarla nakletti: "Benden sonra başınıza sünneti söndüren adamlar geçecek..." (1/400. 409.) Ubade ibn Sâmit'ten aynı hadisi hiraz farklı olarak nakletti (5/325. 329) Ahmed, İbn Mes'ud'un Amr ibn Meymun el-Evdi'ye söylediği şu sözü de nakletti: Namazı vaktinde kılmayan idareciler başınıza geçtiği zaman senin halin nice olur? (5/231) Bu hadisi, ayrıca İbn Mace. K. Cihat. B. Lâ Tâate fi Ma'siyetilllah. no:2865'de nakletti.

[138] Bu hadisi Tirmizi Ebn Said el-Hudri'den Ehvabu Sıfatı'l-Kıyame 2520 numarada nakletti. Bu hadisin bundan başka bir isnadını bilmediğini söyledi.

[139] Ebû Davut, K. Melâhim. B. el-Emri vcûrNehy, 4342 İbn Mâce. K. Fiten, B. et-Tesebbütü fil-Fitne-3957. Müsned-i Ahmed. 2/220. 221. Bunların hepsi Abdullah ibn Amr ibn el-As'tan rivayet edilmiştir.

[140] Bu hadisi ayrıca Ahmed, Muaz ibn Cebel'den şu lafızlarla rivayetetmiştir:"Şiâb'dan sakının, cemaate, halka ve mescide sarılın." Ahmed'in rivayetinde "Şiâb nedir?" ifadesi yoktur. (Müsned. 5/233. 243)

[141] Bu hadisi bulamadım.

[142] El-Velid ibn Müslim: Şamlıların âlimidir. Künyesi Ebu'l-Abbas ed-Dımışki'dir Ümeyye oğullarının azatlısıdır. Yahya ibn el-Haris ez-Zimâri ve Ali Said ibn Abdilaziz'deu kıraat dersi aldı ve onlardan rivayette bulundu. Ayrına ibn Aclan, Sevr ibn Yezid. İbn Cüreyc ve daha başka kişilerden rivayetleri vardır. Leys ibn Sa'd. Bakıyye ibn el-Velid-ki bunlar da hocalarıdır- İbn Vehb. Ahmed ibn Hanbel ve daha pek çok kişi de ondan rivayette bulunmuşlardır. Çok yolcu­luk yapan, eser veren. Güvenilen, çok hadis ve ilme sahip olan büyük bir imamdır. 195 yılında vefat etmiştir. (el-Cerh Ve’t-Ta’dil. 9/l6: Tehzib. 11/151; Şezerat. 1/344; Siyeru'l-A'lam. 9/211)

[143] Kadı lyaz eş-Şifa isimli kitabında Abdullah İbn Muğaffel'den Rasulullah'ın şöyle söylediğini nakleder: ".....Ashabıma sövmeyin. Kim ashabıma söverse Allah'ın ve bütün meleklerin laneti onun üzerine olsun.." Onu şerh eden Molla Aliyyül'Kâri der ki: Taberanî, ibn Abbas'tan bu hadisin bir benzerini rivayet etti. Hakim de benzer bir hadis nakletti ve şunu da rivayet etti: "....Âhir zamanda ashabıma söven bir topluluk gelecektir..." (Şerhu'ş-şifa, 5/520) Ebû Dâvud, K. Sünne. B. fi'n-Nehyi an Sebbi Ashabi'r-Rasul, h.no:4658. Tirmizi, Ebvabu'l-Menakıb. Bâbu fi men salibe Ashabin Nebiy. h.no:4122. îbn Mâce, Mukaddime, Fadlu Ehli Bedr, h.no:161

[144] Abdullah ibn el-Hasen ibn Ahmed ibn Ebi Şuayb, muhaddis ve edib. Uzun ömürlü, Bağdad'a yerleşti. Babasından, dedesinden. Ahmed İbn Abdilmelik'ten rivayette bulundu, ismail el-Hatbi, Ebû Ali es-Sûfî, el-Âcurri, Ebu'l-Kasım efTaberâni ve daha pek çok kişinin de ondan rivayeti vardır, 206'da doğdu, 295'de vefat etti. (el-Bidaye ve'n-Nihaye, 11/107, Şezerat. 2/218: Siyeru Alami'n-Nübela. 13/536.)

[145] Bu konuda İmam el-Leknevi'nin "el-Ecvibetü'l-Fâdıla" isimli eserinde çok yararlı bir araştırma vardır. Abdul fettah Ebû Gudde'nin tahkik ve ta'lik ettiği bu eserin özellikle 36. sayfasından. 64. sayfasına, 218. sayfasından 238. sayfasına kadar bu konuyla ilgili bilgiler verilir. Eser 1984 yılında Kahire'de basılmıştır. Riyad'daki Reşid yayınevi ve Halep'teki Matbuati'l-İslamiyye yayınevi dağıtımını yapmaktadır.

[146] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 1/85-98.

[147] Buhari, K.Hudûd, B. Racmü'l Hubla fi'z-Zina, 6830. Müslim, K.Hudûd. B. Racmü’s-Seyyib fi'z-Zina. Ebu Davud, K. Hudûd. B. fi'r-Racm, 4418. Tirmizi. K. Hudud. Mâ Câe fi Tahkiki'r-Racm Ahmed, Müsned. 1/23. 29, 36, 40, 43. 47, 50, 55. İbn Mâce, K. Hudûd, B. Recm, 2553.

[148] Huzeyfe ibn el-Yemân. Sahabenin ileri gelenlerindendir, Rasulullah'ın (S.A) sırdaşıdır. Hicretin 36. yılında iyice ihliyarlamışken Medâin'de vefat etti. (el-Cerhu ve't'Ta'dil, 3/256; el-Müstedrak, 3/379; el-Hılye, 1/270; Tehzib et/Tehzib, 2/219; Şezerat, 1/32; Siyeru A'lâm, 2/361)

[149] Buhari, K. İ'tisam, B. el-iktidâu Bi Süneni Rasûlillah (S.A). h.no: 7282. Hafız ibn Hacer, Fethul-Bari'de, bu rivayette geçen "kurrâ" kelimesini "Kur'an ve sünnetin âlimleri" diye izah etmiştir. (13/271)

[150] Belki de hu hadis, Ahmed'in müsnedindeki Feyruz ed-Deylemi'nin babasından, onun da Rasulullah'tan rivayet ettiği hadisten alınmadır. (Bk: Ahmed, Müsned. 4/232).

[151] Hûd: 114

[152] Bazı Râfîzi grupları böyle inanıyorlardı.

[153] Batıniler ve aşırı tasavvuftular böyle söylüyorlar ve onların kitapları Huzeyfe'nin (r.a) işaret ettiğine benzer şeylerle doludur. Bu, sahabilerin firasetini ve önsezisini gösterir.

[154] Bununla, refah ve bolluk içinde evlerinde oturup ilim ve araştırma zahmetinde bulunmayan kişiler kastediliyor. (Şerhu's-Sünne, 1/178),

[155] Tirmizi. K. ilim, B. Ma Nühiye anhu en Yukâle ınde Hadisi Rasulillahi (s.a.), 2663. Ebû Davud. K. Sürme, B. fi Lüzümi’s Sünne,  4605,İbn Mâce.  Mukaddime.  B.Ta'zimi Hadisi Rasulillahi (S.A) h.no:13. Dârimî. Mukaddime, B. es-Sünnetü Kâdıyetün alâ Kitabillahî, 586.Ahmed. Müsned. 47132. Hâkim. el-Müstedrek. K. İlim. 1/108. Hakim dedi ki: Bu hadis. Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Ez-Zehebi de onu onayladı. El'Begavi bu hadisi Şerhu's Sünne'de nakletti:   Kitabü'l-İman,   Babu'l-İ'tisam bi'l-Kitabi ve's-Sünne, h.no: 100.  Bu hadis hasendir, dedi.

[156] Dârimi, Mukaddime, Babun fi Keraheti âhizi'r-Re'yi, 205.

[157] Dârimi, Mukaddime, Babu Men Hâlıe'l-Futya ve Kerihe’t-Tenattu' Ve’t-Tebeddu', h.no:142. Abdullah ibn Mes'ud'dan, İbn Mâce, Mukaddime, Fadlu'l-Ulemâi Ve'l-Hassu alâ Talebi'l-İlm, h,no:228. Ebû Umame'den (r.a.). ez'Zevâid’de şöyle denilir: Hadisin isnadında Ali İbn Yezid vardır. Cumhura göre bu kişi zayıftır. Rivayette "eskiye sarılınız" denilirken, İslamın ilk dönemlerindeki nesillerin, sahabilerin ve onların peşinden gidenlerin sözlerine ve davranış­larına tâbi olun, onları alın, denilmek isteniyor. Kabe'yi Muazzamaya da tarihinin eskiliğine işaret etmek üzere "Beytü'l-Atik" denilmiştir. Sonradan gelen müslümanlar İslam'ın ilk dönemlerinde yaşayan insanların ilmine sarıldıkları müddetçe hidayet, üzere olurlar. (Bk. el-Lisan. 4/2798)

[158] Belki de bu Hasan el-Basriye ait bir sözdür.

[159] Dârimi, Mukaddime. Babun fi Kerahîyyeti Ahzi'r-Re'y. 217

[160] Kenzu'l-ummal, 1/219. h.no:1096;  Said ibn Mansur,  Sünen;  Deylemi, Müsnedü'l-Firdevs (Bu ikisi İbn Mesud'dan rivayet etmişler. Râfii ve Kenzu'I Ummal ise Ebu Hureyre'den)

[161] Ahmed, Müsned. 1/407.

[162] Buhari, K. Farzu'l-Humma, B. Farzu'l-Humus, h.no:3093 (Hz. Fatıma'nın, babası Hz. Peygamberin mirası konusunda sorduğu bir soruya Hz. Ebû Bekir'in verdiği uzunca bir cevabın bulunduğu rivayetten alınmıştır.) Müslim, Kitabu'l'Cihad, B. Hukmu'l-Fey' (Bu rivayette de Buhari'deki gibi aynı kıssa anlatılır.) Ebû Davud, K. Haraç ve'l'İmare, Babu Safaya Rasulillah (s.a.). h.no: 2963. Müsned-i Ahmed, l/6.

[163] İbn el-Mübarek- Şeyhu'l-İslam, zamanının âlimi ve müttekilerin emiri. Abdullah ibn el-Mübarek ibn Vâdıh Ebû Abdurrahman el-Hanzali, Aslı Türktür. Sonra Merv'lildir. Hadisçi. Mücâhid, gazi ve önemli bir şahsiyettir. 118'de doğdu. Hamid et Tavil, Âsim el-Ahvel, Hişam ibn Urve, Amer ve sayısız kişiden hadis dinlemiştir. Ma'mer ve Sevrinin hocaları, ibn Main. ibn Ebu Şeybe ve sayılamayacak kadar çok kişi kendisinden rivayette bulunmuştur. Hadisi hüccettir. Bunda icma vardır. 181 yılında vefat etti. (Siyeru A'lami'n-Nübela, 8/378; Meârif. 511; er-Cerhu ve't-Ta'dil, 5/1791 Hılyetü'l-Evliya, 8/162; Tehzib, 5/382...)

[164] Abdullah ibn Mübarek bunu Zühd isimli kitabında babu Mâcâe fil-Fakri, h.no-578'de tarhiç etmiştir. Kitabı tahkik eden el-A'zami bu rivayetin garip olduğunu ve ibn el-Mübarekten başka kimse tarafından rivayet edilmediğini söyler.

[165] Ahmed. Müsned. 2/83,400.

[166] Zâriyat; 1.2 (Meali şöyledir: "Tozdurup savuranlara, yükünü yüklenenlere... andolsun ki..."

[167] Subeyğ ibn Isl kıssasının tamamını İbn Hacer el-Askalani. el... İsâbe fi Temyizi’s-Sahabe. E.5, sh.l68'de sâd harfinde rivayet eder. Müellif onu burada özetleyerek anlatmıştır. Doğrusu Suheyğ, el-Isabe'de ve Sünen-i Darimi'de anlatıldığına göre ölmeden önce tövbe etmiş ve tutumundan vazgeçmiştir. (Darimi, Mukaddime, Babu men Habe'l-Fütya ve Kerihe't-Tenettu' ve't-Tebeddu', 144. 148) Darimi bu rivayetinde Subeyğ'ın şu sözünü nakleder Ey Mü'minlerin Emiri, kafamda bulduğun dayak izinin gitmesi sana yeter. Bu, onun tövbesine işaretti, ikinci rivayette onun güzelce tevbe ettiği ve Hz. Ömer'in insanlara onunla oturmaları için izin verdiği açıkça ifade edilir.

[168] Abdullah ibn el-Mübarek. Kitabü'z-Zühd, Babu Fi Lüzumi’s-Sünne, s.21. Ebû Nuaym'in rivayet ettiği nüshada, Mervezi'nîn ibn el-Mübarek'ten yaptığı rivayete ilave olarak zikredilir. Kitabü'z-Zühd’ü tahkik eden el-A'zamî der ki: Ebu Nuaym, el-Hilye isimli eserinde bunu müellifin Rabi'den. onun da Ebu'l-Âliye'den rivayet ettiği yolla rivayet eder. (Bk. Hılye, 1/252 Ben Hılye'ye baktım ve onun dediğini orada gördüm.)

[169] Ben, Kaynaklarda ibn Abbas'a ait böyle bir söze rastlamadım. Ancak bu söz doğrudur, gerçektir. Manevi tevatürle sabittir. Alimler bunu almışlar ve bir kural haline getirmişlerdir.

[170] İbn Mes'ud'un bu sözünü Dârimi, Mukaddime, Bâbu men Habe'l-Fütya no:143'de rivayet etti. Çevirenin notu: İ'tisam'ın metninden bu  sözün ibn Abbas tarafından söylendiği anlaşılıyor. Öte yandan muhakkik Nedvi'nin belirttiği şekilde Darimi'nin ilgili bölümünde ne ibn Abbas'ın ne de ibn Mes'ud'un böyle bir sözü bulunmuyor. Her halde bu rivayetin tahkiki yapılırken bir yanlışlık yapılmış.

[171] Bu hadis mevkuftur.  Bir tâ’bii olan Yezid ibn Umeyra tarafından Muaz ibn Cebelden rivayet edilmiştir. Bkz: Ebu Dâvud. Kitabü’s Sünne. Babu Lüzûmi's-Sünne. no:4611.

[172] Zamammızdaki bir araştırmacı ilim adamı da Muaz ibn Cebel'in sözlerinin işaret ettiği durumları araştırarak ve inceleyerek ulaştığımız şu gerçekleri gözönünde bulundurmalıdır:

Birincisi. Her ilim adamı hakim (hikmet, sahibi: anlayış ve feraset, sahibi) değildir. Çünkü ilmin naklinde güvenilirliğe ihtiyaç duyulduğu  gibi onun neşrinde ve açıklanmasında da hikmete (keskin bir görüşe, firasete) ihtiyaç, duyulur.

İkincisi: Her hakim, âlim değildir. Bu sebeple ilim, âlimlerden, hikmet de hakimlerden alınır. Her biri maharetli olduğu şeyle değerlendirilir.

Üçüncüsü: Sahih hadiste de ifade edildiği gibi güzel konuşan münafıktan sakınmalıdır. Bu sebeple işittiği her şeye kulak veren bir kimsenin, ehline müracaat etmesi ve kitap ve sünnetten hiçbir şekilde zerre kadar dışarı çıkmaması gerekir.

Dördüncüsü: Bir kulun inançları, ibadetleri, davranışları ve sosyal ilişkileri düzgün olduğu zaman, hakkın onun için görünen parlak bir nuru vardır. Böyle bir kul şeriate uygun olarak hakkı apaçık ve parlak bir şekilde görür, münafık onu tuzağa düşüremez, güzel konuşanlar onu etkileyemezler.

Beşincisi: İlim ve ve hikmet. Allah'ın kula verdiği ne güzel nimettir.

[173] el-Fudayl ibn Iyaz: örnek bir imam. sağlam bir kişi. Şeyhu'l-İslam. Künyesi Ebû Ali et" Temimi el-Yerbûi eHorasani. Allah'ın Harem’ine (yani Kabe'ye) komşu olmuştur. Mansur. Ameş, Leys. Atâ ibn es-Sâib, Cafer es-Sâılık. Humeyd et-Tavil gibi Kûfeli ve Hicazlı şahsiyetlerden rivayette bulunmuştur. İbn el-Müharek, Yahya el-Kattım, İbn Mehdi. îbn Uyeyne. Abdurrrazzak. İmam Şafii, Bişr el-Hafi ve îbn Vehb gibi şahısların da ondan rivayetleri vardır. Sikadır, takva sahibi salih bir kişidir. 186 yılında Mekke'de vefat etmiştir. (Siyeru A'lami’n Nübelâ. 8/421; el-Meârif. 511. el-Cerh ve't-Ta'dil. 7/73; Hılyetü'l-Evliya. 8/84- Tehzib, 8/294; Şezerat, 1/361.)

[174] Bakara: 183

[175] Eyyub es-Sahtiyâni: Örnek bir imam, hafız, Şeyhu'l-İslam, âlimlerin efendisi. Künyesi, Ebû Bekir ibn Ebi Temime Keysan el'Anezi. Babası Aneze Kabilesinin mevâlisindendir. Basra da doğmuştur. Ebû Berid Amr ibn Seleme el-Cirmi. Ebû Osman en-Nehdi, Said ibn Cübeyr. Ehû'l-Aliye. Hasan-Basri ve İbn Şirin gibi kimselerden hadis dinledi. Zühri, tbn Dinar, Amr. Katade. ve İbn Şirin, Hammad tbn Seleme. Şube, ibn Zeyd ve îbn Aliyye gibi kişiler de ondan hadis rivayet, ettiler. 68 yılında doğdu. 131’de vefat etti. (Siyeru’l A'lâm. 6/15: Tabakat ibn Sa'd, 7/246: Hılye, 2/3; Tehzib. 1/397: Şezerat, 1/181.

[176] İbn Sirin'in bu görüşü cidden isabetlidir. Çünkü heva ve hevesine uyan kişi, önce basit bir bid'atle başlar, sonra bid'atlerin akıntısına kapılır ve neticede bir bid'at davetlisi haline gelir. Şeriatın haram kıldığı şeyleri tevil ederek kendisi ve başkaları için mubah ve helal görmeye başlar. Haramları birer birer helâl göre göre de sonunda mürtetlik çukuruna düşer, İbrahim in sözü dö bu manadadır. Özellikle zamanımızda heva ve hevese uymanın sebep olduğu fikri ve akidevi mürtetlik (dinden çıkma) olayları pek çoktur. Mürtetlik, görünürde az gibi de olsa özellikle akıllarını ve çağdaş kültürlerini dinin hükümlerinin önüne geçirip şeriatle savaşmada aklı bir metot olarak kullananlar pek çoktur.

[177] İbrahim: Öyle zannediyorum ki müellif, başka birini değil. İbrahim en-Nehaî'yi kastediyor. Eğer kastettiği o ise. biyografisi şöyledir: İbrahim en-Nehaî, büyük imam, hafız. Irak fakihi. Künyesi. İbrahim ibn Yezid ibn Kays İbn el-Esved en-Nehaî el-Yemâni. Daha sonra Küfeli olmuştur. Tabiilerin en önde gelenlerindendir. Fakat Kûfe'de beraber olduğu sahabilerden hadis dinlediği veya rivayette bulunduğu tesbit edilmemiştir. Küçük bir çocuk iken Hz. Aişe'nin yanına girip çıktığı tesbit edilmiştir. Mesruk, Alkame, Ubeyde, Ebû Zür'a el-Beceli. Hayseme ibn Abdirrahman ve Kadı Şureyh gibi büyük tabiilerden rivayette bulunmuştur. Hammad ibn Ebi Süleyman. İbn Muhacir. İbn Ebi'ş-Şa'sa, Ahdeb. Hişam el-Esedi ve daha pek çok kişi kendisinden rivayette bulunmuştur. İbn Mes'ud'u çok iyi tanımış ve geniş çapta ondan rivayette bulunmuştur. 96 yılında vefat etmiştir. Doğum tarihi ihtilaflıdır. Bir rivayete göre vefatı esnasında 49 yaşındadır. (Siyeru A'lami'n-Nübelâ, 4/520, el-Meârif, 463. el'Hılye. 4/219; ol-Bideye ve'n-Nihaye, 9/140; Tehzib, 1/177; Şezerat, 1/111)

[178] Yahya ibn Ebi Kesir: İmam, hafız, büyük bir âlim. Ebû Nasr et-Tâi el-Yemâni. Tay kabilesinin mevâlisinden, Ebû Umame el-Bâhili, Enes ibn Mâlik, Ebû Seleme ibn Abdirrahman ve daha pek çok kişiden rivayette bulunmuştur. Oğlu Abdurrahman. Ma'mer, Evzai ve daha pek çok kişi de ondan rivayette bulunmuştur. Bir ilim talebesi idi ve hüccetti. 129 yılında vefat etti. (Siyeru Alami'n-Nubelâ. 6/27; Tabakat ibn Sa'd, 5/555: Tehzib, 11/268)

[179] el-Avvam ibn Havşeb: İbn Yezid. imam ve muhaddis. Ebu İsa er-Rabei el-Vâsıti. İbrahim Nehâi’den, Mücahid'den, Amr ibn Mürre'den ve daha pek çok kişiden hadis rivayet etmiştir. Ondan da oğlu Seleme, Yeğeni Şihab ibn Harraş, Şube ve diğer kişiler rivayette bulunmuş­lardır. Hadiste sikadır. İyiliği emreder, kötülüğe mani olurdu. 148 yılında vefat etti. (el"Cerhu ve"f Ta'dil. 7/22. Tehzib, 8/163; Şezerat, 1/244; Siyeru A'lami'n Nübelâ, 6/354)

[180] Ebû Bekir ibn Ayyaş: Şeyhu'l-îslam, büyük âlim, muhaddis, fakih, el-Mukri ibn Salim el-Esedi el-Kufi. Esed kabilesinin mevâiisinden. 94 yılında doğdu. Büyük kıraat âlimi Asım ibn Ebi'n-Necûd'a Kur'an'ı üç defa okurdu. Âsım'dan, Ebû İshak es-Subey'i'den. Humeyd et" Tavilden. Ameşten ve Hişam ibn Hassan'dan rivayette bulundu. İbn el-Mübarek, Kisâi, Veki, Ahmed ibn Hanbel, İbn Rahaveyh ve ibn Ebi Şeybe gibi pek çok kişi de ondan rivayet ettiler. Sikadır. Ehl-i Kur'an ve ehl-i hayırdır. İnsanların içinde sünnete en çok bağlı olanıdır. 193 yılında vefat etmiştir. (Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, 8/495: Hilye, 7/302; Tehzib, 12/34; Mukaddimetü Fethu'l-Bâri, 456; Şezerat, 1/334.)

[181] Yunus ibn Ubeyd; Örnek bir imam. Hüccet. Ebû Abdillah el-Abedî el-Basri, Abed kabile­sinin mevâlisinden, Tabiinin küçüklerinden ve faziletlilerinden. Enes ibn Mâlik'le görüştü. Hasen. ibn Şirin, Ata, İkrime, Nafı ve pek çok kişiden hadis nakletti, Şube, Süfyan ve iki Hammad ile pek çok kişi de ondan hadis nakletti. Sikadır, çok hadisi vardır. Müttakidir, verâ sahibidir. 140 yılında vefat etmiştir. (Siyeru A'lami'n-Nûbelâ, 6/288); el-Cerhu ve’t-Ta'dil, 9/242; Meşâhiru Ulemâi'l-Emsar. 150; Hılye, 3/15; Tehzib, 11/442; Şezerat. 1/207)

[182] Yahya ibn Ebi Ömer eş-Şeyhâni: Tehzib'te ve ibn Hâcer'in Takrib'inde belirtildiğine göre îbn Ebi Ömer eş-Şeybâni değil. İbn Amr eş-Şeybâni'dir. Benim baktığım bütün yerlerde böyle yazıyor. Şeyban, Hunyer'de bir vadidir. Humus'ludur. Evzâi'nin amcasının oğludur. Babasın­dan, Ebu Meryem'den, Velid ibn Ebi Süfyan'dan vs diğer kişilerden rivayette bulunmuştur. Evzâi, Tim el-Mübarek, Damra ibn Rabia ve diğer kişiler de ondan rivayette bulunmuşlardır. Sikadır. 148 yılında vefat, etmiştir. Öldüğünde 85 yaşındadır. (Tehzib. 11/260; Takrib et- Tehzib. 2/311) "Arkadaşlarını öldürmeden ve yaptıklarını yapmadan önce"  sözleriyle Ebu’l Âliye, Hz. Osman'ın öldürülmesini ve ondan sonra çıkan fitneleri kastetmiş olabilir, (çeviren)

[183] Mukatil ibn Hayyan: Büyük âlim vo muhaddistir. Sikadır. Künyesi Ebu Bestâm en-Nebtı el-Belhi el-Harraz'dır. Şa'bi, Mücahid, Dahhak. îkrime ve ibn Büreyd gibi kişilerden rivayeti vardır. Hocası Alkame ibn Mersed. Bekr ibn Mâruf, İbrahim ibn Edhem. İbn el-Mübarek gibi pek çok kişi de ondan rivayet etmiştir. Fazilet sahibi vs sünnete bağlı bir kişidir. 150'de vefat etmiştir. (Siyeru A'lami’n Nübelâ. 8/353; Meşâhiru Ulemai'l Emsar. 195. Tehzib. 10/277)

[184] Bu sözlerle iki çeşit bid'at ehli kastediliyor. Birincisi Şi'a ve onların itikat konusundaki bidatleri, ikincisi câhil tasavvuftular, unların liderleri ve onların itikat ve ibadet konusundaki bid'atleri: Bunlar Hz. Feygamber'in ve ehli beytinin ismiyle halkın gönlünü çelerler.

[185] İbrahim et-Teymi: örnek bir imam ve fikıhçi, Kûfe'nin âbidi. Babasından, Haris ibn Suveyd'deu. Enes ibn Mâlik'ten, Amr ibn Meymun'dan ve pek çok kişiden rivayeti vardır. Ameş, Yunus ibn Ubeyd, Müslim el'Butayn ve daha başka kişiler de ondan rivayet etmişlerdir. Salih, takva sahibi, âlim, fakih çok'değerli ve vâız bir delikanlı idi. Harcanın hapishanesinde hicri 92 yılında henüz 40 yaşına bile gelmeden vefat etti. (Siyeru A'lami'n-Nubelâ, 5/60 el Cerhu ve't-Ta'dil. 2/146; Tehzih. 1/176)

[186] Ömer İbn Abdilaziz'in bu hutbesini küçük kelime farklılıklarıyle pek çok tarihçi ve siyerci naklatmiştir. (Siyeru A'lami'n-Nübelâ. 5/126. Daha ayrıntılı bilgi için Şeyh Nedvi'nin Ricalü’l Fikri ve'd-Da've isimli kitabının 1.Cildine bakılabilir.)

[187] Üzeyne Ebu'l-Âliye el-Berâ el-Basri. İsmi Ziyad ibn Feyrûz. Bir rivayete göre Üzeyne lâka­bıdır, ismi Kelsûm'dur. İbn Abhas, İbn Ömer, îbn Züheyr, Enes ve daha başkalarından rivayet etmiştir. Ondan da Eyyuh, Metar el-Verrak ve Yunus ibn Ubeyd gibi kişiler rivayet etmişlerdir. Sağlam bilgilere göre hicri 90 yılında vefat etmiştir. Bu sebeple şiirin ona ait olması mümkün değildir. Çünkü Ömer ibn Abdillaziz'den önce ölmüştür. (Tehzib. 1/197, 12/143)

[188] Nisa: 115.

[189] Bu hadis sahihtir. Hakim'in Müstedrek'inde, c.I. sh.96, 97'de bulunmaktadır. Hâkim, bu hadisin Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir. Telhis'in müellifi de bunu sahih olarak görmüştür. Bu hadis ayrıca şuralarda geçmektedir: Ebû Dâvud. K. Sünnet. B. Fi Lüzümi’s.-Sünnet, 4607. Tirmizi. K. İlim, Babu Mâcâe fi'l-Ahzi bi’s Sünne ve ictinâbi'l-Bidei: h.no:2676. İbn Mâce, Mukaddime, Babu ittibai Sünneti’l-Hulefa'i'r-Râşidin, 42, 43. 44. Dârimi. Mukaddime, B. İttibais's-Sünne, 95. Ahmed, Müsned. 4/126, 127.

[190] el-Hâkim; Muhammed ibn Abdillah ibn Muhammed ibn Hamdeveyh ibn Nuaym ibn el-Hakim. İmam, hafız, tenkitçi, büyük âlim, muhaddislerin şeyhidir. Künyesi Ebû Abdillah en Neysâhûri eş-Şafii. Pek çok eserin sahibidir. 321 yılında doğdu. Küçük yaşta ilim öğrencisi oldu. İkibine yakın hocadan ilim dinledi, Babasından, Muhammed ibn Ali el-Müzekkirden, Muhammed ibn Yâkub el-Esâm'dan, Muhammed ibn Yâkub eş-Şeybâni'den ve sayılamayacak kadar kişiden hadis rivayet etti. Ondan da Dârekutni -ki aynı zamanda hocasıdır-, îbn Ebi'l-Fevâris. Ebu l"Alâ el-Vâsıti ve diğer kişiler rivayette bulunmuşlardır. Eser te'lif etmiş, cerh ve ta'dil yapmış, hadislerin illetlerini ve sıhhat derecelerini tesbit etmiştir. Bir ilim denizidir. 403 yılında vefat etmiştir. (Siyeru A'lâmin-Nübelâ, 7/162; Tebyinü Kezibil-Müfteri, 227, 231. el-Bidaye ve'n Nihaye. 11/355; Şezerat. 3/176; er-Risaletul'Müstedrafe. 21)

[191] Yahya ibn Adem: Büyük âlim. Hafız, Ebû Zekeriyya el-Emevi. Emevilerin azatlılarından. Kûfeli. Pek çok eserin sahihi İsa ibn Tahman. Mâlik ibn Mığvel. Süfyan es-Sevri, İbn Uyeyne. Hammad ibn Seleme gibi kişilerden rivayeti vardır. Ondan da Ahmed. İshak, Yahya. Ali. İbn Ebı Şeyhe, Hasan el-Hallal ve daha pek çok kişi rivayette bulunmuştur. Sika'dır. 203 yılında vefat etmiştir. (Siyeru A'lamî'n-Nübela. 9/225; el-Cerhu ve't-Ta'dil, 9/128; Tehzib, 11/175; Şezerat, 2/8.)

[192] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 1/99-113.

[193] Ebu'l-Kasım el-Kuşeyri: İmam, zâhid, örnek insan. Ebu'l-Kasım Abdülkerim ibn Hevâzin ibn Abdilmelik ibn Talha el-Kuşeyrî el-Horasanî en'Neysâbûrî, Şâfiidir, mutasavvıftır, müfessirdir. Tasavvufçular ve daha başka çevrelerde meşhur olan er-Risaletü'l-Kuşeyriyye'nin müel­lifidir, 375 yılında doğmuştur. Ebû İshak el-İsferayini, Haffaf, Ebû Nuaym ve daha başka kişi­lerden hadis ve fıkıh dinlemiştir. Fıkıh, tefsir, usûl, hadis, edebiyat, şiir ve nesirde büyük bir âlimdir. Ebu’l-Hasen el-Bâhirzi ve evlatları, Buhayri, Ferâvi, Muhammed ibn el-Fadl ve daha başka kişiler do ondan hadis rivayet etmişlerdir. et-Tefsiru'l-Kebir, Letâifu'l-İşarat ve’l-Cevahir gibi pek çok eserin sahibidir. 465 yılında 90 yaşındayken vefat etmiştir. (Siyeru A'lami’n Nübelâ, 18/227; Tebyinu Kezibi'l-Müfteri, 271; el-Bidaye ve'n-Nihaye, 12/107: Şezerat, 3/319.)





Devamını Oku »